TARİHİ: 24.07.2002
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir zikir sohbetinde bir aradayız.
Bu sohbetimiz gene “İslâm nedir? Tasavvuf nedir?” isimli dizinin bir başka konusu: Gayy yolu (şeytanın yolu).
Allahû Tealâ bir “rüşd” yolundan bahsediyor. Bir de “gayy” yolundan bahsediyor. Her iki yolun birbirinin zıttı olduğunu da kesin olarak işaretliyor. Bir tanesi tagutla, insan ve cin şeytanlarla, şeytanla ilişkili.
Birincisi: Gayy yolu.
İkincisi: Rüşd yolu.
Allah’la ilişkili. Birisi şeytana ve cehenneme ulaştırıyor. Diğeri de Allah’a. Allah’a ulaştıran yollardan bahsettik. Şimdi de şeytana ulaştıran yoldan bahsedelim: Gayy yolu.
Böyle bir kavrama ulaşmak için şeytanın kimliğini tanımalıyız. Konu yaradılışa ulaşıyor. İnsanın yaradılışına bakıyoruz. Allahû Tealâ diyor ki: “Biz insanı şekillenmiş ve kuru bir balçıktan halk ettik (yarattık).” Hicr-26.
15/HİCR-26: Ve lekad halaknâl insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
“Biz insanı şekillenebilen ve kuru bir balçıktan yarattık.”
Evvelâ çamurmuş balçık, sonra da kurumuş. İnsan oluşturmak üzere Allahû Tealâ çamuru kullanmış. Ondaki çamuru hayatı üstlenebilecek bir noktaya getirmiş ve insanı oluşturmuş. İşte bundan sonra Allahû Tealâ; insanoğlunu yarattıktan sonra ne yapıyor? Öyle bir çamurdan yaratıyor ki; bu çamur bünyesinde aminoasitleri ve hayatın oluşmasını kabul edebilecek olan bütün faktörleri vücuda getirecek bir çamur.
Ve A’râf Suresinin 11. âyet-i kerimesi. Allahû Tealâ buyuruyor:
7/A'RÂF-11: Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun mines sâcidîn(sâcidîne).
Ve andolsun ki; sizi Biz yarattık. Sonra size suret (şekil) verdik. Sonra meleklere: “Âdem (A.S)’a secde edin.” dedik. İblis hariç, secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.
Allahû Tealâ diyor ki: “Sizi yarattık (yani Âdem (A.S)’ı yarattık. İnsanı yarattık). Sonra size suret verdik (nefs ve ruh, aynı zamanda şekil). Sonra meleklere: “Âdem (A.S)'a secde edin.” dedik. İblisten başkası secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.”
Bu “savvernâkum” ifadesi; “Size suret verdik.” ifadesi; “Size, ruh ve nefs verdik.” hüviyetinde tecelli ediyor. Allahû Tealâ’nın verdiği nefs ve ruh. Ve nitekim Sâd Suresinin 72. âyet-i kerimesi “savvernâkum: size suret verdik.” ifadesinden onun çıkarıldığı da kesinleşiyor.
Çünkü Sâd-72’de Allahû Tealâ diyor ki:
38/SÂD-72: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Böylece onu sevva ettiğim ve onun içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal ona secde ederek yere kapanın!
“Onun yaratılışını tamamlayıp tarafımdan ona ruh üfürdüğüm zaman derhal secdeye kapanın!”
“nefahtu” diyor, “ruh üfürdüğüm zaman.”
Secde Suresinin 9. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel efidete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
summe sevvâhu: sonra onu sevva ettik (düzelttik, şekil verdik, şekillendirdik).
ve nefeha fîhi min rûhihî: ve onun içine ruhumdan üfürdüm (diyor Allahû Tealâ).
ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh: ve ona işitme hassasını verdim, görme hassasını verdim ve idrak hassasını verdim.
kalîlen mâ teşkurûn: ne kadar az şükrediyorsunuz.
Öyleyse Allahû Tealâ secde etmek emrini verdiği zaman Âdem (A.S)’ın içine ruhundan üfürmüş. Allah’ın ifadesi: “Benim ruhumdan üfürdüğüm bu kişiye, yani aslında bu kişide bulunan üfürdüğüm ruhuma secde edin.” mânâsı çıkıyor buradan. Allahû Tealâ’nın emri açık ve kesin: “Ona ruhumdan üfürdüğüm zaman (diyor), o zaman secde edeceksiniz.”
Şimdi bu durumda iblisle insan arasındaki farkı belirtmemiz lâzım. Kâinattaki en üstün varlık muhakkak ki insandır. Allahû Tealâ’nın “insan” adı verilen bu mahlûkunu şeytan kıskanıyor. Gerçekten insan en üstün müdür?
Bakınız ne diyor Bakara-29’da Allahû Tealâ:
2/BAKARA-29: Huvellezî halaka lekum mâ fîl ardı cemîan summestevâ iles semâi fe sevvâhunne seb’a semâvât(semâvâtin), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun).
O (Allah) ki, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yarattı. Sonra (kudret ve iradesiyle) göğe yönelip, onları da yedi (kat) gök olarak düzenledi. Ve o, Alîm’dir (herşeyi en iyi bilendir).
huvellezî halaka lekum mâ fîl ardı cemîan: o Allah ki; yeryüzündeki şeylerin hepsini sizin için yarattı.
summestevâ iles semâi: sonra semaya (aslında yokluğa) istiva etti (yöneldi).
fe sevvâhunne seb’a semâvâti: ve orada 7 kat sevva etti.
ve huve bi kulli şey’in alîm: O, her şeyi bilen alîm’dir.
Ama görülüyor ki Allahû Tealâ yeryüzünde neyi yaratmışsa, yeryüzünde yaratılan biz insanlar için hepsi bizim. “Yeryüzünde neyi yarattıysam (yeryüzünde yarattığım şeylerin) hepsini sizin için yarattım.” diyor Allahû Tealâ.
Câsiye Suresinin 13. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
45/CÂSİYE-13: Ve sahhara lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.
ve sahhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minh: O’dur ki (O Yüce Allah’tır ki); bütün göklerde ve bütün arzlarda (yani hayat olan âlemlerde) yarattığı her şeyi katından sizlerin (yani insanların) emrine musahhar kıldı.
inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn: muhakkak ki bunda düşünen bir kavim için âyetler vardır.
İnsan üstün olandır. Ve biliyoruz ki; Allah’tan başkasına secde edilmez. Ama Allahû Tealâ da emri veren. İnsana secde edilmesini Allah emrediyor. Öyleyse Allah’ın emrettiği bir secde olayı var. Herhangi bir mahlûkuna secdeyi emretmiyor Allahû Tealâ. Kendisine ruhundan üfürdüğü, Allah’a tekrar geri dönecek, Allah’ın Zat’ına tekrar ulaşacak, Allah’ın Zat’ında yok olacak bir varlık, bir ruh, bir ayrı beden insanda.
Öyleyse insanın şekliyle şekillenen ruh, Allah’ın bir insanda temsilcisidir ve Allah’a geri dönecektir muhakkak. İnsan istese de Allah’a geri döndürmeyi, dönecektir. İstemese de dönecektir. İsterse, Allahû Tealâ onu döndürecektir. Kişi Allah’ın evliyası olacaktır. İstemezse, öldükten sonra Azrail (A.S) onu tekrar Allah’a gene döndürecektir. Her halükârda ruh Allah’a geri dönecektir. Öyleyse burada bir vakıa var. Allah, ruha secde etmeyi emrediyor aslında. İblisle anlaşmazlık ise buradan çıkıyor.
Ve diyor ki Allahû Tealâ En’âm Suresinin 112. âyet-i kerimesinde:
6/EN'ÂM-112: Ve kezâlike cealnâ li kulli nebiyyin aduvven şeyâtînel insi vel cinni, yûhî ba’duhum ilâ ba’dın zuhrufel kavli gurûrâ(gurûran), ve lev şâe rabbuke, mâ fealûhu fe zerhum ve mâ yefterûn(yefterûne).
Ve böylece peygamberlerin hepsine, insan ve cin şeytanları düşman kıldık. Onlar, birbirlerine aldatarak güzel (süslü) sözler vahyederler (fısıldarlar). Ve eğer Rabbin dileseydi, onu yapamazlardı. Artık onları ve iftira ettikleri şeyleri terket (bırak).
“Böylece Biz, bütün nebîlere (peygamberlere) insan ve cin şeytanları düşman kıldık. Onların bazıları, bazılarına lâfın yaldızlısını telkin ederler. Eğer Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. O halde onları iftira ettikleri şeylerle baş başa bırak.”
Demek ki; şeytan ve insan ve cin şeytanlar. Aslında insan ve cin şeytanların toplamına Allahû Tealâ ‘tagut’ adını da veriyor. Bu tagut; insan ve cin şeytanlar, cinlerden ve insanlardan şeytanın tesiri altına girenler dalâlette olanlar. Ve iblis, Allahû Tealâ’nın emrine rağmen secde etmiyor Âdem (A.S)’a. Sâd-74, 75, 76 bunu anlatıyor.
Allahû Tealâ diyor ki:
38/SÂD-74: İllâ iblîs(iblîse), istekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne).
İblis hariç ki, o kibirlendi ve kâfirlerden oldu.
“Sadece iblis, kibirlenmiş (tekebbür etmiş) ve kâfirlerden olmuştu.”
Sâd-75:
38/SÂD-75: Kâle yâ iblîsu mâ meneake en tescude limâ halaktu bi yedeyy(yedeyye), estekberte em kunte minel âlîn(âlîne).
(Allahû Tealâ): "Ey iblis! Ellerimle (kudretimle) halkettiğim şeye secde etmenden seni men eden (şey) nedir? Kibirlendin! Yoksa sen yücelerden mi oldun?" dedi.
“Ey iblis! Bizzat elimle (kudretimle) yarattığıma seni secde etmekten men eden nedir? Böbürlendin mi (tekebbür mü ettin, büyüklendin mi)? Yoksa yücelerden mi (âlilerden mi) oldun?”
Sâd-76:
38/SÂD-76: Kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
(İblis): "Ben, ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten, onu tînden (nemli topraktan, balçıktan) yarattın." dedi.
kâle ene hayrun minhu: ben, ondan hayırlıyım, dedi iblis.
halaktenî min nârin: beni ateşten yarattın.
ve halaktehu min tîn: onu ise çamurdan yarattın.
İblis, Allah’a isyan ediyor. Âdem (A.S)’a secde etmiyor. Ve ezelî düşmanlık burada başlıyor. İblis ile insan arasındaki, iblisin; daha doğrusu, insana düşman oluşundaki temel faktör buradan başlıyor. Aynı konu A’râf-12, 13, 14, 15, 16, 17’de de başka bir şekilde açıklanmış.
A’râf-12. Allahû Tealâ buyuruyor:
7/A'RÂF-12: Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuke, kâle ene hayrun minhu, halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Sana (secde etmeyi) emrettiğim zaman, seni secde etmekten men eden nedir?” İblis: “Ben ondan hayırlıyım,beni ateşten ve onu nemli topraktan (balçıktan) yarattın.” dedi.
“Sana secde etmeyi emretmiş iken seni ondan ne men etti? (dedi Allahû Tealâ) İblis: “Ben ondan hayırlıyım. Sen, beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.” dedi.
A’râf-13:
7/A'RÂF-13: Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc inneke mines sâgirîn(sâgirîne).
(Allahû Tealâ): “Öyleyse oradan in! Artık orada senin kibirlenmen olmaz. Hemen oradan çık. Muhakkak ki, sen alçaklardansın.” buyurdu.
“(Allah): “Oradan in! Çünkü sen orada kibirlenmeye lâyık değilsin. Sen, aşağılananlardansın.” buyurdu.”
A’râf-14:
7/A'RÂF-14: Kâle enzırnî ilâ yevmi yub'asûn(yub'asûne).
(Şeytan): “Beas gününe (dirileceğimiz güne, kıyâmet gününe) kadar bana izin (mühlet) ver.” dedi.
“(Şeytan): ‘Beas gününe kadar bana müsaade ver.’ dedi.”
7/A'RÂF-15: Kâle inneke minel munzarîn(munzarîne).
(Allahû Tealâ): “Muhakkak ki sen izin (mühlet) verilenlerdensin.” buyurdu.
“(Allah dedi ki:) ‘Sen müsaade verilenlerdensin.’ buyurdu.”
Ne diyor iblis? “Kâle enzırnî ilâ yevmi yub'asûn: Beas gününe kadar bana müsaade ver (yani beni yaşat).” Allahû Tealâ da dedi ki: “Sen, müsaade verilmişlerdensin.” Yani “Kıyâmete kadar ölümsüzsün.” diyor Allahû Tealâ iblise.
A’râf-16:
7/A'RÂF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).
(İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin'e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.
kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm: beni azgın kılmana yemin ederim ki; onlar için Senin Sıratı Mustakîm’ine oturacağım.
A’râf-17:
7/A'RÂF-17: Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).
Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.
“Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından ulaşacağım (yaklaşacağım). Sen, onların çoğunu şükreder bulmayacaksın.”
Ama bu çoğunun dışında olanlar da var: Allah’ın ihlâs sahibi kulları, muhlis kulları.
Hicr Suresinin 40. âyet-i kerimesinde diyor ki:
15/HİCR-40: İllâ ıbâdeke minhumul muhlasîn(muhlasîne).
“Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna.”
“Senin ihlâs sahibi kulların hariç.”
Kimdir ihlâs sahibi? İhlâs sahibi kullar; daimî zikre ulaşmış olan, nefslerindeki bütün afetleri yok etmiş olan ve bu sebeple nefslerini bütün afetlerden temizlemiş olduğu için halis kılmış olan insanlar. Muhlis; halis olan demek. Afetler kalmamış nefsinin kalbinde, nefsinin kalbini tamamen Allah’ın faziletleriyle doldurmuş kişi.
Şimdi, şeytanın o zaman insanlara bir vaadi oluyor. Nedir o vaat? Onların çoğunu Allah’a şükreder bulmaması. Yani iblisin insanların çoğunu kendisine bağlaması ve Allah’ın kulluğundan insanları çevirip kendine kul etmesi. İşte iblis, bütün gayretiyle bunun peşinde dolaşmaktadır. Bütün insanlarla ayrı ayrı uğraşır. Herkesi Allah’a kul olmaktan men edip kendine kul etmeye çalışır.
Sebe-20. Allahû Tealâ buyuruyor:
34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mu’minîn(mu’minîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
“Şeytan, insanlar üzerindeki vaadini yerine getirdi (Ne zaman? Kıyâmet günü). Mü’minlerden ibaret bir tek fırka hariç, hepsi iblise tâbî oldular.”
Sevgili kardeşlerim! Ne yazık ki; her devirde insanların %90’ından fazlası iblisin yolunda oluyor. %10’undan azı da Allah’ın yolunda. Sevgili kardeşlerim! Ne mutlu size ki, ne mutlu bize ki; bizler, Allah’ın yolunda olan o mutlu azınlığı temsil ediyoruz. Bir tek fırkayı temsil ediyoruz. Mü’minler!
Öyleyse bütün diğerleri şeytana tâbî olmuş durumdalar. Ve asıl enteresan tarafı şu ki sevgili kardeşlerim; insanların çoğu iblise tâbî olduklarının farkında bile değiller. Kendilerini yöneten düşünce sisteminin içlerinden gelen seslerle oluştuğunu biliyorlar. O seslere tâbî olarak iyilik veya kötülük düşünüyorlar. Güzellik veya çirkinlik düşünüyorlar. Ama seslerden birisi bizi çirkine, bizi kötüye çağıran ses; kötülük işlemeye çağıran ses, iblisin sesi. Ve insanların çoğu o sesin iblise ait olduğunun farkına bile varmadan tâbîdir. Bir başka ifadeyle; Allah’ın yoluna girenlerin dışındaki herkes farkına bile varmadan şeytanın kulu olmakta devam ediyorlar.
Sebe-21:
34/SEBE-21: Ve mâ kâne lehu aleyhim min sultânin illâ li na’leme men yû’minu bil âhireti mimmen huve minhâ fî şekk(şekkin), ve rabbuke alâ kulli şeyin hafîz(hafîzun).
Ve onun (iblisin) onlar üzerinde bir sultanlığı (nüfuzu, tesiri) yoktu. Ahirete (hayatta iken ruhunu Allah’a ulaştırmaya) inanan kişi ile ondan (Allah’a ulaşmaktan) şüphe içinde olanları bilmemiz için (iblisle onları imtihan ettik). Ve senin Rabbin herşeyi hıfzedendir.
“İblisin, onlar üzerinde bir yetkisi (nüfûzu) yoktu. Ancak ahirete inananlar ile şüphe edeni ayırt edebilmek için yaptık. Senin Rabbin her şeyi muhafaza eder.” diyor Allahû Tealâ.
Sebe-20 ile 21 birbirinin ardından geliyor. Yani; “Mü’minlerden ibaret bir tek fırka hariç, hepsi iblise tâbî oldular.” dedikten sonra Allahû Tealâ, iblise tâbî olanlarla, Allah’a tâbî olanların kimler olduğunun açıklamasını yapıyor: “İblisin onlar üzerinde bir yetkisi (nüfuzu) yoktu.” Fakat içlerinden geçen sesi taklit ederek iblis, onlara kendi düşünceleri gibi yutturuyor her şeyi. “Ahirete (yani insanın ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasına ve kıyâmet gününe) inananlar ile şüphe edeni ayırt edebilmek için yaptık.” diyor Allahû Tealâ.
Dikkat edin! Allah’ın yoluna girmeyenler şüphe edenlerdir. Allah’ın yolundan düşenler gene şüphe edenlerdir. Şüphe, Kur’ân-ı Kerim’e çok ciddi bir faktör olarak girmiş. Böyle bir netice, insanların bir tek fırka hariç, insanların bütün fırkalarının; 73 fırkada 72 fırkasının şeytana tâbî olmasının arkasında şeytanın nüfuzu yok. Allahû Tealâ şeytana o yetkiyi vermiş ama karar gene insanoğlunda. İnsanoğlu, iblisin kendisine yaptığı telkini kendi düşüncesi zannederek, o istikamette bir gayretin sahibi oluyor. Ve sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler kurtuluyor. Onların da bir kısmı hidayete erdikten sonra gene fıska düşüyor. Bu, küçük bir kısım ama netice itibariyle söylediğimiz gibi kıyâmet günü insanların %90’dan fazlası ne yazık ki; iblisle beraber cehenneme gidecekler. Şimdi “Sebîli Gayy”ın ne olduğunu görelim.
A’râf-146 ve 147’de Allahû Tealâ diyor ki:
7/A'RÂF-146: Se asrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîlâ(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.
7/A'RÂF-147: Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ ve likâil âhirati habitat a’mâluhum, hel yuczevne illâ mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ve onlar ki; âyetlerimizi ve ahirete ulaşmayı (hayatta iken ruhun Allah’a ulaşmasını) tekzip ettiler (yalanladılar) ve onların amelleri, heba oldu (boşa gitti). Onlar, yaptıklarından başka bir şeyle mi cezalandırılır?
(Allahû Tealâ diyor ki:) O insanları Allah’ın âyetlerini anlamaktan çevireceğiz ki; onlar yeryüzünde haksız yere kibirle dolaşmaktadırlar. Onlar, Allah’ın bütün âyetlerini görseler inanmazlar. İrşad yolunu görseler, yol ittihaz etmezler. Gayy yolunu gördükleri zaman, onu yol ittihaz ederler. Bunun sebebi; onların, Allah’ın âyetlerinden gâfil olmalarıdır (diyor Allahû Tealâ). Ve Allah’ın âyetlerini tekzib etmeleridir (yalanlamalarıdır). Kim âyetlerimizi yalanlarsa (ve ahiret gününü, insan ruhunun ölmeden Allah’a ulaşacağı günü yalanlarsa) onların amelleri boşa gitmiştir.” diyor Allahû Tealâ.
Görüyorsunuz ki; Allahû Tealâ, bir gayy yolundan bahsediyor. Bir de rüşd yolundan bahsediyor. Ve Bakara Suresinin 256. âyet-i kerimesinde de gene gayy yolundan ve rüşd yolundan bahsettiğini görüyoruz Allahû Tealâ’nın.
Diyor ki Allahû Tealâ:
2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lânfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir.
Allahû Tealâ buyuruyor: “Dînde zorlama yoktur. Rüşd yolları ile gayy yolları tebeyyün etmiştir (beyan edilmiştir, birbirinden kesin şekilde ayrılmıştır). Kim tagutu (insan ve cin şeytanları) inkâr ederse ve Allah’a âmenû olursa (yani Allah’a ulaşmayı dilerse), o Allah’tan kopması mümkün olmayan bir kulba sımsıkı yapışır.”
Her ikisinde de Allahû Tealâ rüşd yoluyla, gayy yolundan bahsediyor.
1-Rüşd yolu: Allah’a ulaştıran yol.
2-Gayy yolu: Şeytana ulaştıran yol.
Rüşd yolu, Allah’ın hükümdarlığına girmek. Gayy yolu, şeytanın hükümranlığında kalmak. Bütün insanlar doğuşlarından itibaren gayy yolundadır.
A’râf-142 şöyle diyor:
7/A'RÂF-142: Ve vâadnâ mûsâ selâsîne leyleten ve etmemnâhâ bi aşrin fe temme mîkâtu rabbihî erbaîne leyleh(leyleten), ve kâle mûsâ li ahîhi hârûnahlufnî fî kavmî ve aslıh ve lâ tettebi’ sebîlel mufsidîn(mufsidîne).
Musa (A.S)’a otuz gece vaad ettik ve onu on ile tamamladık. Böylece onun Rabbinin kararlaştırdığı zaman, kırk geceye tamamlandı. Ve Musa (A.S), kardeşi Harun’a şöyle dedi: “Kavmimde bana halef ol (benim yerime geç) ve ıslâh et ve müfsidlerin (fesat çıkaranların) yoluna tâbî olma.”
“Musa (A.S), kardeşi Harun’a: “Kavmim içinde benim yerime geç, onları ıslah et ve müfsidlerin (fesada düşenlerin) yoluna tâbî olma.” dedi.
Kimdir fesatta olanlar?
Allahû Tealâ Ra’d-25’te diyor ki:
13/RA'D-25: Vellezîne yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale ve yufsidûne fîl ardı ulâike lehumul la’netu ve lehum sûud dâr(dâri).
Onlar, misaklerinden sonra (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim edeceklerine dair ezelde Allah’a misak verdikten sonra) Allah’ın ahdini bozarlar (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim etmezler). Ve Allah’ın, O’na (Allah’a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler (ruhlarını Allah’a ulaştırmazlar). Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar (başka insanların da Sıratı Mustakîm’e ulaşmalarına mani oldukları için fesat çıkarırlar). Lânet onlar içindir. Ve yurdun kötüsü (cehennem) onlar içindir.
“Onlar, Allah’a misak vermelerine rağmen, Allah’ın Allah’a ulaştırılması lâzımgelen, Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını) Allah’a ulaştırmazlar. Vuslatı keserler. Onlar, yeryüzünde fesat çıkaranlardır.” diyor Allahû Tealâ.
Kim bu insanlar? Yeryüzünde fesat çıkaran insanlar; kendileri Allah’ın yoluna girmiyorlar. Ruhlarını Allah’a ulaştırmıyorlar. Başkalarını da Allah’ın yolundan men ediyorlar. İşte bu başkalarını da Allah’ın yolundan men eden insanlar, bu âyette söylendiği gibi; “Yeryüzünde fesat çıkaranlar.”
Nisâ-167, 168’de de Allahû Tealâ aynı insanları anlatıyor.
4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak ki inkâr edenler ve Allah’ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.
innellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ: onlar, muhakkak ki kâfirdirler ve Allah’ın yolundan men ederler. Onlar, uzak bir dalâlet içindedirler.
4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfira lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki inkâr edenleri ve zulmedenleri (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah mağfiret edecek değildir ve yola (Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e) hidayet edecek değildir.
innellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum: onlar, kâfirdirler ve zalimdirler.
Neden? Hem kendilerine zulmetmişlerdir hem de başka insanları Allah’ın yolundan saptırdıkları için onlara zulmetmişlerdir. Çünkü kendileri de Sıratı Mustakîm’in üzerinde değiller, Allah’ın yolunda değiller. Başka insanları da Allah’ın yolundan saptırıyorlar.
lem yekunillâhu li yagfire lehum: Allah onlara mağfiret etmez.
Eğer Allah’ın yolunda olsalardı mutlaka mürşidlerine ulaşacaklardı, tâbî olacaklardı ve Allah günahlarını sevaba çevirecekti ama çevirmiyor. O yetkinin sahibi değiller. Allah onlara mağfiret etmiyor, tâbî olmaları mümkün olmadığı için. Fesat çıkaranlar hiçbir zaman bir mürşide tâbî olmazlar. Başkalarını da tâbiiyetten yani Allah’ın yoluna ulaşmaktan men ederler. Tâbiiyet; mürşide tâbî olmaktır. Bunun sonucu nedir? Ruhun vücuttan ayrılıp Sıratı Mustakîm’e ulaşması, Allah’ın yoluna girmesidir. Tâbiiyet yoksa, ruhun Allah’a ulaşmak için Sıratı Mustakîm’e ulaşması söz konusu değil. Devam ediyor.
ve lâ li yehdiyehum tarîkâ: Allah onları Tarîkî Mustakîm’e ulaştırmaz.
4/NİSÂ-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden). Ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîran).
Ancak cehennem yoluna (hidayet eder, ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için kolaydır.
illâ tarîka cehenneme: sadece cehennem yoluna ulaştırır.
hâlidîne fîhâ ebedâ: onlar orada ebediyyen kalacaklardır (cehennemde).
Öyleyse burada Hz. Musa kardeşine: “Sakın müfsidlerin (Allah’ın yoluna girmeyenlerin) yoluna tâbî olma.” diyor.
“Şeytana tâbî olma” mânâsı var burada.
En’âm-116’da Allahû Tealâ diyor ki:
6/EN'ÂM-116: Ve in tutı’ eksere men fîl ardı yudıllûke an sebîlillâhi, in yettebiûne illâz zanne ve in hum illâ yahrusûn(yahrusûne).
Ve yeryüzünde bulunanların çoğuna itaat edersen, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar, ancak zanna tâbî olurlar. Ve onlar, ancak yalan uydururlar.
“Yeryüzünde olanların ekserisine itaat edersen, onlar seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar, zandan başka bir şeye uymazlar. Onlar ancak tahminde bulunurlar.”
Yani hep Allah’ın yoluna tâbî olmak, şeytanın yoluna tâbî olmamak söz konusu. Eğer onların çoğu, yeryüzünde olanların ekserisi, büyük kısmı, söylediğimiz gibi bu rakam ölçülere göre %90’nın her zaman üzerinde oluyor. “Onlara itaat edersen seni Allah’ın yolundan saptırırlar.” diyor.
Nisâ-76:
4/NİSÂ-76: Ellezîne âmenû yukâtilûne fî sebîlillâh(sebîlillâhi), vellezîne keferû yukâtilûne fî sebîlit tâgûti fe kâtilû evliyâeş şeytân(şeytâni), inne keydeş şeytâni kâne daîfâ(daîfen).
Âmenû olanlar, Allah’ın yolunda savaşırlar ve kâfir olanlar ise tagutun yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarıyla savaşın. Muhakkak ki şeytanın hilesi zayıftır.
“Kâfir olanlar ise tagut yolunda (insan ve cin şeytanların yolunda) savaşırlar. Şeytanın dostu olanlarla savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır.”
Son savaş da, böyle bir savaş olacak sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Şeytanın bütün taifesi bir araya gelip Allah’ın dostlarına savaş açıyor. Dünyaya hâkim olmak üzere dünyadaki 3. cihan savaşı. Ve o savaşta da şeytan, o insanların gücüne güvenip galip geleceğini zannediyor. Oysaki mağlup olacak.
Nisâ-44. Diyor ki Allahû Tealâ:
4/NİSÂ-44: E lem tera ilâllezîne ûtû nasîben minel kitâbi yeşterûned dalâlete ve yurîdûne en tedıllus sebîl(sebîle).
Kendilerine Kitap’tan nasip verilenleri görmedin mi? Dalâleti satın alıyorlar ve sizin de yoldan (Allah'ın yolundan) sapmanızı (dalâlete düşmenizi) istiyorlar.
“Kitaptan bir nasibe sahip olanları görmüyor musun? Bunlar dalâleti satın alıyorlar. Sizin, Allah’ın yolundan dalâlete sapmanızı istiyorlar.”
İşte bu dalâlet yolu Sebîl-i Gayy’dır.
Yûnus-89:
10/YÛNUS-89: Kâle kad ucîbet da’vetukumâ festekîmâ ve lâ tettebi ânni sebîlellezîne lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “İkinizin duasına icabet edilmiştir (kabul edilmiştir). Artık ikiniz de (kendinizi dîne) ikame edin (Allah’a çağırmaya devam edin). Bilmeyen kimselerin Benden (uzaklaşan) yoluna tâbî olmayın.” dedi.
“ve lâ tettebi ânni sebîlellezîne lâ ya’lemûn: sakın bilmeyenlerin (cahillerin, yani şeytanın) yoluna tâbî olma.”
Ne demek istiyor? Söylediğimiz gibi herkes doğuşundan itibaren gayy yolundadır. Herkes doğuşundan itibaren dalâlettedir. Herkes doğuşundan itibaren kâfirdir. Yani dalâlet yolunun, gayy yolunun içindedir. Bir kısmı bilmedikleri için farkına bile varmadan içindedir. Bir kısmı bu Maharishi ve onun adamları gibi bilerek, isteyerek o yolun içindedirler. Ve insanları da o yola çağırmak için büyük bir imkân içerisinde bir sürü üniversite, 8 tane uydudan bütün dünyaya yayın yapmak gibi büyük imkânların sahibi olarak, insanları içinde bulundukları gayy yolunda daha zülmanî noktalara çekmeye çalışmaktalar. Öyleyse bir Tarîki Cehîm var şeytanın yollarından, bir de Sıratı Cehîm var.
Nisâ-167, 168, 169’u biraz evvel söyledik. Burada Allahû Tealâ onları Tarîki Cehim’e, tarîka almadığını, yani Tarîki Mustakîm’e almadığını, onları ancak “tarîka cehenneme” cehennem tarîkine aldığını söylüyor. Öyleyse Allah, tarîka; Tarîki Mustakîm’e kabul etmiyor Nisâ-168’de. Ve 169’da da Tarîki Mustakîm’e almadıklarının Tarîki Cehenneme alındığını söylüyor. Ve cehennemde ebediyyen kalacaklarını söylüyor.
Öyleyse burada bir muhteva görüyoruz. Tarîki Cehennem. Cehennem yolu, cehenneme götüren yol. Kimler? Kimler o yoldalar?
Allah’ın irşad yolunu yol olarak kabul etmemiş olanlar.
Allah’ın rüşd yolunu yol olarak kabul etmemiş olanlar.
Allah’ın hidayet yolunu yol olarak kabul etmemiş olanlar.
Bunların başka bir yolu, yani Sıratı Cehîm’i kabul etmeleri, etmemeleri falan söz konusu değil; zaten o yoldalar. Bütün insanlar doğuşlarından itibaren Tarîki Cehîm’dedirler. Sıratı Cehîm’dedirler. Ama bunun şuurunda değillerdir. Herkes Tarîki Cehîm üzerindedir. Bunun şuurunda değildir. Ne zamana kadar? Allah’a ulaşmayı dilediği noktaya kadar.
1. basamak: İnsanlar olayları yaşar.
2. basamak: Olayları değerlendirir.
Ve eğer Allahû Tealâ indinde lâyıklarsa, Allah’a, Allah tarafından seçilirler. Dikkat edin ki; bu seçim de insanları kurtarmaz. Bu seçilenlerden kimler Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah’a yönelirse sadece onlar, Allahû Tealâ tarafından Sıratı Mustakîm’e alınırlar. Tarîki Mustakîm’e ulaştırılırlar ve neticede Allah’a ulaştırılırlar.
Öyleyse bütün insanlar baştan küfürdedir. Bütün insanlar baştan dalâlettedir. Bütün insanlar başlangıçta Tarîki Cehîm üzerinde ve Sıratı Cehîm üzerindedir. Her ikisi de cehenneme ulaştıran iki tane yol.
Şimdi sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Sıratı Cehîm’e bakalım. O da cehennem yolu. Tarîki Cehîm de cehennem yolu. Nisâ-169’da geçiyor: “illâ tarîka cehenneme.”
Sıratı Cehîm’e bakıyoruz. Sâffât-22, 23’te Allahû Tealâ diyor ki:
37/SÂFFÂT-22: Uhşurûllezîne zalemû ve ezvâcehum ve mâ kânû ya’budûn(ya’budûne).
Zulmedenleri ve onların eşlerini (zevcelerini) haşredin (biraraya toplayın)! Ve onların tapmış oldukları şeyleri (de).
37/SÂFFÂT-23: Min dûnillâhi fehdûhum ilâ sırâtıl cahîm(cahîmi).
Allah’tan başka (taptıkları). Artık onları cahîm (cehennem) yoluna hidayet edin (ulaştırın).
“Zulmedenleri, eşleriyle ve Allah’tan başka taptıklarıyla beraber toplayın! Ve onları cehennem yoluna ulaştırın.”
Şimdi böylece görüyoruz ki; Allahû Tealâ zulmedenlerden bahsediyor. Zulmeden insanlar. Kimler bunlar? Zulmedenler, kâfirler. Ne diyor Allahû Tealâ? (Nisâ-168)
innellezîne keferû ve zalemû: onlar kâfirlerdir ve zalimlerdir.
Neden? Başka insanların Allah’ın yoluna ulaşmasına, Sıratı Mustakîm’e ulaşmasına mânî oldukları için, onları Sıratı Cehîm’de bıraktıkları için. Allahû Tealâ bazen “Sıratı Cehîm” diyor. Bazen “Tarîki Cehîm” diyor. İkisi de aynı şey. Tarîki Cehîm, 7 tane kattan aşağı doğru inen 7 tane katı ifade ediyor. Sıratı Cehîm’se, onu da ihtiva ederek cehenneme ulaştıran yol.
Öyleyse Sıratı Mustakîm konusunda Allahû Tealâ açıklamalarda bulunuyor. Sıratı Mustakîm konusunda çok açıklama var. Fâtiha Suresinin muhtevasına baktığımız zaman şunu görüyoruz: “Euzûbillahimineşşeytanirracim. Bismillahirrahmânirrahîm.”
1/FÂTİHA-1: Bismillâhir rahmânir rahîm.
Rahmân ve rahîm olan Allah'ın ismi ile.
1/FÂTİHA-2: El hamdu lillâhi rabbil âlemîn (âlemîne).
Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.
el hamdu lillâhi rabbil âlemîn: hamd, âlemlerin Rabbinedir.
1/FÂTİHA-3: Er rahmânir rahîm(rahîmi).
Rahmân’dır, Rahîm’dir.
1/FÂTİHA-4: Mâliki yevmid dîn(dîne).
Dîn gününün mâlikidir.
mâliki yevmid dîn: dîn gününün sahibi olan.
1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.
iyyâke na’budu: yalnız Sana kul oluruz.
ve iyyâke nestaîn: ve yalnız Senden istiane dileriz (yani mürşidimizi gösterme konusundaki talebi yalnız Sana yaparız).
1/FÂTİHA-6: İhdinâs sırâtel mustakîm(mustakîme).
(Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e hidayet et (ulaştır).
ihdinas sırâtel mustakîm: bizi, Sıratı Mustakîm’ine ulaştır.
Neyle? “Biz, Senden istiane isteriz. Hacet namazını kılarız, mürşidimizi sorarız. Sen de bize mürşidimizi gösterirsin. Böylece Sıratı Mustakîm’e bizi ulaştır.”
1/FÂTİHA-7: Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).
O yol (SIRATI MUSTAKÎM) ki; üzerlerine nimet verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.
sırâtallezîne en’amte aleyhim: o yol ki; başlarının üzerinde ni’met olanların yoludur. (yani başlarının üzerinde devrin imamının ruhunun bulunduğu kişilerdir onlar, o yoldakiler.)
gayril magdûbi aleyhim: üzerlerine gadap duyulanların (kâfirlerin) yolu değildir. (Allahû Tealâ kâfirlere gadap duyduğunu söylüyor.)
ve lâd dâllîn: ve dalâlette olanların da yolu değildir.
İşaretler son derece açık geliyor. Kimler dalâlette? Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin hepsi dalâlette. Kimler kâfir? Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin hepsi.
Sevgili kardeşlerim! Bir tek dilekle kurtulacak olan bu insanlar, şeytanın yolunda kaldıklarının farkına bile varmadan şeytanın yolundalar ve dünyanın büyük kısmı onlardan oluşuyor, %90’dan fazlası. Ve bütün konularda çoğunluk söz sahibi olduğu için, onlar söz sahibi. Ve dünyanın her tarafında bu yüzden zulüm var sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler!
Öyleyse insanlara bakıyoruz. Bu insanlar, bir boşlukta. Boşlukta olduklarını bilmiyorlar. Şeytanla sımsıkı bir ilişki içindeler. Şeytanla ilişki içinde olduklarını bilmiyorlar. Ve ne yazık ki; bütün insanlar doğuşlarından itibaren tuzaktadırlar. Yani kişi, doğduğu zaman, kalbinde küfür kelimesiyle doğar. O küfür kelimesiyle ölürse gideceği yer cehennemdir. Bundan kurtulmanın yolu ise sadece Allah’a ulaşmayı dilemek. Bütün insanlar hanif fıtratıyla doğarlar. Ama hanif fıtratıyla doğan bütün insanların da kalplerinde küfür kelimesi yer alır.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! İnsanlar bir doğuş müessesesiyle bu dünyada gözlerini dünyaya açarlar. O andan itibaren; var oldukları andan itibaren, insanlar dalâlettedirler. İnsanlar, küfürdedirler. İnsanlar, şeytanın kuludurlar. Allahû Tealâ bu hususu çok açık bir şekilde ifade ediyor. Diyor ki Yâsîn-60 ve 61’de:
36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
“Ey Âdemoğulları! Ben sizlerden ahd almadım mı, şeytana kul olmayacaksınız diye? Çünkü şeytan, size apaçık bir düşmandır. Ve Ben sizden, Bana kul olacaksınız diye (Allah’a kul olacaksınız diye) ahd almadım mı? (diyor Allahû Tealâ). İşte bu ahd, Sıratı Mustakîm’dir.” diyor.
Öyleyse, başlangıçta bütün insanlar, “şeytanın kulu” olarak kabul ediliyor Allahû Tealâ tarafından. Hangi açıdan? Hepsini Allah yaratmış. Ama hepsi de şeytana kullar. Allah’a kul olmak istikametinde bir insan harekete geçmedikçe o kişi şeytanın kulu kabul ediliyor.
Nahl-36’da da Allahû Tealâ diyor ki:
16/NAHL-36: Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâletu, fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri), Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).
“Biz, bütün kavimlerde resûl beas ederiz. O kavimlerdeki kişileri şeytana kul olmaktan kurtarsınlar da Allah’a kul etsinler diye. Bir kısmı bu yüzden hidayete erdiler. Bir kısmının da üzerine dalâlet hak oldu.” diyor Allahû Tealâ.
Öyleyse sadece iki nev’î insan var:
1-Şeytanın kulları.
2-Allah’ın kulları.
Bir insan Allah’a ulaşmayı dilemedikçe, şeytanın kulluğundan kurtulamaz. Ama dilemek, kurtulmaktır. Peki, bu kişi dilediği an Allah’ın kulu olmuş mudur? Hayır. Ama kul olmanın ilk adımını atmıştır. Ve bu adım onu şeytanın kulluğundan mutlak olarak kurtarır. Şeytanın kulu Allah’ın cennetine giremez. Ama kim Allah’a ulaşmayı dilerse mutlaka Allah’ın cennetine girer.
Öyleyse kişi Allah’a ulaşmayı dilediği an şeytanın kulu olmaktan kurtulmuştur. Hangi açıdan kurtulmuştur? Davranış biçimleri itibariyle kurtulmuş mudur? Hayır, kurtulmamıştır. Ama cennete girmek açısından şeytanın kulu olmaktan kurtulmuştur. Bu sadece kurtuluş açısından öyledir. Yoksa kişinin nefsinin kalbindeki afetler %100. Şeytan, %100’üne de tesir ediyor. Öyleyse davranış biçimleri itibariyle bu kişi şeytanın kuludur. Davranışları itibariyle şeytanın emirlerine itaat eder. Çok büyük ölçüde. Ama ne zaman ki nefsinin kalbindeki afetler, %50’den daha fazla azalır, ruhu Allah’a ulaşır. O zaman hem ruhu Allah’a ulaştığı için, Allah’ın kulu olmak şerefine erer. Artık ruhu Allah’ta olan biridir. Mutlaka Allah’ın kulu olacaktır. Ve aynı zamanda bu kişi, şeytan yalnız nefsinin afetlerine tesir edeceği için ve bu afetlerin %51’ine şeytan artık tesir edemediği için, o kişi şeytanın kulu olmaktan kurtulmuştur. Allah’ın kulu olması daha ağır basmıştır.
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ bizleri Allah’ın yoluna çağırıyor. Şeytan da bütün insanları zaten başlangıçta kendi yolunda tutuyor. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler şeytanın yolundan kurtulabilmiş olanlardır. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişi mutlaka Allah’ın Zat’ına ulaşacaktır. Cennetin 3. katına ulaşacaktır ve Allah’ın kulu olacaktır.
Öyleyse Allah’ın emirlerine itaat etmek açısından Allah’ın kulu olmak başka şey, şeytanın kulu olmak başka şey. Şeytanın kurtuluş açısından kulu olmak başka şey. Bir insan Allah’a ulaşmayı dilediği an, şeytanın kulu olup onunla beraber cehenneme gidecek olan bir insan değildir. Artık Allah’a ulaşmayı dilediği an, şeytanın cehenneme gitmesi, onunsa cennete gitmesi söz konusudur.
Öyleyse şeytanın kulluğundan, Allah’a ulaşmayı dilediği an kişi çıkmıştır; cennet ve cehennem açısından. Ama şeytanın emirlerini dikkate almak, onları yerine getirmek açısından kişi, nefsinin kalbindeki afetler %50’den daha fazla azalıncaya kadar şeytanın kulu olmakta devam eder. Çünkü şeytana itaati, Allah’a itaatten daha fazladır.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Eğer ruhunuzun hasletlerini bir bütün, nefsinizin afetlerini de bir bütün kabul ederseniz, Allah’a ulaşmayı dilediğiniz an, Allahû Tealâ sizin günahlarınızı sevaplarınızdan aşağı düşüreceği için ya da sevaplarınızı günahlarınızdan üste çıkaracağı için, cennetin sahibi olacağınız için, şeytanın kulu olmaktan o an kurtuluyorsunuz. Ama bu, cennet açısından söz konusu. Yoksa daha uzun süre şeytanın dediklerini yapmaya devam ediyorsunuz.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Bir konumuz daha inşaallah burada tamamlanıyor. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine, hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden, Allahû Tealâ’dan dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz.
İmam İskender Ali M İ H R