SOHBETİN ADI: CÜZ’İ İRADE
TARİH: 21.03.2002
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, sevgili kardeşlerim, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetini yapmak üzere gene beraberiz.
Konumuz: Cüz’i İrade, Küllî İrade, İlâhi İrade.
İrade, Arapçada istek, dilek anlamına kullanılıyor. Bir şeyi irade etmek, onu istemek lügat mânâsı itibariyle. Ama irade, isteme yetkisi aslında. İnsanın da dilediğini seçme yetkisi var. İlâhi İradenin elbette olacak. Çünkü O, İlâh, yaratan. Bir de İlâhi İradenin yarattığı bir kâinat kompüteri var; Allah’ın yarattığı bir kompüter, bir kâinat kompüteri. Bu bilgisayar, kâinattaki, bütün kâinattaki her zerreyle ayrı ayrı meşgul.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, cüz’i irade, Allah’ın insanlara ve cinlere verdiği bir irade. Dikkat edin ki; meleklerin iradesi yoktur. Melekler diledikleri şeyi yapmak için değil, sadece Allah onlara ne emretmişse sadece o emrin hudutlarında kalarak, Allah’ın emrini yapmak için yaratılmışlardır. Yani iradeleri olsaydı, Allah’a teslim edilmiş olacaktı. Nasıl bir insan iradesini Allah’a teslim ettiği noktadan itibaren talep etme standardının, yetkisinin sahibi değilse, melekler yaratılışlarından itibaren öyledirler. Her konu için programlanmışlardır. Görevleri, kendi iradelerini devreye koymadan o görevi, sadece o görevi yapmaktır.
Cennetteki melekler; hurilerle ve gılmanlar oluyor. Görevleri, cennet ehline hizmettir. Hizmet için yaratılmışlardır. Onlar yemek yemezler ama yemek servisini onlar yaparlar. Onların yaşamak için havaya, doymak için yemeğe ihtiyacı yoktur. Cehennemde de zebaniler gene meleklerdir. İradeleri yoktur. Sadece belli görevleri yapmak üzere yaratılmışlardır. Bu belli görevlerin yapılması söz konusu. Ama insanlar ve cinler cüz’i iradeli mahlûklardır. Allahû Tealâ’nın kimsenin iradesine müdahalesi söz konusu değildir. Müdahale etmeme konusunda kesin hüküm sahibidir. Peki, Allahû Tealâ hiç kimsenin iradesine müdahale etmez mi? Eder. Kimin iradesine müdahale eder? Kim iradesini Allah’a teslim ederse, Allah onun iradesini ref eder, Kendi iradesine bağlar. İşte Allahû Tealâ’nın iradî yapısında bir bağlama müessesi var. İradî yapının, iradenin, talebin, Allah’ın iradesine bağlanması ve ref edilmesi, kaldırılması, yok edilmesi.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, öyleyse her şeyin ait olduğu standartta en güzele ulaşması için size cüz’i irade verildi. Cüz’i irade sizin emrinizdedir. Nasıl dilerseniz öyle kullanırsınız. Ve size dokunacak olan hayrı ve şerri siz vücuda getirirsiniz, kendi iradenizle isteyerek, bilerek. Ve Allah’ın katında cüz’i iradenizin çok büyük bir önemi vardır. Sizin cüz’i iradeniz devreye girmedikçe, Allah’ın size kapalı olan kapıları açılmaz, şeytanın size açık olan kapıları kapanmaz.
Öyleyse hayata, Allah’ın sizin faydanıza sunacağı bütün kapıları kapalı olarak başlarsınız ve şeytanın da bütün kapıları açık olarak başlarsınız. Yani her türlü kötülüğe açıksınız ama şeytanın iğvası sizi felâkete götürür. Bu kötülükler, açık olduğunuz kötülükler size sadece felâket sağlar. Kim şeytanın kapısını kapatamazsa, Allah’ın kapılarını açamazsa, o kişinin gideceği yer cehennemdir.
Sevgili kardeşlerim, bütün insanlar hayata şu baş gözlerinde “hicab-ı mesture” isimli bir gizli perdeyle başlarlar. Bütün insanlar hayata kulaklarında “vakra” isimli bir işitme engeliyle başlarlar. Bütün insanlar hayata kalplerinde “ekinnet” isimli bir idrak edememe, fıkıh edememe engeliyle başlarlar. Bütün insanların kalplerinde hem zulmet kapısı vardır, hem nur kapısı vardır. Zulmet kapısı şeytana aittir, açıktır, nur kapısı Allah’a aittir ve mühürlüdür. Bütün insanların kalplerinden Allah’a açılan, Allah’a ulaşan, Allah’ın nurlarına ulaşan bir yol açılmamıştır. O yol mevcut değildir. Bütün insanların kalp gözü ve kalp kulağı da ayrıca kördür ve sağırdır. Bütün kapılar. Ve bu sebeple insanlar, Allahû Tealâ’nın Kur’ân-ı Kerim’ine göre ölü olarak doğarlar. Baş gözleri irşad makamına baktığı ama görmediği için kördürler. O kişiyi (mürşidi) irşad makamı olarak görmediği için kördürler.
Allahû Tealâ diyor ki:
“Habîbim! Sana baktıklarını görürsün ve Seni gördüklerini zannedersin. Oysaki onlar Seni görmezler, sadece bakarlar. Onlar ölüdürler.” diyor Allahû Tealâ.
7/A'RÂF-198: Ve in ted’ûhum ilel ilâl hudâ lâ yesme’û, ve terâhum yenzurûne ileyke ve hum lâ yubsırûn(yubsırûne).
Ve onları eğer hidayete (Allah’a ulaşmaya) çağırırsanız işitmezler. Ve onları sana bakar görürsün ve onlar görmezler.
“Habîbim!” diyor, “Sen mezardaki ölülere işittiremezsin.” diyor, “onlar sağırdırlar. İnsanlar da kulaklarındaki vakra sebebiyle (engel sebebiyle) sağırdırlar. Seni işitmezler.” diyor Allahû Tealâ. Mezardaki ölüler gibidirler. Sen onlara işittiremezsin.” diyor.
35/FÂTIR-22: Ve mâ yestevîl ahyâu ve lâl emvât(emvâtu), innallâhe yusmiu men yeşâu, ve mâ ente bi musmiin men fîl kubûr(kubûri).
Ve hayy (diri) olanlar ve ölüler eşit olmaz. Muhakkak ki Allah, dilediğine işittirir. Ve sen, kabirlerde (mezarlarda) olanlara işittirici değilsin.
Ve En’âm Suresinin 36. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ: “Sadece işitebilenler davete icabet eder.” diyor:
6/EN'ÂM-36: İnnemâ yestecîbullezîne yesmeûn(yesmeûne), vel mevtâ yeb’asuhumullâhu summe ileyhi yurceûn(yurceûne).
(Davete) ancak işitenler icabet eder. Ve Allah, ölüleri (ölü olan sem’î isimli işitme hassasını, ölü olan fuad isimli idrak hassasını, ölü olan basar isimli görme hassasını) diriltir. Sonra O'na döndürülürler. (Hayatta iken ruhu mürşid eliyle Allah’a döndürülür.)
Allahû Tealâ A’râf Suresinin 179. âyet-i kerimesinde diyor ki:
7/A'RÂF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran minel cinni vel insi, lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.
“Biz, cehennemi insanların ve cinlerin çoğu için yarattık. Onların kalpleri vardır; onunla fıkıh edemezler. Yani kalplerinde ‘ekinnet’ adı verilen bir engel olduğu için kalpleriyle idrak edemezler. Senin söylediklerinin derin mânâsına varamazlar. Onların kulakları vardır; o kulaklarla işitemezler. Çünkü kulaklarında vakra vardır. Onların gözleri vardır; o gözlerle göremezler.” diyor Allahû Tealâ. Çünkü gözlerinde hicab-ı mesture vardır. Onlar hayvanlar gibidirler. Hayır, hayvanlardan daha çok dalâlettedirler.” diyor Allahû Tealâ.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allah ile olan ilişkilerinizi kuracak olan bütün sistemler kapalı. Kör, sağır ve dilsiz olarak doğarsınız. Neye karşı? Allah’ın âyetlerine karşı, Allah’ın kurtuluş standartlarına karşı. Ve şeytanla alâkalı konular bütünüyle faaliyettedir. Kalbinizde “küfür” kelimesi vardır, kalbiniz mühürlüdür ve kalbinizin içinde “küfür” kelimesi vardır. Şeytanın alâmet-i farikası, küfür kelimesi. Ve şeytana açılan kalbinizdeki kapı açıktır. Her an şeytanın karanlıkları o kapıdan içeriye devamlı girerler.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, kalbinize giren bu karanlıklar, kalbinizde afetleri daha çok konsantre eder. Öyleyse Allah’ın sizinle ilişki kurarak, sizi daha güzele ulaştırabileceği sizdeki bütün vasıtalar kapalıdır, mühürlüdür, kilitlidir. Hiçbirisinin çalışması mümkün değildir. Onlara bu çalışmayı verecek olan, çalışma alanına onları sokacak olan kapalı kapıları, mühürleri açacak olan şey, sizin cüz’i iradenizdir.
Allah, Allah’a ulaşmanızı istiyor ve Kendisine sizi ulaştırmak istiyor. Hem O sizi Kendisine ulaştırmak istiyor hem de sizin Kendisine ulaşmayı dilemenizi bekliyor. Dilemeniz ise iradî yapınızı, cüz’i iradenizi devreye sokmanızla ve istemeniz, dilemeniz demektir. İşte bu sebeple insanlar daha başlangıçtan itibaren ikiye ayrılıyorlar. Allah’a açık bütün sistemleri kapalı ve kilitli olan insanlar. Bu insanlar tek grup olarak geliyor 1. ve 2. basamaklarda. Ancak 3. basamakta ikiye ayrılıyorlar. İradelerini kullanabilenler, bunların dışına çıkıyor.
Bu iradenin kullanılması, sadece tek bir istikamette isteniyor Allahû Tealâ tarafından, bir tek istikamette: Allah’a ulaşmayı dilemek.
Neyi ulaştıracaksınız? Sizde bir emanet olan ruhu. Allahû Tealâ diyor ki:
33/AHZÂB-72: İnnâ aradnâl emânete alâs semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.
“Biz, emaneti göklere, dağlara teklif ettik. Onlar emaneti üstlenmekten kaçındılar. Ama insan, ona teklif ettiğimiz zaman emaneti yüklendi. Çünkü insan cahildir ve zalimdir.” diyor Allahû Tealâ.
İşte o yüklendiğiniz emanet, Allah’a mutlaka geri dönmesi lâzım gelen bir emanet ve bu dünya hayatını yaşarken. Üzerinize 12 defa farz. Ve Allahû Tealâ cüz’i iradenizle Allah’a geri dönmeyi dilemenizi istiyor. Cüz’i iradenizle Allah’a geri dönmeyi dilemenizi istiyor Allahû Tealâ. İstemezseniz, ömrünüz boyunca körsünüz, sağırsınız, dilsizsiniz sevgili kardeşlerim. Ve kalbinizde hep küfür yazılı olarak yaşarsınız. Ve Kur’ân-ı Kerim, kalplerinde küfür yazılı olan herkes için “kâfir” kelimesini kullanıyor.
“Kalbinizin içine îmân yazılmadıkça mü’min olamazsınız.” diyor Allahû Tealâ.
49/HUCURÂT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah’a ulaşmayı dilemediniz). Fakat: "Teslim olduk." deyin. Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah’a ve O’nun Resûl'üne itaat ederseniz (Allah’a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah, Gafur’dur, Rahîm’dir.”
“Nefs tezkiyesine başlamadıkça mü’min olamazsınız.” diyor. “Tâbî olmadıkça mü’min olamazsınız.” diyor.
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).
Cüz’i iradenizdir ki; size derecat kazandırır veya kaybettirir. Önemli mi? Çok önemli. Çünkü kazandığınız dereceler kaybettiklerinizden fazla olduğu takdirde Allah’ın cennetine girersiniz. Eğer kaybettiğiniz dereceler fazlaysa, yani birincisinin tam tersi bir olay varsa, o zaman da gideceğiniz yer cehennemdir.
Öyleyse herkes kendisine göre bir hayat yaşar. Kazandığı dereceler vardır, kaybettiği dereceler vardır. Herkesin kazandığı ve kaybettiği dereceler birbirinden farklıdır. Milyarlarca derece kazanırsınız, milyarlarca derece kaybedersiniz ve kimin kazandığı dereceler kaybettiklerinden fazlaysa, Allah’ın cennetine girecek olanlar onlar değildir; kaybettiği dereceler fazla olanlar cehenneme girecek olanlardır. Onlara Allahû Tealâ “hüsranda olanlar” diyor.
7/A'RÂF-9: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum bimâ kânû bi âyâtinâ yazlimûn(yazlimûne).
Ve kimin (sevap) tartıları hafif gelirse, işte onlar, âyetlerimize zulmettiklerinden dolayı nefslerini hüsrana düşürmüş olanlardır.
İşte bütün insanlar doğuşlarından itibaren bütün davranışlarıyla daima günahları (kaybettikleri dereceler) kazandıkları derecelerden fazla olanlardır. Derecelerin hükümfermâ olduğu devir, akil ve baliğ olduğunuz noktadır. Ondan evvel sübyan sınıfındansınız, yani yani sabi, yani rüşte ermemiş. Rüşte erdiğiniz zaman dilimi, İslâm’a göre 15 yaştır. 15 yaştan itibaren iradeniz Allah’a göre çok değerlidir. O iradenizle bir karar vermek mecburiyetindesiniz: Allah’a ulaşmayı dilemek.
Sevgili kardeşlerim, ya dilersiniz ya da dilemezsiniz. Dilemezseniz, ömrünüz boyunca kaybettiğiniz dereceler mutlaka kazandığınızdan fazla olacaktır. Bir başka alternatifiniz ne yazık ki yok. “Ben çok sevap işlerim, kazanırım.” diyorsanız, yanılıyorsunuz. Kendi iradenizle işlediğiniz bütün sevapların karşılığında kazanmanıza, hem de 1’e 10 kazanmanıza rağmen kaybettikleriniz daima kazandığınızdan fazla olacaktır.
Öyleyse ne diyor Allahû Tealâ? Diyor ki Yûnus-7 ve 8’de:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
“innellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn, ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn.”
Diyor ki Allahû Tealâ: “Onlar Bize mülâki olmayı dilemezler, dünya hayatında ruhlarını Bize ulaştırmayı dilemezler. Dünya hayatından razıdırlar, dünya hayatının getirdikleriyle mutmain olurlar. Onlar Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır.” diyor Allahû Tealâ ve “kazandıkları dereceler itibariyle gidecekleri yer cehennemdir.” diyor.
Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes için ölçüyü koymuş Allahû Tealâ: Kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden fazla.
Mü’minûn-103’te Allahû Tealâ bu durumun sonucunu belirtiyor:
23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
“Kıyâmet günü mizanlarımızı kurarız. Kimin günahları sevaplarından fazlaysa onlar hüsranda olanlardır. Onların gidecekleri yer cehennemdir, ebediyyen orada kalacaklardır.” diyor Allahû Tealâ.
Kim bu insanlar? Allah’a ulaşmayı dilemeyenler. Yani Allah’ın kendilerine verdiği cüz’i iradeyi Allah yolunda kullanmayanlar. “Sen, Sana ulaşmamı diliyorsun, ben dilemek istemiyorum, dilemeyeceğim.” diyor adam. Bir kısmı özellikle böyle diyor. Bir kısmı Allah’ın söylediklerinden haberdar olmadan yaşıyor. Ne yazık ki bilmemek insanı kurtaramaz. Ama şurası muhakkak ki; insanlar hangi devirde, nerede yaşarlarsa yaşasınlar, mutlaka Allah’ın söylediklerinin hayatî olanlarından haberdar edilirler. Allah mutlaka bunu sağlar.
İşte sevgili kardeşlerim, Allah’a ulaşmayı dilemeyen birisinin kaybettikleri dereceler kazandıkları derecelerden neden daha fazladır? Çünkü bu insanlar her saniye derecat kaybederler; Allahû Tealâ daimî zikri farz kıldığı için, onlar da hiç zikir yapmadıkları için devamlı derecat kaybederler. Ayrıca onların günahları sevaba çevrilmez.
Peki, Allah’a ulaşmayı dilerse nasıl oluyor da Allah’a ulaşmayı dileyen herkesin sevabı günahından büyük oluyor? Çünkü Allahû Tealâ onların dilemesi üzerine, Allah’a ulaşmayı dilemesi üzerine onların gözlerindeki hicab-ı mestureyi kaldırıyor. İrşad makamına baktıkları zaman onu herhangi bir insandan artık ayırt ediyorlar. “O” diyorlar, “mürşiddir.” Onun mürşid olduğundan emin oluyorlar. İrşad makamının sahibi olduğundan, Allah’tan vahiy aldığından emin oluyorlar. Sonra Allahû Tealâ onların kulaklarındaki vakrayı alıyor; işitmeye başlıyorlar, irşada müteallik şeylerin mânâsına varmaya başlıyorlar. İşitince de davete mutlaka icabet etmeleri söz konusu. Yaşarlarsa, davete icabet edecekler. Arkasından da Allahû Tealâ onların kalplerindeki ekinneti alıyor, idraki önleyen müesseseyi alıyor ve onların kalplerinin içine ihbat koyuyor, yani idraki sağlayan bir kompüter, bir bilgisayar.
Ne oldu? Allah’a açılması lâzım gelen baş gözleri açık değildi, kördü. Açtı Allahû Tealâ. Ve açarken o kişiye derecat ihsanında bulundu. Allahû Tealâ o kişinin kulaklarındaki vakrayı açtı; kişi işitmeye, irşada müteallik olan şeyleri idrak etmeye başladı. Ruhunu Allah’a ulaştırmasının, üzerine 12 defa farz kılındığını öğrendi ve kalbine indirdi bunu. Allahû Tealâ kalbindeki ekinneti aldığı ve yerine ihbatı koyduğu için bu kişi irşad makamının sözlerini idrak etmeye başladı. Mutlaka ruhunu Allah’a ulaştırmak konusunda bir büyük talebin sahibi oldu kişi. İdraki de açılınca başlangıçtaki Allah’a ulaşma dileği çok daha büyük bir arzu şekline büründü.
Ne yaptı? Allahû Tealâ o kişinin kör olan gözlerini açtı. Sağır olan kulaklarını açtı. İdraksiz olan kalbindeki idrak müessesesine idraki verdi. Neyle verdi? Kişi iradesini kullandığı için. Yetmez; Allahû Tealâ o kişinin kalbine ulaştı, kalbine hidayet koydu. Yani o kişinin kalbinin nur kapısı şeytana dönük iken Allah’a döndürdü. Bununla da yetinmez Allahû Tealâ; o kişinin göğsünden kalbine nur yolunu açar. Kişi zikir yaptığı zaman Allah’ın katından gelen nurlar kişinin kalbine ulaşsın diye.
Kişi iradesini Allah’a ulaşmak istikametinde kullanmasaydı, o kişinin göğsünden kalbine hiçbir zaman Allahû Tealâ nur yolunu açmayacaktı. En’âm Suresi- 125’te Allahû Tealâ buyuruyor ki:
6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.
“fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâmi: Allah, kimi Kendi Zat’ına ulaştırmayı dilerse, hidayete erdirmeyi dilerse, onun göğsünü şerh eder ve İslâm’a, teslime; İslâm’a, Allah’a teslim olmaya açar.”
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, görüyorsunuz ki; Allah ile olan ilişkilerinizde Allah’ın bütün kapıları kapalı. Bu kadar mı? Hayır, daha da kapalı olan var. Eğer Allah’a ulaşmayı dilemişseniz, Allah bununla da kalmaz, talebiniz üzerine size mürşidinizi gösterir. Ona ulaştığınız zaman kalbinizin mührünü açar. Kalbiniz mühürlü; kalbinizdeki “küfür” kelimesini dışarı atar. Kalbinizde “küfür” kelimesi var ve kalbinizin içine “îmân” kelimesini yazar, mürşidinize ulaşıp tâbî olduğunuz gün. Ve bu hazırlık devresinde, yani 3. basamağa ulaştığınız zaman birkaç dakika içinde 7. basamağa da ulaşırsınız. Çünkü bundan sonraki 4 işlem, hepsi art arda, birkaç dakika içinde tahakkuk eder:
*Allah’ın Râhîm esmasıyla tecellisi.
*Gözlerinizdeki hicab-ı mesturenin alınması.
*Kulaklarınızdaki vakranın alınması.
*Kalbinizdeki ekinnetin alınması, yerine ihbat konulması.
*Kalbinizin nur kapısının Allah’a döndürülmesi.
*Göğsünüzden kalbinize nur yolunun açılması, birkaç dakikada tamamlanır.
Ve irşad makamının, tarafınızdan sevilmesi sağlanır. Sizde bir iştiyak haline gelir; mutlaka mürşidinize ulaşmak ve tâbî olmak istersiniz, gözyaşlarıyla. İşte sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, böyle bir dizayn söz konusu.
Öyleyse başlangıçtaki kapalı olan bütün kapılar açılıyor, cüz’i iradenizi devreye soktuğunuz için. Ve bunlar birkaç dakika içinde olduğu zaman, her birine verdiği pozitif derecelerle, her bir ihsanda bulunurken size; baş gözlerinizdeki hicabı mesturenin alınmasında, vakranın alınmasında, ekinnetin alınmasında, ihbatın konulmasında, nur kapısının Allah’a döndürülmesinde, göğsünüzden kalbinize nur yolunun açılmasında, her birinde dereceler ihsan ederek Allahû Tealâ bunu yapar. Siz buna lâyıksınız. Çünkü iradenizi Allah’a ulaşmak istikametinde sebk etmişsiniz, kullanmışsınız, devreye sokmuşsunuz.
Öyleyse mutlaka sevaplarınızı günahlarınızdan öteye geçirecektir Allahû Tealâ. Bu noktada öldünüz, Allah’a ulaşmayı dilediniz, ertesi gün öldünüz, bir saat sonra öldünüz; her iki halde de mutlaka Allah’ın cennetine girersiniz. Çünkü o yaptığı işlemler sebebiyle Allah’ın size verdiği dereceler, sizin kaybettiğiniz derecelerden mutlaka öteye sizi geçirmiştir. Ve Allahû Tealâ kesin şekilde diyor ki:
“Kim âmenû olursa (Allah’a ulaşmayı dilerse) o, hüsranda olanlardan değildir, yani günahları sevaplarından fazla olanlardan değildir.” diyor, gideceği yerin cennet olduğu açıklanıyor kişinin.
29/ANKEBÛT-7: Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nukeffiranne anhum seyyiâtihim ve le necziyennehum ahsenellezî kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ve âmenû olanlar (hayattayken Allah’a ulaşmayı dileyenler) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlar, onların seyyiatlerini (günahlarını) mutlaka örteceğiz ve onları mutlaka yaptıklarının daha ahseni (güzeli) ile mükâfatlandıracağız.
Öyleyse böyle olmayan, kalbinde ekinnet olan, gözünde hicab-ı mesture olan, kulaklarında vakra olan kişi; onların gideceği yer mutlaka cehennem olarak adlandırılıyor. Mülk-8,9,10’da
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.
67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”
67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.
“Cehenneme girecek olanlar, cehennemin kapısında toplanırlar. Cehennem bekçileri onlara derler ki: Size, buraya geleceğinizi, cehenneme geleceğinizi söyleyen resûller gelmedi mi? Siz onları görmediniz mi? Siz onları dinlemediniz mi? Siz onların söylediklerine kulak asmadınız mı?”
Bu sualleri sormuş olmaları söz konusu. Ve cevap:
“Evet, bize Allah’ın nezirleri geldi. Biz onlara dedik ki: Allah hiçbir şey indirmemiştir. Ayrıca biz seni sapıklıkta görüyoruz.” Ve “böyle dedik.” diyorlar.
Bir defa irşad makamını, irşad makamı olarak görmedikleri kesin. Onu sapıklıkta görüyorlar. Yani baş gözlerindeki hicab-ı mesture duruyor adamların. Sözlerini anlamadıkları kesin. “Allah hiçbir şey indirmemiştir.” diyorlar ve “Sen bir sapıksın.” diyorlar ona. Demek ki kulaklarındaki vakra da yerinde. Sözlerini idrak edemedikleri kesin, onu dalâlette olarak gördüklerine göre “Allah hiçbir şey indirmemiştir.” dediklerine göre sistem bütün boyutlarıyla negatif işaretler veriyor.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, böyle bir dizaynda Allah ile olan ilişkilerinizde bir muhtevadan bahsetmemiz lâzım. Sevgili kardeşlerim, muhtevaya dikkatle bakın. Bu insanların cehenneme geldikleri kesin ama şöyle söyleyerek cehenneme giriyorlar: “Eğer biz, onların söylediklerini işitmiş olsaydık, kulağımızdaki vakra alınmış olsaydı ve idrak etmiş olsaydık, akıl etmiş olsaydık, kalbimizdeki ekinnet alınmış, yerine ihbat konulmuş olsaydı, burada cehennemde mi olurduk.”
Öyleyse cüz’i irade, bir kişinin mutlaka Allah’a karşı kullanması lâzım gelen bir muhteva taşır.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, bu müesseseye dikkatle bakın. Her açıdan iradenizin devreye girmesi asıldır. Mutlaka iradenizi devreye sokmak mecburiyetindesiniz ki; Allah’ın kapalı kapıları açılsın, mühürleri açılsın, emanetleri, onun sahibine, Allah’a gönderebilin. Eğer iradenizi kullanmazsanız, o zaman o takdirde sevgili kardeşlerim, sizi kurtaracak olan sistemler harekete geçemez. Bütün sistemleriniz, Allah’a açık olması lâzım gelen, açılması lâzım gelen sistemleriniz kapalı olarak, mühürlü olarak kalır, kilitli olarak kalır ve şeytanın bütün sistemleri en rahat standartlarda çalışır. Oysaki daimî zikre vardığınız zaman, şeytanın kalbinizdeki en ufak bir tesiri artık mümkün değildir. Çünkü nefsinizin kalbinde şeytanın tesir edebileceği alan, yani afetler, nefsinizin afetleri tamamen yok olmuştur. Öyleyse böyle bir dizaynda, bütün afetlerin tamamen yok olduğu bir dizaynda iblisin bütün kapıları kapanmıştır. O, artık size hiçbir zarar veremeyecek olan bir zavallı mahlûktur. Size hiçbir negatif tesiri olamaz.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, cüz’i iradenizi mutlaka kullanmak mecburiyetindesiniz. Gene cüz’i iradenizle ikinci işlemi gerçekleştireceksiniz. Allahû Tealâ’dan aldığınız 10 tane ihsanı aldıktan sonra kendi iradenizle mürşidinize ulaşacaksınız, tâbî olacaksınız. Tâbiiyetiniz, ikinci defa iradenizi kullanmayı ifade eder. Bunun neticesinde 3 açıdan birden hidayete adım atacaksınız. Allah’ın yeni bir olayıyla karşı karşıya olacaksınız. Ruhunuz otomatik olarak sizden ayrılıp Allah’a doğru yola çıkacak. Ne yaptınız? İkinci defa iradenizi kullandınız. Siz gene kendi iradenizi kullanarak zikir yapacaksınız. Allah’ın üzerinize farz kıldığı zikri gerçekleştireceksiniz. Elbette namaz kılacaksınız, oruç tutacaksınız, zekât vereceksiniz, imkânlarınız varsa hacca gideceksiniz, kelime-i şahadet getireceksiniz. Ama özellikle en büyük ibadet olan zikri yapacaksınız. Ve zikir yaptığınız zaman nefsinizin kalbine Allah’ın katından gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât nurları kalbinizin içine ulaşacak ve faziletler nefsinizin kalbindeki “îmân” kelimesinin etrafında toplanmaya başlayacaklar, ona yapışarak toplanmaya başlayacaklar. İşte burası sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, bu nurların nefsinizin kalbinde toplanmasıdır ki; sizin için bir muhteva taşır. Bu nefsinizin kalbinde nurların toplanması, sizin iradenizi kullanarak zikir yapmanıza bağımlı. Yapmazsanız bu işlem vücut bulmaz. Ama siz Allah’a ulaşmayı diledikten sonra, Allahû Tealâ saydığımız engelleri alır ve size zikri sevdirir. Size bütün ibadetleri sevdirir. Bütün ibadetleri seversiniz sevgili kardeşlerim, severek yaparsınız. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o, Allahû Tealâ tarafından bütün ibadetler kendisine sevdirilmiş bir insandır. Yapmaması mümkün değildir ibadetlerini.
Öyleyse bu istikamette size düşeni yapmanız; Allah’a ulaşmayı dilemeniz, 10 ihsanı alınca da irşad makamına ulaşıp tâbî olmanız söz konusu. Tâbî olduğunuz zaman serbest iradenizin ikinci adımında 3 hidayete birden başlarsınız. Nefsiniz, nefsinizin kalbinde faziletlerin birikmeye başlamasıyla tezkiye olmaya başlar. Fizik vücudunuz, nefsinizin aklanan kesimi kadar afet iken afetlerin yerine faziletlerin kaim olması kadar şeytana kul olmaktan fizik vücudunuz kurtulur ve Allah’a kul olur. Aynı orandadır. Nefsinizin kalbinde ne kadar fazilet birikimi varsa, o kadar fizik vücudunuz şeytana kul olmaktan kurtulmuş, Allah’a o kadar kul olmuştur.
İşte böyle bir dizaynla, daha ileride, daha çok zikir yapacaksınız. Sonra daimî zikre ulaşacaksınız. Dik yokuş buradadır. İradenizin en çok kullanılması lâzım gelen yer, daimî zikre ulaşma safhasıdır.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, her bir merhale, sizi daha güzele, daha büyük bir dünya saadetine ve daha üst bir cennet saadetine ulaştıracaktır. Ömrünüz boyunca mutluluğunuzun iradenizle kesin bir ilişkisi olacaktır. Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, iradeniz, sizi daha ötede fizik vücudunuzun teslimine, nefsinizin teslimine ulaştıracak. Nefsinizin teslimi, daimî zikre ulaştığınız merhalede gerçekleşir. İradenizi Allah’a teslim ettiğiniz noktaya kadar iradî yapınız, sizin için sizi daha büyük mutluluklara ulaştıran bir kılavuz olacaktır, bir gösterge olacaktır, bir müşevvik unsur, teşvik edici ve ulaştırıcı unsur olacaktır, motive edici bir unsur olacaktır.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, iradenizi Allah yolunda kullandıkça ancak o standartlar altında her geçen gün biraz daha mutlu olduğunuzu göreceksiniz. İnsan olarak yaratıldığınız için Allah’a çok hamd edeceksiniz, Allah’a çok şükredeceksiniz.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, cüz’i iradeniz her şeyin müsebbibidir. Eğer cüz’i iradenizi hayırda kullanırsanız, derecat kazanırsınız. Yani kendi iradenizle derecat kazanacak olan işler gerçekleştirirseniz derecat kazanırsınız, hayır kazanırsınız. Eğer gene cüz’i iradenizle yanlış işler yaparsanız, başkalarına zarar verirseniz, Allah’ın emirlerine karşı çıkarsanız, yasak ettiği fiilleri cüz’i iradenizle işlerseniz, o zaman devamlı derecat kaybedersiniz ve devamlı cezalandırılırsınız. Bir hüzün duyarsınız, bir huzursuzluk duyarsınız. Yaptığınız bütün kötülüklerin karşılığı olarak Allahû Tealâ mutlaka size azap eder. Arkasında ne var? Cüz’i iradeniz var. O iradenizle işlediğiniz suçlar var, hatalar var, kabahatler var.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, iradenizi, cüz’i iradenizi en güzel standartlar altında kullanmalısınız diye düşünüyorum. Önce Allah’a ulaşmayı dilemelisiniz; birinci adım. Sonra irşad makamına tâbî olmalısınız; ikinci adım. Siz bu iki adımı attığınız zaman Allahû Tealâ’dan 10 tane ihsan, 10 tane de ni’met alırsınız. İkinci adım sizi 3 hidayete birden ulaştırır. Allah’a açılması lâzım gelen bütün kapılar açılır. Şeytanın kapanması lâzım gelen kapısı, yarıya kadar kapanır. Ruhunuzu Allah’a ulaştırdığınız zaman nefsinizin kalbindeki afetlerin yarısından daha fazlası, yuvarlak hesap yarısı diyelim, yok olmuştur. Şeytanın hâkimiyeti %50 azalmış yani şeytanla olan ilişkinizde kayıplarınız %50’nin altına düşmüştür. Yani şeytanın size verebileceği zarar %50 aşağı inmiştir. Ama Allah’ın açık olması lâzım gelen bütün kapılarını açmayı başarmışsınızdır. Ve mü’min olmak şerefine ermek, bu standart içinde 14. basamakta gerçekleşir. Nefsinizin kalbinde vücut bulması lâzım gelen 7 faktör oluşmuştur:
*Ekinnet alınmıştır.
*İhbat konulmuştur.
*Nur kapısı Allah’a dönmüştür.
*Göğsünüzden kalbinize nur yolu açılmıştır.
*Kalbinizin mührü açılmıştır.
*Kalbinizdeki “küfür” kelimesi alınmıştır.
*Kalbinizin içine “îmân” kelimesi yazılmıştır.
Bir insan kalbi mühürlüyse, içinde mutlaka “küfür” kelimesi vardır. Mührü açılmışsa mutlaka “îmân” kelimesi vardır. Açıldıktan sonra tekrar mühürlenirse, gene “küfür” kelimesi vardır kalpte. Tekrar açılırsa gene “îmân” kelimesi vardır kalpte. Öyleyse mühürle küfür bir aradadır nefsinizin kalbinde. Mühür olmaması halinde kapının açık olmasıyla da “îmân” kelimesi paralellik gösterir.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, bir güzelliği daha beraber yaşamanın huzuru içerisindeyiz. Allah’a sonsuz hamd ve şükrediyoruz böyle olduğu için.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, Allahû Tealâ’nın hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırmasını, hem cennet saadetinin hem dünya saadetinin sahibini kılmasını Yüce Rabbimizden dileyerek, sözlerimizi, cüz’i irade konusundaki sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.
Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R