}
Ahdallahi (İslâmî ve Tasavvufi Kavramlar 42) 16.09.2002
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 104469


SOHBETİN ADI: AHDALLAHİ (İslâmî ve Tasavvufî Kavramlar-42)
TARİHİ: 16.09.2002

Sevgili öğrenciler, esselâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berakâtuhu.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Yüce Rabbimiz bizleri bir araya getirdi; Allah’tan bahsetmek üzere, O’nun öğretisinden bahsetmek üzere. Bugünkü konumuz: İslâm Nedir, Tasavvuf  Nedir serisinden Ahdallahi.

 

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Kur’ân-ı Kerim’de ahd müessesesi, iki ayrı veçhe gösteriyor. Bir tanesi bizim Allah’a verdiğimiz ahd. İkincisi Allah’ın bize söyleyerek, Allah’ın bizden istediğini oluşturan Allah’ın ahdi. Allah’ın bize ahd etmesi, “Mutlaka bunu yerine getirin.” diye emretmesi. Allah ile aramızda Allah’ın açısından bir ahidleşme. Ahdallahi de Allah’ın ahdi söz konusu. Bizim ahdimizde ise (fizik vücudumuzun ahdinde ise) bizim fizik vücudumuzun Allah’a verdiği ahd var.

 

Öyleyse farklı sonuçlarla karşı karşıyayız. Nedir bizim ahdimiz? Yâsîn Suresinin 60 ve 61. âyetlerinde Allahû Tealâ bizim ahdimizden şöyle bahsediyor:

 

36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).

Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.

36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).

Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.



“e lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun), ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).”

“Ey Âdemoğulları! Ben sizlerden ahd almadım mı, şeytana kul olmayacaksınız diye? Çünkü şeytan size apaçık bir düşmandır. Ve ben sizden Bana kul olacaksınız diye ahd almadım mı? İşte bu Sıratı Mustakîmdir.” diyor Allahû Tealâ.

 

Öyleyse Kur’ân-ı Kerim’de ahdallâhi’nin gereği olan standartlarda, tam 4 tane Sıratı Mustakîm söz konusu. Burada Allahû Tealâ’nın söylediği, fizik vücudumuzun ahdinin Sıratı Mustakîm’i. Fizik vücudumuz, Allahû Tealâ’ya şeytana kul olmaktan kurtulacağına ve Allah’a kul olacağına dair ahd vermiş.


Hadi gelin, şimdi beraberce ezele gidelim, zamandan evvele. Allahû Tealâ diyor ki:

 

7/A'RÂF-172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).

Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”



“Biz bütün âdemoğullarının sırtlarından, onların zürriyetlerini çıkardık. Ve onların hepsine birden dedik ki: ‘e lestu birabbikum: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ kâlû: Dediler ki. belâ: Evet.”

 

“Evet.” dediler, “Sen bizim Rabbimizsin. Onların, onları (yani onların fizik vücutlarını ve ruhlarını) nefslerine karşı şahit tuttuk; kıyâmet günü ben bundan haberdar değildim, demesinler diye.”

 

Fizik vücutlar ve ruhlar nefslere şahit oluyorlar. Tehlike nefste çünkü nefs afetlerden oluşan bir müessese. Öyleyse sonra ne olmuş elest bezminde? Bu olay tahakkuk ettikten sonra Allahû Tealâ’ya biz hepimiz: “belâ.” dedikten sonra, “Evet, sen bizim Rabbimizsin.” dedikten sonra, ne olduğunu Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesi söylüyor hepimize. Diyor ki Allahû Tealâ:

 

5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).

Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki Allah göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.



 “Orada, o gün işittik ve itaat ettik dediniz. Biz de misakinizi üzerinize yükledik.” diyor Allahû Tealâ. “Ve bu üzerinize farz oldu.” diyor.

 

Öyleyse Allahû Tealâ bu cevabı aldıktan sonra bizden; ruhlarımızı ve fizik vücudumuzu ve nefsimize şahit gösterdikten sonra hepimize diyor ki: “Madem ki Ben sizin Rabbinizim, öyleyse ey nefsler! Sizlerden yemin istiyorum; tezkiye ve tasfiye olacağınıza (yani Bana teslim olacağınıza) dair. Ey fizik vücutlar! Sizlerden ahd istiyorum; Bana teslim olacağınıza dair. Ey ruhlar! Sizlerden misak istiyorum; Bana teslim olacağınıza dair. Ve hepinizden dünya hayatını yaşarken bunu gerçekleştirmenizi istiyorum.” diyor Allahû Tealâ.

 

Sonra soruyor: “Sözlerimi işittiniz mi?”


“semi’nâ. diyoruz, “İşittik.”


“Öyleyse itaat edin.” diyor Allahû Tealâ. “Hadi bakalım, Bana yemin verin ey nefsler. Misak verin ey ruhlar. Ahd verin ey fizik vücutlar!” diyor.

 

Ve yeminimiz, misakimiz ve ahdimiz bizim tarafımızdan Allahû Tealâ’ya veriliyor. Ruhlarımızın misaki, fizik vücudumuzun ahdi, nefsimizin de yemini. Üçü de teslimi içeriyor. Ve Allahû Tealâ bunun üzerine soruyor: “Emrimi duydunuz mu?” diyor. “Söylediğimizi duydunuz mu?” diyor. “semi’nâ.” diyoruz, “İşittik.” “İtaat ettiniz mi?” diyor. Yemin, misak ve ahd verilmiş. “ata’nâ.” diyoruz, “İtaat ettik.”

 

İşte o gün yeminlerimiz, misaklerimiz ve ahdlerimiz üzerimize farz oluyor.

 

Sevgili kardeşlerim, bunlar bizim Allah’a verdiğimiz ahdler. Hadi gelin, Allah’a verdiğimiz ahdin mahiyetinin ne olduğunu görelim. İster ruhumuzun Allah’a verdiği misak olsun, ister fizik vücudumuzun Allah’a verdiği ahd olsun, ister nefsimizin Allah’a verdiği yemin olsun, hepsinin yerine getirilmesi; teslimle gerçekleşir. Ve hepsi de kendi sahalarında bir hidayettir. Ruhumuzun Allah’a biz dünya hayatını yaşarken ulaşıp teslim olması hidayettir; ruhumuzun misakini yerine getirmesidir. Fizik vücudumuzun biz dünya hayatını yaşarken Allah’a muhsin olarak teslim olması, fizik vücudumuzun hidayetidir. Ve şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olması mânâsını tazammun eder. Ve nefsimizin biz hayatta iken daimî zikre ulaşarak, bütün afetlerden kurtulmak suretiyle Allah’a teslim olması, o da bir hidayettir. Ve nefsimizin yeminidir. Ruhumuzun misakini yerine getirmesi, fizik vücudumuzun ahdini yerine getirmesi, nefsimizin yeminini yerine getirmesi; üçü de hidayettir. Üçü de bizim Allah’a verdiğimiz yeminin, misakin ve ahdin yerine getirilmesidir.

Öyleyse şu fizik vücudumuzun ahdinin ne olduğuna bakalım: Fizik vücudumuzun ahdi; demin söylediğimiz Yâsîn Suresinin 60 ve 61. âyetlerinde şekillenmiş. Yeminimiz, misakimiz ve ahdimiz. Bu ahdin muhtevasının ne olduğuna bakalım, Nahl Suresi 36. âyet-i kerime:

 

16/NAHL-36: Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâletu, fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).

Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri), Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).



Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Biz, bütün kavimlerde resûl beas ederiz. O kavimlerdeki insanları şeytana kul olmaktan kurtarsınlar da Allah’a kul etsinler diye. Bu sebeple bir kısmı hidayete erdiler. Bir kısmınınsa üzerine dalâlet hak oldu.” diyor Allahû Tealâ.

 

Neymiş fizik vücudumuzun hidayeti? Fizik vücudumuzun hidayeti; fizik vücudumuzu şeytana kul olmaktan kurtarıp Allah’a kul etmemizmiş. Öyleyse fizik vücudumuzun hidayeti; fizik vücudumuzun ahdinin gerçekleştirilmesidir. Peki, nefsimizin yemini ve ruhumuzun misaki nedir? Ruhumuzun misaki; ruhumuzu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmak. Ve böylece ruhumuzu hidayete erdirmek. Allahû Tealâ Ra’d Suresinin 20 ve 21. âyetlerinde şöyle söylüyor:


13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).

Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.

 

ellezîne yûfûne bi ahdillâhi: Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (yerine getirirler).

ve lâ yenkudûnel misâk(misâka): Misaklerini bozmazlar.

 

“Allah’ın ahdini yerine getirirler.” Neyi kastediyor? “Ruhlarını Allah’a teslim ederler. Fizik vücutlarını teslim ederler. Nefslerini teslim ederler ve iradelerini de Allah’a teslim ederler. Ama Onlar, özellikle misaklerini bozmazlar.” diyor Allahû Tealâ.

Ve misaklerini bozmayan insanların ne yaptığı anlatılıyor, 21. âyet-i kerimede.

 

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).

Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.



“vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale: Ve onlar Allah’ın, Allah’a ulaştırmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar.” diyor Allahû Tealâ.

 

Öyleyse Allah’ın, Allah’a ulaştırmasını emrettiği bir şey var: Ruhunuz var. Misakini yerine getiren kişi, ruhunu Allah’a ulaştıran kişi. “Onlar misaklerini bozmazlar. Onlar Allah’ın, Allah’a ulaştırmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştıranlardır.” diyor Allahû Tealâ. Öyleyse ruhumuzun Allahû Tealâ’ya verdiği misak; ruhumuzun ölmeden evvel Allah’a geri dönmesi, Allah’a ulaşması. Biliyorsunuz ki ruhumuz bizde bir emanet. Allahû Tealâ bize ruhumuzu üfürmüş. Secde Suresinin 9. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ bunu söylüyor.

 

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel efidete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).

Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.



“Ona (insana) ruhumdan üfürdüm.” diyor. “Sonra ona görme hassası, işitme hassası ve idrak etme hassası verdim.” diyor.

 

Sem’î, basar ve fuad. Sem’î; duyma hassası. Basar; görme hassası. Fuad ise idrak etme hassası.

 

Öyleyse buradaki dizayna dikkatle bakalım: Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, üç  tane vücudumuz var. Her birinin Allah’a teslimi söz konusu, Allahû Tealâ nefslerimizden yemin almış. Bu yemin; nefsimizin temizlenmesi, bütün afetlerden temizlenmesi yani hâlis olması. Beyyine Suresinin 5. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ böyle bir olgudan bahsediyor.

 

98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).

Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.



“ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe.”


“Onlar emrolunmadılar, Allah’a kul olmakla, muhlis kul olmakla ve bunu hanif olarak dînde halis kul (dînde muhlis kul) olmakla ve bunu hanifler olarak yapmakla emrolundular.” diyor Allahû Tealâ.

 

Burada nefsimizin kalbindeki bütün afetlerin yok olması söz konusu. Öyleyse nefsimizin hidayeti nedir? Nefsimizin Allah’a teslimidir. Ruhumuzun hidayeti nedir? Ruhumuzun Allah’a teslimidir. Ruhumuzun hidayeti konusunda Allahû Tealâ Âli İmrân-73’te diyor ki:

 

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).



“innel hudâ hudallâhi.”

 

inne: Muhakkak ki.

el hudâ: Hidayet.

hudallâhi: Allah’a ulaşmaktır.

 

Ruhumuzun hidayeti (ruhumuzun Allah’a verdiği yemini, misaki); ruhumuzu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmaktır. Bu istikamette Allahû Tealâ’nın tam 12 tane farzı söz konusu. Nefsimizin Allah’a verdiği yemininse adı yemin. Allahû Tealâ diyor ki:

 

3/ÂLİ İMRÂN-77: İnnellezîne yeşterûne bi ahdillâhi ve eymânihim semenen kalîlen ulâike lâ halaka lehum fîl âhırati ve lâ yukellimuhumullâhu ve lâ yenzuru ileyhim yevmel kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim ve lehum azâbun elîm(elîmun).

Muhakkak ki onlar; Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere satarlar. İşte onlar için ahirette bir nasip yoktur. Ve Allah onlar ile konuşmayacak ve kıyamet günü onlara nazar etmeyecek (bakmayacak). Ve onları temize çıkarmayacak ve onlar için elim azap vardır.



“Allah’a verdiği yeminlerini…”

Burada yeminler dediği zaman, yemin, misak ve ahd hepsi içine giriyor.

“Allah’a verdiği yeminlerini, az bir bedel karşılığı satanlar var ya,” diyor Âli İmrân-77, “Onların,” diyor, “ahirette bir nasibi yoktur. Kim de yeminlerini ve misaklerini yerine getirirse onlar takva sahipleridir ve Allah takva sahiplerini sever.” diyor.

 

Böylece görüyoruz ki yeminimizin yerine getirilmesi söz konusu. Allahû Tealâ, Muddessir Suresinin 38, 39, 40. âyetlerinde diyor ki:

 

74/MUDDESSİR-38: Kullu nefsin bimâ kesebet rehînetun.

Bütün nefsler, iktisap ettikleri (kazandıkları) dereceler sebebiyle (karşılığı olarak) rehinedirler (bağlıdırlar).

74/MUDDESSİR-39: İllâ ashâbel yemîn(yemîni).

Yemin sahipleri (yeminlerini yerine getiren nefsler) hariç.

74/MUDDESSİR-40: Fî cennâtin, yetesâelûn(yetesâelûne).

Onlar cennetlerdedir. (Diğerlerine) sorarlar.



“kullu nefsin bimâ kesebet rehînetun, illâ ashâbel yemîn(yemîni), fî cennâtin: Bütün nefsler rehinedirler ama yeminlerini yerine getiren nefsler; onlar cennette olacaklardır.” diyor Allahû Tealâ.

 

Nasıl bir yerine getirme? Şems Suresinin 9. âyet-i kerimesi onu söylüyor:

 

91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.

Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.



“kad efleha men zekkâhâ: Andolsun ki onu (nefsi) tezkiye eden felâha erdi.”

 

Öyleyse nefs tezkiyesi diye bir olay var. Ve tezkiye; birinci safhada nefsin kalbine %50’den daha fazla, %51 oranında fazilet ve rahmet birikimi. %2 rahmet, %49 fazilet. Tezkiyenin ötesiyse tasfiyedir. Nefsinin kalbini %100 nurlarla doldurmak, bütün afetleri kapı dışarı etmek. Bu konuda da Allahû Tealâ’ya ezelde yemin vermişiz. Peki, nefsimizin hidayeti? Nefsimizin hidayeti, tezkiye olmak. İşte Mâide Suresi 105. âyet-i kerime; Allahû Tealâ buyuruyor ki:

 

5/MÂİDE-105: Yâ eyyuhâllezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izâhtedeytum, ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).

Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.



“yâ eyyuhâllezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izâhtedeytum, ilâllâhi merciukum cemîân: Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Nefslerinizi tezkiye etmek üzerinize borçtur. Siz nefsinizi tezkiye ederek hidayet üzere olduğunuz zaman, dalâlette olanlar size bir zarar veremezler.”

 

Nefs tezkiyesinin hidayet olduğu açıkça burada ifade buyrulmuş. Böylece sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, ruhumuzu da vechimizi de nefsimizi de Allah’a teslim etmek mecburiyetindeyiz. Ve gördük ki ezelde, Allahû Tealâ bizden ruhumuzu, vechimizi ve nefsimizi Allah’a teslim etmek konusunda yemin, misak ve ahd almış. Öyleyse bunlar, bizim Allah’a verdiğimiz yemin; nefsimiz için. Misak; ruhumuz için. Ahd; fizik vücudumuz için. Bizimle Allah arasındaki ilişkide, Allah’ın ezelde bizden aldığı bir yemin var, bir misak var, bir de ahd var. Üç ayrı tür yemin; nefsimizle, ruhumuzla, fizik vücudumuzla ilişkili. Ama Allahû Tealâ bunları bir kenara kaldırıyor ve ahdallâhi’den bahsediyor; Allah’ın ahdinden bahsediyor. Öyleyse Allah’ın da ahdi var. İşte Bakara Suresinin 150, En’âm Suresinin affedersiniz 152. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şunları söylüyor:

 

6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrabû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddehu, ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).

Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.


“ve lâ takrabû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddehu, ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû.”

 

İşte, burası bizim için önemli:

 

“ve bi ahdillâhi evfû: Ve Allah’ın ahdini ifa et (yerine getir).


“vassâkum bihî:
Bu, size Allah’ın vasiyetidir.”


“leallekum tezekkerûn(tezekkerûne):
Umulur ki tezekkür edersiniz.” diyor Allahû Tealâ.

 

Öyleyse baştan itibaren söyleyelim: “Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah'ın ahdini yerine getirin (ifa edin).”

 

“ve bi ahdillâhi evfu: Bu Allah’ın size vasiyetidir.”

“Tezekkür edersiniz, umulur ki…”


İşte Allah’ın vasiyeti, burada kullanılan ahdillâhi.


“ve bi ahdillâhi evfu: Allah’ın ahdini ifa edin.” diyor Allahû Tealâ.

 

En’âm 152’de bunu söylüyor. Bu ahdin Allah’ın vasiyeti olduğunu, mutlaka bu ahdi yerine getirmemiz lâzım geldiği buyruluyor. Bu ahd; Allah’ın vasiyeti ve bizim mutlaka bu vasiyeti yerine getirmemiz lâzım sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler.

 

Öyleyse bu dizayn üzere her şeyin en güzel standartlarda oluşması lâzım. Allah’ın ahdini yerine getirmek, bu aynı zamanda Allah’ın vasiyeti. Ve bir sonraki âyet; 153, En’âm Suresinin 153. âyet-i kerimesi:

 

6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûhu, ve lâ tettebiûs subule fe teferraka bikum an sebîlihi, zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).

Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.



“ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûhu.”

“(İşte bu) muhakkak ki bu, Benim Sıratı Mustakîm’imdir.”


“fettebiûhu:
(Ona) öyleyse ona tâbî olun.”

“ve lâ tettebiûs subule fe teferraka bikum an sebîlihi: Diğer yollardan hiçbirine tâbî olmayın ki (diğer yollara, başka yollara tâbî olmayın ki); o taktirde o yolların hepsi (hangisine tâbî olursanız olun yani) sizi O’nun yegâne yolundan (Allah’ın yolundan) ayırır.”

“zâlikum vassâkum bihî: Allah size böylece (böyle) vasiyet etti (işte bu Allah’ın vasiyetidir).”


“leallekum tettekûn(tettekûne):
Umulur ki takva sahibi olursunuz.”

 

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, En’âm Suresinin bu 153. âyet-i kerimesi, Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesiyle alâkalı. Allahû Tealâ buyuruyor ki Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesinde:

 

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mu’minîn(mu’minîne).

Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.



“ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mu’minîn(mu’minîne).”

“Şeytan, insanlar üzerindeki vaadini yerine getirdi.”

 

Ne zaman? Kıyâmet gününde.

“Mü’minlerden ibaret bir tek fırka hariç, hepsi iblise tâbî oldular.”

 

Öyleyse bu âyette; Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesinde bütün yollar var, bütün fırkalar var ama bir tane de kurtuluşa erenlerin fırkası var. En’âm Suresinin 153. âyet-i kerimesinde de bütün fırkalar var, bir de kurtuluşa erenlerin yolu var; Sıratı Mustakîm. Ve Allahû Tealâ açık ve kesin olarak diyor ki: “İşte Allah’ın ahdini ifa etmek, Sıratı Mustakîm’dir. Bu Sıratı Mustakîm’e tâbî olun. Sakın öteki fırkalardan hiç birine tâbî olmayın ki; hepsi sizi Allah’ın yolu olan Sıratı Mustakîm’den ayırır.” Ve ayıracağı da Sebe-20 ile kesinleşiyor. Bütün fırkalara tâbî olanlar şeytana kul oluyorlar. Sadece Sıratı Mustakîm’in üzerindeki kişiler, Allah’a kul olanlar. İşte böyle bir dizaynda hem En’âm-152’de hem de En’âm-153’de Allah’ın ahdi geçiyor. Ayrıca Ra’d 20’de de geçiyor.

 

“ellezîne yûfûne bi ahdillâhi: Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (yerine getirirler).”

Yani En’âm Suresinin 153. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ’nın emrettiği, “ve bi ahdillâhi evfu: Allah’ın ahdini ifa edin” sözünü, sahabenin yerine getirdiğini söylüyor Allahû Tealâ,  Ra’d-20’de.

 

“ellezine yûfûne bi ahdillâhi: Onlar Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de Allah’a teslim ederler).”

 

Şimdi En’âm Suresinin 153. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ: “Allah’ın ahdini yerine getirin.” deyince neticesine ulaşıyoruz. Bakıyoruz ki gene “vasiyet” kelimesini kullanmış Allahû Tealâ. “İşte bu Allah’ın vasiyetidir.” diyor, “Umulur ki takva sahibi olursunuz.”

 

Buradaki takva ta nihayete kadar ulaşıyor; iradenin de Allah’a teslim edildiği bihakkın takva. Öyleyse En’âm Suresinin 153. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, bir Sıratı Mustakîm’den bahsediyor. Bu Sıratı Mustakîm; Allah’ın ahdinin Sıratı Mustakîm’i, Allah’ın vasiyetinin Sıratı Mustakîm’i. Böylece burada 4 tane Sıratı Mustakîm’den bahsetmiş oluyor Allahû Tealâ. Ruhumuzun Allah’a ulaştığı Sıratı Mustakîm, fizik vücudumuzun Allah’a teslim olduğu Sıratı Mustakîm, nefsimizin Allah’a teslim olduğu Sıratı Mustakîm, irademizin Allah’a teslim olduğu Sıratı Mustakîm. Ve görülüyor ki ruhumuz, vechimiz, nefsimiz ve irademiz, 4 ayrı Sıratı Mustakîm’i içeriyor.

 

Ahdillâhi; Allah’ın ahdi. Bu kelime bazen ahdillâhi şeklinde yazılıyor, bazen de ahdallâhi şeklinde yazılıyor. Ra’d Suresinin, 20. âyet-i kerimesinde ahdillâhi olarak yazılmış. En’âm Suresinin 153. âyet-i kerimesinde, 152. âyet-i kerimesinde “bi ahdillâhi” diyor. Ahdi allâhi, ahdillâhi. Öyleyse Allah’ın ahdi, 4 tane Sıratı Mustakîm içeriyor.

Allah’a ulaşmayı diliyoruz; 3. basamaktayız. Allah bize 10 tane ihsan veriyor. Ve bizi 10 tane ihsanla irşad makamına ulaştırıyor. Tâbiiyetimizi tamamlıyoruz; 14. basamaktayız ve ruhumuz vücudumuzdan ayrılıyor, Allah’a doğru yola çıkıyor.

 

Ruhumuzun vücudumuzdan ayrılması, ruhumuzun Sıratı Mustakîm’inin başlaması demektir. Bu fizikî bir Sıratı Mustakîm. Allah’a kadar uzanan bir yol; 2 yatay, 2 dikey sebîlden oluşuyor. Birinci yatay sebîl, sonra Tarikî Mustakîm. Birinci dikey sebîl, sonra ikinci yatay sebîl; 7. kattan soldan sağa doğru ve sonra da ikinci dikey sebîl. 4 tane sebîlle Sıratı Mustakîm tamamlanıyor. Ruhumuz Allah’a ulaşıyor. İşte ruhumuzun irşad makamına ulaştığımız zaman bizden ayrılması ve Sıratı Mustakîm’e ulaşması ve Sıratı Mustakîm üzerinden bir yolculuğa başlaması; ruhumuzun Sıratı Mustakîm’idir. Ruh fizik standartlarda... Nefsimiz 7 kademede tezkiye oldukça; Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye, 7 kademede nefsimiz aklanıyor. Nefsimizin kalbine faziletler %7, %7 doluyor. Her %7 nur birikiminde ruhumuz bir gök katı yükseliyor. Ve neticede 7 tane gök katını aşıp, 7 tane âlem geçip dikey bir yolculukla Allah’a ulaşıyor. Bu 14. basamakta başlayan ve fizik standartlarında ruhumuzun Allah’a ulaşmasını sağlayan Sıratı Mustakîm. 14. basamakta ikinci bir Sıratı Mustakîm daha başlar.  Bu, ruhumuzun Sıratı Mustakîm’i değildir; bu fizik vücudumuzun Sıratı Mustakîm’idir. Ne diyordu Allahû Tealâ? Bir defa daha bakalım, Yâsîn 60 ve 61’e. Ne diyordu Allahû Tealâ?

 

36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).

Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.

36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).

Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.


“e lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun), ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun):
Ey Âdemoğulları! Ben sizlerden ahd almadım mı, şeytana kul olmayacaksınız diye? Çünkü şeytan size apaçık bir düşmandır. Ve Ben, sizden Bana kul olacaksınız diye ahd almadım mı? İşte bu Sıratı Mustakîm’dir.”

 

Yani Allah’a, fizik vücudumuzun kul olduğu bir başka Sıratı Mustakîm var; bu ikinci Sıratı Mustakîm. Allah’a ruhumuz ulaşıyor ama fizik vücudumuz ulaşmıyor. 21. basamakta ruhumuz Allah’a ulaştıktan sonra da 14. basamakta başlayan fizik vücudumuzun Sıratı Mustakîm’i fenâ makamında devam eder, beka makamında devam eder, zühd makamında devam eder ve muhsinler makamında tamamlanır. Fizik vücudumuz nefsimizin kalbinde %81’den fazla nur oluştuğu an; Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellik kazanmıştır; Allah’a teslim olmuştur.

Allahû Tealâ bu konuda diyor ki Nisâ-125’te:

 

4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).

Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.



“ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun: O kişi ki vechini Allah’a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur. Fizik vücudu (vechi) ondan daha ahsen kim vardır?” diyor Allahû Tealâ.


Fizik vücudumuzun Sıratı Mustakîm’i burada; 25. basamakta tamamlanır, hidayete ereriz. Bu, fizik vücudumuzun hidayetidir yani fizik vücudumuzun Allah’a kul olması ve Allah’a verdiği ahdini yerine getirmesi, Allah’ın fizik vücudumuzdan aldığı ahdin yerine getirilmesi. 21. basamakta Allah’ın ruhumuzdan aldığı misakin yerine getirilmesi söz konusuydu. Ruhumuz hidayete erdi. Ve yemin, misak ve ahdimizden birincisi olan misakimiz tamamlandı ruhumuzun hidayeti ile. Nefsimizin misaki gerçekleşti. 25. basamakta; fizik vücudumuzun ahdi gerçekleşti. Ama o da 14. basamaktan başlamıştı. Sonra gene 14. basamaktan başlayan; nefsimizi tezkiye ettikçe nefsimizin giderek aklanması, aklanması, aklanması söz konusu ve 28. basamakta nefsimiz tamamen aklanıyor ve nefsimize Allahû Tealâ, 7 tane gök katını gösteriyor. Nefsimiz de Allah’a teslim oluyor. Nefsimiz de burada hidayete eriyor. Bu Sıratı Mustakîm’le hidayete eriyor.

 

Fizik vücudumuzun Sıratı Mustakîm’ini, Allahû Tealâ Mâide-16’da da anlatıyor. Zaten fizik vücudumuzun Sıratı Mustakîm’inin Sıratı Mustakîm olduğu, Yâsîn-60 ve 61’de açıkça ifade edilmiş. Nefsimizin Sıratı Mustakîm’i de söz konusu. Nefsimiz aklandıkça hidayete doğru yol alıyor, en sonunda hâlis oluyor. Nefsimiz hâlis oluyor. Biz de nefsi hâlis olan birisi yani “muhlis” adını alıyoruz. Muhlisler takvasına ulaşıyoruz, 27. basamakta. Allahû Tealâ böyle bir teslimi de bizim teslimimiz olarak devreye alıyor. Ve bizim Allah’a verdiğimiz yemin, misak ve ahd, sırasıyla misak, ahd ve yemin tamamlanıyor. Ama Allah’ın misaki ve Allah’ın ahdi, ahdillâhi tamamlanmıyor.

 

Allahû Tealâ bizden aldığı yemin, misak ve ahdin ötesinde başka bir şeyi daha bize emretmiş; irademizin Allah’a teslimini. İşte bu irademizin Allah’a teslimi keyfiyeti yeni bir teslimdir. Ve nefsimizin tesliminden iki safha sonradır. Yani nefsimizin tesliminden sonraki ikinci safhadır. Nefsimizi Allah’a teslim ettik; 28. basamaktayız. Ve Allah bize 7 tane gök katını gösteriyor. Sidretül Münteha’da bitiyor; 27. basamak. Nefsimiz Allah’a teslim olmuştur. Allahû Tealâ, nefsimizin tesliminin de bir Sıratı Mustakîm’le olduğunu açıklıyor. Bu, Sıratı Rabbikel Mustakim, 3. Sıratı Mustakîm. Nefsimizin Sıratı Mustakîm’i, o da 14. basamakta başlıyor ama 27. basamakta tamamlanıyor. Ve Sıratı Mustakîm’ler bitmiyor.

 

Bir de irademizin Sıratı Mustakîm’i var. Ne zaman Allahû Tealâ bizi Tövbe-i Nasuh’a davet ederse salâh makamına geçiyoruz. Ve salâh makamının birinci makamı; Tövbe-i Nasuh, (birinci kademesi; Tövbe-i Nasuh). İkinci kademesi; günahlarımızın örtülmesi, üçüncü kademesi; Allahû Tealâ’nın salâh nurunu vermesi, dördüncü kademesi; irşada ulaşmamız. Burası 28. basamağın, 4. kademesi; irşada ulaşıyoruz. İslâm’ın 6. safhası ve 6. kat cennetin elde edildiği yer. Allah’ın emri buradan daha da öteye geçiyor, irademizi de Allah’a teslim etmemizi gerektiriyor. Bu noktadaki kişi, ulûl’elbab makamında bir mertebe müzeyyen olmuştur. Nefsinin kalbi bütün afetlerden temizlendikten sonra bir mertebe müzeyyen olmuştur.  Daha sonra kişinin nefsi 7 mertebe daha müzeyyen oluyor. İhlâs makamında göğün 7 katı gösterildiği sürece, her katta bir derece, bir mertebe müzeyyen olmak. Salâh makamında ise art arda 4 mertebe müzeyyen olma, tam 12 mertebe müzeyyen olan bir nefsin kalbine sahibiz bu noktada.

İşte böyle bir müzeyyen kalple Allah’ın huzurunda oluyoruz ve irademizin teslimini istiyoruz, Allahû Tealâ’dan. Ve Allahû Tealâ irademizi Kendi İradesine bağlıyor. İşte burası irşad makamıdır. Allahû Tealâ’nın kişiye: “İrşada memur ve mezun kılındın,” emrini verdiği nokta. Ve 4. ve son Sıratı Mustakîm buraya kadar. Kişi iradesi Allahû Tealâ’nın iradesine bağlandığı için tâbiiyet makamı oluyor, irşad makamı oluyor. Bu kişilere tâbî oluyor insanlar. İrşada ehil kılınıyorlar. “İrşada memur ve mezun kılındın,” cümlesiyle kişi irşad ehli oluyor. İşte bundan 14 asır evvele baktığımız zaman bütün sahabenin irşad ehli olduğunu, 4. Sıratı Mustakîm’i de tamamladıklarını görüyoruz. 14. basamaktan başlayan 4 tane Sıratı Mustakîm. Nefsimizin Allah’a teslimi daha evvel de söylediğimiz gibi Beyyine Suresinin 5. âyet-i kerimesinde anlatılıyor.

 

“ve mâ umirû...”

“Ve onlar emrolunmadılar; Allah’a nefsleri hâlis olarak, kul olanlar olmakla emrolundular. Ve bunu hanifler olarak yapmakla emrolundular.”

“ve mâ umirû: Onlar emrolunmadılar.”

 

Ve arkasından Allahû Tealâ tamamlıyor konuyu:

 

“illâ: Hariç.”


“li ya’budûllâhe:
Allah’a kul olmak ile.”

muhlisîne: Muhlisler olarak (nefslerinin kalbini bütün afetlerden kurtararak halis kılanlar olarak).”

 

lehud dîne: O’nun dînine.

hunefâe: Hanifler olarak.

 

“Allah’ın dîninde nefslerinin bütün afetlerini yok eden, nefslerini hâlis kılanlar olarak Allah’a kul olmakla emrolundular.”

 

Öyleyse Allah’a kul olduğumuz bir nokta var. Burası bihakkın takvadan evvelki, nefsimizi Allah’a teslim ettiğimiz takva. 3. Sıratı Mustakîm’in bittiği yer. Ama bütün sahâbenin irşad makamına ulaştığını görüyoruz. Tevbe Suresinin 100. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

 

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).

O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.



“O sabikûn-el evvelîn var ya! Onların bir kısmı ensardandı, bir kısmı muhacirîndendi. Bir de ensara ve muhacirîne ihsanla tâbî olanlardandı.” diyor Allahû Tealâ.

Öyleyse ensar olsun, sahâbe olsun, her ikisine de tâbî olunmuş. Hepsi irşad makamının sahibi olmuşlar. Burası Hakk’ul yakîn takvası. Bihakkın takva; takvaların, normal standartlardaki takvaların sonuncusu, 7. takva.

Âli İmrân-102’de Allahû Tealâ diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).

Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah’a) teslim olmadan ölmeyin!


yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne): Ey âmenû olanlar! Öyle bir takvayla takva sahibi olun ki; bu bihakkın takva olsun. Ve siz ölmeyin, önce Allah’a teslim-i küllî ile teslim olun, öyle ölün.”

İşte bu teslim; teslim-î küllî ile teslim son teslimin de yapılmasını, iradenin teslimini de içeriyor. Allah’ın ahdinde bu da var. Ahdillâhi bunu da içeriyor; irademizin Allah’a teslimini de içeriyor. Allah’ın vasiyeti bunu da içeriyor. Ama Allahû Tealâ hiç birimizden irademizi teslim edeceğimize dair; yemin, misak, ahd veya buna benzer bir şey; yemin türüyle bizden yemin almıyor. Neden almıyor acaba? Çünkü kim daimî zikre ulaşırsa ve hayatta kalırsa o kişinin mutlaka kalbi müzeyyen olacaktır. Mutlaka o kişi önce irşada ulaşacaktır. Kalbi 12 kademe müzeyyen olup irşada ulaşınca da iradesini teslim etmek için hazır hale gelecektir. İradesini de mutlaka Allah’a teslim edecektir.

Bunun için Allah’ın ahdi ve Allah’ın vasiyeti 4 teslim içerir. Ama bizim misakimiz; 1. teslim; ruhumuzun teslimi, ahdimiz; 2. teslim; fizik vücudumuzun teslimi, yeminimiz; 3. teslim; nefsimizin teslimi 3 tane teslim içerir. Allahû Tealâ’ysa Allah’ın ahdini de ifa etmemizi gördüğünüz gibi emrediyor, En’âm Suresinin 152. âyet-i kerimesinde.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha bir güzelliği birlikte yaşamayı Allahû Tealâ nasip kıldı bize ve “ahdillâhi” konusunu beraber işlemek mümkün oldu. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz.

 

İmam İskender Ali  M İ H R