}
Mutluluk Sohbeti 29.12.2003
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 107422


SOHBETİN ADI: MUTLULUK SOHBETİ

TARİHİ: 29.12.2003

 

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrolsun ki; bir defa daha sevenler bir araya geldiler. Allahû Tealâ bizleri seviyor. Sizler ve biz, bizler de Allah’ı seviyoruz. Şu anda Allahû Tealâ, biz ve sizler bir bütün oluşturmuş durumdayız. Allah’ın dostları, Allah’la beraber.

 

Sevgili kardeşlerim, sadece bu kadarını düşünmek bile bir büyük mutluluk değil mi? Bir mutluluk üçgeninde sizler, biz, Yüce Rabbimiz. O’nunla birlikte olmanın hazzını bütün gönlümüzle yaşayalım sevgili kardeşlerim. Allah ile birlikte olmak, eski Osmanlı tabiriyle Allah ile bile olmak. Her şey ne kadar güzel, öyle değil mi sevgili kardeşlerim?

 

Ruhunuzu Allah’a ulaştırdıktan sonra, O’nunla otomatik bir birliktelik sağlıyorsunuz. Ruhunuz ezelî ilticagâhına ulaşıyor ama farklı bir ulaşma; siz hayattasınız. Ne kadar yanlış şeylerin, İslâm’ı mahvedecek olan ne kadar yanlış hususların, İslâm dünyasında bir hakikat gibi kabul edilişi yüzyıllarca sürmüş. Her geçen gün İslâm biraz daha ağır yaralar almış, Allah’ın doğrularından insanlar bir bir ayrılmış. Mü’min olmak unutulmuş, hidayet unutulmuş, zikir unutulmuş ve bunların arkasında daha nice kavramlar birer birer devre dışı kalmış. Artık İslâm’dan bahis var ama teslimden bahis yok.

 

Sevgili kardeşlerim, olur mu? İslâm, teslim demek; ruhunuzun, vechinizin, nefsinizin, iradenizin Allah’a teslimi demek. Her birisi mutluluğunuzu mutlaka arttıracak olan hususlar. Ruhunuzu Allah’a ulaştırdığınız zaman, nefsinizin kalbindeki afetlerin %51’ini yok edebiliyorsunuz. Fizik vücudunuzda bu rakam %80’i aşıyor, nefsinizin tesliminde %100’e ulaşıyor, iradenizin tesliminde ise %100 devam ediyor. Nefsinizin kalbindeki afetler ne kadar azalırsa o kadar mutlu olursunuz şu dünya adı verilen gezegende, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım.

 

Her şeyin en güzel olduğu standartlarda yaşamak mı istiyorsunuz? O zaman 4 teslimi gerçekleştirmelisiniz. Ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi Allah’a mutlaka teslim etmelisiniz sevgili kardeşlerim. Mutluluğu o zaman dört başı mamur olarak yaşarsınız. O zaman siz de aynı şeyleri söyleyeceksiniz: "Her şey çok mu güzel yoksa bana mı öyle geliyor?"

 

Sevgili kardeşlerim, şu Allah’ı tanımayan zavallılar var ya; Kur’ân’ı bilmeyen ama bildiğini zanneden zavallılar, en çok onlara acıyorum. Kavramlar kaybolmuş derken en çok onlara acıyorum. Çünkü onlar Kur’ân’ı bilmiyorlar. Mü’min olmayı bilmiyorlar. Zannediyorlar ki; Allah’a inanan mü’mindir, inanmayan da kâfirdir.

 

İblis neden o kadar güçlü olarak onları inandırmış buna? Çünkü kavramın temelinde lügat var her zaman onlar için. Îmân; inanç demek, mü’min; inanan demek. Eee! Kişi bakıyor kendisine; samimiyetle bakıyor ama. Bakıyor, gerçekten Allah’a inanıyor adam. Diyor: “Îmân inanç demekse, mü’min de inanan demekse ben gerçekten Allah’a inanıyorum.” Hiç şek ve şüphe yok, bu kardeşimiz Allah’a kesin olarak inanıyor. “İnanıyorsam," diyor, "ben mü’minim.” Ve çevresindeki dîn adamlarına soruyor: “Böyle mi, böyle değil mi?" Cevap: “Evet, sen mademki Allah’a inanıyorsun; sen inanansın, inanansa Kur’ân-ı Kerim’de mü’min adı ile geçer.” Eee, sonra? Sonra adam dönüp kendisine bakıyor: “Tamam," diyor, "ben Allah’a inanıyorum da ben ibadetlerimi yapmıyorum yahu!” diyor. “Namaz kılmıyorum, oruç tutmuyorum. Ha," diyor, "anladım! Allahû Tealâ beni bir süre cehenneme koyar, hafif tertip leblebi gibi kavurduktan sonra ondan sonra alır beni cennetine, sonsuza kadar orada inşaallah cennette yaşarım.” Çünkü ona dîn öğretenler diyorlar ki: “Bir süre cehenneme gidilir, ne kadar günahın varsa çekersin. Ondan sonra Allahû Tealâ seni cehennemden alır, cennete götürür.”

 

Yalan bunlar sevgili kardeşlerim. Kur’ân-ı Kerim bunların hiçbirini söylemiyor. İnanan, Allah’a inanıyor diye cennete giremez. Ne kadar zamandan beri söylemekte dilimizde tüy bitti. Ve sevgili kardeşlerim, öylesine yanlış şeyler, hurafeler Kur’ân-ı Kerim’deki hakikatlerin yerini almış ve insanımız; bu Kur’ân-ı Kerim’in gerçek mânâlarını bilmeyenler, bilmeyen dîn öğreticileri tarafından kendileri yanlış öğrendikleri için, öyle yanlış bir öğretiye tâbî tutulmuş ki insanımız, bütün Kur’ân hakikatleri yok olmuş ve insanlara Kur’ân’daki o hakikatlerden bahsettiğimiz zaman bugünkü dîn öğretisinin hiçbirisine uymuyor söylediklerimiz.

 

Sevgili kardeşlerim, dîn adamlarının aklı başında olanları söylediklerimizin hepsinin teker teker tahkikini yaptılar. Hepsinin doğru olduğundan şu anda emin olan, Türkiye’de binlerce dîn adamı var. İşte bu toplumun ümidi onlarda. Bir gün zincirleri kırabilecekler mi? Sadece bizim kimliğimiz olduğu için -Allah’ın hakikatlerini bizden öğrendikleri halde- eski bilgilerinde onları ısrar etmeye zorlayan bir yapı var etraflarında, bir negatif çevre var. Cehaletleri meydana çıkmasın diye, Allah’ın hakikatlerini gözden saklamaya çalışan ve 60 milyondan fazla insanın cehenneme gitmesine sebebiyet verecek olan dîn adamları. İşte onlara üzülüyoruz sevgili kardeşlerim. Çünkü onlar, omuzlarına vebal alıyorlar ama onlara sesleniyoruz; vicdanınıza danışın, yaptığınız şey doğru olabilir mi? 60 milyondan fazla insanın cehenneme gitmesinde methaldarsınız, anladığınız halde doğruyu söylemediğiniz için.

 

Bazı gerçekten saf, tertemiz dîn adamları görüyoruz. Söylediklerimizi anlamıyorlar, tamam ve bize e-maillerde diyorlar ki: “Biz zaten senin söylediklerini biliyoruz.” Bunu söyledikleri zaman çok net olarak görüyoruz ki; bu kardeşlerimiz o tertemiz düşünceleriyle aslında hiçbir şey bilmedikleri halde, bizim söylediklerimizle onların söyledikleri arasındaki farkı anlayamayacak durumdalar. Onun için hep gülümsüyoruz bu tarzda bir e-mail aldığımız zaman. “Biz zaten senin söylediklerini biliyorduk.” diyen birtakım kardeşlerimiz için biz tebessüm ediyoruz. Bilmediklerini biliyoruz ama asıl vebal alacak olan bunlar değil, bunlar temiz insanlar. Hatta bunlardan bize kızanlar da var: “Sen bizim başımızı ağrıtıyorsun böyle saçma sapan şeylerle. Biz zaten bunları biliyoruz. Senin bilgine ihtiyacımız yok.” diyenlere de onlara da kızamıyoruz. Kızmayı hak etmiyorlar, bunlar dürüst insanlar. İşleri dışında açık açık bize ulaşıp, bize öfkelendiklerini söylüyorlar. Hay Allah razı olsun! Tamam. Onlar öğrenebilecek olanlar ve öğrendikleri zaman başkalarına da öğretebilecek olanlar ama asıl büyük kitle, sessiz dîn adamları. İnceliyorlar sevgili kardeşlerim, aralarında istişare ediyorlar ve söylediklerimizin hepsinin doğru olduğunu acı acı kabul etmek mecburiyetinde kalıyorlar. Neden acı acı diyoruz? Çünkü biz bunları söylediğimiz zaman, sanki onların karşısındaki bir düşmanı oluşturuyormuşuz gibi bizi düşünüyorlar.

 

Onların bugüne kadar öğrettikleri dîn eğitiminin tamamen tersini söylüyoruz. Evet, sevgili kardeşlerim, bütün kavramlarda büyük hatalar yapılmış. Her şey iblisin asırlardan beri kurduğu bir tuzağın adım adım gerçekleşmesiyle tahakkuk etmiş. Bütün kavramlar adım adım, adım adım son derece yavaş bir tempo içerisinde, insanlar hiç hissedemeden değişmiş, değişmiş, değişmiş. Öyle bir sonuçla karşı karşıya olmuşuz ki; bugünkü dîn öğretimi ile o öğretime samimiyetle inanan ve tatbik eden hiç kimsenin kurtulması mümkün olmayan bir dîn öğretisi İslâm âleminin bütününü sarmış. Önce Yahudiler, sonra Hıristiyanlar bu tuzağa düşmüşler. Hz. Musa’dan asırlarca sonra Yahudiler dînlerini unutmuşlar. Hz. İsa’dan Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e gelinceye kadar da Hristiyanlar da dînlerini unutmuşlar ve bugün Peygamber Efendimiz (S.A.V) zamanında, Kur’ân’a yüzde yüz sadık kalan bir Kur’ân-ı Kerim yaşantısı söz konusuydu.

 

 Ne diyor Allahû Tealâ, Âli İmrân Suresinin 119. âyet-i kerimesinde?

 

3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tu’minûne bil kitâbi kullihi, ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).

İşte siz (mü'minler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca “Biz îmân ettik.” dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak uçlarını ısırdılar. De ki: “Öfkenizden ölün.” Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.



Diyor ki: “Ey sahâbe! O düşmanlarınız size buğzettikleri halde (size kötü davrandıkları halde), siz onlara gene de muhabbet beslersiniz (hub beslersiniz, sevgi beslersiniz). Çünkü siz, Kitab’ın bütününe îmân edersiniz.” Yani: “Îmân eden ve bunun gerçeğini bilen, onu tatbik edendir.”

 

Sahâbe Kur’ân’ı, tam Kur’ân’daki esaslara göre tatbik ettiler. Hepsi 7 safhayı da yaşadılar. Hepsi ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de Allah’a teslim ettiler, irşad makamının sahibi oldular. 7. kat cennetin, Adn cennetlerinin sahibi oldular. Sonra mı ne oldu? Sonra diğer dînleri üçkâğıtçılığıyla paralize eden iblis, İslâm’da da devreye girdi. Aradan geçen 14 asırda İslam’ın bütün insanları kurtuluşa ulaştıracak olan temel faktörlerini tiftik tiftik attı şeytan. Kavramların isimleri kaldı, kavramların ruhu, temeli yok oldu.

 

Sevgili kardeşlerim, sadece bir tek misal verdik: Mü’min olmak. İşte lügat mânâsı açık:

 

Mü’min: İnanan demek.

Îmân: İnanç demek.

 

Adam bakıyor, inanıyor, samimi olarak inanıyor. “İnandığıma göre, ben Mu’min Suresinin 40. âyet-i kerimesine göre cennete gireceğim.” diyor. “Mü’minleri kadın olsun erkek olsun, cennetimize alacağız ve hesapsız rızıklandıracağız.” diyor Allahû Tealâ.

 

40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).

Kim seyyiat (şer, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü’minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.



Şeytanın elinde bunlar varsa bunları kullanmaz mı iblis? Ne istiyor? Bütün insanları kendisiyle beraber cehenneme götürmek istiyor. Allahû Tealâ ne istiyor? Bütün insanları cennete almak. Alabilir mi? O kadar kolay bir sebebe bağlamış ki; almaması için sebep yok. Çünkü diyor ki: “Sadece Bana ulaşmayı dileyeceksiniz," diyor, "sizden istediğim bu kadar. Siz Bana ulaşmayacaksınız," diyor, “Ben sizi Kendime ulaştıracağım." diyor. "Sadece Bana ulaşmayı dileyen insanları mutlaka Kendime ulaştıracağım. Bunun mânâsı," diyor, "o kişi ulaştığı zaman 3. kat cennetimin sahibidir, dünya mutluluğun yarısını da onlara mutlaka yaşatırım. Bunu da garanti ediyorum. Sadece Bana ulaşmayı dileyeceksiniz.” diyor.

 

Sevgili kardeşlerim, Allah’ın söylediği bu kadar basit. Bu kadar kolay bir statü içinde herkesi cennetine almaya hazır ve istediği de sadece bu; bütün insanları cennete almak. O kadar çok seviyor ki insanoğlunu, bu kadar kolay bir sebeple herkesi, herkesi, herkesi cennetine almaya hazır Allahû Tealâ. O, Allah böylece ispat etmiyor mu sizin sadece mutluluğunuzu istediğini?

 

Ey benim canlarım, ciğerlerim, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, sadece bir tek dileğiniz yeter. Geri kalanı siz yapmayacaksınız, Allah yapacak. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz. Bu kalbiniz Allah’a ulaşmayı dileyecek. Bu kadar basit! Dilediğiniz an mutlaka cennetin 1. katının sahibisiniz. Karşılığı mı? Sadece bir tek dilek.

 

Sevgili kardeşlerim, işte bu dilek var ya, Allah’a ulaşmayı dilemek; üç kelime ile ifade ediyorum size. Bu dileğin sahibi olduğunuz an…

“Ama biz ondan evvel de Allah’a inanıyorduk.” İnanıyordunuz ama mü’min değildiniz. Bir insan Allah’a ulaşmayı dilemedikçe küfürden kurtulamaz, şirkten kurtulamaz, dalâletten kurtulamaz, Allah’ın dostu olamaz; tagutun dostu olarak kalır. Allah’ın kulu olamaz, tagutun yani insan ve cin şeytanların kulu olarak kalır.

 

Sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ bu kadar kolay bir sebeple sizlere kucağını açmış bekliyor. Ne kadar az insana anlatabiliyoruz bunu. Ne kadar çok insan biz hiç farkına bile varmadan düşmanımız olmuş. Sevgili kardeşlerim, bu insanların nefslerinin ne kadar korkunç bir şekilde onları şeytanın tutsağı yaptığını fark edebiliyor musunuz? Her şey unutulmuş. Bu söylediğimiz, bu kadar basit bir sebeple, Allahû Tealâ’nın sözü üzerine; Allahû Tealâ’nın üzerine alması bunu, sizin mutluluğunuzu, cennet mutluluğunuzu daha Allah’a ulaşmayı diler dilemez size teslim etmeye hazır Allahû Tealâ bu hususu. Daha sonra mürşidinize ulaşacaksınız. Tâbiiyetinizle 2. kat cennetin de sizin olduğunu söylüyor Allahû Tealâ. Daha sonra ruhunuzu Allahû Tealâ’ya ulaştıracaksınız; 3. kat da sizin. Allah’ın verdiği söz buraya kadar. Yetmez mi sevgili kardeşlerim? Bir tek dileğe karşılık 3. kat cennet, dünya saadetinin yarısı; sadece bir tek dileğe karşılık, bir tek dileğe karşılık, bir tek dileğe karşılık.

 

Ve bizim dîn adamlarımız, bunlardan hiçbirisini bilmiyorlardı. Allah’ın bize öğrettiği bu dîni, Kur’ân âyetlerini onlar bilmiyorlardı. Peki, bilmemekte haklı mıydılar? Haklıydılar sevgili kardeşlerim. Hiç kimse bilmediği bir şeyi öğretemez. Kendisine öğretilmedikçe de öğrenmedikçe de bilmez ve ne ilâhiyat fakültelerinde ne imam hatip liselerinde (ve artık ortaokullar, ilkokullara bağlandığı için sadece liseler dememiz lâzım) bu bilgiler öğretilmiyor.

 

Öyleyse korkunç gerçeği görebiliyor musunuz sevgili kardeşlerim? Dîn adamlarının büyük kısmı sırf nefslerindeki kibir sebebiyle: “Sonra ben bu hakikatleri kabul eder de doğru olduğunu ifade edersem herkes bana demez mi: ‘Mademki bu böyleydi, sen bize neden öğretmedin?” korkusuyla ve biraz da onların bilmedikleri bir şeyi ilâhiyat fakültelerinden mezun olmamış birisinin anlatan olarak söylemesi nefslerine ağır geldiği için.

 

Sevgili kardeşlerim, biz kesbî bir dîn öğretimiyle bu bilgileri öğrenmedik. Herhangi bir üniversiteden mezun değiliz, dîn öğreten bir üniversiteden. Bizim temel mesleğimiz; iktisatçılık. Bir Devlet Planlama Teşkilâtı uzmanıyken Allahû Tealâ bize dîn konusunu öğretti. Bizatihi Allah öğretti ve film buradan kopuyor. “Allah kimseye dîn öğretmez.” deyip, insanlar karşımıza çıkıyorlar. Düşman saflarda yer alıyorlar.

 

Sevgili kardeşlerim, bu millet için Allahû Tealâ’nın bu öğretisi bir şeref değil mi? Bu milleti seçmiş. Nasıl Osmanlı’yı bundan 3-4 asır evvel, 5 asır evvel bir dünya hâkimi yaptıysa Allahû Tealâ ve arkasında sadece Allah varsa, onların size anlattığım şekilde Kur’ân’ı yaşamaları söz konusu olduğu için, bir cihan hâkimiyetini onlar başarmışlarsa o zaman düşünmez miyiz sevgili kardeşlerim, böyle bir dizaynda şu anda ne kadar büyük bir yanlış içinde olduğunu dîn adamlarımızın karşı çıkmaları itibarıyla? Sadece kendileri öğrenmeseler zaten evvelce de bilmiyorlardı, gidecekleri yer cehennemdi. Bilmiyorsa, öğrenmedilerse gidecekleri yer cehennem. Tamam ama yeter mi sevgili kardeşlerim? Korkunç bir gerçek var arkada; eğer dîn adamlarımız Allah’ın Kur’ân hakikatlerini öğrenemezlerse hiç kimseye öğretemezler. Onların doğru söylediğine inanıyor halkımız. Onlar da halkın bu inancını nefsleri istikametinde kullanıyorlar ve bu sebeple ülkemiz bir fitnenin içerisinde.

 

Duhân Suresinin 10, 11, 12, 13, 14.  âyetlerindeki fitne, bütün dünyayı kaplamış durumda. Elbette bizim ülkemiz de bu fitnenin içinde.

 

44/DUHÂN-10: Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).

Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.

44/DUHÂN-11: Yagşân nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun).

(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.

44/DUHÂN-12: Rabbenekşif annel azâbe innâ mû’minûn(mû’minûne).

Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü’minleriz.

44/DUHÂN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).

Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar.

44/DUHÂN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).

Ve (O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler.



Evvelki kitaplar değiştirildiği cihetle, orada da söylediğimiz âyetlerin benzerleri var olmasına rağmen asıl olan Kur’ân diye düşünüyoruz ve Kur’ân’ın bütünü içinde var olan bir tek şey var sevgili kardeşlerim; mutluluk. Allahû Tealâ evvelâ cennet mutluluğunu garanti ediyor. Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz, dilediğiniz an cennetin sahibisiniz.

 

Şimdi böyle bir ilmi hiç duymamış olan dîn adamlarımız söz konusu. Haklılar mı? Haklılar. Çünkü onlara bu öğretilmedi. Ama şimdi aklı başında, kalbi temiz olan bir dîn adamı eğer Allah’tan korkuyorsa, Allah onun için bir kıymet ifade ediyorsa Kur’ân-ı Kerim’e bakıp da birçok yerini bilmediğini gördüğü zaman Kur’ân doğrularından hareket etmek mecburiyetinde değil mi? Vicdanı olan bir öğretim üyesi için bu kesin bir vakıadır. Aslolan Kur’ân doğrularıdır. İblisin insanları bunca asırdan beri sapıttığı, Allah’ın yoluna ulaştırmadığı, Allah’ın yolundan men ettiği kesin bir gerçek. Ve insanlar, bir neticeye ulaşıyoruz ki Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar.

 

Ne ifade eder bu? Cehenneme girmeyi ifade eder. Ee, tamam, cehenneme gidecekler. Ne olmuş yani? Çok korkunç bir sonuç çıkıyor ortaya sevgili kardeşlerim. Eğer dîn adamları Allah’ın nurlarını öğrendikleri halde, idrak ettikleri halde; ilmî taassupları ve o kırılamaz kibirleri sebebiyle eğer açıklamıyorlarsa, kabul etmiyorlarsa o zaman 60 milyondan fazla insanın vebalini omuzlarına alacaklar. Allahû Tealâ da dünyaya uyarı yapmamızı emretmedi ama bekliyoruz, bugünlerde böyle bir emir gelir diye. Geldiği zaman sakınmayız. Aynı gerçekleri bütün dünyaya mutlaka ulaştırırız.

 

Bizim düşmanlarımızın sayısı artar. Ne yazar ki sevgili kardeşlerim? Yaşayacağımız kadar zaten yaşamışız. Hayatımız en büyük mutluluklarla dolmuş, taşmış. Şu anda dünya üzerindeki en mutlu insanlardan biri miyiz? Hayır, değiliz. En mutlu insanlardan biri değiliz. Dünya üzerindeki en mutlu insanız. Çünkü kâinattaki bugünün en ağır görevini Allahû Tealâ bize lütfetti ve onun gücünü verdi bize. O’nun yardımıyla ayaktayız. Bu yaşta, günün bu kadar uzun zamanını çalışmayla geçirebilmek herkesin harcı değildir diye düşünüyoruz.

 

Sevgili kardeşlerim, mutluluk kendinizi insanlığa adadığınız zaman en büyük seviyede gerçekleşir. Bizim için artık biz yokuz, sizler varsınız. İnsanların mutluluğu var sadece. Her şeyimiz, her şeyimiz Allah’ındır. O, bize tasarruf ediyor. Biz O’nun dilediği her şeyi hiç çekinmeden, düşünmeden gerçekleştiririz. Bize vahyedilene uyarız, %100 uyarız. Biz O’nun tasarrufundayız. Öyleyse O, bizi verdiği bu ilimle bu kadar mutlu kılmışsa O’na bunu ödemek mümkün olur mu sevgili kardeşlerim? O Allah; bizim sahibimiz, ruhumuzun sahibi, nefsimizin sahibi, fizik vücudumuzun sahibi, irademizin sahibi, aklımızın sahibi. Sahibimiz. Biz bir köleyiz, azatsız bir köle. Şu dünyada ne kadar ömür vermişse bu köle azat olmadan onun kölesi olarak yaşayacaktır.

 

İnsanlarla bir diyaloğu kurmak sevgili kardeşlerim, yıllar geçtikçe daha net anlıyorum, ne kadar zor bir şeymiş. İblis insanları ne kadar kolay kandırabiliyor. Diyor ki: “Sen Allah’a inanıyorsun. Îmân da inanç demek. Mademki inanıyorsun, inanan kişi mü’min adını alır, sen de mü’minsin. Ne diyor Allahû Tealâ? “Mü’minleri mutlaka cennetime alacağım. Hesapsız rızıklandıracağım. Kadın olsun erkek olsun, hesapsız rızıklandıracağım.”

Sevgili kardeşlerim, ne kadar kolay değil mi iblis için? “İşte Kur’ân-ı Kerim bunu söylüyor.” diyor. Kur’ân-ı Kerim gerçekten onu söylüyor ama “mü’minler” diyor.

 

Sevgili kardeşlerim, inanmayan kişi, Allah’a inanmayan kişi Allah’a inanmadığı için mutlaka cehenneme gidecektir. Ne yaparsa yapsın kurtuluşu mümkün değildir. İnanan kişilerden de Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin gideceği yer cehennemdir. Diyecekler ki şimdi bize: “Ne yani biz mü’min değil miyiz? Biz Allah’a inanıyoruz. Mademki inananlar mü’min’dir, mademki Allahû Tealâ da inananları cennetine alacaktır, öyleyse mutlaka biz Allah’ın cennetine gireriz. Tamam, başlangıçta bizi cehennemine alabilir. Bir süre cehennemde bırakabilir ama sonunda gideceğimiz yer mutlaka cennettir.” Bu inanca göre yetiştirilmiş insanlar, sevgili kardeşlerim. Hiçbir Kur’ânî dayanağı yok. Ne kadar korkunç bir statü gerçekleşmiş, biliyor musunuz?

 

Bugün Türkiye’de 23 çeşit Kur’ân-ı Kerim satılmaktadır. Bu Kur’ân-ı Kerim açıklamalarına baktığımız zaman, tüylerimiz diken diken oluyor sevgili kardeşlerim. 14 asırda iblis bütün kavramların gerçek anlamını yok etmeyi başarmış. Mü’min kelimesinin yerini, inanan kelimesi almış.

Sevgili kardeşlerim, aslında gerçekten lügat mânâsı o, ama öyle olunca o insanlar kendilerinin ne zaman mü’min olduğu konusunda bir düşünceye girmeye gerek görmüyorlar. O insanlar söylemiyor onlara; “Cehenneme giren, bir daha cehennemden çıkamaz.” demiyorlar dîn öğreticileri insanlara. Kur’ân-ı Kerim’de 29 tane âyet-i kerime, cehenneme giren insanın ebediyyen cehennemde kalacağını, cehennemden çıkmasının mümkün olmadığını söylüyor.

 

Sevgili kardeşlerim, her şey öylesine yanlış öğrenilmiş ki; insanımızın bu kadar mutsuz olmasının arkasında evvelâ Allah ile olan ilişkilerin kesilmesi var. Mutluluğun kaynağı Allah’tır. Yanlış öğreti insanları sadece mutsuz kılar. O insan zannederse ki: “Ben Allah’a inanıyorum, öyleyse mü’minim. Belki cennete baştan giremem ama önce cehenneme girerim, orada bir süre kalırım. Allah beni cennetine alır.” Buna inanırsa o zaman Allah’a lâyık olmak için bir şey yapmak gereğini duymayacaktır. Mutlu olmanın hiçbir veçhesi ona anlatılmıyor.

 

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, bir korkunç yanlışlıklar dizisi bütün dünyayı, özellikle İslâm âlemini almış durumda. En çok üzüldüğümüz şey ne biliyor musunuz? Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ bütün kurtuluş yollarını açık açık ortaya koyduğu halde, Kur’ân-ı Kerim meallerine baktığım zaman iblisin hepsini ayrı bir kurnazlıkla gizlediğini görüyorum. Korkunç bir tuzağa İslâm âlemi de itilmiş. Daha evvel Yahudilerin, daha sonra Hristiyanların başına gelen, Allah’ın yolundan adım adım, kimsenin ruhu duymadan uzaklaştırılma işlemi İslâm’da da 14 asırda başarıyla tatbik edilmiş iblis tarafından.

Sevgili kardeşlerim, Allah’a inanan kişi mü’min sayılmıyor Kur’ân-ı Kerim’de. Şirkte olan bir insanın dizaynına bakıyoruz. Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

 

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.



munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte: Allah’a yönel (yani Allah’a ulaşmayı dile) ve O’na karşı (Allah’a karşı) takva sahibi ol ve namaz kıl.

ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne): Ve müşriklerden olma.

 

Müşrik deyince ne anlarsınız? Ya insanlar puta taparlar, onlar şirktedirler; bu açık şirktir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) Efendimiz diyor ki: “Açık şirkten korkmuyorum." diyor, "Benim ümmetim açık şirke bulaşmaz. Korkum," diyor, "gizli şirktir.” Gizli şirkin mahiyetini ise dîn adamları kendilerine göre yorumluyorlar ve de Kur’ân hükümleri onlar için önemli değil. İblisin öğrettiği önemli, çünkü kitaplar iblisin öğretisini yazıyor. Kur’ân-ı Kerim şirki onların söylediği gibi açıklamıyor. Diyorlar ki: “Mürşide tâbî olmak şirktir. Mürşid yedek ilâhtır.” Yalan söylüyorlar sevgili kardeşlerim. Ama topluma, her kademesine bu yalan kabul ettirilmiş. “İnsanla Allah arasına hiç kimse giremez.” deniyor. Bu yalan da kabul ettirilmiş insanlara.

 

Şimdi konuyu dağıtmadan şirk kavramının içinde kalalım. Allahû Tealâ: “Allah’a ulaşmayı dile ve böylece Allah’a karşı takva sahibi ol, müşriklerden olma.” dedikten sonra 32. âyet-i kerimesinde Rûm Suresinin şirki tarif ediyor:

 

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).

(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.



“Müşriklerden olma ki; onlar fırkalara ayrılmıştır. Her biri kendi elindekiyle ferahlanır. Onlar ayrı ayrı gruplar oluşturmuştur (ayrı ayrı hizipler oluşturmuştur).”

 

Öyleyse ayrı ayrı hizipler bütün fırkaları ifade ediyor. Allah’a ulaşmayı dileyenler ise bir tek fırkayı ifade ediyor. O tek fırkanın dışındaki bütün fırkaların şirkte olduğunu, kesinlikle Allahû Tealâ açıklıyor burada. Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesi bu konuya daha sağlam bir ışık tutuyor. Diyor ki Allahû Tealâ:

 

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mu’minîn(mu’minîne).

Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.



“Kıyâmet günü şeytan, insanlara olan vaadini (insanlara ait olan hedefini, insanlara ait olan düşüncesini) gerçekleştirdi. Mü’minleri oluşturan bir tek fırka hariç, bütün fırkalar şeytana kul oldular.” diyor.

 

Tarif tıpkı Rûm Suresinin 31 ve 32. âyetleri gibi geliyor: “Allah’a ulaşmayı dile, takva sahibi ol, müşriklerden olma.” Yani Allah’a ulaşmayı dileyen ve takva sahibi olan kişi; müşrikler bütün fırkaları oluşturduğuna göre, o bütün fırkaların dışında kalan tek bir fırka Allah’a ulaşmayı dileyip de takva sahibi olanları ifade ediyor. Onların adlarını koyuyor Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesinde; tek bir fırkanın mü’minler olduğunu, bütün diğer fırkaların şeytana kul olanlar olduğunu yani Allahû Tealâ onların şirkte olduğunu ifade ediyor. Bir başka ifade daha geçiyor; şeytanın kulu. Bir başka ifade daha geçiyor; demek ki mü’minler Allah’ın kulu. Eğer fırkalara ayrılanlar şeytanın kulu ise bu da kesinleşmişse Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesinde, geriye sadece tek fırkada olanlar kalıyor ve adlarını da koymuş Allahû Tealâ: “Tek fırkaya tâbî olanlar (tek fırkada olanlar, Allah’a ulaşmayı dileyenler), onlar mü’minlerdir.” diyor ve onlar Allah’ın emirlerine tâbî olanlardır. Geri kalanlarsa şeytanın emirlerine tâbî olanlar.

 

Sevgili kardeşlerim, neyi gördük ortada? Mü’min kavramının Allahû Tealâ tarafından insanların zannettiği gibi değerlendirilmediğini gördük. “Allah’a inanan mü’mindir, inanmayan kâfirdir.” demiyor. Mü’minlerin Allah’a ulaşmayı dileyenler olduğunu söylüyor. Dilemeyenlerin şeytanın kulu olmaları hasebiyle kâfirler olduğunu söylüyor Allahû Tealâ. Şeytanın kulları kâfirler, Allah’ın kulları mü’minler. Açık ve kesin olarak mü’minlerin dışında kalanların şeytanın kulu olduğu ifade ediliyor. Dışında kalmayan tek fırkanın sahipleri mü’minler yani takva sahipleri. Allahû Tealâ mü’minlerin Allah’ın dostu olduğunu, kâfirlerin tagutun dostu olduğunu söylüyor. Allahû Tealâ da orda diğer fırkalara tâbî olanların hepsinin şeytanın kulu olduğunu yani tagutun kulu olduğunu söylüyor.

 

İşte, konular son derece açık, kesin ve tutarlı olarak karşımıza çıkıyor sevgili kardeşlerim. Allahû Tealâ insanların mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemesini istiyor. Mü’min olanlar Allah’a ulaşmayı dileyenler. Dileyenler, diledikleri anda şeytana kul olmaktan, taguta kul olmaktan kurtuluyorlar.

 

Gerçekten öyle mi? Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesi, sahâbenin nasıl taguta kul olmaktan kurtulduğunu gösteriyor. Diyor ki Allahû Tealâ:

 

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.

Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!



“vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.”

“Onlar taguta kul olmaktan kurtuldular (kaçındılar, kendilerini kurtardılar, kurtuldular) ve Allah’a kul oldular."

 

Neden? Allah’a ulaşmayı diledikleri için (Allah’a yöneldikleri; Allah’a ulaşmayı diledikleri için).

“Onlara dünyada da ahirette de müjdeler vardır." diyor Allahû Tealâ, "Kullarımı müjdele.”

         

Ne yapmış? Açıkça âyet: “Şeytanın kulu iken," diyor, "onlar taguta kul iken, taguta kul olmaktan kendilerini kurtardılar ve Allah’ın kulu oldular.” Ne ile? Allah’a ulaşmayı dileyerek. Gördük ki taguta kul olanlar herkesi oluşturuyor. Mü’minler onun dışındakiler. Taguta kul olmayanlar yani takva sahibi olmayanlar yani Allah’a ulaşmayı dilemeyenler. Allah’a dost olmak açısından da aynı şeyi görüyoruz.

              

 Bakara Suresinin 257. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor:

 

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.



 “allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûri: Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyen mü’minlerin) dostudur. Onları zulmetten nura ulaştırır."

 

“vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumâti: Onlar tagutun dostudurlar. Bu insanlar da tagut da onları (kâfirleri) nurdan zulmete ulaştırır.” diyor Allahû Tealâ.

 

Öyleyse kâfirler tagutun dostu. Kâfirleri devre dışı çıkarırsanız, devre dışı bırakırsanız kim kalır? Mü’minler âmenû olanlar. Mü’minler sadece âmenû olanlardır, Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir. Yani: “Allah’a inanan mü’mindir.” ifadesi geçerliliğini bütünüyle kaybediyor. Allah’a inanmak mü’min olmak için yeterli değil. Allah’a inanan kişinin, Allah’ın ulaşılabilirliği konusunda kesin bir îmânın sahibi olması lâzım ve ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulaştıracağına kesin şekilde inanması lâzım. Bunun üzerine farz olduğuna da inanması lâzım. Sadece o insan, bütün bunların ötesinde Allah’a ulaşmayı dilemezse gene mü’min olamaz. Allah’a ulaşmayı dilediği anda, o kişi aksiyon içerisindedir artık. Mü’min olması kuvveden fiile çıkmıştır. O kişi mü’min olmuştur. Mü’min olduğu an, Allah’a ulaşmayı dilediği andır.

 

Sevgili kardeşlerim, öyle bir devrede yaşıyoruz ki; insanlar Allah’a insan ruhunun ölmeden ulaşacağına bile inanmıyorlar. Kur’ân-ı Kerim mealleri insanlığı bir batağa götürmüş. Allahû Tealâ, insan ruhunun ölmeden Allah'a ulaşmasını üzerimize 12 defa farz kılmış ve insanlar farzları da bilmiyorlar. İnsan ruhunun Allah’a ölmeden evvel ulaşmasına dair farzları da bilmiyorlar. İnsan ruhunun Allah’a ulaşmasının Kur’ân-ı Kerim’de “hidayet” adıyla anıldığını da bilmiyorlar. Kendilerini kurtuluşa ulaştıracak olan bütün Kur’ân faktörlerinden mahrum olarak üniversite bitiriyorlar, doktora yapıyorlar, doçent oluyorlar, profesör oluyorlar ve sadece kendileri cehenneme gidecek olsa sadece onlar için üzülürdük ama böyle bir öğreti, 60 milyondan fazla insanı da cehenneme götürüyor sevgili kardeşlerim. İşte buna yürek dayanmıyor.

 

Sevgili kardeşlerim, gerçekten Allah’ın bütün güzelliklerini iblis, öyle korkunç bir tuzakla örtmeyi başarmış ki; burada hüzne düşmemek çok kolay değil sevgili kardeşlerim. Çünkü bu hakikatleri anlattığımız için dîn adamlarının büyük kısmı bizim karşımızda oldular. Allah’ın hakikatlerini inceleyip, kabul edip, bizimle beraber bütün insanların kurtuluşunda çalışmaları lâzım geldiği halde, büyük kısmının nefsleri hâlâ duruma hâkim ve onlar kendilerine yazık ediyorlar sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım.

 

Allahû Tealâ’ya ne kadar hamdetsek ne kadar şükretsek azdır ki; dünyadaki bize göre en şerefli görevi Allahû Tealâ bize tebliğ etmiş, bizi sorumlu kılmış. Sevgili kardeşlerim, Osmanlı’nın torunları için bu kâinattaki en büyük şeref değil mi? Onun için biz bu dünyadaki en mutlu insanız. Allahû Tealâ, Allah’ın yolunda olması lâzım gelen insanları o yola sevk edecek yerde hidayetten mahrum edenlere “mücrimler” diyor. Mücrimler istemese de en büyük mutluluğun sahibi bizleriz sevgili kardeşlerim. Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz.

 

Mutluluğun parada olduğunu, mutluluğun insanlara tahakküm etmekte olduğunu, insanlardan üstün olduğunu onlara kanıtlamak olduğunu, ispat etmek olduğunu zanneden o zavallılara, Allahû Tealâ bize dînimizi öğrettikçe hep daha çok acımışımdır. Allah’a ne kadar şükretsek hamdetsek azdır ki; bizi seçmiş. Bu, kâinatın en büyük mutluluğu sevgili kardeşlerim. Sizler Allah’ın dostlarısınız, Allah’ın dostluğuna sahipsiniz, Allah’ın dostluğuna lâyıksınız. Öğretiyi öğrendiniz. Biz var olsak da yok olsak da emanet emin ellerde. Sancak daima ayakta olacaktır.

 

Ne mutlu sizlere sevgili kardeşlerim, bu kadar milyonun arasında siz binlerle temsil edilen insanlar, o kadar. Mutluluğu yaşayabilenler sadece sizlersiniz. Allah’ın hakikatlerini bilen, Kur’ân’ı bilen ve onlara dînlerini öğretebilecek olan vasıflara sahip, siz sevgili kardeşlerim; Allah’ın sizin omuzlarınıza tebliğ ettiği mukaddes görevinizle gurur duyun, şeref duyun. Bu şerefe lâyık olduğunuzu da unutmayın, yoksa buraya kabul edilmezdiniz. Allahû Tealâ’nın dizaynında dünya üzerindeki en şerefli, en kutsî vazifeyi omuzlamış insanlarsınız Mihr Vakfı’nın değerli mensupları, Allah’ın Üniversitesi’nin değerli mensupları.

Allahû Tealâ’nın hepinizi bu şeref yolunda en üstün liyakatlerle, insanların mutluluğuna adayanlar olarak hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırsın. Sizlerle iftihar ediyorum.

Allah hepinizden razı olsun.


İmam İskender Ali M İ H R