}
Ahdallahi, Allah'ın Bize Vasiyeti 21.02.2002
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 103408

SOHBETİN ADI: AHDALLAHİ
TARİH: 21.02.2002

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde biraradayız. Bir güzelliği yaşamak üzere, Allah’ın bizlere nasip kıldığı bir zaman parçasını Allah’dan bahsetmek üzere geçirmek… Herşey çok mu güzel, yoksa bana mı öyle geliyor? Allahû Tealâ ve bizler…

Konumuz; ahdallahi yani Allah’ın ahdi. Hikâyemiz, e lestu birabbikum gününden başlıyor:

A’râf Suresinin 172. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyorki: “Biz, ezelde bütün Âdemoğullarını, Âdem (A.S)’ın sırtından O’nun çocuklarını çıkararak, her birinin sırtından onların zürriyetini çıkartarak (bütün Âdemoğullarını) huzurumuzda topladık.”

7/A'RÂF-172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).

Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”


Sonra Allahû Tealâ’nın dizaynı bütün Âdemoğullarının irsale muhatap kaldığı bir günü yâd etmemizdir.

Allahû Tealâ soruyor: “e lestu birabbikum (Ben sizin Rabbiniz değil miyim)?”
Cevap geliyor: “kâlû (dediler ki) belâ (evet).”

Negatif suallerin pozitif cevabı. Arapçada negatif sorulan bir sualin cevabı pozitifse “belâ” şeklinde cevap geliyor. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” negatif bir sual ve pozitif cevabı: “Evet(belâ), Rabbimizsin.” Sizlere sorarlarsa “Ne zamandan beri Müslümansın?” diye, Osmanlı’nın cevabını vereceksiniz onlara: “Kâlû belâ’dan beri.” Allahû Tealâ’ya “Evet, Sen bizim Rabbimizsin.” dediğimiz günden beri elhamdulillâh müslümanız.

Öyleyse o zaman var mıydık? Hayır, yoktuk. Zamandan evvel Allahû Tealâ bizleri vücuda getirdi. Kıyâmet günü mahşer meydanında toplanacak olan bütün insanlar, bütün gezegenlerdeki insanlar hepimiz oradaydık. Hepimiz aynı yaşta, babalarımız da bizimle aynı yaşta, dedelerimiz de yani büyük babalarımız da bizimle aynı yaşta, Âdem (A.S) da bizimle aynı yaşta, hepimiz aynı yaşta olarak o gün Allah’ın huzurundaydık ve Allahû Tealâ: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sordu. Hepimiz kalbimizle Allah’ın söylediğini duyduk. Hepimiz kalp gözümüzle Allah’ı gördük ve hepimiz kalbimizle Allahû Tealâ’ya cevap verdik: “Evet. Sen bizim Rabbimizsin.” dedik. Sonra Allahû Tealâ ne yaptı? Bizleri nefslerimize şahit tuttu. Sonra ne yaptı? Sonra ne yaptığını Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesi veriyor:

5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).

Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki Allah göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.


Allahû Tealâ, “Evet, Sen bizim Rabbimizsin.” cevabımız üzerine diyor ki: “Ben sizin Rabbiniz olduğuma göre şimdi ey nefsler! Sizlerden yemin istiyorum, Bana teslim olacağınıza dair. Ey ruhlar! Sizden misak istiyorum, Bana teslim olacağınıza dair. Ey fizik vücutlar! Sizden ahd istiyorum, Bana teslim olacağınıza dair. Sözlerimi işittiniz mi?” Cevap veriyoruz: “İşittik.” Allahû Tealâ diyor ki: “Öyleyse itaat edin.” Nefsler (hepimizin nefsi) Allah’a yemin veriyor Allah’a teslim olacağına dair, tasfiye olacağına dair, bütün afetleri yok edeceğine dair. Hepimizin ruhu Allah’a misak veriyor, geldiği yer olan Allah’ın Zatı’na geri döneceğine ve Allah’a sarılacağına, sığınağa sığınacağına dair, Allah’ın Zatı’nda ifna olacağına (yok olacağına) dair. İşte Allahû Tealâ bizden yemin, misak ve ahd aldı. E lestu birabbikum günü Allahû Tealâ bizden (ruhumuzdan, vechimizden, nefsimizden) yemin, misak ve ahd aldı.

Bilelim ki; 3 tane vücudumuz var:

1.  Ruhumuz
2.  Vechimiz
3.  Nefsimiz

Yemin, misak ve ahd; nefsimizin, ruhumuzun ve fizik vücudumuzun Allah’a ezelde verdiği yeminlerdir.

Allahû Tealâ, O’na söylediğimiz Allahû Tealâ’nın sorduğu “İşittiniz mi?” sualine karşılık cevap veriyoruz: “semi’nâ.” Allahû Tealâ’nın “Öyleyse itaat edin!” sözüne karşılık itaat ediyoruz, yemin veriyoruz, misak veriyoruz, ahd veriyoruz. Allahû Tealâ soruyor: “İtaat ettiniz mi?” Cevap veriyoruz: “ata’nâ(itaat ettik).”

Mâide Suresinin bu 7. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ bize diyor ki:

vezkurû ni’metellâhi aleykum: Allah’ın üzerinizdeki ni’metini hatırlayın ki
ve mîsâkahullezî: ve O’nun, O’na verdiğiniz misaki hatırlayın ki
iz kutlum: siz dediniz
semi’nâ”: işittik
ve ata’nâ: itaat ettik
vettekûllâhe: Allah'a karşı takva sahibi olun

Orada (ezelde), doğduktan sonra mutlaka takva sahibi olacağınıza dair Allah’a verdiğiniz bir misak var. Ruhumuzun Allah’a verdiği; misak, fizik vücudumuzun Allah’a verdiği; ahd, nefsimizin Allah’a verdiği; yemindir.  

Şimdi bu Mâide Suresinin standartları içinde Allah’a verdiğimiz yemin, misak ve ahdin Allahû Tealâ tarafından bize emredilmesi söz konusu. 3 tane vücudumuzun Allah’a verdiği 3 tane yemin! Ama Allahû Tealâ En’âm Suresinin 152 ve 153. âyet-i kerimelerinde bize bir yaklaşımda bulunuyor. Bir şey vasiyet ediyor. Allahû Tealâ En’âm Suresinin 152. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrabû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddehu, ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).

Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.


“Yetimlerin malına yaklaşmayın. Buluğ çağına erişinceye kadar onlara ahsenle davranın, mizanı ve tartıyı doğru tutun, adaletli kılın. Hiç kimseye gücünden fazlasını yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman akrabanız olsa bile doğruyu söyleyin. Adaleti mutlaka gözetin.” diyor Allahû Tealâ. Arkasından da şunu söylüyor konumuzla alâkalı: “bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn.”

ve bi ahdillâhi evfû: Allah’ın ahdini ifa edin (yerine getirin)
ahdillâhi: Allah’ın ahdi
zâlikum vassâkum bihî: işte bu, Allah’ın size vasiyetidir

“Allah bununla size vasiyet ediyor, size emrediyor. Bunları size Allah vasiyet ediyor. Allah’ın ahdini yerine getirmenizi Allah size vasiyet ediyor.”

En’âm Suresinin 152. âyet-i kerimesi bu:

ve bi ahdillâhi evfû: Allah’ın ahdini ifa edin (yerine getirin, uygulayın)
zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn: işte bununla Allah size (bunları Allah size) vasiyet etti.

“Bunu (Allah’ın ahdini) yerine getirmenizi Allah size vasiyet etti. Umulur ki; tezekkür edersiniz.” diyor Allahû Tealâ.

Ve En’âm Suresinin 153. âyet-i kerimesi: “Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen: İşte bu, Sıratı Mustakîm’dir.” diyor Allahû Tealâ. Yani Allah’ın vasiyetini (Allah’ın ahdini) yerine getirmeyi Allahû Tealâ bize vasiyet ediyor. Bu vasiyet; Allah’ın vasiyeti mutlaka yerine getirilmesi lâzımdır.

Şimdi vasiyetin ne olduğundan bahsediyor Allahû Tealâ:

6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûhu, ve lâ tettebiûs subule fe teferraka bikum an sebîlihi, zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).

Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.


ve enne: ve muhakkak ki
hâzâ: bu
sırâtî mustekîmen: Sıratı Mustakîm’dir
fettebiûhu: O’na (Sıratı Mustakîm’e) tâbî olun
“Öyleyse Sıratı Mustakîm’e tâbî olun.”
ve lâ tettebiûs subule: diğer sebîllere tâbî olmayın
fe teferreka bikum an sebîlih: sizi O’nun (Allah’ın) yolundan (sebîlihi) ayırırlar
fe teferreka bikum an sebîlih: sizi Allah’ın yolundan tefrikaya düşürürler (ayırırlar)
zâlikum vassâkum bihî: Allahû Tealâ size bununla vasiyet etti, Sıratı Mustakîm’in üzerinde olmanızı vasiyet etti
leallekum tettekûn: umulur ki takva sahibi olursunuz

Öyleyse Allahû Tealâ vasiyetinde çok açık bir olayı dile getiriyor. Allah’ın bize bir vasiyeti var. Bu vasiyet, Allah’ın ahdini oluşturuyor. Öyleyse bizimle Allah arasında, bizim Allah’a verdiğimiz yeminler, misakler, ahdler var. Allah’ın ise bizden istediği Allah’ın ahdidir.

Öyleyse bakalım biz Allah’a ne söylemişiz? Allah’a yemin vermişiz, Allah’a misak vermişiz, Allah’a ahd vermişiz.  Mudessir Suresinin 38, 39, 40. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

74/MUDDESSİR-38: Kullu nefsin bimâ kesebet rehînetun.

Bütün nefsler, iktisap ettikleri (kazandıkları) dereceler sebebiyle (karşılığı olarak) rehinedirler (bağlıdırlar).

74/MUDDESSİR-39: İllâ ashâbel yemîn(yemîni).

Yemin sahipleri (yeminlerini yerine getiren nefsler) hariç.

74/MUDDESSİR-40: Fî cennâtin, yetesâelûn(yetesâelûne).

Onlar cennetlerdedir. (Diğerlerine) sorarlar.


kullu nefsin bimâ kesebet rehînetun: bütün nefsler, iktisap ettikleri dereceler itibariyle rehinedirler
illâ ashâbel yemîn: ama yemin sahipleri hariç
fî cennât: onlar cennetlerde olacaklardır

Peki, Allah’a verilen yeminlerini gerçekleştiren bu insanların nasıl yaptıklarına bakıyoruz. Şems Suresinin 9. âyet-i kerimesi bunun ışığını tutuyor:

91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.

Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.


kad efleha men zekkâhâ: and olsun ki nefsini (onu) tezkiye eden kişi felâha erer
Men: o kişi ki
zekkâhâ: onu (nefsini) tezkiye eder, o felâha erer (erdi)

Türkçeleştirdiğimiz zaman “Nefsini tezkiye eden felâha erer.” oluyor.

Öyleyse bütün nefsler rehineyse, bunlardan sadece yeminlerini yerine getirenler kurtulacaksa, felâha ermek de cennete girmeyi mutlaka muhtevasına aldığı cihetle; demek ki bütün nefsler Allah’a ezelde yemin vermişler tezkiye olacaklar, tasfiye olacaklar diye.

Tezkiyenin sonucunu Fâtır Suresinin 18. âyet-i kerimesinde görüyoruz. Allahû Tealâ diyor ki:

35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).

Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).


Allahû Tealâ: “ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih ve ilâllâhil masîr: Kim nefsini tezkiye ederse, kendi nefsi için tezkiye eder.” diyor. Neden? Çünkü nefsi ezelde Allah’a yemin vermiştir. Allah’a verdiği yemini yerine getirmek üzerine borç olduğu için kişi yeminini yerine getirmiştir. Ve sonra da diyor ki Allahû Tealâ: “ve ilâllâhil masîr: Ve Allah’a döner (ruhu Allah’a ulaşır).”

Mâide Suresinin 105. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

5/MÂİDE-105: Yâ eyyuhâllezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izâhtedeytum, ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).

Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.


Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum: Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyen îmân sahipleri)! Nefslerinizi temizlemek (tezkiye etmek) üzerinize borçtur.” Neden? Çünkü Allah’a ezelde bu sözü vermişiz. Nefsimizi tezkiye etmek konusunda sözü vermişiz.

Mâide Suresinin 105. âyet-i kerimesinin kelime kelime Türkçe’ye çevrilmesinde: “aleykum enfusekum: Nefsleriniz üzerinizedir.” diyor. Yani nefslerinizin sorumluluğu üzerinizedir. Yani “Nefslerinizi tezkiye etmek üzerinize borçtur. Siz nefslerinizi tezkiye etmek yoluyla hidayete adım attığınız zaman, nefslerinizi tezkiye etmeye başlayarak hidayete adım attığınız zaman, hidayet üzere olduğunuz zaman dalâlette olanlar size bir zarar veremezler.” diyor Allahû Tealâ. Mahiyeti ne? Kim Allah’a verdiği nefsini tezkiye etmek yeminini yerine getirmek isterse, o kişi Allah’a ulaşmayı diler. Allahû Tealâ 12 tane ihsanla onu mürşidine ulaştırır. Tâbî olduğu anda nefs tezkiyesine başlar.

Kişinin nefs tezkiyesine başladığı an, nefsin temizliğine başladığı an, nefsin Allah’a verdiği yeminin yerine getirilmesine başlamıştır. Bu noktadan itibaren o kişiye zülmanî olanların hiçbir zararı dokunamaz. Zülmanî olanların yani büyü yapanların, hüddam yapanların, insanlara kötülük etmekle meşgul olanların büyüsü ve hüddamı Bakara Suresinin 102. âyet-i kerimesine göre ancak Allah izin verdiği takdirde insanlara zarar verebilir. Ama Allahû Tealâ: “Bu izni vermiyorum.” diyor. Kimler için “…vermiyorum.” diyor? “Kim Benim, kendisine gösterdiğim mürşide ulaşırsa, kim Bana ulaşmayı dilerse, Benim seçtiklerimden Ben ona 12 tane ihsan veririm ve bu 12 tane ihsanla o kulum Bana ulaşır. 12 ihsanla mürşidine ulaşır ve tövbe edince mürşidinin önünde, onun kalbine îmânı yazarız. Onun başının üzerine devrin imamının ruhu gelir, yerleşir. Kalbinin mührünü açarız, kalbinin içindeki ‘küfür’ kelimesini alırız, kalbinin içine îmânı yazarız ve o kişi nefs tezkiyesine başlar. Ruhu vücudundan ayrılır. Allah’a doğru yola çıkar ve bir sonuç oluşur.” diyor Allahû Tealâ. Öyleyse böyle bir dizaynda Allah’ın bir muhtevası var. Orada Allahû Tealâ hepimize bir işaret veriyor; ruhumuzun Allah’a ulaşması, nefsimizin tezkiyesine bağlı bir işlem. Ama burada fiili olarak nefs tezkiyesine başlıyoruz.

Peki, Allah’ın buradaki birinci işlemi ne? Devrin imamının ruhu başımızın üzerine geliyor. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah ona 12 tane ihsan verir. 12 ihsanla mürşidine ulaşan bu kişi tâbî olduğu anda devrin imamının ruhu başının üzerine gelir, yerleşir. Yerleşirse ne olur? Yerleşirse o kişi nefs tezkiyesine başlar. Ama nefs tezkiyesine başlayan bu kişiye büyü yapanların, hüddam yapanların bir zararı dokunamaz. Neden? Çünkü başının üzerinde bir muhafız vardır. Devrin imamı kişinin başının üzerine yerleşmiştir. O bir muhafızdır. İşte bu muhafızın bir muhafaza etme görevi olduğunu Allahû Tealâ Kaf Suresinin 31 ve 32. âyetlerinde açıklıyor:

50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayra baîdin.

Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.

50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).

İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.


“Cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı. İşte, bütün evvab olanlar ve hafîz olanlar için vaad olunduğunuz cennet budur.”  

Evvab olanlar, ruhlarını Allah’a ulaştırmış, 21. basamağa ulaşmış, sonra da Allah’ın Zatı’nda ruhları kaybolmuş, yok olmuş olanlardır. Yani Allah meabdır, sığınaktır. Sığınağa ruhu sığınmış olan insanlar “evvab” adını alıyor. Sığınağa sığınmış demektir. Ve “hafîz” diyor Allahû Tealâ. Muhafaza altına alınmış, bir muhafızla korunma altına alınmış kişidir. Muhafaza edilmiş, hafîz olmuş. İşte muhafaza altına alınan kişiye şeytanın büyüsü ve hüddamı geçerli değildir.

Mâide Suresinin 105. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ bu büyük hakikâti anlatıyor:  

5/MÂİDE-105: Yâ eyyuhâllezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izâhtedeytum, ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).

Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.


“Siz nefs tezkiyesine başladığınız anda hidayet üzere olursunuz. Aynı anda başınızın üzerine devrin imamının ruhu gelir ve dalâlette olanlar (onlardan) hüddamla, büyüyle zülmanî kötülüklerle uğraşanlar bu noktadan itibaren size bir zarar veremezler.” diyor Allahû Tealâ. Neyle? Nefsimizi tezkiye etmemizle paralel bir olgu. Öyleyse nefsimiz Allah’a yemin vermiş gördüğünüz gibi. Bu yemin, nefsimizin tezkiyesiyle alâkalı.

Peki, ya fizik vücudumuz ne vermiş Allahû Tealâ’ya? Fizik vücudumuz Allahû Tealâ’ya ahd vermiş. Allah’a verdiği ahde bakıyoruz; Yâsîn Suresinin 60 ve 61. âyet-i kerimeleri:

36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).

Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.

36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).

Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.


“Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden ahd almadım mı şeytana kul olmayacaksınız diye? Çünkü şeytan size apaçık bir düşmandır. Ve Ben sizden Bana kul olacaksınız diye ahd almadım mı? İşte bu da Sıratı Mustakîm’dir.”

Allah’a kul olmak; Allah’ın Sıratı Mustakîm’i! Öyleyse Allah’a ne vermişiz? Ahd vermişiz fizik vücudumuzu Allah’a kul edeceğiz diye. Yani Allah’a kul ederek Allah’a teslim edeceğiz diye Allah’a ahd vermişiz. Peki, ruhumuz ne vermiş Allah’a? Ruhumuz da misak vermiş. İşte Ra’d Suresinin 20 ve 21. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ  buyuruyor ki:

13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).

Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.


“Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi: Onlar, Allah ile olan ahdlerini (Allah’ın ahdini) ifa ederler.”

Bu bize neyi hatırlatıyor? En’âm Suresinin 152. âyet-i kerimesini hatırlatıyor. Ne diyordu Allahû Tealâ orada? “ve bi ahdillâhi evfû: Allah’ın ahdini ifa edin.” diyor Allahû Tealâ.

6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrabû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddehu, ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).

Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.


Burada ne diyor? Ra’d Suresinin 20. âyet-i kerimesi: “Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi: Onlar Allah’ın ahdini ifa ederler.” diyor Allahû Tealâ. Yani En’âm Suresinin 152. âyet-i kerimesindeki ezelde Allahû Tealâ ’nın bize vasiyet ettiği ahdallahidir. “Onlar onu ifa ederler.” diyor Allahû Tealâ.

“ve lâ yenkudûnel misak: Ve Allah’ın ahdini ifa etmek suretiyle misaklerini bozmazlar.”

Peki, bu bozmadıkları misakleri neyi ifade ediyor? 21. âyet-i kerime (bir sonraki âyet) bunu söylüyor:

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).

Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.


Allahû Tealâ: “Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale: Ve onlar Allah’ın, Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını) Allah’a ulaştırırlar. Böylece misaklerini bozmazlar.” diyor. Yani Allah’a verdiğimiz misak, ruhumuzun biz ölmeden Allah’a ulaşmasıdır. Arkadan misakın şartlarını veriyor Allahû Tealâ: “ve yehâfûne sûel hisâb: Onlar kötü hesaptan (günahlarının sevaplarından fazla olması sebebiyle cehenneme gitmekten) korkarlar.” Kim bu insanlar? Ruhlarını Allah’a ulaştıranlar.

Ne demek istiyor Allahû Tealâ burada? Gelin sizinle beraber Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyet-i kerimelerine bir göz atalım. Ne diyor Allahû Tealâ Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyet-i kerimelerinde?

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).


Allahû Tealâ diyor ki: “Onlar Bize mülâki olmayı (dünya hayatında yaşarken, hayattayken ruhlarını Bize ulaştırmayı) dilemezler. Böyle bir dilekleri, talepleri yoktur. Onlar dünya hayatından razıdırlar. Manevî ni’metler, manevî ihsanlar onları alâkadar etmez. Onlar dünya hayatıyla mutmain olurlar. Onların doyuma ulaşmaları dünyadan zevk almalarıyla mümkündür. Onlar manevî hayattan zevk almazlar. Kalp gözlerinin açılması, kalp kulaklarının açılması onlar için önem taşımaz. Öyle bir talepleri de hiç yoktur ve daha önemlisi onlar Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır.” Âyetlerden gâfil olmasalar Allah’a ulaşmayı mutlaka dileyecekler ama gâfiller. Bilmiyorlar. Allah’a ulaşmayı dilemenin hemen arkasından gelen hükmünü bilmiyorlar. Ne diyor Allahû Tealâ? “Onlar, onların kazandıkları dereceler itibariyle gidecekleri yer ateştir (cehennemdir).” diyor.

Mu’minûn Suresinin 103. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ cehenneme girip ebedîyyen kalacak olan insanlardan bahsediyor:

23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).

Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.


“Kıyâmet günü mizanlarımızı kurarız. Bir kısım insanların günahları sevaplarından çoktur. O günahları sevaplarından çok olanları cehenneme atarız. Onların (günahları sevaplarından çok olanların) gidecekleri yer cehennemdir. Ebedîyyen orada kalacaklardır. Onlar hüsranda olanlardır.” diyor Allahû Tealâ. Kimmiş bu cehenneme girip de devamlı kalacak olanlar? Günahları sevaplarından çok olanlar.

Şimdi Ra’d Suresinin 22. âyet-i kerimesine geliyoruz. Ne diyor Allahû Tealâ orada?

13/RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ razaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedraûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).

Onlar, sabırla Rab’lerinin Vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı ve Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.


Allahû Tealâ: “Onlar kötü hesaptan (günahlarının sevaplarından fazla olmasından) korkarlar.” diyor. Korktukları için Allah’a ulaşmayı dilemişler, arkasından Allahû Tealâ onlara 12 tane ihsan vermiş, mürşidlerine ulaşmışlar. Sonra ruhları Allah’a doğru yola çıkmış, Allah’a da ulaşmış ruhları ve bunun arkasında kötü hesaptan (kaybettikleri derecelerin kazandıkları derecelerden fazla olmasından) korktukları için Allah’a ulaşmayı dilemişler. Böylece garanti etmişler ki; kötü hesap yok onlar için. Çünkü Allah’a ulaşmayı dileyenin mutlaka kazandığı dereceler kaybettiği derecelerden fazla olacak. Kimin kaybettiği dereceler fazla? Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin. Öyleyse Ra’d Suresinin 20 ve 21. âyetleri enteresan olgular taşıyor. Yetmez; bu kişinin bu yoldan geçtiği, yani Allah’a ulaşmayı dileme yolundan geçtiği yeni bir ifadeyle daha teyit ediliyor ve “Onlar Rab’lerine karşı huşû duyanlardır.” diyor.

Biliyorsunuz; gaybde Rahmân’a huşû duyanların huşûsu var, kalplerinde %2 rahmet birikiminin huşûsuna sahip olanlar var, bir de ruhlarını ölmeden evvel Allah’a mutlaka ulaştıracaklarına yakîn hâsıl ederek kesin şekilde inananlar var. Onlar da huşû sahipleri. Öyleyse bunların hepsi, kişi Allah’a ulaşmayı diledikten sonraki kişinin mürşidine ulaşmadan evvelki merhaleleri ve Allahû Tealâ arkadan bütün bunların Allah’a ulaşmayı dilemekle gerçekleştiğini 22. âyet-i kerimede Allahû Tealâ kesinleştiriyor. Diyor ki: “Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim: Onlar sabırla Allah’ın Zatı’nı (Allah’ın Zatı’na ulaşmayı) ve Allah’ın Zatı’nı görmeyi dileyenlerdir.” Öyleyse Allah’a verdikleri misaki kimler, hangi vücutları için veriyorlar? Ruhları için veriyorlar. Ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştırmak konusunda ezelde veriyorlar Allahû Tealâ’ya misaklerini ve misakimiz ruhumuzla alâkalı.

Peki, Ra’d Suresinin 25. âyet-i kerimesinde ne var? “Onlar Allah’a evvelce (elestü bi Rabbikum günü) misak vermelerine rağmen Allah’ın, Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırmazlar ve vuslatı keserler. Onlar yeryüzünde fesat çıkaranlardır.” buyuruyor Allahû Tealâ.

13/RA'D-25: Vellezîne yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale ve yufsidûne fîl ardı ulâike lehumul la’netu ve lehum sûud dâr(dâri).

Onlar, misaklerinden sonra (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim edeceklerine dair ezelde Allah’a misak verdikten sonra) Allah’ın ahdini bozarlar (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim etmezler). Ve Allah’ın, O’na (Allah’a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler (ruhlarını Allah’a ulaştırmazlar). Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar (başka insanların da Sıratı Mustakîm’e ulaşmalarına mani oldukları için fesat çıkarırlar). Lânet onlar içindir. Ve yurdun kötüsü (cehennem) onlar içindir.


Sevgili kardeşlerim! “Allah’a misak vermelerine rağmen misaklerini yerine getirmezler. Vuslatı keserler.” diyor Allahû Tealâ. Ve şöyle de söylüyor Allahû Tealâ orada (Ra’d Suresinin 25. âyet-i kerimesinde): “Ve Allah’ın, Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırmazlar.” diyor.

Misakin temel anlamda bunu dizayn ettiği yani ruhumuzun ölmeden Allah’a ulaşmayı dizayn ettiği vakasıyla karşı karşıyayız. Ama Allahû Tealâ bir âyet-i kerimesinde: “Bütün insanlardan misak aldık, kesin söz aldık.” diyor. Âli İmrân Suresinin 81. âyet-i kerimesinde ise: “Nebîlerden misak aldık.” diyor.

3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tansurunnehu, kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).

Ve Allah, nebilerden, “Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, O'na mutlaka îmân edeceksiniz ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz” diye misak aldığı zaman, “İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?” diye buyurdu. (Onlar da): “İkrar ettik (kabul ettik)” dediler. (Allahû Teâlâ): “Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.


Şimdi “misak” kelimesini Kur’ân-ı Kerim’de iki ayrı mânâda kullanılmış oluyor. Beraberce Âli İmrân Suresinin 81. âyet-i kerimesine bakalım ne diyor Allahû Tealâ?

ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne: ve o zaman ki biz nebîlerden misak aldık
lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin: Ey nebîler! Size Kitap verdik ve hikmet verdik
summe câekum resûlun: sizlerden sonra resûlümüz gelecek
musaddikun limâ meakum: sizinle beraber olanları tasdik etmek için

Yani bütün nebîlere Allahû Tealâ Kitap vermiş. “Bütün nebîlere verdiği Kitaplar’ı tasdik etmek için bütün nebîlerden sonra resûlümüz gelecek.” diyor. Mehdi Resûl’den bahsediyor Allahû Tealâ.

le tu’minunne bihî: O’na imân edeceğinize
ve le tensurunneh: “Ve O’na yardım edeceklerine dair bütün nebîlerden misak aldık.” diyor Allahû Tealâ.

Sonra da nebîlere hitab ediyor: “Sizlerden (hepinizden) sonra bir resûlümüz gelecek. O resûle yardım edeceğinize ve imân edeceğinize dair onlardan misak aldık.” diyor ve arkasını şöyle tamamlıyor:

kâle: dediler ki
e akrartum: ikrar ettik, söz ile tasdik ettik
ve ehaztum alâ zâlikum ısrî: onlar da demişlerdi ki: kabul ettik

“Bu ağır sözü, bu ağır yükü kabul ettiniz mi?” diyor Allahû Tealâ. Onlar da diyorlar ki: “kâlû akrarnâ: Evet, ikrar ettik.”

Allahû Tealâ diyor ki:

kâle: Allah dedi ki
feşhedû: öyleyse şahid olun
ve ene meakum mineş şâhidîn: ve Ben de sizinle beraber şahitlerdenim

Sevgili kardeşlerim! Bu âyet, Mehdi (A.S)’a bütün nebîlerin (bütün peygamberlerin) imân edeceğine ve O’na yardım edeceğine dair kesin bir işaret taşıyor. Burada Allahû Tealâ’nın bu bütün nebîlerden aldığı söz, nebîlerin ruhlarını Allah’a teslim edeceklerine dair değil; nebîlerin Mehdi (A.S)’a yardım edeceklerine dair ama adı; misak.

Ve Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde: “İşittik ve itaat ettik.’ dediniz ve sizden Allah misak aldı ve misakinizi yerine getirmek konusunda size vasiyet etti.” diyor Allahû Tealâ.

Şimdi Mâide suresinin 7. âyet-i kerimesine ulaştığımız zaman;

5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).

Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki Allah göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.


vezkurû ni’metellâhi aleykum: Allah’ın üzerinizdeki ni’metini hatırlayın
ve mîsâkahullezî: ve O’na verdiğiniz misaki hatırlayın  
vâsekakum bihî: onunla Allah’ın size vasiyet ettiği, onunla bağlandığınız sözü hatırlayın

Allahû Tealâ başka âyetlerde: “Biz, bütün insanlardan Kitaplar’ı inkâr etmeyeceklerine dair misak aldık.” diyor. Bu açılardan “misak” kelimesine baktığımız zaman şümûllü bir ifade taşıdığını görüyoruz. Allah’a misak vermişiz.

“Misak” kelimesi, ruhumuzun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasını muhtevasına alıyor, tamam. “Yemin” kelimesi, nefsimizin tezkiyesini de tasfiyesini de içine alıyor, tamam. “Ahd” kelimesi bizim Allah’a verdiğimiz ahd, fizik vücudumuzun teslim olmasını muhtevasına alıyor. Ama “misak” kelimesinin muhtevasında daha geniş bir anlam var. Nasıl Allahû Tealâ’nın vasiyetinde yeminimizi ve ruhumuzu Allah’a ulaştırmak konusundaki misakımızı ve fizik vücudun ahdini aşan bir hüviyet varsa, bizden irademizi de Allahû Tealâ teslim almayı istiyorsa, e lestu birabbikum günü Allah’a verdiğimiz misakta, yeminimizin, misakımızın ve ahdimizin ötesinde bir şey saklıymış gibi görünüyor.

Allah’a verdiğimiz misakta Allah’ın indirdiği bütün mukaddes Kitaplar’ı kabul etmemizin yemini gizlidir. Allahû Tealâ’nın bütün peygamberlerden Mehdi (A.S)’ı, O’na yardım etmek suretiyle ve O’na imân etmek suretiyle muhafazanın altına alacaklarını beyan ediyor. Allahû Tealâ: “Bütün insanlardan kesin söz alınmalarına rağmen onlardan Kitaplar’ın hüviyetini değiştirmeyeceklerine dair onlardan kesin söz (misak) alınmasına rağmen onlar Kitaplar’ın muhtevasını değiştirdiler.” diyor Allahû Tealâ. Öyleyse Kur’ân-ı Kerim’de “misak” kelimesinin muhtevasına baktığımız zaman bütün Kitaplar’ın kabul edilmesi istikâmetinde bir anlam taşıyor bütün insanlar için. Bütün nebîler için Mehdi (A.S)’a yardım ve O’na imân etmek mânâsını taşıyor.

Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ bir tek “misak” kelimesi kullanmış. Ama bununla bütün yeminlerimizi muhtevaya alıyor. En’âm Suresinin 152. ve 153. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ’nın vasiyeti Sıratı Mustakîm’i emrediyor. O zaman 4 Sıratı Mustakîm de emrolunuyor ve Allahû Tealâ’nın Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde bizden aldığı söz, bu muhtevanın bütününü içerebilir. Öyleyse şunu biliyoruz ki; kim Allah’a ruhunu, vechini, nefsini teslim etmişse, onun iç dünyasındaki daimî zikir sebebiyle müzeyyen olma safhaları mutlaka birbirini takip edecek ve o kişi iradesini de Allah’a teslim etmek standartlarına otomatik olarak ulaşacaktır.

“Misak” kelimesi ruhumuzun tesliminden öte bir mânâ ifade ediyorsa, bunun içinde olması lâzım. Ama Kur’ân-ı Kerim’de bu husus açıklık kazanmadığı için yani Allahû Tealâ bizden aldığı misakın hem ruhumuzun Allah’a teslimi hem de 4 vücudumuzun da Allah’a teslimini içerdiğine dair kesin bir ifade kullanmadığı için Allah’ın vasiyetinin ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve irademizi Allah’a teslim etmeyi bütünü olarak ihtiva ettiğini Allahû Tealâ ortaya koymuş oluyor. Ama bizim Allah’a verdiğimiz yeminin, misakın ve ahdin şu saydığımız ayet-i kerimeler gereğince ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve irademizi Allah’a teslim etmeyi kapsamına aldığını söylemek söz konusu. Eğer Allah’ın vasiyeti 4 teslimi içeriyorsa ki irademizin teslimi de mutlak olarak var Allah’ın vasiyetinde, o zaman Allahû Tealâ’nın En’âm Suresinin 152. ve 153’üncü âyetlerinde söylediği vasiyetinin ve ahdallahinin eşitliği konusundan hareketle şuraya varıyoruz:

Ahdallahi = Allah’ın vasiyeti

Yani Allahû Tealâ bize vasiyet etmiş. “Ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi Bana teslim edeceksiniz. Bu, Benim Ahdim. Hepinizden bunların hepsini istiyorum ve bunu size vasiyet ediyorum. Benim Ahdimi size vasiyet ediyorum. Ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi Bana teslim edeceksiniz.” diyor Allahû Tealâ.

Burada dikkat çekici nokta, Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ’nın bizim misakimizden bahsetmesidir. Orada başka bir isim vermiyor. Biz Allah’a sadece misak vermişiz. Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesi bu noktada bizim misakımızı da ahdimizi de yeminimizi de içerdiği neticesine de ulaşıyoruz. Ayrıca bizden aldığı misakın, Allah’ın Kitaplar’ını asla yalanlamamak hususunda bize bir remz olarak ulaştırıldığını görüyoruz.

Sevgili kardeşlerim! Yine vaktin nasıl geçtiğini anlayamadan zamanımızı doldurmuşuz. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimiz’den dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz. Allah hepinizden razı olsun. Allahû Tealâ hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırsın dualarımızla, niyazlarımızla...

İmam İskender Ali M İ H R