SOHBETİN ADI: HANİF DÎNİ İSLÂMÎ VE TASAVVUFÎ KAVRAMLAR-17
TARİHİ: 30.07.2002
Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bizleri bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde bir araya getirdi. Konumuz: İslâm nedir-Tasavvuf nedir? Burada bu akşam sizlere bu konunun bir parçası olan hanif dîninden bahsetmek istiyorum inşaallah.
Şimdi Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ hanif dîninden bahsediyor. Hanif dîni, Allahû Tealâ’nın kâinattaki tek dînidir. Bütün peygamberlerin yaşadığı dîndir. İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem’in yaşadığı dîndir. Son peygamber olan Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in yaşadığı dîndir. İkisinin arasında gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin ve onlara tâbî olanların yaşadığı dîndir. Kâinatın tek dîni; hanif dîni.
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, hanif dînine baktığımız zaman muhteva itibarıyla bir teklik, bir vahdet, bir tevhid müessesesi var. Bir defa Allah’ın tekliği, tek bir Allah var. Bir tek Allah. Allah’tan başka İlâh yok. İki Allah yok, üç Allah yok. Sadece bir Allah var; tek Allah. İşte hanif dîni, tek Allah’a inanmanın standartları muhtevasında yer almış olan bir dîndir. Tek Allah, bir tek Allah. Bu vahdettir.
İkinci açıdan Hz İbrâhîm’in hanif dînine baktığımız zaman tevhid kelimesinin muhtevasını görürüz. İnsanların bir tek fırka oluşturmaları, fırkalara ayrılmamaları. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de hep: “Fırkalara ayrılmayınız.” diyor. “Birbirinize sımsıkı sarılın, kenetlenin, bir olun, beraber olun. Yoksa kuvvetiniz gider.” diyor Allahû Tealâ.
3/ÂLİ İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrakû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufratin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz, Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki ni’metini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece O’nun (Allah’ın) nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.
8/ENFÂL-46: Ve etîullâhe ve resûlehu ve lâ tenâzeû fe tefşelû ve tezhebe rîhukum vasbirû, innallâhe meas sâbirîn(sâbirîne).
Allah’a ve O’nun Resûl’üne itaat edin, niza etmeyin (anlaşmazlığa düşmeyin), yoksa zayıf düşersiniz ve kuvvetiniz (elinizden) gider. Sabredin. Muhakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir.
Fırkalara ayrılmamak dînin temelidir. Dikkat edin, asıl Allahû Tealâ’nın fırkalardan muradı dînlerin fırkalara ayrılmış olmasıdır. Aslında tek bir dîn varken ortada birçok dîn görünüyor. İşte dînin fırkalara ayrılmasıdır bu. Yetmez, insanların değiştirdiği kitaplarla başka başka kitaplar varmış gibi görünüyor. Başka başka dînler varmış gibi görünüyor. Hâlbuki sadece tek bir dîn olmuştur: Hanif dîni. Bu dînin Arapça adı İslâm’dır.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, hanif dîninin birinci özelliği: Vahdet dîni oluşu. Tek bir Allah var. Vahid, tek bir Allah.
İkincisi: Tevhid dîni oluşu. Bütün insanların bir arada tek bir fırka oluşturmaları.
Allah’ın Zat’ında teklik, cemaatte teklik. Eğer iki taraf yoksa düşmanlık yoktur. İki taraf yoksa anlaşmazlık yoktur. İki taraf yoksa anlaşmazlık sebebiyle insanların üzülmesi söz konusu değildir. İnsanların birbirini kırması oluşmaz.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah ile olan ilişkilerinizde hanif dîni dediğiniz zaman kâinatın tek dînini hatırlayacaksınız. Başka bir dînin hiç olmadığını ve hiç olmayacağını düşüneceksiniz.
Demek ki hanif dîninin birinci özelliği: Allah’ın Zat’ında teklik; vahdet.
İkinci özelliği: Cemaatler yok, tek bir cemaat var. Toplumda beraberlik. Bütün toplumun bir araya gelmesi yani tevhid. Bir tek noktada toplanmak, tek bir cemaat oluşturmak. Peki, tevhid dîninin, hanif dîninin başka bir özelliği var mı? Var; Allah’a teslim olmak: Ruhu, vechi, nefsi, iradeyi Allah’a teslim etmek.
İşte tevhid dîninin standartları bunlar. Allahû Tealâ: “Hz. İbrâhîm’in hanif dîni.” diyor. “Babanız İbrâhîm’in hanif dîni.” diyor. “Hanif dîni.” diyor. Ve sadece tek bir dînden bahsediyor. Hanif kelimesi konusunda Allahû Tealâ’nın Kur’ân-ı Kerim’e koyduğu âyetlere gelin beraberce bir göz atalım.
Ne diyor Âli İmrân Suresinin 67. âyet-i kerimesi?
3/ÂLİ İMRÂN-67: Mâ kâne ibrâhîmu yahûdiyyen ve lâ nasrâniyyen ve lâkin kâne hanîfen muslimâ(muslimen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
Hz. İbrâhîm, yahudi veya nasrani olmadı. Fakat hanif (Allah’ın tek oluşuna, ölmeden önce ruhun O’na ulaştırılmasının ve Allah’a teslim olmanın farz olduğuna inanan), (Allah’a teslim olmuş) bir müslümandı. Ve o müşriklerden olmadı.
“mâ kâne ibrâhîmu yahûdiyyen: Hz. İbrâhîm Yahudi olmadı,” diyor, “değildi.” diyor Allahû Tealâ.
“ve lâ nasrâniyyen: Hristiyan da değildi.” diyor.
“ve lâkin kâne hanîfen muslimâ(muslimen): O hanif bir müslümandı ve hanif olarak Allah’a teslim oldu.”
“ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne): Müşriklerden de değildi.”
Öyleyse: “Hz. İbrâhîm, ne Yahudi ne de Hıristiyandı. Lâkin o hanif yani Allah’ın tekliğine, O’na ölümden evvel ulaşmanın ve teslim olmanın farz olduğuna inanan olarak (hanif olarak yani) teslim olmuştu (Kime? Allah’a teslim olmuştu). Müşriklerden de değildi.”
Âli İmrân-67’de Allahû Tealâ bunu söylüyor. Acaba Allahû Tealâ ne demek istiyor burada, “Hz. İbrâhîm, ne Yahudiydi ne de Hristiyandı.” demekle? Çünkü Hz. İbrâhîm, Hz. Musa’dan da Hz. İsa’dan da evvel yaşadı. Öyleyse ne Yahudilerden birisi olabilir ne de Hristiyanlardan birisi olabilir. Ama Yahudiler de Hristiyanlar da Hz. İbrâhîm’in hanif dînini yaşadılar peygamberleri zamanında. Hz. Musa zamanında Yahudiler, Hz. İbrâhîm’in hanif dînini yaşadılar. Hz. İsa zamanında Hristiyanlar, gene Hz. İbrâhîm’in hanif dînini yaşadılar. Allahû Tealâ ne zaman Hz. İbrâhîm’den bahsetse bu ifadeyi kullanıyor: “Müşriklerden değildi.” diyor.
Hz. İbrâhîm’i hatırlayacaksınız: Yüzlerce putun olduğu salona bir giriyor. Bütün putları kırıp döküyor, bir tanesini bırakıyor. Ertesi günü Hz. İbrâhîm’i alıp götürüyorlar oraya. Diyorlar ki: “Buralarda gezerken görülmüşsün. Mutlaka sen kırdın bu putları.”
Hz. İbrâhîm diyor ki: “Ne münasebet,” diyor, “ben kırmadım.” diyor. “Kırsa kırsa bu put kırmıştır.” diye o bıraktığı büyük putu gösteriyor.
Onlar da diyorlar ki: “Hadi canım sen de.” diyorlar. “O bir taş parçası, kırabilir mi hiç onları?”
Hz. İbrâhîm diyor ki: “Gördünüz mü?” diyor. “Kendiniz de ağzınızla itiraf ettiniz ki o bir taş parçası, bir put. Bu putları bile kıramayan bir puttan siz medet umuyorsunuz ve ona tapıyorsunuz. Utanmıyor musunuz?” diyor.
İşte Allahû Tealâ’nın: “Müşriklerden değildi.” ifadesi bununla alâkalı. O müşriklerden değildi. Tek Allah’a inanıyordu. Putlarla uzaktan yakından bir ilişkisi yoktu. Putlar onun düşmanıydı. Tabiatıyla o da putların düşmanıydı. Ve Âli İmrân-95’e bakıyoruz. Gene hanif fıtratıyla alâkalı.
3/ÂLİ İMRÂN-95: Kul sadakallâhu fettebiû millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
De ki: "Allahû Teâla doğruyu söyledi. Öyle ise hanif olarak Hz. İbrâhim'in dînine tâbî olun. Ve o, müşriklerden olmadı."
“kul sadakallâhu fettebiû millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne): De ki: Allah doğrusunu buyurdu. Öyle ise hanif olarak İbrâhîm'in dînine tâbî olun. Ve o, müşriklerden değildi.”
Gördünüz mü? Gene: “Müşriklerden değildi.” diyor Allahû Tealâ. Müşrik, biliyorsunuz Allah’a şirk koşanlar. Allah’a ortak koşan, putları ortak koşanlar, putlara tapanlar.
“Hanifler olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olun.” diyor Allahû Tealâ.
Hz. İbrâhîm’in dîni hanif dîni. O dîne tâbî olan elbette hanif olacak. Tek Allah’a inanan, cemaatin tekliğine inanan ve Allah’a teslim olmaya inanan ve teslim olmak yolunda gayret sarf eden, buna cehd eden kişi, o haniftir. Yani Arapça adıyla İslâm’dır. İslâm kelimesi Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin Arapça adıdır. Hz. İbrâhîm’in dîni deyince, kâinatın dîni demek daha doğru. Bütün kâinatta Allahû Tealâ sadece tek bir dîn oluşturmuş; hanif dîni.
Ve Nisâ-125:
4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.
“ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).”
Ne diyor Allahû Tealâ? “O kişi ki vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim etti ve muhsinlerden oldu. Dînde ondan daha ahsen kim vardır? O, fizik vücudunu Allah’a teslim ederek muhsinlerden olmuştur. Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuştur. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost (halil) ittihaz etmiştir.”
Öyleyse görüyor musunuz sevgili kardeşlerim? Kişi fizik vücudunu Allah’a teslim etmiş ve o bunu hanif olarak gerçekleştirmiş. Hanif olarak fizik vücudunu Allah’a teslim etmiş kişi.
Peki, ruhunu da Allah’a insanlar hanif olarak mı teslim eder? Evet. Bu, fizik vücudun teslimidir: 2. teslim. Vechin teslimi (fizik vücudun teslimi) neyle, hangi standartlarda teslim? Hanif olarak teslim. Yani ruhunu, vechini, nefsini, iradesini Allah’a teslim etmeye kararlı olan, hanif olan birinin teslimleri. Öyleyse ilk teslime bakalım beraberce. Ruhunu Allah’a teslim eden kişi. Rûm Suresinin 30. âyet-i kerimesine bakalım önce:
30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
“fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).” diyor Allahû Tealâ.
Ne diyor Allahû Tealâ? “Habîbim! Kendini hanif olarak dîne doğrult. O dîni ki kayyum olan dîn (ezelden gelmiş olan, kıyâmete kadar sürecek olan dîn), işte o dîndir. Allah’ın yaratmasında bir değişiklik göremezsin.”
Ne demek istiyor Allahû Tealâ? Yani Allahû Tealâ burada diyor ki: “Bütün dînleri yaratan Allah’tır. Ama dînler diye bir şey yoktur. Sadece bir tek dîn vardır; hanif dîni.” Ve sadece bir tek dîni vücuda getiren Allahû Tealâ, sadece o dîni yaşayabilecek olan özelliklerle yani hanif dînini yaşayabilecek olan hanif fıtratıyla yaratıyor bütün insanları. Öyleyse bütün insanlar hanif fıtratıyla yaratılmıştır.
Şimdi burada ne görüyoruz? Hanif fıtratıyla yaratılan insanlar. Herkes hanif fıtratıyla yaratılmış. Yani bütün insanlar sadece bir tek dîni yaşayabilecek olan özellikle yaratılmışlar. Hepsi hanif olarak yaratılmış insanların, sadece hanif dînini yaşayabilecek olan özellikle. Ve Allahû Tealâ diyor ki: “Allah’ın yaratışında, ne insanları hanif fıtratıyla yaratılışında bir farklılık görebilirsin.”
İnsan hanif, Allahû Tealâ insanları hanif fıtratının dışında yaratmaz. Sadece hanif dînini yaşayabilecek olan hanif fıtratıyla yaratır bütün insanları. Ve Allahû Tealâ hanif fıtratıyla yarattığı insanlara o dînin, o fıtratın yaşanabileceği hanif dîninin dışında hiçbir dîn oluşturmaz. Hanif dîninin dışında hiçbir dîn oluşturmaz.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, görüyorsunuz ki Allahû Tealâ bütün insanları hanif fıtratıyla yaratmış ve fıtratta bir değişiklik yaratmadığı gibi yani hanif fıtratının dışında bir fıtratla hiç kimseyi yaratmayacağı gibi, “Değişiklik göremezsin.” diyor, “Allah’ın yaratma fıtratında, yaratma stratejisinde bir değişiklik göremezsin.”
Yani Allahû Tealâ: “Kıyâmete kadar insanları hanif fıtratıyla yaratacak.” diyor. Ama “Dînde de değişiklik göremezsin.” demiş oluyor Allahû Tealâ. Ve Allahû Tealâ kıyâmete kadar sadece bu fıtratla yarattığı insanların yaşayabileceği yegâne dîn olan hanif dînini emredecektir.
Şimdi hanif fıtratının Rûm Suresinin 30. âyet-i kerimesindeki muhtevası bu. Ama arkadan Allahû Tealâ 31. âyette, çok önemli bir noktaya ulaşıyor. Bize çok dikkat çekici bir şey söylüyor. Diyor ki:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
“munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).”
“munîbîne ileyhi: O’na dön (Allah’a dön. Allah’a ulaş).”
“Ve takva sahibi ol. Ve namaz kıl. Ve müşriklerden olma.”
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e, 30. âyet-i kerimesinde söylediği söze bu bir ilâve. Hanif fıtratıyla yarattığı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in ve hanif fıtratıyla yarattığı bütün insanların Allah’a ulaşması söz konusu. Neyle Allah’a ulaşması söz konusu?
Hanif fıtratıyla. Allahû Tealâ, Rûm Suresinin 30 ve 31. âyet-i kerimelerini birleştirirseniz ne diyordu Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e?
“Hanif olarak kendini dîne doğrult. Ve Allah’a dön. Allah’a ulaş ve takva sahibi ol.
Öyleyse insan ruhunun Allah’a dönmesi, Allah’a ulaşması hanif fıtratıyla gerçekleşiyor: 1. teslim. Demin 2. teslimi gördük. Ve bu 2. teslimde Allahû Tealâ’nın söylediği bir husus vardı. Gördüğümüz odur ki; Allah ile olan ilişkilerimizde biz insanlar hanif fıtratıyla yaşıyoruz. Hanif fıtratıyla yaratılmışız. Sadece tek bir dîni; Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’de hanif dîni adını verdiği bir tek dîni yaşayabilecek olan fıtratla yaratılmışız. Başka bir dîni yaşayabilecek olan özelliğimiz yok. Sadece bir tek dîni yaşayabiliriz; o da Hz. İbrâhîm’in hanif dîni. Ve bu dînin Arapça adı İslâm’dır. Şimdi bakalım, Allahû Tealâ hanif dîni konusunda neler söylüyor.
En’âm Suresinin 79. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor:
6/EN'ÂM-79: İnnî veccehtu vechiye lillezî fataras semâvâti vel arda hanîfen ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).
Muhakkak ki ben, hanif olarak yüzümü, yeri ve semaları yaratan Allah’ın Zat’ına döndürdüm. Ve ben, müşriklerden değilim.
“innî veccehtu vechiye lillezî fataras semâvâti vel arda hanîfen ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne): Muhakkak ki ben hanif olarak yüzümü, yeri ve semaları yaratan Allah'ın Zat'ına döndürdüm. Ve ben müşriklerden değilim.”
Peygamber Efendimiz (S.A.V) bunu söylüyor: “Ben yüzümü hanif olarak Allah’ın Zat’ına döndürdüm (vechimi; fizik vücudumu) Allah’a döndürdüm.” Bunu söyleyen Peygamber Efendimiz (S.A.V). Kur’ân-ı Kerim’de Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hanif olduğunu ifade eden birçok âyet-i kerime var. Bunlardan biri de bu âyet-i kerime, En’âm Suresinin 79. âyet-i kerimesi. Öyleyse gene En’âm Suresinin 161. âyet-i kerimesine bakalım, Allahû Tealâ ne buyuruyor?
6/EN'ÂM-161: Kul innenî hedânî rabbî ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin) dînen kıyamen millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
“Muhakkak ki; Rabbim, beni hanif olarak Sıratı Mustakîm'e, kıyâmete kadar ayakta kalacak olan Hz. İbrâhîm'in milletinin dînine hidayet etti.” de. Ve o, müşriklerden olmadı.
“kul innenî hedânî rabbî ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin): Muhakkak ki beni Rabbim Sıratı Mustakîm’e hidayet etti (ulaştırdı).”
“dînen kıyamen millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen): Kıyâmete kadar ayakta kalacak olan Hz. İbrâhîm'in dînine Allah beni ulaştırdı (hidayet etti) (Hz. İbrâhîm’in milletinin dînine).”
“ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne): Ve o, müşriklerden olmadı.”
“Müşriklerden olmayan Hz. İbrâhîm’in dînine, Allah beni hidayet etti hanif olarak.” diyor Peygamber Efendimiz (S.A.V).
Yani muhtevaya baktığımız zaman görüyoruz ki; Allahû Tealâ olayı bütün kılmış. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in zatında (şahsında) dînin sadece bir tek dîn olduğu, bu dînin Hz. İbrâhîm’in hanif dîni olduğu birçok cephelerden verilmiş, verilmiş, verilmiş.
Allahû Tealâ’nın hepimize vermek istediği mesaj var. Bu mesajla bir şekil çizmek istiyor Allahû Tealâ hepimizin hafızasına. Hz. İbrâhîm’in hanif dîninden başka bir dîn hiç olmadı; işte verilen mesaj bu.
Her ikisi de bunları söyleyenler, Peygamber Efendimiz (S.A.V). İkisinde de hanif olduğunu söylüyor. Vechini birincisinde Allah’ın Zat’ına döndüğünü söylüyor ve hanif olarak. Ne zaman hanif dîni söz konusu olursa Allah’ın hemen arkasından söylediği şey; Hz. İbrâhîm’den bahsediliyorsa: “Müşriklerden olmadı.” Peygamber Efendimiz (S.A.V) kendisinden bahsediyorsa: “Ben müşriklerden değilim.” diyor. Hz. İbrâhîm’in hanif dîni şirkten kurtaran temel. Sonra, bakalım Nahl Suresinin 120. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ ne diyor?
16/NAHL-120: İnne ibrâhîme kâne ummeten kâniten lillâhi hanîfen ve lem yeku minel muşrikîn(muşrikîne).
Muhakkak ki İbrâhîm (a.s), Allah’a hanif (tek Allah’a inanan) olarak kanitin olan (yönelen) bir ümmet idi. Ve o, müşriklerden olmadı.
“inne ibrâhîme kâne ummeten kâniten lillâhi hanîfen ve lem yeku minel muşrikîn(muşrikîne): Muhakkak ki İbrâhîm (yani Hz. İbrâhîm) tek başına bir ümmetti. Ve Allah’a hanif olan (Allah’a yönelen) bir hanifti. Ve müşriklerden olmadı.”
Öyleyse hanif dîninin temelinde kim var? Hz. İbrâhîm var. Hanif dîninin, kâinatın tek dîninin son temsilcisi kim peygamber olarak? Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz. Bütün peygamberler; hepsi hanif dîninin temsilcileriydi. Başka bir dîn Allah’ın resûlleri, Allah’ın peygamberleri tarafından hiç yaşanmadı bu dünya üzerinde. Şu anda dünyada bütün kavimlerde resûller yaşıyor. Hepsine de Allahû Tealâ hanif dînini öğretiyor.
Öyleyse bu bapta Peygamber Efendimiz (S.A.V) de gerçek anlamda bir hanifti. Tek Allah’a inanan; Allah’a ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini teslim etmiş olan ve tek bir cemaat oluşturan bir peygamberdi.
Hacc-31’de Allahû Tealâ diyor ki:
22/HACC-31: Hunefâe lillâhi gayra muşrikîne bihî, ve men yuşrik billâhi fe ke ennemâ harra mines semâi fe tahtafuhut tayru ev tehvî bihir rîhu fî mekânin sahîk(sahîkın).
Hanifler (tek Allah’a teslim olan kullar), onunla (putlarla), O’na şirk koşmayanlardır. Ve kim Allah’a şirk koşarsa o taktirde sanki o, gökyüzünden düşmüş de böylece onu, kuş kapmış gibi veya rüzgâr, onu uzak bir mekâna (yere) atmış gibidir.
“hunefâe lillâhi: Allah’a, Allah’ın tekliğine inanan (tek bir Allah olduğuna inanan) hanifler olarak.”
“hunefâe lillâhi gayra muşrikîne bihî.”
“Ona…”
“ve men yuşrik billâhi: Kim Allah’a ortak koşarsa.”
Başı ne?
“hunefâe lillâhi gayra muşrikîne bihî, ve men yuşrik billâhi fe ke ennemâ harra mines semâi fe tahtafuhut tayru ev tehvî bihir rîhu fî mekânin sahîk(sahîkın).”
“Allah’ın tekliğine inanan hanifler olarak O’na (Allah’a) ortak koşmaksızın.”
Olay bu, yapılacak iş bu: “Allah’ın tekliğine inanan hanifler olarak O’na ortak koşmaksızın.”
İkinci cümle: “Kim Allah’a ortak koşarsa sanki o, gökten düşmüş de onu bir kuş kapıvermiş veya rüzgâr onu ıssız yere (ıssız bir yere) sürükleyip atmış gibidir.”
Hanif kelimesi ciddi bir şekilde Allah’a ortak koşanın tam zıddı olan bir müesseseyi bütün insanlara anlatıyor.
Beyyine Suresinin 5. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor:
98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.
“ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).”
İşte bir teslim daha, nefsin teslimi.
“Onlar emrolunmadılar. Sadece hanifler olarak Allah için dînde halis (yani nefslerini halis kılmış) kullar olmakla emrolundular. Ve namaz kılmakla ve zekât vermekle emrolundular. İşte kayyum olan dîn, bu dîndir.”
Allahû Tealâ ne söylüyor burada? Burada nefslerini Allah’a teslim eden insanların da hanifler olduğunu söylüyor. Öyleyse Rûm-30 ve 31’de Allahû Tealâ, haniflerin ruhlarını Allah’a teslim ettiklerini ve böylece takva sahibi olduğunu söylüyor. Yani ruhlarını Allah’a teslim edenlerin hanifler olduğunu söylüyor, Rûm-31. 30’da; hanif olduğu bunu yapanın, 31’de de; ruhunu Allah’a teslim ettiği ifade ediliyor. Allahû Tealâ Nisâ-125’te fizik vücudunu Allah’a teslim eden kişinin de hanif olduğunu ifade ediyor. Burada; Beyyine Suresinin 5. âyet-i kerimesinde nefsini Allah’a teslim eden kişinin de hanif olduğunu ifade ediyor Allahû Tealâ. üç teslim de hanif fıtratıyla gerçekleşiyor.
1- Ruhun,
2- Vechin,
3- Nefsin,
4- İradenin Allah’a teslimi.
Öyleyse Allahû Tealâ’nın dizaynına baktığımız zaman Allahû Tealâ, çok açık bir şekilde bunu söylüyor: “Hanif fıtratıyla yaratıldınız. Hanif fıtratının gereğini gerçekleştireceksiniz.” diyor Allahû Tealâ.
Öyleyse böyle bir durumda... Ve Bakara Suresinin 135. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ hanif olma konusunda şunları söylüyor:
2/BAKARA-135: Ve kâlû kûnû hûden ev nasârâ tehtedû kul bel millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
Ve dediler ki: “Yahudi veya hristiyan olun ki, hidayete eresiniz.” De ki: “Hayır. İbrâhîm’in dîni haniftir (hidayete ermiştir).” Ve o, müşriklerden olmadı.”
“ve kâlû kûnû hûden ev nasârâ tehtedû.”
“Yahudi veya Hristiyan olun ki; hidayete eresiniz.”
“kul bel millete ibrâhîme hanîfâ (hanîfen): De ki: “Hayır. İbrâhîm’in milleti haniftir.”
“ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne): Ve onlar müşriklerden olmadı.”
Yûnus Suresinin 105. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
10/YÛNUS-105: Ve en ekim vecheke lid dîni hanîfâ, ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne).
Ve yüzünü hanif olarak dîne yönelt. Ve sakın müşriklerden olma!
“ve en ekim vecheke lid dîni hanîfâ, ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne): Ve yüzünü hanif olarak dîne yönelt (vechini, kendini). Ve sakın müşriklerden olma.”
Görüyor musunuz sevgili kardeşlerim? Aşağı yukarı her hanif kelimesi geçen âyet-i kerimede Allahû Tealâ, mutlaka şirk kelimesini kullanıyor. Allah’tan başkasına tapmanın nasıl bir büyük günah olduğunu Allahû Tealâ ifade ediyor, her âyet-i kerimede ayrı ayrı.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, hanif dîni kâinatın tek dînidir. Ve Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e: “Bu Kur’ân’ı Sana Arapça olarak indirdik.” diyor Allahû Tealâ. Ve hanif dîninin Arapça adını veriyor: İslâm. Yani: “Bu dîn, Allah’a teslim olma dînidir.” diyor Allahû Tealâ. Bu tarzda bir açıklama getiriyor. Öyleyse hanif dîni nasıl bir dîndir?
1- Hanif dîni, ruhu Allah’a teslim etmeyi emreder.
2- Hanif dîni, fizik vücudu Allah’a teslim etmeyi emreder.
3- Hanif dîni, nefsi Allah’a teslim etmeyi emreder.
4- Hanif dîni, iradeyi Allah’a teslim etmeyi emreder.
Öyleyse hanif dîni bunların hepsinin Allah’a teslimini içeriyor. Bakıyoruz ki sadece Hz. İbrâhîm’in dîni var. Bu tek bir şeriat.
Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle söylüyor:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî.”
“Senin için de şeriat kıldık.” diyor Allahû Tealâ.
“Dînden Hz. Nuh’a vahyettiğimiz şeyi (Hz. Nuh’a vahyettiğimiz dîni, şeriatı) Senin için de şeriat kıldık.” diyor Allahû Tealâ.
“vellezî evhaynâ ileyke: Sana vahyettiğimiz ilmi.” diyor Allahû Tealâ.
“ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme: Ve onu İbrâhîm’e de vasiyet ettik.”
“ve mûsâ: Musa’ya da (vasiyet ettik).”
“ve îsâ: İsa’ya da (vasiyet ettik).” diyor Allahû Tealâ.
“en ekîmûd dîne: Dîni doğrultun (ikame edin).”
“ve lâ teteferrekû fîhi: Ve dînde fırkalara ayrılmayın.”
“kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi: Onlara onları davet ettiğin dîn (yani hanif dîni) müşriklere ağır geldi.” diyor Allahû Tealâ.
“allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu): Allah dilediği kişiyi Kendisine seçer. Ve kim O’na dönerse (Allah’a yönelirse) onu Kendisine ulaştırır.” diyor Allahû Tealâ.
Öyleyse neymiş? Sadece bir tek şeriat varmış. Hz. Nuh’un da şeriatıymış o, Hz. İbrâhîm’in de şeriatıymış, Hz. Musa’nın da şeriatıymış, Hz. İsa’nın da şeriatıymış ve özellikle Hz. İbrâhîm’in şeriatıymış.
Ve gördük ki demin, birçok âyetlerde, âyetlerin çoğunda Allahû Tealâ hanif dîninden bahsettiği zaman Hz. İbrâhîm’den de aynı anda bahsediyor. Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinin özelliği odur ki; bu muhtevada Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ kâinatta hanif dînini ihata eden, hanif dîninde ifadesini bulan, tek bir şeriatın var olduğunu söylüyor. Yani bütün peygamberler aynı dîni yaşamışlar, aynı şeriatı yaşamışlar ve onların hepsinin şeriatını hanif dîninin şeriatı olarak değerlendiriyor Allahû Tealâ. Ve “Bu hanif dîninin şeriatını Sana da vahyettik.” diyor. “Sana da şeriat kıldık.” diyor. “Sana da vahyetmek suretiyle Sana da şeriat kıldık.” diyor.
Konunun burası çok dikkat çekici. Burada Allahû Tealâ’nın dizaynı açık ve kesin. Sadece bir tek dîn, sadece tek bir toplum. Ne yazık ki dünyada hep insanlar olmuş, birbirine düşman insanlar, birbirine düşman gruplar, birbirine düşman dînler, birbirine düşman milletler. Oysa ki Allahû Tealâ sahâbeden bahsettiği zaman diyor ki onlara:
3/ÂLİ İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrakû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufratin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz, Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki ni’metini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece O’nun (Allah’ın) nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.
“Siz birbirinizin can düşmanı idiniz de Allah sizin kalplerinizi telif etti ve can dostları oldunuz.” diyor sahâbeye.
Sahâbe hanif dînini yaşadılar; tek Allah’a inandılar. Şirk onlar için hiçbir zaman söz konusu olmadı. Hepsi hanif dîninin bütün özelliklerini yaşadılar.
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, Allahû Tealâ’nın dizaynı açık ve kesin bir hüviyette geliyor karşımıza. Hanif dîni, kâinatın tek dîni ve kayyum olan dîn yani ezelden ebede sadece bu dîn var olacak. Bu dînden başka hiçbir dîni Allahû Tealâ emretmeyecek. Sadece bir tek dînin varlığı ve dînin adı; hanif dîni.
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, Allahû Tealâ bugün dînlerin birleştirilmesini istiyor. Bugün insanların artık birbirine düşman olmamasını, dost olmasını istiyor bir tek dîn olduğunu söyleyerek. Hristiyanlık da Musevîlik de İslâm da Hz. İbrâhîm’den sonraki peygamberlere Allahû Tealâ’nın emrettiği, sadece Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin aynı dînlerdir. Asırlar geçtikçe insanlar onları aslî unsurlarından koparmışlar, şeklini değiştirmişlerdir.
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ ile olan ilişkilerinizde hep bu esasları dikkate alın. Siz bir insansınız. Hanif fıtratıyla yaratıldınız. Ve sizin; hanif fıtratıyla yaratılan sizin yaşayabileceğiniz sadece bir tek dîn var; hanif dîni. Allahû Tealâ sizi o dîni yaşamaya davet ediyor. O dînin son peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’di; son nebî (son peygamber).
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
33/AHZÂB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyine, ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir (Sonuncusudur). Allah, herşeyi en iyi bilendir.
“O içinizden hiçbir erkeğin babası değildir. O, Allah’ın Resûl’üdür ve Nebîlerin Hatemi’dir (mührüdür).”
Nübüvvet O’nunla, O hatem olması sebebiyle O’nunla hitam bulur. Hatem (mühür) ama sona ermek istikametinde kullanılıyor. Hitam bulur; sona erer anlamına. Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V), hanif dîninin temsilcisi olan son nebî idi. Ve onun şeriatı yani Hz. İbrâhîm’in şeriatı yani bütün peygamberlerin şeriatı kıyâmete kadar aynı şeriat olarak devam edecektir.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, “İslâm nedir- Tasavvuf nedir?” serisinin yeni bir bölümünü daha hanif dîni bölümünü inşaallah burada tamamlamış oluyoruz. Allahû Tealâ’nın hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.
Allah hepinizden razı olsun sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım.
İmam İskender Ali M İH R