}
Engeller-2 03.12.2003
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 107355


SOHBETİN ADI: ENGELLER-2

TARİHİ: 03.12.2003

 

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir zikir sohbetinde engeller konusunda; gözlerdeki, kulaklardaki, kalplerdeki engeller konusunda sizinle birlikteyiz.

 

Biliyorsunuz, 2 saatlik bir engeller konuşması zaten tamamlamıştık ama yetmemişti konuya. Bu da inşaallah 3. saat olacak engeller konusundaki açıklamaların. Ve En’âm Suresinin 103. âyet-i kerimesine ulaşıyoruz. Allahû Tealâ buyuruyor:

 

Bismillâhirrahmânirrahîm.

 

6/EN'ÂM-103: Lâ tudrikuhul ebsâru ve huve yudrikul ebsâr(ebsâra) ve huvel lâtîful habîr(habîru).

Görme hassaları onu idrak edemez. Ve O, görme hassalarını idrak eder. Ve O, lâtiftir, herşeyden haberdardır.


“Görme hassaları (basarlar) onu idrak edemez. Ve O, o basarları (görme hassalarını) idrak eder. Ve O, (lâtîful habîr) lâtif'tir (her şeyden haberdardır).”


Ve En’âm-104:

 

6/EN'ÂM-104: Kad câekum basâiru min rabbikum fe men ebsara fe li nefsihi ve men amiye fe aleyhâ, ve mâ ene aleykum bi hafîz(hafîzin).

Rabbinizden size basiretler (kalp gözlerinize görme yeteneği) gelmiştir. Artık kim bu basiretle (kalp gözüyle) görürse onun lehinedir (kendi nefsi içindir). Kimin de kalp gözü kör kalırsa, o taktirde onun aleyhinedir. Ve ben, sizin üzerinize muhafız değilim.

 

kad câekum basâiru min rabbikum: Rabbinizden size basiretler (kalp gözlerinize görme yeteneği) gelmiştir.

fe men ebsara fe li nefsihi: Artık kim bu basiretle görürse (onun nefsi içindir) onun lehinedir.

ve men amiye fe aleyhâ: Kimin de kalp gözü kör kalırsa (kim de körse), onun aleyhinedir.

ve mâ ene aleykum bi hafîz(hafîzin): Ve ben, sizin üzerinize muhafız değilim.


Öyleyse burada Allahû Tealâ, kalp gözünün açılması konusunda insanlara verdiği yetenekten bahsediyor. Yani kalp gözündeki engellerin kalkması, basiretin açılması, basiret üzere gaybı görmek, fiziğin ötesini görmek, neticede de Allah’ı görmek.

 

Kalp gözleri, kalp kulakları ve kalbin idrak hassası: Bir gaybın ötesine ait, fizik âlemin ötesine ait, bir de fizik âlemdeki körlük, sağırlık ve dilsizlik söz konusu. Buradaki bu En’âm-109 ve 110’daki muhteva kalp gözleri için, kalp kulakları için geçerli. Ve affedersiniz, En’âm-103 ve 104’teki. Şimdi En’âm-109’a geliyoruz: 


6/EN'ÂM-109: Ve aksemû billâhi cehde eymânihim le in câethum âyetun le yu’minunne bihâ, kul innemâl âyâtu indallâhi ve mâ yuş’irukum ennehâ izâ câet lâ yu’minûn(yu’minûne).

Ve eğer onlara bir âyet (mucize) gelirse, ona mutlaka inanacaklarına dair, Allah’a en kuvvetli yeminleri ile yemin ettiler. “Muhakkak ki; âyetler (mucizeler) ancak Allah’ın katındadır (İndi İlâhi’dedir)” de. Ve (âyet) geldiği zaman onların inanmayacaklarının siz farkında değilsiniz.

 

 

“Ve eğer onlara bir âyet (bir mucize) gelirse ona mutlaka inanacaklarına dair, Allah'a en kuvvetli yeminleri ile yemin ettiler. ‘Muhakkak ki âyetler (yani mucizeler) ancak Allah'ın katındadır (İndi İlâhi'dedir)’de. Ve (âyet yani mucize) geldiği zaman, onların inanmayacaklarının siz farkında değilsiniz.” diyor Allahû Tealâ.


Ve buradaki muhteva açık, mucizelere inanmak ve inanmamak konusu: En’âm-110:

 

6/EN'ÂM-110: Ve nukallibu ef’idetehum ve ebsârahum kemâ lem yu’minû bihî evvele merratin ve nezeruhum fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).

Ve onların fuad hassalarını (nefsin kalbinin idrak hassalarını) ve basiretlerini (nefsin kalp gözünün görme hassalarını) evvelce O’na inanmadıkları (mü’min olmadıkları) ilk zamanki hallerine çeviririz. Onları, azgınlıkları içinde şaşkın bırakırız.

 

“Ve onların fuad hassalarını (yani nefsin kalbinin idrak hassalarını) ve basiretlerini (nefsin kalp gözünün görme hassalarını) evvelce O'na inanmadıkları (mü'min olmadıkları) ilk zamanki hallerine çeviririz. Onları azgınlıkları içinde şaşkın bırakırız.”

 

kemâ lem yu’minû bihî: Ona inanmadıkları andaki gibi bir durum.

 

Burada Allahû Tealâ Allah’ın mucizelerine inanmadıkları için, üstelik de inanacaklarına dair yemin verdikleri için onlardan alacağını söylüyor. Öyleyse insanlar için söz konusu olan açık ve kesin bir sonuç var. Kıymetini bilmeyenden Allahû Tealâ emanetlerini geri alıyor. Kalp gözü ve kalp kulağı açıldıktan sonra Allahû Tealâ için muvakkaten veya devamlı kapanabilir.

Rûm Suresinin 52. âyet-i kerimesi:

 

30/RÛM-52: Fe inneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev mudbirîn(mudbirîne).

Öyleyse muhakkak ki sen ölülere duyuramazsın, arkalarına dönüp gittikleri zaman sağırlara da daveti duyuramazsın.


“Bunun için sen, arkalarını dönmüş giderlerken o daveti ölülere işittiremezsin, dinletemezsin ve sağırlara da işittiremezsin.”


Bir insanın davete icabet etmesi için -yani Allah’a ulaşmayı dilemeye davet- bir insanın davete icabet etmesi için ne olması lâzım? Önce işitmesi lâzım daveti, işitmezse o zaman davete icabet diye de bir olay kesinlikle tahakkuk etmez. İşte ölüler ve sağırlar söz konusu.

 

Kimdir ölü? Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkesi ölü kabul ediyor Allahû Tealâ bu dünya üzerinde. Ve sağır kabul ediyor. O zaman anlıyoruz ki; Peygamber Efendimiz (S.A.V) tebliğini yapmış ama onlar şiddetle karşı çıkmışlar. Karşı çıktıkları zaman Allahû Tealâ işitme, idrak etme ve görme hassalarını kapatıyor. Uzuvları da kapatıyor.

Rûm-53:

 

30/RÛM-53: Ve mâ ente bi hâdil umyi an dalâletihim, in tusmiu illâ men yu’minu bi âyâtinâ fe hum muslimûn(muslimûne).

Ve sen, körleri dalâletlerinden kurtarıp hidayete erdirecek değilsin. Sen ancak âyetlerimize îmân edenlere duyurursun. İşte onlar teslim olanlardır.


ve mâ ente bi hâdil umyi an dalâletihim: Sen, körleri dalâletlerinden (onların dalâletinden) kurtarıp hidayete erdiremezsin.

in tusmiu illâ men yu’minu bi âyâtinâ fe hum muslimûn (muslimûne): Sen ancak âyetlerimize inananlara işittirebilirsin.

fe hum muslimûn(muslimûne): Onlar ise teslim olanlardır.

           

Burada 1. teslimden bahsediyor Allahû Tealâ. İşitebilen kişiler Allah’a ulaşmayı dileyenler; onlar işitiyorlar. Onların nasıl 7 tane takva varsa Kur’ân-ı Kerim’de, 7 safha 4 teslim varsa, bu 7 safhanın her biri takva için geçerli, teslim için geçerli, âmenû olmak için geçerli. Her açıdan hep 7 tane safha ile karşılaşıyoruz. Bu durumda Allahû Tealâ’nın işareti açıkça geliyor.

 

İnsanlar baştan işitmiyorlar, karşı çıkıyorlar, arkalarını dönüyorlar ve ölüler olarak kabul ediyor Allahû Tealâ onları. Ve böyle olduğu için gözlerini kör kılıyor, kulaklarını sağır kılıyor, kalplerini idraksiz kılıyor Allahû Tealâ. Ve de hassaların üzerine de mühür vuruyor. Mutlaka önce tebliğ var, tebliğe karşı çıkış var, karşı çıkış üzerine körlük, sağırlık, dilsizlik başlıyor. Bütün zamanlarda bu olay tahakkuk ediyor. Mulk Suresinin 8, 9, 10. âyetlerine geçiyoruz. Diyor ki Allahû Tealâ Mulk-8’de:

 

67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).

(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.


“tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).”


“(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Her bir grup cehenneme atıldığında cehennem bekçileri (vazifelileri) onlara: ‘Size nezir (ikaz edici, uyarıcı) gelmedi mi?”

Nezir; aynı zamanda resûl.

 

Mulk-9:

 

67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).

Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”


kâlû belâ: Dediler ki: “Evet.”

kad câenâ nezîrun: Bize nezir geldi (nezir).

fe kezzebnâ: Biz onu yalanladık (tekzip ettik).

ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in: Ve biz ona dedik ki: “Allah hiçbir şey indirmemiştir.”

entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin): Ve: “Siz büyük bir (sapıklık içindesiniz) dalâlet içindesiniz.” dedik.

 

Mulk-10:

 

67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).

Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.


“ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).”


“Ve derler ki: Eğer biz işitmiş ve akıl etmiş olsaydık, burada cehennem de mi olurduk (burada ateş ehlinin içinde mi olurduk)?”

 

Kim bu insanlar? Bu insanlar nezirin sözlerine karşı çıkanlar. Karşı çıktıkları için Allahû Tealâ gözlerini, kulaklarını, kalplerini kapatıyor ve eğer sadece dinlemiş olsalar anlayacaklar, anlayınca; yani pozitif istikametteki bir yaklaşımla yaklaşırlarsa Allahû Tealâ açacak kalp gözlerini, kalp kulaklarını ve anlayacaklar. Karşı çıkmayanlar için Allahû Tealâ’nın onların kalp gözlerini, kalp kulaklarını kapatması söz konusu değil.


Buradaki işaretlere dikkat ediyor musunuz? Evvelâ diyor ki: “Biz sana inanmıyoruz.” Sonra diyor ki: “Allah kitap da indirmemiştir, ona da inanmıyoruz.” Yetmez, “Sen sapıklık içindesin.” diyor. Yani nezirin söylediklerine şiddetle bir karşı çıkış var. Bunun üzerine Allahû Tealâ onları kör, sağır ve dilsiz kılıyor. Ve bu insanların arasından sonra salim kafayla düşünüp de: “Doğru da olabilir. O zaman ben bu konuyu bir inceleyim.” tarzında bir düşüncenin sahibi olan herkesin pozitif yaklaşıma kalbi yöneldiği anda, Allahû Tealâ onun için gerekeni yapıyor. Hemen gözler, kulaklar, kalpler açılıyor ve böyle bir dizaynda Allahû Tealâ’nın mutlaka o kişiye yardımı var.

 

İşte Allahû Tealâ’nın onlara furkanlar vermesi bu sebeple geçerli. Allahû Tealâ’nın onların günahlarını sevaba çevirmesi bu sebeple geçerli.

Hacc Suresinin 46. âyet-i kerimesine geliyoruz.

 

Bismillâhirrahmânirrahîm.


22/HACC-46: E fe lem yesîrû fîl ardı fe tekûne lehum kulûbun ya’kılûne bihâ ev âzânun yesmeûne bihâ, fe innehâ lâ ta’mâl ebsâru ve lâkin ta’mâl kulûbulletî fîs sudûr(sudûri).

Onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki onların, onunla akıl ettikleri kalpleri ve onunla işittikleri kulakları olsun. Fakat baş gözleri kör olmaz. Lâkin sinelerdeki kalpler kör olur.


“Onlar yeryüzünde dolaşmadılar mı (seyretmediler mi) ki, onunla akıl ettikleri kalpleri olsun ve onunla işittikleri kulakları olsun.”


Yani görüp ibret alsalardı, hem insanların nasıl mahvolduğunun işaretlerini yakalayacaklardı hem de kurtuluşa ulaşanların işaretlerini yakalayacaklardı. Ve kalpler ve kulaklar orada hükümferma oluyor. “Fakat,” diyor Allahû Tealâ, “baş gözleri kör olmaz; sinelerdeki kalpler kör olur.”

“Lâkin sinelerdeki kalpler kör olur.”


Burada hem kalp gözü hem de baş gözünü, ikisi beraber ele alınmış. Birisi velâyetten sonraki Allah’ın verdiği hediye; kalp gözü, kalp kulağı daimî zikre ulaşınca mutlaka verdiği, ondan evvel de verebildiği. Kişiyi âlim iken ârif yapan bir dizayn. A’râf Suresinin 201. âyet-i kerimesi:

7/A'RÂF-201: İnnellezînettekav izâ messehum tâifun mineş şeytâni tezekkerû fe izâhum mubsırûn(mubsırûne).

Muhakkak ki; takva sahibi kimseler şeytandan onlara gözü bürüyen bir vesvese dokunduğu zaman (Allah’ı) tezekkür ederler (Allah’la tezekkür ederler). İşte o zaman onlar, basar edenlerdir (kalp gözlerinin basar hassası ile görürler).


“Muhakkak ki takva sahibi kimseler şeytandan onlara gözü bürüyen bir vesvese dokunduğu zaman (Allah'ı) tezekkür ederler.”  Yani: “Allah’la tezekkür ederler; karşılıklı konuşurlar.”

Tezekkür kelimesi aynı zamanda zikri de ifade ediyor, aynı kökten geliyor. Hem zikir yaparlar hem de Allah ile karşılıklı konuşurlar. Öyleyse böyle bir dizaynda: “Basar edenlerdir.” diyor Allahû Tealâ. “Kalp gözlerinin basar hassasıyla görenlerdir.” diyor.

A’râf Suresinin 202. âyet-i kerimesi:

 

7/A'RÂF-202: Ve ihvânuhum yemuddûnehum fîl gayyi summe lâ yuksirûn(yuksirûne).

Ve onların (şeytanların) kardeşleri onları cehenneme sürüklerler. Sonra (bundan) vazgeçmezler.


“Ve onların (yani şeytanların) kardeşleri onları cehenneme sürüklerler.”


Dikkat edin: Allahû Tealâ daha evvelki bir âyet-i kerimede herkesin şeytanından bahsediyordu. Herkesin etrafında mutlaka şeytanlardan birileri var. Ve devamlı vesvese vermeye çalışıyor. Bütün güçleriyle buna çalışırlar ve burada hepsinin gayretinin onları cehenneme ulaştırmak konusunda olduğu ifade ediliyor. A’râf-203’te de Allahû Tealâ diyor ki:

7/A'RÂF-203: Ve izâ lem te’tihim bi âyetin kâlû lev lâctebeytehâ, kul innemâ ettebiu mâ yûhâ ileyye min rabbî hâzâ besâiru min rabbikum ve huden ve rahmetun li kavmin yu’minûn (yu’minûne).

Ve onlara bir âyet getirmediğin zaman “Onu derleyip toplasaydın (bir âyet düzseydin) olmaz mıydı?” dediler. De ki: “Rabbimden bana ne vahyolunursa ben ancak ona tâbî olurum.” Bu, Rabbinizden basiretler (kalp gözlerinizin görmesini sağlayacak olan yardımlar)dır. Ve hidayete erdiren (Allah’a ulaştıran)dır. Ve mü’min olan (kalbine îmân yazılan) bir kavim için rahmettir.

 

ve izâ lem te’tihim bi âyetin kâlû lev lâctebeytehâ: Ve onlara bir âyet getirmediğin zaman, ‘Onu derleyip toplasaydın (yani bir âyet düzseydin) olmaz mıydı?’ dediler.

kul innemâ ettebiu mâ yûhâ ileyye: De ki: “Ben Rabbimden bana ne vahyolunursa ben ancak ona uyarım.”

hâzâ besâiru min rabbikum: Bu, Rabbinizden basiretlerdir.

(Bunlar Rabbinizden basiretler; yani kalp gözlerinizin görme hassasını sağlayacak olan sistemlerdir.)


ve huden: Ve hidayete erdiren (yardımlardır)

ve rahmetun: Ve Allah’ın rahmetidir.

li kavmin yu’minûn (yu’minûne): Mü’minler kavmi için (Allah’a ulaşmayı dileyenler için).

Ve görülüyor ki burada Allahû Tealâ kalp gözlerinden, kalp kulaklarından bahsediyor. Ve onu söyleyenler, elbette böyle bir gözün sahipleri, böyle bir kalp gözünün, kalp kulağının sahipleri değil. Kendiliğinden âyet getirdiğini zannediyorlar. “Onu hatırla, hazırla bize getir.” diyorlar ve engelli insanlar söz konusu.

Neml Suresinin 80 ve 81. âyetleri:

 

Bismillâhirrahmânirrahîm.


27/NEML-80: İnneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev mudbirîn(mudbirîne).

Muhakkak ki sen, ölülere işittiremezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da (Allah’ın) davetini işittiremezsin.

 

“Muhakkak ki sen, ölülere işittiremezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da davetini işittiremezsin.”

Burada: “Ölüler.” diyor, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le, O tebliğ yaptıkça tartışanlar, şiddetle karşı çıkanlar.

Ve Neml-81’de de:

 

27/NEML-81: Ve mâ ente bi hâdîl umyi an dalâletihim, in tusmiu illâ men yu’minu bi âyâtinâ fe hum muslimûn(muslimûne).

Ve sen, körleri dalâletlerinden (çevirip) hidayete erdirecek değilsin. Sen, ancak âyetlerimize inananlara işittirebilirsin. İşte onlar, teslim olanlardır.


“Sen körleri bulundukları dalâletten hidayete erdiremezsin. Sen ancak âyetlerimizi onlara îmân edip teslim olanlara işittirebilirsin.”

 

Görülüyor ki körler dalâlettedirler, hidayete de ermezler. İnsanlar Allahû Tealâ’nın dizaynında Allah’ın öğretisine karşı çıkmadıkları takdirde Allahû Tealâ onların kalp gözlerini, kalp kulaklarını ya da baş gözlerini, baş kulaklarını kapatmıyor, onlara bir şey yapmıyor. Ama karşı çıkarlarsa mutlaka gerçekleşiyor. Orada bir engel var sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım. Engelleri koyan Allah, ister hassalara koysun ister uzuvlara koysun, her hâlükârda Allahû Tealâ burada engeller koyuyor ama bu insanlar mutlaka karşı çıkanlar, arkasını dönüp kaçanlar, davete kulaklarını tıkayanlar.

Hûd Suresinin 19. âyet-i kerimesi:

 

11/HÛD-19: Ellezîne yasuddûne an sebîlillâhi ve yebgûnehâ ivecâ(ivecen), ve hum bil âhırati hum kâfirûn(kâfirûne).

Onlar ki; Allah'ın yolundan (kişinin mürşidine ulaşmasına mani olarak ruhunun, vücudundan ayrılarak Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e ulaşmasına engel oldukları için) saptırırlar. Ve onu (ruhun ölmeden Allah'a ulaşmasını) eğmek ve bükmek isterler (gerçek kavramından uzaklaştırmak isterler). Onlar, ahireti (ruhun ölmeden Allah'a ulaşmasını) inkâr edenlerdir.


“Onlar ki Allah yolundan saptırırlar. (Allah yolundan, Allah’ın yoluna girmelerine mâni olurlar. İnsanların Allah’ın yoluna girmelerine mâni olurlar.) Ve onu eğmek ve bükmek isterler.”

 

ve hum bil âhırati hum kâfirûn (kâfirûne): Ve onlar ahireti (yani insanların ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştırmak üzere yola çıkacaklarını, Allah’a ulaşmayı, ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı) inkâr ederler.” diyor Allahû Tealâ.

 

11/HÛD-20: Ulâike lem yekûnû mu'cizîne fîl ardı ve mâ kâne lehum min dûnillâhi min evliyâe, yudâafu lehumul azâb(azâbu), mâ kânû yestetîûnes sem’a ve mâ kânû yubsirûn(yubsirûne).

İşte onlar, yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakacak değiller. Ve onların Allah’tan başka dostları olmadı. Onlara azap kat kat arttırılır. Onlar işitmeye güç yetiremediler (sem’î hassaları çalışmadı). Ve onlar göremediler (basar hassaları çalışmadı).

 

ulâike lem yekûnû mu'cizîne fîl ardı: Onlar, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değillerdir.
ve mâ kâne lehum min dûnillâhi min evliyâe: Ve onların Allah'tan başka dostları olmadı.

yudâafu lehumul azâb (azâbu): Onlara azap kat kat arttırılır.



“mâ kânû yestetîûnes sem’a ve mâ kânû yubsirûn (yubsirûne).”

“Onlar işitmeye güç yetiremediler.”


ve mâ kânû yubsirûn (yubsirûne):
Ve onlar göremediler.
(Ne sem’î hassaları çalıştı ne basar hassaları çalıştı.)

Sebep ne? Ahireti inkâr etmeleri yani insan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasını inkâr etmeleri; sebep bu.

 

Görüyoruz ki hep insanlar var ve yetkililerin kendilerini uyarmalarına rağmen bu istikamette bir gayretin sahibi değiller. Uyarıldıkları istikamette; tam aksine, bırakınız kendilerinin dalâlette olmasını, hidayete yaklaşamamalarını; başka insanları da Allah’ın yolundan saptırıyorlar. Başka insanlar için de aynı şey söz konusu; Allah’ın yolundan sapmak. Öyleyse Allah’ın sebîline ulaşmalarına mâni oluyorlar insanların. O zaman böyle bir cezayı hak ediyorlar. Kalp gözleri, kalp kulakları onların kapalı. Hem körler hem sağırlar.

 

Hûd Suresinin 23 ve 24. âyetlerine bakıyoruz, Allahû Tealâ buyuruyor ki:

 

11/HÛD-23: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve ahbetû ilâ rabbihim ulâike ashâbul cenneti, hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

Muhakkak ki; âmenû olanlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenler), ıslâh edici amel (nefs tezkiyesi) yapanlar ve Rab’lerine huşû duyanlar (kalplerine ihbat konulanlar, razı ve itaatkâr olanlar), işte onlar, cennet ehlidir. Onlar, orada ebedî kalanlardır.

 

“Muhakkak ki âmenû olanlar (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı dileyenler), ıslâh edici amel yapanlar (nefs tezkiyesi yapanlar) ve Rabb'lerine huşû duyup boyun eğenler.”


ve ahbetû ilâ rabbihim: Rabb’lerine muhabbet duyanlar (hûb duyanlar).


Ne zaman oluyor? Kalplerine ihbat konulduğu zaman. Onlar, o zaman muhbit oluyorlar; Allah’a ulaşmayı diledikleri zaman.

 

“İşte onlar cennet ehlidir.” diyor Allahû Tealâ, “Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.”

 Ve Hûd-24:

 

11/HÛD-24: Meselul ferîkayni kel a’mâ vel esammi vel basîri ves semîı, hel yesteviyâni meselâ(meselen) e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).

İki toplumun durumu, âmâ ve sağır ile gören (basar hassası çalışan) ve işitenin (sem’î hassası çalışan) durumu (örneği) gibidir. İkisinin hali (seviyesi) eşit midir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

 

“Bu iki fırkanın durumu,” diyor Allahû Tealâ, “âmâ (yani kör) ve sağır ile gören (yani basar hassası çalışan) ve işitenin (sem'î hassası çalışan) durumu gibidir.”

 
Bir taraftakiler kör ve sağır, öbür taraftakiler gören ve işiten.

 
“İkisinin hâli eşit midir?” diyor Allahû Tealâ.


Demek ki Hûd-23’ten evvel bir başka fırkadan bahsediyor Allahû Tealâ. Onlar negatif istikamette tesir almışlar. Bakalım, Hûd Suresinin 22. âyet-i kerimesinde ne var?

 

11/HÛD-22: Lâ cereme ennehum fîl âhırati humul ahserûn(ahserûne).

Kesinlikle ahirette en çok hüsrana uğrayacak olanlar muhakkak ki, onlardır.


“Kesinlikle,” diyor Allahû Tealâ, “âhirette en çok hüsrana uğrayacak olan onlardır.”

 

21’de:

11/HÛD-21: Ulâikellezîne hasirû enfusehum ve dalle anhum mâ kânû yefterûn(yefterûne).

İşte onlar nefslerini hüsrana düşüren kimselerdir. Ve uydurmuş oldukları şeyler onlardan uzaklaştı (gitti).

 

“İşte onlar nefslerini hüsrana düşüren kimselerdir. Ve uydurmuş oldukları şeyler onlardan uzaklaştı (gitti).” diyor Allahû Tealâ ve 20. âyet-i kerimede:

 

11/HÛD-20: Ulâike lem yekûnû mu'cizîne fîl ardı ve mâ kâne lehum min dûnillâhi min evliyâe, yudâafu lehumul azâb(azâbu), mâ kânû yestetîûnes sem’a ve mâ kânû yubsirûn(yubsirûne).

İşte onlar, yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakacak değiller. Ve onların Allah’tan başka dostları olmadı. Onlara azap kat kat arttırılır. Onlar işitmeye güç yetiremediler (sem’î hassaları çalışmadı). Ve onlar göremediler (basar hassaları çalışmadı).

 

“Onlar, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değillerdir.” diyor Allahû Tealâ, “Onlara azap kat kat arttırılır.”

 

Bu Hûd-19, 20, 21, 22, 23; hepsi bir arada. Bir tarafta bu örnekteki insanlar; Allah’a ulaşmayı dilemeyenler var. Bir tarafta da Allah’a ulaşmayı dileyenler var.

 

Lokmân Suresinin 6. âyet-i kerimesine geliyoruz:

 

31/LOKMÂN-6: Ve minen nâsi men yeşterî lehvel hadîsi li yudılle an sebîlillâhi bi gayri ilmin ve yettehızehâ huzuvâ(huzuven), ulâike lehum azâbun muhîn(muhînun).

Ve insanlardan bir kısmı boş sözleri satın alırlar, ilimleri olmaksızın Allah’ın yolundan saptırmak için. Ve onu eğlence (alay konusu) edinirler. İşte onlar için muhin (aşağılayıcı) bir azap vardır.


“ve minen nâsi men yeşterî lehvel hadîsi li yudılle an sebîlillâhi bi gayri ilmin ve yettehızehâ huzuvâ(huzuven).”

“İnsanlardan kimi var ki -bir kısmı var ki- ilmi olmadığı halde Allah yolundan insanları saptırmak için, sonra da onunla alay etmek  (ve yani istishar etmek, alay etmek) ve eğlenmek için boş sözler satın alırlar (yani hiçbir asla istinad etmeyen boş sözler). İşte bunlara şiddetli bir azap vardır.” diyor.

azâbun muhîn: Apaçık bir azap vardır.” diyor Allahû Tealâ.

 Ve Lokmân Suresinin 7. âyet-i kerimesi:

 

31/LOKMÂN-7: Ve izâ tutlâ aleyhi âyâtunâ vellâ mustekbiren ke en lem yesma’hâ ke enne fî uzuneyhi vakrâ(vakran), fe beşşirhu bi azâbin elîm(elîmin).

Ve ona âyetlerimiz okunduğu zaman onu işitmemiş gibi kibirlenerek döner (gider), onun kulaklarında vakra (işitme engeli) varmış gibi. Öyleyse onu elîm azapla müjdele (ikaz et, uyar).

 

“Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki bunları işitmemiş, kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak yüz çevirir. Sen de onları acıklı azap ile müjdele.” diyor Allahû Tealâ.

           

Gene aynı şeyi görüyoruz. Kim Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in tebliğine karşı çıkmışsa, bu tebliğ onu bir yerlere sürüklemişse, karşı çıkmaya; Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e direkt olarak karşı çıkmaya sürüklemişse, bu noktada söz konusu olan Allah’ın mutlaka engel koyması oluyor. Her seferinde aynı sonuçlarla karşılaşıyoruz.

 

Önce bir tebliğ müessesesi var, bu tebliğin yapılması sırasında kişilerin hali tavrı var. Bir insan var; sükûnetle dinler, kabul etmez ya da eder. Ama emaniyye bilgilerle donatılmış olup da Allah’ın hidayet davetine karşı çıkan herkesin Allahû Tealâ gözlerini, kulaklarını, kalplerini ve hassalarını kapatıyor.

 

Öyleyse burada sadece iki türlü insan var:

 

*Gözlerini, kulaklarını, kalplerini; hassalarını kapattığı insanlar Allahû Tealâ’nın.

*Kapatmadığı insanlar.

 

O kapatmadığı insanlar; Allah’a ulaşmayı dilemedikçe onlar da kurtuluşa eremezler. Kapattığı insanlar da Allah’a ulaşmayı dilemedikçe kurtuluşa eremezler. Allahû Tealâ herkese furkanlar verir. Yani insanlara resûlün söylediklerini anlayabilecek, idrak edebilecek olan özellik kazandırır. Böyle bir dizaynda Allahû Tealâ’nın ortaya koyduğu durum açık ve kesindir.

 

Hep bir sebep tahtında insanların gözlerini, kulaklarını, kalplerini kapatıyor. Yani karşı çıkan, özellikle Allah’ın hedeflerini engellemeye çalışan, şeytandan yana olan insanlara Allahû Tealâ bu işlevleri gerçekleştiriyor.

Ahkâf Suresinin 26. âyet-i kerimesine bakıyoruz:

 

46/AHKÂF-26: Ve lekad mekkennâ hum fî mâ in mekkennâkum fîhi ve cealnâ lehum sem’an ve ebsâren ve ef’ideten fe mâ agnâ anhum sem’uhum ve lâ ebsâruhum ve lâ ef’idetuhum min şey’in iz kânû yechadûne bi âyâtillâhi ve hâka bihim mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).

Ve andolsun ki Biz, onlara size dahi vermediğimiz imkânları verdik. Ve onlara işitme, görme hassaları ve idrak verdik. Fakat işitme ve görme hassaları onlara fayda sağlamadı. Ve idrakleri de onlara bir şey sağlamadı. Allah’ın âyetlerini bilerek inkâr ediyorlardı. Ve alay etmiş oldukları şey onları kuşattı.


“And olsun ki,” diyor, “Ey Mekkeliler! Size vermediğimiz kuvvet ve mevkii onlara vermiştik. Onlara kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik. Ama kulakları, gözleri ve kalpleri onlara bir fayda sağlamadı. Çünkü Allah’ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. O alaya aldıkları azap kendilerini yok ediverdi.”


Öyleyse burada Allahû Tealâ onlara verdiği dünya için, dünyayı görmeleri için verdiği kulaklar, kalpler, gözler ama onlar bu dünyaya açık olan pencereden dünyaya başka bir cepheden baktılar. Ve neticede o görme müessesesi hakikati görmek istikametinde kullanılamadı. Sadece dünyaya bir bakıştı. O insanlar gene ölü olarak yaşadılar.

Ve Nisâ Suresinin 46. âyet-i kerimesi:


4/NİSÂ-46: Minellezîne hâdû yuharrifûnel kelime an mevâdııhî ve yekûlûne semi’nâ ve asaynâ vesma’ gayra musmeın ve râınâ leyyen bi elsinetihim ve ta’nan fîd dîn(dîni). Ve lev ennehum kâlû semi’nâ ve ata’nâ vesma’ venzurnâ le kâne hayran lehum ve akvem(akveme), ve lâkin leanehumullâhu bi kufrihim fe lâ yu’minûne illâ kalîlâ(kalîlen).

Yahudilerden, (Tevrat’taki) kelimelerin konuldukları yerleri değiştirip tahrif edenler (mânâlarını bozanlar) ve dillerini eğip bükerek ve dîni yererek: “İşittik ve isyan ettik. İşit, işitmez olası ve “râinâ” (bize bak: yahudi dilinde ahmak)” diyorlar. Ve eğer onlar, “İşittik ve itaat ettik, işit ve bize bak.” deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı ve daha sağlam (daha iyi) olurdu. Küfürleri sebebiyle onları lânetledi. Artık onların pek azı hariç, îmân etmezler.


“Yahudilerden (öyle kimseler de var ki) (Tevrat'taki) kelimelerin konuldukları yerleri değiştirip  (mânâlarını bozarlar) dillerini eğip bükerek ve dîni yererek: ‘İşittik ve isyan ettik. İşit, işitmez olası ve “râinâ” (bize bak)’ diyorlar. Ve onlar (şüphesiz), ‘İşittik ve itaat ettik, işit ve bizi gözet.’ deselerdi, muhakkak ki kendileri için daha hayırlı ve doğru olurdu. (Fakat Allah) küfürleri sebebiyle onları lânetlemiştir. Artık onların pek azı hariç, îmân etmezler.” diyor Allahû Tealâ.

 

Buradaki muhtevaya baktığımız zaman gördüğümüz şey açık ve kesin sevgili kardeşlerim. Hep insanların bu muhtevada engelleri olduğu için doğruları göremiyorlar.

 

Öyleyse şunu netice olarak ortaya koyuyor Allahû Tealâ: Kimin kalp gözü ve kalp kulağı açılmamışsa, o kişi Allah’ın sözlerine mutlaka karşı çıkan biridir. Kimin kalbinde ekinnet varsa, kimin gözlerinde hicab-ı mesture varsa, kimin kulaklarında vakra varsa -bu uzuvlardaki engellerin yanı başında-  kimin görme hassası gışavet isimli perdeyle örtülüyse, kimin işitme hassası mühürlüyse, kimin kalbi mühürlüyse onlar kendilerine tebliğ yapıldığı zaman… Tebliğ gelmeyen insan bir defa hiç yoktur. Mutlaka tebliğ bütün insanlara ulaşır.

“Biz, bir resûl göndermedikçe kimseye azap etmeyiz.” diyor Allahû Tealâ.

 

17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsihî, ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).

Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.

 

İşte böyle bir dizaynda insanlar için bir muhteva tayin ediyor Allahû Tealâ. Tebliğin yapılması esastır. Herkes tebliğdeki tutumuna göre Allahû Tealâ tarafından tek tek irdelenir ve karşı çıkıyorsa Allah’ın yardımına lâyık değilse, onun hassalarını Allahû Tealâ kapatıyor veya uzuvlarını. Her ikisini birden yapması da söz konusu ama şunu görüyoruz ki her şey tebliğe karşı çıkmakla başlıyor. O zaman zamanımızdaki dîn adamlarını bu konuda mutlaka uyarmak mecburiyetindeyiz. İkaz etmek mecburiyetindeyiz ki tebliğe karşı çıkmasınlar. Eğer bir fikirleri varsa bunu usulü veçhile bildirsinler. Yani karşı çıkmak, hele insanları Allah’ın yolundan men etmek gibi bir tavır alanların mutlaka hem uzuvları hem hassaları Allahû Tealâ tarafından kapatılıyor. Onlar sağır, dilsiz ve kör oluyorlar.


Öyleyse engelleri tetkik ettiğimiz zaman, her engelde mutlaka bir karşı çıkış görüyoruz. Allah’ın Resûl’üne karşı çıkış. Hâlbuki Allahû Tealâ ne istiyor? Herkesin Allah’a ulaşmayı dileyerek kurtuluşa ulaşmasını istiyor Allahû Tealâ. Herkesin Allah’a ulaşmayı dilediği anda dalâletten kurtulduğu kesin, küfürden kurtulduğu kesin, hüsrandan kurtulduğu kesin, Allah’ın âyetlerinden gâfil olmaktan kurtulduğu kesin. Ve de hidayet üzere oluyor kişi, takva sahibi oluyor, âmenû oluyor. Bütün güzellikler onun üzerinde. Sadece bir dileğin sahibi olması lâzım kişinin. Eğer kişi bu dileğin sahibi olmak yerine Allah’ın Resûl’üne karşı çıkıyorsa ve de bir taraf olarak özellikle saldırıyorsa o zaman Allahû Tealâ’nın bir ceza müessesesi olarak onların kalplerini, kulaklarını, gözlerini ve uzuvlarını kapattığını görüyoruz.

 

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha sizlerle bir engeller bahsinde birlikte olduk.

 

Kulaklardaki, gözlerdeki, kalplerdeki engeller ve hassalardaki engeller; görme, işitme, idrak hassalarındaki engeller sebepsiz yere konmuyor. Kişinin bilerek, isteyerek Allah’a karşı çıkması, Resûl’e karşı çıkması sebebiyle konuyor. Ondan sonra kişi eğer akıl yoluyla düşünürse ve bunun neticesinde eğer Allah’a ulaşmayı dilerse bütün engelleri Allahû Tealâ derhal açıyor. O kişi gören, işiten, bilen oluyor.

 

Sevgili öğrenciler, izleyenler dinleyenler, herkese onları ölüyken diriltecek olan bu güzellikleri anlatmak, hepimizin üzerine vazifedir. Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; böyle bir sohbette bizleri beraber kıldı. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler; can dostlarım, gönül dostlarım.

 

 

İmam İskender Ali  M İ H R