SOHBETİN ADI: ARAÇLAR VE AMAÇLAR
TARİHİ: 10.03.2003
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, sevgili kardeşlerim, bu akşam sizlere İslâm’ın amaçları ve araçları yani “İslâm’da amaçlar nedir, araçlar nedir?” konusunu anlatmak istiyorum.
Özet, İslâm’da amaç; ruhu, vechi yani fizik vücudu (iki oldu), üçüncüsü nefsi, dördüncüsü de iradeyi Allah’a teslim etmektir. İslâm olmak, Allah’a teslim olmak demektir ve İslâm dört teslimden ibarettir.
*Ruhu; 1.
*Vechi (fizik vücudu); 2.
*Nefsi; 3.
*Ve iradeyi Allah’a teslim etmek.
Bu 4 teslim 7 safhada vücut bulacaktır.
*Allah’a ulaşmayı dilemek, 1. safha.
*Mürşide ulaşıp tâbî olmak, 2. safha.
*Ruhu Allah’a ulaştırıp teslim etmek, 3. safha, 1. teslim.
*Fizik vücudu Allah’a teslim etmek, 4. safha, 2. teslim.
*Nefsi Allah’a teslim etmek, 5. safha, 3. teslim.
Ne oldu? 5 tane safha oldu.
*İrşada ulaşmak, 6. safha.
*İradeyi Allah’a teslim etmek, 7. safha, 4. teslim.
İşte İslâm’ın amaçları bunlar; 7 tane safhayı yaşamak ve teslimleri gerçekleştirmek.
Peki, araçlar ne? Bunları yaparken hangi araçları kullanacağız? Namaz kılacağız, oruç tutacağız, zekât vereceğiz, kelime-i şahadet getireceğiz, hacca gideceğiz. Ve bu, bütün bu ibadetlerin hepsini terazinin bir kefesine koyun, onların hepsinden daha önemli olan başka bir ibadet; zikir. Ve özellikle ve özellikle ve özellikle zikir yapacağız.
Ve öyleyse bu muhtevada araçlar belli; ibadet çeşitleri. İbadetler olmadan hiç kimse teslimlerini gerçekleştiremez. Ama ibadetler amaç değildir araçtır, vasıtadır. Öyleyse vasıta ile hedefin ne olduğunu ayrı ayrı ortaya koymak mecburiyetindeyiz.
Bir dünya olayında hedef tayin ettiniz, bir yerden kalkıp bir yere ulaşacaksınız. O yerden ayrılıp hedeflediğiniz yere ulaşmak için bir vasıta kullanmak mecburiyetindesiniz. Diyelim ki 500 km ötede bir yere gideceksiniz. Mutlaka bir vasıta kullanacaksınız; bir otomobil, tren, uçak, otobüs her neyse. İşte bu, sizi bulunduğunuz noktadan alıp hedefinize götürecek olan nesne hangisi ise bu otomobil, tren, otobüs veya uçaktan hangisi ise o, bunların hepsi sizin için vasıtalardır. O vasıta ile hedefinize ulaşacaksınız. Öyleyse dikkat edin ki o hedefe ulaşmak için kullandığınız otomobil hedef değildir, o bir vasıtadır. Sizi hedefinize ulaştıracak olan bir vasıta.
İşte tıpkı bunun gibi her şeyi yerli yerine yerleştirelim. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek, zikir yapmak; hedefler değildir bunlar. Bunlar ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi Allah’a teslim etmek için mutlaka kullanmak mecburiyetinde olduğunuz vasıtalardır.
Nasıl bir yerden hedefinize ulaşmak için kullandığınız bir vasıta varsa otomobil gibi tren gibi, bu 4 tane teslimi gerçekleştirebilmek için, 7 tane safhaya ulaşabilmek için vasıtalara ihtiyacınız var. Bu vasıtalar ibadetlerinizdir, bunlardan en önemlisi ise zikirdir.
Zikir Allah’ın İsmi’ni, “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah,” diye sesli olarak zikretmektir. Veya gene Allah’ın İsmi’ni “Allah” diye sessiz zikretmektir. Bir üçüncüsü sizi asıl hedefinize, daimî zikir hedefinize götürecek olan, böylece vasıtayı hedefe ulaştıracak olan şey zikirdir; ibadetlerin en büyüğü. Dikkat edin ki buradaki hedef kelimesini, ulaşmanız lâzım gelen İslâm’ın 7 tane safhasından bir hedef olarak kullanmadık. Bütün insanların Allahû Tealâ, daimî zikre ulaşmasını istiyor. Zikir, çok zikir, daimî zikir; üçü de farz.
Öyleyse zikir de farzsa, çok zikir de farzsa, daimî zikir de farzsa ve insanlar bugün zikri farzların arasından çıkarmışlarsa o zaman bir tehlike söz konusu İslâm için. İblis insanları hedeflerine ulaştırmamak için vasıtaları, vasıtalardan bir tanesini yok etmiş; zikir. Diğer vasıtalara dokunmamış. Sebebi? Çünkü öteki vasıtaların hepsi, bütün toplamı, bütün o vasıtaları kullansanız hiçbir zaman hedefinize ulaşamazsınız. Bir ulaşacağınız yerin çok yüksek olduğunu düşünün. Oraya tırmanabilecek özellikte olan bir vasıtayı kullanmadıkça oraya ulaşamazsınız. İşte o vasıta zikirdir.
Bütün ibadetler, zikir otomobilinin parçalarını teşkil ederler. Zikir başlı başına bir ulaşım vasıtasıdır. Ama diğer ibadetler olmaksızın tek başına zikirle Allah’a ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi teslim edemezsiniz. Bütün ibadetleri gerçekleştirmek mecburiyetindesiniz. Ve vasıtalardan bir tanesi de Allah’ın emirlerini yerine getirirken yasaklarından da kaçınmanızdır. O da bir vasıtadır. Hedefe ulaşacağınız vasıtalardan biri, Allah’ın yasak ettiği yasaklarından kaçınmaktır. Yasaklarını, yasaklarına riayet etmektir.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, ne olmuş? Kur’ân-ı Kerim 14 asır evvel indirilmiş. 7 tane safhayı ve 4 tane teslimi muhtevasına alan Kur’an-ı Kerim’i Peygamber Efendimiz (S.A.V) sahâbeye öğretmiş. Ve sahâbenin Allah’a ulaşmayı dilemelerini sağlamış. Bütün sahâbe Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in öğretisinde;
1- Allah’a ulaşmayı dilemişler.
2- Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olmuşlar.
3- Ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar.
4- Fizik vücutlarını muhsin kılarak Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir hususu işlemeyen bir hüviyete getirmişler.
5- Daimî zikre ulaşmışlar, nefslerini de Allah’a teslim etmişler.
6- İrşada ulaşmışlar.
7- İradelerini de Allah’a teslim etmişler.
Şimdi böyle bir dizaynda sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, neden bahsediyoruz? Allahû Tealâ’nın bir dizaynı söz konusu. O, sizin en üstün mutluluklara ulaşmanızı ister. Mutlulukların en üstünde, iradenin de Allah’a teslim edilerek sonsuz bir saadete kavuşmak; işte bu yer alır.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, şimdi sizinle beraber iblisin o korkunç tuzağına yaklaşalım. İblis neyi istemez? İnsanların Allah ile yakın bir ilişki içinde olmasını istemez. Allah’a teslim olmalarını istemez. Allah’ın dînini yerine getirmelerini istemez. Bunları engellemek için binlerce seneden beri iblis çalışmaktadır. Ve zaman içerisinde insanların yazdığı birtakım kitaplar, bu hedefleri hep insanlardan uzaklaştırmışlar; 4 teslim, 7 safha.
Sevgili kardeşlerim, öyleyse zamanımızın en büyük hatası, hedefleri iblisin yok ettiğinin insanların farkına varmamasıdır. Bugün İslâm’ı yaşadıklarını zannedenlerin en büyük hatası, vasıtaları hedef zannetmeleridir. İblis ne yapmış? Bütün hedefleri yok etmeyi başarmış 14 asırda. Artık insanlar Allah’a ulaşmayı da dilemiyorlar, mürşide tâbî olmayı da dilemiyorlar. Ruhlarını hiçbir zaman Allah’a ulaştırmıyorlar, fizik vücutlarını, nefslerini Allah’a teslim etmiyorlar, irşada ulaşmıyorlar, iradelerini de Allah’a teslim etmiyorlar. Bunların hepsi 14 asır evvel gerçekleştirilen Allah’ın hedefleridir. 7 tane safha, 4 tane de teslim; Allah’ın hedefleri.
İnsanları mutlu olsunlar diye yaratan Allahû Tealâ, mutluluğu 7 safhada oluşturuyor. Her sonra gelen mutluluk, bir evvelkinin üzerine yeni bir mutluluk alanı daha ilâve ediyor. Ve neticede insan iradesini de Allah’a teslim ettiği zaman mutluluğun bütün boyutlarıyla, şu karşınızdaki ekranın bütününü kapladığını görüyor. Allah mutluluk deyince bunu ister. Yani iç dünyanızda kesintisiz bir mutluluk; nefsinizle ruhunuz arasındaki kavganın bitişi. Dış dünyanızda kesintisiz bir mutluluk; başka insanlarla aranızdaki kavganın sona ermesi. Allah ile olan ilişkilerinizde kesintisiz bir mutluluk; hem emirlerin tam olarak gerçekleştirilmesi hem de nehiylere riayet etmeniz, Allah’ın yasakladığı hiçbir fiili işlemez hale gelmeniz.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, her şey öylesine güzel ki. Ama kelimelerle o güzellikleri anlatmak, işte o mümkün değil. Olmuyor, kelimeler yetmiyor sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım gönül dostlarım.
Öyleyse bu dizayn içerisinde konumuza girdiğimiz zaman vasıtalar ve hedefler konusunda şeytanın başımıza ördüğü o korkunç tuzağı yakalamamız lâzım. Diğer dînler çoktan unutmuşlar bu saydığımız 7 tane safhayı, çoktan unutmuşlar. Ama o dînlerin içinde de az bir grup, %10’nun altındadır diye düşündüğümüz bir grup, Yahudilerin içinde de Hristiyanların içinde de dîn olarak kabul edilen veya bir dîni yaşadıklarını düşünen insanların arasında da mutlaka az bir kısım bu güzellikleri hâlâ yaşamakta. Asırlardan beri, bin yıllardan beri devam eden bir tâbiiyet müessesesi, insanların irşad makamına teslim olmaları.
Sevgili kardeşlerim, bunlar sizi daha çok, daha çok, daha çok mutluluğa ulaştıracak olan şeyler. Ama bir tanesi var ki, bir hedef var ki onu Allahû Tealâ size otomatik olarak teslim etmeye kararlı. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse:
*Allah onu mutlaka 3. kat cennetin sahibi yapar; 1.
*Ve o kişinin dünya saadetini günün yarısından öteye mutlaka ulaştırır; 2.
Öyleyse kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişi mutlaka cennet saadetine ulaşır. Allah’a ulaşmayı dilediği anda cennet saadetine kişi ulaşmıştır. Çünkü Allah’ın otomatik kanunları derhal harekete geçer. Allahû Tealâ o kişinin gözlerindeki hicab-ı mestureyi alır Rahîm esması ile tecelliye başlayarak. Kulaklarındaki vakrayı alır, kalbindeki ekinneti alır, kalbindeki küfür kelimesini alır, yerine ihbat koyar.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ’nın dizaynına güzelce bakın. Bu dizaynda sizin mutluluğunuz var. Unutmayın, sadece mutlu olmak için yaratıldınız. Allahû Tealâ sizleri o kadar çok seviyor ki, Allah’ın katında hepiniz ayrı ayrı o kadar kıymetlisiniz ki sizin de sizin de sizin de hepinizin Allah mutlu olmanızı ister, hepinizin.
Öyleyse nerede olursanız olun, ister dünya adı verilen bu gezegende olun isterseniz o hayat olan yüzlerce, binlerce gezegenden birinde yaşamakta olun, netice değişmez. İnsan olan bu mahlûkunu Allahû Tealâ bütün mahlûklarından daha fazla seviyor, madde-1. Onun mutlaka mutlu olmasını istiyor, saadeti yaşamasını istiyor, madde-2. Hepsi bu kadar. Ve bütün Allah’ın indirdiği kitaplar, insanları aynı hedefe yöneltmek için aynı şeyleri ihtiva eder. Hedefler açıkça bellidir. Dört tane hedefiniz var; ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi Allah’a teslim etmek.
Şimdi sevgili kardeşlerim, elinizi vicdanınıza koyarak şu günkü İslâm’ın haline bir göz atın. Bu teslimlerden eser kalmış mı? Bütün üniversitelerimizde dîn öğretisi yapılır, yüzlerce üniversitede, İslâm üniversitesinde ve insanlara öğretile öğretile akait öğretilir. Özellikle fıkıh öğretilir, ibadetler öğretilir, vasıtalar öğretilir ama hedefler öğretilmez. Çünkü öğretim mevkiinde olanlar hedefleri bilmiyor. İşte İslâm’ı bugün bütün dünyada en geri planda bırakan sadece budur sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler.
Tekniğin temeli Allah’ın elindedir. Ondan geri kalmamızın arkasında, insanların Allah ile ilişkilerini kesmeleri ve Allah ile konuşulamayacağını, Allah’ın kimseye vahyetmeyeceğini zannetmeleri yatar. Bunların hepsi hurafedir. Allahû Tealâ: “Her devirde, bütün kavimlerde resûllerim var olacak.” diyor Kur’ân-ı Kerim’inde. Allahû Tealâ: “Her devirde, huzur namazının imamı var olacak.” diyor. O resûllerden birisi de o kavimlerde yaşayanlardan, yaşayan resûllerden birisi de mutlaka devrin imamıdır.
Öyleyse şimdi bu açıdan meselemize bakıyoruz ve ulaşmamız lâzım gelen yere dikkatle yaklaşmaya çalışıyoruz. Nedir olay sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler? Muhtevaya dikkatle bakın. 14 asırda değişen nedir? Değişen, hedeflerin topyekûn ortadan kaldırılmasıdır. Artık İslâm’ın 7 tane safhasından, artık İslâm’ın 4 tane tesliminden, 4 hedeften hiçbirisi söz konusu edilmiyor İslâm’ın büyük çaptaki öğretisi içerisinde. Yani üniversitelerimizde artık insanlara bu esaslardan hiç bahsedilmiyor. Peki, hedefler gerçekten Kur’ân-ı Kerim’de var mı? Hadi gelin bakalım, hedefler Kur’ân-ı Kerim’de var mı?
Her biri bir hedef. Bulunduğunuz noktadan ayrılacaksınız, 7 tane menziliniz var. Her birisi bir hedeftir. Birincisi Allah’a ulaşmayı dilemek. İlk defa bizi dinleyen bir kişi: “Eski köye yeni adet.” diyecek tabii şimdi. “Nereden çıktı bu Allah’a ulaşmayı dilemek? Ben dilemiyorum. Dilemezsem cehenneme mi gideceğim yani?” diyecek bu kişi. Biz de diyeceğiz ki: “Evet, kardeşim. Eğer Allah’a ulaşmayı dilemezsen senin gideceğin yer, Allah’ın kanunlarına göre cehennemdir. Ya Allah’a ulaşmayı dilersin paçanı kurtarırsın ya da dilemezsin ama o zaman istesen de istemesen de cehenneme gitmek mecburiyetindesin.” İşte bunu demek mecburiyetindeyiz. Çünkü Kur’ân-ı Kerim bunu açık bir şekilde söylüyor. Söylüyor mu? Hadi gelin beraber bakalım Kur’ân-ı Kerim’e. Yûnus Suresi 7 ve 8. âyetler, Allahû Tealâ buyuruyor:
Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Diyor ki Allahû Tealâ:
“Onlar, Bize mülâki olmayı (yani ruhlarını ölmeden evvel Bize ulaştırmayı) dilemezler. Onlar dünya hayatından razıdırlar, dünya hayatı ile mutmain olurlar, doyuma ulaşırlar. (Onları doyuma ulaştıran, mutlu kılan şey, memnun kılan şey; dünya hayatında kazandıklarıdır.) Onlar Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır.” diyor Allahû Tealâ.
“Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, Allah’ın âyetlerinden gâfil olanlardır.” diyor Allahû Tealâ.
Hayır, bitmedi. Bir husus daha, en önemlisi:
“Onların gidecekleri yer, kazandıkları dereceler itibarıyla ateştir (cehennemdir).” diyor Allahû Tealâ.
Neymiş bu insanların kusuru? Bu insanların kusuru Kur’ân-ı Kerim’i bilmemek. Bu insanların kusuru, sahâbenin yaşadığı hayatı bilmemek. Bu insanların kusuru Allah’ın hedeflerini yok ettiği bir devrede hedef araştırması yapmamak, vasıtaları hedef zannetmek. Yani bunların içinde bulunduğu durum, şeytanın tuzağına düşmüş ve Allah’ın hedeflerinden şaşmış bir insan olmak, uzaklaşmış bir insan olmak, o hedefleri unutmuş bir insan olmak.
İblisin ne dediğine gelin beraberce bakalım. Ne diyordu iblis sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler? Diyordu ki: “Eğer beni…” Allahû Tealâ’ya diyor, Âdem (A.S)’a secde etmeyip de huzurdan kovulduğu zaman Allahû Tealâ’ya söylüyor: “Beni kıyâmet gününe kadar yaşat. Bana kıyâmet gününe kadar izin ver, müddet ver. Eğer bana bu izni verirsen ben onların hepsini, pek azı hariç hepsini kendime tâbî kılacağım.” Ondan sonra da diyor ki: “Onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara yaklaşacağım. Onların Sıratı Mustakîm’lerinin üzerine oturacağım. Sıratı Mustakîm’e ulaşmalarına mâni olacağım.”
17/İSRÂ-61: Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâle e escudu li men halakte tînâ(tînen).
Ve meleklere: “Âdem (A.S)’a secde edin!” dediğimiz zaman iblis hariç hemen secde ettiler. (İblis): “Ben, senin topraktan yarattığın kimseye mi secde edeyim?” dedi.
17/İSRÂ-62: Kâle e raeyteke hâzâllezî kerremte aleyye, le in ahharteni ilâ yevmil kıyâmeti le ahtenikenne zurriyyetehû illâ kalîlâ(kalîlen).
(İblis) dedi ki: “Senin görüşüne göre, benim üzerime (benden daha) mükerrem (ikram edilmiş, şerefli) kıldığın kimse bu mu? Eğer beni kıyâmet gününe (kadar) tehir edersen (ertelersen), onun zürriyetinden (neslinden) pek azı hariç, mutlaka bana (kendime) tâbî kılacağım.”
7/A'RÂF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).
(İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin'e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.
7/A'RÂF-17: Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).
Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.
Öyleyse bu konuda iblisin söylediği son derece açık bir husus: İnsanları kendisine tâbî kılmak. Allah’a tâbî olacak olan o insanları Allah’a tâbî olmaktan men etmek ve kendisine tâbî olmak. Şimdi eski kitaplarda değişiklikler yapmayı başarmış iblis. Ama Kur’ân-ı Kerim’e gelince, Allahû Tealâ Hicr Suresinin 9. âyet-i kerimesine bir hüküm koymuş, diyor ki:
15/HİCR-9: İnnâ nahnu nezzelnâz zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).
Muhakkak ki zikri (Kur'ân-ı Kerim’i), Biz indirdik. O'nun koruyucuları (da) mutlaka Biziz.
“Bu Kitab’ı (bu zikri) indiren Biziz, Biz. Ve bu Kitab’ı muhafaza eden de Biziz.” Yani? Yani: “Bu Kitap Bizim muhafazamız altında.” diyor Allahû Tealâ, “Kimseye ellettirmeyiz.” diyor. “Kimsenin bu Kitab’ı değiştirmesine müsaade etmeyiz.” diyor. Ve kitap 14 asırdır aynı hüviyetiyle duruyor.
Öyleyse şeytan Kur’ân-ı Kerim’i değiştiremez. Böyle bir yetkinin sahibi değil. Hiç kimsenin böyle bir yetkisi yok. O zaman şeytanın insanları; kendisini Allah’a tâbî kılmak, Allah’a tâbî olmak isteyen insanları veya Allah’a tâbî olmak mecburiyetinde olan, Allah’tan bu emri alan insanları kendine tâbî kılmak için iblis ne yapacak? Yapacağı şey son derece basit. İnsanların kendine olan tâbiiyetini devre dışı bırakmasını, Allah’a yönelmesini ve Allah’a tâbî olmasını önlemesi lâzım. Önleyebilmek için ne yapacak? İşte tuzağa şimdi geldik.
İblis ne yapmış? İblis hedeflerin hepsini tereyağdan kıl çeker gibi çekmiş, insanlara 14 asırda unutturmayı başarmış. Yoksa inanmıyor musunuz? Alın, teker teker inceleyin. Bizim yaptığımızı yapın. Üniversitelerin müfredat programlarına dikkatle bakın. Bu 7 safhadan bir tanesini yakalayabilirseniz aşk olsun. Hiçbiri yok. İblis, 7 safhanın yedisini de yok etmeyi başarmış.
Öyleyse bunlar Kur’ân-ı Kerim’de farz mı? Hepsi farz. Allahû Tealâ: “Allah’a ulaşmayı dileyin.” diyor. 1. farzı bu. “Âmenû olun.” diyor. Allah’ın, “Âmenû olun.” emri Allah’a ulaşmayı dilemek. Ondan sonra diyor ki Allahû Tealâ: “Sizi mürşidinize göstereceğim, ulaştıracağım. Mürşidinize tâbî olun.” Sonra diyor ki Allahû Tealâ: “Böylece ruhunuz Bana doğru yola çıkacak, Bana ulaşacak. Ruhunuzu Bana ulaştırın, teslim edin. Sonra fizik vücudunuzu teslim edin, nefsinizi teslim edin, irşada ulaşın, iradenizi de teslim edin.”
Bunların hepsini ceste ceste Kur’ân-ı Kerim’e koymuş Allahû Tealâ. Evvelâ Kur’ân-ı Kerim’de hepsi var. Sonra? Sonra Kur’ân-ı Kerim, bütün sahâbenin bu 7 safhayı da yaşadıklarını açık ve kesin bir şekilde ispat ediyor.
Öyleyse Kur’ân’da hedefler var mı? 7 hedef de var. Peygamber Efendimiz (S.A.V) sahâbeye öğretmiş mi? Kesin. Sahâbe bunları gerçekleştirmiş mi? Kesin. Bugünkü insanlar Kur’ân-ı Kerim’den hicret etmişler mi? Ne diyor bugünün Resûl’ü?
25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzâl kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.
“Ya Rabbi! Benim kavmim (Kur’ân’ı) Kur’ân’dan hicret etti (Kur’ân’dan uzaklaştı, Kur’ân’ı terk etti).”
“mehcûrâ” kelimesini kullanıyor Allahû Tealâ.
Öyleyse Allahû Tealâ’nın dizaynına bakın sevgili kardeşlerim. O hepinizi kurtarmak, hepinizi sonsuz mutlulukların sahibi yapmak isterken, iblis kendisine benzettiği insanların kendisinden kopmasına müsaade etmemek için, kendisine tâbî kıldığı insanların ki bütün insanlar başlangıçta iblise tâbîdir, Allah’a tâbî olmalarına mâni olmak için elinden gelen her şeyi yapıyor iblis.
Bu minval üzere iblis, bir korkunç sahtekârlığın yegâne sahibidir. Ve insanlara asırlar boyunca 14 asırdır kitaplar yazdırmış, yazdırmış, yazdırmış. 14 asır sonra mı? 14 asır sonra İslâm’ın hedefleri tamamen yok olmuş. 4 teslim de 7 safha da bütün hedefler yok olmuş, yerlerini vasıtalara bırakmış; namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şehadet getirmek ve vasıtalardan, bu 5 tane vasıtanın hepsinden daha önemli olan zikri gene devre dışı bırakmayı başarmış iblis. Zikir, artık ne 32 farzın içinde var ne 54 farzın içinde var.
Öyleyse muhtevaya dikkatle bakın. Bu, dünyaya bir uyarıdır; dünyaya bir işarettir; hidayet çağının başladığının işaretidir. Öyleyse sevgili kardeşlerim, dîninizi iyi öğrenin. Özellikle dîn öğretenler, dîninizi iyi öğretin. Hedefleri ortaya koymak mecburiyetindesiniz. Vasıtaları farkına bile varmadan hedef olarak gösteriyorsunuz ve bu yanlıştır.
Öyleyse Allahû Tealâ, “Âmenû olun.” diyor mu Kur’ân-ı Kerim’de? Kesin. Herkesin âmenû olmasını ve böylece âmenû olarak takva sahibi olmasını istiyor.
9/TEVBE-119: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe ve kûnû meas sâdikîn (sâdikîne).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyen kimseler)! Allah’a karşı takva sahibi olun ve sadıklarla beraber olun.
“yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe.” diyor, “Ey âmenû olanlar! Takva sahibi olun.”
Allah’a ulaşmayı dilemek; gördük ki dilemeyenlerin gideceği yer cehennem. Peki dileyenler? Dileyenlerin de mutlaka Allah’ın cenneti.
Allahû Tealâ diyor ki:
Şûrâ-13:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
allâhu yectebî ileyye men, men yeşâu: Allah, dilediği kişiyi Kendisine seçer.
ve yehdî ileyhi men yunîb: Ve kim Allah’a yönelmişse (Allah’a ulaşmayı dilemişse) onları Kendisine ulaştırır.
Sevgili kardeşlerim, Allah’a ulaşmayı dilemek Kur’ân-ı Kerim’de “munîb” kelimesi ile “enâbe” kelimesi ile “yunîb” kelimesi ile ifade edilmiş ve üzerimize farz. Allah’a ulaşmayı dilemek farz mı? Farz üzerimize. İşte Bakara Suresinin 54. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
“Üzerinize azap gelmeden evvel (kabir azabı gelmeden evvel) Allah’a yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin).”
Farz üzerimize.
“Ve Allah’a teslim olun, sonra da ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi Allah’a teslim edin. Yoksa sonra yardım olunmazsınız.” diyor Allahû Tealâ.
Allah da yardımcınız olmaz, irşad makamı da yardımcınız olmaz.
Öyleyse Allah’a ulaşmayı dilemek farz mı? Farz. Bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemişler mi? Munîb olmuşlar mı? Olmuşlar. İşte Allahû Tealâ Zumer Suresinin gene 17. âyet-i kerimesinde şöyle söylüyor:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
“Onlar, şeytana kul olmaktan içtinab ettiler ve Allah’a yöneldiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar ve Allah’a yöneldiler). Onlara müjdeler vardır, kullarımı müjdele.”
İlk kulluk, ilk müjde burada. Bütün sahâbe Allah’a yönelmişler ve Allah’a kul olmuşlar. “Kullarımı müjdele.” Bu âyet aynı zamanda (Zumer-17), insanların hepsinin başlangıçta şeytana kul olduklarını, oradan kurtulduklarını, oradan kaçtıklarını, kendilerini kurtardıklarını ifade ediyor. İçtinab etmek; kaçınmak, kurtulmak mânâsına geliyor. Bütün sahâbe Allah’ın üzerlerine farz kıldığı Allah’a enâbe olmayı; Allah’a yönelmeyi gerçekleştirmişler. Hepsi Allah’a ulaşmayı dilemişler, Allah’a yönelmişler. Allah’a yönelmek, mürşide ulaşana kadar geçen 14 safhayı (14 basamağı), hepsini ifade eder.
Sevgili kardeşlerim, peki bu safhalardan ikincisi, bu Allah’a yönelmenin 1. safhasında sadece yönelmek var. 2. safhasında tâbiiyetten sonra tâbiiyete ulaşmak var. Yönelmenin 2. safhasında kişi mürşidine ulaşır. Ne gördük? Allah, Allah’a yönelmeyi (Allah’a ulaşmayı dilemeyi) üzerimize farz kılmış. Bütün sahâbe de bunu gerçekleştirmiş. Peki, 2. safhada ne var? Mürşide tâbiiyet. Farz mı? İşte Mâide-35:
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
“yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete.”
“Ey âmenû olanlar! Takva sahibi olun.” Nasıl? “Allah’a ulaşmayı dileyin...”
“Allah’a ulaşmaya…” Affedersiniz, “Allah’a ulaşmaya vasıta olanı (vesile olanı) Allah’tan isteyin.”
Yani sadece Allah’a ulaşmanız yetmez, mutlaka irşad makamını Allah’tan sormak mecburiyetindesiniz. Bunun adına “istiane” diyor Allahû Tealâ. Ve Allah’tan istiane etmek üzerimize farz kılınıyor, Bakara Suresinin 45 ve 46. âyetlerinde.
Diyor ki Allahû Tealâ:
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(salâti), ve innehâ le kebîratun illâ alâl hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
“Allah’tan sabırla ve hacet namazı ile istianeyi isteyin. Bu zor bir iştir ama huşû sahipleri için zor değildir. Onlar üzerine düşen farzı yerine getirip de Allah’tan istedikleri zaman, Allah onu mutlaka yerine getirir.” diyor.
Kimdir huşû sahipleri?
“Onlar kesin şekilde inanırlar ki ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıracaklardır (Allah’a mülâki olacaklardır), ölümden sonra da ruhları tekrar Allah’a ulaşacaktır.”
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, ne görüyoruz? Allah’a ulaşmak için mürşidimizi istemek, Allahû Tealâ tarafından farz kılınmış. Zaten biz istiyoruz Allahû Tealâ’dan Fâtiha Suresinde.
1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.
1/FÂTİHA-6: İhdinâs sırâtel mustakîm(mustakîme).
(Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e hidayet et (ulaştır).
“iyyâke nestaîn, ihdinâs sırâtel mustakîm.” diyoruz.
“Ya Rabbi! İstianeyi yalnız Senden isteriz.” Niçin? “Bizi Sıratı Mustakîm’e ulaştır. Bizi (ruhumuzu) Sıratı Mustakîm’e ulaştırman için istianeyi yalnız Senden isteriz.” diyoruz.
İşte bu istiane, mürşidin istenmesi. Bütün sahâbe istemişler. Yeter mi? Yetmez. İstedikten sonra da mürşidlerine ulaşmışlar. Zaten belli; Peygamber Efendimiz (S.A.V). Hepsi tâbî olmuşlar. İşte bunun ispatına gerek yok ama âyet-i kerime açıkça anlatıyor, Fetih Suresinin 10. âyet-i kerimesi:
48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsihî, ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
“Orada sana (Akabe’de) tâbî oldukları zaman onların elleri üzerinde Allah’ın eli vardı. Sana tâbî olmak Allah’a tâbî olmaktır.” diyor Allahû Tealâ.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, bir müessese görüyoruz. Bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemişler. Allah onların üzerinde 10 tane ihsanı oluşturmuş ve bu 10 tane ihsanla kâinatın en büyük mürşidine, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e ulaşmışlar ve tâbiiyetlerini gerçekleştirmişler. Sonra sahâbenin ileride nereye ulaşacaklarını da Allahû Tealâ bu âyette anlatıyor: “Onlar ecrun azîm’in sahipleridir.” diyor. O ulaştıkları noktada olacakları şey sahâbenin.
Ne gördük? Bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemişler, 3. basamağa ulaşmışlar. Allahû Tealâ onlara 10 tane ihsan vererek 13. basamağa ulaştırmış. 14. basamakta da mürşidlerine ulaşıp tâbî olmuşlar. Onun üzerine Allah’tan 10 tane ihsan almışlar, hepsinin ruhları Allah’a doğru yola çıkmış.
Peki, 21. basamakta Allah’a ulaşmışlar mı? Hepsi. Hepsi Allah’a ulaşmışlar. Allahû Tealâ açık ve kesin bir şekilde sahâbenin Allah’a ulaştıklarını anlatıyor. Zumer Suresi 18. âyet-i kerime:
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
“Onlar sözü dinlerler, sözün ahsen olanına tâbî olurlar. Onların hepsi hidayete erdiler.”
Hidayete ermek ne demekti? Hidayete ermek, ruhumuzu Allah’a ulaştırmak.
“innel hudâ hudallâhi.”
Âli İmrân-73:
3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).
inne: Muhakkak ki.
el hudâ: Hidayet.
hudallâhi: Allah’a ulaşmaktır.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, sevgili kardeşlerim, Allah’a çok şükredelim, hamdedelim ki biz o bilmeyenlerden değiliz. Allah’ın öğretisine tâbîyiz.
Öyleyse bütün sahâbe Allah’a ulaşmışlar mı? Evet, hepsi hidayete ermişler. Hepsi ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar. Peki, Allah’a ulaşmak üzerimize farz mı? Hem de 12 defa. Birincisi, Zumer-54’te bahsediyor Allahû Tealâ:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
“Üzerinize ölüm gelmeden evvel (azap gelmeden önce) Allah’a yönelin ve Allah’a teslim olun.”
Burada dört teslim birden var. Ama birincisi mutlaka bunların içinde. Allahû Tealâ sonra diyor ki:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
“munîbîne ileyhi vettekûhu: Allah’a yönel ve takva sahibi ol.”
İşte bir farz emir. Allah’a yönelmekle 1. takvanın sahibi oluş. Sonra ne diyor Allahû Tealâ?
“fe firrû ilâllâhi.” diyor, Zâriyât-50’de.
51/ZÂRİYÂT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
Öyleyse Allah’a firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin için O’ndan (Allah tarafından gönderilmiş) apaçık bir nezirim.
“Öyleyse Allah’a kaç (Allah’a sığın, ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulaştır).”
Sonra ne diyor?
“irciî ilâ rabbiki.” diyor, Fecr-28.
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!
“Rabbine geri dön (geri dönerek Rabbine ulaş).” diyor ruha.
Sonra ne diyor?
31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.
“vettebi’ sebîle men enâbe ileyye. Kim Bana ulaşmışsa sen de onun yoluna tâbî ol (aynı yolu takip ederek sen de Bana ulaş).”
Ne diyor Allahû Tealâ, Muzzemmil-8’de?
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
“Allah’ın İsmi’yle zikret ve her şeyden kesilerek Allah’a ulaş.”
12 defa Allahû Tealâ farz kılmış. Hepsini söylemeye gerek yok ama açıkça Allahû Tealâ: “Allah’ın İsmi’yle zikret ve ruhunu Allah’a ulaştır.” diyor. “Allah’a ulaş.” diyor. Açık ve kesin, farz. Bütün sahâbe bu farzı gerçekleştirmişler.
Öyleyse birinci hedefimiz neymiş? Allah’a ulaşmayı dilemek, Allah’a yönelmek. Bütün sahâbe gerçekleştirmiş. İkinci hedefimiz neymiş? Ruhumuzu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmak. Bütün sahâbe gerçekleştirmiş. Affedersiniz, ikinci hedefimiz neymiş? Mürşide tâbî olmak; kâinatın en büyük mürşidine tâbî olmuşlar, bütün sahâbe gerçekleştirmişler.
Ruhlarını Allah’a ulaştırmak 3. hedef. Farz gördüğünüz gibi ve bütün sahâbe ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar. Sonra? Sonra Allahû Tealâ fizik vücutların da Allah’a teslimini farz kılıyor. Bu teslim müessesesi Nisâ-125’te şöyle anlatılıyor:
4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.
“ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun.”
“O kişiler ki (o kişi ki) vechini Allah’a teslim etmiş (fizik vücudunu Allah’a teslim etmiş) ve muhsinlerden olmuştur. Fizik vücudu ondan daha ahsen kim vardır?” diyor.
Peki bundan 14 asır evvel sahâbe, fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler mi? Kesin sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. Kesinlikle bütün sahâbe fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler. İşte Âli İmrân Suresi 20. âyet-i kerime:
3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebeani, ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâgu, vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: “Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik.” O kitab verilenlere ve ümmîlere: “Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?” de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.
“Habîbim! Onlara de ki: ‘Ben ve bana tâbî olanlar, biz hepimiz vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah’a teslim ettik.”
Bütün sahâbe fizik vücutlarını da Allah’a teslim etmişler; 25. basamağa ulaşmışlar. 22. basamakta ruhlarını Allah’a teslim etmişler, 25. basamağa ulaşmışlar. 22. basamakta bekâ makamının, 23. basamakta zühd makamının sahibi olmuşlar. 24. basamakta zühd makamının sahibi olmuşlar. 21. basamakta Allah’a ulaşmışlar, 22. basamakta ruhlarını Allah’a teslim etmişler. Allah’ta ruhları yok olmuş. Söylediğimiz gibi Allah’a ruhlarını teslim ettikleri kesin.
23. basamakta bekâ makamının sahibi olmuşlar, taht sahibi olmuşlar. 24. basamakta dünyaya değil ahirete dönük olduklarını Allahû Tealâ’ya ispat etmişler, zahid olmuşlar. 25. basamakta fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler. Sonra 26. basamakta ve 27. basamakta daimî zikre ulaşarak nefslerini de Allah’a teslim etmişler. Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesi, bütün sahâbenin daimî zikre ulaştığını söylüyor, ulûl’elbab olduğunu söylüyor.
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
“Onlar sözü dinlerler, sözün en güzeline tâbî olurlar. Onlar hidayete erdiler ve ulûl’elbab oldular.” diyor Allahû Tealâ. “Sadece ruhlarını Allah’a ulaştırmakla kalmadılar, fizik vücutlarını da ulaştırdıktan sonra (teslim ettikten sonra) nefslerini de Allah’a teslim ettiler.” diyor.
Ulûl’elbab kimdir? Daimî zikrin sahipleridir.
Allahû Tealâ: “li ulîl elbâb, yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim: “Onlar, o ulûl’elbab kullarımız var ya,” diyor, “onlar ayaktayken de otururken de yan sütü yatarken de hep Allah’ı zikredenlerdir.”
Bütün sahâbe oraya ulaşmışlar.
3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.
Peki, ondan sonra Tövbe-i Nasuh’a davet edilip irşada ulaşmışlar mı? Hepsi ulaşmışlar. İşte Hucurât Suresinin 7. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor:
49/HUCURÂT-7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Ve aranızda Allah’ın Resûl'ü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.
“Ey sahâbe! Biliniz ki sizin aranızda Allah’ın Resûl’ü var. Eğer O, sizin emirlerinize tâbî olsaydı (sizin taleplerinize uysaydı), bundan çok zarar görürdünüz. Hatta Allah’ın lânetine bile uğrardınız. Ama Allah size îmânı sevdirdi, fıskı, küfrü, isyanı size kerih gösterdi ve îmân kelimesi ile kalplerinizi müzeyyen kıldı.” Ve şöyle bitiyor âyet-i kerime: “İşte onlar irşada ulaşanlardır.”
Bütün sahâbe irşada ulaşmışlar. Peki, 7. safha neydi? İradenin de Allah’a teslim edilmesi. Hepsi iradelerini Allah’a teslim etmişler mi? Hepsi etmişler. İrşada ulaşmak farz mı? Bakara- 186, açık ve kesin olarak onu söylüyor.
2/BAKARA-186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, felyestecîbû lî velyu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).
Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).
“ucîbu da’veted dâi izâ deâni, felyestecîbû lî velyu’minû bî leallehum yerşudûn.”
“Bize dua edenin davetine icabet ederiz ama şartlı olarak; onlar da Bizim davetimize icabet etsinler; âmenû olsunlar (mü’min olsunlar) ve irşada ulaşsınlar.” diyor Allahû Tealâ.
İrşada ulaşmayı üzerimize farz kılmış. Bütün sahâbe irşada ulaşmışlar.
Peki, irademizin Allah’a teslimi üzerimize farz mı? Kesin. Allahû Tealâ hakka tukatihi takvayı farz kılmış üzerimize.
3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah’a) teslim olmadan ölmeyin!
“yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî.” diyor, “Ey âmenû olanlar! Öyle bir takva ile takva sahibi olun ki bu bihakkın takva olsun (yani daha ötede bir takva bulunmayacak olan takva olsun).
Son takva, iradenin teslimi takvası. Hepsi gerçekleştirmiş mi? Hepsi. Hepsi Allahû Tealâ’nın irşad makamına Allahû Tealâ tarafından tayin edilmiş. Kesinleştiriyor âyetle Allahû Tealâ, Tevbe-100:
9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
“O sabikûn-el evvelîn var ya! Onların bir kısmı ensardandı, bir kısmı muhacirîndendi, bir de ensara ve muhacirîne ihsanla tâbî olanlardandı.” diyor Allahû Tealâ.
İster ensar olsun ister muhacirîn, sahâbeye tâbî olunmuş. Ve tâbiin çıkmış ortaya. Onlar da irşad makamının sahibi olmuşlar daha sonra, tâbiin de. Öyleyse bütün sahâbe iradelerini de Allah’a teslim etmişler.
Sevgili kardeşlerim, bu anlatımdan sonra hedeflerin nasıl yok edildiğini ama hedeflerin Kur’ân’da nasıl var olduğunu ve bütün sahâbenin bu hedeflerin hepsine, yedisine de nasıl ulaştığını gördük. Ve İslâm âleminin en büyük kaybı Kur’ân’ı unutmalarıdır. Kur’ân hicret etmiştir. İnsanlar, hayır, Kur’ân hicret etmemiştir, insanlar Kur’ân’dan hicret etmiştir.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, hepiniz Allah’ın hedeflerini unutmamalısınız. Hepiniz o hedefleri birer birer gerçekleştirmeli ve dünyaya bu hakikatleri anlatmalısınız. Allahû Tealâ’nın dizaynında Allah’ın hakikatleri var.
Öyleyse hepinizin hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaşmasını, Allahû Tealâ’nın hepinizi zülcenahayn kılmasını Yüce Rabbimizden dileyerek, sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler.
Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R