}
Mutluluk Sohbeti 10.11.2003
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 107202


SOHBETİN ADI: MUTLULUK

TARİH: 10. 11. 2003

 

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, işte bir zikir sohbetinde birlikteyiz.

 

Konumuz mu? Ezelî konumuz ve ebedî konumuz: Mutluluk.

 

Evvelâ şunu hatırlamalısınız; siz, bir numarasınız, çünkü insansınız. İnsan olarak yaratıldınız.  Sevgili kardeşlerim, herhangi bir şey olarak yaratılabilirdiniz, bir ağaç, bir balık, bir kuş veya herhangi bir varlık. Ama öyle yaratılmadınız, insan olarak yaratıldınız. Öyleyse biliniz ki; şu kâinattaki bütün mahlûkatın içerisinde en kıymetli olan, en üst seviyeyi temsil eden sizlersiniz. Buyuruyor ki Allahû Tealâ:


45/CÂSİYE-13: Ve sahhara lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).

Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.



“Bütün göklerde ve bütün arzlarda yarattığımız her şeyi, katımızdan sizlerin emrine âmade kıldık.” diyor, “musahhar kıldık, âmade kıldık.” diyor.

 

“Bütün göklerde ve bütün arzlarda yarattığımız her şeyi.”


45/CÂSİYE-13: Ve sahhara lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).

Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.

       

Eğer Allahû Tealâ başka bir varlığı, insanı değil de meselâ cinleri daha üstün olarak yaratsaydı, melekleri daha üstün olarak yaratsaydı, diyecekti ki; bu dünyada insanlara indirdiği kitabını, sizleri de meleklerimiz için yarattık, sizleri de cinlerimiz için yarattık. Hayır, öyle demiyor. Bizden başka yarattığı her şeyi, bizlerin emrine musahhar kılmış.

 

Öyleyse sevgili kardeşlerim, Hz. Süleyman’ı hatırlayın. İnsanlardan bir ordusu vardı, cinlerden bir ordusu vardı. Şeytanları da kontrolü altına almıştı. Şeytanlar da onun için çalışıyorlardı. Öyleyse  Hz. Süleyman, bir insandı. Ama kuşların da onun emrinde olduğunu Kur’ân-ı Kerim söylüyor:


21/ENBİYÂ-79: Fe fehhemnâhâ suleymân(suleymâne), ve kullen âteynâ hukmen ve ılmen ve sehharnâ mea dâvudel cibâle yusebbihne vet tayr(tayre), ve kunnâ fâılîn(fâılîne).

Böylece onu (bu hükmü), Süleyman (a.s)’a anlattık. Ve hepsine hikmet ve ilim verdik. Dâvud (a.s)’la beraber tesbih eden (etsinler diye) dağları ve kuşları musahhar (emrine amade) kıldık. Ve (bunları) yapan, Biziz.


Öyleyse en üstün olan sizlersiniz sevgili kardeşlerim. Biz insanlar, Allahû Tealâ’ya çok hamdetmeliyiz, çok şükretmeliyiz ki; şu kâinatta mevcut dizaynın en üstün örnekleri bizleriz, insanlar. Sadece insan, başka hiçbir mahlûkatta olmayan, hiçbir mahlûkta olmayan bir emanet taşıyor; ruh. Şu anda beni dinleyenlerin çoğu bu emaneti taşımıyor. Çünkü çoktan emanet, Allah'a doğru yola çıktı. Büyük kısmınız da hamdolsun ki emaneti sahibine tevdi ettiniz. Ne diyordu Nisâ Suresinin 58. 3ayet-i kerimesinde Allahû Tealâ?

 

4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).

Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.


innallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ: Allah, emanetleri onların sahibine (sahiplerine değil, sahibine) tevdi etmenizi yani teslim etmenizi emreder.” diyor Allahû Tealâ.

           

Emanetin birincisi, ruhunuzdur. Allah'a ait bir emanet. Allahû Tealâ diyor ki:


“Biz insana ruhumuzdan üfürdük.”


32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel efidete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).

Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.


“Ruhumdan üfürdüm.” diyor Allahû Tealâ. “Ruhumdan üfürdüm.”


Allah'a ait bir ruh, biz insanlarda. Ve ruh, onun sahibi olan Allah'a geri dönmek mecburiyetinde. 12 defa üzerimize farz kılmış Allahû Tealâ, Allah’a yönelmeyi ve Allah’a ulaşmayı dilemeyi.                     


Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, Allah sizi bekliyor. Emanetinizi Allah’a iade etmenizi istiyor.


Öyleyse böyle bir muhtevada biz insanlar, mecbur muyuz ruhumuzu Allah'a geri göndermeye, emaneti sahibine iade etmeye? Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de neyi farz kılmışsa, biz bütün insanlar, onu yapmaya mecburuz. Bunlardan hayatî olanlar var, olmayanlar var. Allahû Tealâ diyor ki:


“Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz.”


*Dilemezseniz, gideceğiniz yer cehennemdir.

*Dilemezseniz, Benim âyetlerimden gâfilsiniz.

*Dilemezseniz, küfürdesiniz.

*Dilemezseniz, dalâlettesiniz.

*Dilemezseniz, hüsrandasınız.

*Dilemezseniz, fısktasınız.


Sevgili kardeşlerim, Allah Hâlık’tır, Yaratan. Biz insanlarsa, hepimiz sadece mahlûkuz, yaratılanlar. Ve yaratılanlar, Yaratan’ın emrinde hayat kazanmışlardır. Onları hayata getiren Allah’tır. Onlara hayat veren, onları dizayn eden Allah’tır.  Ne kadar muhteşem bir dengeler sistemiyle hayattasınız sevgili kardeşlerim. Herbiriniz bir kâinatı temsil ediyorsunuz. Kâinat da tam sizin vücudunuz şeklinde yaratıldı. Ve Allah’ın en çok değer verdiği mahlûkusunuz. En çok sevdiği, üzerine titrediği, en çok değer verdiği mahlûku Allahû Tealâ’nın, insandır. Yani sizlersiniz. En çok sevilen de. 

 

Öyleyse sevgi, liyâkatin bedelidir sevgili kardeşlerim. Sevgiye ne kadar lâyık olursanız, o kadar sevilirsiniz Allahû Tealâ tarafından. Allah’ı ne kadar severseniz, o kadar sevilirsiniz. Sevgi, fedakârlıkla ölçülür.


“Ben Allah’ı çok seviyorum.” diyor birisi. Ona sorun; “Hay Allah razı olsun.” deyin, “çok memnun oldum Allah’ı çok sevdiğin için. Peki ne kadar zikrediyorsun?” deyin.

“15 dakika.”

 “O zaman” diyeceksiniz, “siz Allah’ı hiç sevmiyorsunuz.”

 

24 saatlik bir zaman parçasının yüzde ne kadarında Allah’ı zikrediyorsanız, Allah’ı o kadar oranda seviyorsunuz. Eğer 24 saatlik bir zaman parçasında 2,5 saat Allah’ı zikrediyorsanız, siz Allah’ı %10 seviyorsunuz. 12 saat zikrediyorsanız, %50 seviyorsunuz. 18 saat zikrediyorsanız, %75 seviyorsunuz. Ne zaman ki daîmi zikre ulaştınız, işte o zaman Allah’ı en çok sevenlerin arasına girdiniz. Onlar da kendi aralarında sınıflara ayrılırlar:

 

*Ulûl’elbab makamı,

*İhlâs makamı,

*Salâh makamının ilk 4 basamağı ve  5. basamağı.

 

İşte böyle sevgili kardeşlerim. O Allah. Hiç unutmayın, sizi çok seviyor. Mutlaka sizin sevginiz O’nun karşısında, Everest Dağı’yla bir insanın mukayesesi gibidir. Sizin Allah’ı sevdiğinizin binlerce, 10 binlerce katı Allah sizi sever. Siz o sevginizi 2 katına çıkardınız, Allah sizi 1000 kat seviyorsa 2000 kat sevmeye başlar. Karşılıklı bir oran içerisinde, bir sevgi hâlesi içerisinde hayatınızı devam ettiriyorsunuz.


Eğer hayatınızda Allah yoksa mutlu olamazsınız. Şu dünyada neyle meşgul olursanız olun, dünyanın neyi sizi tatmin ediyorsa, onların hepsinin sahibi olsanız da mutlu olamazsınız. Tatmin olmak, mutlu olmak demek değildir sevgili kardeşlerim. İnsan var, kumarla tatmin olur. İnsan var, hırsızlıkla tatmin olur. İnsan var, öldürerek mutmain olur. Sevgili kardeşlerim, siz, Allah’ı severek mutmain olmalısınız.

Allahû Tealâ diyor ki:


“e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûbu.”


13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).

Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?


“Allah’ın zikriyle kalpler tatmin olur, öyle değil mi?” diyor Allahû Tealâ.


“Kalpler ancak Allah'ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?”

 

ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum: Onlar âmenû olmuşlardır ve kalpleri mutmain olmuştur.

“e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûbu: Biliniz ki sadece Allah’ı zikretmekle kalpler mutmain olur, öyle değil mi?” diyor Allahû Tealâ.

 

Öyleyse şu zikir dediğimiz nedir? Mutluluğun anahtarıdır.


Bir gemi yola çıkacak sevgili kardeşlerim, Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz, gemi iskeleden yola çıkacak. 7 tane liman geçeceksiniz, yukarıya doğru. Allah'a ulaşmayı dilemek, kaptanın seyir emri vermesidir. Gemi, iskeleden halatları çözüp yola çıkar. Ruh, Allah’a doğru henüz yola çıkmamıştır ama sizin Allah ile alâkalı olan mutluluk geminiz yola çıkmıştır, birinci kat cenneti kazandınız. Allah'a ulaşmayı dilediniz; siz başka bir insana benzemiyorsunuz artık. Siz, o noktada tagutun kuluyken Allah’ın kulu olmayı başardınız. Sadece Allah'a ulaşmayı dilemeniz, bu konu için yeterli. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, tagutun yani insan ve cin şeytanların kulu olmaktan kendisini kurtarır ve Allah’ın kulu olur. Tagutun dostu olmaktan kendisini kurtarır, Allah’ın dostu olur. 


İşte âmenû olmak, Allah'a ulaşmayı dilemek demek. Bakınız Yûnus Suresinin 63. âyeti kerimesi ne söylüyor:

 

10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).

Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.

 

ellezîne âmenû ve kânû yettekûn: Onlar âmenû oldular ve takva sahibi oldular.

 

10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhırati, lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).

Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.

 

lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ: Onlar için dünya hayatında da cennet hayatında da mutluluk vardır.

 

Âmenû oldunuz mu cennetin 1. kat mutluluğunu mutlaka yakaladınız. Ama 7 tane âmenû olma kademesi var Kur’ân-ı Kerim'de. Birincisindsesiniz. Allah'a ulaşmayı dilediniz; temel handikapı açtınız. Ya cehennem ya cennet, ya Allah'a ulaşmayı dilememek, ya da dilemek. Dilemeyen, cehennemden kurtulması mümkün olmayan biridir.

            

Öyleyse mutluluk mu diyorsunuz adına sevgili kardeşlerim? O zaman mutluluk, iki ayrı cepheden oluşur. Birinci cephesi cennet saadeti, ikinci cephesi dünya saadeti. Cennet saadeti hemen elde edilir, kıyâmetten sonra yaşanır. Dünya saadeti yavaş yavaş elde edilir ama bu dünyada yaşanır.

          

Öyleyse Allah'a ulaşmayı dilediniz; birinci kat cennet sizin. Cehennemden paçayı kurtardınız. Allah'a ulaşmayı dilediniz, ne oldunuz? Şeytanın dostuyken Allah’ın dostu oldunuz. O zaman Yûnus Suresinin sadece 63. âyet-i kerimesini değil, 62, 63 ve 64. âyetleri okuyalım.


Allahû Tealâ buyuruyor ki:


10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).

Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?

10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).

Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.

10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhırati, lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).

Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.

 

“e lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn: O Allah’ın evliyası var ya, onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.” diyor Allahû Tealâ.


Evliya olmak ne demek biliyor musunuz?


*Allah'a ulaşmayı dilediniz; birinci seviye evliyasınız.

*İrşad makamına ulaştınız; ikinci seviyedesiniz.

*Ruhunuzu Allah’a ulaştırdınız; üçüncü seviyedesiniz.

*Fizik vücudunuzu teslim ettiniz; dördüncü seviye.

*Nefsinizi Allah’a teslim ettiniz; beşinci seviye.

*İrşada ulaştınız; altıncı seviye.

*İradenizi de Allah’a teslim ettiniz, irşada memur ve mezun kılındınız; yedinci ve en üst seviye.


7 tane âmenû olma kademesi, 7 tane takva kademesi, 7 tane teslim kademesi, 7 tane Sıratı Mustakîm kademesi. Hep 7’şerli kademeler. Bu 7 kademe, 7 kat cenneti ifade eder. Bu 7 kademenin ikincisinden sonra dünya saadeti başlar. İkinci kademeye kadar dünya saadetiniz başkalarından farklı değil.


Burada dikkat etmeniz lâzım gelen şey, mutluluk deyince neyi kastettiğimiz. Neyi kastediyoruz? Kimdir mutlu insan, size soruyorum?

Sevgili izleyenler, dinleyenler, size bir sualimiz var. Mutlu musunuz? Özellikle bize hafif tertip kızanlar “Tabiî mutluyum.” diyecek. “Sen de kim oluyorsun ki bana mutluluğu soruyorsun?”


Biz, Allah’ın dostuyuz. Mutluluğunuzu sormak üzere, vazifeli kıldığı kişiyiz. Bilmem anlatabildik mi?

            

Sevgili kardeşlerim, Allah'a ulaşmayı dilemezseniz, kim olursanız olun, ne yaparsanız yapın, ne cennet saadetinin ne dünya saadetinin sahibi olamazsınız, olamazsınız, olamazsınız. Size dîn öğreten kimlerse, onların bütün öğretilerini çıkarın bizim karşımıza, hepsini birer birer çürütelim.


İşte size açık ve kesin bir teminat: Eğer, Allah'a ulaşmayı dilemezseniz, Allah’a yönelmezseniz, Allah’a ruhunuzu ulaştırmayı istemiyorsanız, o zaman dünyadaki herkes bir araya gelse, sizi hiç kimse Allah’ın cennetine ulaştıramaz ve cehenneme gitmek mecburiyetindesiniz.

         

Öyleyse çok zor bir şey mi sevgili kardeşlerim? Bir tek dilek. Allahû Tealâ sizden çok zor bir şey mi istiyor? Bir tek dilek. Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz. Hepsi bu kadar. Neden, bu söylediklerimizi başka bir yerde görmediğiniz için, okumadığınız için, insanlar Kur’ân-ı Kerim'i unuttuğu için, a benim sevgili canlarım, neden bize düşman olursunuz? Biz sizin dostunuzuz, can dostunuzuz. Allah’ın sizin mutluluğunuz için görevlendirdiği kişi, o biziz.


Hâlâ bize çok kızanların olduğunu görüyorum. Onlara şunu söylemek istiyorum; sizin, bilgisayarlarda bizim aleyhimize yazdığınız şeyleri, kardeşlerimiz okuyup bize haber veriyorlar. Biz çok üzülüyoruz. Bunu tahmin edemezsiniz ne kadar çok üzüldüğümüzü. Sizin söylediklerinizden, kendimizin üzerine pay alıp da etkilendiğimiz için mi? Hayır sevgili kardeşlerim, orası bizi hiç etkilemiyor. Ama ama Osmanlı’dan geriye ne kaldığının o hazin tablosu var ya, işte o bizi ta buradan, ta yüreğimizden yaralıyor. Neler kaybetmişiz, biliyor musunuz sevgili kardeşlerim? O cihan imparatorluğunun, cihanşümul olduğu devrede, onlar bizim size anlattığımız, yaşamanızı istediğimiz her şeyi sadece bilmiyorlardı, yaşıyorlardı. Allah’ın 7 kademesini de yaşıyorlardı. Hepsi Allah'a ulaşmayı diliyorlardı.


Düşünün sevgili kardeşlerim, bir ordu düşünün; hepsi tasavvuftandı. Yükselme devresi boyunca, bu denge hiç bozulmamıştır. Acemioğlan olarak, Yeniçeri ocağına adım atan herkes, mutlaka Allah'a ulaşmayı dileyen ve mutlaka tâbiiyetini gerçekleştiren birisi olmalıdır. Başka türlüsü yok. Esnafın yanına, ister usta olsun o kişi, ister ticaret erbabı olsun, çırak olarak giren her delikanlı, mutlaka Allah'a ulaşmayı dilemek zorundaydı ve mutlaka tâbiiyeti şarttı. Yalan söylemezlerdi. Kur’ân, onlar için mutlak bir hâkimdi. İnsanların söylediklerine değil, Kur’ân’a bakarlardı. Hâkimler, okullardan mezun olup da vasıfları ne olursa olsun, hâkimlik yapabilecek olan insanlar değildiler. Kadı sıfatına sahip olan, yani bugünkü tabirle yargıç dediğimiz kişilerin hepsi, hikmet sahibiydi. Bunun ne demek olduğunu biliyor musunuz? Bunun mânâsı, bütün kararlarını Allah'tan sorarak verirlerdi. Kur’ân’a tam uygun kararlar. Adaletsizlik mümkün değildi. Dava süresi 1 gündü. Aynı gün dava dinlenir, şahitler dinlenir ve mutlaka karar verilirdi. Adaletin en kesin dizaynının olduğu bir Osmanlı.

 

Osmanlı, Nizam-ı Âlem’di. Âleme nizam veriyordu Osmanlı.  Osmanlı  bu sebeple âleme nizam veriyordu. Vasıflı insanlardan oluşan bir esnaf, bir ordu, bir ilmiye sınıfı, bir halk. Bunların bir kısmı tamamen tasavvuf erbabıydı. Yani tasavvuf erbabı dememiz, birçoğunun zannettiği, Kur’ân’dan ayrı bir tasavvuf değil. Tasavvuf, Kur’ân’dır. Tasavvuf erbabı kimse , gerçek tasavvufu bugün yaşayanlar, onlar unutulmuş olan Kur’ân’ı yaşayanlardır.  Çoğu bunun farkında bile değil. Tasavvufun hâlâ Kur’ân’dan farklı bir şey olduğunu düşünüyorlar.


Sevgili kardeşlerim, işte bizim hakkımızda çok şeyler yazıyorsunuz. Tamam, buyrun. Hay Allah razı olsun. Ama kendinizi Allah’ın katında ne kadar küçülttüğünüzün farkında mısınız? Ama Osmanlı’dan geriye bir çöplük kaldığını, bizim şu kalbimize hissettirdiğinizin farkında mısınız? Neler kaybetmişsiniz farkında mısınız?


Onlar dîni sadece bilmiyorlardı, yaşıyorlardı. Ama siz, hem yaşamıyorsunuz, hem bilmiyorsunuz, hem de öğreteni suçluyorsunuz. 3 ayrı cepheden de sorumlusunuz. Bu sizi bugün alâkadar etmeyebilir, ama sevgili kardeşlerim bir gün öleceksiniz. O zaman Kur’ân’ın o, ölünce neler yaptığını insanların gördüğünüz âyetlerini hatırlayacaksınız. “Bize bunları söylemişlerdi.” diyeceksiniz. Onlar diyorlardı ki: 


“Ah, keşke falancayı dost edinmeseydim. Ah, keşke resûlün sözlerine dikkat etseydim de tâbî olsaydım. Ah, keşke hakikatleri bana söyleyenleri can kulağı ile dinleyip, ben de onun gereğini yerine getirseydim.” 

 

25/FURKÂN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).

Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah’a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.

25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).

Yazıklar olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim.

25/FURKÂN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).

Andolsun ki; bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.

25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzâl kur’âne mehcûrâ(mehcûran).

Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.


Onlar öldüler. Asırlarca evvelki sahâbe gibi yaşadılar; 400 yıl. 1299-1699: 400 yıl sahâbe gibi yaşadılar. Sonra öldüler. Mekânları cennet olacak.


Peki, ya sevgili kardeşlerim, hiçbir inceleme gereğini duymadan, üzülmeden, sıkılmadan insanlara saldırma gereğini duyan sizler, neye dayanarak yapıyorsunuz bunu, farkında mısınız? Her söylediğiniz sözün yanlış olduğunu size ispat ediyoruz ve bu sizin sadece öfkenizi arttırıyor. Yanlış değil mi?

          

İşte beni üzen, Osmanlı’nın mirasının ne kadar ayaklar altında kaldığı, ne kadar zelil bir hale düştüğü, köprülerin altından ne kadar çok sular geçtiği ve İslâm âleminin bu çöküntüsünün arkasında,bu ilimsizliğin yattığı. Bunları idrak etmek.

 

Sevgili kardeşlerim, siz bizim yerimizde olsaydınız, üzülmez miydiniz? Allah’ın, sizin kurtuluşunuz için ortaya koyduğu her şeyi unutmuşsunuz. Kurtuluşunuzun mümkün olmadığı bir ortamda bizi vazifelendiriyor Allahû Tealâ. Ve size Allah’ın hakikatlerini anlatıyoruz. Ve siz bize Allah’ın bu emrini yerine getirdiğimiz için öfkeleniyorsunuz. Tamam, öfkelenin. Öfkeniz bizi alâkadar etmiyor. Yani siz öfkeleniyorsunuz diye biz size kızmayız, kızamayız. Üstelik sizin yaptığınız suçlar, Allah ile sizin arasındaki bir hesaplaşmayı icap ettirir. Biz bunun dışındayız. Bütün bunların arkasında söylediğiniz sözler bizi yaralamaz. Ama şu Osmanlı’nın mirası var ya, orası buraya dokunuyor sevgili kardeşlerim, buraya. Osmanlı’dan geriye bir harabe kalmış, farkında mısınız?


Sevgili kardeşlerim, mutluluk dediğiniz şey, ayaklarınızın altında. Elinizi uzatsanız, yakalayabileceğiniz kadar size yakın. Bir tek dilek; Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz. Yolculuk başlayacak, gemi iskeleden ayrılacak. Hedefi belli. Birinci ulaştığınız yerde, irşad makamına ulaşacaksınız; 14. basamak. Allah'a ulaşmayı dileyerek yola çıktınız. Gemi, limandan ancak o zaman ayrılır. Ondan evvel iskeledesiniz. Hiçbir yere gidemezsiniz. İskelede kalanların da hepsi cehenneme gidecek olanlar, yani Allah'a ulaşmayı dilemeyenler.

 

Biliyorum şimdi atıp tutanlar diyeceklerdir ki: “Yahu! Bize hiç kimse bunları anlatmadı.” Elbette anlatmadı. Zaten onun için bizi anlamıyorsunuz. Siz, Kur’ân’ı unutmuşsunuz. Biziz o kişi. “Ya Rabbi!  Benim kavmim Kur’ân’ı unuttu.” diyen kişi, o biziz.


25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzâl kur’âne mehcûrâ(mehcûran).

Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.


Benim zavallı kardeşlerim, kendinize ne kadar zulmettiğinizin farkında mısınız? Bir gün orada karşılaşacağız. Öldüğünüz zaman da bizi tanıyacaksınız. Biz size şimdiden hakkımızı helâl ettik. Ama sahibimiz helâl edecek mi? Ne kadar büyük yanlışlar yaptığınızı öldüğünüz zaman Allahû Tealâ size göstermeyecek mi zannediyorsunuz?

 

Öyleyse yol yakınken sözümüzü dinleyin. Kim size bizim söylediğimizin yanlış olduğunu söylüyorsa, ona söyleyin, ispat etsin. Her şehirde konferans vereceğiz. Böyle söyleyen birileri varsa, sizlerden her kim öyleyseniz, konferans günü gelin, orada bize sorun. Biz size, yanınızda Kur’ân da getirin, biz size cevap verelim. Siz de oradan tetkik edin bakalım, sözlerimiz doğru mu, yanlış mı? Kendinize zulmettiğinizin farkında mısınız?

           

Sizin sözleriniz sevgili kardeşlerim yani bizim karşımızda olanlar; sizlere sesleniyorum, sizin sözleriniz, bizi üzmez, bizi yaralamaz. Ama vasfınıza üzülürüz. Anlamıyorsunuz tabiî ne söylediğimi? Osmanlılığımıza üzülürüz, sizler tarafından temsil ediliyor diye Osmanlı’lık. Onun için bu millete yazık oluyor. Onun için İslâm’a yazık oluyor. Hepiniz Allah’ı unutmuşsunuz.  Bu, bu sınıfta olanlara sesleniyorum; şeytan, halinize bakıp kıs kıs gülüyor. Allah’ın dostu olması lâzım gelenler, Allah’ın dostlarına karşı. Hâlâ kendinize yazık etmediğinizden emin misiniz sevgili kardeşlerim?


Mutluluk dediğimiz şey nedir, gelin beraber bir bakalım, mutluluk nedir? Mutluluk bir sulh ve sükûn halidir, yani kavganın bittiği yerde başlayan bir vetire. Mutluluk,  kavganın bittiği yerde başlar. Bir sulh ve sükûn halidir. Sulh olmak, kavgayı bitirmek, sulh içinde, sükûn içinde yaşamak. Dünya saadetinden bahsediyoruz.


Size; gelin, söylediğimizi yapın da mutlu olun dediğimiz zaman, birçoğunuzdan bir cevap alıyoruz; “Yahu kardeşim, ben zaten mutluyum.” diyor. Peki, en yakınınız öldüğü zaman, üzülür müsünüz? Kendinize bu suali sorun ve cevap verin. Eğer mutlu olsaydınız, Allahû Tealâ, o ölen kişiyle sizi, daha o gece buluştururdu. Onun ölmediğini görürdünüz. Onunla beraber o gece sabaha kadar beraber olurdunuz ve sadece fizik vücudun, sureta ölmüş olduğunu anlardınız. Neden öyle? Çünkü kıyâmet günü bir saatlik falan bir ayrılıktan sonra tekrar dünyaya geldiğini zanneden birisi olacaksınız. Aradan ne kadar sene geçerse geçsin, size göre bir saatlik bir uykunun sonunda uyanmış birisi var sadece. Nefsiniz yaşamaya zaten devam ediyor. Fizik vücudunuz da o gün, yarım saatlik bir ayrılıktan sonra tekrar canlanmış olacak.

             

Ne kaldı geriye sevgili kardeşlerim? Mutluluk, bir sulh ve sükûn halidir dedik, dünya mutluluğunun tarifi.  İkinci vasıf. 3 âleminizde birden sulh ve sükûn hali:


1- İç dünyanızda sulh ve sükûn hali, yani nefsinizle ruhunuz arasındaki kavganın bitmesi.

2.’si: Dış dünyanızda sulh ve sükûn hali; başka insanlarla aranızdaki kavganın bitmesi.

Üçüncüsü: Allah ile olan ilişkilerinizde sulh ve sükûn; hem emirler cephesinde Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmeniz, hem de yasaklar cephesinde Allah’ın yasak ettiği şeyleri yapmamanız.

 

Bitti. Bunlar var mı? Bunlar varsa, siz mutlu bir insansınız. Ama bunlar bedavadan elde edilen şeyler değildir. Geminin yola çıkması, Allah'a ulaşmayı dilemekle başlar; 1. safha, 3. basamak. Birkaç dakikada 7. basamağa ulaşırsınız; 7 furkan alırsınız ve günahlarınız örtülür. Evet, sadece bir tek dilekle. Yetmez, o bir tek dileğin cevabı daha gelecek. 14. basamakta; Allahû Tealâ’nın size sevdirdiği bir irşad makamına ulaşırsınız. Mutlaka onu seversiniz. Kim Allah'a ulaşmayı dilemişse, Allah onu kime ulaştırırsa, hangi mürşide ulaştırırsa, hacet namazı kılınca gösterir ve sevdirir. Onu seversiniz. Tâbî olursunuz. Kalbinize îmân yazılır. Başınızın üzerine devrin imamının ruhu gelir, yerleşir. Ruhunuz vücudunuzdan ayrılır, Allah’a doğru yola çıkar; 14. basamak, 2. safha. Hâlâ Allah’ın garantisi altındasınız. Kim olursanız olun, Allah'a ulaşmayı dilemişseniz, mutlaka 3. basamakta Allahû Tealâ’ya ulaştıktan sonra 14. basamakta mutlaka irşad makamına ulaşırsınız. 5-6 aylık bir hayatınız varsa, gerisi de mutlaka gelecektir.


Nefs tezkiyesine başlayacaksınız. Nefsinizdeki afetler %7 %7 azalarak, yerlerine fazıllar  %7 %7 yerleştikçe, gök katlarını ruhunuz birer birer çıkar. 7. gök katının 7 âlemini geçer, Allah’ın Zat’ına ulaşır. Allah’ın Zat’ında yok olur; 22. basamak. Allah’a ermiş bir evliya olursunuz. Ruhunuz bir emanetti, o emaneti Allah'a teslim etmiş olursunuz. Allah’ın garantisi buraya kadar sevgili kardeşlerim, geminin iskeleden ayrılarak ikinci ve üçüncü limanlara ulaşması. Birinci limandan yola çıkıyorsunuz. İkinci liman; irşad makamına ulaşmanız, tâbiiyetiniz. 3. liman; ruhunuzun Allah'a ulaşması ve teslimi; 22. basamak. Allahû Tealâ: “Buraya kadar.” diyor.


Diyor ki; Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde:

 

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb: Allah, dilediğini Kendisine seçer ve onlardan her kim Allah’a ulaşmayı dilerse, onları Kendisine mutlaka ulaştırır.” diyor Allahû Tealâ.

 

Ulaştırıyor. Allah’ın Zat’ında ruh yok oluyor. Fenâ makamının sahibisiniz, velâyetin 1. makamı. Makam sahibi bir evliyasınız artık. Ondan evvel makam sahibi değilsiniz. Allah'a ulaşmayı dilediğiniz andan itibaren evliyasınız, Allah’ın dostusunuz ama makam sahibi değilsiniz. 3. basamakta Allah’ın dostu olursunuz. 21. basamakta ruhunuz Allah'a ulaşır. 22. basamakta Allah’ın Zat’ında yok olur ve Allahû Tealâ “Onları Kendisine ulaştırır.” sözünün karşılığını öder size.


Ne yaptınız? Allah'a ulaşmayı dilediniz. Ne elde ettiniz? Dilediğiniz anda 1. kat cennet sizin. İrşad makamına ulaştınız, tâbiiyetiniz anından itibaren 2. kat cennetin sahibisiniz. Ruhunuzu Allah’a ulaştırdığınız zaman 3. kat cennetin sahibisiniz ve garanti altındasınız. Eğer Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilemişseniz, mutlak olarak bunlar gerçekleşir sizde. 5-6 aylık bir ömür, bu konu için yeterlidir. 33 bin zikirde ruh Allah'a ulaşmıştır. Devam edin zikrinize, 47 bine mutlaka ulaşmaya çalışın. Onu da hep devam ettirin. Her şey çok daha güzel olabilir.

        

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, eğer Allah'a tevekkül ederseniz, “Allah,  Kur’ân-ı Kerim'de söz verdiği için Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde, ben Allah'a ulaşmayı dilediğim için, benim ruhumu Kendisine ulaştırdı. Ama gene sözü var. Eğer Allah’ı vekil tayin edersem ve inanırsam ki Allahû Tealâ fizik vücudumu da Kendisine teslim alır, o zaman bilin ki fizik vücudunuzu da Allah teslim alır sizin.  Oraya ulaştıktan sonra yakîn hasıl ederek inanırsanız ki; daimî zikre de Allahû Tealâ sizi ulaştırır ve nefsinizi de Allah’a teslim edersiniz. Gene iradeniz, İlâhi irade tarafından, Allah’ın iradesi tarafından kontrol altına alınır. Çünkü Allah’ı vekil tayin ettiniz. Nefsiniz de Allah'a teslim olur. Sonra irşada ulaştırır Allahû Tealâ sizi. Hep bir inancın çerçevesi içinde gerçekleşir bunlar. Daîmi zikrin 18 mertebe nefsinizin kalbinin müzeyyen olması noktasında, irşada ulaşırsınız. 19. mertebede ise son tesliminiz gerçekleşir; iradenizin Allah'a teslimi. Ve Allahû Tealâ “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesiyle sizi irşad makamının sahibi yapar.


Masal gibi değil mi? Kur’ân’ı unutmakla neler kaybettiğinizi bir bilseniz sevgili kardeşlerim? O zaman sözlerimiz sizin için değerli olurdu. Belki bir gün anlayacaksınız, bizim sadece sizler için yaşadığımızı, sözlerinizin, davranışlarınızın bizi üzmediğini Hiçbir zaman bizim düşmanımız olarak, bizim tarafımızdan vasıflandırılmayacağınızı, sadece iki seçeneğiniz olduğunu; Allah’ın dostu olmak veya şeytanın dostu olmak. Şeytanın dostu olmayı tercih ettiğinizi, acı acı, öldüğünüz zaman hatırlayacaksınız. Neden, sorabilir miyiz sevgili kardeşlerim? Neden bu dünyada değil de öldükten sonra? Sadece bir tek âyet, Zumer Suresinin 17. âyeti kerimesi bakın ne kadar büyük bir hakikati söylüyor. Diyor ki Allahû Tealâ:  

 

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.

Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!


“Onlar, taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler, kaçındılar, kendilerini kurtardılar. Çünkü onlar Allah'a yöneldiler, Allah'a ulaşmayı dilediler. Onlara müjdeler vardır (yani hem dünya müjdesi hem cennet müjdesi). Kullarımı müjdele!” diyor Allahû Tealâ.  

 

Ne diyor âyet-i kerime bize? Şeytanın dostuymuşlar. Sahâbeden bahsediyor Allahû Tealâ.  İnsan ve cin şeytanların (tagutun) dostu iken sahâbe, Allah'a ulaşmayı dilemişler, Allah’ın dostu olmuşlar, hem dünya müjdesinin hem de cennet müjdesinin sahibi olmuşlar. Neden? Çünkü Allahû Tealâ 22. basamağa kadar garanti veriyor:


“Kim” diyor, “Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu mutlaka Kendime ulaştırırım.”


42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


Hayır, siz ulaşmayacaksınız. Allah sizin ruhunuzu Kendisine ulaştıracak. Sizin yapacağınız şey, sadece çeşmeden su içmek gibi basit bir şey, bir dilek; Allah'a ulaşmayı dilemek.


Şimdi anladınız mı Allahû Tealâ’nın sizi ne kadar çok sevdiğini, hiçbirinizden vazgeçmek istemediğini, hiçbirinizi şeytana teslime gönlünün razı olmadığını şimdi anladınız mı? Yoksa hâlâ anlamadınız mı?


Sahâbe de sizin gibiydi başlangıçta. Herkes başlangıçta şeytanın kuludur ve şeytanın dostudur, insan ve cin şeytanların dostudur. Ta ki Allah'a ulaşmayı dilesin. Âyet-i kerime çok net değil mi? Allah'a ulaşmayı dilemeden sahâbenin de tagutun dostu olduğu, Allah'a ulaşmayı dileyince “kullarımız” hitabına muhatap olduklarını, yani Allah’ın kulu vasfını kazandıklarını görüyoruz.


Sadece bu kadar mı? Hayır, aynı zamanda şeytanın dostuyken, insan ve cin şeytanların dostuyken, Allah’ın dostu olmuşlar. Bakınız Bakara Suresinin 257. âyeti kerimesi ne söylüyor:

 

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.


allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûri: Allah âmenû olanların, Allah'a ulaşmayı dileyen mü’minlerin dostudur.

 

Allah'a ulaşmayı dilemedikçe, evvelâ mü’min olamazsınız sevgili kardeşlerim.


“Âmenû olanların dostudur, onları zulmetten nura çıkartır.”


Âmenû olan kişi kimdir? Küfürden kurtulmuş kişidir; mü’mindir. Allah'a ulaşmayı dilemedikçe, Allah'a inanmanız sizi mü’minler zümresinin içine sokamaz. Mü’min olamazsınız. Âyet-i kerimenin geri kalanı zaten söylüyor:

 

vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumâti: Kâfirlere gelince (birinci kısımda mü’minlerden bahsediyor, âmenû olanlar, Allah’a ulaşmayı dileyenler, yani mü’minler, Allah onların dostudur, onları zulmetten nura çıkarır’ diyor), kâfirlere gelince onlar ki kâfirlerdir. Onlar tagutun dostlarıdır. Onlar da nurdan zulmete götürülürler.” diyor Allahû Tealâ.


Neymiş? Acaba sadece bu 2 grup âyet-i kerime, Zumer Suresinin 17. âyeti kerimesi, bir de Bakara Suresinin 257. âyeti kerimesi size hiçbir şey söylemedi mi sevgili kardeşlerim? Neden bizi Allah’tan sormuyorsunuz? Belki Allahû Tealâ size bir şeyler gösterir. Ne kadar yanlış yaptığınızı o zaman görürsünüz. 


Unutmayın, siz bize kızabilirsiniz, düşman olabilirsiniz, her şeyi yapabilirsiniz ama biz sizi gene severiz. Biz size düşman olamayız. Bu mümkün değil sevgili kardeşlerim. Bir gün anlayacaksınız. İnşaallah hayattayken anlarsınız.

       

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, daha sonra ruhunuzu Allah'a teslim edeceksiniz. Buraya kadar Allah’ın garantisi altındasınız. Ondan sonra Allah'a tevekkül edebilirseniz, yani Allah’ı vekil tayin edebilirseniz, devam edebilirseniz Allah’ın vekâletine, fizik vücudunuzu da nefsinizi de Allah teslim alacaktır. O gerçekleştirecektir. Siz gayretin sahibi olacaksınız sadece. Daha sonra da irşada ulaştıracak sizi. En sonra irşad makamına, iradenizi de teslim alarak tayin edecek. Bu kadar çok güzelliği yaşadığınız zaman geriye dönüp düşüneceksiniz. “Ben” diyeceksiniz, “vaktiyle ona düşmandım.”  O zaman kalbiniz kanayacak.


Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ’nın hepinizi, hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek, sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.


Bir mutluluk sohbeti inşaallah burada tamamlanıyor. Sonsuz mutluluklar, cennet mutluluğu ve dünya mutluluğu dualarımızla sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz.


Allah hepinizden razı olsun.

 

İmam İskender Ali  M İ H R