SOHBETİN ADI: BİRİNCİ YEDİ BASAMAK
TARİHİ: 06.12.2001
Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.
Sevgili öğrenciler izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, sevgili kardeşlerim, bir defa daha Yüce Rabbimize hamd ve şükrederiz ki beraberiz: Allah, siz ve biz.
Öyleyse konumuz: 28 basamaktan ilk 7 basamak, birinci 7 basamak.
Sevgili kardeşlerim, biliyorsunuz ki İslâm, 28 basamaklık bir omurga üzerine oturur. Skala 28 basamaktan oluşur. Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, bunun ilk 7 basamağı âmenû olmayı içerir; Allah'a ulaşmayı dilemeyi ifade eder. İkinci 7 basamakta mürşide ulaşılıp tâbî olunur. Üçüncü 7 basamakta ruh, Allah'a ulaştırılıp teslim edilir. Dördüncü 7 basamakta fizik vücut, nefs ve irade Allah'a teslim edilir ve bu arada irşada ulaşılır.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allah ile olan ilişkilerinizde güzelliklere dikkatle bakın. Her şey Allah’ın dizayn ettiği biçimde güzeldir. O şekilde yaşarsanız güzelliği, mutluluğu yaşayabilirsiniz.
İşte bu 28 basamağın ilk 7 basamağı bugünkü konumuz, konunun özeti şöyle:
1. basamakta olayları yaşarız.
2. basamakta olayları değerlendiririz. Bu değerlendirme sırasında Allahû Tealâ tarafından seçiliriz veya seçilmeyiz. Seçilmezsek zaten durum ümitsiz demektir. Ama seçilirsek o zaman 3. basamağa ulaşmamız kuvvetle mümkün. Çünkü seçilenlerden bir kısmı mutlaka Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir.
Eğer Allah'a ulaşmayı dilersek; 3. basamaktayız. O zaman Allahû Tealâ bu muhtevayı yani kalbimizdeki Allah'a ulaşma talebini görecek, işitecek ve bilecek. Bildiği anda, işittiği, gördüğü anda -üçü aynı anda tahakkuk eder birkaç saniye içinde- Allahû Tealâ Rahîm esmasıyla tecelliye başlar; burası 4. basamak.
Sonra Allahû Tealâ, Rahîm esmasıyla tecellisinin neticesinde önce gözlerimizdeki hicab-ı mestureyi alır. Ve önce sadece bakan ama irşad makamının irşad makamı olduğundan haberdar olmayan bizler haberdar oluruz ki; o kişi alelâde bir insan değildir; Allah’ın bir sevgilisidir, Allah’ın bir vazifelisidir; irşadla vazifelidir.
Sonra Allahû Tealâ kulaklarımızdaki vakrayı alır; 6. basamakta oluruz. Allah’ın söylediklerini işitmeye başlarız, mânâsına varmaya başlarız. Kur’ân âyetlerini irşad makamı bize söylediği zaman, anlattığı zaman, tilâvet ettiği zaman onların mânâlarına varmaya yani işitmeye başlarız.
7. basamakta ise Allahû Tealâ kalbimizdeki ekinneti alır ve yerine ihbat koyar. Kalbimizdeki ekinnet bir ilâhî kompüter sistemidir. Ama idraki önleyen bir kompüter sistemi bütün insanlarda da vardır. Allahû Tealâ bu sistemi bizlerden alıyor ve yerine ihbat koyuyor. Gene bir kompüter sistem; ilâhî kompüter sistemi ama bu idraki mümkün kılıyor. İdrak etmemize sebebiyet veriyor.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, burası 28 basamağın ilk 7 basamağı ve şimdi asılları anlatmaya başlıyoruz. Özet faslı burada tamamlandı.
Olayları yaşamak: Herkes olayları yaşar. Bu dünyada bir hayatı yaşıyorsak bunun mânâsı, etrafımızda her an olaylar cereyan edecektir. Biz de bu olayların içinde yaşamaya devam edeceğiz. Allahû Tealâ’nın vücuda getirdiği bu olaylardan bir kısmı, başka insanlarla aramızda geçenlerdir. Bir kısmı Allah ile aramızda geçenlerdir. Yani ya İlâhî İrade’yle bir aradayız ya da bir başka cüz’î irade bizim irademizle birlikte ve olayları her zaman yoruma tâbî tutarız.
Bakara Suresinin 216. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ bu yaşadığımız olaylardan bahsederken diyor ki:
2/BAKARA-216: Kutibe aleykumul kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrahû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o sizin için bir şerdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.
“Olaylar vardır sizi üzer, siz onları şerr zannedersiniz; oysaki onlar hayırdır. Olaylar vardır sizi sevindirir, siz onları hayır zannedersiniz; oysaki onlar şerdir.” diyor Allahû Tealâ ve şöyle bitiriyor âyet-i kerimeyi: “Siz bilmezsiniz, Rabbiniz bilir.” diyor.
İşte olayların değerlendirilmesi. Unutmayın ki Allahû Tealâ hepimizi bir hedefe yönelik olarak yaratmış. Mutlu olmamızı istiyor, bütün boyutlarıyla mutluluğu yaşamamızı istiyor Allahû Tealâ. Ve Kur’ân-ı Kerim’ini daha evvel indirdiği bütün mukaddes kitaplar gibi aynı hedefe yönelik olarak yaratmış. İnsanları mutluluğa; dünya mutluluğuna ve cennet mutluluğuna davet ediyor. Sonra onların mutluluğunu garanti ediyor. Sonra da bu garanti mutluluğa nasıl ulaşabileceklerinin bütün özelliklerini Kur’ân-ı Kerim’de veriyor Allahû Tealâ.
İşte sevgili öğrenciler izleyenler ve dinleyenler, böyle bir dizayn söz konusu. Şimdi Allahû Tealâ’nın söylediği şeye dikkatle bakalım: Olaylar var bizi üzüyor ve biz onu şerr zannediyoruz. Genellikle insanlar olayları hayır ve şerr diye değerlendirirlerken kendilerini üzen olaylar varsa onlara “şerr” derler, kendilerini sevindiren olaylar varsa onlara da “hayır” derler.
Peki, Allah’ın hayır tarifi ne? Allahû Tealâ: “Derecat kazandıran olaylar hayırdır, derecat kaybettiren olaylar şerdir.” buyuruyor.
Öyleyse derecat kaybettiren bir olay (bir şerr), bir insan tarafından insanların tabiatına göre; nefsindeki afetlere göre değişir. Ama sevinç veren bir olay olarak değerlendirilebilir. Mesela bir hırsız için bir soygun yapması ona sevinç verir. Ama aslında derecat kaybetmiştir, şerr kazanmıştır ve sevindiriyor onu ama olay bir şerr. Öbür taraftan malı çalınan kişi bu olaya kendisini üzen bir olay olarak bakıyor; çünkü malı çalınmış. Bu çalınan mal da bir muhteva ifade ediyor. Çalındığı için kişi onu emek vererek kazanmış, o emeğin karşılığında kazandığı o malın neticede kaybı söz konusu olmuş. Hırsız çalmış ama kul hakkı doğmuş. Hırsız onun çalınması sebebiyle ne kadar derecat kaybetmesi gerekiyorsa o kadar derecatı kaybeder. Ama malı çalınan kişi için o dereceler kazanılır yani malı çalınan kişi için o olay bir hayırdır ama onu üzen bir olay.
Öyleyse olayları değerlendirirken insanlar genellikle yanlış bir dizaynın içerisinde.
Ve 2. basamak olayların değerlendirilmesi. Onun için Allahû Tealâ diyor: “Siz bilmezsiniz.” diyor, “Rabbiniz bilir. Siz insanlar,” diyor, “hayrın ne olduğunu, şerrin ne olduğunu bilmezsiniz. Hayrın derecat kazandıran olaylar, şerrin derecat kaybettiren olaylar olduğunu bilmezsiniz.” diyor. “Kendinize göre yorumlarsınız olayları; size sevinç veren olaylar hayırdır, size hüzün veren olaylar şerdir dersiniz.” diyor.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, böyle bir olay söz konusuysa (olaylar dizisi) doğru seçimi yapmak durumundayız. Ve derecat kazandıran olayları önde tutmamız gerekir.
İşte olayları yaşayan insanlar olaylara iki türlü bakarlar; hayır diye ve şerr diye ama hayır onları sevindiren, şerr üzen olaylardır. Kim olaylara derecat kaybettiği zaman hayır diye bakıyorsa, derecat kazandığı zaman da şerr diye bakıyorsa; derecat kazandığı olaylar onu üzdüğü için şerr diye bakıyorsa, derecat kaybettiği olaylar onu sevindirdiği için hayır diye bakıyorsa… Yeniden söyleyelim cümleyi: Derecat kazandıran olaylar onu genellikle üzdüğü için onlara şerr diye bakıyorsa, derecat kazandıran olaylara şerr diye bakan bu kişi, derecat kaybettiren olaylar onu sevindirdiği için onlara hayır diye bakıyorsa o zaman burada bir büyük hata var demektir sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. Böyle bakan insanlar, onlar kalplerinde hayır olmayanlar. Allah’ın kalplerinde hayır görmediği insanlar. Bu insanlar Allahû Tealâ tarafından seçilmezler.
Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“Biz, kullarımızdan dilediğimizi…”
“Allah kullarından dilediğini Kendisine seçer ve onlardan kim Kendisine yönelirse onları Kendisine ulaştırır.” buyuruyor.
Öyleyse Allahû Tealâ evvelâ kulunu seçiyor. İşte seçim bu 2. basamakta gerçekleşir. Allahû Tealâ kullarından dilediğini seçer. Dikkat edin: Dilediği deyince, seçilmeyecek olanları da Allah dilerse seçer, seçilecek olanları da dilerse seçmez. Bu istikamette bir tanım Allah için geçerli değildir. Çünkü Allahû Tealâ “El Adl” esmasının (adalet esmasının) ve “El Hakk” esmasının sahibidir. Öyleyse haksızlık yapması ve adaletsizlik yapması mümkün değildir. Allahû Tealâ kimi seçmiyorsa, o kişi seçilmeye lâyık olmadığı için seçilmez. Allahû Tealâ kimi seçiyorsa o da seçilmeye lâyık olduğu seçilir. Yani kişilerin seçim müessesesindeki durumları, onların hak ettikleri bir dizayn içerisindedir. Allah sadece hakkı diler, Allah haksızlığı dilemez.
Öyleyse olay buysa Allah’ın dilediği kişiyi seçmesi demek; Allah’ın o kişiyi seçmesindeki muradı o kişinin onu, seçimi hak etmesidir. Sadece hak edenleri seçer. Bütün seçimleri adalet; “El Adl” esmasının sınırları içinde ve “El Hakk” esmasının sınırları içinde tahakkuk eder. Hiçbir olayda Allah’ın bir adaletsizlik yaptığını, hiçbir olayda Allah’ın bir haksızlık yaptığını düşünmek bile geçerli değil. Hiç kimse Allah’ın bir haksızlık yaptığını göremez. Allah’ın haksızlık yapması mümkün değildir, “El Hakk” esmasının sahibi olarak.
Allah’ın adaletsizlik yapması da mümkün değildir, “El-Adl” esmasının sahibi olarak. Ve Allahû Tealâ’nın her yaptığı hakkın ve adaletin tecellisidir. Bu durumda Allah birisini seçiyorsa o kişi, o seçime lâyık olduğu için seçilir. Seçimi hak ettiği için seçilir. Adalet, onun seçilmesini icap ettirir. Kim de seçilmiyorsa hak etmediği için seçilmemiştir ve adalet onun seçilmemesini gerektirir. Öyleyse Allahû Tealâ’nın: “Allah dilediğini seçer.” demekten muradı, o kişinin seçimi hak etmesi anlamına gelir. Allahû Tealâ: “Amel defterlerinize baktığınız zaman size kıl kadar haksızlık yapılmadığını, kıl kadar zulmedilmediğini göreceksiniz.” diyor. “Allah kimseye zulmetmez, insanlar kendilerine zulmederler.” diyor.
4/NİSÂ-77: E lem tera ilâllezîne kîle lehum kuffû eydiyekum, ve ekîmus salâte ve âtûz zekât(zekâte), fe lemmâ kutibe aleyhimul kıtâlu izâ ferîkun minhum yahşevnen nâse ke haşyetillâhi ev eşedde haşyeh(haşyeten), ve kâlû rabbenâ lime ketebte aleynâl kıtâl(kıtâle), lev lâ ahhartenâ ilâ ecelin karîb(karîbin). Kul metâud dunyâ kalîl(kalîlun), vel âhıratu hayrun li menittekâ ve lâ tuzlemûne fetîlâ(fetîlen).
Kendilerine: “Ellerinizi (savaştan) çekin, namazı kılın ve zekâtı verin.” denilen kimseleri görmedin mi? Halbuki onların üzerine savaş yazıldığı (farz kılındığı) zaman, onlardan bir kısmı, (düşmanları olan) insanlardan, Allah’tan korkar gibi veya daha da çok korkarlar ve: “Rabbimiz niçin üzerimize savaşı farz kıldın, bizi yakın bir zamana kadar tehir etseydin (geciktirseydin) olmaz mıydı?” dediler. De ki: “Dünya metaı (menfaati) azdır ve ahiret ise takva sahibi olan kimseler için daha hayırlıdır. Ve siz, kıl kadar (hurma çekirdeğindeki lif kadar bile) zulmedilmezsiniz.”
10/YÛNUS-44: İnnallâhe lâ yazlimun nâse şey'en ve lâkinnen nâse enfusehum yazlimûn(yazlimûne).
Muhakkak ki Allah, insanlara (hiç)bir şeyle (asla) zulmetmez. Lâkin insanlar, kendi nefslerine zulmederler.
Öyleyse kimler Allahû Tealâ tarafından seçilir? Kalplerinde Allah’ın hayır gördükleri, hayra dönük insanlar, hayrı seçenler, şerri seçmeyenler. Çoğunlukla hayrı seçenler, seçimlerinin bir kısmı mutlaka şerr olacaktır bu kademede. Çünkü daha hakikatleri idrak edebilmiş değil kişi, anlayabilmiş değil ve nefsinin ve şeytanın da büyük ölçüde tesiri altında.
İşte insanlardan Allahû Tealâ’nın seçmedikleri ne yazık ki büyük bir yekûn teşkil eder. Kimleri seçmez? Allah’ın âyetlerini ve hidayeti inkâr edenleri seçmez.
Allahû Tealâ Kehf-104’de diyor ki:
18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
“Onlar ki Allah'a mülâki olmayı (yani ruhun ölmeden evvel Allah'a ulaşmasını ve hidayeti) ve Allah’ın âyetlerini nakzederler (yalanlarlar, inkâr ederler). Onların amelleri boşa gitmiştir.” diyor.
Bu insanlar Allahû Tealâ tarafından seçilmemiştir.
Başkalarını Allah’ın yolundan men edenler, cehenneme götürenler; onlar da Allahû Tealâ tarafından seçilmezler. İşte Nisâ Suresinin 167. âyet-i kerimesinde seçilmeyen iki grubu söylüyor:
4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak ki inkâr edenler ve Allah’ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.
innellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ (baîden): Onlar ki kâfirlerdir ve Allah’ın yolundan men ederler. Onlar, uzak bir dalâlet içindedirler.
4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfira lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki inkâr edenleri ve zulmedenleri (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah mağfiret edecek değildir ve yola (Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e) hidayet edecek değildir.
innellezîne keferû ve zalemû: Onlar kâfirdirler ve zâlimdirler.
Niçin zâlimdirler? Başka insanları da Allah’ın yolundan alıkoydukları için. Kendileri Allah’ın yolunda değiller ama başka insanların da Allah’ın yoluna girmesine mâni oluyorlar.
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, böyle bir dizaynda Allah’ın seçmedikleri, demek ki başkalarına zulmedenler: “Bunlar zâlimler.” diyor Allahû Tealâ. “Onlar kâfirler” diyor, “Onlar dalâlettedirler.” diyor.
Üç vasıf: Dalâlette olanlar, zâlimler, kâfirler. Kim başka insanların Allah’ın yoluna girmesine mâni oluyorsa onlar zâlimlerdir, Allahû Tealâ onları seçmez. Böyle insanlar bir kısım insanları kandırarak, başka insanlarla devamlı tartışmalarına ve onlara zulmetmelerine sebebiyet verirler. Kimdir bunlar? Allah'a ruhlarını ulaştırmayanlar ve başkalarının da ulaştırmasına mâni olanlar ve böylece başkalarının ruhlarını Allah'a ulaştırmasına mâni olanlarla ulaştıranlar arasında kavga çıkartanlar. İşte onlardan bahsediyor Allahû Tealâ Ra’d Suresinin 25. âyet-i kerimesinde:
13/RA'D-25: Vellezîne yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale ve yufsidûne fîl ardı ulâike lehumul la’netu ve lehum sûud dâr(dâri).
Onlar, misaklerinden sonra (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim edeceklerine dair ezelde Allah’a misak verdikten sonra) Allah’ın ahdini bozarlar (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim etmezler). Ve Allah’ın, O’na (Allah’a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler (ruhlarını Allah’a ulaştırmazlar). Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar (başka insanların da Sıratı Mustakîm’e ulaşmalarına mani oldukları için fesat çıkarırlar). Lânet onlar içindir. Ve yurdun kötüsü (cehennem) onlar içindir.
Diyor ki: “Onlar Allah'a misak vermelerine rağmen, Allah’ın Allah'a ulaştırmasını emrettiği şeyi (ruhlarını) Allah'a ulaştırmazlar. Vuslatı keserler (Allah’ın Allah'a ulaştırmasını emrettiği şeyi Allah'a ulaştırmazlar). Onlar yeryüzünde fesat çıkaranlardır.” diyor.
Başka kimleri seçmez Allahû Tealâ? Onlar sebebiyle başka insanların cehenneme gitmesine sebebiyet veren herkese, Ahzâb-67 ve 68’de cehennemdekiler derler ki diyor Allahû Tealâ: “Biz devremizin küberasına (büyüklerine)ve sâdatlarına (her konuda ileri gelenlerine) tâbî olduk. Bu yüzden cehennemdeyiz. Ya Rabbi! Onlara iki kat azap ver. Ya Rabbi! Onları en büyük lânetinle lânetle.”
33/AHZÂB-67: Ve kâlû rabbenâ innâ ata’nâ sâdetenâ ve kuberâenâ fe edallûnâs sebîl(sebîlâ).
Ve cehennemde olanlar derler ki: “Yarabbi, muhakkak ki biz, sâdatlarımıza (dînde ileri gidenlerimize) ve küberamıza (büyüklerimize) itaat ettik. Ve böylece Senin yolundan (Sıratı Mustakîmi’nden) saptırdılar.”
33/AHZÂB-68: Rabbenâ âtihim dı’feyni minel azâbi vel anhum la’nen kebîrâ(kebîren).
“Rabbimiz, onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle lânetle.”
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, bu lânete muhatap olan, başka insanların dalâletine sebebiyet veren insanlar, onlar da seçilmezler. Allah’ın âyetlerini ve özellikle hidayeti gizleyenler bu sebeple Allah’ın lânetine muhatap olanlar, onlar da seçilmezler.
Öyleyse bir kısım insanları Allah seçtiğini söylüyor. Bu seçim, 2. basamakta gerçekleşir ve kişi eğer seçilmişse onlar imtihana tâbî tutulacaklardır. İşte bu imtihanlar bunlara, “musîbet” diyor Allahû Tealâ, “Senede 2-3 defa insanları musîbetlerle imtihan ederiz.” diyor Allahû Tealâ.
9/TEVBE-126: E ve lâ yerevne ennehum yuftenûne fî kulli âmin merraten ev merrateyni summe lâ yetûbûne ve lâ hum yezzekkerûn(yezzekkerûne).
Ve onlar, senede bir veya iki kere imtihan edildiklerini görmüyorlar mı? Sonra tövbe etmiyorlar (Allah’a yönelmiyorlar) ve onlar zikir yapmıyorlar (Allah’ın ismini ardarda tekrar etmiyorlar).
İşte seçtiklerinden bu imtihanda kazananlar, bu musîbetlerle sınanma sırasında kazananlar; onlar Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir. Kimler Allah'a ulaşmayı dilerler, kimler dilemezler? Bu konuda baktığımız zaman Allah'a ulaşmayı dileyen insanların Allahû Tealâ tarafından seçilenlerden bir kısmı olduğunu görürüz. Özelliklerine gelince:
Birinci özellikleri: Allah'a inanırlar.
İkinci özellikleri: Allah'a dünya hayatında ruhun ulaştırılmasına inanırlar.
İki tane temel inanç: Allah'a inanmak, ruhun ölmeden Allah'a ulaştırılmasına inanmak. Kur’ân-ı Kerim’deki bir mefhum olarak bunu kabul etmek; iki.
Üçüncüsü: Onlar, Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir.
Dördüncüsü: Bunun üzerlerine farz olduğundan emin olanlardır.
Beşincisi: Mutlaka Allah'a ruhlarını ulaştıracaklarına inanırlar. “Biz,” derler, “muhakkak ruhumuzu Sana ulaştıracağız.”
“İşte o insanlar ki,” diyor Allahû Tealâ Bakara Suresinin 156. âyet-i kerimesinde, “Allah’a ulaşmayı, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman derler ki: Biz muhakkak ki Allah için yaratıldık.”
2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.
innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûne: Ve muhakkak ki biz O’na (Allah'a ) rücû edeceğiz (geri döneceğiz; geri dönerek mutlaka Allah'a ulaşacağız; ruhumuzu mutlaka ölmeden evvel Allah’a ulaştıracağız).
Bakara Suresinin bir sonraki âyet-i kerimesinde, 157. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).
İşte onlar (dünya hayatında Allah’a mutlaka döneceklerinden emin olanlar) ki Rab’lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, onlar hidayete ermiş olanlardır.
“Muhakkak ki hidayete erecek olanlar onlardır.” diyor. Bu Allah'a ulaşmayı dileyen ve Allah'a ulaşacaklarına kesin olarak bakanlar, inananlar.
Öyleyse Allah'a ulaşmayı dileyen insanlar, birtakım vasıfların sahipleri. Bu insanlar Allah'a ulaşmayı diliyorlar. Evvela Allah'a ulaşmayı dileyebilmek için, evvelâ Allah'a inanmaları lâzım kişilerin. Bunlar Allah'a inanıyorlar, Allah'a ulaşmayı dileyebilmeleri için Allah’ın ulaşılması lâzım gelen tek ilâh olduğuna inanmaları söz konusu. Yani: “Allah ulaşılmazdır.” diyenler, Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerdir.
Allah'a ulaşmayı dileyenler, Allah'a ulaşılabileceğine inananlardır. Allah'a ulaşmayı dileyenler, Allah’ın Allah'a ulaşmayı insanların üzerine farz kılmış olduğuna inananlardır. Kendilerinin de ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştırmayı başarabileceklerine inananlardır. Allah'a dünya hayatını yaşarken ulaşmaya yakîn hâsıl ederek inananlardır.
Öyleyse insanlar Allah'a ulaşmayı diliyorlar. Diliyorlarsa onlar, 2. basamaktadırlar. Bunlar kalplerinde zeyg olmayanlar. İnsanları müteşabih âyetleri tevil ederek birbirlerine düşürmeyenlerdir. İnsanların arasına fitne sokmayanlardır. Bunlar yeryüzünde fesat çıkarmayanlardır. Bunlar başka insanları Sıratı Mustakîm’den men etmeyenlerdir. Allah’ın âyetlerini ve özellikle hidayeti gizlemeyenlerdir.
İşte bir kişi Allah'a ulaşmayı diliyor. Dilerse ne olur? Dilediği anda Allahû Tealâ onu, bu dileği işitir, bilir ve görür.
“innallâhe semîun alîm.” diyor, “Allah işitir ve bilir.”
2/BAKARA-181: Fe men beddelehu ba’de mâ semiahu fe innemâ ismuhu alellezîne yubeddilûneh(yubeddilûnehu), innallâhe semîun alîm(alîmun).
Artık kim onu (vasiyeti) işittikten sonra değiştirirse, o taktirde onun günahı(vebali), sadece onu değiştirenlerin üzerinedir. Muhakkak ki Allah Sem’î’dir (en iyi işitendir), Alîm’dir (en iyi bilendir).
“innallâhe basîrun bil ibâd” buyuruyor, “Allah kullarını görendir. Allah işitir, bilir ve görür.”
40/MU'MİN-44: Fe se tezkurûne mâ ekûlu lekum, ve ufevvidu emrî ilâllâh(ilâllâhi), innallâhe basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız (anlayacaksınız). Ve ben, işimi Allah’a havale ederim (bırakırım). Muhakkak ki Allah, kullarını görendir.
Hep kalbinize bakar. Kalbinizde Allah'a ulaşma talebi oluşacak mı? Eğer oluşacaksa Allahû Tealâ onu gözler ve kalbinizde böyle bir talep (Allah'a ulaşma talebi) oluştuğu anda kurtuldunuz. Çünkü Allahû Tealâ, âmenû olanların mutlak olarak Allah’ın cennetine gireceğini söylüyor Vel Asr Suresinde.
103/ASR-1: Vel asri.
Asra yemin olsun.
vel asr: Asra (zamana) yemin olsun.
103/ASR-2: İnnel insâne le fî husr(husrin).
Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır.
innel insâne le fî husr (husrin): İnsanlar yani insanların çok büyük bir kısmı hüsrandadırlar.
103/ASR-3: İllâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabrı.
Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs tezkiyesi yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar), Allah’a ruhu ulaşıp Hakk’ı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.
“illâllezîne âmenû: Ama âmenû olanlar hariç.” diyor Allahû Tealâ.
“Âmenû olanlar hariç; âmenû olanlar hüsranda değillerdir.”
Hüsranda olsalardı ne olacaktı? Mu’minûn Suresinin 103. âyet-i kerimesine göre cehenneme gideceklerdi.
23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
Demek ki âmenû olanlar cehenneme gitmeyecekler, hüsranda olmayacaklar. Kimdir âmenû olanlar? Allah'a ulaşmayı dileyenler. Her kim Allah'a ulaşmayı dilerse o kişinin gideceği yerin, Allahû Tealâ cennet olduğunu söylüyor. Hûd Suresinin 29. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
11/HÛD-29: Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).
Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah’a aittir. Ve ben âmenû olanları (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab’lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.
“Hz. Nuh kavmine dedi ki: Ey kavmim! Ben, bu yanımda bulunan âmenû olanları yanımdan kovamam. Çünkü onların hepsi ruhlarını Allah'a mülâki kılacaklardır (ölmeden evvel ruhlarını muhakkak Allah'a ulaştıracaklardır).” buyuruyor Allahû Tealâ.
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, kimin ruhu Allah'a ulaşırsa o kişi mutlaka Allah’ın cennetine girer.
Fecr-27’de Allahû Tealâ diyor ki:
89/FECR-27: Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu.
Ey mutmain olan nefs!
“yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu.”
28’de, 29’da, 30’da buyuruyor:
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.
“irciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten fedhulî fî ibâdî vedhulî cennetî.”
“Ey mutmain olan nefs! Allah'tan razı ol, Allah’ın rızasını kazan. Ey ruh! Rabbine geri dön. Ey fizik vücut! Kullarımın arasına gir ve cennetime gir.”
Kimin ruhu Allah'a dönerse (rücû ederse), onların gidecekleri yer cennet. Âmenû olanlarınsa görüyoruz ki Hûd suresinin 29. âyet-i kerimesine göre girecekleri yer, Allah’ın cenneti.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, kişi Allah'a ulaşmayı dilemezse onun kurtulması mümkün değildir. Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetlerinde Allahû Tealâ buyuruyor:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
“innellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûne, ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûne.”
“Onlar Bize mülâki olmayı dilemezler (ruhlarını ölmeden evvel Bize ulaştırmayı dilemezler). Onlar dünya hayatından razıdırlar. Dünya hayatının geçici menfaatlerinden mutmain olurlar. Dünya hayatı onları tatmin eder (doyuma ulaştırır). Onlar Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır.” diyor Allahû Tealâ ve “Onların gidecekleri yer, kazandıkları dereceler itibarıyla cehennemdir,” diyor, “ateştir.” diyor Allahû Tealâ.
Öyleyse Allah’a ulaşmayı dilemeyenin vasfı: Allah’ın âyetlerinden gâfil olmak. Eğer gâfil olmasaydı, mutlaka Allah’a ulaşmayı o kişi dileyecekti.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allah’ın âyetlerinden gâfil olmak veya olmamak, Allah'a ulaşmayı dilemek veya dilememek. Ne gördük? Allah'a ulaşmayı dileyen mutlaka Allah’ın cennetine girer. Ne gördük? Allah'a ulaşmayı dilemeyen mutlaka gideceği yer cehennemdir.
Allah'a ulaşmayı kişi dilerse ne olur? Allah, Rahîm esmasıyla tecelliye başlar.
Yûsuf Suresinin 53. âyet-i kerimesi:
12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).
“ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî.”
Hz. Yusuf diyor ki Allahû Tealâ’ya, Yûsuf Suresinin 53. âyet-i kerimesinde: “Ya Rabbi! Ben nefsimi beraat ettiremem; çünkü nefs şerri emreder ama Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği nefsler hariç.”
Öyleyse Allahû Tealâ’nın bir tecellisi var Rahîm esmasıyla. Bu tecelli tahakkuk ettiği zaman; Allah Rahîm esmasıyla kişiye tecelli ettiği zaman ne olur? Öyle olan insanların durumu, Mulk-7, 8, 9, 10’da ifade buyrulmuş.
67/MULK-7: İzâ ulkû fîhâ semiû lehâ şehîkan ve hiye tefûr(tefûru).
Oraya (cehenneme) atıldıkları zaman onun kaynayan korkunç sesini (gürlemesini) işittiler.
67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.
67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”
67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.
“Kıyâmet günü,” diyor Allahû Tealâ, “cehenneme girecek olanlar bölük bölük cehennemin kapılarına ulaşırlar. Cehennem bekçileri onlara derler ki: Size buraya (cehenneme) geleceğinizi sizden olan nezirler size söylemedi mi?”
Ne demiş yani bu durumda nezirler? “Allah'a ulaşmayı dilemiyorsunuz. Gideceğiniz yer cehennemdir. Ya dileyin kurtuluşa ulaşın ya da gideceğiniz yer cehennemdir, demediler mi size,” diyor, “cehennem bekçileri?”
Onlar da diyorlar ki: “Dediler, söylediler ama biz onlara inanmadık. Eğer biz onların söylediklerini işitebilseydik (yani onların söylediklerinin mânâsına varabilseydik, bir başka ifadeyle kulaklarımızdaki vakrayı Allah almış olsaydı ve akıl edebilseydik, idrak edebilseydik Allah kalbimizdeki ekinneti çıkarıp yerine ihbat koysaydı; idrak edebilecek seviyeye getirseydi bizi), o zaman burada cehennemde mi olurduk?”
Öyleyse net olarak Mulk Suresinin 8, 9, 10. âyetleri net olarak bir hususu söylüyor. İşitemeyenler, idrak edemeyenler; onlar cehenneme gidenler. İşitebilenler, idrak edebilenler; onlar cehenneme gitmiyorlar.
Öyleyse Allah’ın Rahîm esmasıyla tecellisi kişiye ne sağlar, kişiyi nereye götürür? 4. basamaktayız; Allah Rahîm esmasıyla tecelli ediyor. Bu tecelli başladıktan sonra; Allah’ın Rahîm esmasıyla tecellisi o kişinin gözlerinde ilk değişikliğini yapar. O kişinin gözlerindeki gizli bir perdeyi (hicab-ı mestureyi) alır Allahû Tealâ. Ve o kişi o güne kadar irşad makamına baktığı zaman onu herhangi bir insandan ayırt edemiyordu, onu alelade bir insan olarak düşünüyordu yani bakıyordu irşad makamına ama onu görmüyordu, sadece bakıyordu. Niteliği, kimliği konusunda bir fikrin sahibi değildi. Başkalarından onu ayırabilecek olan bir özelliğin sahibi değildi. Ne zaman ki Allahû Tealâ onun gözlerinden hicab-ı mestureyi alır, o gözleri örten perdeyi alır; o zaman kişi irşad makamını herhangi bir kişi olarak değil irşad makamı olarak görmeye başlar.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sadece bu kadar mı? Hayır, değil. Allahû Tealâ onların kulaklarındaki vakrayı alacaktır. Bütün insanların kulaklarında vakra vardır başlangıçta. Bu kişiler başlangıçta Allah'a ulaşmayı dilemedikleri cihetle dilemeyen herkesin kulaklarında mutlaka vakra vardır; o vakranın da alınması söz konusu. Allahû Tealâ bu vakrayı aldıktan sonra sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, vakranın yerine vakra alındığı andan itibaren kişi mânâsına varmaya başlar. İrşad makamının söylediği irşada müteallik hususların mânâsına varmaya başlar. Ve Allahû Tealâ bu noktadan itibaren kişinin kalbinde bir değişiklik yapacaktır. Kişinin kalbindeki ekinneti (idraki önleyen ilâhî kompitürü) oradan alacaktır. Oraya ihbat koyacaktır. Ve kişi muhbit hüviyetine ulaşacaktır; yani kalbinde ihbat olan kişi.
İsrâ Suresinin 44 ve 45. âyetlerinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
İsrâ Suresinin 45 ve 46. âyetleri, şöyle buyuruyor Allahû Tealâ:
17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhirati hicâben mestûrâ(mestûran).
Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).
17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûran).
O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.
ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ: Kur’ân-ı Kerim’i kıraat ettiğin zaman (okuduğun zaman).
cealnâ: Biz kılarız.
beyneke: Seninle.
ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhırati: Ahirete (insan ruhunun ölmeden evvel Allah'a ulaşacağına) inanmayanlarla senin arana.
“Biz kılarız.”
hicâben mestûrâ (mestûran): Gizli bir perde (kılarız).
“Onlarla senin aranda gizli bir perde vardır.” Yani: “Sana bakarlar, onların gördüklerini zannedersin ama onlar görmezler. Onlar kördürler, mezardaki ölüler gibidirler.” diyor Allahû Tealâ. Ama burada: “Onlarla senin aranda (yani onların gözlerinde) hicab-ı mesture (gizli bir perde, örten, örtülü bir perde) vardır.”
“ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten: Ve onların kalplerinin üzerine Biz ekinnet koyarız,” diyor Allahû Tealâ, “ekinnet kılarız (idraki önleyen bir müessese).”
en yefkahûhu: Onları fıkıh etmekten men eden.
“ve fî âzânihim vakrâ (vakran): Ve onların kulaklarında vakra vardır.” diyor Allahû Tealâ.
“ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu.”
“Ve ne zaman ki Rabbini Kur’ân’da, (vahdehu) Rabbinin tekliğini (vahdedini; Allah’ın tek bir ilâhtan ibaret olduğunu) ne zaman zikredersen Kur’ân’da (yani Kur’ân-ı Kerim’i okurken).”
vellev alâ edbârihim nufûrâ (nufûran): Onlar nefretle geriye dönerler, giderler.
İşte böyle bir olay sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. Demek ki insanların gözlerinde hicab-ı mesture var. Onlar bakıyorlar ama görmüyorlar. Kulaklarında vakra var. Allahû Tealâ buyuruyor: “Sen mezardaki ölülere işittiremezsin. O işitmeyen insanları sen hidayete erdiremezsin, mezardaki ölülere işittiremezsin.” diyor Allahû Tealâ. Onların ölüler gibi olduğunu söylüyor.
7/A'RÂF-198: Ve in ted’ûhum ilel ilâl hudâ lâ yesme’û, ve terâhum yenzurûne ileyke ve hum lâ yubsırûn(yubsırûne).
Ve onları eğer hidayete (Allah’a ulaşmaya) çağırırsanız işitmezler. Ve onları sana bakar görürsün ve onlar görmezler.
35/FÂTIR-22: Ve mâ yestevîl ahyâu ve lâl emvât(emvâtu), innallâhe yusmiu men yeşâu, ve mâ ente bi musmiin men fîl kubûr(kubûri).
Ve hayy (diri) olanlar ve ölüler eşit olmaz. Muhakkak ki Allah, dilediğine işittirir. Ve sen, kabirlerde (mezarlarda) olanlara işittirici değilsin.
Burada Allahû Tealâ’nın söylediği önemli bir şey daha var. Kişinin kalbindeki ekinnetin fıkıh etmesine (idrak etmesine) mâni olduğunu, Allahû Tealâ burada kesinlikle ifade buyurmuş.
ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten: Onların kalplerinin içine ekinnet kılarız (kalplerinin içine ekinnet kılarız).
“en yefkahûhu: Onu (seni sevdiklerini) idrak etmekten onları perdeleyen.”
İdrake mâni olan bir sistemden bahsediyor Allahû Tealâ. İşte bunlar varsa kişi işitemez göremez bilemez. Ve Allahû Tealâ bunun neticesini de söylüyor A’râf-179’da:
7/A'RÂF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran minel cinni vel insi, lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.
“Biz, cehennemi insanların ve cinlerin çoğu için yarattık. Onların kalpleri vardır ama kalplerinde ekinnet olduğu için o kalple fıkıh edemezler. Onların gözleri vardır; göremezler (bakarlar, göremezler). Onların kalpleri vardır; fıkıh edemezler. Onların kulakları vardır; işitemezler. Onlar hayvanlardan daha çok dalâlettedirler.” diyor Allahû Tealâ.
Kalpleri olup da fıkıh etmeyen edemeyen insanlar. Kulakları olup da kulağın işitmesine rağmen vakra sebebiyle duyamayan insanlar. Başka bir ifadeyle mezardaki ölüler gibi kör, sağır ve dilsiz insanlar; onlardan bahsediyor Allahû Tealâ. Allah'a ulaşmayı dilemeyen bütün insanlar için olay bu.
Ahiret gününe inanmayan, insan ruhunun ölmeden evvel Allah'a ulaşacağına inanmayan insan Allah'a ulaşmayı elbette dilemez. Dilemesi mümkün olmayan bir insandır. İşte onlar için Allahû Tealâ bu dizaynı öne sürmüş. O insanlar için muhteva farklı bir dizayn içeriyor.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, kim Allah'a ulaşmayı dilerse Allah onların kulaklarındaki vakrayı alır ve kişiler işitmeye başlar. İşitmesi davete icabet etmeyi gerektirecek ve o kişi gidip mürşidine teslim olacaktır. O kişinin kulaklarındaki vakrayı alınca Allahû Tealâ, kişi işitecektir.
“Davetimizi ancak işitenler icabet eder.” diyor En’âm Suresinin 36. âyet-i kerimesinde.
6/EN'ÂM-36: İnnemâ yestecîbullezîne yesmeûn(yesmeûne), vel mevtâ yeb’asuhumullâhu summe ileyhi yurceûn(yurceûne).
(Davete) ancak işitenler icabet eder. Ve Allah, ölüleri (ölü olan sem’î isimli işitme hassasını, ölü olan fuad isimli idrak hassasını, ölü olan basar isimli görme hassasını) diriltir. Sonra O'na döndürülürler. (Hayatta iken ruhu mürşid eliyle Allah’a döndürülür.)
Ve Hacc Suresinin 54. âyet-i kerimesinde: “İrşad makamının söylediklerinin Hakk’tan inen sözler olduğunu idrak etsinler diye onların kalplerine ihbat koyarız. Onları muhbit kılarız.” diyor.
22/HACC-54: Ve li ya’lemellezîne ûtûl ilme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun (irşad makamının, Velî Resûl'ün, Nebî Resûl'ün) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, O'na îmân etmeleri, onların kalplerinin O'nu (Allah'ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet edendir.
Böylece kişinin kalbindeki ekinneti alıyor, ihbatı koyuyor ve bu insanları Allahû Tealâ mutlaka mürşidlerine ulaştıracağını, ruhlarını Sıratı Mustakîm’e ulaştıracağını ifade ediyor gene Hacc-54’de Allahû Tealâ.
*Allah, Rahmân esması ile tecelliye başladığı zaman kişi 4. basamakta.
*Allah, gözlerindeki hicab-ı mestureyi aldığı zaman kişi 5. basamakta.
*Kulaklarındaki vakrayı aldığı zaman 6. basamakta.
*Nefsinin kalbindeki ekinneti alıp da yerine ihbat koyduğu zaman, o zaman 7. basamakta.
Ve ilk 7 basamak burada tamamlanıyor.
Kişi gözlerindeki hicab-ı mesture alındığı için irşad makamını artık irşad makamı olarak değerlendiriyor. Kulaklarındaki vakra alındığı için irşad makamının söylediklerini işitmeye, mânâlandırmaya başlıyor. Mânâlandırdığı şeyleri (mânâsına vardığı hususları) kalbine indiriyor. Kalbindeki fıkıh hassasıyla ki bunun adına “ihbat” diyor Allahû Tealâ, ihbat ile idrak ediyor. Böylece bu kişi ilk 7 basamağı tamamlamış oluyor.
3. basamağa ulaşan; Allah'a ulaşmaya dileyen kişinin kulaklarındaki vakranın, gözlerindeki hicab-ı mesturenin, kalbindeki ekinnetin alınması birkaç dakika içinde tamamlanır. Ve kişi idrak etmeye başlar, işitmeye başlar ve görmeye başlar. Artık o kişi sağır, dilsiz ve kör değildir.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, burada 28 basamağın ilk 7’si inşaallah tamamlanıyor. Allahû Tealâ’nın hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırması dualarımızla, dileklerimizle inşaallah sözlerimizi burada tamamlıyoruz sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler.
Allah razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R