}
Vel-Asr Suresi 3 (Âyetlerin Sırları) 06.08.1998
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 101769

 

SOHBETİN ADI: VEL ASR SURESİ- 3
TARİHİ: 06.08.1998

Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve şükrederiz ki bizleri bir defa daha Allah’ın zikir sohbetini yapmak üzere bir araya getirdi.

14 basamakta olayları birer cümle ile beraberce gözden geçirelim;

1. basamakta olayları yaşıyoruz.  
2. basamakta olayları değerlendiriyoruz. Ve genellikle yanlış değerlendiriyoruz. Ama önemli olan bu karşılaştırma, mukayese ve sonunda bir hükme varmak.  
3. basamakta hükme varıyoruz. Hüküm; Allah’a ulaşmayı dilemek. Allah’a ulaşmayı dilemek hükmüne varamazsak 3. basamağa da hiçbir zaman yükselemiyoruz. 2. basamakta kalıyoruz.

1. ve 2. basamaktakilerin ne yazık ki gidecekleri yer cehennem. 3. basamakta biz, Allah’a ulaşmayı dileyince Allah kalbimizdekini görüyor, işitiyor ve biliyor.

4. basamakta gözlerimize Rahîm esması ile tecelliye başlıyor.
5. basamakta irşad makamı ile aranızda bulunan hicab-ı mesture adlı perdeyi alıyor.
6. basamakta kulaklarımızdaki vakrayı alıyor. İdrak önleyen, işitmeyi önleyen müessese.
7. basamakta da nefsimizin kalbinde bulunan ekinnet isimli bir engeli alıyor; bizi idrakten men eden engel. Yerine ihbat isimli, idraki mümkün kılan bir müessese koyuyor. Böylece Allah’a ulaşmayı dileyen îmân sahibi birisi oluyoruz. Allah’a ulaşmayı dileyen; âmenû olan birisi oluyoruz. İlk 7 basamak burada tamamlanıyor.  

8. basamakta Allah’ın sünnetullahı kalbimize ulaşıyor.
9. basamakta nefsimizin kalbinin nur kapısını sünnetullah Allah’a çeviriyor.
10. basamakta göğsümüzden kalbimize Allahû Tealâ bir nur yolu açılıyor.     
11. basamakta zikir yapmaya başlıyoruz. Ve yaptığımız zikirle nefsimizin kalbine kadar gelen nurlar orada kalbimizin içine giremiyor. Ama iki nurdan bir tanesi rahmet ve fazıldan bir tanesi sızıyor içeriye. Bu sızıntı %2’yi bulduğu zaman huşû sahibi oluyoruz, 12. basamaktayız.

Hacet namazını kılıyoruz Allahû Tealâ’dan mürşidimizi soruyoruz. Ve Allahû Tealâ bize bu basamakta, 13 basamakta mutlaka gösteriyor. Mürşidimize ulaşıyoruz, önünde diz çöküp tövbe ediyoruz. El öpüyoruz, “lâ ilâhe illallah Muhammeden Resûlullah” diyoruz ve Allah’ın yoluna giriyoruz.                                                              

İşte bu yola girdiğimiz zaman Allahû Tealâ’dan 7 tane hediye alıyoruz
 
1- Mürşidimizin ruhu başımızın üzerine gelip yerleşiyor.
2- Bizim ruhumuz vücudumuzdan ayrılıp Sıratı Mustakîm’e ulaşıyor, Allah’a doğru yola çıkıyor.
3- Allahû Tealâ kalbimizin içine îmânı yazıyor.
4- Allahû Tealâ yeni bir nur göndermeye başlıyor; rahmet ve fazıldan sonra salâvât isimli yeni bir nur daha gönderiyor.
5- Allah bize her işlediğimiz hayırda 10 katını verirken 100 katını vermeye başlıyor. 700 kata kadar çıkartacağını garanti ediyor.
6- Allahû Tealâ bütün günahlarımızı sevaba çeviriyor.
7- Nefs tezkiyesine; amilüssalihata başlıyoruz.

Burada Allah’tan aldığımız 7 tane hediye, nefsimizin kalbinde olgunlaşan 7 tane sonuçla ifade edilmesi lâzım.

1- Evvelâ Allahû Tealâ kalbimizdeki ekinneti alıyor, yerine ihbat koyuyor.
2- Sonra kalbimizin nur kapısını Allah, Kendisine çeviriyor.
3- Göğsümüzden kalbimize bir nur yolu açıyor.
4- Huşûya ulaşıyoruz.
5- Hacet namazını kılıp mürşidimizi Allah’tan soruyoruz.
6- Allahû Tealâ gösterdiği zaman mürşidimize ulaştığımızda, Allahû Tealâ kalbimizin mührünü açıyor (6. kalp şartı).
7- Kalbimizin içine îmânı yazıyor (7. kalp şartı).

Böylece 7 tane kalp şartının oluştuğu mü’min olmak şerefine eriyoruz. Mü’min olmanın sadece inanç şartına dayalı olmadığını, Kur’ân açık bir şekilde anlatıyor. Mü’min olmanın üç ayrı standardı var:
 
1- Ruhunuz vücudunuzdan ayrılıp Allah’a doğru yola çıkmış olacak.
2- Allahû Tealâ kalbimizin içine îmânı yazacak.  
3- Nefs tezkiyesine başlamış olacağız.

Bir başka ifade ile asıl açılardan bakarsak, 7 tane kalp şartının yanında 7 tane îmân şartının oluşması lâzım. Bu 7 tane îmân şartı;  

1- Allah’a inanmak.
2- Allah’ın kitaplarına inanmak.
3- Allah’ın meleklerine inanmak.
4- Allah’ın resûllerine inanmak.
5- Basû badel mevte inanmak.
6- Hayrın Allah’tan şerrin insandan olduğuna inanmak.
7- İnsan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşacağına; ulaşması lâzım geldiğine inanmak.

Üç tane vasıf şartı olması lâzım.

1- Nefs açısından; nefs tezkiyesine başlaması.
2- Ruh açısından; ruhumuzun Allah’a doğru yola çıkması.
3- Fizik vücut açısından; fizik vücudumuzun şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olmak istikametinde harekete geçmesi.

İşte bu şartlara vasıl olan kişi, üç ayrı cepheden mü’mindir:

1- Kalp şartları açısından mü’mindir.
2- İnanç açısından mü’mindir.
3- Vasıf şartları açısından mü’mindir.

Bu şartlar bir arada olmadıkça bir kişinin sadece Allah’a inanıyor ve o 7 tane şarta inanıyor diye yani inanmanın 7 tane faktörü sebebiyle mü’min olması, Kur’ân-ı Kerim’e göre hiçbir zaman mümkün değil.

Burası; 14. basamak bizi mü’min kılıyor. Ne olur mü’min kılarsa? Allahû Tealâ net olarak söylüyor, Mu’min Suresi 40 numaralı âyet-i kerime:

40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).

Kim seyyiat (şer, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü’minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.


“Onlar ki mü’minlerdir. Allah onları kadın olsun, erkek olsun cennetine alacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.”

Demek ki burada kişi mü’min olduğu için cennete giriyor. Yetmez, geçen sohbetimizde de açıkladığımız gibi o kişi dalâletten kurtuluyor, hidayete adım atıyor. Biliyorsunuz ki dalâlette olanların gideceği yer cehennemdir. Ve insanlar mürşidlerine ulaşmadan hiçbir zaman dalâletten kurtulamazlar. Her zaman mürşidine ulaşamayan bir kişi dalâlettedir.

Öyleyse burası; 14. basamak dalâletten kurtulduğumuz yerdir. Hidayete adım attığımız yerdir. Ve biliniyor ki kim dalâlette ise 8 grup âyet-i kerime onun gideceği yerin cehennem olduğunu söylüyor. İşte durumumuza bakıyoruz. Burada ne oluyor?

* Ruhumuz vücudumuzdan ayrılmış, Allah’a doğru yola çıkmış.
* Nefsimiz nefs tezkiyesine başlamış.
* Fizik vücudumuz şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olmak istikametinde adımı atmış. %50’den daha fazla nuru nefsimizin kalbinde toplamış.

Bu noktadan itibaren neler olur? Nefs tezkiyesi zikirle gerçekleşen bir olgudur. “Allah, Allah Allah, Allah” diye zikir yaptığımız zaman bu zikir, kim yaparsa yapsın onun kalbine Allah’ın katından rahmet ve fazl isimli iki tane nuru mutlaka ulaştırır. Ama bu nurlar nefsin kalbine ulaşamazlar. Çünkü kişinin göğsünden kalbine yol açık olmadığı için ulaşamazlar. Ama bu noktada kalp şartlarının 7’si de tamamlanmıştır. Kişi mürşidine ulaştığı zaman Allahû Tealâ, o kişinin nefsinin kalbine yalnız rahmet ve fazl değil, bir de rahmet ve salâvât göndermeye başlar. Ve böylece gelen bu nurlar göğse gelirler, göğüsten Allah’ın açtığı yolu takip ederek kalbe ulaşırlar. Kalpteki mühür de açılmış durumda, hareketli hale gelmiş durumda. Bu mührün üzerine baskı yapan rahmet, fazl ve salâvât mührü, kalbin alt boyutuna indirirler. Zikir boyunca baskı devam edeceği için (üç nurun üç enerji grubunun baskısı), mühür hep zülmanî kapıyı kapalı tutacaktır. Allah’tan gelen rahmet, fazl ve salâvât da karanlıkları atıp kalbin içini tamamen dolduracaktır.

Bu arada îmân kelimesi, fonksiyonunu ifa edecektir, fazlı kendisine çekecektir. İşte bu çekişin garantilenmesi için Allahû Tealâ salâvât isimli bir nur gönderiyor. Neden garantilenmesi için dedik? Çünkü nefsin kalbindeki karanlıkların îmân kelimesinin çekim gücünü, atraktivitesini engellediğini anlıyoruz Kur’ân-ı Kerim’de. Bu engelleyen karanlıkların gücünü Allahû Tealâ, salâvât isimli bir nur göndermekle etkisiz hale getiriyor. Ve îmân kelimesi, çekim gücü sebebiyle Allah’ın katından gelen rahmet, fazl ve salâvâttan fazlı yani ruhun hasletlerini temsil eden bölümü nefsin kalbine çekiyor ve kendi etrafına yerleştiriyor. İşte bu yerleştirme ameliyesi boyunca nefsin kalbinde nur birikimi başlıyor. Fazılların birikimi başlıyor. Allahû Tealâ’nın gayesi ne? Nefsimizin kalbini afetlerden tamamen kurtarıp ruhun hasletlerine tam eşit olan fazıllarla, faziletlerle donatmak. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’inde buna, “Müzeyyen olmak” diyor.

Allahû Tealâ îmân kelimesinin rolünü son derece güzel anlatmış, Hucurât Suresinin 7. âyet-i kerimesinde diyor ki:

49/HUCURÂT-7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).

Ve aranızda Allah’ın Resûl'ü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.


“Ey sahâbe, biliniz ki aranızda Allah’ın Resûl’ü var, siz ona tesir etmeye çalışırsınız da o da size itaat ederse bundan büyük zarar görürdünüz. Öyle bir şey olsaydı, hatta Allah’ın lânetine bile muhatap olabilirdiniz. Ama Allah size îmânı sevdirdi, fıskı, küfrü ve isyanı kerih gösterdi. Ve îmân kelimesi ile kalbinizi müzeyyen kıldı. İşte onlar irşada ulaşanlardır.” diyor Allahû Tealâ bütün sahâbe için.   

Böyle bir dizaynda sahâbenin hedeflerine ulaştıklarını görüyoruz. Bu basamakta, 14. basamaktan sonraki olgularda nefsimizin kalbinde ne gördük? Zikirle gelen Allah’ın nurlarının birikime başladığını gördük. İşte bu nefsimizdeki nurların birikimi. Allahû Tealâ’nın ifadesine bakın:

13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).

Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?


 “e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb: Dikkat edin ki kalpler, ancak Allah’ı zikretmekle mutmain olur.”

Emmare’yi, Levvame’yi, Mülhime’yi aşar, Mutmainne’ye kalpler, ancak Allah’ı zikretmekle ulaşır; zikir müessesesi. Nefsimizin kalbini tatmine kadar götüren Allah’ın nurlarıyla doluyor, daha da ötelere geçiyoruz.  Öyleyse nefsimizin kalbinde nur birikimi başlamıştır. Bu başlayan nur birikimi boyunca kalbimizin içinde yavaş yavaş fazıllar, îmân kelimesinin etrafında kümelenip toparlanmaya başlıyor. Ve nefsimizin kalbinde %1, %2 derken %7 nur birimini gerçekleştiriyoruz. Burası, Nefs-i Emmare’nin tamamlandığı yerdir.

Nefs-i Emmare, Yûsuf Suresinin 53. âyet-i kerimesinde ifade buyrulmuş. Diyor ki Hazreti Yusuf, Yüce Rabbimize:

12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).

Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).


ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis siû: Ya Rabbi, ben nefsimi berat ettiremem. Çünkü nefsim bana şerri emreder.

Öyleyse Allahû Tealâ’nın bu 1. kademesinde, nefsimizin kalbine %7 nur dolduğu zaman nefsimizin kalbi Nefs-i Emmare’den kurtuluyor. Artık nefsinizin kalbinde %100 değil, % 93’ü şerri istiyor. Biliyorsunuz ki nefsimizin kalbi doğuşumuzdan itibaren bütün afetlerle dolu ve bu afetler, nefsimizin kalbinin tamamen karanlık olmasını ifade ediyor. Ve aklımıza bu afetler devamlı şerri telkin ediyorlar.

İşte böyle bir şerr müessesesi devrede olduğu sürece nefsimizin kalbi karanlıklar içinde ve devamlı içimizde kavga var. %7 nur birikimini tamamladığımız zaman Nefs-i Emmare’yi tamamlamış oluyoruz. Nefsinizin kalbinde artık sadece %93’ü Allah’ın emirlerine karşı geliyor, yasak ettiği fiilleri işliyor; %7’si bundan kurtulmuş durumda.

Mürşidimize ulaştığımız gün vücudumuzdan ayrılıp Sıratı Mustakîm’e ulaşan ruhumuz, Sıratı Mustakîm’deki ilk hamlesini yapıyor. Zemin kattan 1. kata kadar ulaşmak yetkisini alıyor. Hangi dergâhtaysa her sabah namazından sonra o dergâhtan ayrılıp halifenin sahibi bulunduğu, zamanın huzur namazının imamının sahibi bulunduğu, altın kapının muhtevasında bulunduğu ana dergâha ulaşıyor. Oradan bütün sülûkte olan 6. kata kadar çıkabilen bütün ruhlarla birlikte o da seyr-i sülûka başlıyor. Çıkabildiği yer sadece 1. kat. 1. kat ki orada sadece secde edilir.

Sülûk olayı, ana dergâhtan başlar. Orada onarlık insan ruhları önlerinde rahleleri, rahleleri üzerindeki Kur’ân-ı Kerim’leriyle Allah’a doğru yola çıkmak üzere hazır beklerler. Sağ kanat velisi, Hazreti Ebû Bekir’in elini öpüp altın kapının bulunduğu duvarın en sağında yerini alır. Sonra sol kanat velisi, Hazreti Ebû Bekir’in elini öpüp sol tarafta yerini alır. Ondan sonra hanım sultan, o da yerini alır. Sağdan itibaren en kıdemliden başlayarak ilk onluk sıra, sonra ikinci onluk sıra uçarak sağ kanat velîsinin sol tarafından secdeye varırlar. En son hanımlar secdeye gelir. Ve oradan Allah’a doğru bir yolculuk başlayacaktır. Nitekim sağ kanat velîsi, sol kanat velîsi, ayakta bulunan sıradakiler o altın kapının yanına ulaştıkları zaman altın kapı açılır. Seyr-i sülûku oluşturacak olanlar tamamen ayrılana kadar kapı hep açık kalır. Onlar da birer birer ayrılırlar. Birbirinin arkasından yola çıkarlar. Ama hemen yukarda boşluğa çıkar çıkmaz saf haline gelirler ve 1. kata kadar saf halinde yükselirler. Bu, seyr-i sülûkün başlangıcıdır. Bu olayın arkasından kişi daha çok zikretmeye başlar. Ve daha çok zikri, bir 2. %7 nur birikimine sebebiyet verir. Nefs-i Levvame tahakkuk eder. Kıyâme Suresi 2. âyet-i kerime, Allahû Tealâ diyor ki:

75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeti.

Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.


“O levvame nefse kasem ederim; o kınanan nefse kasem ederim.”

Kişi yani mürid; Allah’a ulaşmayı murad eden kişi tasavvufa girdi diye hatalardan hemen kurtulamayacaktır. Hataları yaptıran nefsinizin afetleridir. Ve kişinin nefsinin kalbinde %86’sı duruyor. İlk %7 ile %93’e inen nefsin kalbindeki afetler bir daha %7 ile %84’e iniyor. Ve kişi mürşidinden utanıyor yaptığı günahlar sebebiyle, Allah’tan utanıyor yaptığı günahlar sebebiyle. Kendi gerçekten günah işlemeyi istemiyor ama nefsinin ona bu günahları işlettiğinin farkında. Bu yüzden nefsini kınıyor. Nefsiyle cihada girmiş, savaşa girmiş, çok zikretmeyi çalışıyor ve nefsini levm ediyor. Bu sebeple bu makama, bu basamağa Nefs-i Levvame deniyor; 2. basamak.

Ruh mu? Artık 2. kata kadar yükselmeye başlıyor. Biliyorsunuz ki bu yükselmekte her kata çıkabilenler o katta kalır. Geri kalanlar yukarıya doğru üst katlara doğru yükselirler. Her kat; hangi kata kadar çıkabiliyorsa ruh, oraya kadar çıkar, diğerleri yükselmeye devam eder. Bu grup 6. kata kadar çıkabilir. 6. kattan tekrar aşağıya ineceklerdir. Ana dergâhta 7. kata kadar çıkan 2. bir grup var. Bu grubun zamanın halifesi tarafından tedris edildiğini biliyoruz. 6. kata kadar çıkanlar, Ebû Bekir Sıddık (r.a) tarafından tedris edilirler. 7. kata çıkanlar, 7. katın 7 tane âlemini geçebilecek olanlar, fethi tamamlayanlar zamanın halifesi tarafından tedris edilirler.

Öyleyse 2. kata kadar yükselen bütün evliya namzetleri 2. katta çok büyük, önü tamamen cam olan bir salonun önünde sağdan sola doğru sıralanırlar. Bu salonun, dışarıdan bakılınca sol tarafında içeriye doğru uzanan bir koridor vardır ve bu koridor 10, 15 metre büyüklükteki mesafenin sonunda sağ taraftan o büyük salona açılır. Kapı falan yoktur. Duvar sona kadar gitmez, orası açık kalmıştır.

Bu salonun yaklaşık ön camlardan 4 metre falan ilerisinde suvarılma havuzları vardır. Bunlar yere gömülmüş olan değildir. Bizim dünyamızdaki cam hüviyetinde şeffaf 80 cm genişliğinde, belki 80 cm de uzunluğunda şeffaf havuzlardır. Boyları 2.20 metre civarındadır. Yan yana sıralanmışlardır. Yaklaşık olarak 2 metre 10 cm, belki 2 metre 15 . İçlerinde bir sıvı vardır, şeffaf bir sıvı. Turuncuya çalar bir rengi var bu sıvının.

Söylediğimiz salonun sol tarafındaki koridorda zamanın halifesi ile Peygamber Efendimiz (S.A.V) vazifelidir. Sağ kanat velîsinden başlayarak el öpmek suretiyle hepsi içeriye doğru uçarlar. Sonra da sağa doğru uçarlar. Sağ kanat velîsi en sağda, sol kanat velîsi en solda olarak secdeye gelirler ve evliya namzetleri birer birer sağdan itibaren secdeye gelirler. Hanım sultan bu devrenin içinde değildir. Arkada suvarılma havuzlarının üzerindeki platformlarda orada secdededir. Yerden 2.20 metre falan yukarda. Secde işlemi tamamlandıktan sonra sağ kanat velisi, uçarak havuzların önünde sağ tarafa gelir. Sol kanat velisi, uçarak havuzların üzerinde tam sola değil, hanımların sayısı kadar sol tarafta boşluk bırakarak bir suvarılma havuzunun üzerinde o da secdeye gelir. Sağ kanat velîsi en sağda secdedir, sol kanat velîsi orta solda secdedir. Hanım sultan en solda secdedir.

Bundan sonra karşıdaki duvarın önünde ki karşıdaki duvar, bu camdan itibaren yaklaşık 15 metrelik falan bir mesafededir. O duvarın önünde secde edenler, sağdan itibaren birer birer gelir; en sağdaki en sağdaki havuza ayakta olarak iner. Ve sağ kanat velîsi onun başının üzerinden bastırır, tamamen suya girer. Ruhların nefes alma gibi bir problemi olmadığı için o suvarılma havuzuna girmek ruhlar için problem değil tabii. Sağdan sola doğru hepsi birer birer sıralanırlar.

Nasıl oluyor bu iş? Her biri havuzda evvelâ yerini alıyor;  sağ kanat velisi, sağdan sola doğru her birinin başından bastırarak ilerliyor. Sol kanat velisi, soldan sağa doğru ilerliyor. Diğerlerine ulaşıyor, tekrar yerlerine geri dönüyorlar. Hanım sultan da gene soldan sağa doğru. Herkes suvarılma havuzlarında yerini alıyor. Herkes zaten başlangıçta bu suvarılma havuzlarında yerini almadan önce, secde olayında Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve zamanın halifesi oradan uçarak ayrılıyorlar. Bu salonun sağ tarafındaki gene ön tarafı tamamen camdan oluşan 2. bir salona geçiyorlar. Bu salondaki kişiler 6. kata kadar çıkanlar değil 7. kata çıkabilenler; fethini tamamlamış olanlar. Nasıl oluyor olay? Hazreti Ebû Bekir’in eli öpülerek yukarıya doğru çıkmaya başlamadan evvel 6. kata kadar çıkanlar, zamanın halifesinin elinde eğitilen 7. kata çıkabilecek olanlar, altın kapıdan yukarıya uçarak giderler. Her katta secde; 1. katta secde ederek, 2. katta suvarılma havuzlarının yanındaki o kocaman salonda secde ederler.

Peygamber Efendimiz ve zamanın halifesi onların birer tarafına geçerek birisi sağda, birisi solda onlarla beraber yükselmeye başlarlar. 3. katta secde ederler. Ve hiç kimse bu katta kalmaz. 4. katta secde ederler. 4. kat Beyt-ül Makdes’in, Mescid-i Aksa’nın aslıdır. 5. katta secde ederler. 5. kat da Mescid-i Haram’ın aslıdır. Oradan bakılarak onların, aşağıda yapıldığını tespit ettik. Sonra dikkat edin, bunların hiçbirisi orada kalmıyorlar. Hepsi küme halinde 4. katta secde, 5. katta secde, 6. katta bu nur sisteminin önünde bekleme, sonra 7. kata çıkıp fetih kapısından içeriye uçarak girerler. 7. katta sağa dönerler, önlerinde herkesin kendi kader hücresi dizisi ve sonsuza kadar hızla oradan geçerler. Nereye geçerler? Ümmülkitab’a. Ümmülkitap’ta kalanlar orada kalırlar. Ötekiler daha sonraki bölümlere geçerler. Her bölüme geçip orada kalacak olan orada kalır. Ötekiler daha ileriyi giderler. En sondakiler zikir hücrelerine ulaşanlardır. Zikir hücresine ulaşan bir kişi veya iki kişi varsa o gün zikir hücresine ulaşır ve orada kalır. Zikir hücresine ulaşanlar geriye dönmezler. Onlar, Allah’ın Zat’ına ulaşana kadar orada zikirlerini artıracak olanlardır. İşte seyr-i sülûk’un, 7. katına kadar çıkanlar tarafından gerçekleştirilen kesimi böyle.

Biz tekrar geriye dönelim, 2. katta suvarılmalarını tamamlayanların ne olduğunu görelim. Tamamladıktan sonra sağ kanat velîsi sağda, sol kanat velîsi solda, hanım sultan en solda olmak üzere yeniden sıralanırlar dışarıda ve hep beraber saf halinde 3. kata yükselirler. 3. katta zemin katın üzerindeki hemen giriş kapısından değil, bir üst kata dışarıdan çıkılarak bir üst katta secde edilir. Yani 3. kattaki secde oradaki bir mescidin zemin katında değildir, 1. katında secdeyi gerçekleştirirler. Bu secdeden sonra çıkanlar ki bir kısmı orada kalacaklardır. Çıkanlar mihenk menfezine ulaşırlar. 3. katı 4. kata bağlayan sonsuz uzunlukta bir silindirin; 80 cm veya 90 cm genişliğinde bir silindirin içine uçarak girerler saflar halindeyken. Ve birbiri arkasından yukarıya doğru aynı hızla yükselmeye başlarlar. Bu yükselme öyle bir yükselmedir ki bir üsttekinin ayakları daima bir sonrakinin başının üzerindedir. Tabiatıyla alttakinin başına değmez. Eşit miktarda mesafe, 30 cm falan mesafeyle. Hepsi sonsuz hızla yukarıya doğru yükselir. 4. kata ulaşırlar. 4. kat, Mescid-i Aksa’nın aslıdır.

Böyle bir ulaşma sırasında acaba nefsinizin kalbinde neler oluyor, oraya bakalım. En son kişi Nefs-i Levvame’deydi, 2. kattaydı. Nefs-i levvame, %14 nur birikimi ile tamamlanır. Kişi daha çok zikretmeye başlar. Yeni bir zikir artışı ve neticede %7 nur birikimi; Nefs-i Mülhime. Allahû Tealâ Şems Suresinin 8. âyet-i kerimesinde diyor ki:

91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.

Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.


“Onlara takvaları ve fücurları ilham edilir.”

Takvalar, Allah’ın ilhamları. Fücurlar da füccarın; şeytanın taraftarlarının ilhamları ki onları cehenneme götürecek olan ilhamlar.
Öyleyse burada, 3. defa % 7 nur birikiminin tamamlandığı yerde o kişi artık Allah’tan ilham almaya başlıyor. Nur birikimi % 21’e ulaştı. Kişinin nefsinin kalbinde %79’u hâlâ karanlık ama %21’i nurlanmış durumda. Artık onlar Allah’ın emirlerine mutlak itaat eden, yasak ettiği hiçbir şeyi işlemeyen bir özelliğin sahibi. O kişinin nefsinin kalbindeki nur, % 21. Bundan sonra kişi daha çok zikredecektir. Ruh, 3. kata kadar ulaşmıştır. 3. katta neler olduğunu anlatmıştık. Daha çok zikir yapacaktır ve Nefs-i Mutmainne’ye ulaşacaktır. Nefs-i Mutmaine, 4. nefs kademesi.
Allahû Tealâ Fecr Suresinin 27. âyet-i kerimesinde anlatıyor, diyor ki:

89/FECR-27: Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu.

Ey mutmain olan nefs!


 “Ey mutmain olan, doyuma ulaşan nefs.” diyor.
Ne demek doyuma ulaşmak? Bir kişinin nefsinin kalbinde nurlar öyle bir noktaya gelir ki bu nokta %28’dir. Böyle bir noktada o kişinin nefsinin kalbi doyuma ulaşır. Yani kişi Allah’ın verdiklerinin kendisine mutlaka yettiğini ancak orada öğrenir. Ve düşünür ki “Her zaman Allahû Tealâ bu adaletini tahakkuk ettirmiştir. Her zaman bunlar bana yetecek seviyedeydi. Ama benim nefsimdeki hırs adı verilen o afet sebebiyle Allah’ın verdiklerini hiçbir zaman yeterli bulmadım.” İşte kişi, böyle bir dizayn içerisinde Allahû Tealâ’nın indinde O’nun verdiklerinin kendisi için yeterli olduğunun farkına varır. Ve bundan mutluluk duymaya başlar. Burası doyum noktasıdır. Kişi o zaman düşünür ki Allahû Tealâ daha çok vermemiş; onu azmaktan korumak için. Allahû Tealâ daha az vermemiş; onu isyandan korumak için. Bu iki ifradı ve tefridi, kişi ancak burada idrak edebilir. Böylece ruhu da 4. gök katına ulaşır. 4. gök katında gördük ki Mescid-i Aksa’nın aslı vardır. Bu noktaya çıkana kadar, 6. kata kadar çıkabilen Hazreti Ebû Bekir’in dersihanlık yaptığı grup, her katta mutlaka bir kısmını bırakır. 1. katta bir kısmı kalır, 2. katta bir kısmı kalır,  3. katta bir kısmı kalır, 4. katta bir kısmı kalır ve her iki mescide de Mescid-i Haram’a ve Mescid-i Aksa’ya da giriş kapısından girilir, normal kapıdan girilir. Ama yukarıya çıkarken kubbeden çıkılır. Kubbe açık değildir ama geçit verir.
Öyleyse ruhların bir özelliği burada belli oluyor. Her fizik şartına göre kendini ayarlıyor. Ya fizik oluyor ya da fiziğin ötesinde oluyor. Sonsuz hızın sahibi olabilmesi için fiziğin ötesinde olması lâzım o âlemde. O âlemse emr âlemi. Ama bütün ruhlar kendilerini ayarlayabilirler. Aynı olayın bir benzerini 2. katta da yaşıyoruz. İlk defa gelenler oradaki camdan içeriye girmek istedikleri zaman içeriye geçebiliyorlar ama baygın düşüyorlar. Oradaki atmosfere dayanamıyorlar. Onları götüren oradaki melekler içerde adeta bir revire benzeyen bir oda var, koridorun sola sapmasıyla oraya ulaşılıyor. Oradaki melekler o kişiyi bir ameliyata tabii tutuyorlar ve 2. katta zulmet denizine alıyorlar. Kahverengi siyaha yakın bir deri, o ruhun üzerinden ayrılıyor. Onu aslında kirletemez o deri ama burada bir ferahlık hissi mutlaka duyulur. İşte muhtevaya baktığımız zaman 4. katta kalanların kaldığını, geri kalanların 5. kata yükseldiğini görüyoruz. Ne zaman yükseliyorlar? Ne zaman nefsimizin kalbinde 5. defa %7 nur birikimi (toplam %35 nur birikimi) gerçekleştirdiğiniz zaman. Biz artık Allah’tan razı oluyoruz. Bu kademeye Allahû Tealâ, “Radiye” diyor.

Fecr Suresinin 28. âyet-i kerimesi:

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.

Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!


Allah’tan razı oluyoruz. Ruhumuz mu? 5. gök katına çıkıyor yani Mescid-i Haram’ın aslına. Bizim ruhumuzla beraber oraya çıkan bütün ruhlar, oradaki ana kapıdan içeriye uçarak giriyorlar. Secdeye giriyorlar orda. Secdenin ön safları 6. kat için yükseliyor. Arka saflar orada secdede kalıyorlar. Aşağıya doğru bütün katlarda secdede kalan insan ruhları var. 6. kat, nev-i şahsına münhasır özel bir kat. Buraya dikkatle bakın, bunun kapısı hiçbir kapıya benzemiyor. Kim o kapıdan geçerse kapı, onun şeklini alıyor. Yani o kişinin dış çevresinin şeklini alıyor kapı. İri yarı bir adam geçtiği zaman büyüyen kapı, ufak tefek birisi geçtiği zaman küçülüp onun şeklini alıyor. Sonra gene büyük birisi, uzun boylu birisi geçtiğinde tekrar büyüyor kapı. Bu kapı, öyle özel bir kapı. İçerdeki salon ışıklı, dışarısı karanlık. Dışarıya hep yeşilimsi beyaz bir ışık sızıyor. Salona göz attığımız zaman şunu görüyoruz; yerden 2 metre veya 2,5 metre yükseklikte bir buz kalıbına çok benzeyen bir nur var. 1 buçuk metre genişliğinde buz kalıbının şeklini düşünün; aynı öyle ama ışık saçıyor. O çıkan ışıklar onun karşısında bekleyen 6. kata kadar çıkabilen, ayakta bekleyenlerin yüzlerini, ellerini, açıkta olan yerlerini kendi rengine boyuyor. Yalnız boyamakla kalmıyor, çatlatıyor. İşte bu çatlama olayı devam ediyor herkeste. Ondan sonra onları oturtuyorlar arka planda ve onların başlarının üzerine özel tedavi vasıtaları getirtiliyor. Ve onlar, onların yüzlerindeki ve ellerindeki çatlaklıkları ve rengi izale ediyorlar. 6. kattaki işlem böyle.
Sağ kanat velîsi sağ tarafta yukarda kontrol noktasında, aslında kontrol edecekleri bir şey yok ama orada oturuyorlar. Sol kanat velîsi sol tarafta kontrol noktasında ve hanım sultan içerde. Ve günlerden bir gün derileri çatlayan o ruhlardan bir tanesinin ne yüzü ne de elleri çatlamıyor. Bunun mânâsı, fethe hazır olmaktır. Elbiseleri değiştiriliyor, bir nevi savaş elbisesi giydiriliyor. Kafkas dansları yapanların elbiselerine çok benzer bir elbise türü bu ve ondan sonra bu kişiye kılıç veriliyor ve kılıcı yukarıya doğru kaldırarak eûzu besmele ile kişi kubbeden yukarıya doğru yükseliyor. Bu yükseliş, 7. kata ulaşmakla noktalanır.  Bu arada 6. kattaki 6. defa nurlanma işleminin olduğu yerdeki kişinin makamı ya da bulunduğu yer mardiyye yani Allah da o kişiden razı olmuştur. Ruh bu sebeple 6. kata kadar yükselmektedir. 6 kere 7= %42 nur birikimi, o kişinin nefsinin kalbinde gerçekleşmiştir. Ne zaman o kişi fethini tamamlamak için 7. kata çıkarsa 7. katta 7 tane mermer merdiven görecektir. 2 metre genişliğinde veya 1,5 metre arasındaki bir genişlikte, kenarlarında yerden yaklaşık olarak 70 cm yükseklikte trabzan bulunan, gene beyaz mermerden ve iki tırabzanı birbirine bağlayan 7 tane bakladan oluşan kol kalınlığında altın bir zincir. Görüntü budur. 7 tane beyaz bir mermer merdivenin üzeri, solunda büyük platforma açılır. Onun arkasında ise zemin katta halifenin dergâhında bulunan altın kapının aynı, orada da mevcuttur. Oraya ulaşan kişi elindeki kılıçla altın zincire sadece bir defa vurur. O koca, kalın altın zincir mutlaka ikiye ayrılır; iki uç da aşağıya düşer. Ve altın kapı, zincirin ikiye ayrılması anında derhâl açılır. Kişi, elindeki kılıçla uçarak altın kapıdan içeriye girer. Evvelâ tavan açılmaz, kişi bir süre oradaki katta zemindedir. Ve ne zaman Allahû Tealâ salonun açılması emrini verirse, tavanın içinden geçme hakkını elde eden kişi, oradan yükselir ve yükseldiği yerde bir platforma çıkar. Sol tarafı taş bir duvardır. Dikkat edin, bu duvarın sıvası yoktur. Sol tarafınız, taş bir duvardır. Taşları üst üste koyun, nasıl bir duvar oluşacaksa işte öyle bir duvar. Bu duvar geçmişinizi temsil ediyor; duvar ve onun devamı. İleriye doğru bakıyorsunuz; sol tarafınız, geçmişiniz bir duvar; o tarafı size kapalı. Sağ tarafa dönüyorsunuz; önünüzde altıgen 60 cm, 70 cm büyüklüğünde altıgen kader hücreleri kapıları var. Her birisi 24 saatlik bir zamanı temsil ediyor. Allahû Tealâ dilerse herhangi birisine sizi bırakabilir. O zaman gelecekten o günü dünya hayatındayken yaşarsınız.
Öyleyse Allah’ın evliya namzetleri her gün bütün zaman parçalarını sonsuza kadar aşmak mecburiyetindeler. Kader hücrelerinde, herkes kendi kader hücresinin üzerinde hareket eder. Sonsuza kadar uzanan altıgen bal renginde kader hücreleri. Onu aşanlar, 2. âleme yani ümmülkitab’a geçerler. Ne oldu? Kişinin nefsinin kalbindeki 7. kademe de fetihle birlikte tamamlandı. Allahû Tealâ bu kademeye, “tezkiye kademesi” diyor. 5. ve 6. kademeler; radiye ve mardiyye; Allah’tan razı olmak, Allah’ın bizden razı oluşu. 5. ve 6. gök katlarına ruhu çıkardı. 7. katta ise nefs tezkiyesi söz konusu.
Allahû Tealâ Fâtır Suresinin 18 âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).

Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).


ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru): Kim nefsini tezkiye ederse o, bunu kendi nefsi için yapmıştır (nefsini temize çıkarmak için çalışıp bunu başarmıştır). Ve onun ruhu Allah’a ulaşır.    

Öyleyse burada ruhun 7. gök katına çıkması, 7 gök katında 7 ayrı yerde kısa bir eğitimden geçmesi söz konudur ya da görüşünün oralarda daha bir tecrübe kazanması söz konusudur. Ümmülkitab’a ulaştığınız zaman orada 10 katlı bir apartman büyüklüğünde boşlukta duran bir kitap göreceksiniz. Üzeri yazılıdır. Bir sayfası da halen açıktır. O hiçbir yere dayanmayan, boşlukta duran bu kitabın altında zamanın halifesi görevlidir. Önünde bilardo masası türünde ama üzeri düz bir kürsü var. Bu kürsünün etrafında yaklaşık 60 kişi oturmuş vaziyette. En kıdemli olan onun sağında olmak üzere kürsünün etrafında bir “U” harfi çizerler. Dikdörtgen şeklindeki bu kürsünün üst ucunda zamanın halifesi bulunur. Ve Ümmülkitap hakkında oradakilere açıklamalarda bulunur. Burası gök katlarının 7. katının 2. Âlemidir; Ümmülkitap.
Bundan sonra kişiler başka âlemlerden geçeceklerdir. Her birinde onlara özel işlemler yaptıracaklardır. Bunlardan bir tanesi kudret denizidir. Hepsi aşılınca, kişi hangi gün ulaşırsa zikir hücrelerine ulaşır. Artık o kişinin bir daha geri dönüşü yani aşağıya inip zemin katta bir defa daha eğitimden geçmesi söz konusu değildir. Zikir hücrelerine ulaşan kişinin gideceği yer, sadece Allah’ın Zat’ıdır. Burada özel bir eğitim görülür. Bir defa girilen salon öbür salonlar gibi aydınlık değildir. Loştur, karanlık da değildir ama ötekiler gibi çok parlak bir aydınlığı yoktur, loştur. 2 metre 20 cm, 2 metre 30 cm yüksekliğinde küre şeklinde şeffaf denizanalarına benzeyen (tip olarak) hücreler söz konusudur. Bu hücrelerin her birinin içinde insan ruhları özel şekilde oturmuşlar ve devamlı ellerindeki tespihleriyle zikir halindedirler.
Nasıl size tarif ettiğimiz gibi zikir yaptığınızda yani vird yaptığınızda başınızın üzerine beyaz bir örtü örtüyorsunuz, kendinizi bütün dünyadan ayırıyorsunuz. Ayak bilekleriniz üst üste gelecek şekilde solda veya sağda yerleştiriyorsunuz; kan deveranına mâni olmadan aynı şekilde otururlar. Devamlı zikir yapmakla meşguldürler. Sıralar son derece muntazamdır. Her bir kader hücresiyle diğerinin arasında yaklaşık 3 metre veya 4 metre boşluk vardır. Ama hatlar son derece düzdür. Önden geriye doğru uzanan hatlar son derece düzdür. Sağdan sola doğru uzanan hatlar son derece düzdür.
Her sabah namazından sonra bu hücrelerdeki kişiler çıkarlar, dışarıda bir ay vücuda getirirler, bir hilal vücuda getirirler. En uzun sıra en üstteki sıradır. 2. sıra onun arkasındaki sıra, 1. Ayın; hilalin iki ucunu teşkil eden 1. kişilerden sonra başlar. 2. kişiden başlar, 2. sıra oluşur. 3. sıra 2 kişiyi boş bırakarak 3’üncüden başlar, 3. sıra oluşur ve böylece bir ay vücuda gelir. Türk bayrağındaki ay yıldıza çok benzeyen bir durum oluşur burada. Yıldız mevkiinde bulunan 3 kişi, zamanın imamı ve arkasındaki 2 kişidir. Bu 3 kişi, her sabah zikir hücrelerindekilere sohbet yaparlar. Sohbet tamamlanınca zamanın imamı ve arkasındaki 2 kişi tekrar dönerler. Ve ay gene en kıdemliden başlayarak yok olur. Her birisi zikir hücrelerinde ait olduğu yeri alır. Bir gün onlardan bir tanesinin zikri tamamlanır. İşte o zaman o kişi, zikir hücrelerinden ayrılır ve Sidretül Münteha’ya ulaşır. Sidretül Münteha’yı aşar, yokluğa ulaşır. Yoklukta Allah’ın Zat’ını görür. Allah’ın Zat’ına ulaşır. Allah’ın Zat’ına yaklaşır ve Allah’ın Zat’ında yok olur, ifna olur. Bu ifna olma müessesesinden evvel kişinin ruhu, iki defa daha ifna olmuştur;
1- Mürşidde ifna olmuştur.
2- Peygamber Efendimiz (S.A.V)’de ifna olmuştur. Her bir ifnadan sonra tekrar ayrılmıştır.
3- Allah’ın Zat’ında ifna olmak için Allah’a ulaşır. Normal şartlarda oradan bir daha ayrılmak söz konusu değildir.

Öyleyse bu olay; insan ruhunun Allah’ın Zat’ına ulaşması olayı bu aşamada tamamlanır. 21 basamaklık bir öyküdür bu. Bu konuşmamızda son 7 basamağı anlattık. 15, 16, 17, 18, 19, 20 ve 21. basamakları anlattık size.

Ne oldu? Nefs tezkiye oldu. Ne demek nefsin tezkiyesi? Ona bakalım; 7 defa %7’lik nur birikimi oldu. 7 kere 7= %49 eder. Bu kişi huşûda da yani 12. basamakta %2’lik nur almıştır. 49+2 %51’lik nur birikimi gerçekleşti bu kişinin nefsinin kalbinde. Yani başlangıçta bu kişinin kalbinde tamamen şeytanın karanlıkları hâkimken ve şeytan, karanlıkların %100’üne tesir etmek imkânına sahipken, şeytanın tesir sahası giderek azaldı, azaldı, azaldı; en sonunda %50’den aşağıya düştü. Böylece bu kişi başlangıçta şeytanın kulu iken Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’deki ifadesi aynen böyle, bütün insanlar başlangıçta şeytanın kuludur. Ama ne zaman nefsin afetleri %50’den daha aşağı düşerse şeytanın hâkimiyet alanı da %50’den daha aşağıya düşüyor. Ve kişi böylece şeytanın kulu olmaktan kurtuluyor; Allah’ın kulu olmak konusundaki ilk başarısını gerçekleştiriyor. Allah’a kul olmaya buradan başlıyor ve Allah’a verilmiş olan bir sözü burada gerçekleşiyor.

Bakalım ne diyordu Allahû Tealâ? Yâsîn Suresi 60, 61. âyetler:

36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).

Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.

36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).

Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.


“Ey âdemoğulları! Ben sizlerden ahd almadım mı şeytana kul olmayacaksınız diye? Çünkü şeytan, size apaçık bir düşmandır. Ve Ben sizden Bana kul olacaksınız diye ahd almadın mı? Bu da Sıratı Mustakîm’dir.”.

Öyleyse şeytana kul olmaktan kurtulduğumuz, Allah’a kul olmak konusunda ilk adımı attığımız yer burası. Şeytana kul olmaktan muhakkak ki kurtulmuşuz, Allah’a kul olmak istikametinde de ilk adımı atmışız. Bundan sonra her geçen gün biraz daha kul olmanız gerçekleşir. Ruhumuz ne oldu? Ruhumuz Allah’a ulaştı, Allah’ın Zat’ında ifna oldu. Neyin gereği olarak? Allah’ın bizden aldığı misakin gereği olarak.

13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).

Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).

Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

13/RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ razaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedraûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).

Onlar, sabırla Rab’lerinin Vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı ve Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.


“Onlar ki Allah’a verdikleri yeminleri, misakleri ve ahdleri gerçekleştirirler. Onlar özellikle misaklerini bozmazlar. Onlar, Allah’ın Allah’a ulaştırmasını istediği ruhlarını Allah’a ulaştırırlar. Kötü hesaptan ve cehennemden korkarlar. Rablerine karşı huşû duyarlar. Onlar sabırla Allah’ın Zat’ına ulaşmayı dileyenlerdir.
İşte Allahû Tealâ’nın Zat’ına ulaşmayı dileyenler, Allah’ın Zat’ına ulaşabiliyor. İfade son derece açık. Ruhumuzun Allah’a verdiği yemin; ruhumuzun ölmeden evvel Allah’a ulaşması. Yeminin Kur’ândaki adı misak. Ruhumuz gördük ki Allah’a ulaştı. Nefsimiz Allahû Tealâ’ya ne vermiş? Nefsimiz tezkiye olmak konusunda Allah’a yemin vermiş. İşte Muddessir Suresi 38, 39, 40. âyetler, Allahû Tealâ onları anlatıyor.

74/MUDDESSİR-38: Kullu nefsin bimâ kesebet rehînetun.

Bütün nefsler, iktisap ettikleri (kazandıkları) dereceler sebebiyle (karşılığı olarak) rehinedirler (bağlıdırlar).

74/MUDDESSİR-39: İllâ ashâbel yemîn(yemîni).

Yemin sahipleri (yeminlerini yerine getiren nefsler) hariç.

74/MUDDESSİR-40: Fî cennâtin, yetesâelûn(yetesâelûne).

Onlar cennetlerdedir. (Diğerlerine) sorarlar.


Bütün nefsler cehennemde rehinedirler. İktisap ettikleri; kazandıkları derecelerin karşılığı olarak ama yemin sahipleri, yeminlerini yerine getiren nefsler; onlar cennette olacaklardır, felâha ereceklerdir.” diyor Allahû Tealâ.

Kimler cennete ulaşır, felâha erer? Şems Suresinin 9. âyet-i kerimesi açıklıyor:

91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.

Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.


 “And olsun ki onlar, felâha ererler.” Kimler? Nefslerini tezkiye edenler.
Öyleyse felâha erme keyfiyeti, nefsin tezkiyesini ifade ediyor. Hepimiz Allahû Tealâ’ya ezelde nefsimizi tezkiye edeceğimize dair yemin vermişiz. Böylece yeminizin gerçekleşmesi olayı ile karşı karşıyayız. İşte ruhumuz Allah’a ulaştı; misakimiz gerçekleştirdi ki bu misak, üzerimize tam 9 defa farz. Nefsimiz tezkiye oldu, nefsimizin yemini gerçekleşti. Fizik vücudumuz Allah’a kul olmayı başardı. Kulluğa adım attı ve fizik vücudumuzun Allah’a verdiği ahd gerçekleşti. Sonuç ne olur? Nefsini tezkiye eden, ruhunu Allah’a ulaştıran, fizik vücudunu Allah’a kul eden kişinin gideceği yer cennettir. Burası, kişinin cennete kesin olarak lâyık olduğu yerdir.

İşte Fecr Suresinin 27, 28, 29, 30. âyetleri, Allahû Tealâ buyuruyor:

89/FECR-27: Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu.

Ey mutmain olan nefs!

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.

Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!

89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.

(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.

89/FECR-30: Vedhulî cennetî.

Ve cennetime gir.


“Ey mutmain olan nefs, Allah’tan razı ol ve Allah’ın rızasını kazan (Allah’a verdiğin yemini gerçekleştir). Ey ruh, sen de Allah’a geri dön. Geldiğin yer Allah’ın Zat’ıdır, Allah’a geri dön. Misakini gerçekleştir. Ey fizik vücut, sen de kullarımın arasına gir. Bana verdiğin ahdi gerçekleştir.”

Sonucu söylüyor Allahû Tealâ, sonuç: “Ve cennetime gir.”

Kim Allah’a verdiği yemini misaki ve ahdi gerçekleştirirse o kişinin mekânı cennettir.

Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinin 76 ve 77. âyet-i kerimelerinde bir defa daha aynı şeyi söylüyor, diyor ki:  

3/ÂLİ İMRÂN-76: Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbul muttekîn(muttekîne).

Hayır, (öyle değil)! Kim (Allah ile olan) ahdini yerine getirir ve takva sahibi olursa, o taktirde muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever.

3/ÂLİ İMRÂN-77: İnnellezîne yeşterûne bi ahdillâhi ve eymânihim semenen kalîlen ulâike lâ halaka lehum fîl âhırati ve lâ yukellimuhumullâhu ve lâ yenzuru ileyhim yevmel kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim ve lehum azâbun elîm(elîmun).

Muhakkak ki onlar; Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere satarlar. İşte onlar için ahirette bir nasip yoktur. Ve Allah onlar ile konuşmayacak ve kıyamet günü onlara nazar etmeyecek (bakmayacak). Ve onları temize çıkarmayacak ve onlar için elim azap vardır.


“Kim Allah’a verdiği yemini, misaki ve ahdi az bir bedel karşılığında satarsa onun ahirette bir nasibi yoktur. Onun gideceği yer cehennemdir (Yani kim yeminini, misakini ve ahdini gerçekleştirmezlerse onun gideceği yer cehennemdir). Ama kim de Allah’a verdiği yemini, misaki ve ahdini gerçekleştirirse onlar, takva sahibi olurlar.” diyor Allahû Tealâ.

Takva sahiplerinin ise Âli İmrân Suresinin 15. ve 198. âyetlerine göre gideceği yer cennettir.

3/ÂLİ İMRÂN-15: Kul e unebbiukum bi hayrın min zâlikum, lillezînettekav inde rabbihim cennâtun tecrî min tahtıhel enhâru hâlidîne fîhâ ve ezvâcun mutahharatun ve rıdvânun minallâh(minallâhi), vallâhu basîrun bil ıbâd(ıbâdi).

De ki: "Size bundan daha hayırlısını haber vereyim mi? Takva sahibi olanlar için, Rabb'lerinin katında, içinde devamlı kalacakları, altından nehirler akan cennetler, temiz eşler ve Allah'ın rızası vardır." Allah kullarını en iyi görendir.


3/ÂLİ İMRÂN-198: Lâkinillezînettekav rabbehum lehum cennâtun tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ nuzulen min indillâh(indillâhi), ve mâ indallâhi hayrun lil ebrâr(ebrâri).

Fakat Rab'lerine karşı takva sahibi olanlar...Onlar için altlarından nehirler akan, içinde ebediyen kalacakları cennetler, Allah tarafından ziyafet sofraları vardır.Ve Allah’ın katında olan şeyler, ebrar kullar için daha hayırlıdır.


Aynı zamanda Kaf Suresinin 31, 32. âyetleri gene takva sahiplerinin gideceği yerin mutlaka cennet olduğunu söylüyor.

50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayra baîdin.

Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.

50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).

İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.


Öyleyse kimler takva sahipleri? Yeminlerini, misaklerini, ahdlerini yerine getirenler. Gerçekten böyle mi? Necm-32’ye bakıyoruz:

53/NECM-32: Ellezîne yectenibûne kebâirel ismi vel fevâhışe illâl lemem(lememe), inne rabbeke vâsiul magfireh(magfireti), huve a'lemu bikum iz enşeekum minel ardı ve iz entum e cinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a'lemu bi menittekâ.

Onlar ki, küçük günahlar hariç, büyük günahlardan ve fuhuştan içtinap ederler (sakınırlar). Muhakkak ki Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir. O, sizi topraktan yaratmıştı. Ve siz, annelerinizin karnında cenin idiniz. Öyleyse nefslerinizi temize çıkarmayın (nefslerinizi tezkiye ettiğinizi iddia etmeyin). O (Allah), kimin takva sahibi olduğunu daha iyi bilendir.


“Boşuna nefsinizi tezkiye ettiğinizi iddia etmeyin. Çünkü Allah takva sahiplerini bilir.” diyor. Anlıyoruz ki takva sahipleri nefslerini tezkiye edenler.

Rûm-31’de Allahû Tealâ diyor ki: “munîbîne ileyhi vettekûhu: O’na dön; ruhunu Allah’a ulaştır ve takva sahibi ol.”
İşte ruhumuzun Allah’a verdiği yemini kim gerçekleştirirse o, takva sahibidir. Demin gördük ki nefsinin tezkiyesini kim gerçekleştirse o, takva sahibidir. Bir de fizik vücudunu şeytana kul etmekten kurtarıp Allah’a kul edenler, onlar da takva sahibidir. İşte Bakara Suresi 21. âyet-i kerime:

2/BAKARA-21: Yâ eyyuhen nâsu’budû rabbekumullezî halakakum vellezîne min kablikum leallekum tettekûn(tettekûne).

Ey insanlar! Rabbinize kul olun ki O, sizi ve sizden öncekileri yarattı. Umulur ki böylece siz, takva sahibi olursunuz.


“Ey insanlar! Sizi yaratan Allah’a teslim olun. Allah’a kul olun ve böylece takva sahibi olun.”
Ne gördük? 21. basamakta kişi, nefsini tezkiye etmiş. 21. basamakta kişi, ruhunu Allah’a ulaştırmış. 21. basamakta kişi, fizik vücudunu şeytana kul olmaktan kurtarmış kesinlikle ve Allah’a kul olmak konusunda ilk adımı atmış. Ve böylece bu kişi Allah’ın yolunda kurtuluşa imzasını atmış. Gördük ki hem Fecr Suresinin 27, 28, 29, 30. âyetleri hem Âli İmrân Suresinin 76 ve 77. âyetleri ve hem de söylediğimiz âyetler sebebiyle takva sahibi olmaları dolasıyla insanların kurtuluşunu Allahû Tealâ, diğer söylediğimiz âyetlerde de gerçekleşiyor. Hepsi yeminlerin, misaklerin ve ahdlerin gerçekleştirilmesine bağlı. Nefsimiz, tezkiye edilmesi konusunda 3 defa farz hükümle donatılmış. Allahû Tealâ ruhumuzun da biz ölmeden Allah’a ulaşmasını 9 defa farz kılmış. Fizik vücudumuzun şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olmasını ise 3 defa farz kılınmış. Böylece insanoğlu Allah’a verdiği yeminini, misakini, ahdini gerçekleştiriyor. Ruh Allah’ın Zat’ına ulaşıp Allah’ın Zat’ı ruha meab oluyor, sığınak oluyor. İşte Allahû Tealâ buyuruyor ki Âli İmrân-14’de:

3/ÂLİ İMRÂN-14: Zuyyine lin nâsi hubbuş şehevâti minen nisâi vel benîne vel kanâtîril mukantarati minez zehebi vel fıddati vel haylil musevvemeti vel en’âmi vel hars(harsi), zâlike metâul hayâtid dunyâ, vallâhu indehu HUSNUL MEÂB(meâbi).

İnsanlara, "kadınlara, oğullara, kantar kantar biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, hayvanlara ve ekinlere olan sevgiden oluşan" şehvetleri (aşırı düşkünlükleri) güzel gösterildi. Bunlar, dünya hayatının menfaatleridir. Ve Allah, O'nun katındaki en güzel sığınaktır.


vallâhu indehu HUSNUL MEÂB: Allah’ın katındaki en güzel sığınak Allah’ın Zat’ıdır.

Öyleyse 3 yemin burada gerçekleşiyor. Cennet saadeti burada kesin olarak elde ediliyor; 3 ayrı cepheden de anlattığımız gibi.    
 
Hepinizin cennet saadetine ve onun ötesinde dünya saadetine de ulaşmanızı Yüce Rabbimizden dileyerek Vel Asr Suresinin 3. bölümünü 3. yedi basamağını inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.     

Allah razı olsun.
    
İmam İskender Ali  M İ H R