SOHBETİN ADI: RUHUN ALLAH'A TESLİMİ
TARİHİ: 02.01.1998
Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.
Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bizleri bir defa daha Allah'ın zikir sohbetini yapmak üzere bir araya getirdi.
İslâm olmak; üç vücudumuzu da Allah'a teslim etmek demektir. Biliyorsunuz ki Allahû Tealâ, üç tane vücudumuzdan bahsediyor. Bir nefsimiz var, bir fizik vücudumuz var, bir de ruhumuz var. Bunlardan ilk Allah'a teslim olacak olan ruhumuzdur; 21 basamakta gerçekleşen bir olgu. Sonra fizik vücudumuzu, sonra nefsimizi Allah'a teslim ederiz. İşte teslim olmak dediğimiz zaman; karşılıksız bir vazgeçme durumu. Nefsimizin, ruhumuzun ve fizik vücudumuzun Allah'a tesliminde karşılıksız bir vazgeçme durumu. Onlar üzerindeki bütün, Allahû Tealâ'nın bize verdiği haklarımızdan vazgeçerek onları Allah'a teslim etmemiz; işte teslim olmak bu demektir.
Ruhumuzun Allah'a teslimi için daha evvel 2 safhanın var olduğunu gördük. 1. safhada âmenû oluyoruz. Allah'a ruhumuzu ölmeden evvel ulaştırıp Allah'a teslim olmayı; Allah'a ruhumuzu teslim etmeyi diliyoruz. İç dünyamızda böyle bir talep var. Neyi dilemiş oluyoruz? İslâm olmayı dilemiş oluyoruz. Neyi dilemiş oluyoruz? İslâm olmanın 1. safhasını gerçekleştirmeyi dilemiş oluyoruz. Dikkat edin ki İslâm olmakla Allah'a kul olmak arasında çok büyük bir ilişki var.
1. kulluk: Ruhumuzun Allah'a tesliminde,
2. kulluk: Fizik vücudumuzun Allah'a tesliminde,
3. kulluk: Nefsimizin Allah'a tesliminde kendini gösterir.
1. takva: Ruhumuzun Allah'a tesliminde,
2. takva: Fizik vücudumuzun Allah'a tesliminde,
3. takva: Nefsimizin Allah'a tesliminde tahakkuk eder.
Öyleyse bunların açıldığı kapılar olan mutluluklardan ruhumuzu Allah'a ulaştırmamız cennet mutluluğunu; son teslim olan nefsimizi Allah'a teslim etmemizse cennet mutluluğuyla beraber, dünya mutluluğunu yaşamamızı temin eder. Öyleyse bir insanın fevz-ül azîm’in yani en büyük mükâfatın; ecrul azîm’in yani en büyük ücretin ve hazz’ul azîm’in yani sonsuz hazzın sahibi olabilmesi; en büyük azîm olan bu 3 tane mükâfatın sahibi olabilmesi gerçek İslâm olmasıyla; üç vücudunu birden Allah'a teslim etmesiyle mümkündür.
Ruhumuzun Allah'a teslim edilmesi; onun seyr-i sülûk adlı bir yolculuğu gerçekleştirerek Allah'a teslim olmasıyla noktalanır. İşte böyle bir husus için nefsimiz tezkiye olacaktır, ruhumuzsa Allahû Tealâ'nın Zat'ına ulaşacaktır. Ulaştığı zaman söz konusu olan şey, bizim bu teslimi gerçekleştirmemizdir.
Öyleyse nefsimizle ruhumuz arasındaki ilişkiye baktığımız zaman; nefsimizin afetlerle dolu olduğunu görüyoruz, ruhumuzunsa sadece hasletlerle dolu olduğunu görüyoruz. Nefsimizdeki bütün afetlerin hasletlere dönüşmesi asıldır. Bunun için Allahû Tealâ, Tîn Suresinin 4. âyet-i kerimesinde; “Biz, nefsi bir ahsen-i takvim içinde yarattık.” buyuruyor. Belli bir zaman parçasında ahsene dönebilecek olan bir özellikle yarattığını söylüyor.
95/TÎN-4: Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin).
Andolsun ki Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak en güzele ulaşabilecek özellikte) yarattık.
İşte bütün bu dizaynın tahakkuk etmesi o standartlarda bir olguyu ifade ediyor. Ruhumuzun bizden ayrılarak Allah'a doğru bir yolculuk yapması lâzım. Şartları araştırdığımız zaman; burada mutlaka mürşide ulaşmanın farz olduğunu görüyoruz. Hiç kimse mürşidine ulaşamadan nefsini tezkiye edemez. Nefsini tezkiye edemezse ruhunu Allah'a ulaştıramaz. Ulaştıramazsa İslâm'ın 1. safhasını hiçbir zaman gerçekleştiremez. Nerede kaldı ki 2. safhasını ve 3. safhalarını gerçekleştirecek de gerçekten İslâm olacak.
Öyleyse ruhumuzun Allah'a ulaşması her şeyden evvel şartlara bağlıdır. Bu şartlar nefsimizin kalbinde birtakım değişiklikler olmasını ifade eder. Mutlaka bu değişiklikler olmalıdır. Nefsimizin kalbindeki ekinnet alınmalı; nefsimizin kalbine ekinnetin yerine ihbat konulmalıdır. Nefsimizin kalbine Allah'ın bir kompüter sistemi ulaştırması söz konusu. Bununla nefsimizin kalbindeki Allah'a açılması lâzım gelen kapıyı, Allah'a dönük olması lâzım gelen kapıyı Allah'ın yukarıya; Allah'a döndürmesi söz konusu olur. Göğsümüzden kalbimize Allah'ın bir yol açması gerekir; kalbimizin 5. şartı. Allah'ın kalbimizin mührünü açması gerekir; 6. şartı. Ve kalbimizin içine îmânı yazması gerekir; 7. şartı. Kalbimizde tam 7 tane işlem yapması lâzım Allah'ın. Neye başlamamız için? Nefs tezkiyesine. Neye başlamamız için? Ruhumuzun Allah'a ulaşmasına. İşte bu 7 tane şart tamamsa nefs tezkiyesine başlayabiliriz.
Öyleyse ruhumuzun Allah'a ulaşması konusundaki birinci İslâmî şartı, İslâm olmanın ilk şartını gerçekleştirebilmemiz için kalbimizde 7 tane şart oluşması lâzım. Bunlardan 6’ncısı ve 7’ncisi hiç kimsede mürşide ulaşmadan gerçekleşmez. Öyleyse mürşid farz mıdır? Mademki mürşidine ulaşamayan bir kişinin kalbinin içine Allah îmânı yazmıyor; mademki mürşidine ulaşamayan bir kişinin Allahû Tealâ kalbindeki mührü açmıyor; o zaman mürşide ulaşamazsak bu işlemler gerçekleşemeyeceğine gore, hiçbir zaman nefs tezkiyesi yapamayacağız demektir. Çünkü nefs tezkiyesi yapamazsak ruhumuzu Allah'a ulaştırmamız mümkün değil.
Nefs tezkiyesi nedir? Nefsimizin kalbinde %7'lik nispetlerle Allah'ın nurlarını biriktirmeye başlamamız, nefs tezkiyesine başladığımızı gösterir. Bunları biriktirme oranımız %50'yi geçtiği zaman nefsimizi tezkiye ettik demektir. Bu bizi cennet saadetine ulaştırır. Nefsimizin tezkiye edildiği yere dikkatle bakın; ruhumuzu da Allah'a ulaştırdık demektir.
İşte Fâtır Suresinin 18. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor:
35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).
“ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru): Kim nefsini tezkiye ederse kendisi için tezkiye eder. Ve ruhu Allah'a ulaşır.”
Öyleyse nefsimizin tezkiye olması mutlak mürşidimize ulaşmamızı gerektirir. Yetmez, ruhumuzun Allah'a ulaşması da mutlaka mürşide ulaşmamızı gerektirir. Çünkü mürşidimize ulaşamazsak başımızın üzerine mürşidimizin ruhu ulaşamaz. Ruhumuzu mürşidin ruhu başımızın üzerine ulaşmadıkça; bizim ruhumuz vücudumuzdan ayrılıp da (onun çağrısı üzerine vücudumuzdan ayrılıp da) Allah'a doğru yola çıkamaz. Öyleyse olayın başlangıcına baktığımız zaman; hangi olayın? Ruhumuzun Allah'a teslim olma olayının başlangıç noktasına baktığımız zaman, bunun bir yola çıkmayı ifade ettiğini görüyoruz. Bu ancak mürşidin ruhunun başımızın üzerine gelip bizim ruhumuza, “Senin Allah'a ulaşma günün geldi.” demesiyle başlar.
İşte Mu'min Suresinin 15. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor:
40/MU'MİN-15: Rafîud deracâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzira yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmak istediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
“Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah; kullarından lâyık olanların başlarının üzerine, emrinden bir ruh ulaştırır. O kişiye: 'Senin Allah'a ulaşma günün (yevm’et telâk'ın) geldi.' konusunda ona ihtar etmek için.”
Bunun üzerine bizim ruhumuz vücudumuzdan ayrılıp mürşidimizin dergâhına ulaşması söz konusu. Zemin katta bir süre eğitim görecektir ruhumuz. Bu eğitim boyunca nefsimizin muhtevasındaki Allah'ın nurları sıfırken, %7'ye kadar ulaşır. %7'ye ulaştığı zaman; ruhumuz 1. kata kadar yükselme yetkisini alır. İşte bu noktadan itibaren nefsimizin kalbinde %7 nur, îmân kelimesinin etrafında birikmiştir. Ruhumuz zemin kattan 1. gök katına kadar yükselmiştir.
Sonra bir daha %7 nur; Nefs-i Levvame. Ruhumuz 2. gök katına ulaşır.
Nefs-i Emmare nedir? Yûsuf Suresinin 53. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor:
12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).
“Hz. Yusuf şöyle söyledi,” diyor, “Bana,” diyor, “Ya Rabbi! Ben nefsimi beraat ettiremem (temize çıkartamam). Çünkü nefsim bana şerri emrediyor.”
Nefs-i Emmare; şerri emreden nefs kademesi. %7 nuru biriktirdiğimiz zaman bu kademeyi aşıyoruz. Vücudumuzdan ayrılıp da zemin kattaki dergâhta eğitime giren ruhumuz, orada bir süre kalıp nefsimizin tezkiye olması kadar geçen devreyi beklemektedir. Nefsimiz tezkiye olunca, ruhumuz zemin kattan 1. kata kadar çıkma yetkisini kazanır.
Ve devam ederiz zikrimizi artırmaya. Nefsimizin kalbinde toplanan nurlar %7 daha arttığı zaman, Nefs-i Levvame'ye ulaşırız. Nefsini kınayan bir insan oluruz. Biliriz ki aslında biz nefsimizi kınamaktayız. Çünkü biz kötülük yapmak istemiyoruz, başkalarına kötü davranmak istemiyoruz, Allah'ın bütün emirlerini yerine getirmek istiyoruz, yasak ettiği fiilleri işlememek istiyoruz; ama nefsimiz bunları işletiyor bize, Allah'ın emirlerine bizi karşı getiriyor ve yanlış davranışlara sürüklüyor. Bu sebeple Nefs-i Levvame'de kişi nefsini kötüler. Ruhu ne olur? Nefs-i Levvame'yi tamamlayıp da %7 daha nur birikimini sağladığı zaman ruhu 2. gök katına ulaşır.
Sonra Nefs-i Mülhime gelir. Kişi Allah'tan ilham almaya başlamıştır.
Nefs-i Levvame, Kıyâme Suresinin 2. âyet-i kerimesinde anlatılıyor.
75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeti.
Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.
“O levvame nefse kasem ederim.” diyor Allahû Tealâ.
Nefs-i Mülhime, Şems Suresinin 8. âyet-i kerimesinde anlatılıyor.
91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.
“fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ: O nefse Allah'ın takvası da şeytanın fücuru da ilham edilir.” diyor Allahû Tealâ.
Ve Allah'ın takvasının ilham edilmeye başlandığı 3. kademe. Burada bütün insanlar için söz konusu olan şey; bu 3. kademeye ulaşmak ve Allah'tan ilham almaya başlamak. Ruh, 3. gök katına kadar yükseliyor.
Görülüyor ki ruhun seyr-i sülûk isimli yolculuğu nefsin tezkiyesiyle kesin olarak, %100 üzerinden alâkalıdır. Ruhun Allah'a ulaşmasıysa Allah'a teslim olması demektir. Bu ise kişinin İslâm olması yolunda 1. safhayı tamamlaması anlamına gelir. İşte ruhumuzun Allah'a doğru yaptığı bu seyahatte 1. safhayı tamamlayabilmesi için, nefsin 7 kademesinde Allah'ın nurlarının o nefsin kalbinde toplanması lâzım.
Nefs-i Mülhime'den sonra Nefs-i Mutmainne geliyor. Allahû Tealâ, Fecr Suresinin 27, 28, 29, 30. âyet-i kerimelerinde diyor ki:
89/FECR-27: Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu.
Ey mutmain olan nefs!
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.
“yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu, irciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten, fedhulî fî ibâdî, vedhulî cennetî.”
“Ey mutmain olan nefs! Allah'tan razı ol ve Allah'ın rızasını kazan.” Yani: “Tezkiye ol.”
“Ey nefs!” diyor Allahû Tealâ, “Bana ezelde verdiğin yemini yerine getir!”
Sonra ruhumuza hitap ediyor Allahû Tealâ: “irciî ilâ rabbiki: Rabbine geri dön.” diyor, “Geri dönerek, Rabbine ulaş.” diyor Allahû Tealâ. Yani: “Allah'a verdiğin misaki gerçekleştir.” diyor.
İşte konumuz: Ruhumuzun misaki. Yani ruhumuzun biz ölmeden evvel vücudumuzdan ayrılıp Allah'a doğru Sıratı Mustakîm üzerinden seyr-i sülûk isimli bir yolculuğu tamamlaması. Ne zaman nefs mutmain olursa bundan sonra Allah'tan razı olacaktır, Allah'ın rızasını kazanacaktır ve tezkiye olacaktır. 5., 6., ve 7. kademelere, 7. gök katlarına ruhumuz böylece ulaşacaktır.
İşte 4. kata ulaşması ruhumuzun; nefsimizin Nefs-i Mutmainne'yi tamamlamasıyla mümkün. Peki, Nefs-i Mutmainne'ye ulaştıktan sonra ne olur? Biz Allah'tan razı oluruz. Sonra ne olur? Allah da bizden razı olur. İşte Nefs-i Mutmainne, Fecr Suresinin 27. âyet-i kerimesinde anlatılıyor. Nefs-i Radiye, 28. âyet-i kerimesinde anlatılıyor. Nefs-i Mardiyye, o da 28. âyet-i kerimesinde anlatılıyor.
“râdıyeten mardıyyeten.” diyor Allahû Tealâ.
“Allah'tan razı ol.” %7 daha nur birikimi., “Allah'ın rızasını kazan.” %7 daha nur birikimi. 4. basamağa mutmain olma noktasına ulaşan ruhumuz; 5. basamağa Allah'tan razı olduğumuz zaman, 6. basamağa Allah da bizden razı olduğu zaman ulaşır.
Böylece Allah ile olan ilişkilerimizde ruhumuzun 6. gök katına çıkması söz konusu olmuştur. Buradan 7 tane âlem geçecektir ve sonunda mutlaka Allah'ın Zat'ına ulaşacaktır; 7. âlemde Sidretül Münteha'yı aşıp yokluğa ulaştıktan sonra. Yokluk nedir? Allahû Tealâ kâinatı yaratmadan evvel hiçbir şey yoktu. İşte bunun adı yokluktur. Kâinatı yarattıktan sonra da yarattığı kadar kâinat yoklukta yer kaplar; varlıklar âlemini ifade eder. Onun ötesi gene yokluktur. Allahû Tealâ, kâinatı yaratmadan evvel yokluktaydı. Yarattıktan sonra gene yoklukta. Çünkü Allah'ın bir mekâna ihtiyacı yoktur.
İşte ruhumuzun Allah'tan razı olup Allah'ın rızasını kazandıktan sonra, 7. gök katının 7. âlemine ulaşması lâzım. Bu âlemin adına Sidretül Münteha diyoruz. Ne zaman Sidretül Münteha'yı geçerse yokluğa ulaşır. Yokluktan Allah'ın Zat'ına doğru bir yolculuk söz konusudur insan ruhu için. Ve ulaşınca Rabbine, Allah'ın Zat'ında ifnâ olur (yok olur). İşte ruhumuzu biz burada, kendi irademizle Allah'a gönderdik ve Allah'a teslim ettik; İslâm'ın 1. safhasını gerçekleştirdik demektir. Öyleyse ruhumuzun Allah'a teslimi, İslâm olmanın 1. safhasının gerçekleşmesiyse bunu yapmayanlar hiçbir zaman İslâm olamayacaklardır.
Öyleyse Kur'ân'daki İslâm, hiç de insanların zannettiği İslâm değildir. İslâm'ı Allahû Tealâ'nın standardı içinde değerlendirin. İslâm odur ki bütün insanlar için ruhun, fizik vücudun ve nefsin Allah'a teslim edilmesini içerir.
Bu konuşmamızda ruhun Allah'a ulaşmasının, İslâm'ın 1. safhasının gerçekleşmesi olduğunu anlatıyoruz. Eğer bir insanın ruhu, mürşidine o kişi ulaşamazsa vücudundan asla ayrılmaz. Ayrılmazsa Allah'a doğru yola çıkamaz. Yola çıkamazsa hiçbir zaman Allah'a varması da mümkün değildir. Bir kişinin kalbinde 7 tane işlem tamamlanmazsa o kişinin nefsini tezkiye etmesi mümkün değildir. Nefsini tezkiye etmezse ruhunu Allah'a ulaştırması da mümkün değildir. Çünkü nefsin her tezkiye kademesinde insan ruhu sadece göklerde bir kat yükselebilir. Böylece bir insanın ruhunun 5. kata ulaşması, onun Allah'tan razı olmasına bağlıdır. 6. kata ulaşması, Allah'ın da ondan razı olmasına bağlıdır. 7. kata ulaşmasıysa nefsinin kalbindeki nurların %50'nin ötesine geçmesi gerekir. Ne zaman böyle bir olay gerçekleşirse işte o zaman o kişi, Allahû Tealâ'ya ruhunu ulaştırmış ve ruhunu Allah'a teslim etmiş olur. Burası o kişinin ruhunu Allah'a teslim eylediği, teslim ettiği safhadır. Bu nokta teslimin gerçekleştiği noktadır.
Ruh, Allahû Tealâ tarafından ahsen olarak yaratılmıştır yani insan ruhu ahsendir. Allah'ın bütün emirlerini mutlaka yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili asla işlemeyen bir özelliktedir. Kur'ân-ı Kerim'in hiçbir noktasında ruhun tezkiyesine dair (temizlenmesine dair), tasfiyesine dair (mutlak temizlenmesine dair) hiçbir işaret bulamazsınız böyle bir şey mümkün olmadığı için. Çünkü Allahû Tealâ ruhu programladığı an, ruh Allah'ın bütün emirlerini mutlak yerine getirmek isteyen, yasak ettiği hiçbir fiili asla işlemek istemeyen bir özelliktedir. Böyle olduğu için, ruhumuzun Allah'a teslimi ruhumuzun Allah'a ulaşmasıyla mümkündür. Ruhumuz Allah'a ulaşmadıkça Allah'a teslim olamaz. Göreceğiz ki fizik vücudumuzun Allah'a teslimiyle nefsimizin Allah'a teslimi aynı şey değildir. Onlar, Allah'ın Zat'ında gidip yok olmazlar. Allah'la birleşmeleri, Allah'ın Zat'ına ulaşmaları, Allah'ın Zat'ında ifnâ olmaları hiçbir zaman söz konusu değildir ne nefsimizin ne de fizik vücudumuzun. Allah'tan gelen ve tekrar Allah'a geri dönmek mecburiyetinde olan ruhumuzdur. Ruhumuzun Allah'a yaptığı o seyr-i sülûk denilen yolculuktur ki; ruhumuzu Allah'a ulaştırmamıza ve Allah'a teslim etmemize sebebiyet verir. İşte bu, ruhumuzun Allah'a teslimidir. Ruhun Allah'a teslimi; İslâm olmanın 1. safhasının gerçekleştirilmesidir.
Öyleyse İslâm'ı yaşadıklarını düşünenlerden İslâm'ın 5 tane şartını gerçekleştirenlere burada soruyoruz: Bu 5 tane şartla hiç mümkün olabilir mi? Ruhunuzu Allah'a ulaştırmanız ve İslâm'ın birincil şartını, ilk safhasındaki farzını yerine getirmeniz mümkün olabilir mi? Şunu kesin olarak bileceksiniz ki; aranızdan hiç kimse sizin gibi düşünüp sizin gibi hareket eden, İslâm'ın 5 tane şartını cennete gitmek için, İslâm olmak için yeterli zanneden hiç kimsenin kurtuluşu mümkün değildir. Çünkü Allahû Tealâ açıkça söylüyor. “Eğer bir insan,” diyor, Âli İmrân Suresinin 76 ve 77. âyet-i kerimelerinde, “Eğer bir insan Allah'a verdiği yemini, misaki ve ahdi gerçekleştirmezse onun ahirette bir nasibi yoktur.” diyor. “O kişinin cennete girmesi mümkün değildir.” diyor.
3/ÂLİ İMRÂN-76: Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbul muttekîn(muttekîne).
Hayır, (öyle değil)! Kim (Allah ile olan) ahdini yerine getirir ve takva sahibi olursa, o taktirde muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever.
3/ÂLİ İMRÂN-77: İnnellezîne yeşterûne bi ahdillâhi ve eymânihim semenen kalîlen ulâike lâ halaka lehum fîl âhırati ve lâ yukellimuhumullâhu ve lâ yenzuru ileyhim yevmel kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim ve lehum azâbun elîm(elîmun).
Muhakkak ki onlar; Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere satarlar. İşte onlar için ahirette bir nasip yoktur. Ve Allah onlar ile konuşmayacak ve kıyamet günü onlara nazar etmeyecek (bakmayacak). Ve onları temize çıkarmayacak ve onlar için elim azap vardır.
Öyleyse ruhumuzun Allah'a ulaşıp Allah'a teslim olması bir yeminin gereğidir. Yemine dikkatle bakalım, ne diyor Allahû Tealâ?
Ra'd-20, 21, 22:
13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.
13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
13/RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ razaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedraûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab’lerinin Vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı ve Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.
ellezîne yûfûne bi ahdillâhi: Onlar, Allah ile olan ahdlerini ifa ederler (yerine getirirler).
ve lâ yenkudûnel misâk(misâka): Ve misaklerini naksetmezler (bozmazlar).
Ne yaparlar?
vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale: Ve onlar, Allah'ın Allah'a ulaştırmalarını emrettiği ruhlarını (ölmeden evvel ulaştırmalarını emrettiği ruhlarını) Allah'a ulaştırırlar.
ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi): Kötü hesaptan korkarlar.
ve yahşevne rabbehum: Rabb'lerine karşı huşû duyarlar.
vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim: Onlar, sabırla Allah'ın Zat'ını (Allah'ın Zat'ına ulaşmayı, Allah'ın Zat'ını görmeyi) dileyenlerdir.”
Öyleyse Allah'a verdiğimiz bir misak var; ezelde Allah'a misak vermişiz. Bu misakin gereği olarak da Allahû Tealâ bize, ruhumuzu Allahû Tealâ'ya ölmeden evvel teslim etmeyi farz kılmış; tam 9 defa.
Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde diyor ki:
5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki Allah göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.
“'İşittik ve itaat ettik, dediniz. Biz de sizin üzerinize Bize verdiğiniz yeminleri farz kıldık.”
Allahû Tealâ buyurmuş ki: “Ey insanlar! Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Demişiz ki: “Evet.” Allahû Tealâ buyurmuş ki: “Mademki Rabbinizim, öyleyse ey nefsler! Sizlerden Bana yemin vermenizi istiyorum; tezkiye olacağınıza dair. Ey ruhlar! Sizlerden Bana geriye dönmenizi istiyorum; fizik vücudunuz ölmeden evvel. Ey Fizik vücutlar! Sizlerden şeytana kul olmaktan kurtulup Bana kul olmanızı istiyorum.”
“Sözlerimi işittiniz mi?” diye soruyor Allahû Tealâ. Cevap veriyoruz: “semi'nâ: İşittik.” Allahû Tealâ diyor: “Öyleyse itaat edin.”
Yemin veriyor nefslerimiz. Ruhlarımız, biz ölmeden evvel Allah'a geri döneceklerine dair misak veriyor ve fizik vücutlarımız ahd veriyor Allahû Tealâ'ya, şeytana kul olmaktan kurtulup Allah'a kul olacaklarına dair. Ve Allahû Tealâ soruyor: “İtaat ettiniz mi?” Cevap veriyoruz: “ata’nâ: İtaat ettik.” Ve Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Hepinizin üzerine Bana verdiğiniz yemini, misaki ve ahdi farz kıldım.”
En'âm Suresi 152. âyet-i kerime:
6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrabû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddehu, ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.
“ve bi ahdillâhi evfû: Allah'a verdiğiniz yemini, misaki ve ahdi gerçekleştirin (yerine getirin).”
İkinci farz; 3 yeminimiz birden.
Devam ediyor Allahû Tealâ, Zumer Suresi 54. âyet-i kerimede ruhumuzu Allah'a ulaştırmamız farz kılınıyor.
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
“ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu: Üzerinize kabir azabı gelmeden önce Allah'a dönün ve ruhunuzu Allah'a ulaştırın. Ve O'na teslim olun.”
2. âyet-i kerime, Rûm-31.
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
“munîbîne ileyhi vettekûhu: Allah'a ruhunu ulaştır ve takva sahibi ol.” (2. farz.)
3. farz, Fecr-28.
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!
“irciî ilâ rabbiki: Rabbine rücû et (Allah'a geri dön) (sağ iken yapacaksın bu işi).” diyor Allahû Tealâ. (3. farz.)
Zâriyât-50; 4. farz.
51/ZÂRİYÂT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
Öyleyse Allah’a firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin için O’ndan (Allah tarafından gönderilmiş) apaçık bir nezirim.
“fe firrû ilâllâh(ilâllâhi): Öyleyse Allah'a kaç (Allah'a sığın).”
5. farz, Lokmân-15.
31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.
“vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye): Kim Bize ulaşmışsa (Sıratı Mustakîm üzerinden) sen de onun yolundan (aynı yol üzerinden) Bize ulaş.”
6. farz, Yûnus-25.
10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.
“vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin): Allah, teslim yurduna (selâm yurduna) davet eder. Kimi ulaştırmayı dilerse onu Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.”
7. farz, Muzzemmil-8.
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
“vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen): Allah'ın İsmi’yle zikret ve her şeyden kesilerek Allah'a dön.”
Ne görüyoruz? Allahû Tealâ, ruhumuzun Allah'a ulaşmasını (ölmeden evvel ulaşmasını), 2 defa üç yeminimizi birden üzerimize farz kılarak; 7 defa da sadece ruhumuzun Allah'a ulaşmasını farz kılarak üzerimize tam 9 defa farz kılmış. Niçin farz kılmış? Bizi İslâm etmek için; İslâm'ın, İslâm oluşun 1. safhasını mutlaka yerine getirmemiz için. Bu yerine gelmezse 2. ve 3. teslimlerin yapılması hiçbir zaman mümkün değil. Hiçbir zaman İslâm olmanın 2. ve 3. safhalarına ulaşamayız. İşte bu 1. safhasını gerçekleştirmek için Allahû Tealâ, üzerimize bunları farz kılmış. Ve bizim bu hedefe ulaşmamızı üzerimize farz kılarak mutlaka cennete ulaşmamızı istemiş. Çünkü kim ruhunu Allah'a ulaştırırsa o kişi Allah'ın cennetine ehil olur. Nefsini tezkiye ederse gene ehil olur. Fizik vücudunu Allah'a kul ederse gene ehil olur. Üçü de aynı anda gerçekleşir. Bunların arasında önemli olan; İslâm'ın 1. safhasını gerçekleştiren, ruhumuzun seyr-i sülûk adlı bir yolculuğu gerçekleştirerek Allah'a vâsıl olmasıdır. İşte ruhumuz, böylece ilk teslimimiz olan teslimi gerçekleştirir. İslâm olmanın 1. adımını; 3 adımdan 1. adımını atmış oluruz. Ruhumuzu Allah'a teslim ederek İslâm olmanın 1. safhasını gerçekleştiririz.
Öyleyse hiç kimse İslâm'ın 5 tane şartını yaşıyor diye ruhunu Allah'a ulaştıramaz. Böyle bir şey, anlattığımız standartlar içinde görüyorsunuz ki hiçbir şekilde mümkün değildir. O zaman böyle bir şeyi yerine getirmeyi dilemiyorsanız, İslâm olmayı da dilemiyorsunuz demektir. Ve öyleyse İslâm'ı yaşıyorum diye boşuna Kur'ân-ı Kerim'e uymayan şeyler söylemeyin. Başkalarından öğrendiğiniz şeyler sizi kurtarmaz. Kur'ân-ı Kerim'e uygun standartlarda ruhumuzu Allah'a teslim etmeliyiz. Ve böylece İslâm olmanın 1. safhasını gerçekleştirmeniz, üzerinize Allahû Tealâ tarafından tam 9 defa farz kılınmıştır. Ve siz bir kalemde, başkalarının kitaplarında yazdığı sözlere uyarak bunların hepsini elinizin tersiyle itiyorsunuz ve kendinize yazık ediyorsunuz. Bunları uygulamayan bütün İslâm ülkelerine sesleniyorum! İnsanları bu hedeflere yönelterek Allah'ın asıl hedeflerinden uzaklaştırdığınız için, bütün dîn âlimleri sizlere sesleniyorum! Hepiniz öğrendiklerinizi yeniden gözden geçirmek mecburiyetindesiniz, Kur'ân-ı Kerim'in ışığı altında. Ancak o zaman doğru söylediğimizi ve hepinizin ne yapması gerektiğini kesin olarak öğreneceksiniz. Ondan sonra da inşaallah büyük kitlelere o bilgilerinizi öğreteceksiniz. Ve onlar da doğrunun ne olduğunu sizin ağzınızdan da işiterek hedeflerine inşaallah yürüyecekler.
Hepinizin cennet saadetinin ve dünya saadetinin sahibi olmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.
Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R