}
Mutluluğun Formülü 03.02.2003
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 105553

 


SOHBETİN ADI: MUTLULUĞUN FORMÜLÜ
TARİHİ: 03.02.2003

Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allahû Tealâ, bizleri Allah’ın bir zikir sohbetinde bir araya getirdi. Konumuz: İslâmî ve Tasavvufî konulardan, Mutluluğun Formülü. 3.2.11.43 kod numaralı konu.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha beraberiz; bir defa daha Allah’ın güzelliklerini sizlere anlatmak üzere.

Öyleyse her şeyin en güzel olacağı bir ortam düşünün. Orada siz olacaksınız, Allah olacak ve mutluluk olacak. Bu, mutluluk üçgenidir. Apsis ve ordinat eksenlerinin kesiştiği yerin üst tarafındasınız.  Şeytana ait olan negatif âlemde değilsiniz, Allah’a ait olan pozitif kesimdesiniz. Orada mutluluğunuzu yaşarsınız. Mutluluk bir üçgendir sizler için. Bir kenarını Allah’ın, ikinci kenarını ruhunuzun, üçüncü kenarını da işlediğiniz hayrın teşkil ettiği bir üçgenin içinde yaşarsınız. Ama daimî zikirdeyseniz, bu bir dörtgendir. Bir kenarını gene Allah teşkil eder, ikinci kenarını ruhunuz, üçüncü kenarını nefsiniz, dördüncü kenarını da ruhunuzun da nefsinizin de işlediği hayır teşkil eder.

Öyleyse daimî zikirdeki bir kişinin nefsi de her an derecat kazanan bir hüviyet sahibi olmuştur. Daimî zikir sebebiyle o kişi, hayır sahibi olmuştur yani daimî zikir sebebiyle her an derecat kazanan bir hüviyeti olmuştur o kişinin. Böyle bir dizaynda bir insan için söz konusu olan şey, Allah’ın mutluluğunu yaşamaktır. Mutluluktan muradımız ne? Bu üçgenin veya bu dörtgenin içinde olmak. Öyleyse ya 3 faktörlü ya da 4 faktörlü bir mutluluk müessesesi.

Mutluluk = Allah’ın yardımı + ruhunuzun pozitif davranışları + bu hasletlerle işlediğiniz hayır. Bir üçgense formül bu.

Eğer bir dörtgense o zaman;

Mutluluk = Allah ile beraberlik + ruhunuzun devrede oluşu (ruhun hasletlerinin devrede oluşu) + nefsinizin faziletlerinin devrede oluşu + işlediğiniz hayır.

Böylece bir bütün oluşur. Öyleyse mutluluğunuz bir müesseseye bağlıdır; hayır. Hayır varsa mutluluk vardır. Hayır; size derecat kazandıran bütün olaylardır. Şerr ise size derecat kaybettiren bütün olaylardır. Öyleyse mutluluğunuzu oluşturan faktör, hayrı oluşturan faktördür.

Kimdir hayır sahibi? Daimî zikre ulaşanlardır. Neden? Onlar daimî zikir yaptıkları için hayatlarının her saniyesinde derecat yani hayır kazanırlar. Derecat kazandığınız tüm olaylar hayrı ifade ettiği için daimî zikre ulaşan herkes hayır sahibidir. Mutluluğun formülüne zaman faktörünü kattığımız takdirde, zikir süresi / 24 saat. 24 saatlik bir zaman parçası içinde ne kadar zikir yapmışsanız mutluluğunuz onunla hudutludur; zikir açısından.

Mutluluk = Zikir / Zamandır.

Zamanın ne kadarında zikir yapıyorsanız, sadece o ölçüde mutlusunuz. Hayır için de aynı şey söz konusudur. Zaten bu sebeple, mutluluk = hayırdır. Yani mutluluk da hayır da zikir/ zamandır. Zamanın zikirde olduğunuz süresi hayırdır. Daimî zikrin sahipleri bu sebeple hayır sahipleridir, daimî hayrın alıcılarıdır. Daimî olarak hayırda olanlardır.

Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, bu dizaynda hayır müessesesine baktığımız zaman hayrın, sadece zikirden oluşmadığını görürüz. Başka birisine yaptığınız her iyilik, her güzel davranış size derecat kazandırır. Öyleyse zikir açısından mutluluğun formülünü ortaya koyduktan sonra başka faktörleri de eklememiz gerekir.

Zikir + Hayır / Zaman.

Mutluluk = Zikir + Hayır / Zaman.

İşte sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, mutsuzluğun formülü nedir?

Zikirsizlik + Şerr / Zaman.

Öyleyse zikir, namaz, zekât; hepsi hayırdan bir parça olduğuna göre, derecat kazandıran bütün işlemler sizin mutluluğunuzu ifade ettiğine göre;

Mutluluk = Hayır / Zamandır.

Zamanın ne kadarını hayırla geçirmişseniz, o kadar mutlusunuz. Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım,

Mutluluk formülü= Hayır / Zaman.

İşte mutluluğun tam olduğu yerde ne vardır? Hayrın zamana eşit oluşu.

Hayır = Zamansa; netice zamanın bütününü hayır olarak kullandığınız anlamı çıkar bundan. Burada tam sayıya ulaşmak söz konusudur yani bu aynı zamanda sonsuza ulaşmaktır. Bir başka ifadeyle, eğer zamanla hayır birbirine eşitse bütün zaman parçalarında kişi, yaşadığı sürece mutlu olacak demektir.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, evvelâ şunu hiç unutmamanız lâzım; herkes kendisini üç boyutlu farz eder yani yükseklik, genişlik ve derinlikten oluşan bir maddedir insan, netice itibariyle. Öyleyse boyutları bu kadardır; yükseklik, genişlik, derinlik sevgili kardeşlerim. Bunların ötesinde iki boyutunuz daha var; birisi zaman, öteki hız. Zamanla hız, ters orantılı iki faktördür; ama belli bir hızdan sonrası için geçerlidir.

Öyleyse ne demek istiyoruz? Allahû Tealâ neden bütün boyutlardan münezzehtir? Çünkü Allah, zamanı sıfırlayabilen sonsuz hızın sahibidir. Allah için zaman, her zaman biriminde sıfır olduğu için Allah, boyutlardan münezzehtir; kâinatın her noktasında aynı zaman noktasında bulunabildiği için. Yani birinci noktadan ikinci noktaya ulaşması, muhtevasına zamanı almadığı için Allah zamandan münezzehtir.

Allah’ın zamandan münezzeh olmasının sebebi, zamanı sıfırlayabilen sonsuz hızın sahibi olmasıdır. Sevgili kardeşlerim, insanlar da sonsuz hızın sahibidir. Allah’ın insanlara bahşetmiş olduğu akıl denilen müessese, aklın eseri olan, vücuda getirdiği sistem olan düşünce, sonsuz hızın sahibidir. Kendinizi nerede düşünürseniz, düşünceniz aynı anda oraya ulaşır.

Öyleyse bu mesafe farklılığı gözetmeyen bir sonuçtur ve bu, bir sonsuz hızdır. Yani kendinizi kapının önünde düşünün desem, düşünürsünüz. New York’ta Hürriyet Heykeli’nin üzerinde düşünün desem, düşünürsünüz. Ay’da düşünün desem, düşünürsünüz. Güneş’te düşünün desem, gene düşünürsünüz; ama bu düşünce sırasında birincisinde 15-20 metrelik bir noktaya, kapınızın önüne kadar ulaştınız, düşünceniz oraya ulaştı. İkincisinde başka bir ülkenin bir şehrine ulaştı. Üçüncüsünde Ay’a ulaştı; aynı zaman biriminde meselâ bir saniye. Dördüncüsünde ise Güneş’e ulaştı, gene bir saniye veya galakside herhangi bir gezegene ulaştı, gene aynı zaman parçasında.

Mekân koordinatları, düşünce için hız açısından geçerli değildir. Bu durumda hepiniz için söz konusu olan şey, sonsuz hızın sahibi olmaktır. Peki, Allahû Tealâ da sonsuz hızın sahibi, siz de sonsuz hızın sahibisiniz, O’nun size verdiği akıl sebebiyle; ama aranızda küçücük bir farklılık var. O, zamanı sıfırlayabilen sonsuz hızın sahibidir. Siz zamanı sıfırlayamazsınız; çünkü siz bir mahlûksunuz. O ise Hâlık’tır. Zamanın da yaratıcısı O’dur. Bu muhtevada, sıfır zaman aralığında kâinatın her noktasında bulunabileceği cihetle, zamandan münezzehtir. Zamandan münezzeh olduğu için de mekândan münezzehtir. Mademki aynı anda kâinatın her noktasında bulunabilir, öyleyse mekândan da münezzehtir. Öyleyse zaman ve mekân kavramları, Allah için geçerli değildir. Zamanı sıfırlayabilen sonsuz hızın sahibi olduğu için hızın, herhangi bir standardına göre Allah’ı devreye koyamazsınız. Çünkü O, zamanı sıfırlayabilen hızın sahibidir. Hız mevhumunun, bu sebeple ötesindedir.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ bütün boyutlardan münezzehtir; yükseklik, derinlik ve genişlik. Ama O’nu gördüğünüz zaman iki boyutlu göreceksiniz. Görünmeyi dilediği zaman biz mahlûklarının görmesini, kalp gözüyle görmesini temin etmek üzere boyutludur. Siz gözlerinizle görürsünüz, kulaklarınızla işitirsiniz, ağzınızla konuşursunuz, beyninizle vücudunuzu idare edersiniz, uzuvlarınız hareket halindedir. Allah’ınsa bunların hiçbirisine ihtiyacı yoktur. O, her zerresiyle işitir, bilir, görür; bütün hissiyatın sahibidir.

Böyle bir dizaynda O, zamandan da mekândan da boyutlardan da münezzehtir. Onların hiçbirisine muhtaç değildir. Öyleyse sakın Allah’ı bir insan zannetmeyin. İnsan gibi 5 boyuttan oluşan, evvelâ yükseklik, genişlik ve derinlik, ondan sonra da hız ve zaman faktörlerinin koordinatlarını oluşturduğu bir varlık olarak düşünmeyin. Allah, zamandan evvel de vardı, zaman boyunca var olacak, zamandan sonra gene var olmakta devam edecek. Zamandan evvel de yokluktaydı. Şimdi zaman, geçmişten geleceğe doğru yürürken gene Allahû Tealâ, yoklukta; ama ilmiyle de bütün kâinatı kuşatmış, kaplamış durumda.

Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, böyle bir dizaynda bir mahlûk olduğunuzu, hudutlu olduğunuzu, zamanla, mekânla, yükseklik, genişlik ve derinlikle tanımlanabildiğinizi hiç unutmayın. Biz hepimiz sadece birer mahlûkuz, yaratığız. Kendinizi tanıdıkça ister fizik açıdan, ister tıbbî açıdan, ister fiziğin ötesinden, fizik ötesi cephesinden, nereden kendinize bakarsanız bakın; bir mahlûk göreceksiniz; ama Yaratıcının bütün ihtişamına sahip olan bir mahlûk. Yaratıcının yaratma kabiliyetinin oluşturduğu bir ihtişam. O, her açıdan sonsuzun sahibidir.

Sevgili kardeşlerim, her uzvunuz ayrı bir mucizedir. Gözlerinizin sadece görebilmesini temin eden faktöre baktığınızda, orada adeta bir kâinat oluşturulduğunu göreceksiniz. İnsanlar şimdi hologram usulü bir görüntü tespitini başarmış durumdalar. Lazer ışınlarıyla sağladıkları, gözün görevinin tersine çevrilmiş şekliyle 3 boyutlu olarak görüntü teşekkül ediyor. Gözleriniz, o görüntüyü 3 boyutlu olarak beyne taşıyan, görme merkezine taşıyan bir uzuvdur; ama kim bilir kaç milyar hücre o görevi gerçekleştirmek üzere bir sürü fonksiyonu art arda oluşturuyor. Her bir uzvunuz mutlaka hücrelerden oluşur, hücreler de kromozomlardan. Şu 23 çift kromozomunuzun her biri sizi temsil eder. Hiç kimsenin kromozomuna benzemez, herkesinki birbirinden ayrıdır. Vücudunuzda yaklaşık olarak 70 trilyon hücre olduğu ifade ediliyor. Her biri 23 çift yani 46 kromozom ifade ettiğine göre bu rakam 46 olmasaydı da 100 olsaydı, 7 katrilyon hücreden oluşacaktınız. Demek ki 3.2 katrilyon hücrenin, kromozomun sahibisiniz; sizi her şeyinizle temsil eden kromozomlar. Böyle bir dizayn içerisinde Allah’ın bir yaratığı olmanın mutluluğunu yaşamalısınız. Varsınız, görüyorsunuz, işitiyorsunuz, duyuyorsunuz ve size verilen bir akıl var. Akıl adı verilen o müessese, sizi kullanır. Şu andaki düşüncenizi o oluşturuyor, Allah’ın size ücretsiz olarak verdiği o akıl. Her şeyimiz hibe. Allahû Tealâ, bize karşılıksız vermiş. Görme kabiliyetini, işitme kabiliyetini, düşünme kabiliyetini, aklımızın düşüncesini ve hareket kabiliyeti vermiş, mutluluğu-mutsuzluğu yaşamayı öğretmiş.

Sevgili kardeşlerim, bu yapı tanrısaldır. Bütün insanların yapısı tanrısaldır. Allah yaratmış. Yaratıcı açısından tanrısaldır ve hepiniz kâinattaki en kıymetli mahlûk olan insan olarak yaratıldınız. Öyleyse mutluluğunuzun formülünde 1. faktör, sizin varlığınız olmalı. Allah’ın bir yaratığı olduğunuzu bilmek ve bunu bir mutluluk vesilesi saymak. Hangi açıdan? Allah’ın en çok değer verdiği yaratık olma açısından.

Nereden biliyoruz insanın, Allah’ın en çok değer verdiği mahlûk olduğunu? Açıklayayım mı sevgili kardeşlerim? Allahû Tealâ Âdem (A.S)’ı yaratıyor, ona ruh veriyor ve diyor ki:

15/HİCR-29: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne).

Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!


 “Ona ruh verdim. Şimdi hepiniz onun önünde secde edin.”  Yani diyor ki: “Ey cinler, ey melekler, ey şeytan! Hepinizden daha kıymetli bir mahlûk yarattım; çünkü ona ruh verdim ve Benim ruhum onda bulunduğu için ona secde edin.”

Düşünün ki sevgili kardeşlerim, bu olay tek başına insanın en üstün olduğunun en kesin delilidir. Yeter mi? Yetmez. Kendisine secde edilen bir varlık olarak Allah’ın en kıymetli mahlûkudur. Kendisine ruh verilen bir mahlûk olarak gene en kıymetli mahlûkudur; çünkü insandan başka hiçbir mahlûkuna Allahû Tealâ, ruh vermemiştir. Allah'ın Zat’ından gelen ve tekrar Allah'ın Zat’ına geri dönecek olan bir ruhla mücehhez kılındınız.

Ne zaman ki Allah’a ulaşmayı dilersiniz, mürşidinize ulaşırsınız, o zaman ruhunuzu Allah’a gönderirsiniz; ama ruhunuz vücudunuzdan ayrılmadan evvel devrin imamının ruhu gelir, Allah katında kıymetli bir ruh olarak sizi kontrolü altına alır. Ruhunuzun yaptığı uyarıları, artık devrin imamının ruhu yapacaktır. Yetmez, o bir muhafızdır; sizi mutlaka hüddamdan, şeytanın büyüsünden korur. Şeytanın size bir zarar vermesini kesinlikle önler. İrşad makamına Allah’a ulaşmayı dileyerek, Allah’ın 12 tane ihsanla ulaştırdığı kişinin başının üzerine devrin imamının ruhu, 1. faktör olarak gelir. Tâbiiyetin birincil şartı, devrin imamının ruhunun derhal o kişinin başının üzerine gelmesidir, bu bir ni’mettir. Bu sebeple o andan itibaren o kişinin aldığı ihsanların ni’nete dönüşmesi söz konusudur.

Öyleyse kendinize bakın sevgili kardeşlerim. Evvelâ yaratıldığınız anda kendisine secde edilen bir mahlûksunuz, üstünsünüz. İkincisi, Allah’ın ruhu sadece sizde var, insanda var. Bu da kesin bir üstünlük müessesesi. Başka hiçbir mahlûkta Allah’ın ruhu mevcut değildir, sadece insandadır. Peki, üçüncü bir açıdan da insan üstün mü? Evet. Hangi açıdan üstün? Bütün göklerde, bütün arzlarda Allah’ın yarattığı her şey insanın emrine musahhar kılınmış, sihredilmiş, emrine âmâde kılınmış. İşte Câsiye Suresinin 13. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

45/CÂSİYE-13: Ve sahhara lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).

Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.


“ve sahhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minh: Öyle ki bütün göklerde ve bütün arzlarda yarattığı her şeyi, sizlerin emrine musahhar kıldı (sizlerin emrine amade kıldı).”

“Bütün göklerde ve bütün arzlarda yarattığı her şeyi.”

İstisnasız her şey insan için yaratılmış. Yetmez, üçüncü faktör; insan için yaratılması, dördüncüsü de insanın emrine verilmesidir. İnsanın faydasına yaratılması var. Ağaçlar, yeşillikler, bitkiler yeşil yapraklarıyla klorofil özümlenmesi yaparlar ve fotosentez yoluyla köklerinden aldıkları su, havadan aldıkları karbondioksit ve güneş enerjisinin de devreye girmesiyle fotosentez yoluyla havaya oksijen çıkartırlar, karbonhidratları alırlar; gıda maddesidir onların. Oluşan karbonhidratı, bitkiler gıda maddesi olarak kullanırlar ama açığa da oksijen çıkarırlar. Bu oksijen, insanların ve hayvanların hayatî maddesidir.

İnsanlar da oksijen solurlar, havadan oksijen alırlar; ama havaya karbondioksit bırakırlar. Artık maddeleri karbondioksittir. Karbondioksitse bitkilerin vazgeçmesi mümkün olmayan hayatî maddesidir. Allahû Tealâ, bitkileri ve insanları birbirine muhtaç kılmıştır. Bu sebeple mahlûk olduğunuzu hiç unutmayın. Netice itibariyle bizler sadece bir mahlûkuz; bitkilerin çıkardığı oksijene muhtaç olan mahlûklar. Bitkiler de mahlûk, onlar da bizden çıkacak olan karbondioksite muhtaçlar. Allahû Tealâ, iki grubu birbirine ihtiyaçlı kılmıştır.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, insanlar cinlerden de meleklerden de üstündür. Öyleyse ne görüyoruz? Allah’ın katında insan olarak yaratılmanın bir mazhariyet, bir üstünlük, bir ayrıcalık olduğunu görüyoruz ve Allah’a çok hamdediyoruz, şükrediyoruz.

Allah’ın yaratış sebebine baktığımız zaman daha çok şükretmemiz lâzım; çünkü Allahû Tealâ, biz insanları sadece bir tek hedef için yaratmış; mutlu olmamız. Ve bize akıl vermiş, akıl tahsis etmiş. Hepimize aynı akıl ulaşır. İnsanlara ulaşan akıl birbirinden farklı değildir; ama insanların kullanım vasıtaları; akıllı, akılsız, aptal, az zeki, çok zeki insanların, muhakeme kabiliyeti yüksek olanların, zayıf olan insanların, zekâ seviyesi yüksek olanların, düşük olanların, hafızası kuvvetlilerin, zayıf insanların varlığına sebebiyet verir.

En üstün mahlûkun insan olmasının bir başka sebebi de aklın, herhangi bir vücudu kullanabilme kapasitesi o varlığın, o mahlûkun beynine bağlıdır. Akıl, beyninize kumanda etmek suretiyle bizi kullanır, fizik vücudumuzu kullanır. Aklımızın kullandığı fizik vücuttaki beyin, fizik vücudumuzun aklımızı kullanma vasıtasıdır.

İnsan vücuduna oranla insanın beyni, hiçbir mahlûkta olmayacak kadar büyüktür. Hayvanların hiçbirisinde, çevremizde var olan herhangi bir yaratıkta hiçbirisinde beynin fizik vücuda oranı kadar bir oranda başka bir mahlûk mevcut değildir. Öyleyse maymunları hayvan kılan, insanları insan kılan büyük vasıflardan bir tanesi de insan beyninin vücuduna oranla maymun beyninin vücuduna oranı arasında 5 kat fark vardır.

İnsan beyni, maymun beyninin 5 katı fazladır. Bir insanla bir maymunu insanın beynini tartarak, maymunun beynini tartarak söylemiyoruz bunu; vücutlarına mukayese ederek söylüyoruz. İnsan vücudunun beyni ile arasındaki oran, bir maymun vücudunun onun beyniyle arasındaki oranın 5 katı büyüktür. İnsan beyni, çok daha fazla vasıfları ihata eden, insanı üstün kılan bir fonksiyonun sahibidir.

Öyleyse bütün bunları bir araya getirdiğiniz zaman, üstün bir mahlûk olduğunuzu düşünmelisiniz ve bu, size mutluluk vermeli. Unutmayın, size verilen her şey karşılıksızdır. Hepiniz birer trilyonersiniz. Düşünün ki şu görmekte olduğunuz gözleriniz, göremeyen birisinin bütün servetini rahatlıkla verebileceği bir özellik taşır. Sizse bunu hibe olarak aldınız, karşılıksız olarak aldınız, gözleriniz görüyor. Kulaklarınızın duyması da aynı standardı ifade eder. Normal standartlarda çalışan bir beyin, çalışan bir mide, çalışan bir kalp, böbrekler, karaciğer, akciğer; her birisi o uzuvları normal çalışmayan, hasta olan, ölüme mahkûm insanlar için her birisi onların bütün servetlerini verebileceği bir kıymet ifade eder ve hepiniz, bunların hepsini Allahû Tealâ’dan hibe olarak, karşılıksız olarak aldınız. Herkese verir, sadece verir. Sadece bunları düşünmeniz bile mutlu olmanız için sebep teşkil etmemeli mi sevgili kardeşlerim? Böyle bir dizaynda mutluluğu, Allah’ın, sizin yaşamanızı istediği bir hedef olarak düşünmelisiniz ve yerli yerine oturtmalısınız. Siz, dünya adı verilen bu gezegende doğdunuz ve Allah, sizi mutlu olmanız için vücuda getirdi. Muradı ne? Siz başkalarına mutluluk vererek mutlu olacaksınız.

Öyleyse her biriniz başka insanların mutlu olması için bir sebepsiniz. Böyle bir ortamda varsınız. Bu hedefe yönelik olarak yaratıldınız. Tatbikatı yapılmış mı? Net. Bütün peygamberler zamanında yapılmış. En yakın bilgileri, Peygamber Efendimiz (S.A.V) zamanından bu tarafa alıyoruz. Sahâbe, mutluluğun simgesiydi. Herkes başkaları için yaşardı; başka insanları mutlu etmek için. Sadece bunu düşünürlerdi, bunu yaşarlardı. Başkalarını mutlu edebilmek, onların temel hedefiydi. Her biri için aynı şey söz konusu. Bunun en bariz misali, size defaatle anlattığım olaydır. Hazreti Ömer, savaştan sonra şehit olmak üzere olanları dolaşır. Elinde su kabı ve birisi: “Ya Ömer, su.” der. Hazreti Ömer hemen şehit olmak üzere olan sahâbeye uzatır. Tam o sırada bir ikinci ses: “Ya Ömer, su.” der. Birinci sahâbe: “Ya Ömer, onun benden daha fazla o suya ihtiyacı var, ona götür.” der. Hazreti Ömer, bunu şehit olmak üzere olan birinin vasiyeti olarak kabul eder, suyu hemen götürüp ikinciye takdim eder. Tam o kişi suyu alırken bir üçüncü sahâbe: “Ya Ömer, su.” der. İkinci sahâbe de aynı şeyi söyler: “Ya Ömer, suyu ona götür, onun benden daha fazla ihtiyacı var.” Hazreti Ömer üçüncüye suyu yetiştirdiğini zanneder. Suya uzanan sahâbe, suyu alamadan şehit olur. Hazreti Ömer, bunu görünce hemen ikinci sahâbeye koşar, o da şehit olmuştur. Birinci sahâbeye koşar, o da şehit olmuştur. Şehit olma anında en çok ihtiyaç duyulan şey sudur. Hayat kadar kıymetli bir nesne ve sahâbe, başka birinin o mutluluğu yaşayabilmesi için kendi hakkından derhal feragat ediyor, fahri oluyor. Bu, sahâbenin her biri için başkalarının kendisinden daha üstün olduğunun kesin delilidir.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, mutluluğunuz evvelâ zikrinizle paralel bir seyir gösterir, sonra başkalarına yaptığınız güzel davranışlarla, Allah’ın ibadetleriyle paralel bir seyir gösterir; ama zikirsiz bir ibadet türü, zikirli olan ibadet kadar zevk vermez.

Mutluluk, zikirle paralel bir olgudur; nefs tezkiyesi de zikre paralel bir olgudur. Nefsin tezkiye oranıyla mutluluğunuz paralel bir seyir takip eder. Mürşide ulaştıktan sonra, nefs tezkiyesine başlayan kişinin nefsinin kalbinde ilk oluşan %7 oranındaki faziletle, %2 oranındaki rahmet; neticede %9’u oluşturur. Kişinin 24 saatlik bir zaman parçasındaki mutluluğu o kadardır.

Zikir seviyesine göre nefsinin kalbindeki afetlerin yok olarak yerine fazılların yerleşme oranı, %7+%2 = %9’dur. Ama bu kişi, ruhunu Allah’a ulaştırdığı zaman nefsinin kalbinde %49 fazl oluşmuştur, %2 de rahmet söz konusudur ve böylece kalbine yerleşen fazıllar (nurlar), ruhun Allah’a teslim edildiği noktada nefsin karanlıklarına galebe çalmıştır.

Fizik vücudumuzun Allah’a teslim edildiği noktada, nefsimizin kalbinde %81 nur vardır, karanlıklarsa (afetler), sadece %19 kalmıştır. Buradaki mutluluk oranı zikir muhtevası içinde %81’e ulaşmıştır. Daimî zikirde nefsinizin kalbi %100 nurlarla doludur, mutluluk oranı artık %100’dür. Zikir oranınızla nefsinizin kalbindeki nurların karanlıklara oranı aynı hüviyeti gösterir.

Günde 1 saat zikir yapan kişinin mutluluğuyla, günde 10 saat zikir yapan kişinin mutluluğu aynı değildir, daimî zikirde olan kişinin mutluluğu ise ikisinden de farklıdır. 12 saat zikir yapan bir kişi, %50 mutluluğun sahibidir denilebilir gibi görünüyorsa da denilemez; çünkü nefsinin kalbi %50 nura ulaşan kişi, ruhunun kalbindeki hasletler sebebiyle aslında 200’de 150 mutluluk vasıtasının sahibidir. Buysa %75 mutluluğu ifade eder. Ama sevgili kardeşlerim, bu teorik rakamların tatbikata intikal etmesinde beklemediğimiz bir faktör olan şeytan, devreye öyle bir hüviyette girer ki kişinin mutluluğunu birçok açılardan kesin ölçülerde aşağı düşürür. Devamlı kişiye tesir etmeye çalışır, kişiyi etkiler ve onu mutlu olmaktan büyük ölçüde alıkoyar.

Nefsin kalbindeki nurlarla mutluluğunuzun ölçüsü, nefsin kalbindeki nurun karanlıklara oranıyla aynı değildir. Mutluluk ondan daha fazladır; çünkü yanı başında %100 hasletlerle dolu olan ruh var; pozitif faktör, şeytanın tesiri var; negatif faktör. Bu sebeple matematik hesapta kesin bir rakam olarak yerli yerine oturmaz. Şeytanın bir kişiye tesir kabiliyeti ne kadar yüksekse o kişi, o kadar mutsuzdur.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allah ile olan ilişkilerinizde her şey öylesine güzeldir ki; O, sadece sizin mutlu olmanızı ister. Sizi bunun için yaratmıştır ve hanif fıtratıyla yaratmıştır. Yani Allah’a teslim olabilecek fıtratta. Nefsinizin kalbinde %51 nur birikimi; ruhunuz Allah’a teslim, %81 nur birikimi; fizik vücudunuz Allah’a teslim, %100 nur birikimi; nefsiniz Allah’a teslim ve daimî zikrin sahibisiniz, devamlı bir mutluluğun; %100 mutluluğun içindesiniz.

Şeytan, ne zaman sizin mutluluğunuzu engellemeye kalksa ona o müsaadeyi artık vermeyecek olan hasletlerle, faziletlerle donatılmış durumdasınız. Öyleyse mutluluğunuzun formülünü tekrar edelim. Mutluluğunuzun formülü;

Mutluluk = Hayır / Zamandır.

Ne zaman, zamanınızın bütününü hayır kaplarsa ki daimî zikirde kaplar, o zaman zikriniz başlı başına bir mutluluk vasıtasıdır. Sizi bütün bir mutluluğa ulaştıracaktır. Ara sıra şeytan, size bir an için tesir edebilse bile, o tesir kalıcı olmaz. Mutlaka hemen arkasından Allahû Tealâ, o tesiri üzerinizden alacaktır. Ama sadece zikir yapan, başkalarına iyilikte bulunmayan bir insan olsaydınız, o takdirde bu hedeflere, mutluluk hedefine %100 ulaşmış gibi görünüyorsunuz; ama hem daimî zikrin sahibiyseniz hem de başka insanlara hayırla davranıyorsanız, onları mutlu etmek için bir gayretin sahibiyseniz, o zaman daimî mutluluğunuz daha üst seviyededir. Daimî mutluluğun içindesiniz; ama daha mutlu bir insan olarak.

Mutluluğun daimî zikre ulaştığınız zaman kesintisiz olması, mutlak olarak tahakkuk eder; ama mutlu insan vardır, daha mutlu insan vardır, daha mutlu insan vardır. Onlar zikirlerine başkalarına yardımı da başkalarını mutlu etme müessesesini de yani zikrin dışındaki hayırları da getirenlerdir. Mutluluğun daha ilâve safhasında ibadetleri de kendisine zevk haline getiren insanların mutluluğu söz konusudur.

Kişi, hem zikirdedir hem de namaz kılmakta, oruç tutmakta, zekât vermektedir ve böylece kişi, bir taraftan zikir onu mutlu ederken öbür taraftan başka bir ibadetin mutluluğunu da yaşamaktadır. Onun dışında başka birisine bir güzelliği ulaştırdığında, o kişiye hayırlı bir davranışla davrandığında mutluluğu daha da artacaktır.

Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, zaman devamlı geçmektedir. 24 saatlik bütün zaman devrelerinde daimî zikrin sahibi olan, o 24 saatin tamamında mutlu bir insandır. Bu kişi, aynı zamanda başkalarına da hayır yapan birisidir; çünkü nefsindeki afetler tamamen yok olmuştur. Artık sadece faziletler vardır rahmetle birlikte. Hayrı kendisine otomatik olarak şiar edinmiştir; çünkü hayrı önleyici faktör, nefs afetleri artık o kişide mevcut değildir.
Nefsinin faziletleri de ruhunun hasletleri de sadece hayrı emretmektedir.

Öyleyse görüyorsunuz ki hayrın her çeşidinde, daimî zikrin mutlak getirisi olan hayrın sağladığı mutluluğa başka mutluluklar da ilâve edilecektir; ama zikir de bir hayırdır, başkasına güzel davranmak da bir hayırdır, zikrin dışındaki ibadetleri yapmak da bir hayırdır. Bu sebeple “Mutluluk= Hayır / Zaman” diyoruz. Eğer zamanın bütününde kişi, hayrın sahibiyse o kişi, mutlak saadete ulaşmıştır.

İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allah’ın bir güzelliğini daha Yüce Rabbimiz bizlere “Mutluluğun Formülü” konusundaki bu, 3.2.11.43 kod numaralı derste bizlere yaşattığı için O’na sonsuz hamd ve şükrederiz.

Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırması yani sizi cennet kanadının da dünya kanadının da sahibi olan, iki kanatlı mânâsına gelen zülcenahayn kılmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.

Allah hepinizden razı olsun sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım.

İmam İskender Ali  M İ H R