}
Rûm Suresi 37-49 (Âyetlerin Sırları) 25.02.2004
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 107664

 


SOHBETİN ADI: RÛM SURESİ 37-49 (Âyetlerin Sırları)
TARİH: 25.02.2004

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, bir Kur’ân Tefsiri dersinde daha inşaallah birlikteyiz. Rûm Suresinin 37. âyet-i kerimesiyle inşaallah konumuza giriyoruz.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

30/RÛM-37: E ve lem yerev ennellâhe yebsutur rızka li men yeşâu ve yakdir(yakdiru), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yu’minûn(yu’minûne).

Ve onlar, Allah’ın dilediğine rızkı genişlettiğini ve (dilediğine) takdir ettiğini (daralttığını) görmediler mi? Muhakkak ki bunda, mü’min bir kavim için âyetler (ibretler) vardır.


e: …Mı.
ve: Ve.
lem yerev: Görmüyorlar.
enne allahe: Allah… olduğunu (muhakkak ki, şüphesiz ki Allah).
yebsutu: Genişletir.
er rızka: Rızık.
li: İçin.
men: Kimse.
yeşâu: Diler.
ve yakdiru: Ve takdir eder.
inne: Muhakkak.
fî zâlike: Bunda vardır.
le: Elbette, gerçekten, mutlaka.
âyâtin: Âyetler.
li kavmin: Bir kavim için.
yu’minûne: Mü’min olan, îmân eden.

“Ve onlar, Allah’ın dilediğine rızkı genişlettiğini ve dilediğine takdir ettiğini (daralttığını) görmediler mi? Muhakkak ki bunda, mü’min bir kavim için âyetler (ibretler) vardır.”

Öyleyse Allahû Tealâ tayin eder. Diyor ki:  “Rızıklar gökte dağıtılır.” Bu rızıktan Allahû Tealâ’nın muradı, sadece yediğimiz yemekleri teşkil eden rızık değil. Aynı zamanda fizik vücudumuzun nefsimizi infâk ettiği rızık; yani rahmet, fazl ve salâvât isimli nurlar. Allah’a ulaşmayı dileyenlerin, zikir yaptıkları zaman Allah’tan gelip de kalplerine dolan, göğüslerine açılan, göğüsleri yarılarak açılan yoldan geçen, kalbe gelip îmân kelimesinin etrafında yerleşen fazıllar sebebiyle nefs tezkiyesine sebep olan rızık da burada. O rızkın takdiri, Allah’a aittir, sadece genişletilmesi ve daraltılması değil. Önce rahmetle fazl veriyor, sonra rahmetle salâvât da ilâve ediyor. Bu, rızkın genişletilmesidir. Ve tam genişletildiği yerde daimî zikir söz konusudur.

Allah razı olsun.

Rûm Suresi 38. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

30/RÛM-38: Fe âti zel kurbâ hakkahu vel miskîne vebnes sebîl(sebîli), zâlike hayrun lillezîne yurîdûne vechallâhi ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).

Öyleyse akrabalara, miskinlere ve yolculara haklarını ver. Bu, Allah’ın vechi’ni (Allah’a ulaşmayı) dileyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar, onlar felâha erenlerdir.


fe: Öyleyse.
âti: Ver.
zâ: Sahip.
el kurbâ: Yakınlık, yakın olan, akraba.
hakka-hu: Onun hakkı.
ve el miskîne: Ve miskinler, ve yoksul ihtiyarlar.
vebnes sebîli (ve ibne es sebîli): Ve yolcular.
zâlike: İşte bunlar.
hayrun: Daha hayırlıdır.
li: İçin.
ellezîne: O kimseler, onlar.
yurîdûne: İsterler.
vechallâhi (veche allâhi): Allah’ın Yüzü (Vech’i, Zat’ı).
ve ulâike: Ve işte onlar.
hum: Onlar.
el muflihûne: Felâha erenler.

Şöyle oluyor cümleler:

“Öyleyse akrabalara, miskinlere ve yolculara haklarını ver. Bu, Allah’ın Vech’ini (Allah’a ulaşmayı) dileyenler için daha hayırlıdır. Ve onlar, onlar felâha erenlerdir.”

Allahû Tealâ, Rûm Suresinin 38. âyet-i kerimesinde açık ve kesin bir şekilde: “yurîdûne vechallâhi.” diyor, “Allah’ın Zat’ını dileyenler.” Allahû Tealâ’nın burada: “Akrabalara, miskinlere ve yolculara haklarını ver.” demesi; hem dünyadaki Allahû Tealâ’nın verdiği malı infâk etmeleridir hem de fizik vücutlarının nefslerinin kalbini, nefslerini infâk ettirmeleridir.

Öyleyse hem maddî hem de manevî rızıklandırma burada açık bir şekilde anlatılıyor. Zaten bir evvelki âyet-i kerimede Allahû Tealâ: “Rızkı (hem maddî rızkı hem manevî rızkı), dilediğine yayıp genişletir ve kısar da.” diyor. Genişletmesinin standartlarını verdik; evvelâ rahmet ve fazl, sonra rahmet ve fazla rahmet ve salâvâtın da ilâvesi. Sonra nefsin kalbinin tamamen dolması, ondan sonra da 19 kademe nefsin kalbinin müzeyyen olması. Her biri rızkın genişletilmesi, genişletilmesi ve genişletilmesi. Öyleyse burada da: “Akrabalara, miskinlere, yolculara haklarını ver. Nefsin kalbini besle. Başının üzerine devrin imamının ruhunun gelmesini temin et. Daha sonra senin ruhunun başının üzerine gelmesini temin et. Daha sonra, daha önce salâh nurunun başının üzerine gelmesini temin etmeye çalış.” Yani devamlı Allah’ın yolunda ilerleyerek, akrabalar, miskinler ve yoksullar olarak adlandırılan ayrı ayrı mükâfatları Allahû Tealâ’dan alma müessesesi. Allahû Tealâ zaten bunu açıkça burada yazmış: “Allah’ın Vech’ini dileyenler; Allah’ın Zat’ına ulaşmayı dileyenler.”

İşte Allahû Tealâ, Ra’d Suresinin 20, 21, 22. âyetlerinde şöyle söylüyor:

13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).

Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).

Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

13/RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ razaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedraûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).

Onlar, sabırla Rab’lerinin Vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı ve Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.


Diyor ki Allahû Tealâ: “Onlar, Allah ile olan ahdlerini yerine getirirler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler).”

ve lâ yenkudûnel misâk: Misaklerini bozmazlar.

Ne yaparlar?

vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale: Ve onlar, Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar.

Bu, ruhumuzun Allah’a verdiği misaki yerine getirenler; 20 ve 21. âyetler beraberce ele alındığında.

Şimdi sadece 20. âyet-i kerimeye bakalım:

“ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk.” Bu kadar.

“Onlar, Allah’a ahdlerini yerine getirirler.” Yani: “Ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler ve bu sebeple misaklerini bozmazlar.”

Buradaki misak, irademizin Allah’a verdiği misak. Sonra devam ediyoruz. İleride de ikisini birden ihata edecek Allahû Tealâ’nın ifadesi. “Onlar, kötü hesaptan korkarlar. Onlar, Allah’a karşı huşû duyarlar. Onlar, sabırla Allah’ın Zat’ını dileyenlerdir.”

Eğer ruhumuzun misakı söz konusuysa Allah’ın Zat’ına ulaşmayı dileyenlerdir. Eğer Allah’ın Zat’ını görmek söz konusuysa o zaman Allah’ın ahdini yerine getirenlerdir; yani Allah’ın Zat’ını görmeyi dileyenlerdir. Ve nitekim bir sonraki âyet-i kerimenin sonunda, Adn cennetlerine gideceklerini söylüyor Allahû Tealâ. Allah’ın Zat’ını görmeyi hedef alanların Adn cennetlerine gireceklerini söylüyor. Diğerleri ise sadece kurtuluşa erenler, Allah’a ulaşmayı dileyenler. Burada Allahû Tealâ, gayet açık bir şekilde Allah’ın Vech’ini dileyenlerden bahsediyor. Ve Türkiye’deki mevcut 23 tane Kur’ân-ı Kerim mealinin hepsi, bunu Allah’ın yüzünü, rızasını isteyenler olarak değerlendirmişler.

Sevgili kardeşlerim, korkunç bir yanlışlık, vahim bir yanlışlık insanların cennete girmesini kesin şekilde engelliyor. İlim insanlara öyle öğretmiş, herkes öyle kabul etmiş diye Kur’ân-ı Kerim meali hazırlayanların hepsi, genel kaideye uyup aynı şeyleri yazmışlar; Allah’ın Zat’ına ulaşmak açık ve kesin olarak yazıldığı hâlde.

vechi rabbihim: Allah’ın Vechi (Zat’ı), Zat’ına ulaşmak.

“Allah’ın rızası.” diyorlar. Hiçbir lügat kitabında vechin, rıza anlamına geldiğini göremezsiniz.

Rûm Suresinin demek ki 38. âyet-i kerimesi bunu ifade ediyor. Rûm Suresi 38. âyet-i kerime: Allah’ın Vech’ini dileyenler. Hiçbir tevîle imkân vermeyecek kadar açık.

İfade: “lillezîne yurîdûne vechallâhi: Onlar ki Allah’ın Vech’ini dileyenlerdir.”

“Onlar, felâha erenlerdir.”

Elbette de felâha erenler, Allah’ın Zat’ını dileyenlerdir.

Ve 39. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

30/RÛM-39: Ve mâ âteytum min riben li yerbuve fî emvâlin nâsi fe lâ yerbû indallâh(indallâhi), ve mâ âteytum min zekâtin turîdûne vechallâhi fe ulâike humul mud’ıfûn(mud’ıfûne).

Ve insanların mallarında artış olsun diye faizden (faiz olarak) verdiğiniz şey (Allah’a ulaşmayı dilemeden yaptığınız zikir), o taktirde Allah’ın katında artmaz (nefsinizin kalbindeki nurları oluşturmaz ve arttırmaz). Allah’ın vechini (Allah’a ulaşmayı) dileyerek verdiğiniz zekât (yaptığınız (zikir)ler); işte böylece kat kat (nefsinizin kalbindeki nurları) artıranlar onlardır.


Ve Rûm Suresinin 39. âyet-i kerimesinde de aynı şeyi görüyoruz. Rûm-38 ve 39; ikisinde de “Allah’ın Vech’ini dileyenler.” geçiyor.

Kelimeler:

ve mâ âteytum: Size verdiğiniz şey.
min riben: Ribadan, faizden.
li yerbuve: Artsın diye.
fî: İçinde.
emvâli: Mallar.
en nâsi: İnsanlar.
fe: O zaman.
lâ yerbû: Artmaz.
indallâhi (inde allâhi): Allah’ın katında.
ve mâ âteytum: Ve sizin verdiğiniz şey.
min zekâtin: Zekâttan.
turîdûne: İstersiniz.
vechallâhi (veche allâhi): Allah’ın vechi, yüzü.
fe: Böylece.
ulâike: İşte bunlar.
hum: Onlar.
el mudıfûne: Kat kat arttıranlar.

“İnsanların mallarında artsın diye faizden verdiğiniz şey, o takdirde Allah’ın katında artmaz. Allah’ın Vech’ini (Allah’a ulaşmayı) dileyerek verdiğiniz zekât; işte böylece kat kat artıranlar onlardır.”

“İnsanların, faizden verdiğiniz (faiz olarak verdiğiniz), insanların mallarında artış olsun diye faizden (faiz olarak) verdiğiniz şey, onu faiz olarak verdiğiniz takdirde Allah’ın katında artmaz. Faiz, mallarda artışı vücuda getirmez.” diyor Allahû Tealâ. “Ama Allah’ın Vech’ini dileyerek verdiğiniz zekât (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin verdiği zekât), o, Allah’ın katındaki geliri, muhtevayı arttıranlardır.”

Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenlerin manevî gelirleri söz konusudur. O kişi zikir yapar; Allah’ın katından rahmetle fazl, rahmetle salâvât gelir kalbine ve kalpte fazıllar, îmân kelimesinin etrafında toplanmaya başlar. Bu, manevî zenginliktir. Ve kişinin nefsinin kalbinde bu fazıllar ve %2 rahmet %50’yi aştığı zaman, %51’e ulaştığı zaman şeytan, nefsinizin kalbinde artık mağlup olmuştur. Kalbiniz Allah’ın nurlarıyla zenginleşir. Ve bir gün daimî zikre ulaşıp da nefsinizin kalbi, %100 Allah’ın fazıllarıyla dolduğu zaman (%98 fazl, %2 rahmet), o zaman en zenginleri arasına girersiniz. Allah’ın dostları arasındaki en zenginlerin arasına girersiniz. Siz, en zenginler arasındasınız, nefsinizin kalbi tamamen şeytanın tasallutundan kurtulmuştur. İşte budur, kalbinizdeki nuru arttıran.

Burada konunun manevî tarafını da devreye aldığımız zaman şöyle bir mânâ çıkıyor:

“İnsanların mallarında artış olsun diye faizden (faiz olarak) verdiğiniz şey, onu faiz olarak verdiğiniz takdirde Allah’ın katında artmaz.”

Bu, faizin fizik standartlarda mallardaki artışı. Ama bir de Allahû Tealâ’nın zikrini düşünün. O zaman bundan sonraki cümle farklı bir yoruma tâbî tutuluyor:

“Allah’ın Vech’ini (Allah’a ulaşmayı) dileyerek verdiğiniz zekât (yaptığınız zikir); işte böylece kat kat nefsinizin kalbindeki nurları arttıranlar onlardır.”

Verdiğiniz zekât; yaptığınız zikirler kat kat arttıranlar, nefsinizin kalbindeki rahmeti ve fazlı arttıranlardır. Kat kat arttırarak sonunda sizi daimî zikre ulaştırır.

Rûm Suresi 40. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

30/RÛM-40: Allâhullezî halakakum summe rezekakum summe yumîtukum summe yuhyîkum, hel min şurekâikum men yef’alu min zâlikum min şey’(şey’in), subhânehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).

O Allah ki sizi yarattı. Sonra sizi rızıklandırdı (dünyada rızık verdi ve nefsinizin kalbini nurlarla doldurdu). Sonra sizi öldürecek, sonra da sizi diriltecek. Sizin ortaklarınızdan (putlarınızdan), bunlardan birini yapacak var mı? Allah Sübhan’dır (herşeyden münezzeh). Ve şirk koştukları şeylerden yücedir.


allâhullezî (allâhu ellezî): Allah O ki.
halaka-kum: Sizi yarattı.
summe: Sonra.
rezeka-kum: Size rızık verdi.
summe: Sonra.
yumîtu-kum: Sizi öldürür.
summe: Sonra.
yuhyî-kum: Sizi diriltir.
hel: …mı, var mı?
min şurekâi-kum: Sizin ortaklarınızdan.
men: Kim.
yef’alu: Yapar.
min zâlikum: Bundan.
min şey’in: Bir şeyden.
subhâne-hu: O Sübhan’dır (münezzehtir).
ve teâlâ: Ve yücedir.
ammâ: Şeylerden.
yuşrikûne: Ortak koşuyorlar.

“O Allah ki sizi yarattı. Sonra sizi rızıklandırdı. Sonra sizi öldürecek, sonra da sizi diriltecek. Sizin ortaklarınızdan (putlarınızdan), bunlardan birini yapacak var mı? Allah, Sübhan’dır (her şeyden münezzehtir). Ve şirk koştukları şeylerden yücedir.”

Bu bir evvelki âyet-i kerimeyi, 39 numaralı âyet-i kerimeyi her iki açıdan bir defa daha değerlendirmemiz gerekiyor. Şöyle oluyor sonuç:

“İnsanların mallarında artış olsun diye faizden (faiz olarak) verdiğiniz şey (Allah’a ulaşmayı dilemeden yaptığınız zikir), onu faiz olarak verdiğiniz takdirde Allah’ın katında artmaz (nefsinizin kalbindeki nurları oluşturmaz ve arttırmaz).”

Âyet-i kerime, hem zahirî âlemde faizi hem de bâtıni âlemde nefsinizin kalbindeki nur birikimini ihata ediyor. Burada âyet-40’a dönüyoruz tekrar, sonraki âyete, Allahû Tealâ’nın yaptıklarından bahsediyor âyet-i kerime:

“Ve putlara tapanların putları, elbette bunlardan hiçbirisini yapamazlar.”

41. âyet-i kerime, Rûm Suresinin 41. âyet-i kerimesi:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

30/RÛM-41: Zaharel fesâdu fîl berri vel bahri bimâ kesebet eydin nâsi, li yuzîkahum ba’dallezî amilû leallehum yerciûn(yerciûne).

İnsanların elleriyle kazandıkları sebebiyle karada ve denizde fesat zuhur etti (ortaya çıktı), yaptıklarının bir kısmının onlara tattırılması için. Umulur ki böylece onlar, (Allah’a) dönerler (yönelirler).


zahare: Zahir oldu, ortaya çıktı.
el fesâdu: Fesat.
fî: İçinde.
el berri: Kara.
ve el bahri: Ve deniz.
bimâ: Şey sebebiyle.
kesebet: Kazandı.
eydi: Eller.
en nâsi: İnsanlar.
li yuzîka-hum: Onlara tattırmak için.
ba’dallezî (ba’de ellezi): Bir kısmı ki o.
amilû: Yaptılar.
lealle-hum: Umulur ki böylece onlar.
yerciûne: Dönerler.

Şöyle oluyor mânâ:

“İnsanların elleriyle kazandıkları sebebiyle karada ve denizde fesat zuhur etti (ortaya çıktı); yaptıklarının bir kısmının onlara tattırılması için. Umulur ki böylece onlar, dönerler (yönelirler).”

Aslında bir evvelki âyetle de bağlantılı olarak burada gene Allahû Tealâ, manevî bir cepheden gene bahsediyor. Buradaki, 40 numaralı âyetteki: “Sizi rızıklandırdı, dünyada rızık verdi ve nefsinizin kalbini nurlarla doldurdu.”

Her ikisi de rızıklandırma; birisi maddî rızık bu dünya için, birisi de manevî rızık. Ve Allahû Tealâ, manevî rızkı da ihtiva ettiğini burada söylüyor, bu 41. âyet-i kerimede.

“Karada ve denizde fesat zuhur etti.”

İnsanın fizik vücudunda (kara), nefsinde (deniz). Yani insanlar ya Allahû Tealâ’nın dediğini yaparlar; Allah’a ulaşmayı dilerler ve böylece fesat oluşmaz, karada da denizde de her şey en güzel olur. Nefsin kalbindeki afetler azaldıkça fizik vücudun davranışları düzelir. Nefsin değişmesi (denizin değişmesi), karada da değişikliklere sebebiyet veriyor; fesadın yok olabilmesi. Fesat neydi? İnsanların Allah’a ulaşmayı dilememesi hâli. Kim, başka insanları Allah’a ulaşmayı dilemekten men ederse o insan başkalarını ifsad etmiştir. İşte bu Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin yapmadığı şey nedir? Zikirdir. Yapsalar da netice alamazlar.Ama ya dileyenler? Onların yaptıkları zikir, mutlaka onları bir hedefe ulaştıracaktır. Bu ulaştıracağı hedef de açık ve kesin bir hedeftir. Nefsin kalbi evvelâ %51 nurda tezkiye olacak, %100 nurda tasfiye olacak ve fesat, %100 yok olacak. Ve denizde fesadın yok olması, karada da yok olmasını ifade edecek. Burada fizik vücudu ve nefsi; kara ve deniz olarak adlandırıyoruz. Değişebilir, karadaki fesat izale edildiği zaman, denizdeki fesat da otomatik olarak izale edilir. Yani o zaman Allahû Tealâ, âyet-i kerimede nefsi kara olarak, fizik vücudu deniz olarak alıyor. Böyle bir mânâ çıkıyor ortaya. Dünyada denizler, karaları kuşattığına göre fizik vücut da nefsi kuşatmış oluyor. Deniz; fizik vücudumuz, kara; nefsimiz. Zaten âyet-i kerimenin sonunda Allahû Tealâ: “Umulur ki böylece onlar, Allah’a dönerler (yönelirler).” diye bitiriyor konuyu. Nefslerinin kalbindeki nurlar, fesadı yok edeceği için böyle bir ifade kullanıyor Allahû Tealâ. Nefslerinin kalbindeki fesadı bitirmek suretiyle Allah’a dönmüş olurlar, Allah’a ulaşmış olurlar. Tezkiye, yarı yarıya bitmesidir. Ruh Allah’a ulaşmıştır. Daha sonra fizik vücudu ve nefsi de Allah’a teslim edecek, fesat tamamen sona erecektir.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

30/RÛM-42: Kul sîrû fîl ardı fenzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kabl(kablu), kâne ekseruhum muşrikîn(muşrikîne).

De ki: "Yeryüzünde dolaşın. Böylece daha öncekilerin akıbetinin (sonlarının) nasıl olduğuna bakın. Onların çoğu müşrik idiler."


kul: De (ki).
sîrû: Dolaşın.
fî el ardı: Yeryüzünde.
fenzurû (fe unzurû): Öyleyse bakın, görün.
keyfe: Nasıl.
kâne: Oldu.
âkıbetu: Akıbet, son.
ellezîne: O kimseler, onlar.
min: …’dan.
kablu: Önce.
kâne: Oldu.
ekseru-hum: Onların çoğu.
muşrikîne: Müşrikler, şirk koşanlar.

“De ki: Yeryüzünde dolaşın. Böylece daha öncekilerin akıbetinin (sonlarının) nasıl olduğuna bakın. Onların çoğu müşrik idiler.” diyor Allahû Tealâ.

“Nasıl sona erdiklerini görün.”

İşte yaşadıkları binalar, yaptıkları işler ortada. Onların şimdi sahipleri yok. Dağların içine evler oymuşlar, o dağların içinde yaşamak üzere.

Rûm Suresi 43. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

30/RÛM-43: Fe ekim vecheke lid dînil kayyimi min kabli en ye’tiye yevmun lâ meredde lehu minallâhi yevmeizin yassaddeûn(yassaddeûne).

Öyleyse Allah’ın onu geri döndürmeyeceği o gün (kıyâmet günü) gelmeden önce vechini, kayyum (ezelden ebede kadar devam edecek) olan dîn için ikame et (kıyamda tut). İzin günü onlar bölük bölük ayrılırlar.


fe: Öyleyse, artık.
ekim: İkame et, kıyamda tut.
veche-ke: Senin vechini.
li: İçin.
ed dîni: Dîn.
el kayyimi: Kayyum, ezelden ebede kadar devam edecek.
min: …’den.
kabli: Önce.
en ye’tiye: Gelmesi.
yevmun: Gün.
lâ meredde: Reddedilmez, geri çevrilmez, döndürülmez.
lehu: Onun için.
min: …’dan.
allâhi: Allah.
yevme izin: İzin günü.
yassaddeûne: Bölük bölük ayrılırlar.

“Öyleyse Allah’ın onu geri döndürmeyeceği o gün (kıyâmet günü) gelmeden önce, vechini kayyum (ezelden ebede kadar devam edecek) olan dîn için ikame et. İzin günü onlar, bölük bölük ayrılırlar.”

Her “onlar” dediği, cehenneme girenler. 7 tane cehennem için her biri ayrı ayrı ayrılacaklar. Bu, Allahû Tealâ’nın burada bahsettiği; “Vechini ikamet et; kayyum olan dîn için ikame et.” sözü, Rûm-30’da Allahû Tealâ’nın söylediği ile aynı. Diyor ki Allahû Tealâ Rûm 30’da:

30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).

Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.


“Vechini o kayyum olan dîn için hanif olarak ikame et. O hanif fıtratı ki; Allah, bütün insanları hanif olarak yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında farklılık göremezsin. İşte kayyum olan dîn budur.” diyor Allahû Tealâ.

Öyleyse Allahû Tealâ, bütün insanları hanif fıtratıyla yaratmış ve bir tek dîn yaratmış; hanif dînini. Hanif dînini; sadece o dîni yaşayacak olan özelliklerle yaratmış Allahû Tealâ insanoğlunu. Ve o dîni yaşayanlar için her şey geçerli. Ondan başka bir dîn hiç olmamış sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. Sadece hanif dîni var, sadece hanif dîni olmuş insanlık tarihi boyunca. Hanif dîninin dışında hiçbir dîn mevcut olmamış Allah’a göre. Ama insanlar yüzlerce dîn oluşturmuşlar, affedersiniz 72 tane dîn oluşturmuşlar. Bugünkü dîn araştırmanlarının bulduğu rakam, 72 ayrı inanç türü.

Vechin dîn için ayakta tutulması ise Allah’a ulaşmayı dileyerek başlayan bir vetireyi ifade ediyor. Önce Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz, sonra Allahû Tealâ size yardım edecek; furkanlar verecek, günahlarınızı örtecek, irşad makamına ulaştıracak, sonra ruhunuzu Kendisine ulaştıracak. Dîni kıyamda tutmak için yapmanız lâzımgelen şey, bu kadar basit. Bir dilek; Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz.

Ve 44. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

30/RÛM-44: Men kefere fe aleyhi kufruh(kufruhu), ve men amile sâlihan fe li enfusihim yemhedûn(yemhedûne).

Kim inkâr ederse küfrü (inkârı), kendi aleyhinedir. Ve kim salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa onlar, böylece kendi nefsleri için hazırlık yaparlar.


men: Kim.
kefere: İnkâr etti.
fe: Öyleyse, artık, böylece.
aleyhi: Onun üzerine.
kufru-hu: Onun küfrü, inkârı.
ve men: Ve kim.
amile sâlihan: Salih amel (nefs tezkiyesi) yaptı.
fe: Öyleyse, artık, böylece.
li: İçin.
enfusi-him: Kendi nefsleri (için).
yemhedûne: Hazırlık yaparlar, hazırlık yapıyorlar.

“Kim inkâr ederse küfrü (inkârı) kendinedir. Ve kim salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa onlar, böylece kendi nefsleri için hazırlık yaparlar.”

Şimdi bir taraftan inkâr edenler var, bir taraftan da salih amel işleyenler (nefs tezkiyesi yapanlar) var. Her ikisi de kendi nefsleri için.

Öyleyse: “Kim inkâr ederse onun küfrü (inkârı), kendi aleyhinedir. Ve kim salih amel (nefs tezkiyesi yaparsa) onlar, böylece kendi nefsleri için hazırlık yaparlar.” Nefs tezkiyesi yapan, nefsinin kalbini Allah’ın nurlarıyla dolduran kişidir. Ve Allah için hazırlık yapıyorlar. Allah’a ruhlarını ulaştırma konusunda, daha sonra fizik vücutlarını, nefslerini ve iradelerini teslim konusunda.

Ve 45. âyet-i kerime, Rûm Suresi:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

30/RÛM-45: Li yecziyellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti min fadlih(fadlihî), innehu lâ yuhıbbul kâfirîn(kâfirîne).

(İşte bu) âmenû olanları (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanları, Kendi fazlından mükâfatlandırmak içindir. Muhakkak ki O (Allah), kâfirleri sevmez.


li: İçin.
yecziye: Mükâfatlandırır.
ellezîne: O kimseler, onlar.
âmenû: Âmenû olanlar, Allah’a ulaşmayı dileyenler.
ve amilû es sâlihâti: Ve salih amel, nefs tezkiyesi yaparlar.
min: …’dan.
fadli-hi: Onun fazlı.
inne-hu: Muhakkak o.
lâ yuhıbbu: Sevmez.
el kâfirîne: Kâfirler(i).

“(İşte bu) âmenû olanları (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanları, Kendi fazlından mükâfatlandırmak içindir. Muhakkak ki O (Allah), kâfirleri sevmez.”

Öyleyse bir evvelki âyet-i kerimeyle Allahû Tealâ, insanları ikiye ayırıyor: “Kim inkâr ederse küfrü (inkârı) kendi aleyhinedir.” diyor. “Ve kim salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa onlar, böylece kendi nefsleri için hazırlık yaparlar.” Yani nefslerini giderek tezkiye, daha sonra da tasfiye ederler. Her gün biraz daha dünya saadeti artar, cennetin katları da giderek yükselir.

45’te de bunun sonucunu söylüyor: “Bu, onların kendi nefsleri için hazırlık yapması.” diyor, “Allahû Tealâ’nın onları mükâfatlandırması içindir. Âmenû olanları (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanları, Kendi fazlından mükâfatlandırmak içindir.”

Bakınız, Allahû Tealâ burada “fazl” kelimesini kullanıyor; çünkü nefs tezkiyesinin temelinde fazıllar var. Allah’ın katından gelen rahmet- fazl ve rahmet ve salâvât nurları göğsümüze gelir, kalbimize ulaşır. Kalbimizde Allah’ın yazdığı îmân kelimesi, fazılları kendisine çekmek özelliğinin sahibidir. Ve nefsimizin kalbinde fazıllar yerleştikçe, nefsimizin afetleri bir bir kapı dışarı atılır. Afetler ki; Allah’ın bütün emirlerine karşı gelirler. Afetler ki; Allah’ın yasak ettiği her fiili işlerler. Ama onlar azaldıkça, hele kişi daimî zikre ulaşıp da nefsinin kalbinde hiç afet kalmazsa o zaman her şey en güzel statüye ulaşır. Nefsin kalbinde hiç afet kalmadığı bir noktaya ulaşır kişi. Böylece her şeyin en güzel olduğu bir nokta söz konusudur. Kişi, daimî zikre ulaşmıştır. İşte Allahû Tealâ’nın fazlıyla bu oluşuyor.

45. âyet-i kerimede de Allahû Tealâ: “Âmenû olanları ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanları, Kendi fazlından mükâfatlandırmak içindir.” diyor. Mükâfatlandırması, gönderdiği fazıllarla mümkün oluyor. Ve kişi her geçen gün hem dünya saadetini arttırıyor hem de daha üst kat cennetlerin sahibi oluyor.

Ve Rûm Suresinin 46. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ diyor ki:

30/RÛM-46: Ve min âyâtihî en yursiler riyâha mubeşşirâtin ve li yuzîkakum min rahmetihî ve li tecriyel fulku bi emrihî ve li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).

Ve O’nun (Allah’ın) âyetlerindendir ki, rüzgârları müjdeleyici olarak gönderir. Ve rahmetinden size tattırır. Ve emri ile gemileri yüzdürür. Ve O’nun fazlından istersiniz ve böylece siz şükredersiniz.


ve min âyâti-hi: Ve onun âyetlerinden.
en yursile: Göndermesi.
er riyâha: Rüzgârlar.
mubeşşirâtin: Müjdeleyiciler olarak.
ve li yuzîka-kum: Ve size tattırması için.
min rahmeti-hi: O’nun rahmetinden.
ve li tecriye: Ve akması, yürümesi için.
el fulku: Gemiler.
bi emri-hi: O’nun emri ile.
ve li tebtegû: Ve aramanız için.
min fadli-hi: O’nun fazlından.
ve lealle-kum: Ve böylece siz, umulur ki siz.
teşkurûne: Şükredersiniz.

“Ve O’nun âyetlerindendir ki; rüzgârları müjdeleyici olarak gönderir. Ve rahmetinden size tattırır. Ve emri ile gemileri yüzdürür. Ve O’nun fazlından istersiniz ve böylece siz şükredersiniz.”

“Rüzgârları müjdeleyici olarak gönderir.” diyor, dünya hayatı için. Bu rüzgârların temsili ifadesi; rahmet, fazl ve salâvât olarak zikir yaptığınız zaman nefsinizin kalbine gelen nurlardır. Ve O, rahmetinden bunları tattırıyor. Nefsinizin kalbine fazılları yerleştirerek, her geçen gün daha mutlu bir insan olmanızı sağlıyor. Nefsinizin kalbindeki nurlar, yarıyı aştığı zaman sizin iç dünyanızdaki gemi de yüzmeye başlar. Ve O’nun fazlından daha çoğunu istersiniz. Ve giderek nefsinizin kalbi, %100 Allah’ın nurlarıyla dolar ve çok şükredersiniz Allahû Tealâ’ya. İfade, hem dünyaya ait hem Allah’ın güzelliklerine ait.

Rûm Suresi 47. âyet-i kerime:

30/RÛM-47: Ve lekad erselnâ min kablike rusulen ilâ kavmihim fe câûhum bil beyyinâti fentekamnâ minellezîne ecramû, ve kâne hakkan aleynâ nasrul mu’minîn(mu’minîne).

Ve andolsun ki, senden önce onların kavmine resûller gönderdik. Böylece onlara beyyineler (kesin deliller) getirdiler. Bunun üzerine mücrimlerden intikam aldık. Mü’minlere yardım, Bizim üzerimize hak oldu.


ve lekad: Ve andolsun.
erselnâ: Biz gönderdik.
min kabli-ke: Senden önce.
rusulen: Resûller.
ilâ: İçin.
kavmi-him: Onların kavmi.
fe: Böylece, artık.
câû-hum bi: Onlara getirdiler.
el beyyinâti: Beyyineler, kesin deliller.
fe: Böylece, bunun üzerine.
intekamnâ: İntikam aldık.
min: …’dan.
ellezîne: O kimseler, onlar.
ecramû: Suçlular, günahkârlar.
ve kâne: Ve oldu.
hakkan: Hak.
aleynâ: Bizim üzerimize.
nasru: Yardım.
el mu’minîne: Mü’minler.
(Mü’minlere yardım.)

“Andolsun ki; senden önce onların kavmine resûller gönderdik. Böylece beyyineler (kesin deliller) getirdiler (resûller, onlara kesin deliller beyyineler getirdiler). Bunun üzerine mücrimlerden intikam aldık. Mü’minlere yardım, Bizim üzerimize hak oldu.” buyuruyor Allahû Tealâ.

Böylece Allahû Tealâ’nın dizaynı; resûllerin deliller getirmesi, insanları o kavimlerde mutluluğa ulaştırması. Ve karşı çıkanlar da kâfirler. Allahû Tealâ diyor ki: “Mü’minlere yardım, Bizim üzerimize hak oldu.”

Ve 48. âyet-i kerime:

30/RÛM-48: Allâhullezî yursilur riyâha fe tusîru sehâben fe yebsutuhu fîs semâi keyfe yeşâu ve yec’aluhu kisefen fe terel vedka yahrucu min hılâlih(hılâlihî), fe izâ esâbe bihî men yeşâu min ibâdihî izâ hum yestebşirûn(yestebşirûne).

O Allah’tır ki, rüzgârları gönderir, böylece bulutları hareket ettirir. Sonra semada onu dilediği gibi yayar. Ve onu kısımlara ayırır, bundan sonra onun arasından yağmurun çıktığını görürsün. Böylece kullarından dilediğine onu (yağmuru) isabet ettirdiği zaman onlar sevinirler.


allâhu: Allah.
ellezî: O kimseler, onlar.
yursilu: Gönderir.
er riyâha: Rüzgârlar.
fe: Böylece, sonra.
tusîru: Sürükler, hareket ettirir.
sehâben: Bulutlar.
fe: Böylece, sonra.
yebsutu-hu: Onu yayar, dağıtır.
fî es semâi: Semada, gökte.
keyfe: Nasıl.
yeşâu: Diler.
ve yec’alu-hu: Ve onu kılar, yapar.
kisefen: Kısım kısım, kısımlar.
fe: Böylece, sonra.
terâ: Görürsün.
el vedka: Yağmur.
yahrucu: Çıkar.
min hılâli-hî: Onun arasından.
fe: Böylece, sonra.
izâ esâbe: İsabet ettirdiği zaman.
bi-hi: Ona.
men yeşâu: Dilediği kimse.
min ibâdi-hî: Onun kullarından.
izâ: Olduğu zaman.
hum: Onlar.
yestebşirûne: Sevinirler.

“O Allah ki; rüzgârları gönderir. Böylece bulutları hareket ettirir. Sonra semada onu dilediği gibi yayar. Ve onu kısımlara ayırır. Bundan sonra onun arasından yağmurun çıktığını görürsün. Böylece kullarından dilediğine onu (yağmuru) isabet ettirdiği zaman, onlar sevinirler.”

Ve 49. âyet-i kerime:

30/RÛM-49: Ve in kânû min kabli en yunezzele aleyhim min kablihî le mublisîn(mublisîne).

Ve onlar, onun (yağmurun) onlara indirilmesinden önce gerçekten ümitlerini kesenlerdi.


ve in: Ve eğer.
kânû: Oldular.
min kabli: Önceden, önce.
en yunezzele: İndirilmesi.
aleyhim: Onlara.
min kabli-hi: Ondan önce.
le: Elbette, gerçekten.
mublisîne: Ümitlerini kesenler.
“Ve onlar, onun (yağmurun) onlara indirilmesinden önce gerçekten ümitlerini kesenlerdi.”

Bu 48. ve 49. âyetlerde Allahû Tealâ, rüzgârları gönderip bulutları hareket ettirerek, yağmuru gönderiyor insanlara; yani nefs tezkiyesi yapanlara. Bölüm bölüm, kısım kısım insanlar, her biri Allah’ın merdiveninin, 28 basamaklık merdiveninin bir noktasında. Kısım kısım insanların hepsinin kalbine Allahû Tealâ rahmet gönderiyor; nefslerinin kalbinde Allah’ın nurları yer tutsun ve onlar sevinsinler, mutlu olsunlar diye. Her iki âyette; 48 numaralı âyette, 49 numaralı âyette aynı şeyi söylüyor Allahû Tealâ. Sadece zahirî âlemdeki yağmuru değil, rahmet adını verdiğimiz, kalbimize gelen Allah’ın rahmeti ve fazlı. Nefsimizin kalbinde fazılları yerleştiriyor; her geçen gün kişi, nefsinin kalbinde fazıllar büyüdükçe, yerleştikçe her geçen gün daha çok mutlu oluyor.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah’ın bir Kur’ân-ı Kerim Tefsiri dersinde birlikte olduk. Görüyorsunuz ki; zaman çok hızlı geçiyor ve konu burada inşaallah tamamlanıyor.

Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi burada inşaallah tamamlıyoruz sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım.

Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir Kur’ân-ı Kerim Tefsiri dersini tamamlamayı bizlere nasip kıldı, bu büyük zevki beraberce yaşattı. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz.

Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali M İ H R