TARİHİ: 05.08.2002
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki Allah'ın bir zikir sohbetinde bir defa daha bir aradayız. “İslâm nedir? Tasavvuf nedir? Ve Kavramlar” konulu devam edegelen sohbetlerimizin bir yenisindeyiz. Bir zikir sohbeti. Sohbetin adı da zikir. İyi mi?
Allahû Tealâ’nın İndi’nde en büyük ibadet hangisi diye size sorsam bana ne cevap verirsiniz sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler? Sizler öğrendiniz ama öğrenmeyenler “Namazdır.” diyecekler. “Çünkü namaz dînin direğidir.” diye asırlardan beri devam edegelen bir temel faktör var. “İbadetlerin içinde en önemlisi namazdır.” derler hep.
İşte burada farklılık başlıyor sevgili kardeşlerim. Zamanımızda insanların asırlardan beri devam ettirdikleri bir birikim öyle bir noktaya ulaşmış ki bu noktada bütün doğrularda kaymalar olmuş. Ve Kur'ân-ı Kerim gerçekleri örtülmüş, farklılaştırılmış. Arkasında kim var? Çok iyi biliyorsunuz ki iblis var, şeytan var.
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler! Ne olmuş? İnsanlara “En büyük ibadet namazdır.” diye bir genel çerçeve içerisinde bir kabul ettirme olayı tahakkuk etmiş ve insanlar inanmışlar ki en önemli ibadet namazdır. Kur'ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ diyor ki: “Hayır değildir. Bizim vaaz ettiğimiz ibadetlerin en önemlisi zikirdir.” Hadi gelin sizinle beraber bakalım Ankebût Suresinin 45. âyet-i kerimesi ne söylüyor? Şöyle söylüyor:
29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.
“Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât, innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munkeri, ve le zikrullâhi ekber: Habibim! Sana vahyettiğim o kitap, o Kur'ân-ı Kerim var ya; o Sana vahyettiklerimizi onlara oku, tilâvet et, anlat. Ve namaz kıl çünkü namaz yani senin namazın münkerden ve fuhuştan men eder. Ama Allah’ı zikretmek bu üç zikrin arasında en büyüktür. Ama muhakkak ki Allah’ı zikretmek en büyüktür.”
ve le zikrullâhi ekber: muhakkak ki Allah'ı zikretmek en büyüktür.
Sevgili kardeşlerim! Namaz kılmak bir zikirdir. 24 saatlik bir zikrin bir parçası, namaz kılmaktır. Namaz kıldığınız zaman eğer kalp zikrinin sahibiyseniz hem kalbiniz Allah’ı “Allah, Allah, Allah, Allah…” diye tekrar ettiği için zikretmektesiniz, zikrullah yapmaktasınız hem de namaz kıldığınız için yine zikirdesiniz. Allahû Tealâ namazın da bir zikir olduğunu söylüyor. Namazın Allah'a yaklaştırıcı bir hüviyeti olduğunu söylüyor.
vescüd vakterib: secde et ve yaklaş.
(Allah'a yaklaş.)
Ve muhtevaya baktığımız zaman üç tane zikir görüyoruz bu âyette:
1- Kur'ân-ı Kerim tilâveti bir zikirdir.
2- Namaz kılmak bir zikirdir.
3- Ama zikrullah bu iki zikirden de daha büyüktür yani zikirlerin en büyüğüdür.
Ve söz konusu olan zikirden muradımız da Kur'ân-ı Kerim’de “zikrullah” adıyla anılan Allah'ın isminin tekrarıdır. İşte bu âyette Ankebût Suresinin 45. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ “zikrullah” ifadesini kullanıyor.
Öyleyse 14 asırdır zikir adı verilen bir müessese, adı zikir olarak tekrarlanan bir müessese ama insanlık tarihi kadar eski bir müessese. Hz. Âdem de zikrullah yapıyordu. Hz. Âdem’e tâbî olup da takva sahibi olan bütün oğulları, kızları, torunları, torunlarının torunları hepsi zikrediyorlardı. Bütün nebîler ve onlara bağlı olanlar, bütün kavimlerdeki resûller ve onlara bağlı olanlar hepsi ama hepsi zikrediyorlardı.
Dikkat edin! Resûllerden ve nebîlerden ve sadece onlara bağlananlardan bahsettik. Onların dışındakiler, insanların %90’dan fazlası her devirde Allah'ın emirlerini yerine getirmediler. Her devirde karşı çıktılar ve çoğunluk daima onlardandı ve her devirde insanların çoğunun cehenneme gitmesinin arkasında da bu realite vardır.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler! Zikrin muhtevasına baktığımız zaman: “Nedir yani bu zikir?” diye sormak gelir aklınıza. Zikir, Allah'ın ismini “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah…” diye tekrar etmektir. Muzemmil Suresinin 8. âyet-i kerimesi bu hususu kesinleştiriyor. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
“Allah'ın ismiyle zikret. Yani Allah'ın ismini ‘Allah, Allah, Allah…’ diye kullanarak zikret ve her şeyden kesilerek Allah'a dön.” diyor.
Demek ki Allah'ın isminin tekrarı söz konusu. Eğer bize “Kur'ân-ı Kerim’in en önemli konusu hangisidir?” diye sorarsanız size “Zikirdir.” deriz. Bir insanın manevî tekâmülünün esasını teşkil eden bütün teslimler zikre dayalıdır. Zikir yoksa Allah'a teslim yoktur.
Şimdi burada bir genel kaideyi en çarpıcı biçimde söyleyelim ki; İslâm kelimesi Arapça bir kelimedir. “slm” kökünden gelir; “sim, lam, mim”. Ve sevgili kardeşlerim Allah'a teslim olmak mânâsına gelir. Dînin esası, kâinatın tek dîni olan hanif dînidir. Hz. Âdem de hanifti. “Hz. İbrâhîm’in hanif dîni” diye geçiyor Kur'ân-ı Kerim’de, “Babanız İbrâhîm’in hanif dîni” diye geçiyor. Hz. İbrâhîm de hanifti, Peygamber Efendimiz (S.A.V) de hanifti. Allahû Tealâ Rûm Suresinin 30. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
“Habibim! Kendini hanif olarak dîne doğrult, vechini hanif olarak dîne doğrult. Yani dînin gereklerini yerine getir. O hanif fıtratı ki Allah bütün insanları hanif fıtratıyla yarattı. Allah'ın yaratmasında ise değişiklik göremezsin.”
Öyleyse ne görüyoruz? Peygamber Efendimiz (S.A.V) hanifti. “Hanif olarak kendini, vechini, zatını dîne doğrult.” diyor Allahû Tealâ. Yani “Hanif olarak hanif dînine doğrult ki Biz bütün insanları hanif fıtratıyla yarattık.” diyor.
Bütün insanlar sadece hanif dînini yani İslâm dînini yani kâinattaki tek dîni yaşayabilecek olan özelliklerle yaratılmıştır. Başka bir dîn hiç olmamıştır ve insanların hiçbirisi de hanif dîninin dışında bir dîni yaşayabilecek olan bir özellikle, bir fıtratla yaratılmamıştır.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Muhtevaya dikkatle bakın! Allahû Tealâ’nın hanif dîni. Bütün insanları hanif fıtratıyla yaratmış, sadece hanif dînini yaşayabilecek olan özelliklerle yaratmıştır ve değiştirmeyecek fıtratını. Kıyâmete kadar bütün insanlar Âdem (A.S)’dan bu tarafa nasıl hanif fıtratıyla yaratılmışlarsa, kıyâmete kadar da hanif fıtratıyla yaratılmaya devam edecekler.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım! Görüyoruz ki; Allahû Tealâ ne fıtratını değiştiriyor insanların ne de o fıtratla yaşayabilecekleri yegâne dîni; hanif dînini. Hanif dîninin özelliklerine baktığımız zaman:
1. özellik: Allah'a inanmak.
2. özellik: Allah yolunda tek bir toplum oluşturmak.
3. özellik: Allah’a teslim olmak. Ruhu, vechi yani fizik vücudu, nefsi ve iradeyi Allah'a teslim etmek.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım! Eğer İslâm dîni teslimlerden ibaretse Allah'a teslim olmayan, Allah'ın Kur'ân-ı Kerim’ine göre İslâm olamazsa ve teslimi sadece zikir vücuda getirebilirse, oluşturabilirse, zikirsiz bir teslim imkânsızsa, zikirsiz hiç kimse İslâm’ı yaşayamazsa o zaman zikir, Kur'ân’daki en önemli kavram değil midir?
Sevgili kardeşlerim! Eğer insanların cennete gitmesi veya cehenneme gitmesi konusunda en önemli kavram hangisi diye sorarsanız Allah’a ulaşmayı dilemektir çünkü sadece Allah'a ulaşmayı dileyenler Allah'ın cennetine girebilirler. Allah'a ulaşmayı dileyen bir insan hiçbir ibadet yapmadan ölse bile gerçekten Allahû Tealâ’yı dilemişse Allah, onu mutlaka Kendi Zat’ına ulaştıracaktır (onun ruhunu). Öldükten sonra ulaştıracaktır ama canlıyken ulaştırmış gibi muamele edecektir ona.
Kısaca böyle bir insan hiçbir şey yapmadan ölürse onun gideceği yer, 1. kat cennettir. Bu, cennetle cehennem arasındaki seçim açısından Kur’ân’ın en önemli kavramıdır; Allah'a ulaşmayı dilemek. Sonsuz bir hayatın cennette geçirilmesi ancak Allah'a ulaşmayı dilemenizle mümkün. Ama bu, konunun başlangıcı. Bu talep sizin ruhunuzu Allah'a ulaştırmanıza kadar Allah'ın koruması altında devam eder. Allah sizi bu hedefe mutlaka ulaştırır.
Bu hedefe ulaşmakta bile mürşidinize vasıl olup da tâbî olduğunuz andan itibaren hedefe ulaşabilmeniz için Allahû Tealâ size zikri sevdirecektir. Zikir sebebiyle ruhunuz Allah'a ulaşacaktır. Zikir yoksa dîn yoktur.
Teslim dîni teslim standartlarını gerçekleştiremez. Teslimi; 4 teslimi de gerçekleştirecek olan faktör zikirdir.
Öyleyse zikir “Allah'a teslim” demek olan dînin olmazsa olmaz şartıdır. Teslimlerin temelinde zikir vardır. Zikir yoksa teslim yoktur. Zikir olmadan kurtuluş var mıdır? Vardır. Bir insan Allah'a ulaşmayı diler de başka bir şey yapmaya zaman bulamadan ömrü vefa etmeyip ölürse, mürşidine ulaşmadan ölürse o kişi zikir yapmamıştır. Ama kurtulmuştur, Allah'a ulaşmayı dilediği için. Fakat eğer bir dîn söz konusuysa, dînin bütünü söz konusuysa, onu gerçekleştirmek söz konusuysa o zaman en önemli konu zikir oluyor. Unutmayın! Sadece Allah'a ulaşmayı dileyenler zikirden faydalı alanlarda istifade sağlarlar. Zikir yoksa Allah'a ulaşmayı dilemek de yoktur.
Ne demek istiyoruz? Şunu demek istiyoruz: Ömrü olan bir kişi için eğer Allahû Tealâ’ya ulaşmayı o kişi dilemişse Allah, ona mutlaka zikri sevdirir ve tatbik ettirir. O kişi severek, isteyerek can ile baş ile zikre koşacaktır.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler! Sevgili kardeşlerim! Her şeyi öylesine güzel dizayn etmiş ki Allahû Tealâ, sizler bu güzellikler için yaratıldınız. Allah'ı zikretmek başlıca vazifenizdir.
Belli şartlara sahipseniz zikir size ne sağlar? Eğer Allah'a ulaşmayı dilemişseniz ve Allahû Tealâ sizi 12 tane ihsanla mürşidinize ulaştırmışsa zikir, size Allah'ın katından salâvâtla rahmet, salâvâtla fazl adında 2 grup nur sağlar; Allah'ın nurları. Kalbinize gelen nurlar kalbinizi tezkiye ve tasfiye edecek olan nurlar, bu nurlar sadece ve sadece zikirle sağlanır sevgili kardeşlerim. Başka bir alternatif yok. Sadece zikir.
Öyleyse zikir müessesesine biraz daha yaklaşalım. Ve zikrin farziyeti konusuna girelim. Zikir farz mıdır? Allahû Tealâ zikri açık bir şekilde farz kılmış. Muzemmil Suresinin 8. âyet-i kerimesi:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
“Allah'ın ismiyle zikret.”
Hiç kimse bu âyet Kur’ân’da bulunduğu sürece “Zikir farz değildir.” diyemez. Zikir farzdır. Hem de Rabbinin ismini söyleyerek zikretmek. Hatırlamak anlamında değil, ad tekrarı, isim tekrarı suretiyle Allah'ın ismini yinelemek, tekrar tekrar “Allah, Allah, Allah…” demek; işte bu zikirdir ve farzdır. Ve hazin sonuç burada başlıyor sevgili kardeşlerim. Çünkü bugünkü İslâmî tatbikatı şeriat dizaynında, ne 32 farzın içinde ne de 54 farzın içinde zikri bulamazsınız.
Zikir, şeytan tarafından 14 asırlık bir zaman parçasında tereyağından kıl çeker gibi (Kur'ân-ı Kerim’de mevcut olmasın rağmen, farz olmasına rağmen) farzların arasından çekilip alınmış. İblis bununla İslâm’ın belini kırmış sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. Çünkü 14 asır sonra dîn öğretimine baktığımız zaman bütün üniversitelerde okutulan İslâm dînine müteallik bütün standartlarda artık zikrin farziyetine rastlayamazsınız. Ve müfredat programlarında üniversitelerin, bu zikrin mevcut olduğuna, farz olduğuna bundan 14 asır evvel bütün sahâbenin Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le zikir yaptığına ve zikrin en büyük ibadet olduğuna dair hiçbir işaret bulamazsınız.
İşte iblisin korkunç bir tuzağı, İslâm’a indirebileceği ya da kâinatın tek dînine, başka bir dîn hiç olmadı, indirebileceği en büyük darbe zikri insanlara unutturmasıyla gelmiş.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım! Bu öyle korkunç bir şeydir ki; teslim olan İslâm dîninin fonksiyonların hiçbirisini, teslime müteallik fonksiyonların hiçbirisini eda edemeyeceği bir yokluk içine İslâm’ı atmak demektir bunun mânâsı.
Sevgili kardeşlerim! Bir adım daha atalım. Zikrin ötesine bakalım. Zikir farzdır yani ara sıra “Allah, Allah, Allah…” diye sesli veya “Allah, Allah, Allah…” diye sessiz veya kalbinizden kalbiniz her çift atışında içinizdeki sesi dilinizi de kımıldatmadan içinizdeki sesin “Allah, Allah, Allah…” kelimesini tekrar etmesi. Bunlar zikir. Sonra mı? Zikir aynı zamanda hatırlamak mânâsına geliyor.
Sevgili kardeşlerim! Sadece Allahû Tealâ’yı ara sıra zikretmek değil. Allah’ı çok zikretmek de farz. Yani günün yarısından daha çok Allah’ı zikretmek, o da farz. Sahi mi? Hangi âyet? Ahzâb Suresinin 41. âyet-i kerimesi:
33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhâllezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.
“Ey âmenû olanlar, Allah'a ulaşmayı dileyen îmân sahipleri! Allah’ı çok zikirle zikredin.”
Ne demek çok zikir? Herkese göre ölçü değişir. Falanca insana göre çokluk başka bir insana göre olan çoklukla aynı hüviyette olamaz. Ama Allahû Tealâ’nın ölçüsü açık ve kesin: “Çok zikredin!” Yani bir az zikretmek var, bir de çok zikretmek var. Ölçü zaman.
1. ölçü: Zamanın çoğunda Allah’ı zikredin.
2. ölçü: Zamanın azında Allahû Tealâ’yı zikredin.
“Allah’ı zikredin!” müessesesi, “Allah’ı ara sıra zikredin!” mânâsına geliyor. Ama Allahû Tealâ: “Allah’ı çok zikredin” dediği zaman, orada durun. Bu, günün yarısından daha fazla zikirdir ve kişiyi mutlaka fizik vücudun Allah'a teslimine götürür.
Öyleyse sadece zikir farz değil. Allahû Tealâ’yı çok zikretmek de farz. Günün yarısından daha fazla zikretmek de farz. Sonra, o kadar mı? Hayır. Daimî zikir de farz sevgili kardeşlerim. Allahû Tealâ Nisâ Suresinin 103. âyet-i kerimesinde diyor ki:
4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.
“Namazınızı bitirdiğiniz zaman ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikret.”
fezkurûllâhe: zikret.
kıyâmen: ayaktayken.
ve kuûden: otururken.
ve alâ cunûbikum: ve yan üstü yatarken.
(hep Allah’ı zikret.” diyor Allahû Tealâ.
“Namazını bitirdikten sonra ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikret.” Niçin kullanmış namazı bitirdikten sonra diye? Namazın da bir zikir olduğunu başka âyetlerde söyleyen Allahû Tealâ, bir zikir olarak kabul ettiği namazla Allah’ı zikretmenin birbirinden ayrı şeyler olduğunu bu âyette, Nisâ Suresinin 103. âyet-i kerimesinde kesinleştirmiş. Ve aynı âyet, namazın üzerimize vakitleri belirli bir farz olduğunu da kesinleştiriyor.
Allahû Tealâ insanların alternatif üretmelerine mâni olmuş. Ne zaman zikredeceğiz Allahû Tealâ’yı? Ayakta zikredeceğiz. Ayaktayken; ayakta geçen bütün zamanlarımızda Allah’ı zikredeceğiz. Otururken; oturmakla geçen bütün zamanlarımızda Allah’ı zikredeceğiz. Yan üstü yatarken; yatarken, uyurken geçen bütün zamanlarımızda Allah’ı zikredeceğiz.
Ne oldu?
Bir insan ya ayaktadır, yürüyordur, koşuyordur, ayaktadır veya yerinde duruyordur ama ayaktadır 1. alternatif.
2. alternatif: Kişi şu anda bizim yaptığımız gibi oturuyordur.
Bir 3. alternatif daha var, yatıyor.
Ama sevgili kardeşlerim 4. alternatif yok. Ya ayaktasınız ya oturuyorsunuz ya da yatıyorsunuz. 4. alternatif yok. 3 hüviyetin, bulunabileceğiniz 3 durumun 3’ünde de Allah’ı zikretmeye vazifeli kılındınız.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler! Allah’ı zikretmek bir gönül işidir. Dileyen zikreder. Zikretmek doyulmaz bir zevktir. Kalp gözü açılanların kalp gözleri hep Allah’ı zikrederken açılmıştır.
Öyleyse söylediğimiz âyetler muhaceresinde hiç kimse “Zikir, farz değildir” diyemez. Zikir Allah'ın isminin tekrarıyla yapılan bir işlev değildir diyemez. Ama zikir kelimesi hatırlamak anlamına da gelir, anmak anlamına da gelir. Allah’ın isminin tek tek tekrarıyla Allah anılıyor. “Ne olacak yani Allah anılmışsa ne olur?” diyenler var. Ne olur bilir misiniz? Ruhunuzu da vechinizi de nefsinizi de iradenizi de Allah'a sadece onunla teslim edebilirsiniz. O olur. Zikir sizi teslime götüren yegâne taşıttır. Yegâne vasıtadır. Bu unsur olmadan bütün diğer ibadetleri yaparsanız, cennete gireceğinizi ya da Allah'a teslim olacağınızı zannediyorsanız eğer diğer ibadetleri yaptığınız için, yanılıyorsunuz. Diğer ibadetler hiç kimseyi Allah'ın teslimine götürmez. Götüremedikleri için zikirsiz bir ibadet düzeni kurtuluşa hiçbir zaman ulaştıramaz. Cennete zikirsiz bir ibadet dizaynı kimseyi ulaştıramaz.
Şeytanın tuzaklarını görebiliyor musunuz sevgili kardeşlerim? Nasıl bir olgudan bahsediyoruz? Allahû Tealâ bu olguda zikri yaptığınız zaman size Allah'ın katından salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl gönderiyor. Bunların nefsinizin kalbinde yerleşmesi için sizi şekillendiriyor. Size yeni bir hüviyet veriyor. Ve zikir yaptığınız zaman nefsinizin kalbine faziletler (fazıllar) girip yerleşmeye başlıyor ve fazilet sahibi oluyorsunuz. Fazilet sahibi insan, erdemli insan, Allah’ı tanıyan, insanlara haksızlık etmeyen, fizik ötesi bilgilere sahip olan erdemin sahibi kılıyor Allahû Tealâ sizi. Faziletin sahibi kılıyor.
Öyleyse bir vakadan hareket ediyoruz. Zikir farz, günün yarısından daha fazla zikir de farz, daimî zikir de farz. Ve ne 32 farzda ne 54 farzda yani İslâm şeriatının bugünkü farz dizaynında zikir mevcut değildir. Bunu bir cinayet olarak vasıflandırıyoruz. Milyarlarca insan, hangi dînden olursa olsun başka bir dîn yok, bu dîndeki son emirler Hz. Âdem’e verilen ilk emirler, aynı emirler.
Kardeşi tarafından katledilen Habil’in takva sahibi olduğunu görüyoruz. Bir kişinin takva sahibi olabilmesi, ölürken bile başkasına el kaldırmayacak kadar takva sahibi olabilmesi onun en aşağı standartlarda nefsini de Allah'a teslim etmiş bir insan olmasını gerektirir. Bu, ruhunu, vechini ve nefsini; 3 emaneti Allah'a teslim etmiş olan birisini anlatır bize.
Öyleyse Hz. Âdem zamanında da zikir bütün boyutlarıyla vardı ki daimî zikre ulaşmıştı Habil ve muhlisler takvasının sahibi olmuştu. Yani nefsini de Allah'a teslim etmişti.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Buradaki dizayna dikkatle bakın. Allah ile olan ilişkilerimizde zikir, aslî ibadetimizdir. Bunu hiçbir zaman unutmayın sevgili kardeşlerim.
Öyleyse zikir ne zaman etkendir, ne zaman etken değildir? Şimdi beraberce ona bakalım. Etken olmadığı alanlarda hangi safhalar geçer, etken olduğu alanlarda hangi safhalardan siz geçersiniz?
Öyleyse 28 basamaklık bir dizayn içerisinde:
1. basamaktasınız. Olayları yaşıyorsunuz Allah'a ulaşmayı dilemek diye bir talebiniz yok. Zikretseniz de etmeseniz de sizin için bir fayda yok. Zikrettiğiniz zaman “Allah, Allah…” dediğiniz zaman göğsünüze kadar gelen rahmet ve fazl nurları göğsünüzden kalbinize yol açılmadığı için tekrar geriye dönüp Allah'ın katına dönerler. Zikir yaptıkça devamlı rahmet ve fazl akışı olacaktır göğsünüze kadar, göğsünüzden tekrar Allah'a kadar geri döneceklerdir.
2. basamaktasınız. Olayları değerlendiriyorsunuz. Bu değerlendirmenize göre Allahû Tealâ tarafından seçiliyorsunuz veya seçilmiyorsunuz. Zikir yapsanız da birinci durumdan farklı değil durumunuz. Vasıfların sahibi olmadığınız için zikir, kalbinize kadar getiren, göğsünüze kadar gelen rahmet ve fazlı size faydalı, iç dünyanıza faydalı bir hüviyete ulaştıramıyor.
3. basamaktasınız. Allah'a ulaşmayı dilediniz. Dileyen mutlaka 3. basamağa ulaşır. Peki, bu sizi nereye ulaştırır? Cennete ulaştırır. Zikir iç dünyanızda bir değişiklik vücuda getirmez. Burada da getirmez ama zikrederseniz size zikrin sükûnet verdiğini ve huzur verdiğini her zaman hissedersiniz. 1. basamaktaki insan da zikir yapsa huzuru hisseder; iç huzuru. 2. basamaktaki de hisseder, burada Allah'a ulaşmayı dileyen 3. basamaktaki kişi de hisseder. Ama iç dünyasında hiçbir değişiklik olmayacaktır. Ayrıca kişiye zikrin sükûnet verdiği de, her basamakta sükûnet verdiği kesindir. Bir büyük acı, inşaallah hayatınız boyunca hiç geçirmezsiniz ama hasbel kader böyle bir acıya muhatap olan bir kişi bir boy abdesti alıp da oturup zikre başlarsa Eûzu besmeleyle 5 dakika içinde içindeki acını Allahû Tealâ tarafından alındığını görecektir.
Öyleyse zikir iç dünyada rahatlamaya her basamakta sebebiyet verir. O kişi Allah ile alâkası olmasa da Allah'a ulaşmayı dilemese de zikir onu acılar karşısında sükûnete ulaştıran bir vasıta her zaman olacaktır, hangi basamakta olursa olsun. Ama insana kalıcı bir fayda sağlaması ancak Allah’ın nurlarının gelip kişinin kalbine yerleşmesiyle mümkün ve bu standartlarda oluşmaz bu. Allahû Tealâ sizin Allah'a ulaşma talebinizi derhal, her zaman kalbinize baktığı için anında işitir, bilir ve görür.
Böyle bir dizaynda zikir, Allah'a ulaşmayı dilediğiniz zaman zikretmeniz yine size bir iç huzuru verebilir ama bir fayda sağlaması, nefsinizin kalbinde kalıcı nurların oluşması mümkün değildir.
5. basamakta Allah gözlerinizdeki hicab-ı mestureyi alır. Zikir yine size iç dünyanızda bir aydınlık sağlamaz.
6. basamakta kulaklarınızdaki vakrayı alır, yine aynı durumdasınız. Zikrederseniz size sükûnet verir ama iç dünyanızda aydınlanma olmaz.
Sonra sevgili kardeşlerim, 7. basamakta Allah kalbinizdeki ekinneti, idraki önleyen ilâhi kompüteri çıkaracak, yerine ihbat koyacaktır. İdraki sağlayan bir ilâhi kompüter. Zikir mi? Yine sizin iç dünyanızda bir aydınlık sağlayamaz.
8. basamakta Allah, kalbinize ulaşır.
9. basamakta kalbinizin nur kapısını Allah'a çevirir. İşte bu Allah’ın, zikirle size gelecek olan nurlarının kalbinize girebilmesi için Allah'ın yaptığı özel bir işlevdir. Kalbinizin kapısı başlangıçta aşağı doğrudur. Aşağı dönüktür.
39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (salâvât-rahmet ve salâvât-fazl), Kitab’a müteşabih (benzer) olarak indirdi. Rab’lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah’ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.
Allahû Tealâ Zumer Suresinin 23. âyet-i kerimesinde nurlarını ikşer ikişer indirdiğini ve yukarıdan aşağıya inzal ettiğini yani indirdiğini söylüyor.
Öyleyse nurlar yukarıdan aşağı inerken kalbinizin kapısı da aşağı doğruysa kalbinizden içeri nurların girmesi hiçbir zaman mümkün değildir.
Onun için Allahû Tealâ kalbinizi Allah'a döndürür. Bu olay, 9. basamakta gerçekleşir. Kalbinizin nur kapısı Allah'a döner. Yani Allahû Tealâ’dan nur geldiği takdirde kalbinizden içeriye girecekmiş gibi, girmesini temin etmek üzere.
Ve 10. basamağa ulaşırsınız. 10. basamakta Allah, göğsünüzden kalbinize nur yolu açar.
Şimdi 9. basamak ve 10. basamak, konumuzla alâkalı. Zikirle alâkalı. Onun için âyet verelim. 9. basamak için Allahû Tealâ buyuruyor ki:
50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîbin.
Gaybda Rahmân’a huşu duyanlar ve münib (Allah’a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah’ın huzuruna) gelenler (için).
“Onlar ki gaybda Rahmân’a huşû duyarlar. Onların kalpleri Allah'a çevrilir.” diyor.
Yani onların kalplerinin nur kapısı Allah'a döndürülür, Allah’tan gelen nurları alabilmek için (9. basamak). Peki, döndürülür ama demin ne demiştik? İnsanlar belli şartların sahibi olmadıkları zaman zikir yaparlar. Allah'ın katından onun göğsüne mutlaka rahmet ve fazl gelir ama kalbe girebilecek ortam yoksa tekrar Allah'ın katına geri döner. Devamlı bir nur akışı vardır ama geri dönüşü de vardır. İç dünyasına giremez kişinin.
İşte sevgili kardeşlerim! "Ne yapması lâzım Allah'ın?" diye düşünürseniz şunu göreceksiniz: Allahû Tealâ göğsünüzü yarmalı, göğsünüzden kalbinize bir nur yolu açmalı. Yapar mı? Evet. Buyuruyor ki:
6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.
fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâmi: Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse, Allah'a ulaştırmayı dilerse onların göğsünü şerheder ve teslime açar.
Ne demek istiyor Allahû Tealâ? O kişinin göğsünden kalbine göğsünü yararak bir yol açıyor. Ne yolu? Rahmet yolu, fazl yolu, salâvât yolu. Nur yolu sevgili kardeşlerim. Allahû Tealâ göğsünüzden kalbinize nur yolu açıyor. Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
39/ZUMER-22: E fe men şerahallâhu sadrahu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.
“O kişi ki; onun göğsünü Allah şerhetmiştir, yarmıştır. Başka insanların kalbi onun kalbi gibi nurlu olamaz.” diyor Allahû Tealâ.
“O kişinin yani Allah'ın göğsünü yararak, şerhederek İslâm’a açtığı kişinin kalbine Allah'ın nurları ulaşmaktadır. Diğerlerinin kalbine ulaşamaz. Onlarla onların kalbiyle bu kişinin kalbi bir değildir.” diyor Allahû Tealâ.
Zumer Suresinin 23. âyet-i kerimesinde ise Allahû Tealâ diyor ki:
39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (salâvât-rahmet ve salâvât-fazl), Kitab’a müteşabih (benzer) olarak indirdi. Rab’lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah’ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.
“Allah nurlarını yani salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazlı ikişer ikişer indirir.” diyor. “Kitaba ve içindeki sözlere benzer bir şekilde, müteşabih bir şekilde.”
İhdas ettiklerini… Bunların nur olduğu bir evvelki âyetle bağdaştırılınca kesinlik kazanıyor, “İkişer ikişer indirir." diyor.
Sevgili kardeşlerim! Kur'ân-ı Kerim bir zarftır. İçindeki sözler de mazruftur, bu zarfın içindekiler. Ve Allahû Tealâ tıpkı bunun gibi salâvât kargo uçağıyla rahmet gönderiyor. Yine salâvât kargo uçağıyla fazl gönderiyor. Her ikisi de Allah'ın katından gelen nurlardır. Birisi taşıyıcı, yine nur, nur başka bir nuru taşıyor. Salâvât rahmeti taşıyor. Yine salâvât fazlı taşıyor. “İkişer ikişer yukarıdan aşağıya indirilir.” diyor Allahû Tealâ.
İşte Allahû Tealâ kimin göğsünü açarsa onlarda ne işlemler yapacağını da anlatıyor. “O kişinin kalbine ulaşır nurlar. O kişinin derileri ve cildi ve kalbi ürperir ve bu Allah’tan gelen nurlar, kişiyi huşû sahibi yapar. Ve o nurlar sebebiyle kişinin nefsinin kalbi aydınlanır ve yumuşar, Allah'ın zikriyle yumuşar.” diyor Allahû Tealâ.
Bu nurların zikirle geldiği, âyet-i kerimenin içinde kesinlik kazanıyor. Ve Allah'ın nurlarını ikişer ikişer indirdiği ve bu indirdiği nurların da nefs tezkiyesine sebebiyet verdiği, hidayete sebebiyet verdiğini ifade ediyor. Nefsin hidayeti ruhun hidayetiyle paralel bir olgu gösterir. Nefsinizdeki hidayet hangi boyuttaysa, %7’lik rakamlarla tahakkuk eder olay, ruhunuzun hidayeti de aynı doğrultuda olur.
Nefsinizin kalbinde ilk %7 nur birikiminde ruhunuz, 1. gök katına ulaşır. Nefsiniz de ruhunuz da 1. hidayet noktasındadırlar. İkinci defa %7 nur birikimi 2. gök katı yine 2. kademededirler, ikisi birden. Böylece ikisi birden 7 kademe ileri geçerler. Ruhunuz Allah'a ulaşır, ruhunuz hidayete erer. Daha sonra fizik vücudunuz hidayete erecektir. Daha sonra nefsiniz hidayete erecektir.
Demek ki Allahû Tealâ göğsümüzden kalbimize Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesindeki bahsettiği kişinin hüviyetine girmemizi sağlıyor. Göğsümüzden kalbimize açılan nur yolundan, zikir yaptığımız zaman Allah'ın rahmeti ve fazlı gelecek. Ve nefsimizin kalbine ulaşacak. Bunun için ne yapıyor Allahû Tealâ? En’âm Suresinin 125. âyet-i kerimesi gereğince göğsümüzden kalbimize bir nur yolu açıyor. Âyet-i kerimeyi tekrar edelim:
Âyet-i kerime "İslâm’a açar" diyor, yani “Teslim olmaya açar.” diyor. Âyet-i kerime net olarak İslâm’ın yani teslim olmanın, sadece buradan geçecek olan nurlarla mümkün olduğunu ifade ediyor. Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesinde de Allahû Tealâ onu söylüyor: “Göğsünü Allah’ın şerh ettiği kişinin kalbi Allah'ın nuruyla dolar. Başkalarının kalbinde bu nur olmaz.” diyor Allahû Tealâ. Ama o kişinin kalbindeki nur da başlangıçta sadece bir tek nurdur. Şimdi 10. basamağa gelen bir kişinin zikir yaptığını görelim. Bu, onu 11. basamağa ulaştıracaktır. Allah’dan gelen rahmet ve fazl partikülleri. Evvelâ iki nur gelir. Nûr Suresinin 21. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor:
24/NÛR-21: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).
ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin: eğer Allah'ın rahmeti ve fazlı üzerinize olmazsa yani göğsünüze ulaşamazsa, göğsünüzden kalbinize ulaşamazsa içinizden hiçbiriniz nefsinizi tezkiye edemezsiniz.
Nefs tezkiyesinin Allah'ın rahmetiyle ve fazlıyla olacağını âyet kesinleştiriyor. “Ebediyyen nefsinizi tezkiye edemezsiniz eğer, Allah'ın rahmeti ve fazlı üzerinize olmazsa, nefsinizin kalbine ulaşamazsa.” diyor.
Şimdi Allah'ın gönderdiği rahmet ve fazl göğsümüze ulaşıyor. Göğsümüzden de Allah'ın göğsümüzü şerh ederek açtığı yolu takip ederek kalbimize ulaşıyor. Salâvâtla rahmet, salâvâtla fazl, iki nur. Nûr Suresinin 21. âyet-i kerimesi gereğince ve rahmetle fazl bakıyorlar ki nefsimizin kalbi mühürlü.
Sevgili kardeşlerim! Bütün insanların nefslerinin kalbi mühürlüdür; 1. temel şartı Kur'ân-ı Kerim’in.
Bütün bu insanların da kalpleri mühürlü olan her insanın kalbinde de küfür yazar; 2. temel şartı.
Ve bu insanların gözleri örtülüdür, kulakları engellidir, kalplerinde ekinnet vardır ve mühürlüdür.
Öyleyse Allahû Tealâ bu kişinin göğsündün kalbine bir yol açmış. Niçin? İşte zikir burada fonksiyonel. Kişi zikir yapsın da “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah…” diye Allah'ın ismini tekrar etsin de Allah'ın katından rahmetle fazl o kişinin göğsüne gelsin, göğsünden göğsü yarılarak açılmış olan yolu takip etsin ve kalbe ulaşsın.
Sevgili kardeşlerim! Rahmet buna göre programlanmıştır. Yolunu dıştaki verilere göre yol boyunca gelir, Sıratı Mustakîm boyunca gelir ve kişinin göğsüne kadar gelir. Göğsüne geldiği halde iki şifre birbirini yakalar ve davet eden davet edileni içeri gönderir. Yolu takip eden rahmet ve fazl beraberce kalbin, nefsin kalbinin kapısına ulaşırlar. Bakarlar ki kalp mühürlü. Fazl bu mühürden içeri ne girebilir ne de sızabilir. Ama rahmet nurları kalbin mührünün kenarlarından hafif bir sızıntıyla içeriye sızabilir. Bu sızma sizi 11. basamağa ulaştırır.
O güne kadar kişinin nefsinin kalbine hiçbir şey sızamamıştır. Kalbine nur ulaşması da mümkün olmamıştır. İlk defa o gün mümkün oluyor çünkü Allahû Tealâ o kişinin göğsünden kalbine nur yolu açtı. Ve bu ulaşma sadece bir tek anahtarla gerçekleşebilir. Bu anahtarın adı zikirdir. Ama bu aşamada nefsin kalbine sadece bir rahmet sızması söz konusudur.
Kalbin şartlarına baktığımız zaman kalbin vaziyeti müsait değil. Nurların girip de içeride serbestçe kalmasına müsait değil. Neden? Çünkü kalpte küfür kelimesi var. Allah'ın nurlarını mutlaka dışarı atmaya çalışan ve sadece karanlıkları, küfrün muhtevasını teşkil eden 19 tane afeti kendisine doğru çekip kalpte, nefsin kalbinde tutan bir kuvvettir küfür kelimesi. Bir çekim gücüdür.
Nefsin kalbinde henüz îmân kelimesi yok. Bu sebeple fazıllar kalbe sızdıkları zaman orada bir koruyucu ortam yoktur. Sadece rahmetin verdiği bir özellikle Allahû Tealâ rahmeti nefsin kalbinin duvarına yapışmak imkânıyla teçhiz etmiştir ve küfür kelimesinin devamlı itici gücüne rağmen Allah'ın rahmet nurları duvara yapışıp orada yavaş yavaş birikmeye başlarlar. Bu birikim %2’ye varana kadar kişi 11. basamaktadır. %2’ye vardığı zaman kişi 12. basamağa ulaşır. Huşû sahibi olur. Allah'ın zikriyle nefsinin kalbinde %2 nur birikmiştir. İşte Hadîd Suresi 16. âyet-i kerime:
57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah’ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle (Allah’ın nurları ile), âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.
“O kişinin kalbinde Allah'ın zikriyle ve bu zikir sebebiyle Hakk’tan inen şeyle, nurla," (şeylerle demiyor, şeyle) huşû sahibi olmak zamanı gelmedi mi?” diyor Allahû Tealâ.
%2 nur birikimi zikirle sağlanabilir sadece. Başka bir anahtar başka bir şifre yok. Allah kelimesiyle nefsinizin kalbine Allah'ın nurlarını ulaştıracaksınız.
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
“vezkurisme rabbike: Allah'ın ismiyle, Rabbinin ismiyle zikret.” diyor Allahû Tealâ.
Rabbimizin ismi ne? Allah. Yani "El İlah, Allah". Bu kelime bir cazibe merkezi oluşturur kalbinizde ve Allah'ın katından gelen rahmetle fazl nurları göğsünüze gelir, göğsünüzden kalbinize ulaşır. Kalbinizden içeriye fazıllar sızamaz ama mühürlü olan kalbinizden içeriye rahmet sızar. Kalbin mührü hala kalbi mühürlü, kapalı tutmaktadır.
12. basamaktasınız. Huşûya ulaştınız, %2 nur birikimiyle. Bu nur birikimi zikirle olgunlaştı, vücuda geldi.
13. basamak ve hacet namazını kılıyorsunuz Allah size mürşidinizi gösteriyor. 13. basamaktasınız.
Böylece 12 tane ihsan aldınız Allahû Tealâ’an ve Allah gösterdi, irşad makamına ulaştınız. Yine iradenizi kullanacaksınız. Nasıl Allah'a ulaşmayı dilediğiniz zaman iradenizi kullanarak bu işi yaptınız ve 12 tane ihsan aldıysanız Allahû Tealâ’dan, yine Allah’ın size verdiği cüz’i iradeyi Allah için çok kıymetli olan kullanım alanına sokacaksınız, kullanacaksınız. Allah'ın size gösterdiği mürşide kendi iradenizle severek, isteyerek, ona büyük bir sempati besleyerek ulaşacaksınız. Allahû Tealâ gösterdiği kişiyi mutlaka sevdirir. Müridle mürşid arasında daima sevgi vardır. Hiçbir zaman nefret oluşması mümkün değildir.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönlü dostlarım! Bu noktadan sonra ne olur? İrşad makamına ulaştığınız zaman zikrin size gerçek tesirini gösterebileceği 3 işlevden geçersiniz. Allahû Tealâ’nın başınızın üzerine devrin imamının ruhunu göndermesiyle birlikte kalbinizin içine îmânın yazılması söz konusu olur, Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesi gereğince:
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?
“Onların üzerlerine yani başlarının üzerine Allah'ın katından ruh gönderilir. Ve onların kalplerinin içine îmân yazılır.” diyor Allahû Tealâ.
Bu ruh, devrin imamının ruhudur. Gönderdi Allahû Tealâ. Arkasından nefsinizin kalbinin kapısının mührünü açar Allahû Tealâ. Kalbinizdeki 1. işlem; kalbinizin içindeki küfür kelimesini dışarı alır ve kalbinizin içinde o güne kadar mevcut olmayan bir kelimeyi, îmân kelimesini kalbinizin içine yazar. Allah'a inanıyorsanız o güne kadar dille mü'min bir kişiydiniz. “Allah'a inanıyorum, ben mü'minim.” diyordunuz. Yani Allah'a inanan bir mü'min hüviyetindeydiniz. Fakat o gün, kalbinizin içine îmân yazıldığı gün gerçek mü’min oldunuz. Çünkü kalbinizin içinde artık îmân kelimesi var. Ve sadece kalbinizle "Mü'minim." demiyorsunuz. Sadece dudaklarınızla, sözlerinizle "Mü'minim." demiyorsunuz; kalbiniz de "Mü'minim." diyor. Yani siz gerçek bir mü'min oldunuz. Kalbinizin içine îmân girdi. Artık kalbindeki îmânın sahibi olan kişisiniz. Mü'min, îmânın sahibi demek.
1- İnanç îmânının sahibisiniz.
2- Kalbinizdeki îmân kelimesinin sahibisiniz. Ve gerçek mü'min oldunuz. Allahû Tealâ sadece diliyle "Ben mü'minim." diyen kişiyi kabul etmiyor.
Mü'min kalbindeki îmân kelimesinin de sahibi olan kişidir Allah'a göre. Burada mü'min oldunuz. Kalbinizde îmân yazıyor. Ve Allah bütün günahlarınızı sevaba çeviriyor. Devrin imamı başınızın üzerine gelir gelmez ruhunuzu Sıratı Mustakîm’e gönderiyor, vücudunuzdan ayırıp gönderiyor. Kendisi, devrin imamının ruhu başınızın üzerinde yer alıyor. İçinizde değil. Oysaki sizin ruhunuz içinizdeydi, sizin hüviyetinizdeydi. Ama artık içinizde değil. Başınızın üzerinde bir ruh var, aynı zamanda da bir nur var çünkü o nur başınızın üzerinde salâh nurunu taşıyor.
Böylece sevgili kardeşlerim, böylece bu noktada zikir yapıyorsunuz. Ruhunuz vücudunuzdan ayrılmış, Allah'a doğru yola çıkmış. Zikir yaptığınız zaman ne olur? Zikir yaptığınız zaman bu noktadan itibaren Allah'ın katından yalnız salâvâtla rahmet gelmez, aynı zamanda salâvâtla fazl gelir.
Allahû Tealâ diyor ki Bakara Suresinin 156 ve 157. âyet-i kerimelerinde:
2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.
2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).
İşte onlar (dünya hayatında Allah’a mutlaka döneceklerinden emin olanlar) ki Rab’lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, onlar hidayete ermiş olanlardır.
“Onlar kendilerine bir musîbet ettiği zaman derler ki: “innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn; muhakkak ki biz Allah için yaratıldık, mutlaka Allah'a ulaşacağız.”
“İşte bunu söyleyen insanların Allah'ın rahmeti ve salâvâtı da onların üzerinedir.” diyor Allahû Tealâ. “İşte hidayete erecek olanlar sadece onlardır.” diyor. Hidayet onlara verilen Allah'ın bir güzelliği.
Öyleyse bu kademede zikir yaptığınız zaman Allah'ın katından yalnız salâvâtla rahmet gelmiyor, salâvâtla fazl da geliyor. Göğsünüze geliyor. Göğsünüzden kalbinize ulaşıyor, 10. basamakta açılan yolu takip ederek. Kalbinizin mührünü Allahû Tealâ artık açmıştır, kalbin içine îmânı yazmak için. Kalbinizin mührünü açmıştır.
İşte bu açık olan mührü, hareketli hale gelen mührü rahmetle fazl ve rahmetle salâvât o mührün üzerine enerjetik bir baskı yaparak, salâvâtın ve rahmetin, salâvâtın ve fazlın; 4 grup enerjinin baskısı, mührü kalbin üst boyutundan alt boyutuna itiyor ve kalbin alt boyutundaki zulmanî kapıyı, rabbanî kapıdan giren bu nurlar; salâvâtla rahmet, salâvâtla fazl nurları mührü kalbin alt boyutuna kadar itiyor. Oradaki zülmanî kapıya ulaşan mühür; iki kapının da muhtevası aynı, boyutları aynı, o kapıyı kilitliyor. Rahmetin, fazlın ve salâvâtın baskısı devam ettiği sürece kapı mühürlüdür. Yani zülmanî kapıdan içeri karanlıkların girmesi mümkün değildir.
Allahû Tealâ küfür kelimesini kalpten aldığı için karanlıkların da nefsinizin kalbinde tutunabilmesi imkânı yok. Ama kalbinize Allah’ın yazdığı îmân kelimesi Allah'ın katında gelen salâvâtla rahmet, salâvâtla fazl kalbinizi bir iki dakika içinde %100 nurlarla doldurur; rahmetle, fazılla, salâvâtla doldurur. Ve sevgili kardeşlerim, fazıllarla îmân kelimesi karşıt kutupları oluşturur ve birbirlerini çekerler.
Fazıllar, îmân kelimesinin manyetik çekim alanı sebebiyle, îmân kelimesini bir mıknatıs olarak düşünün, fazılları da demir parçacıkları olarak düşünün. Nasıl kutup, mıknatıs, demir parçacıklarını kendisine çekerse; fazılları da îmân kelimesi böyle çeker kendisine ve etrafında toplamaya başlıyor. Fazıllar, Allah'ın nurlarıdır, faziletler. Ve nefsinizin kalbinde fazilet birikimi başlıyor. Neyle başlıyor? Zikirle başlıyor.
Salâvât nurları da karanlıkların nefsinizin kalbinde îmân kelimesinin çekim gücüne tesir etkisini önlüyor, onlara engel oluyor. Böylece faziletlerin îmân kelimesinin etrafında yerleşmesinde salâvât nurları da karanlıkların tesir gücünü yok ederek ve onları kapı dışarı ederek görev alıyor. Ve nefsinizin kalbinde nur birikimi başlıyor. %1, %2, %3. Neyle başlıyor? Allah'ın zikriyle.
Sadece Allah'ın zikridir ki nefsinizin kalbine Allah'ın nurlarını taşır ve o kalpte nurlar îmân kelimesinin çekim gücüne dayalı olarak yerleşmeye başlarlar. Zikrinizi giderek arttırırsınız, irşad makamının emirleri gereğince. Zikriniz arttıkça nefsinizin kalbindeki nur birikimi yani fazilet birikimi yavaş yavaş artacaktır. %7’ye ulaştığı zaman nefsinizin kalbindeki nurlar, Nefs-i Emmare’desiniz. Nefsinizin kalbinde %7 fazilet birikimi gerçekleşti.
Nefsinizin fizik vücudunuzun içinde bir rehine olduğunu unutmayın. Rehine %7 nur birikiminde 1. gök katının kapısını açmak yetkisinin sahibidir. Böylece ruhunuz zemin kattan 1. gök katına kadar ulaşır. Ulaşması bu sebebe bağlıdır. Eğer nefsinizin kalbinde %7 fazilet birikimi gerçekleşmezse ruhunuzun 1. gök katına ulaşması, hiçbir şekilde mümkün değildir.
Öyleyse zikir, nefs tezkiyesine sebebiyet verir. Nefsinizin kalbinde nurların birikmesine, faziletin birikmesine sebebiyet verir ve zikir bu sebeple ruhunuzun da zemin kattan 1. kata ulaşmasına sebebiyet verir. Burası Nefs-i Emmare’dir. Hz. Yusuf diyor ki:
12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).
“Ben nefsimi beraat ettirmem. Çünkü nefsim bana şerri emreder. Nefs insana şerri emreder. Ama Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği kişiler hariç.”
İşte burada Allahû Tealâ’nın Rahîm esmasıyla tecellisini görüyoruz. Nefs-i Emmare; kişinin kalbinde %7 nur birikmiştir.
Kişi devam ediyor zikrine, 2. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Levvame. Ruh, 2. gök katına ulaşıyor.
75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeti.
Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.
“O levvame nefse kasem ederim.” diyor.
Kişi nefsini artık kınamaya başlamıştır. Yanlışlıklar işliyor, pişmanlık duyuyor, üzülüyor. Burası 2. gök katıdır. Kıyâme Suresinin 2. âyet-i kerimesi, Nefs-i Levvame’yi ifade ediyor.
Daha sonra 3. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Mülhime; kişi Allah’tan ilham almaya başlıyor. Şems Suresinin 8. âyet-i kerimesi:
91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.
“O nefse Allah'ın takvası da şeytanın fücuru da ilham edilir.”
Kişi Allah’tan ilham almaya başlıyor. Ruhu 3. gök katında.
Ve 4. defa %7 nur birikimi. Nefs-i Mutmainne. Fecr Suresinin 27. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor:
89/FECR-27: Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu.
Ey mutmain olan nefs!
Ra’d Suresinin 28. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor:
13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?
“Onlar nefslerini mutmain kılmışlardır. Bilin ki nefsler ancak zikirle mutmain olurlar.”
Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâhi e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb: Onlar âmenû olmuşlardır ve nefsleri mutmain olmuştur. Bilin ki kalpler ancak Allah’ı zikretmekle mutmain olur.
Zikir yoksa kalbin tatmin olması diye bir işlev de hiçbir zaman gerçekleşmez. Ra’d Suresinin 28. âyet-i kerimesi. 4. gök katı; 4. defa kalbin %7 nurla dolması.
5. defa %7 nurla dolduğu zaman kişi Allah’tan razı oluyor; Radiye.
6. defa %7 nur kalbe doluyor. Nefs-i Mardiyye; Allah da kişiden razı oluyor. Fecr Suresinin 28. âyet-i kerimesinde “râdıyeten mardıyyeh." diyor Allahû Tealâ.
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!
Ruh mu? 5. ve 6. katlarda ve 7. defa %7 nur birikimi ve ruh, Allah'a ulaşıyor. Bir başka ifadeyle Allah ruhu Kendisine ulaştırıyor. Bakınız Allahû Tealâ bu hususu ne kadar net anlatıyor Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb: Allah dilediği kişiyi Kendisine seçer. Bu seçtiklerinden her kim Allah'a yönelirse Allah onları, sadece onları kendisine ulaştırır.
Demek ki biz ulaşmıyoruz Allah'a. Allah'a biz ulaştırmıyoruz ruhumuzu, Allah ulaştırıyor. Ruhumuz Allah’a ulaşıyor, 21. basamakta ve Allah’ın Zat’ında yok oluyor, meaba, sığınağa sığınıyor evvâb oluyor, Allah'ın Zat’ında fani oluyor, fenâfillah oluyor. İlk teslimi burada gerçekleştiriyoruz; 22. basamak.
Neyle gerçekleştirdik sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler? Zikirle gerçekleştirdik. Allah'ın zikriyle nefsimizin kalbine gelen rahmet, fazl ve salâvâttan fazl; faziletler nefsimizin kalbini %49 doldurdu. Ondan evvel nefsimizin kalbine huşû sırasında yerleşen %2 rahmet de devreye girdiğinde nefsimizin kalbinde %51 nur oluşuyor. Bu nokta, Allah'ın evliyası olduğumuz noktadır. Bu nokta, 3. kat cennetin sahibi olduğumuz noktadır. Nefsimizin kalbindeki %51 nur neyi ifade eder?
Sevgili kardeşlerim! Biliniz ki nefsinizin kalbinde başlangıçta %100 afetler vardır: Öfke, kin kıskançlık, haset, düşmanlık, nefret, iptilâlar, isyan vs. Bu %100 afetlerle dolu olan nefsinizin %100’üne şeytan tesir etmek imkânının sahibidir; %100’üne tesir etmek imkânının sahibidir. Yani elinde bir sulta yoktur, size zorla hiçbir şey yaptıramaz şeytan. Ama tesirine açıksınız. Yani tesir etmek için imkânın sahibidir ama kandırarak yapar bu işi çünkü emretme, size zorla bir şeyi yaptırmak yetkisinin sahibi değildir. Ama çok usta bir kandırıcıdır, ikna edicidir. Bu sebeple insanların çok büyük bir kısmı hep şeytanın dümen suyunda giderler. Bunun hiçbir zaman da farkına varamazlar. Şeytan onların iç sesini taklit ederek onları devamlı kendi sesleriymiş gibi onları kandırarak sahtekârlıkla Allah'ın emrettiklerini yapmamaya davet eder. Allah'ın yasak ettiklerini de işlemeye davet eder. Ve insanların çok büyük kısmında da bunu mutlak olarak başarır.
Şimdi ne zaman ki nefsimizin kalbinde %49 fazilet, %2 de rahmet birikimi oldu; şeytanın hâkimiyeti şeytan sadece afetlere tesir edebildiği cihetle %100’den %49’a düşmüş olur. Şimdi bu evreler birer birer gerçekleşirken acaba fizik vücudunuz ne oluyor? Ruhunuzla nefsinizin durumuna beraberce baktık. Nefsinizin kalbinde %7, %7 nurlar birikti. Neticede bu noktada 22’inci basamakta nefsinizin kalbinde %51 nur birikimi gerçekleşti. %51 nur. Şeytanın hâkimiyeti %51 azaldı. Artık şeytan, nefsinizin afetlerinin yarısından daha azına tesir edebilir. Bütün afetlerde oran %51 azaldı.
Öyleyse şeytan artık üzerinizde %100 hâkim olan, hâkimiyeti şeytanda olan bir insan değilsiniz. Fizik vücudunuz, nefsinizin kalbindeki afetler azaldıkça afetlerin azaldığı ölçüde şeytan size tesir etmek imkânının sahibi olmadığı için, bu imkân şeytandan adım adım böylece alındığı için insan, bütün insanlar başlangıçta Allahû Tealâ tarafından şeytanın kulu olarak kabul edilirken yavaş yavaş şeytanın kulu olmaktan %7, %7, %7 insanın fizik vücudu kurtulur.
Allahû Tealâ diyor ki Yâsin Suresinin 60 ve 61. âyet-i kerimelerinde:
36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
“Ey Âdemoğulları! Ben sizlerden ahd almadım mı? Şeytana kul olmayacaksınız diye. Şeytanın kulu olmakta devam etmeyeceksiniz diye ahd almadım mı Ben sizden? Çünkü şeytan size apaçık bir düşmandır ve Ben sizden Bana kul olacaksınız diye ahd almadım mı? İşte bu da Sıratı Mustakîm’dir.” diyor.
İşte kişinin Allah'a kul olmaya başlaması %7, %7 artıyor. Evvelâ %2 rahmetle sonra 7 defa %7 faziletlerin kalbe girişiyle şeytanın o kişinin nefsi üzerindeki tesir imkânı azalıyor, %51 azalıyor. Ve fizik vücut da %7, %7 artan bir şekilde Allahû Tealâ’ya kul oluyor. Ve bu noktada %51 kul olmuş durumda. Nefsse %51 şeytanın tesir sahasında olan karanlıklardan kurtulmuş ve Allah'ın nurları %51 orada yerleşmişlerdir. Onlar, Allah'ın sesine kulak veriyorlar.
Şeytanın üzerinizde bir hâkimiyeti yoktur diyoruz. Gerçekten de yoktur. Ama nefsinizin afetleri Allah'ın bütün emirlerini gerçekleştirmemeye programlanmıştır. Allah'ın yasak ettiği fiilleri de işlemeye programlanmıştır. Onun için şeytanın tesirine zaten açıktırlar. Bu yüzden insanlar devamlı şeytanın tesiri altında kalıyorlar. Bu yüzden Allahû Tealâ insanları böyle bir imkânı olduğu için şeytanın, zaten nefsin afetleri şeytanın taleplerine yeşil ışık yaktığı için ve şeytan da onlara tesir etmek imkânının sahibi olduğu için şeytanın kulu kabul ediyor baştan insanları. Allah'ın yaratığı ama şeytanın emri altında, şeytanın tesiri altında demek daha doğru olur, şeytanın tesiri altında olan insanlar olarak değerlendiriyor.
Ama ne oldu? Zikir sayesinde kişi şeytanın kulu hüviyetinde olmaktan adım adım kurtuldu, kurtuldu, kurtuldu ve nurlar nefsin kalbinde %51 hâkimiyeti ele geçirdiler. Yani nefsin kalbine yerleşen faziletler, artık ruh nasıl Allah'ın emirlerini yerine getirmek istiyorsa nefsin kalbinin de %51’i Allah'ın bütün emirlerini yerine getirmek istiyor. Nasıl ruhunuzun hasletleri Allah'ın yasak ettiği hiçbir fiili işlemek istemiyorsa nefsinizin kalbindeki faziletler de artık hiçbir zaman Allah'ın yasak ettiği fiilleri işlemek istemiyorlar. Öyleyse burası bir dönüm noktasıdır. Burası evliya olduğunuz noktadır.
Zikriniz devam ediyor. Fenâ makamının sahibisiniz, Allah’ın Zat’ında ifna olmuş olan birisiniz. Velâyetin birinci makamı fenâ makamı. Bu makamda nefsinizin kalbindeki nurlar, zikriniz giderek artıyor; %51’den %61’e kadar çıkıyor. Fenâ makamı. %61’e ulaştığı zaman Allahû Tealâ size bir taht ihsan ediyor İndi İlâhi'de, beka makamının sahibi oluyorsunuz.
Fenâ makamı Allah’ın Zat’ında yok olma makamı, Allah'ın Zat’ına sarılma makamı, Meaba sığınma makamı. Evvâb oluyorsunuz. Allahû Tealâ bu noktada Nebe Suresinin 39. âyet-i kerimesinde diyor ki:
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakku, fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
“İşte o gün Hakk günüdür. O gün dileyen kişi, Allah'a ulaşmayı dileyen kişi kendisine Allah'a ulaştıran yolu yol ittihaz eder ve meab, Allah’ın Zat’ı ona meab olur, sığınak olur.”
Ve Allahû Tealâ da zaten Fâtır Suresinin 18. âyet-i kerimesinde diyor ki:
35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).
ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî ve ilâllâhil masîr: kim nefsini tezkiye ederse o bunu kendisi için yapmış olur, kendi nefsi için yapmış olur.
Neden? Çünkü ezelde Allahû Tealâ’ya tezkiye olacağına dair yemin verdi.
“Ve ruhu Allah'a ulaşır.” diyor Allahû Tealâ.
Ama Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesi daha net olarak anlatıyor, bu Allah’a dönüşü:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“Allah kullarından dilediğini seçer. Bu seçtiklerinden kim Allah'a yönelirse Allah, onu Kendisine ulaştırır.” diyor.
Ve kişi Allah’ın Zat’ında kaybolduğu zaman meaba sığınmıştır. Velâyetin birinci makamındadır. Ne zaman nurlar %61’e ulaşırsa o zaman o kişi, bir yeni dizaynın içinde oluyor. Allah ona En’âm Suresinin 127. âyet-i kerimesi gereğince bir taht ihsan ediyor Allahû Tealâ’nın İndi'nde.
6/EN'ÂM-127: Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Rab’lerinin katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış olduklarından dolayı, O (Allah), onların dostudur.
“Onlara Allah’ın indinde teslim yurdu vardır.” diyor Allahû Tealâ.
%61’den %71’e kadar nurlar bu beka makamında gerçekleşiyor. Kişi Allah’ın İndi'nde altın bir tahtın sahibi oluyor. Zikir artarak devam ediyor. Daimî zikre doğru kişi adım adım yaklaşıyor. Ve ne zaman kişinin zikri günü yarısını aşarsa, günün yarısına doğru yaklaşıyor ve kişinin zikri ne zaman günün yarısını aşarsa o kişi zahit oluyor, züht makamını sahibi oluyor. Yûsuf Suresi 20. âyet-i kerime:
12/YÛSUF-20: Ve şerevhu bi semenin bahsin derâhime ma’dûdetin, ve kânû fîhi minez zâhidîn(zâhidîne).
Ve onu (Yusuf’u), az bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar. Çünkü; ona karşı zahidlerden idiler.
“Onlar Yusuf’a karşı zahittiler. Bu sebeple onu birkaç dirheme sattılar.” diyor Allahû Tealâ.
Kişi artık dünyaya dönük bir kişi değil, bu kişi artık zikri günün yarısını aşmış. Dünyanın muhtevasından çok manevî, uhrevî âlem kişiyi alâkadar ediyor ve her gün bunu ispat ediyor Allahû Tealâ’ya. Zikrini günü yarısından daha fazla yaparak tercihinin dünya olmadığını kesin olarak Allahû Tealâ’ya ispat ediyor. Bu kişi artık zahit olmuştur. Nefsinin kalbindeki nurlar %71’de başlar, zühde ulaşan bir kişinin. Daimî zikre değil günün yarısından daha çok zikir yapan kişinin ve %81’e kadar kişi zahit standartlarında devam eder.
Demek ki velâyetin 1.makamı; fenâfillah makamı.
2.makamı; bekabillah makamı.
3.makam; züht makamı.
Ve ne zaman kişinin zikri kişinin kalbindeki nurlar %81’i aşarsa o kişi geriye kalan %19 afetin önerilerini hiçe sayar. Allah'ın bütün emirlerini yerine getirmeye başlar. İşte Allah'ın bütün emirlerini eksiksiz yerine getiren bu kişi, fizik vücuduyla bunu yapıyor yoksa nefsinin kalbinde hâlâ %19 karanlık var, bu konuya başladığı zaman.
Ve nefsinin kalbindeki afetler de… Kişinin zikri günün yarısını çoktan aşmıştır, günün yarısının aşımından da daha fazla kişi zikretmektedir, fizik vücudunu Allah’a teslim ettikten sonra ve o kişinin Allah'ın bütün emirlerini gerçekleştirmesi, yasak ettiği hiçbir fiili işlememesi söz konusudur. Fizik vücudumuzun Allah'a teslim noktası burası. Nefsin kalbi hâlâ başlangıçta %19 afetin sahibidir. Zikri arttıkça kişinin, bu afetler de azalacak, azalacak, azalacaktır. Ve bir gün kişi daimî zikrin sahibi olacaktır. Demek %81 afetle kişi fizik vücudunu Allah'a teslim etti. Bütün bunlar neyle yapıldı? Zikirle gerçekleşti.
Ve bir gün kişi daimî zikre ulaştı. Daimî zikre ulaşan kişinin kalbindeki afetler hangi seviyede kaldıysa, diyelim ki %81 nur birikiminden bir süre sonra %85 nur birikiminde kişi daimî zikre ulaştı, %95 nur birikiminde ulaştı, %98 nur birikiminde ulaştı. Her biri mümkün ve bu ulaşma standartlarında daimî zikre ulaştığı andan itibaren kişinin kalbine artık karanlıklar giremez. Ve o karanlıklar, bütünüyle nefsin kalbinden uzaklaştırılmıştır. Neden? Çünkü kişi daimî zikirdedir. Ve nefsinin kalbinin üzerinde rahmetin, fazlın ve salâvâtın baskısı kesintisiz bir şekilde devam edecektir. Zülmanî kapı hiç açılmayacaktır, dışarıdan içeriye hiçbir karanlığın girmesi mümkün değildir. Kalbin içi %100 zaten îmân kelimesi tarafından, kalbin içi %100 faziletlerle donatılmıştır. Gelecek olsalar dahi, böyle bir şey mümkün değil ama gelmiş olabilselerdi eğer, karanlıklar nefsin kalbinde kendilerine yer bulamayacaklardı. Daimî zikir iki cepheli:
1. Zülmanî kapı kapalı, karanlıklar kalbe giremiyor.
2. Daimî zikrin sahibi olan kişinin kalbi, îmân kelimesinin etrafında %100 nurları oluşturmuşlardır. Kalbin içi tamamen îmân kelimesine yapışmış faziletlerle dolu.
Daimî zikir biliyorsunuz Allahû Tealâ’nın bir farz emri ve fizik vücudunu Allah’a teslim eden kişi, Nisâ Suresinin 125. âyet-i kerimesi gereğince bunu gerçekleştirmiştir. Allahû Tealâ diyor ki:
4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.
ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun: o kişi ki vechini Allah'a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur.
“O kişiden daha çok, fizik vücudu ahsen olan kim vardır.” diyor Allahû Tealâ.
Daimî zikre ulaşan kişilere Allahû Tealâ “ulûl'elbab” adını veriyor ve diyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.
ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim: o ulûl'elbab kullarım için ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikretmek söz konusudur.
Yani bu 3 halin üçünde de kişi 24 saat devamlı zikir halinde. İşte daimî zikrin sahibi olmak.
Ne olur sevgili kardeşlerim?
1- Kişi hikmet sahibi olur. Yani daimî zikrin sahibi olmuştur.
2- Daimî zikrin sahibi olduğu için nefsinde hiçbir afet kalmamıştır.
3- Nefsinin kalbindeki o hiçbir afet kalmayan kişinin kalp gözü açılmıştır.
4- Kalp kulağı da açılmıştır. Yani Allah'ın kendisine söylediklerini kalp kulağıyla işitir. Allah’ın kendisine gösterdiklerini kalp gözüyle görür.
Böylece bu kişi için bir muhteşem dizayn söz konusudur sevgili, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim!
Ulûl'elbab makamında bu kişiye göğün hiçbir katı gösterilmez. Zemin kattaki devrin imamının dergâhının sırları gösterilir. Kalbi bir derece müzeyyen olur. Daimî zikir bu kişinin kalbine gelip yerleşmiştir. Kalbi bir kademe, bir mertebe müzeyyen olur. Ne zaman ki Allahû Tealâ bu kişiye gök katlarının birincisini gösterir; kişi o zaman ulûl'elbab makamını aşar, ihlâs makamının sahibi olur. Yani halis olma, nefsinin kalbi halis olan bir kişi olur. Beyyine Suresinin 5. âyet-i kerimesi:
98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.
ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe: onlar emrolunmadılar; nefslerini dînde halis kılmış kullar oldular, Allah'a hanifler olarak.
İşte burası nefsinizin Allah'a teslim olduğu, nefsinizin kalbinin halis olduğu noktadır. Nurlarla %100 dolduğu ve gök katlarının birer birer gösterilmeye başladığı noktadır. 28. basamak ve ihlâs makamı. Burada Allahû Tealâ kişiye 7 kat gökyüzünü birer birer gösterir. 7. katın 7 âlemini de gösterir. 7. âlemin en üst noktası, Sidretül Münteha’dır. İndi İlâhi gösterilir, huzur namazı gösterilir, tahtlar gösterilir. Ve Sidretül Münteha’nın gösterildiği noktada kişi salâh makamına geçiş yapar, ihlâs makamı bitmiştir, Tövbe- i Nasuh’a davet edilir.
Tövbe-i Nasuh, bozulması mümkün olmayan bir tövbedir. Evvelce tövbeler niçin bozuluyordu? Kişinin nefsinin kalbinde afetler vardı ve şeytan o afetlere tesir etmek imkânının sahibi idi. Ve bunu her vesileyle kullanıyordu iblis.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Böyle bir dizaynda iblisin bunu kullanması artık söz konusu değil. Kişi tövbesini bozamaz. Çünkü nefsinde afetler yok, şeytanın tesirine bütünüyle kapalı bir nefs kalbi var. İşte böyle olduğu için, kesinlikle kişinin tövbesini bozması söz konusu olmadığı için Allahû Tealâ bunu en iyi bilendir, o kişiyi Tövbe-i Nasuh’a davet ediyor. Salâh makamının birinci mertebesi. Kalp tezyin oluyor.
7 mertebede ihlâs makamında müzeyyen olan kalp, 8 mertebe müzeyyen olmuştur. Salâh makamına böyle ulaşmıştır.
Tövbe-i Nasuh’la bir mertebe daha müzeyen olur. Daha sonra Allahû Tealâ o kişinin irşad makamına ulaştığı andan itibaren işlediği bütün günahları örtecektir. 2. mertebe. O kişiye salâh nuru verecektir Allahû Tealâ, 3. mertebe. Ve o kişinin örttüğü günahlarını sevaba çevirecektir, 4. mertebe. Tahrim Suresinin 8. âyet-i kerimesi:
66/TAHRÎM-8: Yâ eyyuhâllezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru, yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meahu, nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfir lenâ, inneke alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Allah’a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin! Umulur ki Rabbiniz, sizin günahlarınızı örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün Allah, nebîleri ve O’nunla beraber olanları mahzun etmez. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar. “Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla ve bize mağfiret et (günahlarımızı sevaba çevir). Muhakkak ki Sen, herşeye kaadirsin.” derler.
“Kişiler nurları önlerinde ve sağlarında yürürler ve Allah'a derler ki: Ya Rabbi! Nurumuzu tamamla.”
Kim bu insanlar? Allahû Tealâ onlardan bahsediyor. "Öyle bir tövbeyle tövbe edin ki bu Tövbe-i Nasuh olsun. Tövbe-i Nasuh alan insanlar, nurları önlerinde ve sağlarında yürürler."
diyor.
Bu, devrin imamının ruhu başlarının üzerinde. Üzerinde nur olduğu için burada nur adıyla geçiyor salâh nuru. Onlar da salâh nurunu istiyor Allahû Tealâ’dan: “Bize de nur ver. Nurumuzu tamamla. Bize mağfiret eyle. Yani bu örttüğün günahları da sevaba çevir."
“Biz onların günahlarını örteriz.” diyor Allahû Tealâ.
Önce söylediği o, sonra kişilerin talebi üzerine günahları sevaba çeviriyor; 4. mertebe müzeyyen oluyor kalp.
Tövbe-i Nasuh’la 1. mertebe.
Günahların örtülmesi 2. mertebe.
Salâh nurunun verilmesi 3. mertebe.
Ve günahların sevaba çevrilmesi de 4. mertebe. Bu kişi irşada ulaşıyor.
Bundan 14 asır evvel bütün sahâbe irşada ulaşmıştı. Allahû Tealâ diyor ki irşada ulaşmak konusunda:
49/HUCURÂT-7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Ve aranızda Allah’ın Resûl'ü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.
“Ey sahâbe! Biliniz ki içinizde Allah'ın resûlü var. Eğer O sizin sözlerinizi dinleseydi bundan çok büyük zarar görürdünüz. Hatta Allah'ın lânetine bile muhatap olabilirdiniz. Ama Allah size îmânı sevdirdi. Fıskı, küfrü, isyanı kerih gösterdi. Hepinizin kalplerini müzeyyen kıldı, tezyin etti. İşte onlar irşada ulaşanlardır.” diyor.
İrşada ulaşmak, iradeyi Allah'a teslim etmek için kâfi bir hüviyet. Kişi burada da daimî zikirde ve iradesini Allah'a teslim ediyor ve teslimle birlikte bihakkın takvanın sahibi oluyor.
Ve Allahû Tealâ "irşada memur ve mezun kılındın" cümlesiyle kişiyi irşad makamının sahibi kılıyor. Burası daimî zikrin sonu ve en üst noktası bütün insanlar için. İrşada memur ve mezun kılınmak. Bundan 14 asır evvel bütün sahâbe irşada ulaşmışlar. Neyle? Zikirle. Zikir adı verilen bu müessese irşad makamının sahibi kılmıştı. Tevbe Suresinin 100. âyet-i kerimesi bu büyük hakikâti söylüyor bize. Diyor ki Allahû Tealâ:
9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
“O sabikûn-el evvelin var ya! Onların bir kısmı ensardandı, bir kısmı muhacirîndendi. Bir de ensara ve muhacîrine ihsanla tâbî olanlardandı.”
Görülüyor ki bütün sahâbe irşad makamının sahibi olmuşlar. Yani bihakkın takvanın. Son bilmece de çözülmüş, hepsi Allah’ın Zat’ını görmüşler.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Bu makamın üzerinde bütün ülkelerdeki resûller var. O resûllerin ötesinde de bir tek kişi var: Devrin imamı. Bütün bu kademelerin aşılması zikir adı verilen bir işlevle gerçekleşir.
Sevgili kardeşlerim! Zikre dikkatle bakın. Şeytan zikrin… Böylece insanlara 22. basamakta ruhlarını, 25. basamakta fizik vücutlarını, 27. basamakta nefslerini, 28. basamağın 4. mertebesinde iradelerini de Allah'a teslim eden bir sonuç veriyor. Bu sadece zikirle mümkündür. Şeytan, bu zikri bütün insanların üzerinden silebilmek için zikri tamamen İslâm âlemine ve bütün dünyaya unutturmuş. Zikir söylediğimiz gibi farz olmasına rağmen unutulmuş ve insanları başka bir odağa çekmeyi, şeytanın tuzağına düşürmeyi amaç edinmiş ve insanlara transandantal meditasyonu önermiş.
Meditasyon Sanskritçe bir kelimenin, genellikle “om” kelimesi kullanılıyor, tekrar edilmesiyle gerçekleşen bir şeytanî olay, bir şeytanî seremoni. Ve insanların kalplerine Allah'ın nuru girmiyor, şeytanın karanlıkları giriyor. Kişiler biraz daha stres içine giriyorlar sadece transandantal meditasyonla ve iblis böylece şu anda bütün dünyada zikri ortadan kaldırıp, ki İslâm âlemine zikri zaten unutturmuş, İslam âleminin %90’ından fazlası bugün artık zikretmiyor, diğer ibadetleri yeterli zannediyor; onların dışındaki âlemlerde de Hristiyan âleminde de Yahudi âleminde de İslâm’da da insanların %10’dan daha azı zikir yapıyorlar. 3 dînde de bu insanlar Allah'ın dînini yaşıyorlar.
Başka dînlerin içinde de insanlar %10’dan daha az zikir yapıyorlar, zikrin güzelliklerini yaşıyorlar. Ama insanların büyük kısmı zikretmiyor. Hiçbir dînde insanların %90’dan fazlası artık zikir yapmıyorlar. Ve şeytan, bütün insanları zulmanî ilimlerin başında gelen meditasyonla kendisine bend etmeye çalışıyor. Büyük ölçüde de bunu başarmış durumda. Bugün hastanelerde transandantal meditasyon ve yoga, ikisi de birer zikir karşıtı eylem. “Allah” kelimesiyle kalbin birtakım şartlara sahip olarak Allah'ın nurlarını kendisine alması, yerine bunların hepsinin tamamen dışında, tamamen tersine şeytanın karanlıklarının daha konsantre bir biçimde insanların nefslerine girip, şeytanın onları daha büyük bir imkânla ele geçirmesini temin etmek üzere bütün dünyada transandantal meditasyon furyası başlatılmış durumda. 8 tane uydudan bütün dünyaya yayın yapan Maharişi ve etrafındaki insanlar şeytanın occultizmini o bütün dünyaya kabul ettirme hevesindeler. İllüminati parasal zenginliğinin yanı başında insanları da şeytana köle etmek için ellerinden gelen büyük bir gayretle çalışıyorlar.
Sevgili kardeşlerim! Zikri Kur’ân’daki hüviyetiyle çok değerli tutun. Baş tacı edinin. Bu transandantal meditasyon sahtekârlığının biteceği günler, yenileceği günler uzakta değil.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Allahû Tealâ’nın zikriyle bütün kapıların sizlere açılacağını bilmenizi istiyorum. Ama her şey başlangıçtaki Allah’a ulaşma talebinize bağlı. Allah'a ulaşmayı dilerseniz Allah sizi mürşidinize ulaştırır, ancak o zaman kalbinizin içine îmân yazılır, ancak o zaman zikrin faydalı verilerine sahip olursunuz. Kalbiniz, kalbinizin nur kapısı Allah’a dönmüştür, kalbinizin içine îmân kelimesi yazılmıştır. Kalbinizin mührü hareketli hale gelmiştir. Küfür kelimesi kalbinizden alınmıştır. Zikir yaptığınız zaman artık fonksiyonel bir zikir muhtevası size tesir edebilecektir ve sizin ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi Allah'a teslim etmenizi mümkün kılacaktır ve sözlerimizi; “Zikir, Kur'ân-ı Kerim’deki en büyük ibadettir” ifadesiyle bitiriyoruz. Ankebût Suresinin 45. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor:
29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.
“Habibim! Sana Kur'ân-ı Kerim’de vahyettiklerimi onlara oku, anlat ve namaz kıl. Çünkü namaz münkerden ve fuhuştan muhafaza eder, korur. Ama Allah’ı zikretmek en büyüktür.”
Allahû Tealâ hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırsın dualarımızla ve dileklerimizle sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler.
İmam İskender Ali M İ H R