SOHBETİN ADI: RA’D SURESİ 34-38 (Âyetlerin Sırları)
TARİHİ: 29.04.2002
Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha beraberiz, bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde beraberiz. Bir güzelliği paylaşmak üzere, Allah’ın Kur’ân-ı Kerim Tefsirini yapmak üzere. Ra’d Suresinin 34.âyet-i kerimesiyle inşaallah konumuza giriyoruz. Allahû Tealâ buyuruyor:
Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.
13/RA'D-34: Lehum azâbun fîl hayâtid dunyâ ve le azâbul âhırati eşakk(eşakku), ve mâ lehum minallâhi min vâk(vâkın).
Onlar için dünya hayatında bir azap vardır ve ahiretin azabı daha da meşakkatlidir. Ve onların Allah’tan (Allah’ın azabından) koruyan bir koruyucusu yoktur.
Kelimeler:
lehum: Onlar içindir, onlar için vardır.
azâbun: Bir azap.
fîl hayâti ed dunyâ: Dünya hayatında.
ve le azâbu el âhırati: Ve elbette (muhakkak ki) ahiret azabı.
eşakku: Daha güç, daha meşakkatli.
ve mâ lehum: Ve onlar için yoktur.
min allâhi: Allah’tan.
min vâkın: koruyucu(lardan bir koruyucu).
Şimdi cümleciklere bakıyoruz:
lehum azâbun fîl hayâtid dunyâ: Onlar için dünya hayatında bir azap vardır.
ve le azâbul âhırati eşakku: Ve ahiretin azabı daha da meşakkatlidir (daha da azap vericidir).
ve mâ lehum minallâhi min vâkın: Ve onların Allah’tan (Allah’ın azabından) koruyan bir koruyucusu yoktur.
Şimdi cümlecikleri birleştiriyoruz:
“Onlar için dünya hayatında bir azap vardır ve ahiretin azabı daha da meşakkatlidir. Ve onların Allah’tan (Allah’ın azabından) koruyan bir koruyucusu yoktur.”
Kim bu insanlar? 33. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, onların vasıflarını veriyor:
13/RA'D-33: E fe men huve kâimun alâ kulli nefsin bi mâ kesebet, ve cealû lillâhi şurakâe, kul semmûhum, em tunebbiûnehu bi mâ lâ ya’lemu fîl ardı em bi zâhirin minel kavl(kavli), bel zuyyine lillezîne keferû mekruhum ve suddû anis sebîl(sebîli), ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Artık bütün nefslerin kazandıkları şeyler üzerinde kaim olan kimdir? Ve onlar, Allah'a ortaklar kıldılar. De ki: “Onları isimleri ile (davet etsinler, icabet edilmeyeceğini görsünler). Yoksa siz, O'na (Allah'a) yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Veya sözün zahir olanını mı?” Hayır, kâfirlere hileleri süslü gösterildi ve yoldan (Allah'ın yolundan) saptırıldılar. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi (mehdi) yoktur (bulunmaz).
“Onlar Allah’a ortaklar koştular.” diyor. “Onları adları ile çağırın da davete icabet edemeyeceklerine, edebileceklerine bakın.” diyor Allahû Tealâ. “Küfredenlere kurdukları düzenleri hoş gösterildi.” diyor. Bu standartlardaki insanlar söz konusu. “Onlar için dünya hayatında bir azap söz konusu.” diyor, “Vardır.” diyor Allahû Tealâ. “Ve ahiretin azabı ise daha da şiddetlidir.”
Kim bu insanlar? Bu insanlar, tek bir cümleyle Allah’a ulaşmayı dilemeyen insanlar. Aralarında putperestler var, aralarında çeşitli insanlar var. Ama bir vaka var ortada. Hem dünyada azap onların hem ahirette azap onların.
Zaten bir insan Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilemedikten sonra onun kurtuluşu hiçbir şekilde söz konusu değil. Burada da aynı minval üzere, insanlardan bahsediyor Allahû Tealâ. Ve onların hem dünya azabına muhatap oldukları hem de ahiret azabına muhatap oldukları ifade buyruluyor.
Öyleyse dünyada onlar için bir mutluluk yok. Allah’a ulaşmayı dilemeyen insan, Allah’ın velîsi olamaz. Olamazsa 3. cennetin sahibi de 1. cennetin sahibi de olamaz. Dünya hayatından da hiçbir mutluluğu yakalayamaz. Dünyada da azap onların, ahirette de azap onların.
Bu Ra’d Suresinin 34. âyet-i kerimesinde, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin ahirette de dünyada da azaba muhatap kılınacakları ifade ediliyor.
Öyleyse Allahû Tealâ niçin yaratmıştı bizleri? Mutlu olmamız için. Ama burada gördüğümüz ne? Buradaki insanlar mutsuz. Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar. Allah, onları dünyada da azaplandırıyor, Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için cennete girmeleri de imkânsız; ahirette de azaplandırıyor. Her ikisinde de bu insanlara azap var sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler.
Allah razı olsun.
Ve Ra’d Suresinin 35. âyet-i kerimesi. Diyor ki Allahû Tealâ:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
13/RA'D-35: Meselul cennetilletî vuidel muttekûn(muttekûne), tecrî min tahtihâl enhâr(enhâru), ukuluhâ dâimun ve zilluhâ, tilke ukbellezînettekav ve ukbel kâfirînen nâr(nâru).
Muttakilere vaadolunan cennet, altından nehirler akan ve onun meyvesi ve gölgesi daimî olan (bahçe) gibidir. İşte bu, takva sahiplerinin sonudur. Kâfirlerin sonu ise ateştir.
Allahû Tealâ buyuruyor:
meselu el cenneti elletî: O cennetin örneği, durumu, gibi.
vuide el muttekûne: Takva sahiplerine vaadedilen (cennetin durumu).
tecrî: Akar.
min tahti-hâ: Onun altından.
el enhâru: Nehirler (akar).
ukulu-hâ: Onun meyvesi.
dâimun: Süreklidir, daimîdir.
ve zillu-hâ: Ve onun gölgesi.
“Ve onun gölgesi, o da süreklidir.”
tilke: İşte bu.
ukbâ ellezîne ittekav: Takva sahiplerinin sonu.
Takva sahiplerinin sonu (akıbeti, ukbası), işte budur.” diyor Allahû Tealâ.
ve ukbâ el kâfirîne: İnkâr edenlerin sonu.
en nâru: Ateş.
Şimdi cümleciklere bakıyoruz:
meselul cennetilletî vuidel muttekûn: Muttakilere vaadolunan cennet (şunun, şunun, şunun) misalidir (şöyle, şöyle, şöyle olan şeyler gibidir).
(meselul cennetilletî vuidel muttekûn: Muttakilere vaadolunan cennet misalidir.)
tecrî min tahtihâl enhâru: Onun altından nehirler akar.
ukuluhâ dâimun ve zilluhâ: Ve onun meyvesi ve cenneti daimîdir.
tilke ukbellezînettekav: İşte bu takva sahiplerinin akıbetidir (sonudur).
ve ukbel kâfirînen nâru: Ve kâfirlerin sonu ateştir (kâfirlerin akıbeti ateştir).
Diyor ki Allahû Tealâ:
“Muttakilere vaad olunan cennet, altından nehirler akan ve onun meyvesi ve gölgesi, daimî olan (bir bahçe) gibidir. İşte bu takva sahiplerinin sonudur (kâfirlerin sonu ise ateştir). ”
Allahû Tealâ, demin 34. âyet-i kerimede dünya hayatında da azap olduğunu söylüyor. Ahiret hayatında da azap olduğunu söylüyor. “Allah’a karşı onları koruyacak da yoktur.” diyor Allahû Tealâ.
Öyleyse burada Allahû Tealâ’nın dizaynı söz konusu sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, o insanlar ki azaplarından bahsediyor Allahû Tealâ, bir evvelki âyet-i kerimede. Bu âyet-i kerimede de hem cennetin sahibi olan takva sahipleri ifade ediliyor hem de kâfirlerin sonundan da bahsediliyor.
Şimdi Allahû Tealâ burada 2 unsur olarak bir takva sahiplerini vermiş, bir de kâfirleri vermiş. “Takva sahiplerinin misali, altından nehirler akan ve meyvesi de gölgesi de daimî olan cennetlerdir.” diyor. Ve Allahû Tealâ diyor: “İşte bu takva sahiplerinin sonudur.”
Kimdir takva sahibi? Allah’a ulaşmayı dileyendir. Kimdir takva sahibi? Bundan sonra 10 tane ihsanla mürşidine ulaşandır. Birinci âmenûler takvası, ikincisi mü’minler takvası.
Kimdir takva sahibi? Fizik vücudunu Allah’a ulaştırandır. Ruhunu Allah’a ulaştırıp teslim edendir; evvâb takva, evvâblar takvası.
Kimdir takva sahibi? Fizik vücudunu Allah’a teslim edendir; muhsinler takvası.
Kimdir takva sahibi? Nefsini Allah’a teslim edenlerdir; ahsen takva, muhlisler takvası veya.
Kimdir takva sahibi? İrşada ulaşanlardır.
Kimdir takva sahibi? İradesini de Allah’a teslim edenlerdir. Hepsi de kıyâmetten sonra altından ırmaklar akan cennetlere konulacaktır; hem gölgesi daimî olan hem de meyvesi daimî olan, altından ırmaklar akan cennetler. “İşte takva sahiplerinin gidecekleri yer orasıdır.” diyor.
Peki ya kâfirler? “Kâfirlerin sonu ateştir.” O, ateş kelimesini hatırlayacaksınız. Allahû Tealâ Yûnus Suresinin 7. ve 8. âyetlerinde ne diyordu?
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
“Onlar, Bize ulaşmayı dilemezler. Onlar dünya hayatından razıdırlar. Dünya hayatıyla mutmain olurlar. Onlar, Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır. Onların gidecekleri yer, kazandıkları dereceler itibarıyla ateştir.” diyor, buradaki gibi.
Kim bu insanlar? Allah’a ulaşmayı dilemeyenler. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin hepsi kâfir hüviyetinde. Neden? Çünkü kalplerinde îmân kelimesi yok.
Öyleyse 2 nevi insan örneği veriliyor: Takva sahipleri ve kâfirler. Takva sahipleri, 7 kademe oluşturuyor. Kâfirler kimler? 1. ve 2. basamağı işgal edenler, Allah’a ulaşmayı dilemeyenler. Ve tabiatıyla kalbinde hep ebediyyen küfür yazılı olarak kalacak olanlardır.
Ve 36. âyet-i kerimeye geliyoruz:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
13/RA'D-36: Vellezîne âteynâhumul kitâbe yefrahûne bimâ unzile ileyke ve minel ahzâbi men yunkiru ba’dahu, kul innemâ umirtu en a’budallâhe ve lâ uşrike bihî, ileyhi ed’û ve ileyhi meâbi.
Kendilerine kitap verilenler sana indirilene sevinirler. Gruplardan, onun bir kısmını inkâr edenlere şöyle de: “Ben, sadece Allah’a kul olmakla ve O'na şirk koşmamakla emrolundum. Ben, O’na davet ederim ve dönüşüm O’nadır (meabım, sığınağım, dönüş yerim O’dur).”
Ve 36. âyette Allahû Tealâ diyor ki kelimelerde:
vellezîne (ve ellezîne): Ve o kimseler.
âteynâ-hum: Onlara verdik.
el kitâbe: Kitap.
yefrahûne: Sevinirler (ferahlanırlar).
bimâ unzile: İndirilen şeye.
ileyke: Sana.
ve min el ahzâbi: Ve taraftarlardan, gruplardan, hiziplerden.
men yunkiru: İnkâr eden kişiler.
ba’da-hu: Onun bir kısmı.
kul: De ki.
innemâ: Sadece, yalnız.
umirtu: Ben emrolundum, bana emredildi.
en a’bude allâhe: (en a’budallâhe): Benim Allah’a kul olmam (emredildi).
ve lâ uşrike: Ve ben şirk koşmam.
bi-hi: O’na (Allah’a).
ileyhi: Ona.
ed’û: Ben davet ederim.
ve ileyhi: Ve O’na, o.
meâbi: Meabım, dönüş yerim, dönüşüm, sığınağım.
Şimdi kelimelere bakıyoruz:
vellezîne âteynâhumul kitâbe: Ve kendilerine kitap verilenler.
yefrahûne bimâ unzile ileyke: Sana indirilene sevinirler.
ve minel ahzâbi men yunkiru ba’dahu: Ve gruplardan onun bir kısmını inkâr edenlere.
“minel ahzâbi” diyor.
ahzâbi: Hizipler, gruplar.
ba’dahu: Bir kısmı.
kul innemâ umirtu en a’budallâhe: Şöyle de: “Ben yalnızca Allah’a kul olmakla emrolundum.”
ve lâ uşrike bihî: Ve O’na şirk koşmam.
ileyhi ed’û: Ben, O’na davet ederim.
ve ileyhi meâbi: Ve dönüşüm O’nadır.
(Meabım, sığınağım, dönüş yerim ve dönüşüm O’nadır; meabım, sığınağım, dönüş yerim O’dur.)
Burada Allahû Tealâ, birçok konudan birden bahsediyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e Allahû Tealâ diyor ki: “Onlara de ki: Ben, sadece Allah’a kul olmakla ve ona şirk koşmamakla emrolundum.”
“Ben, sadece Allah’a kul olmakla ve ona şirk koşmamakla emrolundum.”
Ne diyordu Allahû Tealâ? “ve lâ uşrike bihî: O’na (Allah’a) şirk koşma!”
Şimdi öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in aldığı emir, açık bir emir. Allah’a kul olmak. Ne diyor Allahû Tealâ, Zâriyât Suresinin 56. âyet-i kerimesinde?
51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.
“Ben, insanları ve cinleri başka bir şey için değil. Bana kul olsunlar diye yarattım.” diyor Allahû Tealâ.
Allahû Tealâ, bütün insanları ve cinleri sadece Allah’a kul olsunlar diye yaratmış.
Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e de tabiatıyla aynı emri vahyediyor. “Bana kul olacaksın.” diyor. “Onunla emrediyorum seni.” diyor. Yani bunu söylediği zaman Peygamber Efendimiz (S.A.V), henüz Allah’a kul olmamış.
Ne zaman bir insan Allahû Tealâ’ya kul olur? Kulluğun düşünce platformunda başlangıç seviyesi Allah’a ulaşmayı dilemektir. Bu, kuvvedeki (düşünce seviyesindeki) Allah’a kul olmaktır. Sonra kişi mürşidine ulaştığı zaman, ruhu Allah’a doğru yola çıkar. Nefs tezkiyesi başlar, fizik vücut Allah’a kul olmaya başlar. Üçü de Allah’a kul olmak üzere fizikî standartlarda harekete geçmişlerdir.
Artık Allah’a kul olma olayı, net olarak başlamıştır. Sonra ruh Allah’a ulaşır; Allah’a kul olur. Sonra fizik vücut şeytana kul olmaktan kurtulup, Allah’a kul olur. Allah’ın bütün emirlerini yerine getirir. Yasak ettiği hiçbir şeyi işlemez. Sonra da nefs, daimî zikre ulaşınca Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellik kazanır. En sonra da irade, Allah’ın iradesine bağlanır. O da Allah’a teslim olur. Her birisi o sistemlerin, Allah’a kul olmasıdır. Ruhun kulluğu 21. basamakta, fizik vücudun kulluğu 25. basamakta, nefsin kulluğu 27. basamakta, iradenin kulluğu 28. basamağın 5. kademesinde gerçekleşir.
Öyleyse: “Allah’a kul olmakla emrolundum.” diyor. Kur’ân, bütün insanlara zaten Allah’a kul kul olmayı emrediyor, farz kılıyor. Ve şirk koşmamak da kul olmanın faktörlerinden bir tanesi. Ve Allahû Tealâ’nın bir ifadesi vardı Fussilet-33’de:
41/FUSSİLET-33: Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne).
Allah’a davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?
“Onlar ki Allah’a teslim oldum deyip, Allah’a çağırırlar. Onlardan daha güzel sözlü kim vardır.”
İşte Peygamber Efendimiz (S.A.V) de: “Ben O’na davet ederim.” diyor. “Allah’a teslim olup, Allah’a davet edenden daha güzel sözlü kim vardır?” Peygamber Efendimiz (S.A.V) de aynı şeyi söylüyor: “Ben O’na davet ederim.” diyor, “Allah’a davet ederim. Ve dönüşüm O’nadır (meabım, sığınağım, dönüş yerim O’dur).” istikamı anlamına söylüyor Allahû Tealâ.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, bu dizaynda ne görüyoruz? Allahû Tealâ’nın… Buradaki muhtevaya baktığımız zaman adeta Kur’ân-ı Kerim’in 30.42… görüyoruz. “Kendilerine kitap verilenler, sana indirilene sevinirler.” diyor. “Kendilerine kitap verilenlerden bir kısmı (Hristiyanlardan da Yahudilerden de bir kısmı), sana indirilene sevinirler.” diyor. Çünkü kendi kitaplarında yazılı olan aynen Kur’ân-ı Kerim’de de var. Yetmez, bu sevinenler zaten, kendi peygamberlerinden Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrine kadar gelen zaman parçası içinde hep tâbî olarak gelmişler. Ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbe ne yapıyorlarsa, Hristiyanlardan da küçük bir grup, %10’dan daha azı Hristiyanların, Yahudilerden de (Musevîlerden de) %10’dan daha küçük bir grup, toplam Musevîlerin %10’undan daha küçük bir grup, bu insanlar tıpkı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le sahâbenin yaptığını yapıyorlar. Onlar gibi namaz kılıyorlar, onlar gibi zekât veriyorlar, onlar gibi zikir yapıyorlar. Ve Allah’a kimisi ulaşmış, kimisi ulaşma yolunda. Bu âyet bize açık bir şekilde kendilerine kitap verilenlerin bir kısmının, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e indirilenlere sevindiğini söylüyor.
İndirilen ne? Allah’a kul olmak indiriliyor Peygamber Efendimiz (S.A.V)’ e, Allah’a şirk koşmamak emrediliyor. Ve Allah’a davet etmesi emrediliyor. Ve ifade ediliyor ki: “Sen Bize döneceksin.” diyor Allahû Tealâ. “Ruhunu Bana ulaştıracaksın.”
“Benim dönüşüm O’nadır.” diyor Peygamber Efendimiz (S.A.V).
Âyet-i kerime, açık ve kesin bir Kur’ân muhtevası taşıyor. Sanki Kur’ân’ın bütünü anlatılmış gibi. Evvela bu âyet; Ra’d Suresinin 36. âyet-i kerimesi, bir açıdan çok önemli bir âyet-i kerime. Dînlerin birleştirilmesi istikametinde özel bir önemi var.
Ra’d-36: “Kendilerine kitap indirilenler (kitap verilenler), sana indirilene sevinirler.” diyor. Çünkü onlar da sahâbenin ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in yaşamakta olduğu hayatın aynını, onlar da zaten yaşıyorlar.
Bunlar, Musevîler Hz. Musa’dan o güne kadar gelen gelenekleri aynen devam ettirmişler, Hz. Musa’nın yaptıkları, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in yaptıklarının aynı olduğunu ifade ediyor bu âyet-i kerime bize. Sevinirler, yani onlar kendilerinin yaptığı gibi, sahâbenin de yaptığını gördükleri zaman, kendi kavimleriyle anlaşmazlıkları var o insanların. Çünkü Hristiyanların büyük kısmı unutmuşlar dînlerini. Birden fazla Allah’a inanmışlar; Ruh’ûl Kudüs, Hz. İsa da Allah’tan başka Allah’lardır (tanrılardır).” diyorlar. Ve Hz. İsa’nın söylediklerini unutmuşlar. Hz. İsa’nın yaşantısını unutmuşlar. Unutmayanlar; Hristiyanlar arasında unutmayanlar Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e inen bu hakikatlerden sadece sevinç duyuyorlar ki, kendi hayatları da onun aynı. Ama Hz. Musa’ya tâbî olan Yahudilerin de Musevîlerin de küçük bir grubu aynı şeyleri yaşıyor; Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le sahâbenin yaşadığı hususları. Ve inkâr edenler de var bunların arasında.
Bu âyet Allah’a kul olmaktan, Allah’a şirk koşmamaktan ve Allah’a davet etmekten, Allah’a, sığınağa sığınmaktan bahsediyor. Ra’d Suresinin 36. âyet-i kerimesi, Kur’ân kavramlarının birçoğunu muhtevasına alan özel bir âyet sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. Kur’ân’ın temellerini bu âyet veriyor. Ve Hristiyanların da Yahudilerin de bir kısmının, sahâbeyle aynı standartları paylaştığını net olarak ifade ediyor bize.
Öyleyse dînlerin birleştirilmesinde bu âyet önemli bir yer tutuyor.
Ra’d Suresinin 37. âyet-i kerimesi:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
13/RA'D-37: Ve kezâlike enzelnâhu hukmen arabiyyâ(arabiyyen), ve le initteba’te ehvâehum ba’de mâ câeke minel ilmi mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ vâk(vâkın).
İşte böyle O'nu, Arapça bir hüküm olarak indirdik. Sana ilimden bunca şey geldikten sonra eğer onların heveslerine tâbî olursan, elbette senin için Allah’tan başka bir dost ve bir koruyucu yoktur.
Kelimeler:
ve kezâlike: İşte böyle, böylece.
enzelnâ-hu: Onu Biz indirdik.
hukmen: Bir hüküm olarak.
arabiyyen: Arapça.
“Arapça bir hüküm olarak indirdik.”
ve le initteba’te (in itteba’te): Ve elbette ona tâbî olursan (ona ittibâ edersen).
ehvâe-hum: Onların hevalarına (heveslerine).
“Onların hevalarına (heveslerine) tâbî olursan (ittibâ edersen, uyarsan).”
ba’de: Sonra.
mâ câe-ke: Sana gelen şey.
min el ilmi: İlimden.
“Sana gelen ilimden, bunca şeyden sonra onların hevâlarına tâbî olursan.”
mâ leke: Senin yoktur.
min allâhi: Allah’tan.
min veliyyin: Bir velî, bir dost.
ve lâ vâkın: Ve bir koruyucu yoktur.
ve kezâlike enzelnâhu: İşte böyle onu indirdik.
hukmen arabiyyen: Arapça bir hüküm olarak.
ve le initteba’te ehvâehum: Ve onların heveslerine tâbî olursan eğer.
ba’de mâ câeke minel ilmi: Sana ilim geldikten sonra.
(Sana gelen bunca ilimden sonra veya sana gelen ilimden sonra.)
mâ leke minallâhi min veliyyin: Elbette senin için Allah’tan başka bir dost yoktur.
ve lâ vâkın: Ve bir koruyucu yoktur.
“Vâk” kelimesi, vikâye etmekten geliyor. Vâk; vikâye eden, yani koruyan demek.
“Sana ilimden bunca şey geldikten sonra, (mâ leke minallâhi min veliyyin) senin için yoktur; Allah’tan başka bir dost, bir koruyucu.”
ve lâ vâkın: Vikâye eden; koruyucu da yoktur.
Şimdi bu cümlecikleri cümle haline getirelim:
“İşte böyle O’nu, Arapça bir hüküm olarak indirdik. Sana ilimden bunca şey geldikten sonra eğer onların heveslerine tâbî olursan, elbette senin için Allah’tan başka bir dost ve bir koruyucu yoktur.”
“Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevâlarına (heveslerine) tâbî olursan, elbette senin için bir dost, Allah’tan başka bir koruyucu yoktur.” diyor. Bir başka ifade ile: “Hiç kimse seni koruyamaz. Hiç kimse, Allah’tan başka hiç kimse senin dostun olarak yoktur.”
Öyleyse şimdi 2 tane gruba dikkatle bakın burada. 1. grup: Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e Allah ne indirmişse ona seviniyorlar, Hristiyanlardan da Yahudilerden de.
2. grup: Sevinmiyorlar, karşı çıkıyorlar.
Birinciler; o güzellikleri Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbeyle birlikte yaşayanlar, onların yaşadığı hayatı; tasavvuf hayatını; İslâm’ı yaşayanlar.
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, böyle bir durum söz konusu. Allahû Tealâ: “Kur’ân’ı Arapça indirdik.” diyor. “Ve bir hüküm olarak indirdik.” diyor. “Burada hükmümüz var bizim.” diyor. “Ne hüküm verdiysek ona itaat edeceksiniz.” diyor Allahû Tealâ. “Ve sana da gelen ilimden, bunca şeyden sonra eğer sen onların heveslerine tâbî olursan, o zaman senin için Allah’tan başka bir dost ve bir koruyucu bulunmaz.” diyor Allahû Tealâ.
38. âyet-i kerime, Ra’d Suresi. Allahû Tealâ diyor ki:
Bismillâhirrahmânirrahîm
13/RA'D-38: Ve lekad erselnâ rusulen min kablike ve cealnâ lehum ezvâcen ve zurriyyeten, ve mâ kâne li resûlin en ye’tiye bi âyetin illâ bi iznillâh(iznillâhi), li kulli ecelin kitâb(kitâbun).
Andolsun, senden önce de resûller gönderdik. Onlara da eşler ve zürriyyet (çocuklar) kıldık. Bir resûl için, Allah’ın izni olmaksızın bir âyet getirmesi olmaz (mümkün değildir). Her zamanın, bir kitabı vardır.
Diyor ki Allahû Tealâ kelimelerde:
ve lekad: Ve andolsun.
erselnâ: Biz gönderdik.
rusulen: Resûller gönderdik.
min kabli-ke: Senden önce.
ve cealnâ: Ve kıldık.
lehum ezvâcen: Onlara eşler (kıldık).
ve zurriyyeten: Ve zürriyet, nesil, çocuklar.
ve mâ kâne: Ve değildir, olmaz.
li resûlin: Bir resûl için.
en ye’tiye bi: Getirmesi.
âyetin: Bir âyet (bir mucize, bir âyet).
illâ: ...den başka, ancak, olmaksızın, olmadan.
bi izni allâhi: Allah’ın izni ile.
li kulli ecelin: Her zaman için vardır.
kitâbun: Bir kitap.
Ve cümlecikler:
ve lekad erselnâ rusulen min kablike: Andolsun senden önce de resûller gönderdik.
ve cealnâ lehum ezvâcen: Ve onlara da eşler kıldık.
ve zurriyyeten: Ve zürriyet, çocuklar (kıldık).
ve mâ kâne li resûlin: Bir resûl için olmaz.
en ye’tiye bi âyetin: Bir âyet (bir mucize) getirmesi.
illâ bi iznillâhi: Allah’ın izni olmadıkça (olmaksızın).
li kulli ecelin kitâbun: Her zamanın bir kitabı vardır.
Allahû Tealâ buyuruyor cümleciklerde: “Her zamanın bir kitabı vardır.”
Ve bu cümlecikleri birleştirdiğimiz zaman:
“Andolsun ki senden önce de resûller gönderdik. Onlara da eşler ve zürriyet (çocuklar) kıldık. Bir resûl için Allah’ın izni olmaksızın, bir âyet (bir mucize) getirmesi olmaz. Her zamanın bir kitabı vardır. ”
Allahû Tealâ bütün zamanlarda kitaplar indirmiş peygamberlerine.
Allahû Tealâ, bütün nebîlerine kitap verdiğini söylüyor. Âli İmrân Suresinin 81. âyet-i kerimesinde diyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tansurunnehu, kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Allah, nebilerden, “Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, O'na mutlaka îmân edeceksiniz ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz” diye misak aldığı zaman, “İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?” diye buyurdu. (Onlar da): “İkrar ettik (kabul ettik)” dediler. (Allahû Teâlâ): “Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.
“Ey nebîler! Size kitap verdim ve hikmet verdim. Sizlerden sonra (hepinizden sonra) bir resûlüm gelecek.” Mehdi resûlden bahsediyor. “O resûle yardım edeceğinize ve ona îmân edeceğinize dair bana söz vermenizi (misak vermenizi) ve dilinizle de ikrar etmenizi istiyorum.” diyor. “Bana söz verdiniz mi ona yardım edeceğinize ve ona îmân edeceğinize ve dilinizle de ikrar ettiniz mi?” diyor. Onlar da: “İkrar ettik.” diyorlar. “Birbirinize şahit olun. Ben de sizinle beraber şahitlerdenim.” diyor Allahû Tealâ.
Bu âyet-i kerimede Allahû Tealâ, bütün nebîlere kitap verdiğini söylüyor ve hikmet verdiğini söylüyor. Her nebînin şeriat kitabı kendisinden sonra gelen şeriat kitabına kadar geçerlidir. Ondan sonraki devre, o yeni gelen kitaba aittir. Yani Allahû Tealâ’nın Hz. İbrâhim’e verdiği şeriat kitabı, Hz. Musa’ya kadar geçerli olmuş. Hz. Musa’ya verdiği şeriat kitabı Hz. İsa’ya kadar geçerli olmuş; Hz. İsa’ya verdiği şeriat kitabı Kur’ân’a kadar geçerli olmuş ve Kur’ân, kıyâmete kadar geçerliliğini korumuş. Çünkü Kur’ân’dan sonra başka bir nebî gelmeyeceği için başka bir kitabın da bir başka şeriat kitabının da gelmesi hiçbir zaman mümkün değil.
Onun için Allahû Tealâ -bu açıdan olaya baktığımızda böyle görünüyor- ve onun için diyor ki: “Her devrin bir kitabı vardır.” diyor. Son nebî olan Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in kitabı da bütün zamanların sonuna kadar hükmünü koruyacak, mânâsı çıkıyor bundan.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, “Bir resûl için Allah’ın emri olmaksızın bir âyet getirmesi olmaz.” diyor Allahû Tealâ. Allahû Tealâ ancak uygun görürse bir resûle âyet indirmeyi, ancak Allah’ın izniyle âyet iner. Ve bu muhtevada Allahû Tealâ burada “nebî” kullanmıyor, “resûl” kullanıyor.
Öyleyse bu âyetten çıkan mânâ: Kavimlerdeki resûllere de Allahû Tealâ, âyet indirebilir. Ama onlar nebî olmadığı için, onlara inen âyetler, onlara inen sureler hiçbir zaman bir şeriat kitabı hükmü taşımaz. Ve ama o kitaplar bulundukları devirdeki sohbet kitabı hüviyetinde olabilir, şeriat kitabı hüviyetinde hiçbir zaman olması mümkün değildir.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, bir muhteva daha burada tamamlanıyor. Ra’d Suresinin 38. âyet-i kerimesiyle bir noktaya ulaştık. Bir yeni dersimiz burada inşaallah tamamlandı. Kitaplar konusunda Kur’ân’ın en önemli âyetlerinden birisini aşmış olduk.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz.
Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R