}
Genel Tasavvuf Sohbeti 10.06.2002
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 104029

 
 
 
SOHBETİN ADI: GENEL TASAVVUF SOHBETİ
TARİHİ: 10.06.2002

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha, Allah’ın sohbetinde Allahû Tealâ bizleri biraraya getirdi.

Konumuz: Tasavvuf.
Konumuz: İslâm.
Konumuz: Hanif dîni.

Aslında size aynı şeyi söylemiş olduk. Tasavvuf; İslâm’ın yani Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin hayata geçirilmesidir,  hayata tatbik edilmesidir.

Dîn bir mevhumdur. Bu dîn Allahû Tealâ tarafından yaşanmak için bizlere ihsan edilmiştir. Ve dînin yaşanması “tasavvuf” adını alır. Bir başka ifadeyle tasavvuf, İslâm’ın bütününü yaşamaktır yani 7 safhasını da. Beni ilk defa dinleyenler için bu söylediklerim bir hayli yabancı olacaktır bu kişiye. Çünkü şimdiye kadar bunları hiç duymamıştır.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Peygamber Efendimiz (S.A.V), Hz. İbrâhîm’in hanif dînini yaşamak için kendisini dîne ikame etmesi konusunda Allahû Tealâ’dan emir almıştır. İşte Allahû Tealâ buyuruyor Rûm Suresi 30. âyet-i kerime:

30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).

Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.


“fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen)” diye başlıyor.  “Hanif olarak kendini hanif dînine doğrult.” diyor Allahû Tealâ.
“fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ: Allah’ın bütün insanları yarattığı fıtrat hanif fıtratıdır.
lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi),
zâliked dînul kayyimu: İşte bu kayyum olan (ezelden ebede) kadar devam edecek olan kâinatın dînidir.
lâ tebdîle li halkıllâh: Allah’ın yaratmasında değişiklik göremezsin.” diyor Allahû Tealâ.

Yani ne demek istiyor Allahû Tealâ? Demek istiyor ki: “Habibim! Sen hanifsin yani İslâm’sın. Kendini hanif olarak, hanif dînine ikame et. O dîn ki; kayyum olan dîndir. Yani ezelden ebede kadar devam edecek olan, ayakta kalacak olan, kâinatın yegâne dînidir. Allah’ın yaratmasında yani ne dîni yaratmasında ne de insanları o dîni yaşayacak olan fıtratla yaratmasında değişiklik göremezsin.”

Yani? “Yani” diyor Allahû Tealâ bu ifadeyle: “Allah, bütün insanları hanif fıtratıyla yaratır. Hanif dînini yaşayabilecek olan özellikle yaratır.” diyor Allahû Tealâ. “Allah, bütün insanları hanif dînini yaşayabilecekleri bir özellikle yaratır.” buyuruyor.

Ve hanif dîni ile yaratılan insanların yaşayabileceği sadece bir tek dîn vardır; hanif dîni, Arapça adıyla İslâm dîni. Hz. Nuh’un dîni, Hz. İbrâhîm’in dîni, Hz. Musa’nın dîni, Hz. İsa’nın dîni, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’in dîni, onlara bağlı olan herkesin dîni ve bütün peygamberlerin, bütün resûllerin tek dîni.

İşte her kim bu dîni yaşarsa yaşadığı bu dîn; o kişi için tasavvufun yaşanmasını ifade eder. Yani tasavvuf hanif dîninin, İslâm dîninin hayata geçirilmesidir. Bir mevhumdur dîn. Bir yaşam biçimidir. Bu, Allah’ın vasıflarını belirttiği dîni yaşamak, Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmek suretiyle yaşamak, işte o; tasavvuftur.

Öyleyse tasavvuf, İslâm’ın Kur’ân’daki boyutlarıyla yaşanmasıdır. Bu boyutlar 7 tane safha içerir. Bu boyutlar 28 tane basamak içerir.

İslâm, 7 safhadan oluşur. Hz. İbrâhîm’in hanif dîni, Hz. Âdem’in dîni, ilk peygamber ve ilk insan olan Hz. Âdem’in dîni; bu dîndi. Son peygamber Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’in dîni de gene bu dîndi. Arapça adıyla; İslâm dîni.

İslâm dîni, yeni bir dîn değildir. Hristiyanlık dîni başka bir dîn, Yahudilerin dîni başka bir dîn,  Hz. İbrâhîm’in dîni başka bir dîn, Hz. Yakub’un dîni başka bir dîn değildir. Hz. Âdem’e Allah’ın öğrettiği dîn, tatbik ettirdiği dîn; Hz. İbrâhîm’in hanif dînidir. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in dînidir.
 
Allahû Tealâ Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


“Hz. Nuh'a, Hz. İbrâhîm’e, Hz. Yakub’a şeriat olarak verdiğimizi, Hz. Musa'ya,  Hz. İsa'ya indirdiğimiz şeriatı sana da vahyetmek suretiyle şeriat kıldık. Putperestlere onlara, onları davet ettiğin dîn ağır geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer, onlardan Allah’a yönelenleri Allah’a ulaştırır.”

İşte sevgili öğrenciler, izleyenler,  dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım! Demek ki; bir tek şeriat var. Hz. Âdem’den ilk peygamber, ilk insan Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’e kadar son peygamber ama son insan değil. İlk peygamberden son peygambere kadar, Allahû Tealâ sadece bir tek dîn dizayn etmiş. O dînin her peygamber zamanında, o peygamber ve ona bağlı olanlarla insanlık tarihi boyunca yaşandığını söylüyor Allahû Tealâ. Öyleyse dînler yok, dîn var. Bir tek dîn! Hanif dîni, İslâm dîni, bütün peygamberlerin tek dîni, bir tek dîn...

Öyleyse “hanif” kelimesinin muhtevasına baktığımız zaman bunun vahdet mânâsına geldiğini görüyoruz, tevhid mânâsına geldiğini görüyoruz. 1. özelliği İslâm dîninin ya da Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin 1. özelliği; tek Allah’a inanmaktır.

Sevgili kardeşlerim! Her ne kadar Hristiyanlar: “Baba Allah, oğul Allah ve Ruhul Kudüs diye 3 tane Allah vardır.” diyorlarsa da, ağızlarında bu varsa da İncil’i tetkik ettiğiniz zaman “One God.” diyor Allahû Tealâ.  Kaç tane âyet-i kerimede tespit ettik onları. “Sadece bir tek Allah vardır.” İbaresine rastlıyoruz. Ve Allahû Tealâ’nın ifadesi son derece açık: “Tek bir Allah.”
 
Öyleyse hanif dîninin 1. özelliği; tek Allah’a inanmak. Allah da tevhid, tek bir Allah. İkincisi cemaatte tevhid; fırkalara ayrılmamak, Sıratı Mustakîm’in üzerinde olmak.  

“Yalnız Sıratı Mustakîm’in üzerindekiler tek bir fırkayı oluşturur. Ve kurtuluşa ulaşacak olanlar sadece onlardır. Sakın 73 fırkadan diğer 72’sine tâbî olmayın ki, tâbî olursanız onlar sizi Allah’ın yegâne kurtuluş yolu olan Sıratı Mustakîm’den ayırırlar.” buyuruyor Allahû Tealâ.

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mu’minîn(mu’minîne).

Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.


Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Öyleyse bir bütünden bahsediyoruz. Allahû Tealâ’nın dizaynı, hanif dînini ifade ediyor. Hanif dîni de; vahdeti, tevhidi, tekliği.

1- Tek Allah’a inanmak 1. özellik.
2- Cemaatin tek bir yol üzerinde (Sıratı Mustakîm üzerinde) oluşu; 2. özellik. Peki, hanif fıtratının 3. özelliği? 3 özellikten oluşuyor.
3- Teslim. Ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi -dördünü de- Allah’a adım adım teslim etmekle mükellefsiniz.
 
Öyleyse Allah’ta vahdet, cemaatte vahdet; Sıratı Mustakîm’in üzerinde bulunmak ve Allah’a teslim olmak. İşte dîn budur. Tasavvuf da bunları yaşamanın adıdır. Bunları yaşayana “mutasavvuf” denir. Tasavvufun içinde olanlar. Bütün tasavvuf ehli, bütün Kur’ân’ı yaşayanlar kardeştir.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! İslâm, hanif dîni, tasavvuf; 7 safhada yaşanır:

1. safhada: Allah'a ulaşmayı dilemek söz konusudur. 3. basamakta başlar.
2. safhada: Allah’tan Allah'a ulaşmayı diledikten sonra alınan 12 tane ihsanla mürşide ulaşmak ve tâbiiyet söz konusudur. 14. basamak.
3. safhada: Allah’a doğru yola çıkan ruhu, 7 tane gök katını aşırıp Allah’ın Zat’ına ulaştırmak ve Allah’a teslim etmek söz konusudur. 3. safha, 21. basamak. Allah’a ulaşmak; 22. basamak, teslim.
4. safhada: Fizik vücudu, Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özelliğin sahibi kılmak söz konusu.
 
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Böylece bir dizaynı içeriyor, Allahû Tealâ’nın kanunu; İslâm yani hanif dîni. İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! 25. basamakta fizik vücudunuz (şu vücudunuz) Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellik kazanacaktır. 25. basamak; bu 2. tesliminizdir. 22. basamakta ruhunuzu, 25. basamakta fizik vücudunuzu Allah’a teslim edersiniz. Ve 4. safhayı tamamlarsınız.

5. safhada: 27. basamakta nefsinizi Allah’a teslim edersiniz. Yani nefsinizde nefs tezkiyesi yoluyla hiçbir karanlığı bırakmazsınız. Tezkiyetun nefs yaparsınız. Nefsinizdeki bütün afetleri yok edersiniz. Yerlerine ruhunuzun hasletlerinin eşiti olan fazılları yerleştirirsiniz. Îmân kelimesinin etrafında fazıllar, nefsinizin kalbinde yerleşir.
 
6. safhada: Sonra mı ne olur? Sonra 27. basamağın 4. kademesinde irşada ulaşırsınız. 6. safha.
7. safha: Ve 5. kademesinde 28. basamağın 5. kademesinde, bir sonraki kademesinde iradenizi de Allah’a teslim edersiniz. Ve 7 safha tamamlanır. 4 teslim de tamamlanır.

22. basamakta ruhunuzu, 25. basamakta fizik vücudunuzu, 27. basamakta nefsinizi, 28 basamağın 5. mertebesinde, 5. kademesinde iradenizi Allah’a teslim edersiniz ve teslimlerinizi tamamlarsınız. Allah’ın sizi ulaştıracağı en üst noktaya ulaşırsınız. Allahû Tealâ sizi orada, 28. basamağın 5. kademesinde irşada memur ve mezun kılar.
 
İşte alelâde bir insanken, bir ölüyken canlanmak, dünyaya açılan fizik gözlerle, fizik kulaklarla, fizik kalp yapısıyla canlanmak sonra gayba açılan gözle, gayba açılan kalp gözüyle,  kalp kulağıyla, gayba ait bir başka canlılığa, hayata ulaşmak, bir defa daha ölüyken dirilmek...

İşte 2 defa ölüyken dirilmek ya da 3 defa... Çünkü birincisinde siz doğuyorsunuz. Annenizin karnında şekilleniyorsunuz, doğuyorsunuz. Bu 1. hayata getirilmeniz ama dünya hayatını yaşayanlar için, Allah’ın istediği biçimde yaşayanlar için, onlarla mukayese edildiğinde bir ölüsünüz. Gözlerinizde hicab-ı mesture var; görmüyorsunuz. Kulaklarınızda vakra var; işitmiyorsunuz. Kalbinizde ekinnet var; idrak edemiyorsunuz.
 
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler!  Bunların hepsini gerçekleştirebilmeniz şekle bağlı. Ve başınızdaki göz açılıyor. Sadece bakmıyorsunuz; görüyorsunuz. Kulaklarınız açılıyor. İrşad makamının söylediklerini işitiyorsunuz, mânâsına varıyorsunuz. Kalbinizin Allahû Tealâ tarafından değiştirilmesiyle, ekinnetin ihbata çevrilmesiyle, ekinnet alınıp ihbat konulmasıyla irşad makamının söylediklerini idrak etmeye başlıyorsunuz. Bu, dünya için dirilmeniz demektir. İslâm’ı yaşamak üzere dirilmek, Allah’ın cennetine girmek üzere dirilmek...
 
Dirildiğiniz anda Allah’ın cenneti için ehilsiniz. Ta 26. basamağa kadar böyle geliyorsunuz. 26. basamakta hikmet ehli oluyorsunuz. Kalp gözünüz, kalp kulağınız açılıyor. Bu noktada kalbinizdeki göz ve kalbinizdeki kulak açılmadan evvel, gayb için siz gene bir ölüydünüz. Evvelâ doğarak dirildiniz. Hayat verdi Allahû Tealâ. Sizi ihya etti. Sonra bu doğan ama Allah'a ulaşmayı dilemeyen bir insan, bir ölü; ne zaman ki Allah'a ulaşmayı dilediniz, o zaman kalp gözünüz değil başınızdaki göz, başınızdaki kulak, kalbinizdeki ekinnet müesseseleri sizi dünya için hayata getirdi, 2. defa.
 
26. basamakta ise gene siz bir ölüsünüz; 26. basamağa gelene kadar 3. basamakta. Kalp gözünüzün açılması gayba, gaybla ilişki kurmanız açısından bir ölüydünüz. Allahû Tealâ kalp gözünüzü, kalp kulağınızı açarak sizi 3. defa hayata getirmiş oluyor.
 
İşte tasavvufun muradı 3. defa hayata geldikten sonra son sırra da sahip olmak, Allah’ın Zat’ını müşahede etmek... Bu noktada da belki bir yeniden hayat söz konusudur.

İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Allah ile olan ilişkilerinizde 28 basamaklık bir müessese İslâm’ı, hanif dînini ve onun hayata geçirilmesi olan tasavvufu ifade eder. Böylece Allah ile en güzel ilişkilerin sahibi olursunuz.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler! Böyle bir dizaynda meseleye baktığınız zaman bütünü görüyorsunuz. 28 basamaklık bir dizayn ve baştan söylediğimiz 7 tane safha... Hadi sizinle beraber Kur’ân’ın ışığında bu 7 safhayı beraberce dolaşalım.

1. basamak; olayları yaşıyorsunuz. Herkes olayları yaşar. Ama genellikle yanlış müşahedelerde bulunur, yanlış yorumlarda bulunur. Allahû Tealâ Bakara-216’da o yanlış yorumlardan bahsediyor. Allah’ın söylediklerini anlayabilmek ve yaşayabilmek...

İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Bakara-216’ya bakalım beraberce:

2/BAKARA-216: Kutibe aleykumul kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrahû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).

Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o sizin için bir şerdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.


“Ve savaş, o sizin hoşunuza gitmese de üzerinize yazıldı, farz kılındı. Hoşlanmayacağınız bir şey olur ki; o sizin için hayırdır.  Hoşlanacağınız bir şey olur ki, o da sizin için bir şerrdir. Siz bilmezsiniz, Rabbiniz bilir.” diyor Allahû Tealâ.
 
İşte insanlar başlangıçta hayrı şerri bilmiyorlar. Ve bu insanlar, bütün insanlar 2. basamağa da otomatik olarak gelirler. Herkes 2. basamakta bulunabilir. Olaylar karşısındaki davranış biçimleriniz Allahû Tealâ tarafından izlenir. Sizin için de bir izleme söz konusu olmalıdır. Eğer Allah’a ulaşma konusunda bir karşı çıkışınız varsa yani “İnsan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşması diye bir şey yoktur.” diyorsanız, başkalarını da buna inandırmaya çalışıyorsanız -Allah’ın 73 âyetine rağmen- o zaman Allahû Tealâ tarafından seçilmezsiniz ve mutlaka cehenneme giden birisi olursunuz. Sadece Allah'a ulaşmayı dilemiyorsunuz diye.

Sevgili kardeşlerim! Son derece önemli bir konudan bahsediyorum. Allahû Tealâ, Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetlerinde açık ve net olarak bu hususu söylüyor. Diyor ki:

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).


“Onlar Bize ulaşmayı dilemezler. Bize mülâki olmayı dilemezler. Yani ruhlarını ölmeden evvel Bize (Allah’a) ulaştırmayı dilemezler. Onlar dünya hayatından razıdırlar. Onlar dünya hayatı ile mutmain olurlar. Onların gidecekleri yer… Onlar Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır. Onların gidecekleri yer, kazandıkları dereceler itibariyle ateştir (cehennemdir).” diyor Allahû Tealâ.

Özetlersek; Allah'a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin gideceği yer, kesin bir hüviyette cehennemdir.
 
Öyleyse Allahû Tealâ böyle olmayan insanları, kalbinde zeyg olmayan insanları, Allah’a isyan etmemiş olan… Bu tarzda bir olay isyan hüviyetini taşıyor. Yani Allah’a ulaşmayı dilememekle kalmayıp başkalarını da Allah’a ulaşmaktan, ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmaktan men etmeye çalışan insanlar, uzak bir dalâlet içinde olan insanlardan hiçbirisi Allahû Tealâ tarafından seçilmez.

Olaylara karşı pozitif davranışlarda bulunan ama Allah’a ulaşmaktan haberi olmayan bir insanı, Allahû Tealâ seçecektir. O kişiye mutlaka Allah’a ulaşmanın gerekli bir şey olduğu bir gün söylenecektir hayatında. O zaman seçilenlerin arasından bu kişi Allah'a ulaşmayı dilerse Allah'a ulaşmayı dilediği anda kurtuluşa imzasını atmıştır. Ama seçilenlerin de bir kısmı Allah'a ulaşmayı dilemiyorlar. Ne yazık ki onların da kurtulması mümkün değil. Allahû Tealâ kurtulma standardını onlara bahşedebilmek için onları seçiyor. Ama seçilenlerden bir kısmı Allah’a yönelmiyor.

Sevgili kardeşlerim! Ne diyordu Allahû Tealâ Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde?
 
“Hz. Nuh'a, Hz. İbrâhîm'e, Hz. Yakub’a verdiğimiz şeriatı Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya indirdiğimiz şeriatı sana da vahyederek, sana da şeriat kıldık. Kâfirleri davet ettiğin hanif dîni onlara ağır geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer kim -bu dilediklerinden her kim- Allah’a yönelirse onları Kendisine ulaştırır.” diyor Allahû Tealâ. Öyleyse muhteva net ve kesin olarak belli.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Bir kişi Allah'a ulaşmayı dilerse o kişi kurtulmuştur. Kurtuluşu kesindir. Nereden çıkartıyoruz kurtuluşun kesin olduğunu? Allahû Tealâ Vel Asr Suresinde buyuruyor ki:

103/ASR-1: Vel asri.

Asra yemin olsun.

103/ASR-2: İnnel insâne le fî husr(husrin).

Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır.

103/ASR-3: İllâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabrı.

Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs tezkiyesi yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar), Allah’a ruhu ulaşıp Hakk’ı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.


“vel asr: Asra yemin olsun.
İnnel insâne le fî husr: İnsanlar hüsrandadırlar.
İllellezîne âmenû: Ama âmenû olanlar hüsranda değillerdir.
ve amilûs sâlihâti: ve nefsi ıslâh edici amel işleyenler de hüsranda değillerdir.
ve tevâsav bil hakk: Hakk’a ulaşıp da Hakk’ı tavsiye edenler, onlar da değillerdir.
ve tevâsav bis sabr:  Sabra ulaşıp sabrı tavsiye edenler, onlar da değildir.” diyor Allahû Tealâ.

Böylece Vel Asr Suresi 28 basamağı ifade ediyor. 7’şer basamak var. 1. basamaktan 7. basamağa kadar olan devrenin, 3. basamaktan itibaren olan kesimi kurtuluşla alâkalı.

Öyleyse ne oluyor sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler? Her kim Allah'a ulaşmayı dilerse o kişi mutlaka kurtuluşa ulaşacaktır. Allah'a ulaşmayı dileyen herkes... Çünkü onlar hüsranda değil. Ne demek istiyoruz?

Mu’minun Suresinin 103. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:  

23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).

Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.


“Kıyâmet günü mizanlarımızı kurarız. Kimin günahları sevaplarından çoksa onlar hüsranda olanlardır. Onlar cehenneme gidecekler. Ve ebediyyen cehennemde kalacaklardır. Onların gidecekleri yer cehennemdir. Ebediyyen cehennemde kalacaklardır.”

Öyleyse 2 nevi insan var; Allah'a ulaşmayı dilemeyenler. Onların gidecekleri yer cehennem; hüsranda olanlar.

İşte Vel Asr Suresinde Allahû Tealâ hüsranda olanları söylüyor: “Bütün insanlar hüsrandadırlar. Ama kim âmenû olursa, o kişi artık hüsranda değildir.” diyor.

Öyleyse âmenû olmak ne demektir? Âmenû olmak; Allah'a ulaşmayı dilemektir. Allah'a ulaşmayı dileyen herkes âmenû olmuştur.

Dikkat edin! Îmân sahibi olmak, âmenû olmak aynı şey değildir. Âmenû olmak…

Allah'a ulaşmayı dileyen bir kişinin Allah'a ulaşmayı dilemesi için evvelâ;

Allah’a inanması lâzım; 1.
Allah’a ulaşmanın farziyetini bilmiş olması lâzım; 2.
Ve Allah’a ulaşacağına inanması lâzım; 3.

Böylece bu kişi âmenû olur. Allah'a ulaşmayı diler. Dilediği anda da Vel Asr Suresine göre kurtuluşa ulaşmıştır. Vel Asr Suresine göre âmenû olan kişi kurtulmuştur. Öyleyse Allah'a ulaşmayı dilediniz; 3. basamaktasınız. 2. basamakta Allahû Tealâ tarafından seçildiniz. 3. basamakta âmenû oldunuz. Allah'a ulaşmayı dilediniz. Ne olur?

Dilediğiniz an, Allah kalbinizdeki Allah’a ulaşma talebini işitir, bilir ve görür. Ve aynı anda işitir, bilir ve görür. Aynı anda, derhal faaliyete geçer Allahû Tealâ. Derhal gözlerinizdeki hicab-ı mestureyi alır. Onu almak için Allahû Tealâ’nın Rahmân esmasının size ulaşması lâzım. Rahmân esması ile size tecelli eden Allahû Tealâ, birçok işlemi ardarda vücuda getirecektir.

Öyleyse siz Allah'a ulaşmayı dilediğiniz anda Allah bunu işitir, bilir ve görür. İşittiği, bildiği ve gördüğü anda Allahû Tealâ’nın üzerinizde derhal Rahmân esması ile tecellisi söz konusu olur.

Allah'ın Rahîm esması ise 12 ihsanla mürşidine tâbî olanlarda tecelli eder. Yûsuf Suresi 53. âyet-i kerime, Hz. Yusuf diyor ki:

12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).

Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).


“Ben nefsimi beraat ettiremem. Temize çıkartamam. Çünkü nefs şerri emreder. Ama Rabbimin Rahîm esması ile tecelli ettiği nefsler hariç.”

İşte burada, 4. basamakta Allah’ın Rahmân esması başlıyor.

Vel Asr Suresinin 1. bölümü 7 basamaktan oluşuyor; âmenû olanları içeriyor. İşte 3. basamakta Allah'a ulaşmayı dileyen kişide 4. basamakta Allah Rahmân esması ile tecelli ediyor. 5. basamakta Allah, o kişinin gözlerindeki hicab-ı mestureyi alıyor. Bütün insanların gözlerinde bir gizli perde var. Bakarlar ama irşad makamını başka insanlardan ayırt edemezler. Onlar gözleri perdeli olanlardır ve ölüdürler. “Onlar bakarlar, görmezler.” diyor Allahû Tealâ: “Onlar ölüdürler.” diyor.

Ve 5. basamakta Allahû Tealâ gözlerinizdeki bir nevi gözlüğü, hicab-ı mestureyi gözlerinizden alıyor. 6. basamakta kulaklarınızdaki vakrayı alıyor. 7. basamakta da kalbinizdeki ekinneti alıyor, yerine ihbat koyuyor.
 
Allahû Tealâ İsrâ Suresinin 44. ve 45. âyetlerinde buyuruyor ki:

17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhirati hicâben mestûrâ(mestûran).

Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).

17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûran).

O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.


“Habibim! Sen Allah’ın tekliğini zikrederek onlara Kur’ân-ı Kerim’i kıraat ettiğin zaman o ahirete inanmayanlarla senin aranda hicab-ı mesture vardır. Yani onların gözlerinin üzerinde bir perde vardır.”

Gizli perde demek; hicab-ı mesture. “İnsan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasına inanmayanlarla senin aranda yani onların gözlerinde hicab-ı mesture vardır (gizli perde vardır). Kulaklarında vakra vardır. Kulakları seni duyar ama onlar işitmezler. Yani kulaklarının duyduğu şeyin mânâsına varamazlar. İrşad makamının irşada müteallik olan sözlerini anlayamazlar. Mânâsını anlayamazlar. Onların kalplerinde ekinnet vardır. Seni idrak edemezler. Kalplerinde ekinnet vardır. Seni idrak edemezler. Yani senin söylediklerini kendilerine mâl edemezler. Mânâsına, derinliğine varıp da onun müdafaasını yapacak olan bir özelliğin sahibi olamazlar.” diyor Allahû Tealâ.
 
İşte 5. basamakta Allah, gözlerinizdeki hicab-ı mestureyi alıyor. Ve irşad makamına baktığınız zaman onun söylediklerini artık anladığınız için onu - sadece bakmıyorsunuz ona- onu artık irşad makamı olarak görüyorsunuz. Onun söylediklerini, kulaklarınızın size ulaştırdığı şeyleri zihniniz algılıyor, mânâsına varıyor. Onları kalbinize indiriyorsunuz ve Allah’ın size verdiği ihbatla idrak ediyorsunuz.

Allahû Tealâ, Hacc Suresinin 54. âyet-i kerimesinde diyor ki:

22/HACC-54: Ve li ya’lemellezîne ûtûl ilme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).

Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun (irşad makamının, Velî Resûl'ün, Nebî Resûl'ün) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, O'na îmân etmeleri, onların kalplerinin O'nu (Allah'ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet edendir.


“O kendilerine kitap verilenlerin Allah’ın söylediklerini idrak etmeleri için irşad makamının söylediklerinin Hakk’tan inen sözler olduğunu idrak etmeleri için onların kalplerine ihbat koyarız. Âmenû olanları Allah mutlaka Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.” diyor Allahû Tealâ.
 
Burada âmenû olanların henüz Sıratı Mustakîm’e ulaşmamış oldukları kesinlik kazanıyor. Sıratı Mustakîm’e ondan sonra ulaşacaklar. Burası 7. basamak sevgili öğrenciler. Ve 7. basamağa 3. basamakta Allah'a ulaşmayı dilediğinizden itibaren birkaç dakika içinde ulaşırsınız. Allahû Tealâ, sizin kalbinizdeki Allah’a ulaşma talebini işittiği, bildiği ve gördüğü andan itibaren derhal işlemlere başlar. Derhal Rahmân esması ile tecelli eder. Bu tecelli, gözünüzdeki hicab-ı mesturenin, kulaklarınızdaki vakranın, kalbinizdeki ekinnetin alınmasını sağlar. Ve böylece yerine ihbat koyar Allahû Tealâ. Sizi 7. basamağa bir anda ulaştırır. Ve bir anda cennetin sahipliğini üstlenirsiniz. Cennetin sahibi olursunuz; cennetin 1. katının.
 
Sonra ne yapar Allahû Tealâ? Orada kalmaz. Tegâbun Suresinin 11. âyet-i kerimesine göre:

64/TEGÂBUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh, vallâhu bikulli şey'in alîm(alîmun).

Allah’ın izni olmadıkça bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah’a îmân ederse (âmenû olursa), (Allah) onun kalbine ulaşır. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.


“ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh(kalbehu): Kim Allah’a âmenû olursa onların kalplerinin içine hidayet koyarız (veya kalplerinin içine ulaşırız).” diyor. 8. basamak...

Ve Kaf Suresinin 33. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ’nın söylediği şu:

50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîbin.

Gaybda Rahmân’a huşu duyanlar ve münib (Allah’a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah’ın huzuruna) gelenler (için).


Kaf-33; Allahû Tealâ buyuruyor: “O gaybta Rahmân’a huşû duyanlar var ya, onların kalpleri Allah’a döndürülür.” diyor Allahû Tealâ.

8. basamakta Allah Tegâbun Suresinin 11. âyet-i kerimesi gereğince kalbinize ulaşıyor. Kaf Suresinin 33. âyet-i kerimesi gereğince de kalbinizin nur kapısını Allah’a çeviriyor.

Ve 10. basamakta Allah, göğsünüzden kalbinize bir nur yolu açıyor:

6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).

Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.


“Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi).” buyuruyor Allahû Tealâ En’âm Suresinin 125. âyet-i kerimesinde. “Allah, kimi hidayete erdirmeyi (kimin ruhunu Kendisine ulaştırmayı dilerse) onların göğsünü şerheder (yarar) ve İslâm’a açar.”  diyor.
 
İşte burada göğsünüz şerhediliyor. Yani göğsünüzden kalbinize Allahû Tealâ bir nur yolu açıyor. 10. basamaktasınız. Bu; Allahû Tealâ’nın işlevleri yani Allah'a ulaşmayı diledikten sonra siz, Allah’ın Rahmân esmasıyla tecellisi, ardarda vücuda getirdiği işlemler. Bu gözlerinizdeki hicab-ı mestureyi alması, kulaklarınızdaki vakrayı alması, kalbinizdeki ekinneti alması, yerine ihbatı koyması, kalbinize ulaşması, kalbinizin nur kapısını Allah’a çevirmesi ve göğsünüzden kalbinize bir nur yolu açması, hepsi birkaç dakika içinde tamamlanır.

Bir anda cehennemlik bir insan cennetlik bir kişi olur. Allahû Tealâ onun her verdiği güzellikle her verdiği ihsanla ona yüksek dereceler ihsan eder. Ve kişiyi sevapları günahlarından daha fazla olan bir insan hüviyetine ulaştırır. Kişi bir şey mi yapmıştır? Evet, bir tek şey yapmıştır; Allah'a ulaşmayı dilemiştir. Hayatının en önemli kararını vermiştir. Ve cehennemin kapısını kilitlemiştir. Cennetin kapısının da anahtarını elde etmiştir. Artık o kişi mutlaka Allah’ın cennetine girer.
 
Kim Allah'a ulaşmayı dilemiş de bu işlemlere muhatap olmuşsa 10. basamakta bu kişinin günahları sevaplarından aşağı düşmüştür. Oysaki Allah'a ulaşmayı dilemeyenler için Allahû Tealâ ne diyordu? “Onların gidecekleri yer cehennem, kazandıkları dereceler itibariyle.” diyordu. Ve cehenneme gideceklerin kaybettikleri derecelerin fazla olduğunu söylüyordu. Hüsranda olanlar olduğunu söylüyordu onların. Ama bu kişi cehenneme gidecek olan birisi değil. Hüsranda olan birisi de değil. Bu kişi mutlaka Allah’ın cennetine girecek.
 
Öyleyse Allah’ın cennetine girmenin temel faktörü; sevapların günahlardan fazla olması.  Allahû Tealâ bu işlemlerle o kişiyi mutlaka sevapları günahlarından daha yüksek olan bir noktaya ulaştırıyor. Çünkü Allahû Tealâ ne diyordu? Âmenû olanlar hüsranda olmayanlardır. Vel Asr Suresi şunları söylüyor:

“vel asr: Asra yemin olsun. Zamana yemin olsun.
İnnel insâne le fî husr: İnsanlar muhakkak ki şüphesiz ki hüsrandadırlar.
illellezîne âmenû: Ama âmenû olanlar hariç. Allah'a ulaşmayı dileyenler hüsranda değildir.”

Hüsranda olmamanın ölçüsü ne? Sevapların günahlardan fazla olması. Öyleyse bu kişi âmenû olmuş, mutlaka sevapları günahlardan fazla artık.
 
Bu kişi 3. basamakta âmenû oluyor. 9. basamağa kadar bir anda birkaç dakika içinde ulaşıyor. Yani 7. basamağa ulaşması birkaç dakikalık bir zaman parçası alıyor. İlk 7 basamak burada tamamlanıyor; Vel Asr Suresindeki âmenû olmak noktasında.

Şimdi 2. yedi basamağın ilk ikisini de Allahû Tealâ hemen arkasından açıyor, kişiyi 7. basamağa ulaştırıyor evvelâ. Allah’ın cennetinin sahibi kılıyor. Ondan sonra ikinci bir 7 basamak başlıyor o kişi için. Allah’ın o kişinin kalbine ulaşması, kalbinin nur kapısını Allah’a çevirmesi, o kişinin göğsünden kalbine nur yolunu açması; 8., 9., 10. basamaklar.

Peki, sonra ne olur? Sonra o kişi zikir yapar. Zikir yapınca Allah’ın nurları o kişinin kalbine ulaşır. Rahmetle, fazl nurları göğsüne ulaşır. Göğsünden açılan yolu takip ederek kalbine ulaşır. Kalbin kapısı mühürlüdür. Gelen nurlar rahmetle fazldır. Ama içeri giremezler. Kalp mühürlüdür. Ama rahmet nurları kalbin içine sızabilir. Bu mühürlü olan kapının kenarlarından içeriye sızabilir.
 
İşte bu sızma olayında kişinin huşûya ulaştığını söylüyor Allahû Tealâ. 12. basamakta kişi huşûya ulaşıyor. Diyor ki; Hadîd Suresinin 16. âyet-i kerimesinde, Allahû Tealâ buyuruyor ki:

57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).

Allah’ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle (Allah’ın nurları ile), âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.


“O kişinin kalbinde Allah’ın zikriyle ve bu zikrin Hakk’tan indirdiği şeyle yani nurla, huşû oluşması zamanı gelmedi mi?”

İşte kişinin kalbine giren nurlar, 11. basamakta kalbine sızmaya başlıyor. Kalbine kadar ulaşan nurlar kalbe giremiyorlar, kalp mühürlü diye. Ama rahmet nurları sızmaya başlıyor. Kişi 11. basamakta... %2’ye kadar nur birikimi olabilir. Bu birikim tamamlandığı zaman, %2’ye ulaştığı zaman; kişi 12. basamakta.
 
Huşûya ulaşan kişi Allahû Tealâ’dan mürşidini sormak, istemek imkânının sahibi oluyor. Allahû Tealâ’dan istiane istemek... Ve istiyor. Allahû Tealâ Bakara Suresinin 45 ve 46. âyetlerinde diyor ki:

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(salâti), ve innehâ le kebîratun illâ alâl hâşiîn(hâşiîne).

(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).

Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.


Diyor ki Allahû Tealâ: “Sabırla ve hacet namazıyla (namazla) yani hacet namazıyla Allah’tan istianeyi isteyin. İrşad makamının kim olduğunu Allah’a sorun. Allah’a mürşidinizi göndermesini, göstermesini isteyin. Muhakkak ki; bu kebîretun bir iştir (zor bir iştir, büyük bir iştir) ama huşû sahipleri için büyük değildir. O huşû sahipleri ki; Allah’a mutlaka ruhlarını mülâki kılacaklarını (ölmeden evvel mutlaka ruhlarını Allah’a ulaştıracaklarını, Allah’a ulaştıracaklarını, ulaştıracaklarına) ve ruhlarını, ruhlarının ölümden sonra tekrar Allah’a geri döneceğine yakîn hasıl ederek inanırlar.”

İşte böyle bir ortamda sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, kişi huşû sahibi oluyor. Ve Allah’tan sorma hakkının sahibi oluyor. Hacet namazını kılıyor. Allah’tan soruyor. Allah da mutlaka ona mürşidini gösteriyor.

Bu konuda buyuruyor ki; Allahû Tealâ Mâide-35’te:

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.


“yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe  vebtegû ileyhil vesîlete: Ey âmenû olanlar! Takva sahibi olun  ve Allah’tan Allah’a ulaştırmaya vesile olanı isteyin.”
 
İşte kişi istiyor Allahû Tealâ’dan. Allah da o kişiye gösteriyor. Allah'a ulaşmayı dileyen bu kişiye, Allahû Tealâ mürşidini gösteriyor; 13. basamak. Kişi de Allah’ın gösterdiği mürşide ulaşıyor; 14. basamak. Ne olur? Bu ana kadar ne olmuştur? Kişi Allah'a ulaşmayı dilemiştir. Kendine düşeni yapmıştır. Allahû Tealâ da saydığımız 12 tane ihsanda bulunmuştur kişiye. 12. ihsanı; mürşidini göstermek.
 
Bunun üzerine kişi Allah’ın gösterdiği mürşide ulaşır. Önünde diz çöker. Tövbe eder. Ne olur tövbe ederse? Devrin imamının ruhu o kişinin başının üzerinde mutlaka oluşur.

Diyor ki Allahû Tealâ Mu’min-15’te:

40/MU'MİN-15: Rafîud deracâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzira yevmet telâk(telâkı).

Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmak istediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.


“Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından lâyık olanların üzerine emrinden ruh ulaştırır; o kişiye Allah’a ulaşma gününün geldiğini, geldiği konusunda o kişiyi uyarsın diye.”

“Dereceleri yükselten Allah” o kişinin -biraz sonra söyleyeceğimiz gibi- günahlarını sevaba çevireceğini ifade ediyor. Ve “arşın sahibi olan Allah” bu konunun arşı tutan meleklerle ve onların etrafındaki kişi olan devrin imamı ile alâkalı olduğunu ifade ediyor. Ve devrin imamının ruhunu, kişinin başının üzerine Allahû Tealâ gönderiyor.

Allah’ın 1. ihsanı; o ruhu kişinin başını üzerine göndermesi. Ve gelen ruh, Allah’tan aldığı emri tebliğ ediyor; devrin imamının ruhu: “Ve sen bu vücudu artık terk et. Ben burada vazifeli olacağım ve onu koruyacağım.” diyor. Bu bir muhafız. Hem şeytanın büyüsünden hem hüddamından kişiyi mutlak olarak korur Allahû Tealâ.

İşte sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım! Mürşidine ulaşan kişinin Allah’tan aldığı 1. ni’met; başının üzerine devrin imamının ruhunun gelmesi. Ne olur? Mucâdele-22 söylüyor ne olduğunu:

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).

Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?


“Onların başlarının üzerine Allah’ın katından ruh gönderilir. O ruhla o kişi yed olunur  (desteklenir). Onların kalplerinin içine îmân yazılır.” diyor.
 
2. ni’met: 3 kademede oluşuyor; kalbe îmân yazılması. Böylece 2. ni'met; kalbin mührünün açılması. Kalbin içindeki küfür kelimesinin -ki bütün insanların kalplerinde küfür yazar doğuşlarından itibaren- o küfrün dışarı alınması, atılması. Ve kalbin içine îmân kelimesinin yazılması. Ve böylece kişinin mü’min olması.

Kişinin mü’min olması, 7 tane kalp şartını gerektirir:
 
1- O kişinin kalbinin içindeki ekinneti Allah alır.
2- Yerine ihbat koyar.
3- Kalbininin nur kapısını Allah’a çevirir.
4- O kişinin göğsünden kalbine nur yolu açar. Ve kişiyi böylece huşûya ulaştırır.
5- Kalbinin mührünü açar kişinin.
6- Kalbin içindeki küfür kelimesini alır.
7- Kalbin içine îmân kelimesini yazar.

Ve 7 tane kalp şartının sahibi olan bu kişi mü’min olur. Öyleyse o noktadan itibaren o kişi dili ile “Ben mü’minim.” diyen kişi değildir. O noktadan itibaren o kişi kalbi ile de mü’min olmuştur.
 
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! İşte böyle bir dizayn söz konusu. O kişi mürşidine ulaşmıştır. Ve 2 tane ni’met almıştır. 3. ni’met nedir? 3. ni’met; Furkân Suresinin 70. âyet-i kerimesine göre o kişinin günahlarının sevaba çevrilmesidir. Furkân-69’da cehenneme girenlerden bahseden Allahû Tealâ. Diyor ki:

25/FURKÂN-69: Yudâaf lehul azâbu yevmel kıyâmeti ve yahlud fîhî muhânâ(muhânen).

Kıyâmet günü onun azabı kat kat artar. Ve orada alçaltılmış olarak ebediyyen kalır.

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).

Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).


“Ama kim tövbe eder de yani mürşidinin önünde yapılan tövbeyi gerçekleştirir de mü’min olursa ve nefsi ıslâh edici ameller (amilüssalihat) yapmaya başlarsa Allah onun bütün seyyiatini hasenata çevirir.” diyor Allahû Tealâ. Ve kişinin bütün günahlarını hasenata çeviriyor; bu tövbeyi, 12 tane ihsanla gelerek bu tövbeyi gerçekleştirdiği için.

14. basamakta 4 tane de hidayet var. Ruhumuz hidayete adım atıyor. Ruhumuz vücudumuzu terk ediyor. Allah’a doğru yola çıkıyor. (4. ni'met) Allahû Tealâ buna: “Hidayete adım atmak.” diyor. Diyor ki, Nebe Suresinin 39. âyet-i kerimesinde:

78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakku, fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).

İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.


“zâlikel yevmul hakk(hakku), femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben): İşte o gün (tâbî olunan gün) Hakk günüdür. O gün, dileyen kişi (Hakk’a ulaşmayı dileyen kişi) kendisine Allah’a götüren yolu yol ittihaz eder. Ve kimin ruhu ulaşırsa Allah’ın Zat’ı o kişinin ruhuna meâb olur.” diyor Allahû Tealâ.  Ruh Allah’a doğru yola çıkıyor.
 
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Ve nefs, nefs tezkiyesine başlıyor. (5. ni'met) Nasıl? Kişi zikir yapıyor. Üzerine farz olan zikri gerçekleştiriyor: “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah...” diye zikir yapıyor kişi. Ve bu zikir müessesesi o kişiyi, o kişinin göğsüne Allah’ın katından salâvâtla rahmet, salâvâtla fazl isimli iki grup nurun gelmesine sebebiyet veriyor. Bu nurlar göğse ulaşıyor. Göğüsten Allah’ın açtığı yolu takip ederek kalbe ulaşıyor.
 
Kalbin mührünü artık Allahû Tealâ açmış, mühür hareketli hale gelmiş. Onun üzerine bu 4 grup enerji baskı yapıyor. Ve mührü kalbin alt boyutuna kadar indiriyor. Ve zülmanî kapıyı, kalbin en altında bulunan zülmanî kapıyı kapatıyor. Rabbanî kapının üzerindeki mühür zülmanî kapıya inmiştir. Rahmanî kapı açılmıştır. Kişi zikir yaptığı sürece hep rahmet, fazl ve salâvât nurları o mührün üzerine baskı yapacağı için mühür oradan ayrılamaz. Kalbin içi Allah’ın nurlarıyla %100 dolar. Ve burada bir güzellik daha yaşanır; nefs tezkiyesi.
 
O kişinin kalbine Allah’ın yazdığı îmân kelimesi bir çekim alanı vücuda getirir. Bir manyetik alanı vardır. Bu manyetik alan kalbe ulaşan fazıllarla ayrı kutupları içerir. Manyetik alan fazlın manyetik alanının tersini ifade ettiği için iki zıt kuvvet birbirini çeker. Ve îmân kelimesinin etrafında, sabit olan îmân kelimesinin etrafında hareketli olan fazıllar gelir, yerleşir. Onlar da sabit olurlar. Ve îmân kelimesinin etrafı yavaş yavaş nurlarla dolmaya başlar. Nefsin kalbinin %1’i, %2’si, %3’ü %4’ü ve %7'ye kadar gelen, kadar olan noktada o kişi Nefs-i Emmare’dedir.

Sonra? Daha sonra 2. bir %7 toplanacaktır; Nefs-i Levvame. 3., 4., 5., 6., 7. birikimlerde Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye kademelerinde kişinin ruhu Allah’a doğru 7 kat yükselecek, sonunda Allah’ın Zat’ına ulaşacaktır.
 
İşte bu ruhun, Allah’a ulaşmaya başlayabilmesi için nefsin tezkiye olması lâzım. Söylediğimiz biçimde nefsin kalbine faziletlerin (fazılların) girip yerleşmeye başlaması “tezkiye” olarak anlatılıyor, nefsin temizlenmesi olarak anlatılıyor Kur’ân-ı Kerim’de. Demek ki, bir nefs Allah’ın zikriyle tezkiye oluyor. Nefsin hidayet üzere oluşu... Nefsin hidayete adım atışı, hidayetin içinde oluşu...
 
Nefsin tezkiyesine paralel olarak her %7 nur birikiminde vücudumuzdan ayrılan ruhumuz Allah’a doğru yükseliyor. Bu da ruhun hidayeti. Üçüncüsü, fizik vücudumuzun hidayeti. Nasıl gerçekleşiyor? Fizik vücudumuzun hidayeti, nefsimizin tezkiyesine paralel olarak gerçekleşiyor. Şeytan nefsimizin kalbinin afetlerine tesir edebilir devamlı. Ve tesir etmek onun baş meşgalesidir. Mutlaka devamlı tesir etmek ister; kişileri huzursuz etmek için, nefsin afetlerini azdırmak için. Ama nefsin kalbindeki afetler azaldıkça şeytanın hâkimiyet alanı da azalır. %7 azaldığı zaman fizik vücudun şeytana kul olmaktan -bütün afetlere tesir edebildiği için öyle kabul ediliyor fizik vücutlar- %7 oranında fizik vücut şeytana kul olmaktan kurutulacaktır. Çünkü şeytanın tesir hakkı, tesir imkânı %7 azalmıştır. Daha sonra bir defa daha %7; fizik vücut 2. defa %7 kurtulacaktır şeytana kul olmaktan. Böylece fizik vücut da şeytana kul olmaktan her %7 nurla kademe kademe kurtulacaktır. (6. ni’met)
 
Öyleyse ruh Allah’a doğru yola çıkmıştır. Ruh hidayet üzeredir. Artık hidayetin içindedir. Fizikî hidayet başlamıştır ruh için. Sıratı Mustakîm üzerinden Allah’a doğru yükselecektir. Nefs hidayetin içindedir. Tezkiye olacaktır. %7, %7 afetlerden temizlenecektir. Nurlarla mücehhez olacaktır. Fizik vücut nefsin temizlendiği ölçüde şeytanın hâkimiyetinden kurtulacak, Allah’a kul olacaktır. Ve nefsteki afetler ne kadar azalırsa iradenin karşısındaki kuvvetler azaldığı için irade o kadar güçlenecektir. Bu da iradenin Sıratı Mustakîm’idir; 4. Sıratı Mustakîm. (7. ni’met)

Birincisi; fizik Sıratı Mustakîm; Allah’a doğru istikametlenmiş. İkincisi; fizik vücudun Allah’a kul oluşuna istikametlenmiş. Üçüncüsü nefsin Allah’a teslim oluşuna, tam temizlenmesine istikametlenmiş. Dördüncüsü de iradenin Allah’a teslim oluşuna istikametlenmiş. 4 tane teslimle, teslime 4 faktör birden başlamış:

1- Ruhumuz Allah’a ulaşma konusunda böylece teslim olmak üzere faaliyete başlamış, yola çıkmış.
2- Fizik vücudumuz, Allah’a kul olmak konusunda Sıratı Mustakîm üzerinde.
3- Nefsimiz, Allah’a teslim olmak konusunda Sıratı Mustakîm üzerinde.
4- İrademiz de Allah’a teslim olmak konusunda Sıratı Mustakîm üzerinde.

Öyleyse ruhumuz da vechimiz de nefsimiz de irademiz de Allah’a teslim olmak üzere her biri kendi Sıratı Mustakîm’leri üzerinde hidayete başlamış durumdalar. Hidayetin içindeler artık. Ve o kişiye Allahû Tealâ o güne kadar her sevabına 1’e 10 verirken, o günden itibaren 1’e 100 vermeye başlar.  Burası 14. basamak sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler.

Vel Asr Suresine bakalım. Ne diyordu Allahû Tealâ?

“vel asr: Asra yemin olsun.
innel insâne le fî husr: İnsanlar muhakkak ki hüsrandadırlar.
illellezîne âmenû: ama âmenû olanlar hariç (ilk 7 basamağı ifade ediyordu).  

“Ve amilûs sâlihât” diyor Allahû Tealâ. Ve ne zaman o kişi nefsi ıslâh edici amel (nefs tezkiyesi) yapamaya başlarsa amilüssalihat başlamıştır. Vel Asr Suresi 14. basamağı ve “amilüssalihat” ifadesiyle anlatmış. Burası 4 hidayetin de başladığı, 4 teslimin de 4 ayrı Sıratı Mustakîm üzerinde gerçekleştiği, gerçekleşmeye başladığı noktadır. 14. basamak.
 
Sonra ne olur? Sonra kişi nefs tezkiyesi yapmaya devam eder. Nefsin kalbinde %1, %2 derken %7 nur birikimi gerçekleşir. Nefsimiz fizik vücudumuzun içinde bir rehinedir. Allahû Tealâ diyor ki Muddessir-38, 39, 40’da:

74/MUDDESSİR-38: Kullu nefsin bimâ kesebet rehînetun.

Bütün nefsler, iktisap ettikleri (kazandıkları) dereceler sebebiyle (karşılığı olarak) rehinedirler (bağlıdırlar).

74/MUDDESSİR-39: İllâ ashâbel yemîn(yemîni).

Yemin sahipleri (yeminlerini yerine getiren nefsler) hariç.

74/MUDDESSİR-40: Fî cennâtin, yetesâelûn(yetesâelûne).

Onlar cennetlerdedir. (Diğerlerine) sorarlar.


“kullu nefsin bimâ kesebet rehîneh(rehînetun). İllâ ashâbel yemîn(yemîni). Fî cennât(cennâtin):
Bütün nefsler rehinedirler; iktisap ettikleri dereceler için (dereceler sebebiyle). Ama yeminlerini yerine getirenler, onlar cennette olacaklardır.” diyor.
 
Hepimizin nefslerinin Allah’a verdiği yemin var. Bu yemin, nefsimizi Allah’a teslim etme yeminidir. Hepimizin ruhlarının Allah’a verdiği misak var. Bu misak ruhumuzu Allah’a teslim etme konusundadır. Hepimizin fizik vücudumuzu Allah’a teslim etmek konusunda Allah’a verdiği ahd var.
 
Öyleyse misakimize bakalım. R’ad Suresi 20 ve 21. âyetler:

13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).

Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).

Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.


“ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk. Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale: Onlar Allah’ın ahdini ifa ederler, yerine getirirler. Misaklerini bozmazlar.” buyuruyor Allahû Tealâ.

Neymiş misakleri? Ve onlar Allah’ın Allah’a ulaştırmasını emrettiği şeyi (ruhlarını) Allah’a ulaştırırlar. Misakleri; bu insanların. Peki, ahdleri ne? Allahû Tealâ diyor ki:
 

36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).

Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.

36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).

Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.


“Ey Âdemoğulları! Ben sizlerden ahd almadım mı?”

“Ey Âdemoğulları!” Âdemoğullarının fizik vücutlarından bahsediyor Allahû Tealâ.

“Ben sizlerden ahd almadım mı, şeytana kul olmayacaksınız diye? Çünkü şeytan size apaçık bir düşmandır. Ve Ben sizden Bana kul olacaksınız diye ahd almadım mı?” diyor Allahû Tealâ.

Allah’a verdiğimiz ahd ise fizik vücudumuzun Allah’a teslimi. Ve yeminimiz? Yeminimiz nefsimizle alâkalı. Allah’a ezelde nefslerimiz yemin vermiş; Allah’a teslim olacağına dair. İşte Mâide Suresi 105. âyet-i kerime:
 

5/MÂİDE-105: Yâ eyyuhâllezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izâhtedeytum, ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).

Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.


“yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum ilâllâhi merciukum cemîân: Ey âmenû olanlar! Nefslerinizi tezkiye etmeniz üzerinize borçtur.  Siz nefslerinizi tezkiye etmeye başlayarak hidayet üzere, hidayetin içinde olduğunuz andan itibaren, hidayete adım attığınız andan itibaren, dalâlette olanlar size bir şey yapamazlar.” diyor.

Böylece 3 vücudumuzun Allah’a verdiği yemin, misak ve ahd söz konusu oluyor. Ve nefsimiz tezkiye olmaya başlıyor. İlk %7 nur birikiminde rehine 1. gök katının kapısını açmak imkânının sahibi oluyor. Ruhumuz 1. gök katına ulaşıyor. Yûsuf Suresi 53. âyet-i kerime, diyor ki Hz Yusuf:

12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).

Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).


“Ben nefsimi beraat ettiremem. Çünkü nefsim bana şerri emrediyor. Ama Rabbimin Rahîm esması ile tecelli ettiği nefsler hariç.”

Böylece Nefs-i Emmare’de... Nefs-i Emmare boyunca nefsin kalbi %7 Allah’ın nurlarını alıyor. Nurlar yerleşiyor; fazıllar. Sonra daha öteye geçiyor. Bir %7 nur birikimi daha adım adım gerçekleşiyor. Ruh 2. gök katına ulaşıyor; Nefs-i Levvame.

75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeti.

Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.


Kıyâme-2: “ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti): O levm eden (nefsini kınayan), kınanan nefse kasem ederim.” diyor Allahû Tealâ. Burası ruhu 2. gök katına ulaştırıyor.

3. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Mülhime’yi ifade ediyor. Kişi, Allah’tan ilham almaya başlıyor. Şems Suresi 8. âyet-i kerime:

91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.

Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).

91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.

Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.


“ve nefsin ve mâ sevvâhâ.” 7. âyet-i kerime: “ve nefsin ve mâ sevvâhâ.” 8. âyet-i kerime; diyor ki Allahû Tealâ: “fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ: O nefse ve onu sevva edene, (dizayn edene), o nefse Allah’ın takvası da şeytanın fücuru da ilham edilir.”

Ve 9. âyet-i kerime:

91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.

Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.


“kad efleha men zekkâhâ: Andolsun ki nefsini tezkiye edenler felâha erer.” Böylece kişinin ruhu 3. gök katında oluyor. Ona, Allah, ilhamda bulunmaya başlıyor. Ve 4. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Mutmainne.
 

89/FECR-27: Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu.

Ey mutmain olan nefs!


“yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu): Ey mutmain olan nefs!” diyor Allahû Tealâ Fecr Suresinin 27. âyet-i kerimesinde.
 
Ra’d-28’de ise diyor ki:

13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).

Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?


“e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu): Dikkat edin ki, bilin ki; kalpler Allah'ı zikretmekle mutmain olur (veya) kalpler Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?” diyor Allahû Tealâ.
 
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Bu 4. kademede kişi doyuma ulaşır. Allah’ın verdiklerinin kendisine yeterli olduğundan artık emindir. Sarsılmaz bir şekilde mutluluğu yaşar. Allah’ın verdikleri ona yeterlidir. Doyumsuzluk olayı bitmiştir.
 
Ve 5. defa %7 nur birikimiyle o kişi Allah’tan razı olur. Ruh 5. gök katına ulaşır. 6. defa %7 nur birikimiyle Allah da ondan razı olur. Ruh, 6. gök katına ulaşır. Fecr Suresinin 28. âyet-i kerimesi:

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.

Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!


“râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten): Allah’tan razı ol. Ve Allah’ın rızasını kazan.” İşte böyle bir dizaynda Allahû Tealâ’nın rızaları söz konusu. Allah... Evvelâ biz Allah’tan razı oluyoruz. 5. gök katında ruhumuz. Sonra Allah da bizden razı oluyor. 6. gök katında ruhumuz. Ve 7. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Tezkiye. Kişinin nefsi tezkiye oluyor. Ruhu Allah’a ulaşıyor. Diyor ki Allahû Tealâ:

35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).

Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).


“ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr: Kim nefsini tezkiye etmeyi dilerse, tezkiye ederse o kişi kendi nefsi için tezkiye olmuştur.” Neden? Çünkü nefsi Allah’a ezelde yemin vermiştir tezkiye olacağına dair. “Ve ruhu Allah’a döner.” diyor. Ve bir başka âyette de konuyu anlatmış olalım; Şûrâ-13: “Allah, dilediğini Kendisine seçer. Seçtiklerinden her kim Allah’a yönelirse, Allah, onları Kendisine ulaştırır.”

İşte ruhun Allah’a ulaşması; 21. basamak. Vel Asr Suresine dönüyoruz. Ne diyordu Allahû Tealâ Vel Asr Suresinde?
 
vel asr(asri): Asra yemin olsun.
innel insâne le fî husr(husrin): İnsanlar muhakkak ki hüsrandadır; bütün insanlar.
illellezîne âmenû: ama âmenû olanlar hariç. Onlar cehenneme gitmeyeceklerdir. Onlar hariç (ilk 7 basamak).
ve amilûs sâlihâti (İkinci 7’li basamak, 14. basamak)
ve tevâsav bil hakkı: Hakk’a ulaşıp da Hakk’ı tavsiye edenler

İşte ruhumuz Allah’a ulaştı; 21. basamak. Ve ruhumuz Allah’ın Zat’ında yok olur. Allahû Tealâ buna: “Allah’a sarılmak” da diyor, Allahû Tealâ buna: “Sığınağa sığınmak” da diyor. Allah’ın Zat’ı meabtır (sığınaktır).
 
Allahû Tealâ bu hususu anlatıyor Âli İmrân-14’te:

3/ÂLİ İMRÂN-14: Zuyyine lin nâsi hubbuş şehevâti minen nisâi vel benîne vel kanâtîril mukantarati minez zehebi vel fıddati vel haylil musevvemeti vel en’âmi vel hars(harsi), zâlike metâul hayâtid dunyâ, vallâhu indehu HUSNUL MEÂB(meâbi).

İnsanlara, "kadınlara, oğullara, kantar kantar biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, hayvanlara ve ekinlere olan sevgiden oluşan" şehvetleri (aşırı düşkünlükleri) güzel gösterildi. Bunlar, dünya hayatının menfaatleridir. Ve Allah, O'nun katındaki en güzel sığınaktır.


“vallâhu indehu HUSNUL MEÂB: Allah’ın katındaki en güzel sığınak Allah’ın Zat’ıdır.” diyor. Sığınağa sığınıyor kişi. Ruhu Allah’a sarılıyor. Yani Allah’ın Zat’ında yok oluyor; 22. basamak.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Kim Allah'a ulaşmayı dilerse o kişi 1. kat cennetin sahibi olur. Kim mürşidine ulaşıp da anlattığımız gibi 14. basamakta 12 tane ihsanla tâbî olursa 2. kat cennetin sahibi olur. Her ikisinde dünya saadeti başkalarından hiçbir farklılık göstermez. Onlar halen mutsuz insanlardır. Ne zaman ki kişi ruhunu Allah’a ulaştırır 21. basamakta o zaman nefsinin kalbindeki nurlar %51’e ulaşmıştır. Yani bu kişi dünya saadetinin yarısına artık sahip olmuştur.

İşte burası o kişinin bir mutluluğunu ifade eder. Dünya saadetinin de yarısı onundur. Cennet saadeti ise 3. kata ulaşmıştır. 1. safhada Allah'a ulaşmayı dilemek var. Bütün sahâbe Allah'a ulaşmayı dilediler. 2. katta mürşide ulaşmak var. Bütün sahâbe mürşidlerine ulaşıp teslim oldu (Peygamber Efendimiz (S.A.V)). 3. safhada ruhlarını Allah’a ulaştırmaları var. Bütün sahâbe ruhlarını Allah’a ulaştırdı. İşte Zumer Suresi 17. ve 18. âyet-i kerimeler, Allahû Tealâ diyor ki:

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.

Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).

Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).


“vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi): Onlar ki; şeytana kul olmaktan kendilerini kurtardılar. Allah’a kul oldular. Kullarımı müjdele!” diyor Allahû Tealâ.

Sonra diyor ki 18. âyet-i kerimede: “Onlar sözü dinlerler. Ahsen olanına tâbî olurlar sözün. Onların hepsi hidayete erdi.” Bütün sahâbe ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar. Bu 3. safhaya hepsi ulaşmışlar. Öyleyse kimler ruhlarını Allah’a ulaştıranlardır? Allah'a ulaşmayı dileyenler. Bakıyoruz R’ad 20, 21, 22, Allahû Tealâ buyuruyor:

13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).

Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).

Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

13/RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ razaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedraûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).

Onlar, sabırla Rab’lerinin Vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı ve Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.


“ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka). Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi). vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim.”

Diyor ki Allahû Tealâ: “Onlar Allah ile olan, Allah’ın ahdini yerine getirirler. Misaklerini bozmazlar. Ve onlar Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını) Allah’a ulaştırırlar.”
 
Demin de gördük ki; bütün sahâbe ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar. Kim bu insanlar? Onlar cehennemden korkarlar. Kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar. Allah’a karşı huşû duyarlar. Ve onlar sabırla Allah’ın Zat’ını dileyenlerdir. Kim Allah’ın Zat’ını dilemişse (Allah'a ulaşmayı dilemişse) onlar ruhlarını Allah'a ulaştırmışlar. Öyleyse bütün sahâbe ruhlarını Allah'a ulaştırmayı dilemişler. Bütün sahâbe 3. safhayı da gerçekleştirmişler. Ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar.
 
2. safhayı gerçekleştirmişler mi, tâbî olmuşlar mı? İşte Fetih Suresinin 10. âyet-i kerimesi:

48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsihî, ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).

Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).


“Akabe’de (orada) sana tâbî oldukları zaman, sana biat ettikleri zaman; sana biat, Allah’a biat demektir. Akabe’de sana biat ettikleri zaman ağacın altında, onların ellerinin üstünde Allah’ın eli vardı.”

Bütün sahâbe biatlerini de tamamlamışlar, tâbiiyetlerini. İkinci 7 basamağı yaşamışlar. 1. kat cenneti ve 2. kat cenneti kazanmışlar. Sonra ruhlarını da Allah’a ulaştırmışlar. Gördüğümüz gibi demin. Ve 3. kat cennetin de sahibi olmuşlar. Sonraki işlemlere bakıyoruz. Allah’ın Zat’ında ruhumuz kayboluyor. Evvâb oluyoruz. Ve böylece fenâfillâh makamının sahibi oluyor. Allah’ın Zat’ında yok olmak...

21. basamaktan sonrası;  22, 23, 24, 25, 26, 27. ve 28. basamaklar, 7 basamak velâyet makamlarıdır. 1. velâyet makamı, evliyalık makamı; fenâfillâh mertebesidir. Ruh Allah’ın Zat’ında yok olmuştur. Allah’ın içinde yok olmak demek, fenâfillâh. Nefsin kalbindeki nur %51’e ulaşmıştır. Burada 61’e kadar nur artar. Nefsin kalbindeki nurlar %61 olduğu zaman bu makamı ifade edecek olan âyet var mı? Allahû Tealâ diyor ki, Şûrâ-13:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


“Allah, dilediğini Kendisine seçer kullarından. Ve kim Allah’a yönelirse onları da Kendisine ulaştırır.” Allah’ın Zat’ında o kişinin ruhu yok olur. Fenâ makamının sahibi olur. Sonra o kişiye Allahû Tealâ %61’e ulaştığı zaman nefsinin kalbindeki nurlar, zikri artıyor. Nurlar da artıyor. Nurlar %61’e ulaştığı zaman Allahû Tealâ o kişiye bir taht ihsan ediyor; bekâ makamı.
 
Bekâ makamı; En’âm Suresinde Allahû Tealâ  49. âyet-i kerimede: “Onlara Allah’ın katında (Allah’ın indinde) teslim yurdu vardır.” diyor.

6/EN'ÂM-127: Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).

Rab’lerinin katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış olduklarından dolayı, O (Allah), onların dostudur.


Bu teslim yurdu; bir altın taht. Ve Allahû Tealâ kime verirse o, İndi İlâhi’dedir. Kişi bekâ makamının sahibi olmuştur. Nefsinin kalbindeki nurlar da 61’den 71’e kadar burada (bekâ makamında) ulaşır. Bekâ makamında çoğalır. Bakalım Allahû Teâlâ’nın... Ve kişi ruhunu Allah’a teslim ettikten sonra Allah nefsinin kalbinde %61 nur oluştuğunda yeni bir ruhunu oluşturur kişinin. Ve ona bir taht ihsan eder.

İşte böylece bir sonuca ulaşılır. Kişi Allah’ın Zat’ında bâki olmuştur. Ama En’âm Suresinin kaçıncı âyet-i kerimesindeydi, beraberce bakalım. Ve sonuca ulaşalım. Allahû Tealâ’nın taht ihsan etmesi söz konusu. Bu velâyetin 2. makamı; bekâ makamı.     

Sonra Allahû Tealâ, o kişinin nefsinin kalbindeki nurlar, artan zikir sebebiyle %71’i aşacağı bir yere ulaştırıyor o zaman kişiyi. Bu nokta kişinin günün yarısından daha fazla zikre başladığı noktadır. Zahid olduğu noktadır. Zühd makamının sahibi olduğu noktadır. Velâyetin 3. makamı...
 
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler! Allahû Tealâ Yûsuf Suresinin 20. âyet-i kerimesinde diyor ki:

12/YÛSUF-20: Ve şerevhu bi semenin bahsin derâhime ma’dûdetin, ve kânû fîhi minez zâhidîn(zâhidîne).

Ve onu (Yusuf’u), az bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar. Çünkü; ona karşı zahidlerden idiler.


“Onlar Yusuf’u birkaç dirheme sattılar. Çünkü ona karşı zahittiler. Onun bir değer edeceğini hiç düşünmüyorlardı. Birkaç dirheme sattılar Yusuf’u.” diyor.
 
Kim her gün, günün yarısından daha fazla zikir yaparsa o kişi her gün Allah’a zahid olduğunu ispat etmiş olur. Zikre değer verdiğini, zikirsizliğe karşı zahid olduğunu ispat eder. Bu, günün yarısından daha fazla zikirle mümkündür. Velâyetin 3. makamı zühd makamıdır.
 
Velâyetin 4. makamı; muhsinler makamı. Ne zaman bir kişi zühde ulaştıktan sonra bir tatmin hissine ulaşırsa ve Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili fizik vücudu ile işlemeyen bir noktaya ulaşırsa, işte o zaman o kişi fizik vücudunu Allah’a teslim etmiştir.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Bu noktada 4. safha söz konusudur; fizik vücudun Allah’a teslim edilmesi. Ve tabiî ilk aklımıza gelen: “Sahâbe acaba fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler mi?” Evvelâ teslimden bahseden âyet-i kerimeye bakalım; Nisâ-125:

4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).

Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.


“ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun:
o kişiler ki; vechlerini (fizik vücutlarını), o kişi ki; vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur. Fizik vücudu dînde daha ahsen olan kim vardır?” diyor Allahû Tealâ.

İşte burası, vechin Allah’a teslim edildiği yer. Kişi 4. kat cennetin sahibi olur. Dünya saadetinin ise %91’ine burada sahip olur. Artık kişinin nefsinin kalbindeki afetler %91’e kadar azalacaktır. Ama kişi nefsin kalbindeki geri kalan afetlere, %9 afete falan hiç bakmayacaktır. Allah’ın bütün emirlerini yerine getirecektir. Yasak ettiği fiilleri asla işlemeyecektir. Bu fizik vücudun teslimi noktasıdır.
 
Peki, bütün sahâbe fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler mi? Hepsi. İşte Âli İmrân Suresi 20. âyet-i kerime Allahû Tealâ buyuruyor:

3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebeani, ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâgu, vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).

Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: “Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik.” O kitab verilenlere ve ümmîlere: “Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?” de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.


Diyor ki Allahû Tealâ: “Habibim o ümmîlere ve kitap sahiplerine de ki: ‘Ben ve bana tâbî olanlar (biz hepimiz) vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah’a teslim ettik.” Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve bütün sahâbe fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler.
 
İşte böyle bir ortam söz konusu sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. Fizik vücudun teslimi; 4. safha. Cennetin 4. katı, dünya saadetinin %91’i, %90’dan fazlası artık o kişiye Allahû Tealâ, tarafından teslim edilmiştir. Cenneti kıyâmetten sonra yaşayacaktır. Ama dünya saadetinin mutluluğu onu bütün çevrelerinde saracaktır.

Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım gönül dostlarım! Bundan sonra ne olur? Bundan sonra kişi bir gün daimî zikre ulaşır. Daimî zikrin sahibi olur. Daimî zikrin sahibi olan kişi, hikmetin sahibi olur.  Kim daimî zikrin sahibi ise o kişinin:

1. özelliği daimî zikrin sahibi olmaktır. Daimî zikrin sahibi olmak ona şartlar sağlamıştır. Kim daimî zikrin sahibi ise 2. olay tahakkuk eder.
2. Nefsinin kalbinde hiç afet kalmamıştır. Daimî zikir sebebiyle nefsin kalbine Allah’ın nurları %100 girmiştir. Ve zülmanî kapı daimî zikir sebebiyle kapalıdır.

Allah’ın salâvâtı rahmeti ve salâvâtı fazlı, zülmanî kapıyı kilitli tutan, mühürlü tutan, mührün üzerine o kişi yaşadığı sürece kesintisiz olarak gireceği için zülmanî kapının artık açılması mümkün değildir. Kişinin kalbinin de yeniden kararması mümkün değildir. Hal böyle olduğu için o kişinin kalbi devamlı nurlu kalacaktır. Hiçbir zaman kararmayacaktır. Ve bu sebeple nefsin afetleri bütünüyle temizlenmiştir.
 
Demek ki; kim ulûl'elbab makamına ulaşırsa, daimî zikre ulaşırsa:

1- O kişi daimî zikrin sahibidir.
2- Bu sebeple nefsin kalbindeki bütün afetler temizlenmiştir.
3- O kişinin kalp gözü mutlaka açılmıştır.
4- Kalp kulağı da mutlaka açılmıştır.

Bu 4 tane temel şart, 3 tane de sonuç şartı oluşturur.
 
1- O kişi ehli tezekkür olmuştur.
2- Ehli hayır olmuştur.
3- Ehli hüküm olmuştur.

Ne demek ehli hayır olmak, hayır ehli olmak, hayır sahibi olmak? Allahû Tealâ öyle söylüyor: “Kime hikmet verdiysek ona büyük hayır verilmiştir.” diyor.

2/BAKARA-269: Yu’til hikmete men yeşâu, ve men yu’tel hikmete fe kad ûtiye hayran kesîrâ(kesîren), ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).

(Allah) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse böylece ona çok hayır verilmiştir. Ve ulûl elbabtan başkası tezekkür edemez.


“Ehli hayır” demek devamlı derecat kazanan biri demek. Neden bu kişi devamlı derecat kazanıyor? Daimî zikrin sahibi. Daimî zikrin sahibi olduğu için Allah’ın bir emrini, daimî zikir emrini yerine getiriyor. Her saniye mutlaka derecat kazanıyor.

Neden ehli tezekkür? Allahû Tealâ ile her konuyu konuşması söz konusu. Çünkü kalp gözü ve kalp kulağı açık. Allah’a sualler soruyor. Cevabını da Allahû Tealâ’dan kalbinde alıyor. Ve bu kişi ehli hüküm; Kur’ân-ı Kerim’in hangi âyetine baksa onun 28 basamaktan hangisine ait olduğunu derhal görüyor. Bu basamakta... Ulûl'elbab basamağıdır burası. Bütün sahâbe bu basamağa da ulaşmışlardı.

Allahû Tealâ Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesinde bütün sahâbenin ulûl'elbab olduğunu, daimî zikrin sahibi olduğunu söylüyor. Diyor ki, daimî zikrin sahipleri (ulûl'elbab) için Allahû Tealâ:

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).

Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).


“O ulûl'elbab kullarım var ya, onlar ayakta iken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikrederler.” diyor. Âli İmrân 190-191:

3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).

Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).

Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.


Bütün sahâbe daimî zikrin sahibi olmuşlar. Ulûl'elbab olmuşlar. Nefslerini Allah’a teslim etmişler.

Ulûl'elbab makamında sadece zemin kat gösterilir. Ana dergâhın, devrin imamının dergâhının sırları gösterilir. Ve bu muhteva içerisinde ana dergâhın dizaynı söz konusudur.  Orada kişi ruhları görür. Derslerin nasıl verildiğini görür. Nasıl ruhların altın kapıdan yukarıya doğru çıktığını görür.
 
Sonra? Allahû Tealâ bir gün ona 1. gök katını gösterir; secdeyi. 2. gök katını gösterir; suvarılmayı. Daha sonra? Daha sonra 3. katı gösterir; iki katlı mescidi. Daha sonra Mihenk menfezini, oradan 4. gök kattaki Mescid-i Aksa’nın aslına ulaşmayı gösterir. Aslını gösterir. 5. katta Beyt’ül Haram’ın aslını gösterir. 6. katta sıbgatullah olma işlemini gösterir. Sonra, 7. katı gösterir. 7. katın 7 âlemini gösterir. En son 7. âlem olan İndi İlâhi’nin en üst noktasını gösterir. Bu Sidretül Münteha’dır. Ona gösterdiği zaman, bu noktada kişi nefsini Allah’a teslim etmiştir. Ve ihlâs makamı tamamlanmıştır.

1. gök katının görülmeye başladığı andan itibaren 7. gök katının son âlemi olan Sidretül Münteha’nın da gösterildiği noktaya kadar kişi ihlâs makamındadır. Ve nefsini burada Allah’a teslim etmiştir. Sonra ne olur? Bu kişi Tövbe-i Nasuh’a davet edilir.
 
Tövbe-i Nasuh’a davet edilen kişi ihlâs makamından salâh makamına geçmiştir. Tövbe-i Nasuh, salâh makamının yani 28. basamağın 1. kademesini içerir. Bu kişi ulûl'elbab makamında 1 mertebe, ihlâs makamında 7 mertebe nefsinin kalbi müzeyyen olan bir insandır. Zemin kat ve 7 tane kat ona gösterilmiştir. 8 mertebe kalbi müzeyyen olmuştur. Artık düşmanını sadece düşmanlıktan çıkarmış değildir. Onu sevmeye başlamıştır. Düşmanı da olsa, onu öldürecek de olsa, ona karşı kin, nefret duyamaz sadece sevgi duyar.
 
Ve salâh makamının 1. kademesi Tövbe-i Nasuh’tur. Kişi Allah’ın söylediği Tövbe-i Nasuh’un kelimelerini tek tek tekrar ederek Tövbe-i Nasuh’u gerçekleştirir. Burası salâh makamının 1. kademesidir. 2. kademede Allah o kişinin günahlarını örter. Hangi günahlarını?  Mürşidine tâbî olduktan sonra işlediği günahları örter. 3. kademede Allahû Tealâ  o kişinin günahlarını sevaba çevirir. 4. kademede de o kişiyi salâh nuruyla mükâfatlandırır. Ve böylece kişi bu 4. mertebede irşada ulaşır.

İrşada ulaşmak 6. safhadır. Ve bütün sahâbe irşada da ulaşmıştır. Hucurât Suresi 7. âyet-i kerime Allahû Tealâ buyuruyor:
 

49/HUCURÂT-7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).

Ve aranızda Allah’ın Resûl'ü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.


“Ey sahâbe, biliniz ki; aranızda Allah’ın Resûl’ü var. Eğer o sizleri dinleseydi, sizlerin sözlerine uysaydı, o zaman bundan çok zarar görürdünüz. Hatta Benim lanetime bile muhatap olabilirdiniz. Ama Allah size... Allah’ın lanetine bile muhatap olabilirdiniz. Ama Allah size îmânı sevdirdi. Fıskı, küfrü, isyanı kalbinize yazdığı îmân kelimesiyle size kerih gösterdi. Ve kalplerinizi, kalbinize yazdığı îmân kelimesiyle müzeyyen kıldı. İşte onlar irşada ulaşanlardır.” diyor Allahû Tealâ.

Bütün sahâbe irşada ulaşmış. Burası 6. safha. 5. safhada o kişi nefsini Allah’a teslim etmiştir. Nefsin teslimi konusunda, ihlâsa ulaşmak konusunda Beyyine Suresinin 5. âyet-i kerimesinde diyor ki:

98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).

Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.


“ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe: Onlar emrolunmadılar; nefslerini halis kılmış, dînde muhlisler olmakla emrolundular. Ve kimin nefsi halis olursa işte o insanlar dînlerini ihlâs sahibi kılmışlardır.” Ve sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! “Ruhunuzun, vechinizin, nefsinizin ve iradenizin Allah’a teslim edilmesi” dedik.

Nefsinizin Allah’a tesliminden sonra 6. kat cennet için bir safhadan daha geçiyorsunuz. İrşada ulaşıyorsunuz. İrşada ulaştığınız zaman Allahû Tealâ sizin iradenizin Allah’a teslim olması için bütün şartları hazırlamıştır. Siz de dayanılmaz bir arzu duyuyorsunuz iradenizi Allah’a teslim etmek için. Talebiniz üzerine Allahû Tealâ iradenizin teslimini kabul ediyor. Ve iradenizi de Allah’a teslim ediyorsunuz. Ve salâh makamının 5. kademesi; iradenin teslimi.
 
Bu bihakkın takvayı ifade eder ki; bütün insanlara Allahû Tealâ bütün bu makamları farz kıldığı gibi bunu da farz kılmıştır. Diyor ki Allahû Tealâ:
 

3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).

Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah’a) teslim olmadan ölmeyin!


Diyor ki Allahû Tealâ: “Ey takva sahipleri! Öyle bir takvayla takva sahibi olun ki; bu bihakkın takva olsun. Hakk’ul yakîn takvası olsun. Ve siz ölmeyin; önce Allah’a teslim olun sonra ölün.”
 
İşte bu ifade, bihakkın takvanın ifadesi ve Bakara Suresinin 136. âyet-i kerimesinde bütün sahâbenin bu hedefe ulaştıklarını, bihakkın takvanın da sahibi olduklarını görüyoruz.

2/BAKARA-136: Kûlû âmennâ billâhi ve mâ unzile ileynâ ve mâ unzile ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâtı ve mâ ûtiye mûsâ ve îsâ ve mâ ûtiyen nebiyyûne min rabbihim, lâ nuferriku beyne ehadin minhum ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne).

Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilenlere, İbrâhîm (as.)’a, İsmail (as.)’a, İshak (as.)’a, Yâkub (as.) ve torunlarına indirilenlere, Musa (as.) ve İsa (as.)’ya verilenlere ve (diğer) nebîlere, Rab’leri tarafından verilenlere (sahife, kitap ve vahiylere) îmân ettik. Onların arasından hiçbirini ayırmayız (fark gözetmeyiz). Ve biz, O’na teslim olanlarız.”


Bihakkın takva, iradenin de teslimi kişiyi nereye ulaştırır? İrşad makamına ulaştırır. Allahû Tealâ kişiye: “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesiyle irşad görevi verir. Burası ihlâs makamının 5. kademesidir. Ve bütün sahâbe hem demin dediğimiz, söylediğimiz standartlarda bihakkın takvanın sahibi oldukları için irşad makamının sahibiydiler. Hem de bunu Allahû Teâlâ ayrıca ifade ediyor Tevbe-100’de. Diyor ki:

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).

O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.


“O hayırlarda yarışanlar var ya, (eski, eskide, hayırlarda yarışanların eskileri) sabikûn-el evvelîn (evvelki sabikûn), onların bir kısmı ensardandı, bir kısmı muhacirîndendi. Bir de ensara ve muhacirîne ihsanlar tâbî olanlardandı.” diyor.
 
Anlıyoruz ki; ister ensar olsun ister muhacirîn, hepsine tâbî olunmuş sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. İster ensar olsun ister muhacirîn, hepsine tâbî olunmuş. Hepsi, irşad makamının sahipliğine Allahû Teâlâ tarafından getirilmiş. Ve Kur’ân-ı Kerim’e de Allahû Teâlâ mühür basmış; ensara ve muhacirîne tâbî olunduğuna dair.

İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Burası 7. safha; iradenin de teslimi. 14. basamaktan 21. basamağa kadar ruhun Sıratı Mustakîm’i devam ediyor. 14. basamaktan 25. basamağa kadar fizik vücudun Sıratı Mustakîm’i devam ediyor. 21. basamakta ruh, 25. basamakta fizik vücut Allah’a teslim ediliyor, oluyor. 14. basamaktan 27. basamağa kadar nefsin Sıratı Mustakîm’i devam ediyor. 27. basamakta nefs Allah’a teslim ediliyor, oluyor.

14. basamaktan 28. basamağın 5. kademesine kadar iradenin teslimi devam ediyor. Ve orada, 5. kademede irade de Allah’a teslim oluyor. Ve kişi Allahû Tealâ tarafından irşadla vazifeleniyor. Bu varılan noktanın ötesinde sadece 2 kademe kalmıştır. Bir üst kademede bütün kavimlerdeki resûller vardır. Daha üst 7. kademede ise son kademede bütün insanlık için orada da devrin imamı vazifelidir.

İşte sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım! Bu anlattığım şey tasavvuftur. İslâm’ın yaşanmasıdır. Bütün sahâbe -başta Peygamber Efendimiz (S.A.V) olmak üzere- hepsi İslâm’ı bütün boyutlarıyla yaşadılar yani Hz. İbrâhîm’in hanif dînini. Hepsi hanifti. Hepsi ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de Allah’a teslim ettiler.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını hem de salâhın bu mertebesine, irade teslimi mertebesine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
 
İmam İskender Ali  M İ H R