}
Allah Peygamberlerden Başkasına Âyet Göndermez (Kur'ân'a Ters Düşen Hurafeler) 03.03.2004
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 107673


SOHBETİN ADI: ALLAH PEYGAMBERLERDEN BAŞKASINA ÂYET GÖNDERMEZ- KURÂN’A TERS DÜŞEN HURAFELER
TARİHİ: 03.03.2004



Esselâmu aleykûm ve rahmetullâhi ve berekâtuhu.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki gene birlikteyiz. Allahû Tealâ, sizler ve Biz. Ve Kur’ân-ı Kerim’den koparılan Kur’ân hakikatlerine geçiyoruz. Kur’ân’dan koparılan kavramlar bölümünü bitirdik. Şimdi Kur’ân’dan koparılan Kur’ân hakikatleri, bunlardan birincisindeyiz: “Allah peygamberlerden başkasına âyet indirmez.”

Sevgili kardeşlerim, Kur’ân’ın ne dediğini bilmeyen insanlar, Kur’ân’dan kopmuş bir dîn kültürünün sahibi olan birçok zavallı insan, asırlardan beri insanların Kur’ân hakikatlerinin dışında söylediği sözleri dillerine pelesenk etmişler, devamlı kullanırlar. Allahû Tealâ diyor ki:

“Onlar Kur’ân’ı bilmezler. Onlar emaniyyeye tâbî olurlar (illâ emaniyye).”

2/BAKARA-78: Ve minhum ummiyyûne lâ ya’lemûnel kitâbe illâ emâniyye ve in hum illâ yezunnûn(yezunnûne).

Ve onlardan bir kısmı ümmîlerdir. Onlar (Allah’ın) Kitabı’nı bilmezler, sadece emaniyeyi (kişilerin yazdığı kitapları) bilirler. Ve onlar sadece zanda bulunuyorlar.



Yani zanlarına dayalı bilgilerin sahipleridir. Ve işte bu zanlara dayalı konulardan birisi de Allahû Tealâ’nın âyet indirmesidir. Gerçekten mukaddes kitaplar; Allahû Tealâ’nın nebîlere indirdiği kitaplar surelerden ve âyetlerden oluşur. Eski Ahit: Tevrat, Yeni Ahit: İncil, Son Ahit de Kur’ân-ı Kerim’dir. Üçü de birbirinin aslında aynı esasları ihtiva eder. Her üçünün de şeriatı aynı şeriattır. Aralarında hiçbir farklılık söz konusu değildir.

Öyleyse Allahû Tealâ’nın neler söylediğine bakalım. Tevrat için diyor ki:

“O bir nurdur. O bir hidayet rehberidir.”

5/MÂİDE-44: İnnâ enzelnât tevrâte fîhâ huden ve nûr(nûrun), yahkumu bihân nebiyyûnellezîne eslemû lillezîne hâdû ver rabbâniyyûne vel ahbâru bimâstuhfizû min kitâbillâhi ve kânû aleyhi şuhedâe, fe lâ tahşevûn nâse vahşevni ve lâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlâ(kalîlen) ve men lem yahkum bimâ enzelallâhu fe ulâike humul kâfirûn(kâfirûne).

Muhakkak ki Tevrat’ı Biz indirdik, onda hidayet ve nur vardır. Kendileri (Hakk’a) teslim olmuş peygamberler, yahudilere, onunla hükmeder. Rabbanîler (kendilerini Rabb’lerine adamış olanlar) ve Ahbar olanlar da (zahidler, yahudi âlimler, hahamlar) Allah’ın Kitab’ından korumakla görevli oldukları ile hüküm verirler ve onlar, onun üzerine şahitler oldular. Artık insanlardan korkmayın, Ben’den korkun ve Benim âyetlerimi az bir değere satmayın. Ve kim, Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, o taktirde işte onlar, onlar kâfirlerdir.



İncil için diyor ki:

“O bir nurdur. O bir hidayet rehberidir.”

5/MÂİDE-46: Ve kaffeynâ alâ âsârihim bi îsâbni meryeme musaddıkan limâ beyne yedeyhi minet tevrâti ve âteynâhul incîle fîhi huden ve nûrun ve musaddıkan limâ beyne yedeyhi minet tevrâti ve huden ve mev’ızeten muttekîn(muttekîne).

Onların izleri üzerine, Tevrat’tan ellerinde bulunanı tasdik edici olarak Hz. Meryem’in oğlu İsâ’yı gönderdik. Ve ona, içinde bir hidayet ve bir nur olan, Tevrat’tan ellerinde bulunanı tasdik eden ve müttekîler (takvâ sahipleri) için, hidayete erdirici ve vaaz edici (öğüt verici) olan İncil’i verdik.



Kur’ân-ı Kerim için diyor ki:

“O bir nurdur. O bir hidayet rehberidir.”

2/BAKARA-97: Kul men kâne aduvven li cibrîle fe innehu nezzelehu alâ kalbike bi iznillâhi musaddikan limâ beyne yedeyhi ve huden ve buşrâ lil mu’minîn(mu’minîne).

Kim Cibril’e düşman oldu ise (ona) de ki: “Halbuki muhakkak ki o (Cebrail a.s), onların ellerindeki (kitapları) tasdik eden O (Kur’ân’ı), Allah’ın izniyle, mü’minlere bir hidayet (rehberi) ve müjde olarak senin kalbine indirdi.”

 

Üçü de nur, üçü de hidayet rehberi. Öyleyse hidayet nedir? Hidayet, eğer Kur’ân’daki hidayet kavramı ise 7 safhalı bir müesseseyi ifade eder. 1. hidayetten başlayarak 7. hidayete kadar ayrı ayrı hidayet dizaynı söz konusudur.

*Allah’a ulaşmayı dilemek, dilediğiniz andan itibaren sizi 1. hidayete ulaştırır, 1. hidayettesiniz.
*14. basamakta mürşidinize ulaştığınız zaman 2. hidayettesiniz.
*Ruhunuz Allah’a ulaştığı zaman 3. hidayettesiniz.
*Fizik vücudunuz Allah’a teslim olduğu zaman 4. hidayettesiniz.
*Nefsiniz Allah’a teslim olduğu zaman 5. hidayettesiniz.
*İrşada ulaştığınız zaman 6. hidayettesiniz.
*İradenizi Allah’a teslim ettiğiniz zaman 7. hidayettesiniz.

Her bir hidayet Kur’ân-ı Kerim’de ayrı ayrı yer almıştır. Ama Allahû Tealâ’nın bir hidayet kavramı var bir de hidayete ermek kavramı var. Hidayete ermek deyince, konu mutlak olarak teslimleri içerir.

Ruhun hidayeti 22. basamakta tahakkuk eder. Ruh Allah’ın Zat’ında, Allah’ın Zat’ına ulaşır ve Allah’ın Zat’ında yok olur.

Fizik vücudun hidayeti 25. basamakta oluşur. Ne zaman fizik vücut Allah’ın bütün emirlerini yerine getirirse, yasak ettiği fiilleri işlemez olursa o zaman hidayete ermiştir.

27. basamak, nefsin hidayetini işaret eder. Nefste hiç afet kalmamıştır. 27. basamak nefsin hidayetini ifade eder. Nefste hiç afet kalmamıştır. Öyleyse nefsin muhtevasında hiç afet kalmadığı bir noktada olay tamamlanmıştır. Nefsin Allah’a teslimi yani hidayeti gerçekleşmiştir. Ve nihayet iradenin Allah’a teslimi 28. basamağın 5. kademesi, iradenin Allah’a teslim edilmesi.

İşte böyle bir dizayn söz konusu. 4 tane teslim, 4 tane hidayete erme. Ruhun hidayete ermesi, fizik vücudun hidayete ermesi, nefsin hidayete ermesi, iradenin hidayete ermesi. Ama hidayete ermek deyince kalın çizgilerle bu, ruhumuzun Allah’a teslimini ifade eder. Allahû Tealâ bu konuda Âli İmrân-73’te buyuruyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).



“innel hudâ hudallâhi.”

inne:
Muhakkak ki.
el hudâ: Hidayet.
hudallâh: Allah’a ulaşmaktır.

Bakara-120’de de buyuruyor ki:

2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).

Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın Kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.”. Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.



“inne hudâllâhi huvel hudâ.”

inne:
Muhakkak ki.
hudâllâhi: Hidayete ermek, Allah’a ulaşmak.

inne:
Muhakkak ki.
hudâllâhu: Allah’a ulaşmak.
huve: İşte o.
el hudâ: Hidayettir.

Yani insan ruhunun vücudundan ayrılarak Allah’a doğru bir yolculuk yaptıktan sonra Allah’ın Zat’ına ulaşması ve Allah’ın Zat’ında yok olması, hidayetin ta kendisidir. Öyleyse bu muhtevada olaylar dizisine baktığımız zaman hidayete ermeler birbirinin arkasından 4 tane hidayet ifade ediyor. Ruhun, vechin, nefsin ve idarenin hidayeti. Ama bunlar 7 safhada teşekkül ediyor.

İşte bunların hepsi Kur’ân-ı Kerim’den birer birer koparılmış. Bunlar Kur’ân’da var olmasına rağmen Kur’ân’dan, bugün tatbik edilen Kur’ân tatbikatından koparılmış olan faktörler. Ve insanlar Kur’ân hakikatlerini bir tarafa bırakmışlar, Kur’ân’ı incelemeyi de artık tamamen devre dışı kalmışlar, bırakmışlar. Ayrıca bir şeyler söyleniyor ortalıkta: “Sakın Kur’ân’ı kendiniz incelemeye kalkmayın. Bunu inceleyenler asırlardan beri incelemişler, kitaplar yazmışlar. Siz Kur’ân-ı Kerim’den neticelere ulaşacağım diye boşuna uğraşmayın, kendinizi tüketmeyin. Hem yapamazsınız hem de maazallah çarpılırsınız.” Böyle saçmalıkları söyleyenler de var.

Allahû Tealâ bize öğrettikçe, biz de etrafa açıkladıkça birtakım insanlar bizi ziyarete gelmişlerdi. Böyle 30-40 kişilik bir kalabalık grup gelmişlerdi ve bizi hesaba çekmişlerdi. Biz de sonuna kadar onları dinledik. Belki 20 dakika, 25 dakika konuştular. Biz de sorduk Allahû Tealâ’ya: “Ne yapmamız lâzım gelir?” diye. Allahû Tealâ da buyurdu ki: “Onları yemine davet et.” Bu söyledikleri kavramlardan bir tanesi de: “Sen âyetlerle dolu bir kitap yazmışsın. O zaman Allahû Tealâ peygamberlerden başkasına âyet indirmeyeceğine göre, sen neden bahsediyorsun? Sen bir sahtekârsın.”

Biz de cevabı aldıktan sonra Allahû Tealâ’dan, çıkardık Kur’ân-ı Kerim’i ortaya. Açtık Âli İmrân Suresinin 61. âyet-i kerimesini ve onlara dedik ki: “Şimdiye kadar siz konuştunuz. Allahû Tealâ bize: ‘Sus.’ dedi, sustuk. Sözleriniz bitti. Şimdi sıra bizde. Bizim sahtekâr olduğumuzu söylüyorsunuz. O zaman söylediklerimize inanmıyorsunuz. Allahû Tealâ’nın yazdırdığı kitabı bizim yazdığımıza da inanmıyor, Allahû Tealâ’nın bize yazdırdığına da inanmıyorsunuz, bizim uydurduğumuz kanısındasınız. Öyleyse iki taraftan birisi yalan söylüyor. İşte burada şimdi Allahû Tealâ’nın huzurunda karşılıklı yemin edeceğiz. İki taraftan birisi yalan söylüyor. Allah’ın lâneti yalan söyleyenin üzerine olsun.” dedik. Ve “Hadi bakalım gel, koy şimdi elini Kur’ân-ı Kerim’in üzerine.” Biz de koyduk. “Yeminleşelim.”

3/ÂLİ İMRÂN-61: Fe men hâcceke fîhi min ba’di mâ câeke minel ilmi fe kul teâlev ned’u ebnâenâ ve ebnâekum ve nisâenâ ve nisâekum ve enfusenâ ve enfusekum summe nebtehil fe nec’al la’netallâhi alel kâzibîn(kâzibîne).

Artık kim sana gelen ilimden sonra, onun hakkında seninle tartışırsa o zaman de ki: “Gelin, sizler ve bizler de dahil olmak üzere oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım (bir araya toplanalım). Sonra dua edelim, böylece Allah’ın lânetini yalancıların üzerine kılalım.”



Sevgili kardeşlerim, 40 kişilik grup birkaç dakika içinde salonu terk ettiler. Hiçbir şey söyleyemeden salonu terk ettiler. Daha evvel birkaç kişinin böyle bir yeminden sonra öldüğünü öğrenmişlerdi.

Sevgili kardeşlerim, öyleyse Allahû Tealâ acaba peygamberlerden başkasına âyet indirir mi? Bunu şu dîn konusunda ileri geldiğini düşündüğünüz, bizim televizyonları parsellemiş olan dîn fukaralarına bir sorun. Hepsi de profesör payesi ile ortalıkta gururla, tekebbürle dolaşırlar. Çalımlarından yanlarından geçilmez. Ama Kur’ân bilgisi sadece okudukları kitaplara münhasır kalmıştır. Sorun, size diyeceklerdir ki: “Asla Allah peygamberlerden başkasına âyet indirmez.” O zaman da: “Çok güzel.” deyin. “Hadi bakalım, şimdi gelin bakacağız Kur’ân-ı Kerim’e.”

Bakıyoruz Kur’ân-ı Kerim’e, A’râf Suresi-175. âyet-i kerime. Diyor ki Allahû Tealâ:

7/A'RÂF-175: Vetlu aleyhim nebeellezî âteynâhu âyâtinâ fenseleha minhâ fe etbeahuş şeytânu fe kâne minel gâvîn(gâvîne).

Onlara, âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku (anlat). Sonra o, ondan (âyetlerden) ayrıldı, artık şeytan onu kendisine tâbî kıldı. Ve böylece o zarar görenlerden (azgınlardan) oldu.



vetlu aleyhim nebeellezî âteynâhu âyâtinâ: Onlara âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku. “Ve onların üzerine âyetlerimizi verdiğimiz kişinin (kimsenin) haberini oku.”

“Onların üzerine oku.” Ama “Onlara oku.” diyoruz biz.

vetlu aleyhim: Ve onların üzerine oku.
nebe: Haberini.
ellezî:
Onun.
âteynâhu: Ona verdik.
âyâtinâ: Âyetlerimizi.
(Ve tilavet et, anlat, manasını da söyle.)

fenseleha minhâ:
Sonra o onlardan (âyetlerden, ondan, âyetlerden) ayrıldı.
fe etbeahuş şeytânu: Ve şeytana tâbî oldu.

etbea:
Tâbî oldu.
şeytânu: Şeytana (tâbî oldu).
fe: O zaman.

etbeahuş şeytânu:
Şeytan onu kendisine tâbî kıldı.

“fe kâne minel gâvîn (gâvîne):
Ve böyleyce zarar görenlerden (azgınlardan, şeytan tarafından iğvaya düşürülenlerden) oldu.” diyor Allahû Tealâ.

gâvîne:
Şeytan tarafından azgınlaştırılanlardan (zarar görenlerden oldu).

Öyleyse tıpkı onlar gibi şimdi birçok dîn âlimiyim diye geçinen, aslında dînden habersiz bir sürü zavallı şimdi diyecekler ki: “Aa, Allahû Tealâ peygamberlerden başkasına da âyet indirirmiş.” Bir kısmı ise âyet bu kadar açık yazmasına rağmen, bizim üçkâğıtçıların yaptığını yapacaklardır. Bizi makasa alıp: “Hayır, bu âyet o mânâya gelmiyor.” diyeceklerdir. Sevgili kardeşlerim, şu insanlar ne uğruna bu kadar küçülebiliyorlar, söyler misiniz sevgili kardeşlerim? Allah’ın hakikatlerini saptırma konusunda bu kadar gayretin arkasında şeytandan başka ne var ki?

Şimdi sual: Allah peygamberlerden başkasına âyet verir mi? Allah peygamberlerden başkasına âyet indirir mi? Açık ve kesin: “İndirmez.” diyor adamlar. Kur’ân-ı Kerim de açık ve kesin: “İndirir.” diyor. “Âyet verir.” diyor. İşte âyeti söyledik. Hem de öyle birine âyet vermiş ki Allahû Tealâ, o kişiyi şeytan sonradan kontrolü altına almış. Adam gâvînlerden olmuş, iğvaya düşenlerden olmuş. Şeytan tarafından azdırılan, saptırılanlardan olmuş.

Sevgili kardeşlerim, cevap açık ve kesin olarak geliyor: Allah peygamberlerden başkasına âyet verir mi? El cevap: A’râf Suresinin 175. âyet-i kerimesi: “Verir.” Hem de öyle bir kişiye vermiş ki o kişi sonradan azmış, şeytan tarafından Allah’ın yolundan çıkartılmış.

Öyleyse demek ki kuru kuruya iddia, Kur’ân-ı Kerim karşısında iflâs etmeye mecburdur. Her ne kadar üçkâğıtçılıkla insanların gözünü boyamak kısa bir süre mümkün olabilirse de: “Hayır, bu âyette o değil de şöyle, şöyle, şöyle, şöyle başka mânâlar vardır.” diye üçkâğıtçılıkla insanların gözlerini boyamaya çalışanlar sonunda mutlaka iflâs edeceklerdir.

Evvela böyle bir yalana başvurmanın arkasında ne vardır diye bakmak lâzım, sevgili kardeşlerim. İnkâr vardır. Allah’ın âyetleri onlar için önemli değil. Önemli olan insanlar ne yazmış; asırlardan beri yazılan emaniyye kitaplarda insanlar ne yazmış; onlar için o önemli. Korkutulmuşlar. “Sakın Kur’ân’a bakma, Kur’ân’ı birilerine öğretmeye kalkma, anlamaya kalkma. Bunca âlim Kur’ân hakkında kitap yazmışlar. Artık Kur’ân’ın her tarafı belli olmuş durumda. Kur’ân’a bakmanın lüzumu yok. Onlardan dînini öğren.” İşte sevgili kardeşlerim, her kim onlardan, o el yazması kitaplardan (emaniyyeden) dînlerini öğrenmeye kalkarsa, onlar bu gördüğünüz bu profesör üstatların o korkunç durumuna düşerler. Hamdolsun ki hepsinin yazdığı kitaplar, Kur’ân-ı Kerim mealleri elimizde. Ne kadar büyük gaflar yaptığını herkese her an ispatlayabiliriz.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ’nın dizaynına dikkatle bakın. Bu dizaynda Allah’ın sadece doğruları var. Kur’ân bir hak dizisidir. Haksa hakikat kelimesinin kökenini oluşturur. Hakikat, Hakk’ın tecellisidir. Kur’ân haktan ibarettir yani Allah’ın hakikatlerinden. Ne diyorsa %100 haktır.

Öyleyse bugünkü konuşmamızın temelini teşkil eden: “Allahû Tealâ peygamberlerden başkasına âyet indirir mi, âyet verir mi?” sözünün cevabı burada. Allah peygamberlerden başkasına da âyet verir, yazdırır. Aksini iddia eden bu âyet-i kerimeye baksın. Ve bu iddiadan utanç duysun. Ama utanmayan insanlar, hangi standartlar içinde olurlarsa olsunlar yüzsüzce sırıtırlar sadece, utanmazlar. Edep müessesesi tamamen dumura uğramış insanların. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah yolunda güzellikleri yaşamak herkesin hakkıdır. Allah yolundaki olgular hak ve vazifeden teşekkül eder. Önce siz vazifenizi yapacaksınız, sonra da hakkınızı alacaksınız.

Peki, bu bapta acaba insanın vazifesi nedir? İşte burada durun sevgili kardeşlerim. Aldanışın başlangıç noktası burasıdır. Burada iblisi tanımalıyız. Kimdir iblis? Âdem (A.S)’ın baş düşmanı. Hedefi nedir? Âdem (A.S)’ı Allah’ın gözünde küçük düşürmek. Hedefi nedir? Onun bütün zürriyetini kendisine tâbî kılmak. Yapabilmiş mi? Kıyâmet gününe göre konuşuyoruz, evet. İnsanların büyük kısmını kendisine bağlamayı başaracağı kesin Kur’ân âyetleri ile.

Öyleyse ne diyordu? Âdem (A.S)’a tâbî, Âdem (A.S)’ın önünde secde etmediği için Allah’ın huzurundan kovulduğunda Allahû Tealâ soruyor:

7/A'RÂF-12: Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuke, kâle ene hayrun minhu, halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).

(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Sana (secde etmeyi) emrettiğim zaman, seni secde etmekten men eden nedir?” İblis: “Ben ondan hayırlıyım,beni ateşten ve onu nemli topraktan (balçıktan) yarattın.” dedi.



“Ey iblis, emrime rağmen, senin Âdem (A.S)’a secde etmemenin sebebi nedir?”

İblis diyor ki:

“Sen beni ateşten (dumansız ateşten yani enerjiden) yarattın. Onu ise topraktan yarattın. Ben ondan üstünüm. Onun için onun önünde secde etmem.”

Allahû Tealâ diyor ki:

7/A'RÂF-13: Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc inneke mines sâgirîn(sâgirîne).

(Allahû Tealâ): “Öyleyse oradan in! Artık orada senin kibirlenmen olmaz. Hemen oradan çık. Muhakkak ki, sen alçaklardansın.” buyurdu.



“Huzurumdan kovuldun. Derhal oradan uzaklaş. Seni cehennemde sonsuza kadar cezalandıracağım.”

İblisin cevabına bakıyoruz sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim. Ne diyor iblis? Diyor ki:

“Ya Rabbi, beni kıyâmet gününe kadar yaşat. Kıyâmet gününe kadar bana mühlet ver. Eğer beni kıyâmete kadar yaşatırsan, o zaman ben bu Âdem (A.S)’ın bütün zürriyetini kendime bağlayacağım. Önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara tesir edeceğim, Sıratı Mustakîm’in üzerinde oturacağım ve onların Sıratı Mustakîm’e ulaşmalarına mâni olacağım. Eğer beni o güne kadar tehir edersen, ertelersen, hayatımı o güne kadar uzatırsan, göreceksin ki o gün ben pek azı hariç hepsini kendime bağlayacağım.”

7/A'RÂF-14: Kâle enzırnî ilâ yevmi yub'asûn(yub'asûne).

(Şeytan): “Beas gününe (dirileceğimiz güne, kıyâmet gününe) kadar bana izin (mühlet) ver.” dedi.

7/A'RÂF-15: Kâle inneke minel munzarîn(munzarîne).

(Allahû Tealâ): “Muhakkak ki sen izin (mühlet) verilenlerdensin.” buyurdu.

7/A'RÂF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).

(İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin'e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.

7/A'RÂF-17: Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).

Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.



Nedir ifade? “Pek azı hariç hepsini kendime bağlayacağım.” diyor iblis.

Öyleyse kıyamet günü şeytan bunu başarmış olacak mı? Ne yazık ki evet. Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mu’minîn(mu’minîne).

Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.



“O gün (kıyâmet günü) şeytan, onlara verdiği vaadi yerine getirdi (onlara olan hedefini yerine getirdi).”

“zannehu.” diyor Allahû Tealâ. Ama zan, sadece bizim Türkçemizdeki zan anlamına gelmiyor, kesin şekilde inanmak anlamına da geliyor. Hedef tayin etmek anlamına da geliyor.

“Hedefini, insanlar için hedefini gerçekleştirdi. Mü’minleri oluşturan bir tek fırka hariç bütün fırkalar şeytana kul oldular.” diyor Allahû Tealâ.

“Mü’minleri oluşturan bir tek fırka hariç, bütün fırkalar şeytana kul oldular.” diyor.

Her şey insanla şeytan arasında cereyan ediyor. İnsanın en büyük hedefi Allah’ın en üst seviyede kulu olmaktır. Şeytanın da en büyük hedefi bütün insanları bu hedeften mahrum kılmaktır. Herkesi kendisi ile beraber cehenneme almaktır. Evvela Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesi kesin bir gerçeği ifade ediyor. Bir tarafta cehennemde iblise tâbî olanlar; iblis ve iblise tâbî olanlar. Öbür tarafta Allah’a tâbî olanlar; Allah’a ulaşmayı dileyenler, Allah’a ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu mü’minleri vücuda getiren bir tek fırka.

Öyleyse? Öyleyse olay aydınlık kazanıyor. Bir tek fırka; mü’minleri oluşturan bir tek fırka. Kimdir mü’minler? Çok açık. Allah’a ulaşmayı dileyenler. Peki dilemeyenler? Dilemeyenler, geriye kalan bütün fırkalar. O bir tek Allah’a ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu fırkanın dışındaki bütün fırkalar. Onlar, işte onlar şeytana tâbî olanlar, şeytana kul olanlar, şeytana, insan ve cin şeytanlara dost olanlar.

Öyleyse o âyette ne diyor Allahû Tealâ?

Öyle bir insana bile Allahû Tealâ… A’râf-175; öyle bir insana bile Allahû Tealâ âyet indirmiş ki o kişi sonradan şeytana tâbî olmuş, şeytana uymuş, şeytanın iğvasına düşmüş.

Allahû Tealâ insanları sadece ikiye ayırıyor. 1. grupta Allah’a ulaşmayı dileyenler, 2. grupta onun dışındakiler var. Onun dışındakiler bütün negatif faktörlerin sahibi. Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse, dilemezse ne olur? Dilemezse:

*Şeytanın dostu olur (insan ve cin şeytanların dostu olur); 1.
*İnsan ve cin şeytanlara kul olur; 2, taguta kul olur.

Öyleyse kimdir Allah’a dost olabilen kişi? Allah’a ulaşmayı dileyen kişidir. Kimdir Allah’a dost olamayıp da taguta dost olan kişi? Allah’a ulaşmayı dilemeyendir. İki âyetten, iki grup âyetten bakalım neticeye. Dost olmaktan bahsediyoruz. Dost olmak, evliya olmak diye geçiyor Kur’ân-ı Kerim’de. Allah’ın velîsi olmak, Allah’ın evliyası olmak. Velî, dost; evliya da dostlar demek. Ama Türkçe’ye evliya kelimesi tekil olarak girmiştir.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bu dizayn içerisinde hepimiz için en uygun sonuç var ortada. Bu sonuç hepimiz için Allah’a ulaşmayı dilemeyi muhtevasına alıyor. Eğer yoksa böyle bir şey, Allah’a ulaşmayı dilemiyorsak, o zaman taguta dostuz ve tagutun kuluyuz. Evvela dostluk meselesini beraberce inceleyelim. Ne görüyoruz, sevgili kardeşlerim? Gördüğümüz şey açık değil mi?

İşte Yûnus Suresi 62, 63, 64. âyetler:

10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).

Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?

10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).

Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.

10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhırati, lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).

Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.



“O Allah’ın evliyası var ya, onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar. Onlar âmenû olmuşlardır ve takva sahibi olmuşlardır. Onlara dünyada da ahirette de müjdeler vardır.”

Kimmiş Allah’ın dostları? Takva sahipleriymiş. Takva sahipleri kimmiş? Âmenû olanlar. Allah’ın evliyası âmenû olanlar yani Allah’a ulaşmayı dileyenler. Hem takva sahibi olmak hem de âmenû olmak Allah’a ulaşmayı dilediğiniz noktadan başlar. Bu, konunun başlangıç noktası sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım. Âmenû olmak ve takva sahibi olmak; her ikisinin de birincisi. Ne zaman bu kişi mürşidine ulaşırsa, 2. defa âmenû olur ve tâbiiyet takvasının sahibi olur; 14. basamak. 21. basamakta ruhunu Allah’a ulaştırır. 22. basamakta ruh Allah’ın Zat’ında yok olur. Evvâb takvanın sahibi olur kişi. Yani meaba sığınmış olan kişinin takvası ve bu seviyede bir âmenû olmak da söz konusudur. Evvâblar seviyesinde âmenû olmak; 22. basamak. 25. basamak fizik vücudunu teslim edenlerin takvası, muhsinler takvası ve muhsinler seviyesinde âmenû olmak.

27. basamakta söz konusu olan şey nefsin teslimi, ihlâs takvası ve ihlâs seviyesinde âmenû olmak. Sonra 28. basamağın 4. kademesinde irşada ulaşmak. Burada irşad takvası ve irşada ulaşanlar seviyesinde bir âmenû oluş. Ve 5. kademesinde iradenin de Allah’a teslimini ihtiva eden, bihakkın takva veya hakka tukatihi takva, mürşidler takvası. Bihakkın takva ve bihakkın âmenû olmak, rü'yetullah takvası, rü'yetullah Allah’ın Zat’ını görerek âmenû olmak. 7 tane safha, 28 basamağın 5. basamağına kadar bir insanın çıkabileceği, normal standartlardaki bir insanın çıkabileceği en yüksek seviye.

Sevgili kardeşlerim, öyleyse? Her şeyin en güzelini görüyorsunuz. Allah yolunda önemli olan Allah’a ulaşmayı dilemek. Dileyince âmenû oldunuz. Ve dilediğiniz zaman ne oldunuz? Allah’ın evliyası oldunuz, Allah’ın dostu oldunuz. Ondan evvel çok açık bir şekilde tagutun dostuydunuz. Öyleyse gerçekten öyle mi? Hadi gelin bakalım beraberce, Bakara Suresinin 256 ve 257. âyetlerine bakıyoruz. Diyor ki Allahû Tealâ:

2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lânfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).

Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir.

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.



“lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lânfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun), allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti).”

 

Neden bahsediyoruz? Bahsettiğimiz şey son derece açık. Allahû Tealâ diyor ki:

“Dînde zorlama yoktur. İrşad yoluyla (rüşd yoluyla) gayy yolu birbirinden tamamen ayrıldı (tebellür etti; belirdi yani hudutları çizildi, aydınlandı, ifade edildi). Kim tagutu (insan ve cin şeytanları) inkâr ederse (reddederse, devre dışı bırakırsa) ve âmenû olursa (Allah’a âmenû olursa), o zaman Allah’tan kopması mümkün olmayan bir kulba sımsıkı sarılır.” diyor Allahû Tealâ. “Hem Allah’ın ipine sarılır, Sıratı Mustakîm’in üzerinde olur hem de insanlardan bir ipe sarılır.” Bakara-256 burada tamamlanıyor.

257’ye bakıyoruz. Allahû Tealâ diyor ki:

“Allah âmenû olanların dostudur. Onları zulmetten nura çıkarır.”

Demek ki âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler), Allah’ın dostları. Âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler), Allah’ın dostları.

Peki, kâfirlere geliyoruz: “Kafirlere gelince,” diyor Allahû Tealâ, “onlar da tagutun dostlarıdırlar. Onlar da tagut tarafından nurdan zulmete döndürülürler.”

Öyleyse kim Allah’ın dostu? Allah’a ulaşmayı dileyen âmenû olanlar, kurtuluşun başlangıç seviyesi, sevgili kardeşlerim. Âmenû olmak, mü’min olmak demektir. Allah’a inananlardan sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler mü’min olabilirler. Allah’a inanmak mü’min olmak için yeterli değildir. Öyleyse kimdir bu âmenû olanlar? Allah’ın dostlarıdır. Allah âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyen), Allah’a inananlardan Allah’a ulaşmayı dileyenlerin dostudur sadece. Allah’a inanmak kurtuluş için yetmiyor. Mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemek temel şarttır. Olmazsa olmaz şarttır. Eğer kişi Allah’a inanıyor ama Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa kurtuluşu hiçbir şekilde mümkün değildir.

Peki kimlermiş taguta dost olanlar? Kâfirler. Kâfirler küfredenler, inkâr edenler. Neyi? Allah’ı inkâr edenler, her şeyden evvel. Peki bu inkâr eden kişiler? Onların gideceği yer cehennem. Kalpleri de zaten nurdan tekrar karanlığa döndürülüyor, Bakara Suresinin 257. âyet-i kerimesi gereğince.

Öyleyse neyle karşı karşıyayız, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım? Allahû Tealâ’nın bir güzelliği söz konusu. Açık bir şekilde Allah’ın dostlarının kim olduğunu söylüyor. Âmenû olanlar Allah’ın dostları. Allah’a inananlardan Allah’a ulaşmayı dileyenler; sadece âmenû olanlar, sadece onlar Allah’ın dostu. Geri kalan hiç kimse Allah’ın dostu değil. Öyleyse bu, Allah’ın dostu açısından olaya bakışımız. Bir de Allah’a kul olmak açısından bakalım.

Kimdir taguta kul, kimdir Allah’a kul? Cevap, Zumer-17’den geliyor. Allahû Tealâ buyuruyor:

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.

Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!



“vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.”


Sahâbeden bahsediyor: “Onlar taguta kul olmaktan kendilerini kaçındılar (kendilerini kurtardılar).”

Peki, ne yapmışlar da kurtarmışlar? Allah’a ulaşmayı dilemişler (Allah’a yönelmişler) ve bu sebeple taguta kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olmuşlar. “Onlara müjdeler vardır.” diyor Allahû Tealâ. “Kullarımı müjdele.” diyor. Taguta kul iken… “Kullarımı müjdele.” diyor Allahû Tealâ. Önce taguta kul olduklarını söylüyor, taguta kul olmaktan kurtulduklarını söylüyor, sonra da Allah’a kul olduklarını söylüyor. Kim bunlar? Sahâbe. Ne yapmışlar? Allah’a yönelmişler, Allah’a ulaşmayı dilemişler. Öyleyse taguta kul iken Allah’a kul olmuş sahâbe.

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, bunlar Kur’ân bilgileri. Şu dîn öğretenlerin, kitaplara bakmak suretiyle dîn öğrendiklerini zannedenlerin hiç bilmedikleri konular. Eğer Allahû Tealâ bize bunları öğretmeseydi, biz de sizlere öğretemeyecektik sevgili kardeşlerim. Her şey öylesine güzel ki sevgili kardeşlerim. Eğer Allah dostunuzsa, O size dost olmuşsa, sizi dost kılmışsa Kendisine, şu dünya üzerinde daha ötede ne var ki? Kâinatta, âlemlerde daha ötede ne var ki? İşte hepiniz için aynı şey söz konusu olmalı. Allah’a dost olmak, Allah’a kul olmak. Kulluğun da dostluğun da başladığı nokta orası; Allah’a ulaşmayı dilemek. Nahl Suresinin 36. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

16/NAHL-36: Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâletu, fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).

Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri), Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).



“Biz, bütün kavimlerde resûl beas ederiz. O kavimlerdeki insanları şeytana kul olmaktan kurtarsınlar da Allah’a kul etsinler diye. Bir kısmı bu sebeple hidayete erdiler.”

Yani o kavimdeki resûle tâbî olmuşlar ve tâbî oldukları, Allah’a ulaşmayı dilemişler resûlün talebi üzerine, diledikleri anda şeytana kul olmaktan kurtulmuşlar ve Allah’a kul olmuşlar. Daha sonra da zaten tâbî olmuşlar. Ama ötekilerden de bahsediyor Allahû Tealâ:

“Bir kısmınınsa üzerine dalâlet hak oldu.”

İşte bizim âlim geçinen cahiller, dünya üzerindeki titrleri ne olursa olsun onların üzerine dalâlet hak olmuştur. Onlar dalâlettedirler. Allah’a ulaşmayan herkesin dalâlette olduğunu söylüyor Allahû Tealâ. Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes dalâlette. Öyleyse Allah’a ulaşmayı dilemeyen insanlara bakıyoruz: Bu insanlar dalâlette kalıyorlar. Bu insanlar küfürde kalıyorlar. Bu insanlar Allah’ın âyetlerinden gâfiller, bu insanların gidecekleri yer cehennem. Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse onlar için kurtuluş söz konusu değildir. İşte Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetleri, Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).



Allahû Tealâ diyor ki:

“Onlar ki Bize mülâki olmayı (ruhlarını ölmeden evvel Bize ulaştırmayı) dilemezler.” diyor Allahû Tealâ. “Onlar dünya hayatından razı olmuşlardır. Dünya hayatı ile mutmain olurlar. Onların, onlar Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır. Onların gidecekleri yer ateştir.” diyor. “Kazandıkları dereceler itibarıyla onların gidecekleri yer ateştir.”

“Kazandıkları dereceleri itibarıyla onların gidecekleri yer ateştir.” Ne demek? Ne demek olduğunu Mu’minûn-103’te görüyoruz.

23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).

Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.



“Kıyâmet günü kimin günahları sevaplarından fazla olursa onların gidecekleri yer cehennemdir, onlar orada ebediyyen kalacaklardır. Onlar hüsranda olanlardır.” diyor Allahû Tealâ.

Hüsranda olanların dalâlette olanlar olduğunu görüyoruz.

A’râf-178:

7/A'RÂF-178: Men yehdillâhu fe huvel muhtedî ve men yudlil fe ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).

Allah kimi hidayete erdirirse (kendisine ulaştırırsa), artık o hidayete ermiştir. Ve kim dalâlette bırakılırsa, işte onlar, onlar artık hüsrana uğrayanlardır (nefslerini hüsrana düşürenlerdir).



“Hüsranda olanlar dalâlette olanlardır.” diyor.

Demek ki Allah’a ulaşmayı dilemeyenler hüsranda, gidecekleri yer cehennem, Allah’ın âyetlerinden gâfiller ve dalâletteler.

Gördünüz ki bu insanlar aynı zamanda şeytanın dostları, tagutun dostları ama asla Allah’ın dostları değil. Allah’ın dostları sadece âmenû olanlar. Âmenû olmaksa Allah’a inanmakla değil, Allah’a ulaşmayı dilemekle başlayan bir vetire. Sadece irşad yolunu tercih edecek olanların yolu. Gayy yolunu tercih edenlerin hiçbir zaman kurtulma şansları yok.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, kimdir o takva sahibi olmayan insanlar, dalâlette kalan insanlar, şirkte olan insanlar? Kimdir şirkte? Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes şirktedir. Sevgili kardeşlerim, sözlerimize çok kızanlar var. Bunu yakînen biliyoruz. Ama korkup gözlerini kapatmak, ölüme çare değildir. Öyleyse ya sözlerimiz dikkate alınacaktır, dikkate alanlar mutlaka kurtulacaktır veya dikkate alınmayacaktır. O zaman insanların gidecekleri yer cehennemdir. Ve biz bunu herkese öğretmekle vazifeliyiz.

Sevgili kardeşlerim, özellikle dîn öğretenlere öğretmek mecburiyetindeyiz. Gözümüzün önünde bırakınız başka ülkeleri; ama bizim ülkemizde 60 milyondan insan, fazla insan cehenneme doğru yürüyor; sadece dîn konusundaki cehaletleri sebebiyle. Bir tek dilek, hepsini kurtaracak ve insanlar sözlerimize inanmıyorlar. Âyetlere bakıp onları net olarak tespit etmek yerine, soruyorlar cahil dîn adamlarına: “Doğru mu söylüyor?” diyorlar. Onlar da diyorlar ki: “Hayır, doğru söylemiyor, yalan söylüyor.” diyorlar. Neden öyle söylüyorlar? Kibirlerine yediremiyorlar. Şimdiye kadar söylediklerinin yanlış olduğu onlar tarafından anlaşılacak da küçümsenecekler diye.

Sevgili kardeşlerim, bu bencilliğin bu kadarı çok korkunç bir şey değil mi? 60 milyondan fazla insanın cehenneme gitmesine göz yumarak, insanların karşısında küçülmek istemeyen dîn âlimleri. Aslında küçülmek diye de bir şey söz konusu değil; çünkü bilmemekte hatalı değiller ki. İnsanlar sadece öğrendiklerini öğretebilirler. Ve onlara öğretilen de öğrettikleri ilim yanlış ve eksik.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, konumuz, bitirirken bir defa daha tekrar edelim: Allah peygamberlerden başkasına âyet verir mi, âyet indirir mi idi. Gördük ki A’râf Suresinin 175. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ peygamber olmayan yani nebî olmayan, hatta resûl de olduğuna dair bir işaret olmayan, üstelik de daha ötede şeytana neticede tâbî olan birisine dâhi açık ve kesin bir şekilde âyet indirdiğini ifade ediyor. Öyleyse Kur’ân’a bakmadan sakın bir şey söylemeyin, sevgili kardeşlerim. Kur’ân’a bakmadan sakın insanların söylediğine inanmayın. Şimdi hepinizin üzerine düşen vazife, A’râf Suresinin 175. âyet-i kerimesine bakıp, bu hakikati tespit ve tescil etmek. Allah peygamberlerden başkasına âyet indirdiğini açık ve kesin bir şekilde A’râf-175’te ifade ediyor.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz.

Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali  M İ H R