SOHBETİN ADI: YÛSUF SURESİ 9-18 (Âyetlerin Sırları)
TARİHİ: 19.02.2002
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir Kur’ân-ı Kerim Tefsiri dersinde daha birlikteyiz. Tekrar edelim ki; Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, Kur’ân’ın ruhuyla alâkalı bir tefsirdir. Tefsirin temeli de budur. Mealin ötesinde, sözlerin genel anlam taşıyan mânâlarının ötesinde, Kur’ân’ın o âyetteki, âyetlerdeki ruhunu ortaya koyacak olan bir açıklamalar dizisidir tefsir.
Ve Yûsuf Suresinin 9. âyet-i kerimesiyle inşaallah başlıyoruz sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler:
Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.
12/YÛSUF-9: Uktulû yûsufe evitrahûhu ardan yahlu lekum vechu ebîkum ve tekûnû min ba’dihî kavmen sâlihîn(sâlihîne).
Yusuf’u öldürün veya onu bir yere atın. Babanızın yüzü, size dost olsun (babanızın sevgisi size kalsın). Ve ondan sonra salihler topluluğu olun.
Kelimeler:
uktulû: Öldürün.
yûsufe: Yusuf’u.
evitrahûhu (ev itrahû-hu): Veya onu atın.
ardan: Bir yer(e), bir araziy(e).
yahlu: Dost olur.
lekum: Size.
vechu: Yüz(ü).
ebî-kum: Sizin babanız.
ve tekûnû: Ve olun.
min ba’di-hî: Ondan sonra.
kavmen: Bir kavim, bir toplum, topluluk.
sâlihîne: Salihler.
(Bir salihler topluluğu.)
Cümlecikler:
uktulû yûsufe: Yusuf’u öldürün.
evitrahûhu ardan: Veya O’nu bir yere atın.
yahlu lekum vechu ebîkum: Babanızın yüzü, size dost olsun (babanızın sevgisi artık size ait olsun, size kalsın).
ve tekûnû min ba’dihî kavmen sâlihîn: Ve ondan sonra salihler topluluğu olun.
Şimdi bu cümlecikleri cümle hâline getiriyoruz:
“Yusuf’u öldürün veya onu bir yere atın. Babanızın yüzü, size dost olsun (babanızın sevgisi size kalsın).Ve ondan sonra salihler topluluğu olun.”
Burada kardeşlerin; Yusuf’un ağabeylerinin niyetleri çok açık bir şekilde görülüyor. Yusuf’un ağabeyleri (diğer kardeşleri, kardeşleri) Yusuf’u kıskanıyorlar. Babaları Hz. Yâkub’un, Yusuf’u onlardan daha ziyade sevmesi onları kıskandırıyor ve Yusuf’u saf dışı etmeye çalışıyorlar ki; babaları kendilerini sevsin diye. Ve de daha evvel de babaları hakkında bir şeyler söylemişlerdi hatırlayacaksınız: “Biz, babamızı mutlaka bir sapıklık içinde görüyoruz.” diye bir şey söylüyorlardı; Yusuf’a olan sevgisi sebebiyle, Bünyamin’e olan sevgisi sebebiyle. Burada nefsin, insanları nerelere taşıyabileceği konusunda kesin bir hüküm görüyoruz. Kardeşlerden birisi öz kardeşini… “Onu öldürelim. Onu öldürün veya öyle bir yere atın ki; o devreden çıkınca babanız size dost olur. Babanız sizi de onun kadar sever.”
Sevgiyi, başkalarına yapacakları kötülükle kazanabileceklerini zannediyor zavallı delikanlılar.
Öyleyse burada şeytanın, Yusuf’un kardeşlerini nasıl kontrolü altına aldığını ve Yusuf’a bir kötülük etmek üzere onları nasıl konuşturduğunu, nasıl Yusuf’a düşman olduklarını görüyoruz. Ve arkasında babalarının sevgisini kazanmak var gibi görünüyor. Sanki babalarının sevgisini kazanmak için, sırf bunun için Yusuf’a kötülük ediyorlarmış gibi görünüyor. Şeytanın tuzağına düştüklerinden, bu zavallı gençlerin haberleri yok tabiî. Ama “O’nu öldürün.” demeye cesaret edebildiğine göre bir kardeş, öz kardeşini öldürmekten çekinmeyecek kadar kin duyuyor kardeşine. Sebebi; babalarının O’na olan ziyade sevgisi, fazla sevgisi.
Kardeşler arasında kıskançlık her zaman olabilir; ama bir kardeşi öldürecek kadar bir kıskançlık, bir sevgiyi kazanmak için görünümüne girse bile realitede bu bir mantıklı sonuç değildir. Çünkü kıskançlık, nefsimizin afetidir. Sevgi, ruhumuzun hasletidir. Bir insanı öldüresiye nefret etmek, onu öldürmek, sonra da bir yerlere atmak, kurda kuşa yem yapmak; nefsimizin hem kin afetinin hem intikam afetinin beraberce devreye girdiği bir sonucu hazırlıyor bize. “Bunu (biz bunu), babamızın sevgisini kazanmak için yapıyoruz.” ifadesi ise ruhun bir hasletinin devreye girmesi ki; bu mümkün değil. Nefsin bir başka afeti riyakârlık, orada devreye girmiş durumda. Yusuf’u ortadan kaldırmayı, öldürmeyi düşünen kardeş; bunu babalarının sevgisini kazanmaları için, babalarının sevgisi kendilerine kalsın diye yaptığını söylüyor. Yalan söylediği kesin. O hedefe ulaşmak ruhun hasletleriyle mümkün; babanın sevgisini kazanmak. Ama nefslerinin yaptığı bir korkunç davranışla; adam öldürmeye kadar varan, öz kardeşini öldürmeye kadar varan korkunç bir davranışla. Bu davranışı vücuda getirecek olan temel faktörün ise babalarının sevgisinin kendilerine dönmesi olduğu imajını vermek istiyor bu kardeş.
10. âyet-i kerimede diyor ki Allahû Tealâ:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
12/YÛSUF-10: Kâle kâilun minhum lâ taktulû yûsufe ve elkûhu fî gayâbetil cubbi yeltekıthu ba’dus seyyârati in kuntum fâilîn(fâilîne).
İçlerinden bir sözcü şöyle dedi: “Yusuf’u öldürmeyin. Bir şey yapacaksanız onu, kuyunun dibine atın. Bir yolcu kafilesi, onu bulur.”
Kelimelere geliyoruz:
kâle: Dedi (ki).
kâilun: Bir sözcü, söyleyen.
min-hum: Onlardan, içlerinden.
lâ taktulû: Öldürmeyin.
yûsufe: Yusuf’u.
ve elkû-hu: Ve onu atın, bırakın.
fî gayâbeti el cubbi: Kuyunun dibine.
yeltekit-hu: Onu bulur.
ba’dus seyyârati (ba’du es seyyârati): Bir kısım yolcular, bir grup yolcu, yolcu kafilesi.
in kuntum: Eğer siz, iseniz.
fâilîn: Yapanlar.
kâle kâilun minhum: İçlerinden bir sözcü şöyle dedi.
lâ taktulû yûsufe: Yusuf’u öldürmeyin.
ve elkûhu: Ve O’nu atın.
fî gayâbetil cubbi: Kuyunun dibine
yeltekithu ba’dus seyyârati: Bir yolcu kafilesi onu bulur (bir kısım yolcular onu bulur).
in kuntum fâilîn: Bir şey yapacaksanız (siz bir şey yapanlarsanız böyle yapın).
Şimdi bu cümlecikleri cümleler hâline getiriyoruz:
“İçlerinden bir sözcü şöyle dedi: Yusuf’u öldürmeyin. Bir şey yapacaksanız, onu kuyunun dibine atın. Bir yolcu kafilesi onu bulur.”
Öyleyse içlerinden bir sözcü şöyle söylüyor: “Hayır, öldürmeyin.” diyor Yusuf’u. “Bir kuyunun dibine atın. Bir yolcu kafilesi onu bulur, alır götürür. Biz de Yusuf’tan kurtuluruz.” diyor. Her konu Yusuf’u, babalarının gözünden uzaklaştırmakla sonuçlanıyor.
Sevgili kardeşlerim, Yusuf’u babalarının ne kadar çok sevdiğini biliyorlar ve Yusuf’un yok olmasıyla ne kadar üzüleceğini de biliyorlar. Ve Yusuf’a olan kıskançlıkları; Yusuf’u, ona bir kötülük ederek devre dışı bırakmaya kadar uzanıyor. Aslında nefslerin insanlara kardeşleri hakkında bile neler yaptırdığını, yaptırabileceğini gösteren âyetler söz konusu sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. 9. ve 10. âyetlerde bunlar var.
Geliyoruz 11. âyet-i kerimeye:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
12/YÛSUF-11: Kâlû yâ ebânâ mâ leke lâ te’mennâ alâ yûsufe ve innâ lehu le nâsıhûn(le nâsıhûne).
“Ey babamız! Sana ne oldu? Yusuf (konusunda) bize emniyet etmiyorsun (güvenmiyorsun). Ve muhakkak ki; biz, onun iyiliğini isteyenleriz.” dediler.
Kelimeler:
kâlû: Dediler (ki).
yâ ebâ-nâ: Ey babamız!
mâ leke: Sana ne oluyor, ne oldu?
lâ te’men-nâ alâ: Bize emniyet etmiyorsun, bize güvenmiyorsun, bizden emin değilsin.
yûsufe: Yusuf.
ve in-nâ: Ve muhakkak ki biz.
lehu: Ona
le: Elbette, gerçekten.
nâsıhûne: Nasihat edenler, öğüt verenler, iyiliğini isteyenleriz.
Ve cümleciklere geçiyoruz.
kâlû yâ ebânâ: “Ey babamız!” dediler.
mâ leke lâ te’mennâ alâ yûsufe: Sana ne oldu? Yusuf’u bize emniyet etmiyorsun.
“Sana ne oldu?” diyorlar, “Bize emniyet etmiyorsun (güvenmiyorsun); Yusuf (konusunda) bize emniyet etmiyorsun (güvenmiyorsun).”
ve innâ lehu le nâsıhûne: Ve muhakkak ki biz, onun iyiliğini isteyenleriz.
Şimdi birleştiriyoruz. Diyorlar ki:
“Ey babamız! Sana ne oldu? Yusuf (konusunda) bize emniyet etmiyorsun (güvenmiyorsun). Ve muhakkak ki biz, onun iyiliğini isteyenleriz.”
ve innâ: Muhakkak ki biz.
“O’nun için nasihatçiyiz.” Yani: “Onun iyiliği konusunda bunları söylüyoruz.”
Yusuf’un kardeşlerinin, ağabeylerinin Yusuf konusundaki görüşleri açık: Yusuf’u ya bir kuyuya atmak ya öldürmek, ona bir kötülük etmek. Babalarının gözünün önünden Yusuf’u ayırmak, devre dışı bırakmak ve babalarının sevgisinin kendilerine kalmasını istemeleri söz konusu. İstemek, onların şiarı olarak görünüyor.
12. âyet-i kerimede ise olay şöyle gelişiyor:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
12/YÛSUF-12: Ersilhu meanâ gaden yerta’ ve yel’ab ve innâ lehu le hâfizûn(le hâfizûne).
Yarın onu bizimle gönder. Bol bol yesin ve oynasın. Ve muhakkak ki; biz, onu gerçekten muhafaza edenleriz (koruyanlarız).
Kelimeler:
ersil-hu: Onu gönder.
Rüsuh kelimesi, risalet kelimesi, ersele kelimesi, ersil kelimesi.
(hu: Onu, ersil-hu: Onu gönder.)
mea-nâ: Bizimle birlikte.
(mea: İle, nâ: Bizimle.)
gaden: Yarın.
yerta’: Bol bol yesin (beğendiği meyvelerden).
ve yel’ab: Ve oynasın.
ve in-nâ: Ve muhakkak ki biz.
lehu: Ona, onu.
le: Elbette, gerçekten.
hâfizûne: Koruyanlar(ız), muhafaza edenler(iz).
Cümleciklere geçiyoruz:
ersilhu meanâ: Onu bizimle gönder.
gaden: Yarın .
yerta’ ve yel’ab: Bol bol yesin ve oynasın.
ve innâ lehu: Ve muhakkak ki biz onu.
le hâfizûne: Muhafaza edenleriz, koruyanlarız.
“Ve muhakkak ki biz, onu gerçekten muhafaza edenleriz.”
“Ve muhakkak ki biz, onu gerçekten muhafaza edenleriz (koruyanlarız).”
Yani suret-i haktan görünüyor kardeşler. Hz. Yusuf’u babalarından koparmak için, ona bir kötülük etmek için büyük bir gayretin içinde görünüyorlar. Ve hedefleri, Yusuf’u şu veya bu şekilde babasının gözünden uzaklaştırmak. Ve babalarının sevgisinin, kendilerine kalmasını temin etmek. Nefslerine yenilmiş durumda çocuklar.
13. âyet-i kerimeye ulaşıyoruz:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
12/YÛSUF-13: Kâle innî le yahzununî en tezhebû bihî ve ehâfu en ye’kulehuz zi’bu ve entum anhu gâfilûn(gâfilûne).
(Babası) şöyle dedi: “Onunla gitmeniz muhakkak ki; gerçekten beni mahzun eder. Ve ben, siz ondan gâfilken, onu bir kurdun yemesinden korkarım.”
kâle: Dedi.
in-nî: Muhakkak ki ben.
le yahzunu-nî: Mutlaka, gerçekten beni üzer, mahzun eder.
en tezhebû: Gitmeniz.
bi-hî: Onu, onunla.
ve ehâfu: Ve korkuyorum, korkarım.
en ye’kule-hu: Onu yemesi.
ez zi’bu: Bir kurt.
ve entum: Ve siz.
an-hu: Ondan.
gâfilûn: Gâfil olanlar.
kâle: Dedi ki (babası şöyle dedi, babası dedi ki).
innî le yahzununî: Muhakkak ki; gerçekten beni mahzun eder.
en tezhebû bihî: O’nunla gitmeniz.
ve ehâfu: Ve ben korkarım.
en ye’kulehuz zi’bu: O’nu bir kurdun yemesinden.
ve entum anhu gâfilûn: Ve siz, ondan gâfilken.
“(Babası) şöyle dedi: Onunla gitmeniz muhakkak ki; gerçekten beni mahzun eder. Ve ben, siz ondan gâfilken, onu bir kurdun yemesinden korkarım.” Yani: “Onu lâzımgelen şekilde koruyamazsınız.” diyor Hz. Yâkub oğullarına. 13 oğlundan belki 11’ine bunları söylüyor. Bunları söylerken, Bünyamin’in de aralarında bulunduğu konusu açıklanmamış. Bünyamin, onlarla beraber aynı standartlarda olmaz. O da kardeşi Yusuf’u seviyor ama diğer kardeşleri, babalarının sevgisi Hz. Yusuf’un üzerinde olduğu için onu fena hâlde kıskanıyorlar.
Ve 14. âyet-i kerime, Yûsuf Suresi:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
12/YÛSUF-14: Kâlû le in ekelehuz zi’bu ve nahnu usbetun innâ izen le hâsirûn(le hâsirûne).
“Ve biz gerçekten kuvvetli bir topluluk iken, eğer onu bir kurt yerse, o zaman biz mutlaka hüsrana düşen kimseler oluruz.” dediler.
kâlû: Dediler.
le in: Gerçekten olursa.
ekele-hu: Onu yedi.
ez zi’bu: Bir kurt.
ve nahnu: Ve biz.
usbetun: On kişiden daha büyük bir grup, bir ekip, kuvvetli bir topluluk (iken).
in-nâ: Muhakkak ki biz, gerçekten biz.
izen: O takdirde, öyleyse.
le hâsirûne: Hüsrana düşenler (oluruz).
kâlû: Dediler.
le in ekelehuz zi’bu: Eğer gerçekten onu bir kurt yerse.
ve nahnu usbetun: Ve biz, kuvvetli bir topluluğuz.
innâ izen le hâsirûne: O zaman biz, mutlaka hüsrana düşen kimseler oluruz.
Söyledikleri şey; bu cümlecikleri cümle hâline getirelim:
“Ve biz gerçekten kuvvetli bir topluluk iken, eğer onu bir kurt yerse o zaman biz, mutlaka hüsrana düşen kimseler oluruz, dediler.”
Yani kurdun onu yememesi konusunda bir fikir beyanında böylece bulunmuş oluyorlar.
Ve Yûsuf Suresinin 15. âyet-i kerimesi:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
12/YÛSUF-15: Fe lemmâ zehebû bihî ve ecmeû en yec’alûhu fî gayâbetil cubb(cubbi), ve evhaynâ ileyhi le tunebbiennehum bi emrihim hâzâ ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Böylece hep beraber, onu kuyunun dibine atmak için götürdükleri zaman Biz, ona (Yusuf’a): “Onlar, farkında değillerken onlara bu yaptıklarını anlatacağını…” vahyettik.
Kelimelere geçiyoruz:
fe lemmâ: Böylece, bundan sonra, olduğu zaman.
zehebû bi-hî: Onu götürdüler, onunla gittiler.
ve ecmeû: Ve topluca, toplu olarak, hep beraber.
en yec’alû-hu: Onu kılmak için (bırakmak için).
fî: İçinde, içine.
gayâbet: Derinlik.
el cubbi: Kuyu.
ve evhaynâ: Ve biz vahyettik.
ileyhi: Ona.
le tunebbienne-hum: Mutlaka onlara haber vereceksin.
bi emri-him: Onların yaptıklarını, onların işini.
hâzâ: Bu.
ve hum: Ve onlar.
lâ yeş’urûne: Farkında değiller.
Şimdi cümleciklere geçiyoruz:
fe lemmâ zehebû bihî: Böylece O’nu götürdükleri zaman.
ve ecmeû: Ve hep beraber (topluca).
en yec’alûhu fî gayâbetil cubbi: O’nu kuyunun dibine atmak için.
ve evhaynâ ileyhi: Ve Biz, ona vahyettik.
le tunebbiennehum: Mutlaka onlara anlatacaksın (onlara haber vereceksin).
bi emrihim hâzâ: Bu yaptıklarını (bu işlerini).
ve hum lâ yeş’urûne: Ve onlar farkında değiller (şuurunda değiller).
Cümlecikleri cümleler hâline getiriyoruz:
“Böylece hep beraber, onu kuyunun dibine atmak için götürdükleri zaman Biz, ona (Yusuf’a): Onlara bu yaptıklarını anlatacağını vahyettik. Onlar farkında değiller.”
“Böylece hep beraber, onu kuyunun dibine atmak için götürdükleri zaman Biz, ona (Yusuf’a): Onlar farkında değillerken; onlara bu yaptıklarını anlatacağını vahyettik.”
Demek ki Allahû Tealâ, Yusuf (A.S)’a, kuyunun dibine atmak için götürdükleri zaman ilerde neler olacağını (Allahû Tealâ) biliyor ve vahyediyor. Hz. Yusuf’a: “Sen onlara, onlar farkına bile varmadan (farkına bile varmadıkları bir standartta) onlara bu yaptıklarını anlatacaksın.” diyor Allahû Tealâ. Ve demek ki öyle bir gün gelecek ki; Yusuf’la kardeşleri tekrar karşılaşacaklar. Nitekim karşılaşıyorlar firavunun sarayında. O olayı Allahû Tealâ Hz. Yusuf’a, kuyuya onu götürmek üzere; kuyuya atmak üzere götürdükleri zaman vahyetmiş.
Ve 16. âyet-i kerime:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
12/YÛSUF-16: Ve câû ebâhum işâen yebkûn(yebkûne).
Ve babalarına yatsı vakti ağlayarak geldiler.
ve câû: Ve geldiler.
ebâ-hum: Babaları.
işâen: Yatsı vakti.
el aşıyyu: Gündüzün sonu; akşam.
el işayu: Gecenin başlangıcı; yatsı.
yebkûne: Ağlıyorlar.
Cümlecikler:
ve câû ebâhum: Ve babalarına geldiler.
işâen: Yatsı vakti.
yebkûne: Ağlıyorlar.
(Ağlayarak babalarına geldiler.)
“Ve babalarına yatsı vakti ağlayarak geldiler.”
Yani Yusuf’u babalarının gözünden nihan etmişler, bir şeyler yapmışlar Yusuf’a. Ve yaptıklarını örtmek için de ağlayarak babalarına geri dönüyorlar.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
17. âyet-i kerime:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
12/YÛSUF-17: Kâlû yâ ebânâ innâ zehebnâ nestebiku ve tereknâ yûsufe inde metâınâ fe ekelehuz zi’bu, ve mâ ente bi mu’minin lenâ ve lev kunnâ sâdikîn(sâdikîne).
“Ey babamız! Biz, yarış yapmak için gittik ve Yusuf’u eşyamızın yanına bıraktık. O zaman (o esnada) onu kurt yedi. Biz doğru söylesek bile, sen bize inanacak değilsin.” dediler.
Kelimeler:
kâlû: Dediler (ki).
yâ ebâ-nâ: Ey babamız!
in-nâ: Muhakkak ki, gerçekten biz.
zeheb-nâ: Biz gittik.
nestebiku: Biz yarış yapmak istiyoruz.
ve terek-nâ: Ve biz bıraktık, terk ettik.
yûsufe: Yusuf(u).
inde: Yanında.
metâı-nâ: Eşyamız.
(Eşyamız yanında olarak).
fe ekele-hu: Böylece, o zaman onu yedi.
ez zi’bu: Kurt.
ve mâ ente: Ve sen değilsin.
bi mu’minin: İnanan.
lenâ: Bize.
ve lev kunnâ: Ve şâyet biz olsak bile.
sâdikîn: Doğru sözlü, sadık olanlar, doğru söyleyen kimseler.
Şimdi cümleciklere geliyoruz:
kâlû: Dediler ki.
yâ ebânâ: Ey babamız!
innâ zehebnâ nestebiku: Gerçekten biz, yarış yapmak için gittik.
ve tereknâ yûsufe: Yusuf’u bıraktık (terk ettik).
inde metâınâ: Eşyamızın yanında.
fe ekelehuz zi’bu: Böylece onu kurt yedi.
ve mâ ente bi mu’minin lenâ: Ve sen bize inanacak değilsin.
ve lev kunnâ sâdikîne: Ve biz doğru sözlü olsak bile.
Şimdi cümlecikleri topluyoruz:
“Ey babamız! Biz, yarış yapmak için gittik ve Yusuf’u eşyalarımızın yanına bıraktık. Böylece o zaman onu kurt yedi. Biz doğru söylesek bile, sen bize inanacak değilsin, dediler.”
“Ey babamız! Biz, yarış yapmak için gittik ve Yusuf’u eşyamızın yanına bıraktık. O zaman, o sırada (o zaman, o esnada) onu kurt yedi. Biz doğru söylesek bile, sen bize inanacak değilsin, dediler.”
Konunun esasında, kardeşleri Yusuf’u kıra götürdükten sonra, onu bir kuyuya atıyorlar gerçekten. Atmadan evvel de gömleğini çıkarıyorlar ve orada, kuyuda bırakıyorlar. Sonra gömleğini, bir hayvan kesip gömleğini onun kanına buluyorlar. Yani Yusuf’u kurdun yediğini ispat etmek için, onu delil olarak babalarına götürüyorlar. Cebrail (A.S) da Yusuf’a devamlı yardımcı oluyor mağarada, yemeklerle onu besliyor. Ve Yusuf’un kardeşlerinden Yehuda da gene Hz. Yusuf’a diğerlerinden habersiz yemek getiriyor da dönüyor. Kardeşleri böylece, Yusuf’u devre dışı bırakmayı başarıyorlar.
Allah razı olsun.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, âyetlerde bunun ötesinde izah edecek, ruhuna girmek gibi bir özellik yok. Bir kıssa anlatılıyor; Hz. Yusuf’un kıssası.
18. âyete ulaşıyoruz:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
12/YÛSUF-18: Ve câû alâ kamîsıhî bi demin kezib(kezibin), kâle bel sevvelet lekum enfusukum emrâ(emren), fe sabrun cemîl(cemîlun), vallâhul musteânu alâ mâ tasıfûn(tasıfûne).
Ve üzerinde yalancı kan bulunan gömleğini getirdiler. (Babası şöyle) dedi: “Hayır. Sizi, nefsiniz bir işe sevketti. Artık bundan sonrası (benim yapmam gereken şey) güzel (bir) sabırdır. Sizin anlattığınız şeye karşı istiane (yardım) istenecek olan (sadece) Allah’tır.”
ve câû (câu bi): Ve geldiler.
câu bi: Aslında “ile geldiler.” Yani “getirdiler” oluyor.
alâ kamîsı-hî: Onun gömleğinin üzerinde.
bi demin kezibin: Tekzip eden, yalanlayan, yalancı kan ile.
kâle: Dedi (ki).
bel: Hayır.
sevvelet: Sürükledi, teşvik etti.
lekum: Sizi.
enfusu-kum: Sizin nefsiniz.
emren: Bir iş.
fe: Artık bundan sonra.
sabrun cemîlun: Cemil (bir), güzel (bir) sabırdır.
ve allâhu: Ve Allah.
el musteânu: Yardım (istiane) istenecek olan.
alâ: Üzerine.
mâ: Şey.
tasıfûne: Anlatıyorsunuz, vasıflandırıyorsunuz.
Ve cümlecikler:
ve câû alâ kamîsıhî bi demin kezib: Ve üzerinde yalancı kan bulunan gömleğini getirdiler.
kâle: Dedi ki.
kâle bel sevvelet lekum: (Babası şöyle) dedi: “Hayır. Sizi sevk etti.”
enfusukum emrân: Nefsiniz bir işe sevk etti.
fe sabrun cemîlun: Artık bundan sonrası güzel (bir) sabırdır.
vallâhu: Ve Allah(tır).
el musteânu: İstiane (yardım) istenecek olan.
alâ mâ tasıfûne: Sizin anlattığınız şeye.
Hz. Yâkub, gömleği alınca bunları söylüyor.
“Ve üzerinde yalancı kan bulunan gömleğini getirdiler. (Babası şöyle) dedi: Hayır. Sizi nefsiniz bir işe sevk etti. Artık bundan sonrası güzel (bir) sabırdır (benim yapmam gereken şey, bundan sonrası; benim yapmam gereken şey, güzel bir sabırdır). Sizin anlattığınız şeye karşı istiane (yardım) istenecek olan (sadece) Allah’tır.”
Aslında rivayete göre, Hz. Yâkub şöyle söylüyor çocuklarına: “Bu kurt ne kadar yumuşak huylu bir kurtmuş. Oğlumu yemiş; ama gömleğine hiç dokunmamış.”
Burada bir peygamber olan Hz. Yâkub, gömleği görür görmez hemen olayı gayet tabiî anlıyor. Ve oğullarına da aslında ne yapması lâzımgeldiğini mutlaka Allahû Tealâ’dan soruyor. Ve oğullarına karşı herhangi bir cezai müeyyide uygulamıyor. Böyle bir durumda sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Hz. Yusuf’un bir kuyuya atılması söz konusu oluyor. Ve Hz. Yusuf’un kanlı gömleği babasına götürülmüş oluyor. Kardeşleri, aslında babalarını aldatamadıklarının farkına varıyorlar. Ama Hz. Yâkub’un oğullarına karşı tavrı, onlara ceza uygulama statüsüne girmiyor. Söylediği gibi sabretmek, onun hedefi oluyor.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, Yûsuf Suresinin bu tefsiri konusunda, bir tefsir dersimizi daha burada tamamlamış oluyoruz. Olayların iç dünyasında ne var, onu görüyoruz. Çocuklarının ne yapacağını, Hz. Yâkub başından beri biliyor. Kuvvetli bir ihtimâlle Allahû Tealâ, konunun sonunu da ona söylemiş denilebilir. Ama bunun ihtimâlle alâkası yok; çünkü daha evvel (Yûsuf Suresinin başlangıcında) görmüştük ki; Hz. Yâkub oğluna, neticede diğer kardeşlerinin onun önünde secde edeceğini söylüyor ve böylece Hz. Yâkub her şeyi bilerek; oğullarının yaptıklarının karşısında belki oğlundan, Hz. Yusuf’tan ayrılmanın hüznünü yaşıyor. Hepsi o kadar.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allahû Tealâ’nın hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.
Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R