SOHBETİN KODU: 104003
SOHBETİN ADI: İBRÂHÎM SURESİ 47-52 (Âyetlerin Sırları)
TARİH: 28.05.2002
Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, işte yeni bir Kur’ân-ı Kerim Tefsirinde daha bir aradayız. İbrâhîm Suresinin son âyetlerinde inşaallah beraber olacağız.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, İbrâhîm Suresinin 47. âyet-i kerimesi:
Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.
14/İBRÂHÎM-47: Fe lâ tahsebennallâhe muhlife va’dihî rusulehu, innallâhe azîzun zuntikâm(zuntikâmin).
Öyleyse Allah’ı sakın resûllerine karşı vaadini yerine getirmez sanma. Muhakkak ki; Allah, azîzdir, intikam sahibidir.
Ve kelimelerin yapısına ulaşıyoruz. Allahû Tealâ buyuruyor:
fe: Öyleyse.
lâ tahsebenne allâhe: Allah’ı sakın sanma, zannetme.
muhlife: Muhalefet eden, vaadini yerine getirmeyen.
(Muhalefet edenden ziyade, sözünde hilaf bulunan, vaadini yerine getirmeyen.)
va’di-hi: Vaadi, O’nun (Allah’ın) vaadi.
rusule-hu: O’nun resûlleri.
inne allâhe: Muhakkak Allah.
azîzun: Azizdir, yücedir.
zuntikâmin (zu intikâmin): İntikam sahibi.
Ve Allahû Tealâ buyuruyor:
fe lâ tahsebennallâhe: Öyleyse Allah’ı sakın sanma.
muhlife va’dihî rusulehu: Resûllerine karşı vaadini yerine getirmeyen (sanma sakın).
3. cümlecik:
innallâhe azîzun zuntikâmin: Muhakkakki Allah azîzdir, intikam sahibidir.
fe lâ tahsebennallâhe: Öyleyse Allah’ı sakın sanma.
muhlife va’dihî rusulehu: Resûllerine karşı vaadini yerine getirmeyen.
innallâhe azîzun zuntikâmin: Muhakkak ki Allah azîzdir, intikam sahibidir.
Bu 3 cümleciği cümleler haline getirdiğimiz zaman:
“Öyleyse Allah’ı sakın resûllerine karşı vaadini yerine getirmez sanma. Muhakkak ki Allah azîzdir, intikam sahibidir.”
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de buyuruyor ki:
“Allah’ın sözünde hulf olmaz, hilâf olmaz. Allah’ın sözünü yerine getirmemesi olmaz.”
30/RÛM-6: Va’dallâh(va’dallâhi), lâ yuhlifullâhu va’dehu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
(Bu), Allah’ın vaadidir. Allah vaadinden dönmez. Ve lâkin insanların çoğu bilmezler.
Allah söz vermişse bunun mânâsı; Allah söz vermişse mutlaka yerine getirir.
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ’yla resûlleri arasında direkt bir kalp hattı vardır. Allah, resûllerinin kalplerini kullanarak resûllerle konuşur. Hangi sözü verdiyse yerine getirmemesi mümkün değildir. Allah’ın resûlleri güçlüklerle mutlaka karşılaşmışlardır. Ama Allah her seferinde o güçlükleri tesirsiz kılmıştır.
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ’nın dizaynına dikkatle bakın ki; O Allah, verdiği sözü mutlak olarak yerine getirendir. Ve Peygamber Efendimiz (S.A.V), bir grup Mekke kâfirine, belki aynı zamanda Mekke’deki puta tapanlardan bir kısmı, onlar eşraf diye, yani halkın arasında itibarı olan zenginler eğer İslâm’ın arasına girerse faydalı olur ümidiyle Peygamber Efendimiz (S.A.V), onlara telkinde bulunuyor: “Gelin tâbî olun, sizi irşad yollarına ulaştırayım, Allah’a ulaştırayım.” diye. Onlar da Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le alay ediyorlar. Diyorlar ki, en çok konuşan birisi: “Şu ayı görüyor musun?” diyor, “Gökteki ayı?” diyor. “Evet, görüyorum.” diyor Peygamber Efendimiz (S.A.V). “O Ay’ı,” diyor o kişi, “Eğer ikiye ayırabilirsen; Ay’ı fekkedebilirsen o Ay’ı, o zaman biz sana tâbî oluruz.” Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki: “Ben Ay’ı fekkedemem. Ay’ı ikiye ayırmam söz konusu değildir. Ben de sizin gibi bir insanım. Ama Allah’a dua ederim, Allah’tan talepte bulunurum. Eğer Allahû Tealâ bana söz verirse ki Ay’ı ikiye ayıracaktır, mutlaka ayırır, Ay’ı fekkeder. Ama Allah Ay’ı fekkettiği takdirde o zaman bana tâbî olacak mısınız?” Oradakilerin hepsi birden diyorlar ki: “Evet, o zaman mutlaka biz sana tâbî oluruz.” Ve ayrılıyorlar oradan. Sonra Allahû Tealâ Ay’ı fekketmek konusunda Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e: “Evet,” diyor. “Biz Ay’ı fekkedeceğiz.” Ve Ay fekkediliyor, Allahû Tealâ ortadan ikiye ayırıyor Ay’ı. Müşrikler de görüyorlar, o kâfirler de görüyorlar ki Ay fekkedilmiş. Peygamber Efendimiz (S.A.V) onlara diyor ki: “İşte,” diyor, “Allah verdiği sözü gerçekleştirdi. Ve Ay’ı sizin istediğiniz gibi fekketti. Şimdi sıra sizde.” diyor. “Hadi bakalım, siz de bana verdiğiniz sözü tutun, siz de sözünüzde sadık olun, sizin de sözünüzde hulf olmasın.” diyor Peygamber Efendimiz (S.A.V). Ve o taraftan cevap geliyor: “Bu muhakkak ki apaçık bir sihirdir (büyüdür).”
Allah’ın resûlleri Allah’tan bir mucize isterlerse, Allah onu yerine getirir veya getirmez, bu Allah’ın vereceği bir karardır. Ama her devirde ne zaman Allah’ın Resûl’ü Allah’ın bir mucizesine sebebiyet verse Allah’tan o mucizeyi talep etse de Allahû Tealâ onu yerine getirse, bütün devirlerdeki insanlar hep aynı şeyi söylemişlerdir: “Bu muhakkak ki apaçık bir sihirdir, bu muhakkak ki apaçık bir büyüdür.” diyorlar.
Sihir Arapça adı, büyü Türkçe adı. Oysaki Allahû Tealâ söz vermiş ve yerine getirmiş. Ama o kişiler diyorlar ki: “Hayır, bu muhakkak ki apaçık bir sihirdir.”
Bütün devirlerde Allah’ın dostları eğer Allah’tan talepte bulunmuşlarsa (Allah’ın Resûlleri), Allahû Tealâ da talebi kabul buyurmuşsa, mutlaka yerine getirir. Allah da karar verebilir; sözünde hulf olmaz.
Allahû Tealâ bir kavmi, resûllerine düşmanlık ediyorlar diye yok etmek kararını verirse ondan sonra artık resûl, Allahû Tealâ’dan o kavmi için af dilese bile, Allahû Tealâ sözünü mutlaka yerine getirir. Ad kavmi için, Semud kavmi için, Lût kavmi için hep bu tarzda cezalandırılmalar olmuştur. Ve Allahû Tealâ bu sefer de cezalandırma konusunda söz vermiştir, ama mutlaka sözünü gerçekleştirmiştir. Allah’ın sözü asıldır. Kimse Allah’ın sözünü, verdiği sözü değiştirmesine sebebiyet veremez. Allah söz verdiği zaman, mutlaka onu yerine getirir. Allah’ın sözünde hulf olmaz.
Ve İbrâhîm Suresinin 48. âyet-i kerimesi:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
14/İBRÂHÎM-48: Yevme tubeddelul ardu gayral ardı ves semâvâtu ve berazû lillâhil vâhıdil kahhâr(kahhâri).
O gün arz (yeryüzü) ve semalar, başka bir hale döndürülür (döndürülmüş olur). Ve onlar, Vahid (bir) ve Kahhar olan Allah’ın huzuruna çıkmış olurlar.
Kelimelere geliyoruz:
yevme: O gün.
tubeddelu: Değiştirilir, bir halden, şekilden bir başka hale (şekle) döndürülür.
el ardu: Yeryüzü.
gayra: Başka.
el ardı: Yeryüzü.
ve es semâvâtu: Ve semalar.
ve berazû: Ve ortaya çıktılar.
li allâhi: Allah’a, Allah’ın huzuruna.
el vâhıdi: Tek olan, bir olan (tek olan, vahid olan).
el kahhâri: Kahhar olan, kahretmeye gücü yeten.
Cümleciklere geçtik:
yevme tubeddelu: O gün tebdil edilir, döndürülür, değiştirilir.
yevme tubeddelu: O gün döndürülür, değiştirilir.
el ardu gayral ardı: Yeryüzü başka bir hale (kendisinden gayrı bir hale döndürülür).
ves semâvâtu: Ve semalar da (döndürülür, değiştirilir).
ve berazû: Ve ortaya çıkmış olurlar.
lillâhil vâhıdil kahhâri: Vahid (bir, tek) ve kahhar olan Allah için.
“Ve bariz; onlar ortaya çıkmış olurlar, bariz olurlar.” diyor Allahû Tealâ; ortaya çıkarmak, görünmek, göstermek.
“lillâhi: Allah için.
“lillâhil vâhıdil kahhâri.”
lillâhi: Allah için.
el vâhıdi el kahhâri: Vahid olan (tek olan) ve kahhar olan (kahredici olan) (Allah için bariz olurlar, ortaya çıkarlar, ortaya çıkmış olurlar; vahid ve kahhar olan Allah için; Allah’ın huzuruna).
Cümlecikleri cümleler haline getirelim:
“O gün arz (yeryüzü) ve semalar başka bir hale döndürülür (döndürülmüş olur) ve onlar, Vahid (bir) ve Kahhar olan Allah’ın huzuruna çıkmış olurlar.”
“O gün (kıyâmet günü),” diyor Allahû Tealâ, “Bütün insanlar Allah’ın huzuruna o gün mutlaka ulaşacaklar.” Biliyorsunuz, kıyâmet günü zaman önce duracak, sonra geriye dönecek zaman. Geriye döndüğünde de Allahû Tealâ’nın dizaynı içerisinde zaman geriye döndüğünde, bütün insanların yaşadığı devirlere zaman ulaşacaktır. Zaman o ana geri döndüğünde insanlar, o andaki yaşamakta olan insanların hepsi yaşıyor olacaklar ve mezarlarından canlanıp yükselerek İndi İlâhi’den evvel mahşer meydanında toplanacaklardır. Kıyâmet günü yaşamakta olanlar da o anda orada ölmüşlerdir, ondan evvel ölmüş olanların da hepsi zaten ölmüştür. Bu birinci ölümdür. Sonra zaman geriye doğru dönerken, o zamanlarda bütün kâinatta yaşayan insanlar canlanacaklar ve mahşer meydanında toplanacaklardır. Mahşer meydanında toplandıkları zaman Allahû Tealâ, sur’a ikinci defa üfürttürecek ve bütün insanlar ikinci defa öleceklerdir orada, mahşer meydanında. Sonra tekrar canlandırılacaklardır. Her biri aynı yaşta ve cennet veya cehennem hayatını yaşayacak hüviyette bir iç organlar sistemiyle ve enerji beden olarak, yaşlanmayan, değişmeyen bir beden olarak bütün insanlar yeniden hayata geri döndürüleceklerdir, yani diriltileceklerdir. Yetmez, bütün nefsler berzah âlemlerinden gelecek, o fizik vücutların içine gireceklerdir. Ve cennet hayatını da cehennem hayatını da beraber yaşayacaklardır.
İşte Allahû Tealâ, semaların ve yerin başka bir hüviyete dönüştüğünü söylüyor ve onların da bütün insanların da Allah’ın huzuruna çıkmış olacağını.
Ve 49. âyet-i kerime:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
14/İBRÂHÎM-49: Ve terel mucrimîne yevme izin mukarranîne fîl asfâd(asfâdi).
Ve izin günü, mücrimleri kelepçelenmiş, birbirine zincirlerle bağlanmış görürsün.
Kelimeler:
ve tere: Ve sen görürsün.
el mucrimîne: Mücrimler, suçlular.
yevme izin: İzin günü.
mukarranîne: Birbirine bağlanmış olanlar.
fî: İçinde.
el asfâdi: Bukağı, kelepçeler, zincir.
(el safedu: Kelepçe).
Asfâd da safedu’nun çoğulu oluyor. Veya zincir, insanları birbirine bağlayan bir zincir. Çünkü kelepçeler insanları birbirine bağlamaz, kelepçe iki eli birbirine bağlar, ama zincir bütün insanları birbirine bağlar.
Cümlecikler:
ve terel mucrimîne: Ve mücrimleri görürsün.
yevme izin: İzin günü (kıyâmet günü).
Burada izin gününe Allahû Tealâ: “Kıyâmet günü.” diyor. Ama Kur’ân’ın birçok yerinde izin günü, mürşide tâbî olunan gün olarak da değerlendiriliyor.
mukarranîne fîl asfâdi: Kelepçelenmiş, (birbirine bağlanmış) birbirine zincirlerle bağlanmış.
Bu cümleleri birleştirdiğimiz zaman:
“Ve izin günü mücrimleri kelepçelenmiş, birbirine zincirlerle bağlanmış görürsün.”
Ve artık cehenneme girmiş insanlar. Orada cehennemde birbirlerine bağlanmışlar, zincirlerle birbirine bağlanmışlar, kelepçelenmişler.
Bu kimseler kim? Mücrim. Cürüm, suç demek Arapça. Mücrim de cürmü işleyen, suçu işleyen.
“Ve izin günü mücrimleri kelepçelenmiş, birbirine zincirlerle bağlanmış görürsün.”
Kıyâmetten bir görüntü. Cehennemin içindeki insanların durumu; kelepçelerle bağlılar, sımsıkı bağlanmış durumdalar. Ve niçin bağlanıyorlar? Kaçamamaları için. Aslında zaten kaçmaları mümkün değil. Ama azabı gördükleri zaman, yaşamaya başladıkları zaman, ateş onları sarıp da etlerini yaktığı, yakarak bitirdiği zaman, o süre içinde onlar hep acı duyacaklardır. Acıyı duyunca kaçmak isteyeceklerdir ama kaçamayacaklardır. İşte kaçmayı önleyen şey, onların zincirlerle birbirine bağlanmasıdır, kelepçelenmeleridir.
Ve İbrâhîm Suresinin 50. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
14/İBRÂHÎM-50: Serâbîluhum min katırânin ve tagşâ vucûhehumun nâr(nâru).
Onların gömlekleri katrandandır ve onların yüzlerini ateş sarar.
Kelimeler:
serâbîlu-hum: Onların serabilleri, onların serabili (gömlekleri).
min katırânin: Katrandan.
ve tagşâ: Ve kaplamıştır, sarmıştır.
vucûhe-hum: Onların yüzleri.
en nâru: Ateş.
Şimdi cümleciklere geçiyoruz:
serâbîluhum min katırânin: Onların gömlekleri katrandandır.
ve tagşâ vucûhehumun nâru: Ve onların yüzlerini ateş sarar.
Yani kızgın ateşte yanmak, yüzlerinin ateşte yanması söz konusudur. Öyleyse gömleklerin katrandan olduğu, insanların yüzlerini ateş sardığı bir cehennem söz konusu.
Kur’ân-ı Kerim boyunca Allahû Tealâ cehennemden birçok manzara veriyor. “Ateşe yaslanırlar.” diyor. “Ateşte irinler içindedirler.” diyor. “Ateşte bütün vücutları yanar, erir ve ölmek isterler, ölemezler.” diyor. “Yanıp eriyen vücutlarına yeniden et giydiririz.” diyor, “Yeniden yanarlar.” diyor.
14/İBRÂHÎM-16: Min verâihî cehennemu ve yuskâ min mâin sadîd(sadîdin).
Onun arkasında cehennem vardır ve irinli sudan içirilir.
14/İBRÂHÎM-17: Yetecerrauhu ve lâ yekâdu yusîguhu ve ye’tîhil mevtu min kulli mekânin ve mâ huve bi meyyit(meyyitin), ve min verâihî azâbun galîz(galîzun).
Onu yutmaya çalışacak ve (fakat) onu boğazından kolayca geçiremeyecek. Bütün mekânlardan ona ölüm (öldürücü sebepler) gelecek ve (fakat) o ölemeyecek (ölmek istediği halde ölmesi mümkün olmayacak). Ve onun arkasından galiz (ağır) bir azap vardır.
4/NİSÂ-56: İnnellezîne keferû bi âyâtinâ sevfe nuslîhim nârâ(nâran). Kullemâ nadicet culûduhum beddelnâhum culûden gayrahâ li yezûkûl azâb(azâbe). İnnallâhe kâne azîzen hakîmâ(hakîmen).
Muhakkak ki âyetlerimizi inkâr eden kimseleri yakında ateşe atacağız. Onların derilerinin her yanışında, azabı tatmaları için onları(derilerini) başka deriler ile değiştireceğiz. Muhakkak ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.
Ve sevgili kardeşlerim, bütün bunlar şu dünya hayatını yaşarken onların akılsızlıklarından kaynaklanıyor. Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar. Dileseler cehenneme girmeyecekler, mutlaka Allah’ın cennetine girecekler. Mutlaka yaşarlarsa 5-6 aylık bir hayat vermişse Allahû Tealâ onlara, mutlaka Allah’ın Zat’ına ulaşacaklar, üçüncü kat cennetin sahibi olacaklar. Dünyada da o süreç içinde yaşarken dünya hayatının da yarısını mutlulukla geçirecekler.
Öyleyse Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, Kur’ân’ı bilmeyen zavallılar, onların hepsi ne yazık ki cehenneme gireceklerdir, bu olayı yaşayacaklardır; katrandan elbiseler giyecek ve yüzlerini ateş saracaktır.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, Allah muhakkak ki her şeye kaadirdir. Ve insanların bazısını bu tarzda cezalandırıyor. Kim bu insanlar? Bu insanlar bir tek cümleyle; Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin hepsi. Yüzlerce grup suç işleyenler var ama Allah’a ulaşmayı dilemeyen hiç kimsenin cennete gitmesi mümkün değil.
Öyleyse hepsini ortak paranteze alabiliriz. Allah’a ulaşmayı dilemeyen insanlar, bunlar mücrimler olarak vasıflandırılıyor. Birinci suçları bu: Allah’a ulaşmayı dilememek. Ondan sonra her biri diğer suçlarının durumuna göre, derecesine göre birinci kat cehennemde azap edilirler. Ya da eğer cehennem de en alttan en üste doğru dereceleniyorsa, o zaman yedinci kat cehenneme girerler, sadece Allah’a ulaşmayı dilemeyenler. Allah’a ulaşmayı dilememişler ama Allah’ın emirlerini, diğer emirlerini yerine getirmişler. Onlar sadece Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için en üstteki cehennemlere gireceklerdir. Sonra da derece derece insanlar; Allah’ın âyetlerini yalanlayanlar, sonra bu âyetleri gizleyenler, sonra bunları yaptıktan başka Allah’ın resûlleriyle alay edenler, başka insanlara zararı dokunanlar, onları öldürenler ve en alt kata da şeytanla iş birliği yaparak başka insanları büyüyle, hüddamla aylarca yıllarca rahatsız edenler. Bu insanların her birisi ayrı bir cehenneme girecektir. Ama en alt cehenneme girecek olanlar, bu büyüyle, hüddamla insanlara işkence edenler, onları azaplandıranlardır.
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, sizler Allah’ın bahtlı kullarısınız ki; Allah’a ulaşmayı dilediniz. Cehennemden sadece bu sebeple bile kurtuldunuz. Ama onunla kalmadınız, tâbî oldunuz. Onunla kalmadınız, ruhunuzu Allah’a ulaştırdınız. Bundan sonra kiminiz beka kademesinde, kiminiz zühd makamında, aranızda fizik vücutlarını Allah’a teslim etmiş olanlar da var.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, sizler mücrimler değilsiniz. Sizler kurtuluşa ulaşanlarsınız, necata ulaşanlarsınız, felâha ulaşanlarsınız.
Allah razı olsun.
İbrâhîm Suresinin 51. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor:
14/İBRÂHÎM-51: Li yecziyallâhu kulle nefsin mâ kesebet, innallâhe serîul hısâb(hısâbi).
(Bu azap), Allah’ın bütün nefslerin kazandığının karşılığını (ceza veya mükâfat) vermesi içindir. Muhakkak ki; Allah, hesabı çabuk görendir.
Ne diyor Allahû Tealâ? Kelimelere bakalım:
li yecziye allâhu: Allah’ın karşılığını (ceza veya mükâfatı) vermesi içindir.
kulle: Hepsi, bütün tamamı, bütünü, tamamı.
nefsin: Nefs.
mâ kesebet: Kazandığı şeyler.
inne allâhe: Muhakkak ki Allah.
serîu el hısâbi: Hesabı çabuk gören(dir).
Şimdi cümleciklere geliyoruz:
li yecziyallâhu: Allah’ın karşılığını (ceza veya mükâfat) vermesi içindir.
kulle nefsin: Bütün nefsler.
mâ kesebet: Kazandığı şey (kazandığı, iktisap ettiği şey).
innallâhe serîul hısâbi: Muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir.
Şimdi cümlecikleri cümleler haline getirelim:
“(Bu) Allah’ın bütün nefslerin kazandığının karşılığını (ceza veya mükâfat) vermesi içindir. Muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir.”
“Muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir.”
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, o gün, kıyâmet günü Mahkeme-i Kübra’da olacaksınız. Ne hâkim ne savcı ne şahitler. Bir mahkeme hüviyetinde olmayacaktır. Kendi hayat filminizi göreceksiniz. Mahkeme-i Kübra odur. Doğumunuzdan ölümünüze kadar geçen zaman süresi içerisinde ne yaptınız? Yaptığınız her şey, her saniyesi pozitif veya negatif derecelerle dolu olarak orada görünür. Ne yaptıysanız, yaptığınız her şey oradadır.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, başka birinin hayat filmini değil, kendi hayat filminizi seyrediyorsunuz. Elinizde mizan var. Dünya ve kâinattaki bütün suçların da bütün güzelliklerin de yani bütün derecat kaybettirecek olayların da bütün derecat kazandıracak olayların da var olduğu, muhtevasında yer aldığı bir mizan gösterime girecektir sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. Hem düşüncelerinizin hem ef’âlinizin yani fiillerinizin, davranışlarınızın orada göründüğünü göreceksiniz. İki film birden göreceksiniz. Birinde düşünceleriniz var; ne düşünmüşsünüz? İkincisinde de fiiliniz var; ne yapmışsınız? Böylece mizan, vücuda getirdiğiniz bütün olaylardaki taammüt miktarını, tasarlayarak işleme miktarını, kasıtlı olarak tahakkuk ettirdiğiniz hataları, günahları, gene kasıtlı olarak vücuda getirdiğiniz bütün davranışları mizan gösterecektir, %100 taammüdün hakkını vererek. Ve böylece hayatınız boyunca göreceksiniz ki en ufak bir yanlışlık yapılmamış. Çünkü elinizdeki mizanın hayat filminiz boyunca gösterdiği bütün rakamların, orada, hayat filminizde de aynı olduğunu göreceksiniz Allah’ın adaletinin size mutlak olarak ulaştığını, size kıl kadar haksızlık yapılmadığını göreceksiniz. İncir çekirdeği, hayır hurma çekirdeğinin içindeki lif kadar bile size Allah’ın zulmetmediğini göreceksiniz. Size zulmedilmediğini göreceksiniz. Ve hayat filminizin başında kiramen kâtibîn meleklerinizi göreceksiniz.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, böyle bir dizaynda hayat filminizin gösterdiği rakamların bir tarafı çok olacaktır; kaybettiğiniz dereceler tarafı çok olacaktır veya kazandığınız dereceler tarafı çok olacaktır. Hangi taraf çoksa onun neticesini alacaksınız, eğer kazandığınız dereceler çoksa bunun mükâfatı Allah’ın cennetine girmenizdir, orada ebediyyen kalmanızdır. Eğer kaybettiğiniz dereceler çoksa bunun cezası cehenneme girmenizdir, orada ebediyyen kalmanızdır. Bir savcı, bir hâkim ve suçludur- suçsuzdur diyen, o tarzda suçluluk ve suçsuzluk şahitleri mevcut değil. Ama şahitler mevcut; gerçekten Allah’a ulaşmayı dilemiş misiniz, gerçekten mürşidinize ulaşıp tâbî olmuş musunuz, gerçekten Allah’ın kâinattaki yegâne dîninin, Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin bütün peygamberlerin dîninin gerektirdiklerini yapmış mısınız, yoksa yapmamış mısınız?
İşte sevgili öğrenciler ve izleyenler, Allahû Tealâ bu âyet-i kerimede bir de: “Allah hesabı çabuk görendir.” buyuruyor. Acaba ne demek istiyor Allahû Tealâ?
Kim herhangi bir fiili işlerse, ister pozitif bir fiil olsun, meselâ Allah’ın bir namazını kılsın, o kişinin hesabına her saniye değerler yazılır. Namaz kılıyorsanız, hayatınızın her saniyesine pozitif dereceler yazılır, zaid dereceler yazılır. Zikir yapıyorsanız, gene aynı şey olur, zaid dereceler yazılır. Başka birine bir kötülük yapıyorsanız, Allah’ın yasak ettiği bir fiili işliyorsanız, bu sefer de hayatınızın bu işlemleri yaparken her saniyesine negatif dereceler, nakıs dereceler yazılır. Ve rakamlar kümülâtif olarak devamlı toplanır. Ama hangi fiili işlediyseniz, o fiilin karşılığı olan derecat, hesabınıza yapılmış ve hesap kapatılmıştır. Fiile karşı kaybedilen derecat, negatif fiile karşı yani seyyiate karşı nakıs derecat, kaybedilen derecat. Ama buna karşılık eğer işlediğiniz bir sâlihat ise veya hasenat ise her ikisinde de derecat kazanmanız söz konusudur. Kazandığınız dereceler zaid derecattır.
Öyleyse hangi fiili işlerseniz işleyin, işlediğiniz anda hesabınız kapanmıştır. Allah hesabı görmüştür. Fiile karşı derecat. Ama ya olayda başkası da varsa? Gene aynı şey olmuştur. Birisi başka birine zarar veriyorsa zarar veren, verdiği zarar kadar derecat kaybedecektir. Onun hayat filmine nakıs derecat yazılacaktır. Fiili yaptığı kişinin, zarar verdiği kişinin de hayat filmine zaid dereceler, pozitif dereceler yazılacaktır, artı dereceler yazılacaktır, kendisine yapılan kötülük kadar. Böylece zulüm yapanın amel defteri sıfırlanır; fiiliyatıyla derecatı arasında bir sıfırlanma söz konusudur. Ve zarar verdiği kişinin de amel defteri sıfırlanır; gördüğü eza ile kazandığı derecat birbirinin tam eşitidir. İki defter de tamamlanmıştır. Ama ya o kişi intikam almayı istiyorsa? İntikam aldığı zaman, bu sefer o kendisine evvelce zulüm yapılmış olan kişi, aynı derecatı kaybedecektir, aynı miktarda bir intikam almışsa. Baştan suçu işleyen de kendisine zulmedildiği için bu sefer, aynı derecatı kazanacaktır. Burada fiiller de sıfırlanmıştır, dereceler de sıfırlanmıştır. Zâlim (kötülüğü yapan), bir miktar derecat kaybetmiştir, aynı miktarda derecatı kazanmıştır; dereceler sıfırlanmıştır. Başka birine bir zarar vermiştir, aynı miktardaki zarar ona da verilmiştir aynı fiille, fiiller de birbirine eşitlenmiştir. Zâlimin amel defteri böyle, mazlumun da amel defteri aynı. Kendisine bir zulüm yapılmıştır. O zulümle, o zulme karşı o da karşı tarafa zulmetmiştir. Fiiller birbirini götürmüştür, sıfırlamıştır. Kendisine zulüm yapıldığı zaman derecat kazanmıştır. Ama intikam aldığı zaman kazandığı derece aynen karşı tarafa verilmiştir, dereceler de sıfırlanmıştır. Öyleyse Allahû Tealâ hesabı çabuk görür, anında görür.
Ve İbrâhîm Suresinin son âyet-i kerimesine ulaştık sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler.
Allahû Tealâ buyuruyor:
14/İBRÂHÎM-52: Hâzâ belâgun lin nâsi ve li yunzerû bihî ve li ya’lemû ennemâ huve ilâhun vâhidun ve li yezzekkere ulûl elbâb(elbâbi).
Bu (Kur'ân-ı Kerim), O'nunla uyarılmaları ve O'nun (Allah’ın) tek bir İlâh olduğunun bilinmesi ve ulûl'elbabın (sırların sahiplerinin) tezekkür etmesi için insanlara bir açıklamadır.
Kelimeler:
hâzâ: Bu.
belâgun: Bir bildiridir, duyurudur, tebliğdir.
li en nâsi: İnsanlar için.
ve li yunzerû: Ve uyarılsınlar diye.
bi-hî: Onunla.
ve li ya’lemû: Ve bilsinler diye.
ennemâ: Sadece, yalnız, ancak.
huve: O.
ilâhun: Bir ilâhtır.
vâhidun: Tek, tek ilâhtır, bir ilâhtır.
ve li yezzekkere: Ve tezekkür etsinler diye.
ulû el elbâbi: Sırların sahipleri.
Cümlecikler:
hâzâ belâgun lin nâsi: İşte bu (Kur'ân-ı Kerim), insanlara bir açıklamadır.
ve li yunzerû bihî: Onunla uyarılmaları için
ve li ya’lemû ennemâ huve ilâhun vâhidun: Ve O’nun tek İlâh olduğunu bilmeleri için.
ve li yezzekkere ulûl elbâbi: Ve ulûl’elbabın (sırların sahiplerinin) zikretmesi için (sırların sahiplerinin tezekkür etmesi içindir).
Cümlecikleri cümle haline getirelim.
“Bu (Kur’ân, Kur'ân-ı Kerim), O’nunla uyarılmaları ve O’nun (Allah’ın) tek bir İlâh olduğunun bilinmesi ve ulûl’elbabın (sırların sahiplerinin) tezekkür etmesi için insanlara bir açıklamadır.”
Sevgili öğrenciler, Allahû Tealâ: “Kur'ân-ı Kerim’in, Allah’ın tek İlâh olduğunun bilinmesi için ve insanların O’nunla uyarılması için ve ulûl’elbabın tezekkür etmesi için (etraflıca düşünüp, Allah’ın da bildirisiyle sırlara ehil olması için) bir tebliğdir, açıklamadır.” diyor Allahû Tealâ.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, bir Kur'ân-ı Kerim dersimiz, Tefsir dersimiz daha inşaallah burada tamamlanıyor. Bu âyetle inşaallah İbrâhîm Suresini de tamamlamayı Allahû Tealâ bizlere nasip kıldı. Kur'ân-ı Kerim boyunca ilerliyoruz sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler.
İmam İskender Ali M İ H R