}
Mutluluk Sohbeti 13.10.2003
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 107070


SOHBETİN ADI: MUTLULUK

TARİH: 13.10.2003

 

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir zikir sohbetinde, mutluluk etrafında konuşmak üzere birlikteyiz. Sizleri mutluluğa davet ediyoruz. Hepinizin önemle üzerinde durduğunuz, özlediğiniz temel konu, mutluluk.

 

Hiç sanmıyoruz ki; şu dünyada mutlu olmayı istemeyen bir insan bulunsun. Herkes mutlu olmak ister. Ama insanların küçük bir kısmıdır mutluluğa ulaşan, sevgili kardeşlerim. Neden böyle oluyor? Çünkü insanlar Allah’ı unutmuşlar. Mutluluğun Allah’a bağlı bir vetire olduğunu, bir fenomen olduğunu bilmiyorlar. Bizi ilk defa dinleyen herkes şimdi diyecek ki: “Ne alâkası var yani şimdi? Allah’ı ne karıştırıyorsun? Mutlulukla Allah arasında ne gibi bir ilişki olabilir ki?” Olabilir, olabilir. Ve tek bir ilişki vardır, mutluluğun anahtarı; Allah ile ilişki.

 

Allah sizi seviyor, hem de çok seviyor, hem de pek çok seviyor. Sizin O’nu sevdiğinizin binlerce katı sizi seviyor Allahû Tealâ. “Kâinâtta en çok sevdiği mahlûk hangisidir?” diye  bana sorarsanız eğer, Kur’ân-ı Kerim cevap veriyor; insanı seviyor Allahû Tealâ. Meleklerden de fazla, cinlerden de fazla, hayvanlardan da fazla, Allah’ın yarattığı bütün mahlûkattan fazla insanı seviyor Allahû Tealâ. İnsanlar, hayvanlar, melekler, cinler, kuşlar, balıklar, bunların arasında Allah’ın en çok sevdiği sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allah’ın en çok sevdiği, insandır. İnsan, nev’i şahsına münhasır, özel bir yerin sahibidir Allah’ın indinde. İnsan, üstün mahlûk olarak yaratılmıştır.

 

Öyleyse siz, üstün bir mahlûk olarak yaratıldınız. Çünkü siz insansınız. Ama küçücük bir şartla; bu üstünlüğe lâyık olmak mecburiyetindesiniz. Ya olursunuz; hepsinden üstün bir pozisyon alırsınız ya da olmazsınız; o zaman Allahû Tealâ hayvanlardan daha aşağı olarak değerlendiriyor.


Öyleyse kimdir hayvanlardan daha aşağı olan insanlar? Kimdir, bu aşamayı geçmiş olan, insan hüviyetine ulaşmış olan, hayvanlardan da meleklerden de cinlerden de Allah katında daha sevgili olan, daha üstün olan, kimdir o? O, Allah’ın dostudur.


İşte Allah’a dost olmak veya taguta dost olmak, yani insan ve cin şeytanlara, bu sizin elinizde sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. Siz bir insan olarak yaratıldınız. Hayvanlardan, cinlerden, meleklerden daha üst olmaya namzetsiniz. Üstün olarak yaratıldınız ama bunu elde etmek mecburiyetindesiniz. Harekete geçmezseniz, o zaman hep hayvanlardan daha aşağı bir seviyede yaşamak mecburiyetindesiniz. Bunu sakın bir hakaret saymayın. Bu, Kur’ân-ı Kerim’in temel hükmüdür.

 

Diyor ki Allahû Tealâ, A’raf Suresinin 179. ayet-i kerimesinde:


7/A'RÂF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran minel cinni vel insi, lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).

Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.


“Biz cehennemi, insanların ve cinlerin çoğu için yarattık. Onların gözleri vardır ama o gözlerle görmezler, göremezler. Onların kulakları vardır ama o kulaklarla işitemezler. Onların kalpleri vardır ama o kalple, kalplerle idrak edemezler.” diyor. “Onlar o kalplerle idrak edemezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hayır, hayvanlardan daha çok dalâlettedirler, daha aşağıdadırlar.” diyor Allahû Tealâ.

 

Öyleyse ne demek istiyor Allahû Tealâ acaba? Hayvanlardan bahsediyor Allahû Tealâ.


“Onların” diyor, “mutlaka, hangi hayvan türü olursa olsun, mutlaka bir başkanları vardır.” diyor. “Ve” diyor, “ona itaat ederler.” diyor.


“Hayvanlar” diyor, “ve kuşlar, yani Allah’ın insandan başka yarattığı, cinlerin, meleklerin dışındaki hayvan ve benzeri olan bütün mahlûkat,” diyor Allahû Tealâ, “ onlar dînlerini bilirler.” diyor Allahû Tealâ.


1- “Onlar dînlerini bilirler.” 


24/NÛR-41: E lem tera ennallâhe yusebbihu lehu men fîs semâvâti vel ardı vet tayru sâffât(sâffâtin), kullun kad alime salâtehu ve tesbîhahu, vallâhu alîmun bimâ yef’alûn(yef’alûne).

Semalarda ve arzda olanların ve saflar halindeki kuşların, Allah’ı tesbih ettiğini görmedin mi? Hepsi, namazlarını (dualarını) ve tesbihlerini bilmişlerdir. Ve Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.


Tek bir dîn; hayvanlar için de kuşlar için de cinler için de bütün mahlûkat için tek bir dîn söz konusu. Allah’a; ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi teslimden oluşan tek bir dîn.


*“Onlar dînlerini bilirler.” Madde-1.

*Madde-2: “Ve Allah’a ibadet ederler.” diyor Allahû Tealâ.


Hayvanlar için de Allahû Tealâ diyor ki:


“Ve onlar Allah’a ibadet ederler.” diyor.

 

*Madde 3: “Onların hepsinin bir başkanları vardır, mutlaka o başkana itaat ederler.” diyor Allahû Tealâ.


Öyleyse başkanları var ve başkanlarının emrine mutlaka itaat ediyorlar. Dînleri var, ibadetleri var. Aralarında konuşuyorlar. Anteni olan hayvanlara dikkatle bakın; karıncalar ve arılar, bu iki grup da uzaktan haberleşirler. Yiyeceklerinin nerede olduğunu birbirlerine haber verirler. Bir süre sonra kervanlar çalışmaya başlar. Hele karıncaları, art arda dizilen karıncalar olarak görürsünüz. İki yol oluştururlar. Birincisi, yiyeceğin bulunduğu yere gelenlerin yolu. Yüzlerce, binlerce karınca o yol üzerinde giderler. İkinci yol, yüklerini alıp da geri dönenlerin yolu. Onlar da ağızlarına sıkıştırarak götürecekleri nesneyi, yola düzülürler ve dönüş yolunda olurlar. İki yol da daima doludur. Ta ki oradaki yükü tamamlasınlar, yuvalarını gıdayla doldursunlar; buğdaylarla, arpalarla vesaire. Arılarsa, nerede hangi çeşit çiçek bulunduğunu birbirlerine çok net olarak, gene antenleriyle, uzaktan ses dalgalarıyla ulaştırırlar, haber verirler ve bir anda orası arılarla dolar. Ondan sonra çiçeklerden bal alan, yuvasına gidip balını, çiçeklerden öz alan, onu bal haline getirip yuvasında şekle sokar.


Yani ne demek istiyoruz? Yani şunu demek istiyoruz: Onlar hayvan. İnsanlar kadar üstün mahlûklar değil. Ama bize örnek olacak olan bir çalışma dizaynları var.


Peki, bizim çalışma dizaynımızda eksik olan ne? Bizim çalışma dizaynımızda eksik olan sevgi, sevgili kardeşlerim. Kardeşlerimizin arasında sevgi noksanlığı var. Allah yolunda çalışırken iki ayrı grup oluşturuyoruz. Nefslerimize tâbî oluyoruz. Ve birbirimizle, el ele, gönül gönüle, bütün yardımları birbirimize karşı gerçekleştirerek, tek bir kitle gibi hareket edemiyoruz. Nefsimize tâbî oluyoruz. Birbirlerine neredeyse düşman olan insanlar oluşturuyoruz. Birbirlerini sevmeyen, birbirlerinin yardımına koşmayan, birbirlerinin başarısını istemeyen, kıskanan, gıpta etmek değil, başka bir dizayn içerisinde, haset dizaynı içerisinde çalışıyoruz.


Öyleyse biz insanlar, hayvanlardan ders almak mecburiyetinde değil miyiz bu açıdan? Şu karıncalara dikkatle bakın. Bir çizgi üzerinde, bir evvelkinin izi arkasında, bir sonraki geliyor. Yüzlerce, binlerce karınca bir hedefe doğru yürüyor. Hiç kimse diğerini önlemek azminde değil, gayretinde değil. Bilakis herkes birbirine yardımcı. Birbirinin ardından aynı hedefe yürüyorlar azimle, yılmadan, usanmadan. Bize örnek değil mi?

 

Sevgili kardeşlerim, eğer mutlu olmak istiyorsanız, çalışanlar olarak mutlu olmak istiyorsanız, iş dizaynını dikkate almanız yetmez. O kadar ayrı cephelerden eksikleriniz var ki sevgili kardeşlerim. Evvelâ bir ekip nizamı oluşturamıyorsunuz. Ekibin her noktasında kendisine iş düşen bir kardeşimiz olacak. Ondan evvelki, elindekini ona ulaştırdığı zaman, o kendisine ait olan kesimi tamamlayıp kendisinden sonrakine, aşk ile hizmetini tamamlayıp teslim etmeli. Öyle bir aşk ve şevk ile, iştiyak ile çalışmalıyız ki; kardeşlerimizin yaptığı yanlış davranışlar bize hiç tesir etmemeli. Evvelâ o yanlış davranışın sahibi olan kardeşlerimiz, neden? Neden? Hiç sordunuz mu kendinize; “Ben neden insanların karşısındayım? Neden onlarla beraber değilim? Neden Allah yolunda bir iş yaparken insanlar beni sevmiyorlar, adeta benden nefret ediyorlar? Neden yanımdaki insanlar birer birer kaçıyor, en azından kaçmak istiyor, neden?”

 

Sevgili kardeşlerim, Allah’ın yolunda mutlu olmak istiyorsanız, beraber çalıştığınız kardeşlerinizi, onlara mutlaka yardım etmek gereken kişiler olarak onları kabul etmek mecburiyetindesiniz. Nefsinize ağır mı geliyor?

 

Allah’ın dizaynı açık ve kesindir. Her davranış biçimi, sevgi mahreçlidir. Sevgiden başlayan bir hâle, adım adım genişleyen halkalarla çevreye dağılır, dağılmalıdır. Biz aramızdaki o güzel ilişkiden eser olmayan bir noktadayız. Öyleyse neden bahsediyoruz sevgili kardeşlerim? Mutluluk bir uyum halidir diyoruz.


Mutluluğun birinci şartı: Mutluluk bir uyum halidir.


Üç kişinin birarada çalıştığı bir yerde üç kişi arasında uyum sağlayamıyoruz. Hep davranış biçimlerimizde hatalar var. Yardımlaşma görünmüyor. Bir Allah yolunda hizmete koşmak var, bir de hizmete koşanların bıktırılması, caydırılması, hayattan bezmelerini oluşturan bir çevre davranış biçimleri dizisi var. O zaman hangi mutluluktan bahsedebilirsiniz ki sevgili kardeşlerim? Allah yolunda hizmet yapıyoruz diye birbirinizin kalbini kırıyorsunuz. Ulûl’emrler, emirlerinde olan kardeşlerimize, onları bezdirecek şekilde kötü davranabiliyorlar. Hani en güzel davranışlar nerede kaldı? Sevginin hâkim olduğu, gönül gönüle bir beraberlik, mutluluk şarkıları, onlar nerede kaldılar? Nerede sorumluluk hissimiz? Sevgili kardeşlerim, teoriyle pratik arasında bir uyum oluşturamıyoruz.


“Mutluluğun temel faktörü nedir?” diyorsanız, bunun adına Allahû Tealâ “sevgi” diyor. Sevgisiz mutluluğu yaşayamazsınız. Mutlulukta nefretin yeri yoktur. Mutlulukta tahakkümün yeri yoktur. Tahakküm eden, sadece çevresindeki insanları huzursuz kılmakla kalmaz, kendisi de devamlı huzursuz olmaya mahkûmdur. Huzursuzluk veren, kendisi de huzursuzdur.


Sevgili kardeşlerim, bunca ikaza rağmen ulûl’emr kardeşlerimizin hâlâ etraflarına sevgiyi saçamamaları, iblisin nasıl bir tuzağında olduklarını göstermiyor mu? İblis, tahakkümü emreder. İblis, başka insanlara zorbalıkla istediklerini yaptırmayı emreder. Bu istekler çoğu zaman Allah’ın emir hedeflerinin ötesinde, kişinin kendisini saydırmak üzere nefsî davranışlarını da içerir. Tahakküm burada başlar.

           

Sevgili kardeşlerim, neden? Neden sevgi değil de tahakküm? Dikkat edin ki; tahakkümün bünyesinde sevgi yoktur. Tahakküm, nefsin afetlerinden birisidir. Hükmetme arzusu, başkalarına kendisinin onlardan üstün olduğu tezini kabul ettirmek. Neden? Etrafınızdaki insanlar sizi severlerse, sizin de beraber bulunduğunuz bir ekipte en güzel şekilde Allah için çalışırlar ve çalışmaları onlara hiçbir noktada, ne kadar yorgun olurlarsa olsunlar ağır gelmez. Ama zulüm, insanları bezdirir. Onları bir hedefe ulaşmaktan men eder. Hem zulmeden kişi mutsuzdur, hem de zulmettikleri mutsuzdur. Farkına bile varmadan, bir bakarsınız ki emir ve kumanda mevkiinde olan kişi, zulmetmeye başlamıştır.

           

Sevgili kardeşlerim, sevgiyi mutlaka ön plana almak mecburiyetindesiniz. Her şeyin en güzel olması mümkün mü? Evet mümkün. Bir sevgi hâlesiyle her şeyi en güzele ulaştırabilirsiniz. Ve bunun için bir yaklaşımınız yeterlidir, pozitif istikamette bir yaklaşımınız. Kardeşlerinizden hedefe ulaşmak konusunda fedakârlık istediğiniz zaman bu onlara zorla kabul ettirilmiş olan bir faktör, hiçbir devrede olmamalıdır. Allah yolunda hizmet eden  kişiye, o hizmeti severek yapması imkânını sağlayacak olan, o ekibin başındaki kişilerdir. Emredenler, emir ve kumanda mevkiinde olanlar, kendi nefslerinin istediği şeyi emredemezler. Allah’ın emirlerini yaptırmakla vazifelidirler. Bu tarzda bir emirse ne onlara zor gelir, ne de emir verdikleri kişilere.

 

Allah yolunda elbette hizmet edilecektir; emredilecektir, emrolunacaktır, emirler yerine getirilecektir. Tamam. Ama Allah’ın emrettiği emirler. O emirleri yapılırken, kişisel engeller koymak, kişiliğini ortaya koymak için, onlardan üstün olduğunu ispat için onlara zulmetmek, Allahû Tealâ’nın asla tasvip etmeyeceği bir hareket tarzıdır. O zaman şunu bilmenizi istiyorum; ulûl’emrler devamlı derecat kaybederler, bu yaptıkları zulüm sebebiyle. Bunun adı başka bir şey değildir. Bunun adı zulümdür.


Sevgili kardeşlerim, sevmeyi öğrenmek mecburiyetindesiniz. Mutlu olabilmeniz, sevmenize bağlıdır. Eğer bunu yapamazsanız tasavvufun dışında olan insanlardan ne farkınız kalır ki? Niçin aramıza katıldınız? Bunu kendi kendinize sordunuz mu hiç, niçin aramıza katıldınız? Allah’ı tanımak için. Niçin aramıza katıldınız? Mutlu olmak için. Bu mutluluğu yaşayabileceğiniz, dünya üzerindeki en uygun yer burası, bizim bulunduğumuz yer, bu irfan ocağı. Ama bu davranışlarınızla sevgili kardeşlerim, etrafınızdaki insanları küçük görürseniz, onları zulümle ezerseniz, siz, sizden bekleneni yapmış olmazsınız. Bundan derecat kazanmazsınız. Kaybedenlerden olursunuz. Kendinize zulmetmiş olursunuz.

 

Dikkat edin, Allahû Tealâ içinizden geçeni de yaptığınızı da bilir. Şeytan hiç boş durmaz. Size derecat kaybettirmek için sizlerle, sizinle birlikte çalışanlar arasındaki ahengi, insicamı bozmak için, uyumu yok etmek için elinden gelen her şeyi yapacaktır.

 

Öyleyse Allah yolunda ulûl’emri de mutlu eden, onunla beraber çalışanları da mutlu eden bir hizmet yerine, her iki tarafı da huzursuz eden, gayret sahibi kardeşlerimize zulmedilen bir ortam, hiç ikisi birbirine eşit olur mu?


Seven sevdiğine koşar, zulmedilen zulmedenden kaçar. Neden etrafınızdaki insanlar azalıyor? Neden insanlar sizinle birlikte çalışmak istemiyorlar? Neden mutsuzsunuz? Neden onlar mutsuz? Bunları düşünerek en güzel davranış biçimleri sergilemek varken, bu davranış biçimlerinde vazgeçemeden ısrar etmek, şeytanın esiri olmak mânâsına gelmiyor mu?

 

Hem ulûl’emrlerin mutluluğu, hem de diğer kardeşlerimizin mutluluğu, aradaki, Allah yolundaki sevgiye dayalıdır. Bu sevgi varsa, iki taraf da mutludur. Hizmet onlara vız gelir. Ama Allah yolunda hizmet aşkıyla dolu olan kardeşlerimizi zulümle huzursuz etmek, ulûl’emre devamlı derecat kaybettirir. Allah yolunda sevilmezler. Allah’ın onlar üzerindeki sevgisi azalır.

 

Dikkat edin, her şeyin ifradı da terfidi de Allahû Tealâ tarafından uygun görülmez. Bu sözlerimizin mânâsı; ulûl’emrler hiç kimsenin işine karışmayacak, onlar nasıl çalışırsa çalışacak şeklinde yorumlanmamalıdır. Çalışan kardeşlerimiz, üzerlerinde bir emir ve kumanda müessesesinin varlığını bileceklerdir. Ama öyle bir emir ve kumanda müessesesi ki; onların üzerlerine titriyor. Onları kendisinden daha çok seviyor, onları koruyor. Her birinin, diğer kardeşiyle arasındaki hiçbir problemin oluşmamasına gayret ediyor. Bütün gayretini, bir iş birliğini sağlamak, hedeflere ulaşmak istikametinde, etrafına sevgi yayarak harcıyor.

 

Severek çalışan insanların oluşturduğu bütün ürünler, başkalarından çok daha lezzetli olur. Çünkü Allahû Tealâ onlara lezzet katar. Herkes aşkla şevkle Allah için çalışır ve bu çalışma onlara sadece doyumsuz bir mutluluk verir. Nerede insanları zorlarsanız, onların her taleplerini mutlaka geri çevirirseniz, sırf ulûl’emr olduğunu ispat etmek için en makul ve uygun olan şeyleri bile reddederseniz, bu insanları severek çalışmak yerine zorlayarak çalıştırmayı hedef edinirseniz, arkasında ne vardır? Zorlamak nereden başlar? Sevilmemekten başlar. Sevilmezseniz, etrafınızdaki insanlar emirlerinizi yapmaktan zevk duymazlar. Sevilmezseniz, arkasında mutlaka Allah’ın emrine nefsinizden bir şeyler katmanız, yani zulüm vardır. Yoksa sevilirsiniz.  

 

Sevgili kardeşlerim, bu dizayna dikkatle bakın. Dikkatle bakın ki; Allah yolunda hepiniz mutluluk için gerekli dersleri almış olasınız da hizmet edesiniz. Sevgiye dayalı, sevginin verdiği bir sarsılmaz bir çalışma azmine dayalı, çalışanların kendi aralarındaki en güzel uyum hali, çalışanlarla ulûl’emr arasında en güzel uyum hali, sevginin bütün boyutlarıyla yeşerdiği, çiçek çiçek açtığı bir beraberlik, bir çalışma ortamı.

 

Sevgili kardeşlerim, artık bu sözler bana masal gibi gelmeye başladı. Bir süre sonra mutlaka yozlaşma tahakkuk ediyor. Sevginin kaybolduğu bir ortamda yaşamaya başlıyorsunuz. Kendinize yazık etmiyor musunuz sevgili kardeşlerim? Buraya giriş maksadınıza, aramıza katılmaya aykırı bir dizayn içinde değil misiniz? Birbirini sevmeyen, hatta birbirinden nefret eden ulûl’emrler ve çalışanlar. Böyle bir dizayn olabilir mi? Buna ihtimal vermek istemiyorum. Aksinin kabulü halinde hangi yolda olduğunuzu bir defa daha düşünmeniz gerekecektir. Neden buradasınızın cevabı, demin söylediğim standart değildir.  Öyleyse ait olmadığınız bir yerdesiniz.

 

Sevmeyi ilke haline getirmek durumundasınız. Buram buram mutluluk tüten bir beraberlik oluşturmalısınız. Her biriniz diğer kardeşi için her fedakârlığı yapabilecek olan bir sevginin sahibi olmalı. Her birinize soruyorum; var mı böyle bir sevgi? Sevilmeyen, kolay kolay sevemez ama seven sevilir.

 

Öyleyse sevgili kardeşlerim, buraya mutlu olmak için geldiniz. Burada size Allah’ın mutluluğu öğretiliyor ama şartlı bir olgu söz konusu: Allah’ın koyduğu kaidelere, kanunlara uymak. Ancak o zaman mutlu olabilirsiniz.

 

Sevilmek, sevmenin hediyesi ve sonucudur, mükâfatı ve sonucudur. Severseniz sevilirsiniz. Her noktada seven insanların oluşturduğu bir dizi kardeşlik, dostluk ve mutluluk. İşte bunu görüyoruz. 14 asır evvel sahâbe bunu yaşadılar sevgili kardeşlerim. Tam bir uyum içinde Allah için çalıştılar. Nefsler devre dışı kaldı.

 

Öyleyse etrafınızdaki insanları sevmeye çalışın. Etrafınızdaki insanları, kırılmaması lâzım gelen, Allah’ın sevgilileri olarak düşünün. Onlara iyi davrandığınız takdirde Allah’ın sizi seveceğini ve huzursuz olmayacağınızı düşünün. Dışarıda tatbik edilen iş sistemleriyle tasavvufun içindekiler, birbirine eşit olmaz. Onlar, her alanda nefslerine tâbîdirler. Zulüm her açıdan kol gezer. Ama sizler, bu zulmün mevcut olmadığı bir gül bahçesi oluşturmak mecburiyetindesiniz. Hedefiniz bu olmalıdır, her renkten güller. Her biri, kâinatın en güzel kokusu olan gül kokusunu yayan, davranış biçimleriyle yayan güller. Sevgili kardeşlerim, mutlu olmanın arkasında bu var biliyor musunuz? Eğer mutlu değilseniz, böyle değilsiniz. Aranızda uyumu sağlayamadınız demektir.

 

Eğer dersek ki: “Ben neden fedakârlık edecekmişim? Başkaları fedakârlık etsinler.” İşte iblisin nefsinize söylettiği o sonsuz şarkı, bu şarkıdır. Ve bu şarkı bir melodi güzelliği taşımaz. Sadece kulakları ama özellikle kalbi tırmalar. Mutsuz bir insan olursunuz.

 

Öyleyse sevgili kardeşlerim, eğer sözlerimiz size tesir edemiyorsa, bu uzaktan bir merhabadan öteye geçmiyorsa, o zaman bu merhabayı daha güzele çevirmek mecburiyetindeyiz. Sizlere daha yakından seslenmek mecburiyetindeyiz. Nereye gidiyorsunuz? Eğer Allah’ın sevgilisi olmak için buraya gelmişseniz, bu yaptıklarınız sizi Allah’a sevgili kılamaz. Başka insanlara eza vererek hiçbiriniz Allah yolunda Allah’a sevgili olamazsınız. hangi noktasında bulunursanız bulunun arkadaşlarınızla bir beraberliğin, mutlu olabilmeniz onları sevmenize bağlı. Nasıl burada bu güzelliği bizim etrafımızdaki kardeşlerimiz yaşıyorlarsa, orada da sizler, nerede olursanız olun, bu beraberliği mutlu bir beraberlik haline getirebilirsiniz.

           

İnsanlara tahakküm etmeyin. Beraber çalışan, ekip çalışması yapan kardeşlerimiz, birbirinize en güzel davranışlarla davranmak mecburiyetindesiniz. Yanlış bir şey söylendiğinde buna üzülmemeyi usûl haline getirebilmelisiniz. Başkaları size yanlış davranışlarda bulunsa bile, siz onlara yanlış davranışlarda bulunmamalısınız. Ve sizden bu konuda bir karşıt işaret görmeyince, yanlış davranışın sahibi bundan utanacaktır, utanç duyacaktır. Ona bunu hissettirmeyin.

 

Mutluluğun yolu, zannettiğiniz ve bugüne kadar tatbik ettiğiniz yol değildir. Mutluluk yozlaşmaya götürmez. Yozlaşma, mutsuzluğun işaretidir. Allah’ın emirlerine sadakatle sahip çıktığınız zaman farklı bir yaşantının hem siz sahibi olacaksınız, hem de etrafınızdaki insanlar.

 

Hepinize ayrı ayrı hitap ediyorum. İnsanları hayatlarından bezdirmeye hiçbirinizin hakkı yok. Herkes etrafındakilere en güzel davranışla davranmalıdır. Böyle davranmayanlar, bizim sevgimizi kaybedeceklerinden korkmalıdırlar. Önemli olmayabilir. O zaman zaten problem yok. Aramızda olmalarının da bir anlamı yok.

 

Burası, sizin mutluluk yuvanızdır. Uyum sağlamak suretiyle mutlu olabilirsiniz. Eğer etrafınıza devamlı mutsuzluk veren biriyseniz, o zaman burası sizin yeriniz değildir. Kendinize sorun; neden buradasınız ve ne yapıyorsunuz? Hiç kimsenin başkalarına ızdırap çektirmeye hakkı yoktur. Davranış biçimlerinizi buna göre dizayn etmek zorundasınız.

Allah’ın, dostlara, Allah’ın, sevgililere, Allah’ın Allah yolunda olanlara ihtiyacı vardır. Aslında hiçbir şeye ihtiyacı yoktur ama tercihi onlardır. Neden onlardır? Çünkü O sadece mutlu olmanızı ister. Mutlu insanlar O’nun istediği vasıfların sahibidir ve oraya bedavadan gelmemişlerdir. Elbette başlangıçta herkesin nefsi vardır. Herkes başkalarına kötü davranarak bu kutsal alanın içine girmiştir. Bu mukaddes hüviyetin içerisinde yeni bir hayat söz konusudur. Başkalarının haklarına azamî saygı göstererek ve başkalarını kendimizden daha fazla sevmeye çalışarak ve bir gün severek bir hedefe varırız. En üstün noktada siz hiç kalmazsınız, sadece etrafınızdaki insanlar kalır. Sadece onlar için yaşamaya başlarsınız. İşte o zaman siz dünyadaki en mutlu insan olursunuz. Sevgili kardeşlerim, o zaman siz istemediğiniz halde Allahû Tealâ sizi üstün kılar. Ama dikkat edin, bu bedavadan elde edilmez. O üstün kılındığınız yerde siz artık sadece başkaları için yaşamaya başlamış olan birisiniz. Dünyadaki en mutlu insanlardan birisiniz. Artık siz yoksunuz. Hayatınızı başkaları işgal etmiştir ama Allah’ın sevgilisi sizsiniz. Seviliyorsunuz ve seviyorsunuz. Sizden çevrenize yayılan şey şiddet değildir, nefret değildir, zulüm değildir, sevgidir, sevgidir, sevgidir. Allah’ın düsturlarını, temel hedeflerini, yerli yerine oturtmak suretiyle hedeflerimize gidebiliriz. Mutluluk, grup mutluluğu, bir sosyal mahlûk olan insan için, mutlaka başkalarıyla yaşamak mecburiyetinde olan insan için, olgu aslında bu kadar basittir. Ne kadar bunu gerçekleştirebilirsek, o kadar hem kendimiz mutlu oluruz, hem de etrafımızdaki insanlar mutlu olur.

 

Bakın sevgili kardeşlerim, nerede huzursuzluk varsa, orada zulüm mutlaka vardır. Orada ‘ben’ vardır. Orada başkaları sizden önce gelmez, önce siz varsınız ve onlar için yaşamazsınız, kendiniz için yaşarsınız. Onları kendiniz için yaşatmaya çalışırsınız ve en büyük hatanız bu olur. Böyle olduğu sürece ne siz mutlu olursunuz, ne başkaları. Her geçen gün mutsuzluğunuz artar. Bunun için yaratılmadınız. Başkalarına güzellik saçmak için, onları mutlu edecek davranışlar ulaştırmak için yaratıldınız. Böyle yaparsanız karşınızdakilerin hepsinden size, sizi mutlu edecek davranışlar ulaşır. Nerede mutsuz bir insan görürseniz, göreviniz onu mutlu bir insan haline getirmek için ona yardımcı olmaktır her açıdan.

 

Unutmayın, Allahû Tealâ etrafınızdaki her insanı sizin mutluluğunuz için bir pencere, bir kapı olarak sizinle beraber kılmıştır. Onları mutlu etmek istikametindeki her güzel davranışınız, aslında iki kat olarak size geri döner. Siz mutlu olursunuz. Mutlu olan, mutluluğu alan değil, verendir. Her şey, özellikle mutluluk, vermenin sonucunda alınandır.

 

Sevgili kardeşlerim, öyleyse şunu düstur edinmelisiniz, usul edinmelisiniz, hedef edinmelisiniz ki; siz başka insanları daha mutlu, daha mutlu, daha mutlu, daha mutlu etmek için yaratıldınız. Bunun sonucu sizin daha mutlu, daha mutlu ve daha mutlu olmanızdır. Kanun budur. Siz insanlara mutsuzluk vermekle mutlu olacağınızı zannediyorsanız, bu şeytanın sizi korkunç bir tuzağa düşürmesi mânâsına gelir.


Söylediklerimi kendi kendinize düşünün. Yalnız kaldığınız bir ortamda, enine boyuna bu kaseti dinleyerek düşünün. Özellikle ulûl’emr kardeşlerimiz, ulûl’emr toplantılarına iştirak etmeyen kardeşlerimiz, kendinize yazık ediyorsunuz.

 

Öyleyse dizayna beraberce bakalım. Ne yapmanız lâzım? Yapmanız lâzım gelen, kalın çizgilerle tek bir kalıpta gösterilebilir: Başkalarına mutluluk ulaştıran bir insan olmak. Bu, sizin mutluluğunuzun anahtarıdır. Bu yoksa mutlu olamazsınız; çevrenize zulüm saçan, mutsuzluk saçan bir insan olmakta devam edersiniz.

 

Elbette sözlerimiz, ne tefridi ne ifradı muhtevasına almıyor. Bir ulûl’emr, hiç kimsenin işiyle alâkalı değilse, “Ben kimseye zulmetmek istemiyorum, öyleyse onların işlerine karışmam.” tarzında bir işaret taşıyorsa davranışları, o tefrittedir. Görevini yapmıyor. Bu, şeytanın bir tuzağıdır. “Eğer onlarla yakın olursan, o zaman sana öyle davranışlarda bulunurlar ki; o zaman onlara zulmetmek mecburiyetinde kalırsın. Onun için sen işlere karışma, onlar nasıl yaparlarsa yapsınlar.” Bu, şeytanın birinci tuzağıdır. Allah’ın emri bu değildir. İkinci tuzağı; ifrat tuzağıdır. İnsanlara bir şey emrettiğiniz zaman, adım adım nefsinizden de bir şeyler katmayı, şeytan usûl haline getirir. Öyle bir gün gelir ki; onların her söylediğine karşı çıkan bir despot olursunuz. Sadece kendi emrini yaptıran, Allah’ın emrini hiçe sayarak kendisinin dediklerini insanlara kabul ettirmeye çalışan, üstünlüğünü devamlı kanıtlamaya çalışan bir zorba. Sonuç mu? Hem siz mutsuzsunuz hem de etrafınızdaki herkes mutsuz. Her ikisi de yanlıştır. İfrat da yanlıştır, tefrit de yanlıştır. Öyleyse çalışma adabı, insanlara mutluluğun bütün boyutlarıyla ulaştırıldığı bir ilkbahar ülkesi kılar her dergâhı.

 

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ’nın hepinizi ama hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.

 

Allah hepinizden razı olsun.  

 

İmam İskender Ali  M İ H R