}
Yûsuf Suresi 1-8 (Âyetlerin Sırları) 18.02.2002
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 103401

 

SOHBETİN ADI: YÛSUF SURESİ 1-8 (Âyetlerin Sırları)
TARİHİ: 18.02.2002

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz
hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha beraberiz. Bir defa daha bu güzellikleri yaşamak için Allahû Tealâ, bizleri bir araya getirdi; Allah’tan bahsetmek üzere, Kur’ân-ı Kerim’den bahsetmek üzere ve Kur’ân-ı Kerim’in ruhunu anlatmak üzere, lafzının ötesindeki hakikatleri anlatmak üzere, sizleri Kur’ân kültürüne sahip kılmak üzere.

Biliyorsunuz ki iblis, Kur’ân’ın temel faktörlerini hep ortadan yok etmeye başarmış. İnsanların Kur’ân’ı öğrenmemeleri için iblis, her şeyi yapmış sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. Ve bu sebeple İslâm’ın 5 tane safhasından 7 tane safhasından artık hiç eser kalmamış. İslâm’ın 7 safhası yerine, İslâm’ın 5 tane şartını getirmiş, insanlara da bunu kabul ettirmiş. Ve böylece, Allah’a ulaşmayı dilemek yok olmuş. Mürşide ulaşıp tâbî olmak yok olmuş. Ruhun Allah’a ulaştırılıp teslim edilmesi yok olmuş. Fizik vücudun muhsin kılınarak Allah’a teslimi yok olmuş. Nefsin ahsen kılınarak Allah’a teslimi yok olmuş. İrşada ulaşmak yok olmuş. İradenin Allah’a teslimi yok olmuş. Kısaca Allah’ın yegâne dîni olan Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin yani Arapça adıyla İslâm dîninin; Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in İslâm dîninin 7 tane safhası tamamen yok olmuş. Yani İslâm yok olmuş. Artık insanlar kendilerini kurtarması mümkün olmayan bir şeylerle meşguller. Kendilerini kurtarması mümkün olmayan bir şeyler: İslâm’ın 5 tane şartı; namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şehadet getirmek. Ve insanlar, insanları Allah’a teslim etmek için gerekli olan bu ibadetleri (vasıtaları), hedef zannetmişler. İblis, onları tuzağına düşürmüş. Vasıtaları hedef edinmiş insanlar. Namaz kılmak bir vasıtadır; insanın Allah’a ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini teslimi için. Oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şehadet; hepsi ama bütün bunların arasında Allahû Tealâ’nın farz kıldığı zikri özellikle devreden çıkarmış ki; insanların hiçbirisi nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yapamasın diye. İşte böyle bir standartta şimdi başbaşayız sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. Ve Yûsuf Suresinin 1. âyet-i kerimesiyle inşaallah konumuza giriyoruz:

Yûsuf Suresi 1. âyet:

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.

12/YÛSUF-1: Elif lâm râ tilke âyâtul kitâbil mubîn(mubîni).

Elif, Lâm, Râ. Bunlar, beyan edilmiş (açıklanmış) Kitab'ın âyetleridir.


Kelimeler:

tilke: Bunlar.
âyâtu: Âyetleri.
el kitâbi el mubîni: Açıklanmış (beyan edilmiş) kitap.

Şimdi cümlecikler:

elif, lâm ve ra: Mukattaa harfleri.
tilke âyâtul: Bunlar âyetleridir.
el kitâbi el mubîn: Beyan edilmiş (açıklanmış) kitap.
“Beyan edilmiş (açıklanmış) kitabın âyetleri.”

Ve cümlecikleri cümle hâline getiriyoruz:

“elif, lâm ve ra.”

“Bunlar, beyan edilmiş (açıklanmış) kitabın âyetleridir.”

mubîn: Apaçık, belirlenmiş, açıklanması yapılmış demek.

Öyleyse Allahû Tealâ, Kur’ân’ın âyetlerini açıklıyor. Buradaki mukattaa harfleri; elif, lâm ve râ. Normal standartlarda Yûsuf Suresinin içinde “elif” harfi, “lâm” harfi ve “râ” harfinin 19’un katı kadar olması lâzım. Daha evvel de söylediğimiz gibi birçok âyette bu tam olarak yerli yerine oturuyor (birçok surede); ama bazı surelerde oturmuyor. Niçin oturmadığı tespit edilebilmiş değil; ama %90’dan daha fazlasında Kur’ân-ı Kerim’in, bu mukattaa harfleri o surenin içinde -bilgisayardan alınan sonuç bu- 19’un katı kadar çıkıyor. Öyleyse Allahû Tealâ’nın bu harflerle bir anahtar verdiğini anlıyoruz biz insanlara. Kitab’ın, Allahû Tealâ tarafından korunuşunun anahtarı bunlar.

Sevgili öğrenciler ve dinleyenler, böyle bir dizaynın arkasından Yûsuf Suresinin 2. âyet-i kerimesine geliyoruz. Diyor ki Allahû Tealâ:
Bismillâhirrahmânirrahîm.

12/YÛSUF-2: İnnâ enzelnâhu kur’ânen arabiyyen leallekum ta’kılûn(ta’kılûne).

Muhakkak ki Biz, O'nu Arapça Kur’ân olarak indirdik. Böylece siz akıl edersiniz.


in-nâ: Muhakkak ki Biz.
(inne: Muhakkak ki,: Biz. Bunun kısaltılmışı: innâ.)
enzelnâ-hu: O’nu indirdik.
kur’ânen: Kur’ân.
arabiyyen: Arapça olarak.
lealle-kum: Umulur ki siz, böylece siz.
ta’kılûne: Akıl edersiniz.

innâ enzelnâhu: Muhakkak ki Biz, O’nu indirdik. (1. cümlecik.)
kur’ânen arabiyyen: Arapça Kur’ân olarak. (2. cümlecik.)
leallekum ta’kılûn: Böylece siz, akıl edersiniz. (3. cümlecik.)

Allahû Tealâ buyuruyor: “Muhakkak ki Biz, O’nu Arapça Kur’ân olarak indirdik. Böylece siz, akıl edersiniz.”

Allah razı olsun.

Ve âyet-3, Yûsuf Suresi:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

12/YÛSUF-3: Nahnu nakussu aleyke ahsenel kasası bimâ evhaynâ ileyke hâzâl kur’âne ve in kunte min kablihî le minel gâfilîn(gâfilîne).

Sana vahyettiğimiz bu Kur’ân ile en güzel kıssaları sana anlatıyoruz. Ve oysa sen, ondan önce elbette gâfillerdendin.


nahnu: Biz.
nakussu: Anlatıyoruz, naklediyoruz, kıssa ediyoruz.
aleyke: Sana.
ahsenel kasası (ahsene el kasası): En güzel kıssaları.
bi-mâ: Şey ile.
evhaynâ: Vahyettik.
ileyke: Sana.
hâzâl kur’âne (hâzâ el kur’âne): Bu Kur’ân’ı
ve in kunte: Ve eğer, oysa sen …idin.
min kalbi-hî: Ondan önce.
le minel gâfilîn (le min el gâfilîn): Gâfillerdendin.

Allahû Tealâ, cümlecikler olarak şunu söylüyor:

nahnu nakussu aleyke: Sana anlatıyoruz.
ahsenel kasası: En güzel kıssaları
bimâ evhaynâ ileyke hâzâl kur’âne: Sana vahyettiğimiz bu Kur’ân ile (anlatıyoruz).
ve in kunte min kablihî le minel gâfilîn: Ve oysa sen, bundan önce elbette gâfillerdendin.

Cümlecikleri topluyoruz:

“Sana vahyettiğimiz bu Kur’ân ile en güzel kıssaları sana anlatıyoruz. Ve oysa sen, ondan önce elbette gâfillerdendin.”

Şimdi 1. âyete bakıyoruz; 3 mukattaa harfinden sonra: “Bu apaçık bir kitap.” diyor Allahû Tealâ. Yani Allahû Tealâ tarafından indirildiği için apaçık bir kitap, Allah’ın indirdiği bir kitap, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in kalbine Allah’ın yazdırdığı kitap. Biliyorsunuz O, Kur’ân’ın bütününe sahipti. Kur’ân’ın bütünü kalbindeydi ve Cebrail (A.S)’ın “Oku!” emrine paralel olarak, bütün Kur’ân-ı Kerim’i okudu. Kalbindeki Kur’ân-ı Kerim’i sözlerle okudu. Yoksa okuma yazmayı hayatı boyunca hiç öğrenmedi. Okuma yazması yoktu, ümmî idi.

Öyleyse 2. âyete bakıyoruz:

“innâ enzelnâhu kur’ânen arabiyyen leallekum ta’kılûn: (Bu Kitab’ı) muhakkak ki Biz, O’nu Arapça Kur’ân olarak indirdik; böylece siz akıl edersiniz diye.” diyor Allahû Tealâ.

Niçin Arapça? Peygamber Efendimiz (S.A.V) Arap’tı ve Arap kavmine indirildi Arapça olarak, onların anlamaları için. Dikkat edin: Peygamber Efendimiz (S.A.V), kavminin resûlüydü; ama kâinatın nebîsiydi. Bütün nebîler aynı zamanda kendi kavimlerinin resûlüdür, kendi kavimleri için risaletle görevlidirler; kâinat için de nübüvvetle görevlidirler. Onun için sadece Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e hitap etmiyor. Arap olduğu için O, sahâbe de Arap olduğu için onların anlayabileceği bir lisanla indirdiğini söylüyor Allahû Tealâ. Kur’ân, Arapça bir kitap olarak indirildi Allahû Tealâ tarafından.

Ve şimdi 3. âyet-i kerimeye geliyoruz: Şimdi burada Allahû Tealâ: “Sana anlatıyoruz.” diyor. “Kıssa ediyoruz.” diyor, “En güzel kıssaları, sana vahyettiğimiz bu Kur’ân ile anlatıyoruz. Oysa sen,” diyor, “Bundan önce gâfillerdendin.” diyor Yûsuf Suresi 3. âyet-i kerime. Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bundan önce gâfillerden olduğunu söylüyor. Herkes başlangıçta gâfildir, peygamberler de bunun istisnası değildir. Hiç kimse hayata Allah’ın indireceği âyetleri bilerek başlamaz. Allahû Tealâ, âyetleri indirdikçe öğrenilir. Öyleyse Allahû Tealâ daha evvel ne diyordu?

42/ŞÛRÂ-52: Ve kezâlike evhaynâ ileyke rûhan min emrinâ, mâ kunte tedrî mâl kitâbu ve lâl îmânu ve lâkin cealnâhu nûran nehdî bihî men neşâu min ibâdinâ, ve inneke le tehdî ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).

Ve işte böylece sana emrimizden bir ruh (Kur'ân-ı Kerim) vahyettik. Ve sen, kitap nedir ve îmân nedir bilmiyordun. Ve lâkin O'nu “nur” kıldık. Kullarımızdan dilediğimizi O'nunla hidayete erdiririz. Ve muhakkak ki sen, mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet ediyorsun (ulaştırıyorsun).


“Bundan önce,” diyor, “Sen, kitap nedir ve îmân nedir bilmezdin.” diyor. “Sana” diyor, “Biz öğrettik.”

Allahû Tealâ ne diyor?

93/DUHÂ-7: Ve vecedeke dâllen fe hedâ.

Ve seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi.


“Seni dalâletteyken bulup da hidayete erdirmedik mi?”diyor Allahû Tealâ.

Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler; peygamberler de dâhil olmak üzere herkes başlangıçta dalâlettedir, herkes başlangıçta gâfillerdendir. Her şey Allahû Tealâ tarafından öğretilir ve Allahû Tealâ, hakikatleri söylemekten çekinmez.

Öyleyse burada Allahû Tealâ’nın kıssa etmesi söz konusu. “En güzel kıssalar” demekle en güzel hikâyeler demek değil bu sadece. “Öğretilmesi lâzımgelen en güzel şeyler” anlamında burada kullanıyor Allahû Tealâ. Çünkü Allahû Tealâ’nın dizaynında görmüştük ki; Allahû Tealâ mürşidine, Allahû Tealâ’nın nebîleri, resûlleri gelip de kıssa ettikleri zaman bakıyoruz ki; o insanlar salâh makamına yükseliyorlar. Allahû Tealâ, A’râf Suresinin 35. âyet-i kerimesinde diyor ki:

7/A'RÂF-35: Yâ benî âdeme immâ ye’tiyennekum rusulun minkum yekussûne aleykum âyâtî fe menittekâ ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).

Ey Âdemoğulları! Sizin içinizden, size âyetlerimi anlatan (kıssa eden) resûller geldiği zaman, bundan sonra kim takva sahibi olur ve nefsini ıslâh ederse (nefs tasfiyesi yaparsa), artık onlara korku yoktur. Ve onlar mahzun olmazlar.


“Size resûllerimiz gelip de âyetlerimizi kıssa ettikleri zaman, kim takva sahibi olur da bu kıssa edilen sebebiyle salihlerden olursa (ıslâh olursa),” diyor Allahû Tealâ, “Onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.” diyor.

Öyleyse böyle bir dizaynda Allahû Tealâ’nın söylediklerinin bir muhteşem sonucu çıkıyor ortaya. Allahû Tealâ, bu dizaynla Kur’ân-ı Kerim’ini indirmiş.

Şimdi Yûsuf Suresinin inşaallah 4. âyet-i kerimesine ulaşıyoruz. Burada Allahû Tealâ: “Sana kıssa ettiğimiz.” diyor. Kıssa etmek (tekrar edelim); sadece bir şeyleri hikâye etmek anlamına gelmiyor. Kıssa etmek, öyle bir muhteva taşıyor ki; bu muhteva içerisinde insanlar hidayete eriyorlar, 4 hidayete de eriyorlar; ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ediyorlar.

İşte Yûsuf Suresinin 4. âyet-i kerimesi:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

12/YÛSUF-4: İz kâle yûsufu li ebîhi yâ ebeti innî raeytu ehade aşera kevkeben veş şemse vel kamere raeytuhum lî sâcidîn(sâcidîne).

Yusuf (A.S), babasına şöyle demişti: “Babacığım, gerçekten ben on bir yıldız, güneş ve ay gördüm. Onları bana secde eder (vaziyette, durumda) gördüm.”


iz kâle: Dediği zaman, demişti ki.
yûsufu: Hz. Yusuf (A.S).
li ebîhi: Babasına.
yâ ebeti: Ey baba, babacığım.
in-nî: Gerçekten ben, muhakak ki ben.
raeytu: Gördüm.
ehade aşera: On bir (11).
kevkeben: Yıldız.
ve eş şemse: Ve Güneş.
ve el kamere: Ve Ay.
raeytu-hum: Onları gördüm.
lî: Bana.
sâcidîne: Secde edenler (olarak).

Cümlecikler:

iz kâle yûsufu li ebîhi: Yusuf, babasına şöyle demişti.
yâ ebeti innî raeytu: Babacığım, gerçekten ben gördüm.
ehade aşera kevkeben veş şemse vel kamere: On bir yıldız, güneş ve ay.
raeytuhum lî sâcidîn: Onları bana secde eder gördüm.

Cümleler hâline getiriyoruz:

“Yusuf (A.S), babasına şöyle demişti: Babacığım, gerçekten ben on bir yıldız, güneş ve ay gördüm. Onları bana secde eder (vaziyette) gördüm (vaziyette; durumda gördüm).”

Öyleyse Hz. Yusuf, daha bir çocukken bir rüya görüyor. On bir tane yıldız, güneş ve ay. Güneş de ay da on bir tane yıldız da hepsi, Hz. Yusuf’a secde etmiş rüyasında. Ve bu rüyasını babasına anlatıyor. Sonra mı? Bakalım, sonra neler oluyor:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

5. âyet:

12/YÛSUF-5: Kâle yâ buneyye lâ taksus ru’yâke alâ ihvetike fe yekîdû leke keydâ(keyden), inneş şeytâne lil insâni aduvvun mubîn(mubînun).

(Babası) şöyle dedi: “Ey oğulcuğum, rüyanı kardeşlerine anlatma! O zaman (anlattığın taktirde) sana tuzak kurarlar. Muhakkak ki; şeytan, insana apaçık düşmandır.”


kâle: Dedi (ki).
yâ buneyye: Ey oğul.
lâ taksus: Anlatma, kıssa etme, nakletme.
ru’yâ-ke: Senin rüyan(ı).
alâ ihveti-ke: Kardeşlerine, ihvana.
fe yekîdû: O zaman hile yaparlar, tuzak kurarlar.
leke: Sana
keyden: Hile, tuzak.
inne eş şeytâne: Muhakkak ki şeytan.
li el insâni: İnsan için.
aduvvun: Düşmandır.
mubînun: Apaçık, açıklanmış, beyan edilmiş.

kâle yâ buneyye lâ taksus ru’yâke: Babası şöyle dedi: “Ey oğulcuğum, rüyanı anlatma!”
alâ ihvetike: Kardeşlerine.
fe yekîdû leke keyden: O zaman sana tuzak kurarlar.
inneş şeytâne lil insâni aduvvun mubînun: Muhakkak ki şeytan, insana apaçık bir düşmandır.

Bu cümlecikleri cümle hâline getiriyoruz:

“Babası şöyle dedi: Ey oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma. O zaman sana (anlattığın takdirde sana) tuzak kurarlar. Muhakkak ki şeytan, insana apaçık düşmandır.”

Hz. Yusuf’un babası Yâkub (A.S). Yâkub (A.S)’ın 12 oğlu vardı ve bir tanesi Yusuf’tu. Bu 12 oğlundan Yusuf’u, bir de Bünyamin’i daha çok severdi. Yusuf 12 yaşındayken, Kadir gecesine rastlayan Cuma günü bu rüyayı görmüş, babasına anlatmıştı. Yâkub (A.S), rüyadaki 11 kişinin Yusuf’un kardeşleri olduğunu ve Yusuf’u Allahû Tealâ’nın onlara üstün kılacağını hissetmiş, kardeşleri de bu yorumu yaparlarsa ona fenalık etmelerinden endişe etmişti. Güneş ve ayı da kendisi ve eşi olarak yorumlamıştı. Zaten söylediğinden apaçık anlaşılıyor bu. “Sakın rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar.” diyor. Ayrıca bu tuzağı, şeytanın onlara kurduracağını da Hz. Yâkub açıklamış oluyor. Yâkub biliyorsunuz, Hz. İbrâhîm’in oğlu. İsmail de oğlu, Yâkub da oğlu. Ve endişesi oradan, anlamış ki kardeşleri Yusuf’a bir tuzak kuracaklar.

Ve geliyoruz 6. âyet-i kerimeye:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

12/YÛSUF-6: Ve kezâlike yectebîke rabbuke ve yuallimuke min te’vîlil ehâdîsi, ve yutimmu ni’metehu aleyke ve alâ âli ya’kûbe kemâ etemmehâ alâ ebeveyke min kablu ibrâhîme ve ishâk(ishâke), inne rabbeke alîmun hakîm(hakîmun).

Ve işte böylece, Rabbin seni seçecek ve sözlerin (olayların) tevîlini (yorumunu) sana öğretecek. Sana ve Yakûb (a.s)’ın ailesine de, (tıpkı) daha önce ataların İbrâhîm (a.s) ve İshak (a.s)’a (ni’metini) tamamladığı gibi, ni’metini tamamlayacak. Muhakkak ki senin Rabbin, Alîmdir (en iyi bilendir), Hakîmdir (hüküm veren hikmet sahibidir).


Şimdi kelimelere geliyoruz:

ve kezâlike: Ve böylece, işte böylece.
yectebî-ke: Seni seçecek.
rabbu-ke: Senin Rabbin.
ve yuallimu-ke: Ve sana öğretecek.
min te’vîli: Tevîlinden, yorumundan.
el ehâdîsi: Sözler, olaylar.
ve yutimmu: Ve tamamlayacak.
ni’mete-hu: Ni’metini.
aleyke: Sana.
ve alâ: Ve üzerine, …a.
âli ya’kûbe: Yâkub ailesi(nin).
kemâ: Gibi.
etemme-hâ: Onu tamamladı.
alâ ebevey-ke: Senin ebeveynine.
min kablu: önceden, daha önce.
ibrâhîme ve ishâka: İbrâhîm ve İshak.
inne: Muhakkak (ki).
rabbe-ke: Senin Rabbin.
alîmun: En iyi bilendir (bilendir).
hakîmun: Hikmet sahibidir, hüküm sahibidir.

Şimdi cümlecikleri söylüyorum:

ve kezâlike yectebîke rabbuke: Ve işte böylece, Rabbin seni seçecek.
ve yuallimuke min te’vîlil ehâdîsi: Ve sözlerin (olayların) tevîlini (yorumunu) sana öğretecek.
ve yutimmu ni’metehu aleyke: Ve sana ni’metini tamamlayacak.
ve alâ âli ya’kûbe: Ve Yâkub (A.S)’ın ailesine.
kemâ etemmehâ alâ ebeveyke min kablu ibrâhîme ve ishâka: Daha önce ataların İbrâhîm (A.S) ve İshak (A.S)’a ni’metini tamamladığı gibi.
inne rabbeke alîmun hakîm: Muhakkak ki senin Rabbin en iyi bilendir, Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Cümlecikleri cümle hâline getiriyorum:

“Ve işte böylece Rabbin seni seçecek ve sözlerin (olayların) tevîlini (yorumunu) sana öğretecek. Sana ve Yâkub (A.S)’ın ailesine, daha önce ataların İbrâhîm (A.S) ve İshak (A.S)’a (ni’metini) tamamladığı gibi, ni’metini tamamlayacak. Muhakkak ki senin Rabbin, Alîm (en iyi bilendir), Hakîm’dir (hüküm veren hikmet sahibidir).”

Cümleleri tamamlayarak okuyalım:

“Ve işte böylece, Rabbin seni seçecek ve sözlerin (olayların) tevîlini (yorumunu) sana öğretecek. Sana ve Yâkub (A.S)’ın ailesine, (tıpkı) daha önce ataların İbrâhîm (A.S) ve İshak (A.S)’a (ni’metini) tamamladığı gibi, ni’metini tamamlayacak.”

Yani: “Sana ve Yâkub ailesine de ni’metini tamamlayacak (Yâkub ailesine de daha önce ataların İbrâhîm (A.S) ve İshak (A.S)’a ni’metini tamamladığı gibi ni’metini tamamlayacak). Muhakkak ki senin Rabbin, Alîm’dir (en iyi bilendir), Hakîm’dir (hüküm veren, hikmet sahibidir).”
Hz. Yâkub, oğluna söylüyor (Yusuf’a söylüyor); Yusuf sebebiyle Yâkub ailesine de Allah’ın ni’metini sonunda tamamlayacağını söylüyor. Yani Hz. Yâkub; kardeşlerinin Yusuf’u kaçıracağını, ona bir kötülük yapacaklarını önceden biliyor. Allah’ın bir nebîsi (peygamberi). Ve Yusuf’un gördüğü rüyayı Allahû Tealâ, ona yorumlatıyor bu standartlar içinde.

Allahû Tealâ, 7. âyette diyor ki:
Bismillâhirrahmânirrahîm.

12/YÛSUF-7: Lekad kâne fî yûsufe ve ihvetihî âyâtun lis sâilîn(sâilîne).

Andolsun ki; Yusuf ve kardeşlerinde, soranlar için âyetler (dersler) vardır.


Kelimeler:

lekad: Andolsun (ki).
kâne: Oldu, idi.
fî: İçinde, vardır.
yûsufe: Yusuf.
ve ihveti-hî: Ve onun kardeşleri.
âyâtun: Âyetler.
li es sâilîne: Sual edenler için, soranlar için.

lekad kâne: Andolsun ki var (oldu).
fî yûsufe ve ihvetihî âyâtun: Yusuf ve O’nun kardeşlerinde âyetler.
lis sâilîn: Soranlar için.

“Andolsun ki; Yusuf ve kardeşlerinde soranlar için âyetler (dersler) vardır.” diyor Allahû Tealâ.
Bu surenin neden daha emin olduğu konusu şöyle açıklanıyor: Yahudi âlimleri, Mekke’nin müşriklerine: “İsrailoğulları ne sebeple Mısır’a geçmişlerdi? Muhammed’e sorun bakalım ne diyecek?” diye sual etmişlerdi. Bunun üzerine bu sure; Yûsuf Suresi nâzil oldu. “İsrail kavmi Mısır’a niçin gitmişti, neden Mısır’da oldular?” İşte Allahû Tealâ burada diyor ki: “Andolsun ki; Yusuf ve kardeşlerinde soranlar için âyetler vardır (dersler vardır).” Niçin diyor? Yahudi kavminden sualleri soranlara Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’de cevap veriyor. “Soranlar için ibretler vardır.” diyor.

Ve 8. âyete geliyoruz:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

12/YÛSUF-8: İz kâlû le yûsufu ve ahûhu ehabbu ilâ ebînâ minnâ ve nahnu usbetun, inne ebânâ le fî dalâlin mubîn(mubînin).

“Yusuf ve kardeşi, babamıza gerçekten bizden daha sevgili.” demişlerdi. “Ve biz bir grubuz. Muhakkak ki; babamız, gerçekten açık bir yanılgı içinde.”


iz kâlû: Dedikleri zaman, demişlerdi.
le yûsufu: Gerçekten, elbette Yusuf.
ve ahû-hu: Ve onun kardeşi.
ehabbu: Daha sevgili.
ilâ ebî-nâ: Babamıza.
min-nâ: Bizden.
ve nahnu: Ve biz.
usbetun: Grup (on kişilik ve daha fazla insandan oluşan grup).
inne: Muhakkak.
ebâ-nâ: Babamız.
le fî: Elbette içindedir.
dalâlin: Dalâlet, yanılgı.
mubînin: Apaçık, açıkça.

iz kâlû: Demişlerdi ki.
le yûsufu ve ahûhu: Yusuf ve kardeşi.
ehabbu ilâ ebînâ minnâ: Babamıza gerçekten bizden daha sevgili.
ve nahnu usbetun: Ve biz bir grubuz.
inne ebânâ le fî dalâlin mubîn: Muhakkak ki babamız, gerçekten açık bir yanılgı içinde.

Cümlecikleri cümle hâline getiriyoruz:
“Yusuf ve kardeşi, babamıza gerçekten bizden daha sevgili, demişlerdi. Ve biz bir grubuz.”

On ve ondan fazla kişiden oluşan gruplara; “usbeh, usbehu, usbetun.” deniyor, grup oluşturmak.
“Ve muhakkak ki babamız, açık bir yanılgı içindedir.” diyor Yusuf’un kardeşleri.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, şimdi burada, surenin başından bu tarafa Hz. Yâkub’un daha baştan her şeyi bildiğini görüyoruz. Daha baştan Yusuf’un rüyasını hemen yorumluyor: “O gördüğün on bir yıldız; kardeşlerin.” diyor. “Güneş; annen, Ay da benim.” diyor Hz. Yâkub. “Ve sakın bu rüyanı kardeşlerine anlatma.” diyor, “Yoksa sana zarar verirler.” diyor. Onun ötesine de geçiyor Hz. Yâkub, diyor ki: “Allahû Tealâ, mutlaka sana rüyaları tabir etme yetkisi verecek, onun ilmini verecek. Bu ilmi sana mutlaka verecek Allahû Tealâ.” diyor. Yani Hz. Yâkub. Hz. İbrâhîm’in oğlu olarak kendisine vehbî olarak, karşılıksız olarak verilen bu Hz. Yâkub’u ve İsmail’i çok seviyordu. Hz. Yâkub sonra büyüyor, evleniyor ve 13 tane çocuğu oluyor. Yûsuf Suresinin gelecek âyetlerinde, kardeşlerinin Hz. Yusuf’a bir oyun oynayacağını göreceğiz. Onu esir tüccarlarına satacaklar. Hz. Yusuf, Mısır’a götürülecek, orada hapse atılacak. Ve rüya tabiriyle firavunun sarayına götürülüp vazife verilecek kendisine.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Hz. Yusuf, Kur’ân’da ayrı bir yere sahip. Bu noktaya kadar gelen âyetlerden çıkarılan sonuç kesin. Hz. Yâkub, oğlunun başına neler geleceğini önceden biliyor. Allahû Tealâ’nın, ona rüya tabirlerini öğreteceğini de Allah’ın vahyiyle biliyor. Ama olaylar Allah’ın müsaade ettiği standartlar içinde gelişecek. Hz. Yâkub sabretmek mecburiyetinde, konunun üzerine gitmiyor. Ama oğlunu da haberdar etmekten geri kalmıyor. Ne yazık ki Hz. Yâkub’un çabalarına rağmen oğullarının, Hz. Yusuf’u esir tüccarlarına sattığını göreceğiz.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Hz. Yusuf, son derece güzel bir çocukmuş ve bu bakımdan babasının bir sevgilisiymiş, babası çok seviyormuş. Hz. Yâkub bunu diğer evlâtlarına hissettirmemesi lâzımken o, hissettirmemeye bütün gücüyle çalıştığı hâlde demek ki bunda çok başarılı olamamış. Diğer oğulları, Hz. Yusuf’un Hz. Yâkub tarafından daha fazla sevildiğinin farkındalar, bir de kardeşleri Bünyamin. Hz. Yâkub’un bu iki oğlu başka bir anneden, geri kalan on bir oğlu da bir başka anneden diye söyleniyor.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Yûsuf Suresi bir bütünü içeriyor. Kıssaların içinde Allahû Tealâ’nın özel işaretinin var olduğunu görüyoruz. Allahû Tealâ’nın, rüyaların bazılarının hüküm ifade ettiğini bu muhtevadan çıkartıyoruz. Ve gerçekten Hz. Yusuf’un rüyası yıllar sonra gerçekleşiyor. Hz. Yusuf hapisteyken firavun, 7 tane besili sığırın 7 tane cılız sığırı yuttuğunu görüyor. Bütün bu rüya tabiri yapanlara haber veriyor, gelsinler de bu rüyayı tabir etsinler diye. Doğru düzgün tabir edebilen hiç kimse çıkmıyor. En sonunda Yusuf’u haberdar ediyorlar. Ve Yusuf, rüya tabirini yapıyor firavuna, diyor ki: “7 yıl kıtlık. Bu 7 tane zayıf inek; 7 kıtlık yılını temsil ediyor. 7 tane iri yarı, semiz inek de bolluk yıllarını ifade ediyor. Allahû Tealâ, bize yani Mısır halkına burada bir işaret veriyor. 7 yıl bolluk olacak. O bolluk devresinde biz; mutlaka bol olan mahsulümüzü değerlendirmeli, 7 yıl boyunca gelecek 7 yılı karşılayacak kadar erzak birikimi yapmalıyız.” Ve Yusuf’un talebini uygun görüyor firavun. 7 yıl çok ekin ekiyorlar ve ihtiyaçlarının ötesini saklıyorlar. Her yıl yarısını sakladıkları o buğdayların, 7 yıl sonraki ilk kıtlık yılından itibaren kullanılmaya başladığını görüyoruz. 7 kıtlık yılı boyunca; evvelki 7 yılın saklanan mahsulü 7 yıllık kıtlığı geçiştirebiliyor. Tabiî bu arada Hz. Yâkub’un bulunduğu yerde de kıtlık var. Ve Hz. Yakup oğullarını gönderiyor Mısır’da erzak varmış diye. Çocuklar, Hz. Yusuf’un bulunduğu yere ulaştıkları zaman Hz. Yusuf, kardeşlerini tanıyor ve onlara istedikleri buğdayı veriyor. Sonra Hz. Yusuf, kardeşi (en çok sevdiği kardeşi) Bünyamin’in hayvanına yükledikleri zaman buğdayları, onun içine altın bir tas da koyuyor ve özellikle onlar yola çıkmadan evvel altın tasın kaybolduğu, çalındığı herkes tarafından biliniyor ve kervan aranıyor; Bünyamin’de çıkıyor. Bünyamin her ne kadar: “Ben bunu çalmadım, buraya nasıl geldiğini bilmiyorum.” diyorsa da Hz. Yusuf, onu alıkoyuyor ve diğer kardeşlerini gönderiyor.

Sevgili kardeşlerim, kıssa böyle bir dizayn içerisinde güzel bir sona bağlanacak; ama o güzel sonu bu dersimizin içinde devreye almayacağız, o gün gelince sonucu öğrenirsiniz diye. Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler; neticede güzel şeyler oluşuyor. İşte sevgili kardeşlerim, bir Kur’ân-ı Kerim dersimiz daha inşaallah burada tamamlanıyor. Allahû Tealâ’nın hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Hepinizin zülcenahayn olması, hem cennet saadetinin hem dünya saadetinin sahibi kılınmanız dualarımızla sözlerimiz inşaallah burada tamamlanıyor.


İmam İskender Ali M İ H R