}
Erdem (Fazilet) 14.07.2003
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 106754

 

SOHBETİN ADI: ERDEM (FAZİLET)
TARİHİ: 14.07.2003

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, işte bir defa daha beraber, beraberiz. Bir defa daha kalp kalbe, gönül gönüle birlikteyiz. Allah, sizler ve biz; hamd ederiz, şükrederiz Yüce Rabbimize. Konumuz mu? Erdem yani fazilet. Ne demek? Hani insanlar vardır; tasavvufta insan-ı kâmil adını alırlar. Kâmil insan, kemâle ulaşmış insan. Türkçemizde de erdemli insandır bu. Yani fazılların bütünüyle kalplerini kuşattığı insanlar.

Sevgili kardeşlerim, kim Allah'a ulaşmayı dilerse biliyorsunuz ki Allahû Tealâ onları mutlaka Kendisine ulaştırır. Böyle bir muhtevanın gerçekleşebilmesi, nefsimizle ruhumuz arasındaki bir ilişkiye dayalı. Nefsimiz aklanmadıkça, afetlerinden kurtulmadıkça ruhumuz Allah'a ulaşamaz. Oysaki bildiğiniz gibi ruhumuz bir emanettir. Mutlaka Allah'a geri dönmesi gerekir. Herkes için bir geçerliliktir bu, herkes için farzdır. Hem de tam 12 defa farz. Öyleyse bu 12 defa farzın var olmasının arkasında ne var? Bizim erdemli insan olmamız, faziletli insan olmamız. Allahû Tealâ her şeyin en güzelini dizayn ediyor. Bizi, “Allah'a ulaşmayı mutlaka dilemek mecburiyetindesiniz.” diye bir zorunluluğun içine atmış Allahû Tealâ. Muradı ne? Muradı; bizi erdemli insan yapmak, fazilet sahibi insan yapmak. Fazileti oluşturan nedir? Fazileti oluşturan, Allah'ın “fazl” adı verilen bir nurudur. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse sadece onların üzerine ulaşan, Allah'a ulaşmayı dilemedikçe ulaşması mümkün olmayan bir nur.

Bütün insanlar faziletli olarak mı doğarlar? Hiç kimse faziletli olarak doğmaz. Fazilet, dünya hayatında kazanılan bir sonuçtur. Öyleyse erdemlilik bu dünyanın bize hediye edeceği, bir uğraşının neticesinde hediye edeceği öyle bir güzelliktir ki; onu yaşayan bilir. Mutluluk mu diyorsunuz? Erdemlilikle mümkündür. Sadece erdemli olan insanlar, erdemlilikleri seviyesinde mutludurlar. Mutluluğu yaşamak, fazileti yaşamaktır. Faziletin hangi ölçüde sahibiyseniz, o kadar erdemlisiniz. Erdeminiz, o seviyededir.

Öyleyse Allah'a ulaşmayı diledik; 3. basamaktayız. Rahîm esması ile tecelli etti Allahû Tealâ ve hemen arkasından harekete geçti. Gözlerinizdeki hicab-ı mestureyi aldı, gışaveti aldı görme hassamızın üzerinden. Kulaklarımızdaki vakrayı aldı, işitme hassamızın mührünü açtı. Kalbimizden küfür kelimesini aldı. Kalbimizin mührünü açtı, küfür kelimesini aldı. Ekinneti aldı kalbimizden. Mü'min olduk, hidayet üzere olduk, dalâletten kurtulduk, hidayet ehli olduk. Ve sonra Allahû Tealâ ihbat koydu kalbimize. Kalbimize ulaştı; göğsümüzden kalbimize nur yolunu açtı. Kalbimize ulaştı; kalbimizin içindeki nur kapısının üzerindeki mührü şeytana dönükken Allah'a çevirdi. Kalbimizin Allah'a dönmesini sağladı. Sonra bütün günahlarımızdan daha fazla sevap aktardı bize. Yani günahlarımızı örttü. Sonra bizi huşû sahibi kıldı. Talebimiz üzerine mürşidimizi gösterdi, bizi O’na ulaştırdı. Erdemli miyiz? Hayır, değiliz. Erdemle henüz ilişki kuramadık. Erdemsiz bir insanız. Fazilet bizim için geçerli bir mefhum değil henüz.

İrşad makamına ulaştık; ne oldu? Allahû Tealâ devrin imamının ruhunu başımızın üzerine gönderdi. O, bizim ruhumuza emir verdi ki: “Vücudu terk et, Allah'a geri dön.” Ve Allah, günahlarımızı sevaba çevirdi. Aynı zamanda 1’e 10 verirken bize her sevabımıza karşılık, her 1 derecelik sevabımıza karşılık 1’e 100 vermeye başladı. Nefsimiz, nefs tezkiyesine başladı. Bu, erdemin başlangıç noktası. Ruhumuz Allah'a doğru vücudumuzdan ayrıldı. Devrin imamının ruhunun başımızın üzerine gelmesi üzerine ruhumuz vücudumuzdan ayrıldı, Sıratı Mustakîm’e ulaştı. Artık sebîl üzerindeyiz, Sıratı Mustakîm üzerindeyiz. Ve fizik vücudumuz da şeytana kul olmaktan kurtuldu. 3. kademede (3.seviyede) Allah'a kul oldu. Allah’a ulaşmayı dilediğimiz zaman ilk kulluk, mürşidimize ulaştığımız zaman 2. kulluk. 2. defa kul oldu fizik vücudumuz Allah’a, nefs tezkiyesine başladığımız noktada. Durum böyle. Ve nefs tezkiyesi adı verilen bir işleve başladık. Ne yapıyoruz? Zikir yapıyoruz. “Allah, Allah, Allah, Allah” diye zikir yapıyoruz. Allahû Tealâ tâbiiyetimizde ne yaptı? Devrin imamının ruhunu başımızın üstüne gönderdiği an, Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesi gereğince kalbimizin içine “îmân” kelimesini yazdı Allahû Tealâ.

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).

Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?


Kalbimizin içine yazılan bu îmân kelimesi konumuzla 1. derece alâkalıdır. Erdemlilikle, faziletle îmân kelimesi arasında bir illiyet rabıtası var. Îmân kelimesi kişinin kalbine yazılmadan önce kişi asla faziletli bir insan olamaz. Faziletin, erdemliliğin başlngıç noktası burasıdır. 14. basamakta kalbimizin içine Allahû Tealâ’nın îmânı yazmasıdır.

Nasıl erdemli olacağız? Erdem müessesesi, fazl isimli bir nurun kalbimize gelip, kalbimize yerleşmesi ile teessüs eder. Yoksa erdemli olmak mümkün değildir, faziletli bir insan olmak mümkün değildir. Öyleyse fazilet, bu dünyada kazanılan bir müessesedir. Yaratılışla beraber Allahû Tealâ tarafından verilmez. Ve Allahû Tealâ’nın zikri ile, “Allah, Allah, Allah, Allah” diye zikretmekle başlıyoruz işe.

Zikir farz mı? Allahû Tealâ herkesin erdemli olmasını istiyor. Onun için zikri farz kılmış. Evvelâ zikri farz kılmış; ara sıra zikretmeyi. Sonra çok zikri farz kılmış; günün yarısından fazla zikri. Sonra da daimî zikri farz kılmış. Erdemliliğe gerçek anlamda ulaştığımız yer, daimî zikir kademesidir. Hikmet, erdemin varlığının, erdemlilik seviyesine ulaştığımızın kesin işaretini taşır.

Öyleyse gelin muhtevaya beraberce bakalım. 14. basamaktayız, tâbiiyetimizi gerçekleştirmişiz. 12 tane ihsanla Allahû Tealâ’dan 7 tane de ni'met almışız; demin saydığımız ni'metler ve nefs tezkiyesine başlıyoruz. Nedir nefs tezkiyesi? Zikir yaptığımız zaman bu seviyede kalbimize îmân yazıldıktan sonra Allahû Tealâ’nın İsmi’ni tekrar ederek nefs tezkiyesine başlayacağız. Nefs tezkiyesinin varlığı sadece bir tek sebebe dayalıdır; zikir. Zikir yoksa nefs tezkiyesi yoktur. Farz mıdır dedik? Evet farzdır. Muzzemmil-8:

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.


“Allah'ın İsmi’yle zikret ve her şeyden kesilerek Allah'a ulaş.”

Allah'a ulaşmak, faziletli insan olmanın (erdemli insan olmanın) birinci, ilk hedefidir. Burada erdemli değilsiniz henüz. Fazilet birikimi henüz %50’yi biraz aşmıştır. Erdemli olduğunuz nokta, faziletin nefsinizin kalbini %98 kaplaması hâlidir. O zaman insan-ı kâmil olacaksınız. Faziletli insan olacaksınız. Ama aslında insan-ı kâmilin gerçek anlamı, irşad makamının sahipleridir.

Erdemlilik kendi içinde 3 kademede oluşuyor:

1- Ulûl'elbab makamı.
2- İhlâs makamı.
3- Salâh makamı.

Ama asıl erdemli olduğunuz nokta, erdemin gerçek anlamıyla tezahür ettiği nokta, faziletlerin süslenmesi hâlidir. 19 mertebe müzeyyen olmanız hâlidir. Şimdi ne gördük? Zikir farz.

Çok zikir farz mıdır? Çok zikir farzdır. Günün yarısından daha fazla zikir farzdır. Ahzâb Suresi 41. âyet-i kerime, Allahû Tealâ buyuruyor:

33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhâllezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).

Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.


“Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle zikredin.”

Peki, daimî zikir farz mıdır? Nisâ-103, Allahû Tealâ buyuruyor:

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).

Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.


“fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum: Ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah'ı zikret.” diyor Allahû Tealâ.

3 hâlde bulunabilirsiniz. Üçünde de Allahû Tealâ’yı zikretmeniz farz kılınmış. Neden? Çünkü Allah, faziletli olmanızı istiyor. Çünkü Allahû Tealâ, erdemli olmanızı istiyor; insan-ı kâmil olmanızı istiyor. Öyleyse Sıratı Mustakîm’lerden (7 tane Sıratı Mustakîm’den) sadece 12, 14. basamakla 21. basamak arasında devam eden, 2 yatay 2 dikey yoldan oluşan bir tek Sıratı Mustakîm aksiyon ifade eder; ef’âl ifade eder. Nefsinizin tezkiyesine paralel olarak ruhunuz Allah'a doğru yükselir ve Allah'ın Zat’ında yok olur. Bu, gerçek bir yükseliştir. Sadece bir tek Sıratı Mustakîm, 7 Sıratı Mustakîm’den sadece 1 tanesi bunu sağlar. 2 yatay, 2 dikey sebîl. Ruhunuzun bunları takip ederek Allah'a ulaşması, Allah'ın Zat’ında yok olması.

Böyle bir müesseseyi gerçekleştirmek için 14. basamakta tâbiiyetiniz (12 tane ihsanla tâbiiyetiniz) şarttır ve üzerinize farzdır. Tâbiiyetinize müteakip zikir yapıyorsunuz; “Allah, Allah, Allah, Allah” diye. İster sesli zikir yapın, ister sessiz zikir yapın, hangi türde zikir yaparsanız yapın; ama zikriniz Allah'ın katından mutlaka rahmet ile fazl ve rahmet ile salâvât isimli 2 tane nuru davet edecektir. Faziletin temelini oluşturan bu, 2 grup nurdur. Rahmet ile fazl, Nûr Suresinin 21. âyet-i kerimesinde ifade ediliyor.

24/NÛR-21: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).

Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).


“Şeytanın adımlarına tâbî olmayın.” diyor Allahû Tealâ, “Kim şeytanın adımlarına tâbî olursa onlar şeytan tarafından (insan ve cin şeytanlar tarafından da aynı söz, aynı şey geçerlidir), münkerle ve fuhuşla emrolunurlar. Eğer Allah'ın rahmeti ve fazlı (kalbinize) üzerinize olmazsa (nefsinizin kalbine giremezse) içinizden hiç biriniz tezkiye olmazsınız (nefsinizin kalbini afetlerden temizleyemezsiniz).” diyor Allahû Tealâ.

“Hiç biriniz kendinizi tezkiye edemezsiniz. Ancak Allah dilediğinin nefsiniz tezkiye eder.”

Ne demek? Allah'ın dilediği kişi, Allah'a ulaşmayı dileyen kişidir. O kişinin nefsinin kalbini tezkiye eder. O, 12 tane ihsanla mürşidine ulaştırır onu. 7 tane de ni'met vererek tezkiyeye hazır hâle getirir. Bu noktada kişinin Allah’tan aldığı rahmetle fazl var Nûr Suresinin 21. âyet-i kerimesine göre ve rahmetle salâvât var Bakara Suresinin 157. âyet-i kerimesine göre. Diyor ki Allahû Tealâ Bakara-156 ve 157’de:

2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).

Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.

2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).

İşte onlar (dünya hayatında Allah’a mutlaka döneceklerinden emin olanlar) ki Rab’lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, onlar hidayete ermiş olanlardır.


“Onlar, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman derler ki: ‘innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn: Biz muhakkak ki Allah için yaratıldık ve biz, mutlaka Allah'a rücû edeceğiz (ruhumuzu mutlaka ölmeden evvel mutlaka Allah’a ulaştıracağız).’ İşte onlar hidayete erenlerin ta kendileridir.” diyor Allahû Tealâ, “Allah'ın rahmeti ve fazlı, Allah'ın rahmeti ve salâvâtı onların üzerinedir.” diyor.

Rahmetle fazla, rahmetle salâvât da ilâve ediliyor. İşte o noktadayız. 14. basamak, o noktayı ifade eder. İrşad makamına ulaşmışız, 12 tane ihsanla tâbî olmuşuz. Bütün şartlar hazır, zikir yapıyoruz, “Allah, Allah, Allah… Allah” diye. Niçin “Allah” adını kullanıyoruz? Çünkü bu, Allah'ın emri. Diyor ki Allahû Tealâ Muzzemmil-8’de:

“vezkurisme rabbike: Rabbinin İsmi’yle zikret.”

Rabbimizin İsmi: “El İlâh.” Yani: “Allah.” “Allah” kelimesi ile zikredeceğiz Rabbimizin İsmi’yle. Öyleyse böyle bir zikir ne yapar? Allah'ın katından 2 grup nur getirir göğsümüze. Allahû Tealâ ne yapmıştı? Göğsümüzden kalbimize bir nur yolu açmıştı. Ve biz bu noktaya geldiğimiz zaman 10. basamakta Allah göğsümüzden kalbimize nur yolunu açtığı zaman biz zikir yapmışsak eğer Allah’ın katından gelen rahmetle fazl göğsümüze gelmişti, göğsümüzden kalbimize ulaşmıştı, fazıllar kalbimize çekilmemişti. Çünkü kalbimizde “îmân” kelimesi mevcut değildi. Ama rahmet nurları kalbimize girmeyi başarmıştı. Ve bu giriş, ancak %2 nispetinde olabilir. Bu da bizi huşûya ulaştırır. Huşûya ulaştırınca mürşidimizi görmemiz mümkün olurdu. Öyle oldu. Allah gösterdi; ulaştık, tâbiiyetimizi gerçekleştirdik. Ve şimdi nefsimizin kalbinde %2 rahmetle fazilet sahibi olmak için, erdemli bir insan olmak için harekete geçtik, zikir yapıyoruz.

Faziletin başlangıç noktası, 14.basamaktır. O ana kadar nefsimizin kalbine fazl hiç girmemiştir. 2. kat cennetin sahibiyiz. Tamam, ama nefsimizin kalbine Allah’ın nurlarının girmesi sadece %2 rahmet olarak mümkün olmuştur. Bizi erdemli insan kılacak olan, fazileti oluşturacak olan nefsimizin kalbinde fazıllar; hayır, henüz kalbimize girmediler. Ne zaman girecekler? 14. basamakta tâbiiyetimizden sonra, kalbimize “îmân” kelimesi yazıldıktan sonra. Neden? 10. basamakta da zikir yapıyoruz, Rahmetle fazl geliyor, göğsümüzden kalbimize ulaşıyor; göğsümüzden Allah’ın yardığı yolu takip ederek ama kalbimizin içine neden giremiyor? Çünkü kalbimizde “îmân” kelimesi yok ve fazıllar kendi kendilerine kalbe girecek yaratılışta değillerdir. Mutlaka bir çekim gücünün onları kendisine çekmesi lâzım. Bu da kalbimize yazılan “îmân” kelimesinde var.

14. basamakta kalbimize “îmân” kelimesi yazıldı ve fazıllar kalbimizden içeriye o çekim gücünün tesiriyle girmeye ve “îmân” kelimesinin etrafında toplanmaya başladılar. Başlangıç noktasında %2 rahmet var nefsimizin kalbinde, sıfır fazl var. Şimdi 14. basamakta zikir yapıyoruz, nefsimizin kalbine %1-%2 fazıllar girip, “îmân” kelimesinin etrafına yapışıyor. Bu yapışmak öyle bir manyetik alanı ifade eder ki; onlar oraya yapışırken kapı dışarı ettikleri karanlıklar onların etrafını kuşatır zikir bittiği zaman ama onları yerinden kımıldatamaz. Tıpkı bir mıknatısın etrafına sarılan demir tozları gibi orada yerleşirler ve karanlıklar geri döndükleri zaman orasını artık işgal edemezler. Onlar, Allah'ın fazılları tarafından işgal edilmiş yerlerdir kişiyi faziletli kılmak üzere.

Nefsimizin kalbinde %7 nur birikiminde Nefs-i Emmare’deyiz. Nefsimiz bir rehineydi. Rehine %7 nur birikimini sağladığı zaman (fazilet birikimini), dikkat edin; fazl birikimini. Rahmet bu hesaba dâhil edilmiyor. %7 fazl birikimi sağlandığı zaman vücudumuzun içinde bir rehine olan nefs, 1. gök katının kapısını açma yetkisinin sahibi olur. Ve ancak bu noktada 1. gök katının kapısını açar ve ruhumuz zemin kattan 1. kata kadar yükselir. Burası, Nefs-i Emmare’dir. Yûsuf Suresi 53. âyet-i kerime:

12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).

Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).


ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî: Ya Rabbi! Ben nefsimi beraat ettiremem. Çünkü nefs bana şerri emreder; ama Rabbimin Rahîm esması ile tecelli ettiği nefsler hariç.

Rahîm esması ile tecelli, oraya fazl gönderir rahmetle beraber. Ve o fazıllar nefsin kalbine girer, yerleşir. Yerleştikçe her %7 yerleşmede (fazl birikiminde) ruh, bir yüksek kata yükselmek için gök kapılarının bir üstekini açma yetkisinin sahibi olur. Ve böylece 2. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Levvame.

“ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeti.” diyor Allahû Tealâ, Kıyâme Suresinin 2. âyet-i kerimesinde, “Hayır, öyle değil. O levvame nefse kasem ederim.”

75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeti.

Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.


Levm edilen, kınanan bir nefs. Kişi hatalar yapıyor, nefsini kınıyor. 2. defa %7 nur, %2 fazl birikimi (fazilet birikimi). Adım adım erdemli insan olmak yolundayız, faziletli insan olma yolundayız. Ve 2. defa %7 nur birikimi, ruhumuz 2. gök katında. 3. defa %7 nur birikimini sağlıyoruz adım adım zikrimizi arttırarak, Nefs-i Mülhime’deyiz; Allah’tan ilham almaya başladığımız bir kademe.

“fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ: Onlara Allah’ın takvası da şeytanın fücuru da ilham edilir.”

Şems Suresi 8. âyet-i kerime:

91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.

Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.


Allah'tan ilham almaya başladığımız noktada ruhumuz 3. katta. Nefsimizin kalbinde 3. defa %7 fazl birikimi, faziletli olmak yolunda 3. merhaledeyiz. Sonra bir daha adım adım artan nefsimizin kalbindeki faziletler, 4. defa %7 nur birikimini sağlıyor ve Nefs-i Mutmainne’nin sahibi oluyoruz.

“yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu.” buyuruyor Allahû Tealâ, “Ey mutmain olan nefs!” diyor.

Fecr-27:

89/FECR-27: Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu.

Ey mutmain olan nefs!


Ra’d-28:

13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).

Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?


“e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûbu.” diyor Allahû Tealâ, “Nefsler ancak Allah’ı zikretmekle mutmain olur öyle değil mi?”

Kalbimiz mutmain olmuş durumda. Yani Allah'ın verdikleri, ne verirse Allahû Tealâ onlar bizim için yeterli. Ve nefsimiz mutmain olmuş durumda. İnanıyoruz ki; daha fazla verse belki yanlış yerlerde paraları harcayıp kendimizi lüzumsuz yere tehlikeye atacağız. Az verse bu sefer de belki isyan edeceğiz Allahû Tealâ’ya. Öyle bir inanç seviyesinin sahibiyiz ki; Allah’ın bize verdikleri tam bizim lâyık olduğumuzdur. Bu, bize mutlaka yeterli diye bir inancın sahibiyiz. Nefs-i Mutmainne; ruhumuz 4. gök katında. Bir defa daha %7 nur birikimi; Nefs-i Radiye. Allah'tan razı oluyoruz, ruhumuz 5. gök katında. Bir defa daha %7 nur birikimi; Nefs-i Mardiye. Allah da bizden razı oluyor. Fecr-28:


89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.

Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!


“râdıyeten mardıyye.”

Allah'tan razı oluyoruz. Allah da bizden razı oluyor, ruhumuz 6. katta. 6 defa %7 fazl birikimi, nefsimizin kalbinde faziletleri oluşturuyor bu. Nefsimizin kalbinde 7. defa %7 nur birikimi ve ruhumuzun Allah'a ulaşması.

Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, diyor ki Allahû Tealâ Fâtır Suresinin 18. âyet-i kerimesinde:

35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).

Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).


“ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr: Kim nefsini tezkiye ederse o, bunu kendisi için yapmıştır.”

Ne demek? Yani bütün nefsler ezelde Allah’a yemin verdiler; Allah’a tezkiye ve tasfiye olup teslim olacaklarına dair. Burada konunun 1. kesimi tamamlanmış. Kişi, Allah'a verdiği yeminin 1. faslını (tezkiye faslını) tamamlamış. O yemin sebebiyle bunu kendisi için yapıyor. Mecbur, Allah'a verdiği yemin sebebiyle. Ve ruhumuz Allah'ın Zat’ına ulaşıyor; “ilâllâhil masîr: Ve ruhu Allah'a döner.” istikametinde. Kişi nefsini tezkiye etmiş; nefsinin kalbinde %2 rahmet var, %49 fazl var. Kişi, %49 fazilet sahibi ama nefsinin kalbindeki nurlar artık afetlerden fazla.

Düşünün sevgili kardeşlerim; başlangıçta nefsimizin kalbi %100 afetlerle dolu. Öfke, kin, kıskançlık, haset, isyan, düşmanlık, iptilâlar, cimrilik, cehalet vs. Bu afetler, Allah'ın kendileriyle alâkalı olan, hangi afetle alâkalı olan bir emri varsa ona mutlaka karşı çıkarlar ve Allah neyi emretmişse kendi sahalarıyla alâkalı, onu da asla yapmak istemezler. Ve nefsimizin kalbi %100 afetlerle dolu olarak hayata başlarız. Bu nokta, nefsimizin kalbinde %49 fazl yani fazileti oluşturan faktör, %2 de rahmetin olduğu yerde nefsimizin kalbindeki afetlerin %51’i yok olmuştur. Ruhumuz da Allah'a doğru yola çıkmış, Allah'a ulaşmıştır. Allah'ın evliyası olduk. %49 faziletle Allah'ın evliyası olduk.

Ruhumuz Allah’a ulaştı. Burada Allah’a ruhumuzun ulaşması, nefsimizin kalbinde %51 nur birikimini ama sadece %49 fazilet birikimini (fazl birikimini) ifade eder. Nefsimizin kalbinde %49 fazl var. Yani yarı yarıya erdemli bir insanız. Erdemli olabilmemiz için daha köprünün altından çok suların akması lâzım. Ve zikrimizi arttırıyoruz; 22. basamakta zikrimiz daha uzun bir süre devam ediyor. Ruhumuz bir sığınak olan Allah'a ulaşıyor (meâba ulaşıyor) ve meâbta (Allah'ın Zat’ında) yok oluyor. Böylece evvâb oluyoruz. Meâba ulaşmış, Allah'ın Zat’ında ruhu yok olmuş bir insan. Nefsimizin kalbinde bu noktada %61 fazl birikimi söz konusu.

Öyleyse kim Allah'ın evliyası olmuşsa onun nefsinin kalbindeki fazıllar %59’dur. Rahmetse her zamanki gibi %2’dir. Böylece %61 nur birikimi oluşmuştur kişinin kalbinde. Ve bu kişi Allah'ın evliyası olmuştur. Erdemin %60’dan fazlasını sağlamış durumdayız. Allahû Tealâ diyor ki Nebe-39’da:

78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakku, fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).

İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.


“Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, işte o gün Hakk günüdür.”

“zâlikel yevmul hakku, fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ: O gün Hakk günüdür. O gün Allah'a ulaşmayı dileyen kişi, kendisine Allah'a ulaştıran yolu yol ittihaz eder (Allah'a doğru bir yol ittihaz eder). Kimin ruhu Allah’a ulaşırsa Allah, onun ruhuna meâb olur (sığınak olur).” diyor Allahû Tealâ.

Ve ruh Allah'a ulaşıp, Allah'ın Zat’ında yok oluyor. Kişi evvâb oluyor. Bundan sonra kişi daha çok zikrini arttırıyor.

İşte sevgili kardeşlerim, ruhunuz Allah'a ulaşıncaya kadar siz aktif bir yolculuk yaptınız. Ruhunuz 7 tane gök katını aştı; ruhunuz Allah'ın Zat’ına ulaştı. O noktaya kadar ruhunuzu Allah'a ulaştırmak için bir çabanın içindeydiniz. Bu, nefs tezkiyesinin size %51’ini sağladı. Allah'a ulaştıktan sonra artık yolculuk yok. Bundan sonraki çalışmanız sırf erdemlilik için, insan-ı kâmil olmak için. Bu noktadan itibaren; ruhunuz Allah'ın Zat’ında yok olduğu noktadan itibaren; 22. basamaklardan itibaren, 23, 24 ve 25. basamaklarda fizik vücudun teslimi için bir Sıratı Mustakîm üzerindesiniz. Fizik vücudunuz daha baştan itibaren bu Sıratı Mustakîm’in üzerindedir. Yani Allah'a ulaşmak için irşad makamına ulaşıp tâbiiyetinizin gerçekleştiği an, ruhunuz için ruhun Sıratı Mustakîm’inin (Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm’in) fiili olarak devreye girdiği an fizik vücudunuz için de Sıratı Mustakîm’desiniz. Nefsiniz için de Sıratı Mustakîm’desiniz. İradeniz için de Sıratı Mustakîm’desiniz. Ama fizik vücudunuzun Sıratı Mustakîm’i de nefsinizin Sıratı Mustakîm’i de iradenizin Sıratı Mustakîm’i de hepsi erdemlilik için vardır. Sadece ruhunuzun Sıratı Mustakîm’i yolculuk içindir. Erdemlilik ondan sonra başlayacaktır. %50’den sonraki safhada adım adım erdemli olmayı başaracaksınız. Orada henüz karanlıkları yendiniz. Ruhunuzun Allah'a ulaştığı noktada karanlıkları henüz yendiniz. Ama ruhunuzu Allah'a ulaştırdınız; yolculuk tamamlandı ruhunuz için. Allah'ın Zat’ına ulaştınız ve Allah'ın Zat’ında yok oldu ruhunuz. Allah’ta yok oldunuz. İşte burası nefsinizin Allah'a verdiği nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yoluyla nefsinizi Allah'a teslim etmenin yarı yolunu ifade eder.

Nefsinizin kalbindeki nurlar, ruhunuzun Allah'ın Zat’ında yok olduğu an %61’e ulaşır ve %61 olduğu noktada da yeni bir muhtevaya girersiniz. Artık Allahû Tealâ’nın size bir İndi İlâhi’de taht vermesi için yeni bir safhadasınız; % 61 nurun ötesi. Allahû Tealâ En’âm-27’de diyor ki:

6/EN'ÂM-127: Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).

Rab’lerinin katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış olduklarından dolayı, O (Allah), onların dostudur.


“Onlara, Allahû Tealâ’nın İndi İlâhi’sinde selâm yurdu vardır (teslim yurdu vardır).”

Allah’ta demiyor; Allah'ın indinde. Onlar, altın tahtlardır ve taht ihsan edilir. Bu tahtın ihsan edildiği noktadan itibaren %61 nurdan öteye geçtiniz demektir. Taht ihsan edildiği nokta, %61’e ulaştığınız yer. %61’den sonraki kesim nefsinizin kalbinde, ne zaman ruhunuz Allah’a ulaşmışsa o noktada nefsinizin kalbindeki nurlar %51’den ötede, yükselmeye başlıyor. %61’e kadar yükselme, ruhunuz Allah'ın Zat’ında yok olduğu noktaya kadar. %71’e kadar yükselme, Allahû Tealâ’nın size taht verdiği noktaya kadar. Taht verdikten sonraki yükselme %81’e kadar. %71’den başlayan yeni bir safhayı içeriyor; zahid oluyorsunuz. Allahû Tealâ negatif zühdden bahsediyor Kur’ân-ı Kerim’de:

12/YÛSUF-20: Ve şerevhu bi semenin bahsin derâhime ma’dûdetin, ve kânû fîhi minez zâhidîn(zâhidîne).

Ve onu (Yusuf’u), az bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar. Çünkü; ona karşı zahidlerden idiler.


“Onlar, Yusuf’a karşı zahiddiler. Bu yüzden O’nu birkaç dirheme sattılar.” diyor.

Pozitif zühd ise her gün Allah’a günün yarısından daha fazla zikir yaparak dünyaya değil, Allah’a dönük olduğunuzu Allah’a ispat etmeniz. Böyle bir ispat müessesesinde kişi, zahid oluyor. Allah’ı önde tuttuğu, dünya hayatını 2. planda tuttuğu her gün Allah'ı günün yarısından; 12 saatten daha fazla zikretmesinden kesinlikle ortaya çıkıyor. Ve bu kişi zikrini arttırıyor, öyle bir noktaya geliyor ki zikri, günün yüzde, zikrinin neticesinde kalbine dolan nurlar %80’i aşıyor. Kişinin erdemliliği ile nefsinin kalbindeki fazılların birikimi aynı oranı gösterir. Bu noktada kişi fizik vücudunu Allah'a, fizik vücudun bütün Allah’ın emirlerini yapmasıyla teslim eder. Ama bu teslimde rezistans vardır. Nefsin kalbindeki %19 afet hâlâ isyandadır. Emirleri yapmak istemez. Ama çok küçük bir azınlık oluşturur bu. Bu küçük azınlığa da fizik vücut aldırmaz. Onların isyanına rağmen Allah'ın bütün emirlerini yerine getirir, yasak ettiği hiçbir fiili de işlemez. İşte burası fizik vücudun Allah'a teslim olduğu, %81 nurun nefsinizin kalbinde oluştuğu, %79 fazilet sahibi olduğunuz bir noktadır. Peki, siz bu noktada erdemli bir insan mısınız? Hayır, bu nokta da erdemlilik için yeterli değildir.

Öyleyse erdemliliğin bir diğer adına geliyoruz; hikmet. Erdemli olanlar, kademe kademe erdemi yükselenlerdir. Ama erdemin, Allah'ın istediği hüviyette kâmil insan olma standartları, erdemli olmanın gerçek vasfı hikmetle başlar. Yani daimî zikrin sahibi olduğunuz zaman başlar. Eğer Allah’a tevekkül etmişseniz daimî zikir konusunda, o zaman mutlaka daimî zikre Allahû Tealâ sizi ulaştırır. Ve ulaştırdığı zaman daimî zikir müessesesi sebebiyle evvelâ; bir; daimî zikrin sahibisiniz. Bu sebeple kalbinizdeki bütün afetler yok olmuştur. O geri kalan fizik vücudunuzun teslimi sırasında nefsinizin kalbinde olan %19 karanlık, daimî zikre başladığınız anda yerini faziletlere terk etmiş ve kalbinizi bırakarak kaçmak mecburiyetinde kalmışlardır. Artık nefsinizin kalbi %98 fazıllarla donanmıştır. Sadece %2 rahmet, Rahîm esmasının simgesi olarak nefsinizin kalbini işgal etmektedir. İşte burada siz, faziletli bir insansınız. Erdemlilik burada kendisini artık gösterir.

Erdemli bir insan olmanın standardı, nefsin kalbinin %100 Allah'ın nurlarıyla dolmasıdır. Bunun mânâsı, o kişi Allah'ın bütün emirlerine itaat edecektir. Başka bir alternatifi yoktur, mutlaka itaat eder. Allah'ın yasak ettiği fiilleri işlemeyecektir, işlemesi mümkün değildir. Mutlaka Allah'ın yasaklarına riayet eder. Hâlâ iradesi kendisinindir. Kendi iradesini kullanmaktadır ve bu kişi daimî zikrin sahibidir; birinci özelliği. Bu sebeple nefsinin kalbindeki bütün afetler yok olmuştur. Daimî zikrin sahibi olduğu cihetle, o kişinin daimî zikrin sahibi olduğu anda nefsinin kalbindeki mühür, zülmanî kapıyı kapatmıştır ve bu mührün üzerine devamlı olarak Allah'ın katından gelen rahmet, fazl ve salâvât nurları basınç yapmakta ve bu basınç mührü devamlı orada, zülmanî kapının üzerinde tutmaktadır. Kişinin zikri devamlı zikir hâline geldiği için bu rahmet, fazl ve salâvât nurları kesilmemektedir. Kesilmeyince de zülmanî kapının açılması mümkün değildir. Hiçbir zaman karanlıklar o kişinin kalbine artık geri dönemez. O kalp, faziletini son hedefe; %98’e çıkarmıştır. Öyleyse bu sebeple nefsin kalbinde bütün afetler yok olmuştur. Yerini %98 fazılla %2 rahmete bırakmıştır. Bunun tabiî neticesi olarak o kişinin Allah, kalp gözünü açmıştır. Allah'ın gösterdiklerini kişi kalbi ile görebilmektedir. Kalp kulağını açmıştır. Allah'ın söylediklerini kişi işitebilmektedir. Bu temel şartlar kişiyi, 3 tane de vasıf şartının sahibi kılar. Ya da bu şartların hepsi 7 tanedir. 4’ü asılları oluşturur. 3 tane de sonuç şartı vardır. İster sonuç şartı deyin, ister temel şart deyin, ister vasıf şartı deyin; isimler önemli değil. Daimî zikir, nefsin afetlerinin yok olması, kalp gözünün ve kalp kulağının açılması, 3 sonuç şartı için temel teşkil ederler. Ve o kişi, hikmet sahibi olur. O kişi, tezekkür sahibi olur. O kişi, hayır sahibi olur. Niçin hayır sahibi olur? Daimî zikirde olduğu için zikir sebebiyle kesintisiz bir şekilde her an derecat kazanmaktadır. Her an hayır kazandığı için: “Ona büyük hayır verilmiştir.” diyor Allahû Tealâ.

2/BAKARA-269: Yu’til hikmete men yeşâu, ve men yu’tel hikmete fe kad ûtiye hayran kesîrâ(kesîren), ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).

(Allah) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse böylece ona çok hayır verilmiştir. Ve ulûl elbabtan başkası tezekkür edemez.


İşte erdemin; faziletliliğin temelinde büyük hayır vardır. Kişi, sonsuz bir şekilde hayır kazanmaktadır, kesintisiz. Erdemin temelinde hikmet vardır. O kişi âyetlere baktığında o âyetin Kur’ân-ı Kerim’in 28 basamağından hangisine ait olduğunu, bir bakışta ortaya çıkarabilecek olan bir faziletin sahibidir. Ve o kişi ehl-i tezekkürdür; Allah ile her zaman konuları tezekkür edebilir. Yani Allah'a sualler sorar, Allah da ona mutlaka cevabı verir. Aslında Allahû Tealâ dilerse verir; ama bu dilek her zaman vardır. Her zaman vermeyi ister ve cevabı verir Allahû Tealâ.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ bilin ki keyfe ma yeşadır. Dilediğini yapar sadece. Kişinin talebi üzerine Allahû Tealâ böyle bir sonuca kişiyi ulaştırır. Ama diyelim ki Allahû Tealâ cevap vermeyi dilemedi; o zaman cevap vermez. Hiç kimsenin Allahû Tealâ’dan mutlaka cevap alacağı konusunda bir garanti söz konusu değildir. Bu kişi, burada bu 7 tane şartın sahibi olarak, 7 vasfın sahibi olarak erdemli olmuştur ve ona yer katları (yerlerin melekûtu) mutlaka Allahû Tealâ tarafından gösterilir. Erdemliliğin standardı melekût sahibi olmaktır. Yerlerin 7 katı gösterildiği zaman, 7. kat zemin kattır. En alt kattan başlayarak gösterme zemin kata gelinir. Zemin katta da devrin imamının dergâhının sırları gösterilir. Burası ulûl'elbab makamıdır. Kişi lübb’lerin sahibi kılınır. Fizik ötesi yetenekler kazanır; kalp gözü, kalp kulağı gibi. Buradaki olay, bu kademedeki (ulûl'elbab kademesindeki) olay ve bu kişi, hikmet ehlidir.

Sonra ne zaman Allahû Tealâ ona göklerin melekûtunu göstermeye başlarsa, bu sefer de 1. gök katından başlamak üzere 7 tane gök katını kişi görecektir. Kendi ruhunun da nasıl Allah'a ulaştığını, Allahû Tealâ dilerse ona gösterir. 7 tane gök katının her birisi bir ayrı kademe ifade eder. 7 yer katının gösterilmesinde o kişinin nefsinin kalbi, 7 mertebe müzeyyen olur. 7 mertebe (7 kademe) gök katlarının gösterilmesi, o kişinin 7 kademede daha nefsinin kalbinin müzeyyen olmasını ifade eder. Sonra Allahû Tealâ, Tövbe-i Nasuh’a davet eder kişiyi. Bu, salâh makamına geçiştir. Bundan sonra Allahû Tealâ kişiye salâh nurunu verir; 2. kademe. O kişinin günahlarını örter; 3. kademe. O kişinin günahlarını sevaba çevirir; 4. kademe. Salâh makamının ilk 4 kademesi, kişi burada irşada ulaşır. İrşad etmek için ehil hâle gelmiş, bütün ilmi artık kendisinde toplamıştır. Sadece iradesinin teslimi kalmıştır ve Allah iradesini, Kendi iradesine bağlayarak teslim alır. İlâhi İrade’ye, cüz’î irade bağlanmıştır. Bu noktada Allahû Tealâ o kişiye, onun iradesini İlâhi İrade’ye bağladığı zaman Allahû Tealâ o kişiye, “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesiyle hitap eder. İşte bu kişi erdemin gerçek sahibidir. Erdemlilik asıl bu makama aittir. Bu makam irşad makamıdır. Ve irşad makamına geçen bir kişi muhtemeldir ki Allahû Tealâ tarafından, “Nurumuzu tamamla.” talebinin mükâfatını da alacaktır. Yani onun başının üzerine kendi ruhu Allahû Tealâ tarafından gönderilir ve o kişi ruh tayyi mekânı için Allahû Tealâ tarafından teçhiz edilir. Erdemliliğin aslî unsuru, o kişinin nefsinin kalbinin 19 defa müzeyyen olmasıdır. Burası insan-ı kâmili oluşturur. İnsan-ı kâmil irşad ehlidir. Allahû Tealâ’nın, “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesiyle tayin ettiği insanlar; erdemliler onlardır. Onlar her açıdan ferasetin sahipleridir. Onlar erdemle yani faziletle mücehhez olmuşlardır. Onlar, faziletin gerçek sahipleridir.

İşte sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım,, Allah'ın bütün resûlleri bu erdem kademesinin daha ötesinde erdemin sahipleridir. Devrin imamıysa onlardan da daha ötede erdemin sahibidir. Bu Allah’ın o müzeyyen olmaya ilâveten özel erdem sahibi kılmasıdır resûlleri ve devrin imamını.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, sizinle beraber olduğum zaman dakikaların nasıl geçtiğini hiç anlayamıyorum. Gene 1 saat tamamlanmış, gene konumuzun sonuna gelmişiz. Her şey çok mu güzel yoksa bana mı öyle geliyor? Ne diyorsunuz sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim? Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem de dünya saadetine yani iki cihan saadetine en üst boyutlarda ulaştırmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım.

Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali M İ H R