SOHBETİN ADI: MUTLULUK
TARİHİ: 17.11.2003
Esselâmu aleykûm ve rahmetullâhi ve
berekâtuhu.
Eûzubillâhimineşşeytânirracîm,
bismillâhirrahmânirrahîm.
Sevgili
öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül
dostlarım, bir
mutluluk sohbetinde inşaallah bir defa daha
birlikteyiz.
Mutluluk
dünya mutluluğuysa dünya mutluluğu bir sulh ve sükûn halidir. Cennet
mutluluğunda bu, otomatik olarak gerçekleşen bir müessesedir. Öyleyse dünya
mutluluğu nedir? Dünya mutluluğu bir sulh ve sükûn halidir. Kavganın bittiği yeri işaret eder.
Mutluluğun birinci şartı: Sulh ve sükûna ulaşmış
olmak.
İkinci şartı: Bu sulh ve sükûnun hem iç dünyanızda oluşması hem dış dünyanızda
oluşması hem de Allah ile olan ilişkilerde oluşması.
Mutluluğun üçüncü şartı: Kesintisiz, devamlı bir vetire olması.
Öyleyse
mutluluk dediğimiz zaman bu üç tane faktörü net olarak hatırlamalıyız. Bir
insan kendisine mutlu muyum diye soruyorsa
mutluluğun devamlılığının asıl olduğunu hatırlaması lâzım. Olayların o
mutluluğu engelleyememesi lâzım. Kişinin iç dünyasındaki kavgayı bitirmiş
olması lâzım. Yani daimî zikre ulaşması, nefs tezkiyesini değil, tasfiyesini
tamamlamış olması lâzım. Ve ancak o zaman
üçüncü sonuca otomatik olarak ulaşılır: Devamlı, kesintisiz bir mutluluk.
İç dünyada
nefsin afetlerinin tamamen yok olması; bu
afetlerin tamamen yok olduğu noktada faziletler nefsin
afetlerinin yerini alacaktır (fazıllar). Eğer
nefsin afetlerini hepsini yok etmişseniz siz erdemli, faziletli bir insan
olursunuz. Fazıllar sizi kemâl derecesinde olgunlaşır, kemalâtın sahibi
olursunuz.
Bu
muhtevada bir insanın iç dünyasında, dış dünyasında ve Allah ile olan
ilişkilerdeki mutluluğun oluşması söz konusudur. Demek ki devamlılığın bir
vetire olduğu, devamlılığın mutlak olarak gerektiği bir ortamda evvela iç dünyanızda sulh ve sükûnu temin edeceksiniz. Bunun yolu
daimî zikirdir. Kim daimî zikre ulaşırsa iç dünyasında sulh ve sükûn teessüs
eder. Neden teessüs eder, neden oluşur? Çünkü
nefsinizin afetleri Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmemek üzere
programlanmıştır. Allah’ın bütün emirlerine isyan ederler. Gene nefsinizin afetleri
Allah’ın bütün yasaklarını da mutlaka işlemek isterler. Dizaynları buna göredir
yani şeytanın ekmeğine yağ sürecek özellikte yaratılmışlar.
Şeytan ne
ister? Allah’ın emirlerini yerine getirmemenizi. Şeytan ne ister? Allahû
Tealâ neyi yasaklamışsa onu da mutlaka sizin
yapmanızı ister. İşte böyle bir dizayn söz konusu. Ve şeytanın talepleriyle
nefsinizin afetlerinin talepleri aynıdır. Ve düşünün
ki doğuşunuzdan itibaren nefsiniz %100 afetlerle doludur, nefsinizin
kalbi.
Allahû Tealâ dengeleri nasıl sağlıyor? Sizi bir
nefsle, bir ruhla, bir de fizik vücutla yaratmış. Nefsin afetleri karanlıklarla
temsil olunur. Karanlıklar nefsin afetleridir. Ruhun hasletleri ise nurlarla
temsil olunur. Bir tarafta gece vardır, bir tarafta gündüz vardır. Nefsinizin
kalbi %100 afetlerle dolu, ruhunuzun kalbi %100 hasletlerle dolu. Denge söz
konusu. 100 üzerinden 100’le ikisi dengede.
Bir taraf tamamen karanlık; nefsiniz. Öbür taraf tamamen aydınlık; ruhunuz.
Öyleyse gece ne kadar karanlıksa gündüz de o kadar aydınlık. Aynı oranda aydınlık, aynı oranda karanlık; denge.
Nefs afetlerle %100 dolu, ruh hasletlerle %100 dolu; gene denge. İkisinde de %100 doluluk var.
Peki, Allahû Tealâ bizden ne
istiyor? İstediği şey açık. “Biz,” diyor, “insanı (yani onun nefsini)
bir ahseni takvim içinde yarattık. Sonra onu esfeli sâfilîne reddettik.”
95/TÎN-4: Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin).
Andolsun ki Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak en güzele ulaşabilecek özellikte) yarattık.
95/TÎN-5: Summe redednâhu esfele sâfilîn(sâfilîne).
Sonra onu, esfeli safiline (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) iade ettik (çevirdik).
Eğer takvimi zaman gösteren bir müessese olarak anlıyorsak; o zaman ahseni takvim müessesesi bir zaman parçasında ahsene ulaşabilmek özelliğini taşır. O zaman “Biz nefsi ahsene ulaşmak üzere yarattık.” mânâsı çıkıyor. İşte nefsiniz aslında afetlerle dolu olarak yaratılmış, ahsen olmakla uzaktan yakından hiç ilişkisi yok. Tamamen ahsen olmanın en zıt tarafında. Yani ahsen olmayı dünyanın kuzey kutbu olarak kabul ederseniz, nefsinizin afetlerinin göstergesi güney kutbudur. Tamamen nurlara zıt bir dizayn, sadece karanlıklardan oluşan dizayn, Allah ne emrederse onu yapmamak konusunda kararlı, Allah neyi yasaklamışsa onları da mutlaka yapmak isteyen bir hüviyette.
Ya
ruhunuzun hasletleri? Orada da tam aksi bir durum var. Ruhunuzun hasletleri Allahû
Tealâ ne emretmişse onu yapmak için can atar.
Ruhunuzun hasletleri Allahû Tealâ neyi yasak etmişse onu da asla yapmak istemez.
Öyleyse
taban tabana zıt iki tane muhteva var içinizde doğuşunuzdan
itibaren ve birbiriyle bu sebeple devamlı anlaşmazlık halindeler. Çünkü birinin
istediğini diğeri mutlaka istemez. Aynı standartlarda istemediğini de ister.
Öyleyse
diyalektik bir kavga, iç dünyanızda eğer nefsinizi tezkiye ve tasfiye
etmezseniz ömür boyunca sürer. İçinizdeki bu dırdır sizi devamlı rahatsız eder.
İç dünyanızda bitmek tükenmek bilmeyen bir kavga sürgit devam eder. Öyleyse iç dünyanızdaki kavganın bitmesi, sulh
ve sükûnun tesisi için temel faktördür. Dış dünyadaki mutluluğunuz da buna
bağlıdır. Allah ile olan ilişkilerde mutluluğunuz da gene buna bağlıdır.
Öyleyse her şey nefsinizi tezkiye ve tasfiye etmenizle mümkün. Nefs tezkiyesi
nefsinizin kalbindeki afetlerin %51’ini tamamladığınız noktada gerçekleşir. Tasfiyesi ise nefsinizin afetlerini tamamen tasfiye
ettiğiniz zaman, yok ettiğiniz zaman, sona erdirdiğiniz zaman tahakkuk eder.
Borçların tasfiyesi dediğimiz zaman borçların tamamının ödenmesi mânâsını
tazammun eder bu ifade. Nefsinizin tasfiyesi dediğimiz zaman da
nefsinizin kalbinde ne kadar afet varsa -öfke, kin, kıskançlık, haset, isyan, iptilalar,
düşmanlık, nefret- bunların hepsinin %100 yok olduğu bir ortam düşünün. İşte
orası nefsinizin tasfiye edildiği noktadır.
Bu noktada sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, nefsinizin afetlerinin tamamen tasfiye edildiği noktada içinizde, iç dünyanızda da dış dünyanızda da Allah ile olan ilişkilerinizde de mutlak bir sulh ve sükûn oluşur. İşte bu mutluluk halidir. Bir muhteşem denge halidir. Bir muhteşem sulh ve sükûn halidir.
Öyleyse önce kavgadan başlayalım. İç dünyanızda kavga var. Neden kavga var? Nefsiniz Allah neyi emretmişse onu yapmak istemez. Ruhunuz da Allah neyi emretmişse onu yapmak ister. Aklınız fizik vücudun kumandanıdır ve bu dünya adı verilen gezegende hangi ortamda aklınız şuur kazandıysa o standartların adamıdır, o standartlara göre hüküm verir.
Şimdi bir ortam düşünün: Allahû Tealâ neyi emretmişse hepsi yasaklanmış, Allahû Tealâ neyi yasaklamışsa hepsi de serbest. Düşünün; Allah’ın yasakladığı ne varsa her şey serbest. İşte içinde bulunduğumuz Türkiye’deki durum bu. Öyleyse aklınız orada şuur kazandıysa o ortamda şuurlandıysa böyle bir dizaynda aklınız Allah’ın yasak ettiği her şeye “evet” diyecektir. Yani bir nev’i nefsinizin emrinde gibi bir durum. Ruhunuz her seferinde bir günah işleyen nefsinizi azaplandıracak ama nefsiniz bu günahları işlemekten vazgeçmeyecektir. Hem Allahû Tealâ size azap verecektir yaptığınız yanlış davranışların hemen arkasından hem de ruhunuz nefsinize sıkıntı verecektir, huzursuzluk verecektir; Allah’ın her yasak ettiği fiili nefsiniz işledikçe.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, böyle bir ortamda; Allah’ın emirlerinin yapılmadığı ama yasaklarının işlendiği bir ortamda nefsiniz ruhunuza her zaman galip gelecektir ve siz hiçbir zaman huzursuzluktan kurtulamayacaksınız. Çünkü her yaptığınız yanlışın arkasından ruhunuz nefsinize sıkıntı verirken Allah da size azap edecektir. Allah’ın hem her yasak ettiği şeyi işlediğinizde aynı şey gerçekleşecektir; hep huzursuz olacaksınız.
Huzursuzluğunuzun arkasında, işlediğiniz fiiller dolayısıyla azabın ötesinde nefsiniz ile ruhunuz arasındaki devamlı kavga söz konusudur. Aklı ikna etmek için nefsiniz de konuşur, ruhunuz da konuşur akılla. İki birbirine zıt kuvvet iç dünyanızda konuşur. Karar verirken aklınız, iki taraf da muhakemelerini ortaya koyar. Aklınız bunlardan hareketle bir karara varacaktır, fizik vücut onu yapacaktır. Ama bu da başlı başına bir sıkıntıdır sizin için. Çünkü her an iç dünyasında kavga olan bir insansınız, sulh ve sükûnu yaşayamayan bir insansınız. Öyleyse nefsinizdeki afetlerin varlığı ruhunuzla nefsiniz arasındaki bir diyalektik kavgayı, eğer nefsinizi tezkiye ve tasfiye etmezseniz ömür boyu ayakta tutacaktır, ömür boyu bir mutsuz insan olarak yaşayacaksınız.
Peki, çözüm? Çözüm, bu
huzursuzluktan kurtulmanızın çözümü nefsinizdeki afetleri yok etmektir. Mümkün
mü? Elbette mümkün. Bunun için Allahû Tealâ Kur’ân-ı
Kerim’e zikir adlı bir müessese koymuş. Diyor ki Muzzemmil Suresinin 11. âyet-i
kerimesinde:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
“vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen): Rabbinin (Allah’ın) adıyla (ismiyle) zikret ve her şeyden kesilerek Allah’a dön.”
Âyet-i kerime başlı başına bir müesseseyi içeriyor. Allah’a dönüşün, ruhun Allah’a ulaşmasının bir tek sebebi olduğunu, bunun da zikir olduğunu söylüyor Allahû Tealâ. Zikirdir ki ruhunuzu Allah’a döndürecek, Allah’a ulaştıracak, sizi hidayete erdirecek.
Neydi hidayet? Hatırlayalım, Âli
İmrân-73:
3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).
“innel
hudâ hudallâhi.”
“inne: Muhakkak ki.”
“el hudâ: Hidayet.”
“hudallâhi: Allah’a ulaşmaktır.”
Peki, Bakara-120 ne diyor?
2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın Kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.”. Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.
“inne
hudâllâhi huvel hudâ.”
“inne: Muhakkak ki.”
“hudâllâhi: Allah’a ulaşmak.”
“huve: İşte o.”
“el hudâ: Hidayettir.”
Fiil, ulaşmak.
“hudâllâhi: Allah’a ulaşmak.”
“inne: Şüphesiz ki.”
“el hudâ: Hidayet.”
“huve: İşte o.”
“el hudâ: Hidayettir.”
“Muhakkak ki Allah’a ulaşmak, işte o hidayettir.”
Sevgili kardeşlerim, zikir adı verilen müessese ile ruhunuz adım adım gök katlarını birer birer aşıp Allah’a ulaşacaktır. Böyle bir vetirenin gerçekleşebilmesi önce Allah’a ulaşmayı dilemenize bağlı. Dilerseniz, Allah Rahîm esması ile tecelliye başlar. İrşad makamına ulaştığınız zaman nefs tezkiyesinin şartlarına sahip olursunuz. Ne demek bu? Yani zikir yaptığınız zaman Allah’ın katından gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât nurları göğsünüze gelir, göğsünüzden Allah’ın açtığı, Allah’ın yardığı göğsünüzden o yarıktan geçerek kalbinize ulaşır. Kalbinizin Allah’a dönük boyutunda yer alan kalbinizdeki mührü, mührün üzerine baskı yapmak suretiyle aşağı kadar indirir. Allah’tan gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât nurları -rahmet, fazl ve salâvât adlı 3 grup nur- rabbanî kapının üzerinde bulunan mührü bastırarak aşağı kadar indirir, zülmanî kapıya indirir. Zülmanî kapının üzerindeki yere yerleşir mühür ve karanlıkların nefsinizin kalbine girmesini engeller.
Zikir yaptığınız süre, o anda kalbiniz, diyelim ki daha yeni başlıyorsunuz zikre. Nefsinizin kalbi kapkaranlık, %100 afetlerle dolu. Allah’ın nurları nefsinizin kalbine girince kuvvet onlardadır ve bu göklerden gelen, hızla kalbinize dolan nurlar kalbinizdeki karanlıkları derhal kapı dışarı eder. Birkaç dakika içinde nefsinizin kalbi %100 nurlarla dolar; rahmet, fazl ve salâvât nurları.
Bu nurlardan fazıllar nefsinizin kalbine Allah’ın yazdığı -14. basamakta yazılır, şu anda da 14. basamaktasınız- Allah’ın kalbinize yazdığı îmân kelimesinin çekim gücüne kapılarak îmân kelimesinin etrafında toplanmaya başlarlar. Îmân kelimesinin etrafında fazıllar adım adım toplanır. Onlar öyle bir kesafette, konsantrasyonda toplanır ki nefsinizin kalbine zikir bittikten sonra girecek olan karanlıklar, onların işgal ettiği yeri tekrar işgal edemezler. Arada hiç boşluk olmadan îmân kelimesinin etrafına fazıllar yerleşmiştir. Kısaca orasını işgal etmişlerdir.
İşte nefs tezkiyesi budur. Nefsinizin kalbini fazılların, sizi fazilet sahibi kılacak olan fazılların işgal etmesi hali. Nefsinizin kalbindeki afetlerin o kadar kesiminin kapı dışarı edilmesi hali. Nefs tezkiyesi sizi mutlak huzura götürecek olan bir müessesedir. Mutluluk bununla paralel olarak yürür.
Ne zaman nefsinizin kalbindeki nurlar giderek artacak, artacak, artacak; %2 rahmet, fazıllar girmeden evvel nefsinizin kalbine girip yerleşmiştir. Fazılların %49 olması hali yani 7 defa %7 nur birikimi hali, nefsinizin kalbinin %2 rahmet ilavesiyle %51’inin Allah’ın nurları ile dolduğunu gösterir. Yani ruhunuzun kalbi Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmek istiyor, yasak ettiği hiçbir fiili işlemek istemiyor; %100. İkinci %100’ün %51’i gene Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmek istiyor, yasak ettiği fiilleri işlemek istemiyor. Geriye ne kalıyor? 200’de sadece 49. %25 çevresinde bir itiraz, %25’ten daha az bir rezistans; karşı çıkış; karşı koyuş.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, can
dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ’nın
dizaynında nefsinizin kalbindeki nurlar, bütün güzellikleri dizayn eden
onlardır. Nefsinizin kalbindeki kavga %50 azalmıştır ama doğrularla yanlışların
ölçümünde 200’de 151 doğruyu gerçekleştiriyorsunuz, gerçekleştirmek
istiyorsunuz. 200’de sadece 49 sizi yanlışa sürüklemek istiyor. Şeytan o geri
kalan %49’a öylesine tesir eder ki başarabildiğiniz şey hiçbir zaman %75 olmaz,
%50’nin biraz ötelerine çıkabilirsiniz. İblis size tesirini arttırmak için
elinden gelen her şeyi yapar. Çünkü imkânı daralmıştır, sizi elinden kaçırmak
istemez.
Ve bu noktada nefsinizin kalbinde %51 nur birikimi vardır, zikriniz 33 bindir.
Ruhunuz Allah’a ulaşmıştır. İç dünyanızda kavga, nefsinizin afetleri ile
ruhunuzun hasletleri arasındaki kavga %50 azalmıştır.
Sevgili kardeşlerim, evvela mutluluklardan, cennet mutluluğundan bahsediyorsak Allah’a ulaşmayı dilediğiniz anda cennet mutluluğunu zaten elde ettiniz. Evet, sadece bir dilekle. Allah’a ulaşmayı dilediniz, dilediğiniz an cennet mutluluğunu mutlaka hak ettiniz. Geriye dünya mutluluğu kalıyor; dünya mutluluğunun bir kısmı söz konusu, dünya mutluluğunun bir kısmı.
Sevgili öğrenciler, izleyenler,
dinleyenler, nefsinizin kalbinin yarıdan fazlası Allah’ın bütün emirlerine “evet”
diyor, yasaklarına “hayır” diyor. Ruhunuzun %100’ü Allah’ın bütün emirlerine “evet”
diyor, yasaklarına “hayır” diyor. Nefsinizin kalbinde sadece %49’luk bir bölüm “hayır”
diyor Allah’ın emirlerine; yasak ettiği fiilleri de işlemek istemeye devam
ediyor. Şeytanın hâkimiyet alanı da nefsinizin kalbinde %100’den %49’a düşmüş
boyutta ve şeytan bu işe fena halde içerliyor. İşte adım adım onu
hallediyorsunuz, sevgili kardeşlerim.
Öyleyse dizayna dikkatle bakın, her şey Allah’a ulaşmayı dilemekle başlıyor.
Bu noktada nefsinizin kalbinde durum böyle ama şimdi siz daha çok
zikrediyorsunuz, zikriniz giderek artıyor. Artan zikrinizle ruhunuz, Allah’a
ulaşıp da Allah’ın Zat’ında yok olduktan sonra size bir taht ihsan ediliyor
nefsinizin kalbindeki nurlar %61’e çıktığı noktada. Bu tahtın sahibisiniz, altın
taht. Sonra da öyle bir gün geliyor ki zikrinizi günün yarısından öteye
geçiriyorsunuz. İşte %61 zikir, %71’e o zaman ulaşır. Nefsinizin kalbindeki
nurların %71’e ulaşabilmesi için günün yarısından daha fazla zikretmeniz
gerekir.
Bunu gerçekleştiremedikçe nefsinizin kalbindeki nurlar %71’e hiçbir zaman
çıkmaz. Ama günün yarısından daha fazla zikri gerçekleştirdiğiniz zaman fizik
vücudunuzu Allah’a teslim etmek için şartları hazırladınız demektir ve
nefsinizin kalbindeki nurlar %71’in ötesinde süratle artmaya başlar. Siz
zikrinizi günün yarısından daha öteye taşırdınız. Bunun oranı arttıkça
nefsinizin kalbindeki nurlar %81’e kadar ulaşacaktır bu zikirle. 81’e ulaştığı
zaman fizik vücudunuz Allah’a teslim olur. Yani Allah’ın bütün söylediklerini
yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellik kazanır.
Nefsinizin kalbinde hâlâ %19 Allah’ın emirlerine karşıdır. Yasaklarını işlemeye
çalışır ama artık şeytan ve afetler için iş işten geçmiştir. Fizik vücudunuz
şeytanın telkinlerini ve nefsin o %19 olan afetini kale almadan Allah’ın bütün
emirlerini yerine getirmeye başlar. Aklınız artık o standartların yapıcısı
olmuştur. Allah’ın emirlerini emreder, yasaklarını yasaklar. Fizik vücudunuz Allah’a
böylece teslim olur.
Bundan sonraki safhada daimî zikre ulaşacaksınız. Daimî zikre ulaştığınız zaman
son kalıntılar da gitmiş olacak nefsinizin kalbinde. O zaman mutluluğun üst
boyutunu yaşayacaksınız. Neden öyle olacak? Çünkü daimî zikirdeyseniz Allahû
Tealâ nefsinizin kalbindeki bütün afetleri temizlemiştir. Nefsinizin kalbinde
hiç afet kalmamıştır. Öyleyse böyle bir dizaynda nefsinizin kalbinde afetlerin
kalmadığı bir ortam. Orada dahi şeytan size tesir etmek için elinden gelen
bütün gayreti gösterir ama gayretleri boşunadır. Nefsinizin kalbinde
tutunabilecek bir olan dal, iblis için artık yoktur. Sadece size gene yalanlar
söylemeye devam edecektir ama artık o yalanları sizi etkileyemeyecektir.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım,
gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bunları sizlere
anlatabiliyoruz.
Öyleyse daimî zikre ulaştığınız zaman mutluluğunuzun en üst boyuta çıktığını
göreceksiniz, dünya mutluluğunuzun. Neden? Çünkü nefsinizin kalbinde afet
yoktur; Allah’ın emirlerine ve yasaklarına karşı çıkacak kuvvet tamamen yok
olmuştur. Hem nefsinizin bütün afetleri, eskiden afetler olan nefsinizin kalbi
artık faziletlerle kaplanmıştır, fazıllarla kaplanmıştır. %98 fazl, %2 rahmet
nuru ile nefsinizin kalbi tamamlanmıştır. Ruhunuzun kalbi zaten hasletlerle
doludur. Öyleyse 200’de 200, Allah’ın bütün emirleri yerine getirilecek,
yasakları işlenmeyecektir.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrolsun ki bunları sizlere anlatabilmek imkânlarının sahibiyiz. Sizlere mutluluğu anlatmak, öğretmek ve yaşatmakla mükellefiz. Bununla vazifeli kılındık. Öyleyse insan için mutluluğun mutlak olarak mevcut olduğunu önce bilmemiz lâzım, öğrenmemiz lâzım ve bu muhtevada saadetin yaşanması sizlerle, sizlerin gayretleriyle mümkün olacaktır. Bu gayretin anahtarı zikirdir.
Zikirsiz bir dünya saadeti çok zor bir işlev olarak oluşur. Nasıl bir işlev? Ne zaman bir insan hayatını başkalarına mutluluk vermeye adarsa, bu süreç içerisinde o kişinin zikri az da olsa Allah onu mutlaka mutlu kılar. Burada başkaları için yaşama süreci sizin mutluğunuz için temelini teşkil eder konunun. Ne zaman bir insan bir başkasına mutluluk ulaştırmak üzere bir fikriyatın sahibiyse, düşünmeye başlamışsa: “Ben o kişiye nasıl bir mutluluk ulaştırabilirim? Ona ne yapabilirim? Ne yapabilirim de onu mutlu kılabilirim?” tarzında bir düşünce size ulaştığı zaman sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, o zaman hepiniz için bir güzellik oluşur diye düşünüyorum.
Daimî zikir bütün insanlar için
muhteşem bir vetiredir. Nefsinin bütün afetleri yok olmuş, yerini fazıllar
almıştır. Ruhu zaten hasletlerle doludur. 200’de 200, Allah’ın bütün emirlerini
yerine getiren, yasaklarını işlemeyen bir mekanizma çalışıyor. Bu sonsuz bir
mutluluk. Öbür taraftan da o kişi zaten kendisini başkalarının mutluluğuna
adamıştır.
Zikir bu seviyede değil ama kişi kendisini başkalarının mutluluğuna adamış. Ne
zaman o kişi başka birisi hakkında, onu mutlu edecek olan bir şey düşünmeye
başladığı andan itibaren o kişi Allah’ın ülkesinde yaşamaya başlar. Allah ona o
süreç içinde mutlaka saadeti yaşatır. Ne zamana kadar? Ta ki düşündüğü, mutlu
etmeyi istediği kişiye o aklındaki güzelliği ulaştırsın. Ona bir hediye alsın,
onu mutlu edecek bir davranışta bulunsun. Hedefi buysa Allah için hedefin
varlığı yeterli. Hedefin ne ölçüde gerçek olduğunu en iyi bilen Allah’tır. Kişi
gerçekten o hedefe ulaşmayı diliyorsa Allah’ın mutlak olarak yardımını
alacaktır. Allah o kişiye mutluluk verecektir. Ruhu da nefse huzur verecektir. Ve
kişi başkalarına yardım için kendini angaje ettiği sürece hep mutluluğu
yaşayacaktır. Bu da mutluluğun bir vasıtası.
Sevgili kardeşlerim, toplum bir bütündür. Bir bileşik kaplar olayı yaşarsanız çevrenizde her zaman. Yani siz çevrenizdeki insanlardan birine bir kötü davranışta bulunduğunuz zaman çevrenizden size mutlaka o kötü davranış geri döner. Aynı oranda, o kişi tarafından değil, kötülük yaptığınız o kişi tarafından değil; ama çevreden size mutlaka o geri döner. Allahû Tealâ: “men dakka dukka.” diyor. Yani: “Çalma kapını çalarlar kapını.”
Eğer başkalarına sizden bir kötülük ulaşıyorsa onları üzecek bir davranış söz konusuysa; çevrenizden size mutlaka o davranış geri dönecektir, tepecektir. Tersi de söz konusu. Eğer sizden çevrenize bir mutluluk ulaşıyorsa, güzellik ulaşıyorsa o zaman bunu dikkate alın sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım. O zaman çevrenizdeki insanlardan da size o güzellik geri dönecektir. “Ne ekersen onu mutlaka biçersin.” diyor Allahû Tealâ.
Öyleyse o zaman mutluluğun sırrı bu kadar kolay mı? Evet, bu kadar kolay. Eğer sizden çevrenize yayılan şey mutluluksa onlardan toplayacağınız hasılat da mutluluk olarak size geri döner. Öyleyse başkalarını huzursuz ettiğiniz zaman size mutsuzluk geri dönüyorsa, başkalarını mutlu ettiğiniz zaman size mutluluk geri dönüyorsa o zaman size mutluluğun gelebilmesi için sizin etrafa mutluluğu saçmanız lâzım. Bunu yapabildiğiniz zaman meseleyi kökünden çözersiniz.
Zikir garantili bir yoldur. Eğer hem kendinizi başkalarına adar hem de daimî zikrin sahibi olursanız, o zaman iki katlı ekmek kadayıfı olur, hem de kaymaklı.
Sevgili kardeşlerim, mutluluğunuz başka insanların elinde değildir. Mutluluğunuz sizin elinizdedir. Öyleyse şu içinizdeki dünyanın karanlığının tamamen kalktığı, her tarafın Allah’ın nurlarıyla dolduğu pırıl pırıl bir kalbe sahip olduğunuz zaman yani daimî zikre ulaştığınız zaman iç dünyanızdaki durum nedir? Onu anlattık şimdiye kadar hep. İç dünyanızda her şey sulh ve sükûna ulaşmıştır. Nefsinizin kalbindeki afetler yoktur, faziletler vardır, fazıllar vardır. Onlar da Allah’ın bütün emirlerine mutlak itaat ederler, yasaklarını asla gerçekleştirmezler. Ruhunuzun hasletleri de Allah’ın bütün emirlerine itaat ederler, yasak ettiği fiili asla işlemezler. Böylece 200’de 200 bir beraberlikle Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren birisiniz, Allah’ın yasak ettiklerini de yapmayan birisiniz.
Öyleyse bu sadece bir mutluluğu ifade eder. Her Allah’ın emrini yerine getirdikçe duyduğunuz huzur bu sebeptedir. Her Allah’ın yasak ettiği fiili şeytan karşınıza devamlı imkânlar çıkarmasına rağmen işlemiyorsanız, bu da mutluluk verici bir olaydır. Öyleyse iç dünyanızda kavga bitmiştir; nefsiniz ile ruhunuz aranızdaki diyalektik kavga bitmiştir. İç dünyanızda muhteşem bir mutluluğu yaşıyorsunuz.
Şimdi hadi gelin, beraberce dış dünyamıza bakalım: Dış dünyamızla ilişkilerimiz başlangıçta nasıldı? Onlar bize kötü davranıyorlardı. Hep bu kadarı söylenir: “Etraftaki insanlar bize kötü davranıyor.” Peki, siz onlara nasıl davranıyorsunuz? Siz onlara kötü davrandığınız için kötü davranışlara muhatap oluyorsunuz.
İşte daimî zikre ulaşmadan evvel sizinle etrafınızdaki insanlar arasında hep bir soğuk savaş vardır. Bütün insanlarda kendilerini başkalarından üstün görmek için üstün kılma çalışması yapmak söz konusudur. Hep “Acaba ben nasıl başkalarını küçültürüm de ondan daha güçlü, ondan daha akıllı, kısaca ondan daha üstün olduğumu nasıl ben onlara ispat ederim?” diye insanlar hep bir gayretin içindedirler. Ve böyle yaptıkları için, davranışları başkalarını rahatsız ettiği için o insanlar da mukabil olarak ona benzer davranışlarla ona muhatap olacaklardır. Onun yaptığına benzer davranışlarla ona muhatap olacaklardır. O kişi başkalarına nasıl eza veriyorsa davranışlarıyla, başkalarından geri dönen davranışlar da ona eza veren davranışlar olacaktır. Sonuçta hem o mutsuzdur hem de etrafındaki insanlar mutsuzdur onunla olan ilişkilerinde.
Negatif tohumlar ekiliyor, karanlık meyveler alınıyor, huzursuzluk bütün boyutlarda mevcut. Ama nefsinizin kalbinde afetler sona erdiği zaman böyle davranamazsınız. Sizden çevrenize ulaşan şey onları yaralayacak, zedeleyecek davranış biçimleri olmaz. Olmamasının arkasında ne vardır? Siz onları artık rakip olarak görmüyorsunuz, onlardan üstün olduğunuzu ispat etmek gereğini duymuyorsunuz; çünkü bunun bir anlamı olmadığını anladınız. Onları sevmeye başladınız; onları çok seviyorsunuz, incitmek istemiyorsunuz. Davranış biçimlerinizi de buna göre dizayn ettiniz. Her şeyi en güzel standartlarda gerçekleştirdiniz. Etrafınızdaki insanlarla artık onlara bir üstünlük taslamadığınız için kavganız bitti, bir. Onları eskiden sevmiyordunuz, onlar da sizi sevmiyorlardı. Ama şimdi onları çok sevmeye başladınız, onlar da sizi çok seviyorlar.
Öyleyse artık sizden çevrenize sevgi yayılıyor, çevrenizden de size sevgi dönüyor. İşte böyle bir dünyada yaşamaya başladınız. Böyle bir dünyada yaşamaya başladığınız zaman eski davranışlarınızı gözünüzün önüne getirdiğiniz zaman neden mutsuz olduğunuzu çok güzel idrak edebilirsiniz. Etrafınızdaki insanlar neden size karşı çıkıyorlar? Etrafınızdaki insanlar neden sizi üzecek davranışlarda bulunuyorlar? Arkasında sizin onlara verdiğiniz imaj var. Bu imaj, onları rahatsız eden bir imaj onların da iç dünyasında. Zaten şeytan her an hazır, size düşman olmak, aynı derecede sizi de rahatsız etmek talebi geliyor.
Öyleyse böyle bir dizaynda bütün insanların cemaat olarak güzele ulaşabilmeleri, herkesin birbirine en güzel davranışlarla davranmasına bağımlıdır. Kimin nefsindeki afetler bitmişse o bütün güzel davranışların simgesini taşır, işaretini taşır. Onun için söz konusu olan şey Allah’ın güzellikleridir. Ve bu bağlamda kişi mutlu olacaktır.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, bu dış dünyanızdaki mutluluktur. Daimî zikre ulaştığınız zaman dış dünyada düşmanınız kalmamıştır. Onlar size düşman olabilirler. Düşmanınız kalmamıştır deyince, biz sizin düşmanlığınızdan bahsediyoruz. Siz o noktada kimseye düşman olamazsınız.
Allah ile olan ilişkilerinize geliyoruz: Allah ile olan ilişkileriniz sizin için negatif bir boyut oluşturmaz. Allah ile olan ilişkilerinizde bir Allah’ın emirleri var; eskiden onları yaparken zorlanıyordunuz. Şeytan ve nefsiniz onların yapılmaması lâzım geldiği konusunda size yüzlerce engel çıkarıyordu. Allah’ın yasak ettiği fiillere ise koşarak gidiyordunuz; çünkü onlar hoşunuza gidiyordu, nefsiniz onları istiyordu. Ama nefsinizin afetleri tamamen yok olduğu zaman Allah’ın emirleri cephesinde hiçbir eksiklik kalmadı. Allah’ın bütün emirlerini yaparken doyulmaz zevkler yaşamaya başladınız. Allah’ın yasak ettiği fiilleri de artık işlemiyorsunuz; çünkü onlar sizin için bir arzu olmaktan çıktı. Artık onları işlemek içinizden gelmiyor. Yaptığınız yanlışları fark ettiniz, onları doğrularla değiştirdiniz. Allah’ın yasak ettiği fiilleri işlemiyorsunuz. Daimî zikrin sahibi olduğunuz zaman bununla karşı karşıyasınız. Nefsinizin bütün afetleri yok olmuştur. Artık sizin için negatif davranışlar bitmiştir.
Daimî zikir, bütün insanları
Allah’ın mutlak dostu yapar. Nefsinin kalbindeki bütün afetler yok olmuştur.
Hem iç dünyasında hem dış dünyasında hem de Allah ile olan ilişkilerinde mutlak
bir sulh ve sükûn hasıl olmuştur. İç dünyasında nefsi ile ruhu arasındaki ezelî
kavga sona ermiştir. Artık o kavga devam etmiyor. Dış dünyasında başka
insanlarla kavgası bitmiştir. Başka insanlar onunla hâlâ anlaşmazlık
içindedirler, ona düşmandırlar ama o hiç kimseye düşman olamaz. Onun için
düşmanlık olayı bitmiştir, hiç kimseye düşman değildir.
Böyle bir noktada dış âleminde de anlaşmazlık, savaş bitmiştir kendi açısından.
Allah ile olan ilişkilerinde ise Allah’ın bütün emirlerini en üst seviyede
yerine getiriyor, yasak ettiği fiillerden hiçbirini işlemiyor. Çünkü işlemek
istemiyor, iç dünyasından böyle bir talep gelmiyor. İşte hem iç dünyasında,
nefsi ile ruhu arasındaki savaş bittiği için sulh ve sükûn hasıl olmuştur hem
dış dünyasında davranış biçimleri %100 düzeldiği için başka insanlarla
arasındaki savaş bitmiştir, anlaşmazlık bitmiştir. Ona göre düşman yoktur. Ona
düşman olanlar vardır ama o kimseye düşman olamaz. Allah ile olan ilişkiler
açısından ise Allah’ın bütün emirlerini yerine getiriyor, yasak ettiği hiçbir
fiili işlemiyor.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler,
dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a
sonsuz hamd ve şükrederiz ki bizleri bir defa daha bir zikir sohbetinde bir
araya getirdi. Hepinizin hem cennet saadetini hem dünya saadetini mutlaka
kazanmanızı Allahû Tealâ’dan dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak
istiyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
Esselâmu aleykûm ve rahmetullâhi ve
berekâtuhu.
İmam İskender Ali M İ H R