Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki, bir defa daha Allah'ın bir mutluluk sohbetinde birlikteyiz. Allah'ın hepinizin ulaşmasını istediği yegâne menzil budur; sizin mutluluğunuz.
Unutmayın sevgili kardeşlerim, hepiniz Allahû Tealâ tarafından yaratıldınız. Hepiniz O’na kul olmak için yaratıldınız. Kul olmak ise başlı başına bir mutluluktur. Allah'a ulaşmayı dilemekten başlayan bir mutluluklar dünyasına Allah'a ruhunuzu ulaştırmak için, mürşidinize ulaşıp tâbî olarak, o noktaya kadar 12 tane ihsan alarak, tâbiiyetinizden sonra 7 tane ni'met alarak ruhunuzu Allah'a ulaştırıyorsunuz; 21.basamak. Burası mutluluğun yarı yoludur, dünya saadetinin. Cennet saadetinin ise 3. katı. Sonra fizik vücudunuzu Allah'a teslim ediyorsunuz. Dünya saadetinin %80’ini aşıyorsunuz. Cennet saadetinin 4. cennet katı. Sonra daimî zikre ulaşıyorsunuz. Nefsinizi Allah'a teslim ediyorsunuz. Cennet saadetinin 5. katı. Dünya saadetinin %100’ü. Sonra irşada ulaşıyorsunuz. Dünya saadetinin %100’ü, cennet saadetinin 6. katı ve iradenizi Allah'a teslim ediyorsunuz, o zaman cennet saadetinin 7. katına, Adn cennetlerine ulaşıyorsunuz. Dünya saadetiniz zaten hep %100’dü. Son 3 mertebede irşada ulaştığınız zaman da ondan evvelki kademe olan daimî zikre ulaştığınız zaman da irşada ulaştıktan sonraki son kademe olan iradenizi Allah'a teslim ettiğiniz noktada da dünya saadetiniz hep %100. Cennetin ise 5., 6. ve 7. katlarına ulaşıyorsunuz.
Allahû Tealâ hepinizin cennete girmesini ister. Allahû Tealâ hepinizin mutlu olmasını ister. Allahû Tealâ dünya saadetini de sizlere garanti ediyor, cennet saadetini de. Sizi o kadar çok seviyor ki bir dileğiniz Allah için yeterli. Siz sadece Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz. Geri kalanı mı? Geri kalanı O’nun işi. Ta ki size dünya saadetini %50’den daha fazla teslim etsin. Daha Allah'a ulaşmayı dilediğiniz andan itibaren de cennet saadetini ayaklarınıza sersin.
Allah'a ulaşmayı dilediniz 1. kat cennetin sahibisiniz.
14.basamakta mürşidinize ulaşıyorsunuz, tâbiiyetiniz 2. kat cennetin sahibisiniz.
Ruhunuzu Allah'a ulaştırmışsınız 3. kat cennetin sahibisiniz.
Buraya kadarını Allah garanti ediyor sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah garanti ediyor. Sizin yapmanız lâzım gelen şey sadece Allah'a ulaşmayı dilemek. Hepsi Allah'ın garantisinde. Yoksa hâlâ ne kadar çok sevildiğinizin, Allahû Tealâ tarafından ne kadar çok sevildiğinizin farkında değil misiniz sevgili kardeşlerim? Sizleri o kadar çok seviyor ki bir tek dileğiniz size dünya saadetinin yarısını vermesine sebep oluyor. Cennetlerin de 3. katına kadar sizi çıkarmasına sebep oluyor. Bir tek dilek. Bu dileğin sonunda O, sizi Kendi Zat’ına ulaştıracak. Allah'ın sözü orada tamamlanır. Oraya ulaştığınız zaman aradan çok bir zaman geçmiş olmayacak. Allah'a ulaşmayı dilediğinizden sonra 5-6 aylık bir zaman parçasının sonunda mutlaka ruhunuz Allah'a erer, ulaşır. Ermiş olursunuz, erenlerden olursunuz. Allah'a ulaşmayı dilediğiniz andan itibaren Allah'ın evliyasısınız, Allah'ın dostusunuz. Allahû Tealâ evliya kelimesini kullanıyor. Bizde, Türkçemizde evliya; büyük marifet sahibi insanlara denir. Oysaki Allah'a ulaşmayı dilediğiniz andan itibaren Allah'ın dostu oldunuz. İşte Bakara Suresinin 257. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor:
2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri): Allah âmenû olanların, Allah'a ulaşmayı dileyenlerin evliyasıdır, velîsidir, dostudur.
Allah kimin dostuysa, onlar da Allah'ın dostudur. Allahû Tealâ o dostları için Yûnus Suresinin 62, 63 ve 64. âyet-i kerimelerinde diyor ki:
10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?
10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.
10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhırati, lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.
e lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne): O Allah'ın evliyası var ya onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar.
İşte kim Allah'ın evliyası olmuşsa, Allahû Tealâ onu mahzun kılmaz. Mutlaka probleminize çözüm getirir sevgili kardeşlerim. Beklemediğiniz bir tarzda Allahû Tealâ tarafından devamlı korunursunuz. İnsanlar vasıta kılınırlar, Allahû Tealâ’nın sizi bu hedefe ulaştırması için.
Sevgili kardeşlerim, sevgi, sevgi ve de sevgi. Allah ile olan ilişkileriniz hep buna dayalıdır. O sizi her halükârda sever. Allah'a ulaşmayı dilemişseniz, Allah'ın sevgisine hak kazanmışsınız demektir. Ondan evvel de sever. Ama o sevgisi size bir yarar sağlamaz. Sadece sizin için üzülür. “Neden kendini feda etti, neden benim yoluma girmedi; Bana ulaşmayı dilemedi ve cehennemi seçti?” diye Allahû Tealâ sizin için üzülür. Kanunlarını koymuştur. Kanunlara insanlar isteseler de istemeseler de kerhen veya tav’an mutlaka itaat etmek mecburiyetindedirler.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, mutlu olmanın yolu Allah’tan geçer. Allah ile bir dostluk kurmadıkça hiç kimse mutlu olamaz. Allah ile bir dostluk kurmadıkça mutluluk mümkün değildir. Allah'ın dostu olmanız ise hemen Allah'a ulaşmayı dilediğiniz andan itibaren başlar. Allahû Tealâ ne diyor?
e lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne): O Allah'ın evliyası var ya onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar.
ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne): Onlar âmenû olmuşlardır; Allah'a ulaşmayı dilemişlerdir. Yevm’il âhire inanmışlardır. Allah'a ulaşma gününe inanmışlardır ve Allah'a ulaşmayı dilemişlerdir. Ve bunun üzerine de takva sahibi olmuşlardır.
lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhıreh(âhıreti): Onlara dünya hayatında da ahirette de müjdeler vardır.
Dünya hayatında, dünya saadetinin yarısı garanti ediliyor onlara; %50’den fazlası. Cennetin de 3.katı gene garanti ediliyor.
Öyleyse ne karşılığı, ne satın alıyorsunuz sevgili kardeşlerim? Bir dilek karşılığı 3. kat cennet, dünya saadetinin yarısı. “Gerçekten ben hiç bir şey yapmayacak mıyım?” diye soruyorsanız; hayır yapmayacaksınız. O yaptıracak. Size namazı sevdirecek, orucu sevdirecek ve öyle bir orucu sevdirecek ki, oruç tuttuğunuz zaman Allahû Tealâ karnınızı acıktırmayacak. Acıkmadığınızı hissedeceksiniz. Oruçlu olduğunuz gün diğer günler gibi normal bir standart içerisinde hissedeceksiniz kendinizi. Allahû Tealâ karnınızı acıktırmayacak. Bir süre sonra zaten bu size normal bir olay gibi gelecek. Başkalarının da acıkmadığını zannedeceksiniz.
Sevgili kardeşlerim, birçok çocuktan, evli hanımlardan; oruç tutmasa da babamız bizi dövmese diye çok telefonlar aldık. Sevgili kardeşlerim, oruç tutmak bu değildir. Allahû Tealâ Allah'ın yolunda olanlara oruç tutturur ama onları acıktırmaz. Namaz kıldırır; namaz onlara ağır gelmez. Onlar için namaz kılmak angarya değildir; Allah'ın bir büyük zevkidir. Sizin için de öyle olabilir. İki türlü insan yaşar; Allah'a ulaşmayı dilemeyenler ve dileyenler. Dilemeyenler için kurtuluş yoktur. Onların gidecekleri yer cehennemdir. Onların arasında da namaz kılanlar, oruç tutanlar, zekât verenler hepsi vardır. Ama Allah'a ulaşmayı dilememişlerdir. İşte Allahû Tealâ: “Fitne katilden beterdir.” diyor.
2/BAKARA-217: Yes’elûneke aniş şehril harâmi kıtâlin fîhi, kul kıtâlun fîhi kebîr(kebîrun), ve saddun an sebîlillâhi ve kufrun bihî vel mescidil harâmi ve ihrâcu ehlihî minhu ekberu indallâh(indallâhi), vel fitnetu ekberu minel katl(katli), ve lâ yezâlûne yukâtilûnekum hattâ yeruddûkum an dînikum inistetâû ve men yertedid minkum an dînihî fe yemut ve huve kâfirun fe ulâike habitat a’mâluhum fîd dunyâ vel âhirati, ve ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Sana haram (hürmetli) aydan ve onun içinde yapılan savaştan soruyorlar. De ki: “Onun içinde (o ayda) savaş büyük (günahtır). (Fakat insanları) Allah yolundan saptırmak (alıkoymak) ve O’nu inkâr etmek, (mü’minlere) Mescid-i Haram’ı (yasaklamak) ve onun halkını oradan (Mekke’den sürüp) çıkarmak ise Allah katında daha büyüktür (büyük günahtır). Ve fitne, (adam) öldürmekten de daha büyüktür (bir suç ve günahtır). Eğer onların güçleri yetse (yapabilseler), sizi dîninizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri kalmazlar. Sizden kim dîninden dönerse, o taktirde o, kâfir olarak ölür. Bu sebeple işte onlar, amelleri dünyada ve ahirette boşa gitmiş olanlardır. Ve işte onlar, ateş ehlidir. Ve onlar, orada ebediyyen kalacak olanlardır.”
Fitne katilden beterdir. Neden böyle söylüyor? Nedir fitne? Fitne bir dumandır. Bir azaptır. Bütün insanları saracak olan bir azaptır. İnsanlar ibadet edecekler; namaz kılacaklar, oruç tutacaklar, zekât verecekler, hacca gidecekler, kelime-i şahadet getirecekler. Ve de onlara denmiştir ki: “İslâm’ın 5 şartı bunlardır. Bunları yaptınız mı doğru posta cennete gidersiniz.” Onlar da bunları yapmaktadırlar. Zorlansalar da gene yapmaktadırlar. Ve hadîs böyle söylediğine göre mutlaka cennete gireceklerine inanırlar bu zavallı kardeşlerimiz. Ama giremezler. Hiç birisinin cennete girmesi mümkün değildir. Allah'a yönelmedikçe, Allah'a ulaşmayı dilemedikçe hiç kimse Allah'ın cennetine giremez.
Öyleyse mutluluk mu? Hepiniz onun için yaratıldınız. Kim acaba ben mutlu olmak istemiyorum diyebilir? Kim mutsuzluğu seçer? İnsanlar asla mutsuzluğu seçmezler. Ama mutluluğu seçmedikleri için mutsuzdurlar. Öyleyse Allahû Tealâ’nın emri kesin. Sadece bir tek emir; Allah'a ulaşmayı dilemek. Her şey bunun arkasına bina edilmiştir. Ve arkadan gelecektir. Allah'a ulaşmayı dilemek, bir kürenin merkezidir. Bütün çevre şartları ona göre dizayn edilir. O varsa, küre vardır. O yoksa, yoktur. Allah'a ulaşmayı dilemeyen hiç kimse cehennemden kurtulamaz.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, mutlu olmak istiyorsanız eğer, işte meydan sizin, Allah'a ulaşmayı dileyin. Dileyin ve ne olduğunu kendiniz görün. Allah'a ulaşmayı dilediğiniz takdirde bütün güzellikler sizi adım adım sarmaya başlayacaktır; bütün güzellikler sevgili kardeşlerim. Allahû Tealâ kör gözleri açar. Sağır kulakları açar. İdraksiz kalpleri açar. Kimlerinkini açar? Sadece Allah'a ulaşmayı dileyenlerinkini açar. Allahû Tealâ Enfâl-29’da: “Kim Allah'a âmenû olursa Allah, onlara furkanlar verir ve onların günahlarını örter.” diyor.
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Sevgili kardeşlerim, sizin sadece bir dileğiniz; Allah'a ulaşmayı dilemeniz Allah için yeterlidir. O sadece sizden bunu ister; Allah'a ulaşmayı dilemenizi. Dileyen insan mutlaka Allahû Tealâ tarafından mürşid sevgisi ile donatılacaktır. O Allah'ın kendisine gösterdiği mürşidi görmek için, göstereceği mürşidi görmek için hacet namazını kılacaktır. Ve Allah'a ulaşmayı dilediği için mutlaka Allahû Tealâ ona gösterecektir. Ve tâbiiyetinden sonra bir vuslat olayı söz konusu olacaktır. Adım adım gök katları onun ruhu tarafından birer birer yukarı doğru aşılacaktır. 1., 2., 3., 4., 5., 6., ve 7. gök katları. Her şey öylesine güzel ki sevgili kardeşlerim, her kat ayrı bir güzellik taşıyor. O katlar boyunca Allahû Tealâ size hep güzellikleri yaşatacaktır. Günlük zikriniz giderek büyüyecektir. 7000 zikirden başlıyorsunuz zikre. 15000 zikre kadar, ancak 1. kata kadar ulaşabilirsiniz. Sonra 17, 19, 21, 23, 25, 27, 29, 31, 33. 33.000 zikirde ruhunuz Allah'a ulaşmıştır.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah ile olan ilişkilerinizde siz sadece bir dileğin sahibi olacaksınız. Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz. Allah da sizi Kendisine ulaştıracak. Ulaştırır mı? Sözü var. Allahû Tealâ: “Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, âmenû olursa Allah onları mutlaka Kendisine ulaştırır.” diyor. Ra’d Suresinin 27. âyet-i kerimesi:
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
“Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, âmenû olursa Allah, onları mutlaka Kendisine ulaştırır. Dilediğini dalâlette bırakır. Bunlar Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerdir. Kim de âmenû olursa, Allah'a ulaşmayı dilerse onları da mutlaka Kendisine ulaştırır.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, hadi gelin sizinle beraber Allah'a doğru bir yolculuğa çıkalım, Allah'a doğru yola çıkmak için önce Allah'ı dilemek mecburiyetindesiniz. Başka bir alternatif var zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Allah'a ulaşmayı dilemeden, Allah'a doğru ruhunuz yola çıkamaz. “Şart mı?” diyorsunuz. Sorduğunuz suale bağlı. Hangi açıdan şart mı? Yani Allah'a ulaşmadan cennete girilemez mi? Bu tarzda bir sual mi sormak istiyorsunuz? Girilir. Allah'a ulaşmak 3. kat cenneti ifade eder. 1. kat cennete gidebilmek için sadece Allah'a ulaşmayı dilemek yeterlidir. Ve Allah'a ulaşmayı dilediniz. Dilediğiniz anda Allahû Tealâ sizin bu talebinizi işitir, bilir ve görür. Kalbinize bakar ve bu talep kalbinizde yeşerir. Kalbinizde böyle bir talep varsa, kalbinizden, kalben Allahû Tealâ’ya yönelmişseniz; “Ya Rabbi, Ben Sana ulaşmak istiyorum.” demişseniz, gönlünüzce, kalbinizce demişseniz; o zaman dediniz demektir. Allah'a ulaşmayı dilediniz demektir. Birçok kişi bize telefon ediyor: “Ben Allah'a ulaşmayı diledim ama hiçbir değişiklik olmadı bende.” Biz de ona tarih kitabı hikâyesini anlatıyoruz. Bu hikâyeyi herhalde ezberlediniz artık. Oğlan tarihten ikmâle kalmış yani şimdiki tâbirle bütünlemeye, ertesi gün imtihana girecek. Babası diyor ki: “Evlâdım, işte bak tarih kitabın. Al kitabı, bu gece oku. Sabahleyin eğer okumayı bitirebildiysen, bütün kitabı okuyabildiysen ki yarın imtihana gireceksin mutlaka okuman lâzım. Ben sana şu kadar para vereceğim.” Çocuk sabahleyin erkenden babasının yatak odasının kapısını çalıyor: “Baba, baba” diyor, “İmtihana gideceğim ben. Çabuk parayı ver.” “Neden?” diyor babası, “Okudum kitabı.” diyor, “Şimdi ver bakalım parayı.” Babası diyor ki: “Yavrum, sen o kitabı okumamışsın.” Çocuk da diyor ki: “Okudum. Nereden biliyorsun okumadığımı?” Babası diyor ki: “Ver kitabı.” Veriyor babasına, babası açıyor kitabın son sayfasını;“Bak” diyor, “Burada para. Eğer okusaydın mutlaka bu parayı görecektin ve alacaktın. Ama sen bu kitabı okumamışsın.”
İşte tıpkı bu delikanlı gibi eğer siz Allah'a ulaşmayı dilediğinizi zannediyorsanız ve de sizde hiçbir değişiklik olmuyorsa yanılıyorsunuz. Siz Allah'a ulaşmayı dilemediniz. Kalbiniz dileyecek. Kalbinizden bir dilek. Allahû Tealâ hep kalbinize bakar. Kalbinizdeki o Allah'a ulaşma dileğini görmek ister. Yegâne gayesi budur hepiniz için. Bu, sizin kurtuluşunuzdur. Allah bundan sadece mutluluk duyar. Ne kadar çok insan kurtulursa, Allah o kadar memnun olur. Ne kadar çok insan kaybederse şeytan da o kadar memnun olur. Şeytan mutlu olamaz. Sadece memnun olur, insanları yoldan, Allah'ın yolundan ayırdı diye. Oysaki cehennemdeki cezası her ayırdığı insan için kat kat çoğalır. Öyleyse sevinmesi değil, bir hayli üzülmesi lâzım diye düşünüyoruz.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, bu bapta olaylar dizisini düşünün. Siz, size düşeni yapacaksınız, Allah da Kendisine düşeni. Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz, Allah da sizi Kendisine ulaştıracak. Sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ ile olan ilişkinize dikkat edin. Siz Allah’ın ahdine sadıksanız, Allah'a ulaşmayı dilemişseniz kurtulmamanız mümkün değildir. Ama dilememişseniz kurtulmanız mümkün değildir. Birincisinde, Allah'a ulaşmayı dilemişseniz cehennemden kurtulmamanız mümkün değildir. Dilememişseniz o zaman da kurtulmanız mümkün değildir. Allah'a ulaşmayı dilemeyen, âmenû olmayan, Allah'a münîb olmayan hiç kimse Allah'ın cennetine giremez. Diğer şartlar mı? Diğer şartları terazinin bir kefesine koyun. Aklınıza ne geliyorsa hepsini koyun. Namaz, oruç, zekât, hac, kelime-i şahadet hepsini, hepsini koyun bir tarafına. Öbür tarafına da terazinin Allah'a ulaşmayı dilemeyi koyun. Eğer o Allah'a ulaşmayı dileme müessesi yoksa sadece tek başına orada duran Allah'a ulaşmayı dilemek, bütün o terazinin diğer tarafından daha ağırdır. Tek başına hepsinden fazla değer ifade eder Allah'ın katında. Allah'a ulaşmayı dilemediniz mi sizin için cennet söz konusu değildir. Dünya saadeti hiç söz konusu değildir. Diyeceksiniz ki: “Allahû Tealâ insanları, mutlu olmak için yaratmadı mı?” Evet, mutlu olsunlar diye yarattı. “E ben niye mutlu değilim?” mi diyorsunuz?
Fatih Sultan Mehmet babası, kendisini mürşidi olan Akşemsettin Hazretleri’ne teslim ettiğinden bir süre sonra geliyor, babasına diyor ki: “Sen Sultan-ı İklim-i Rûm değil misen? Babası (2. Murat) diyor ki: “Öyleyim.” “Peki” diyor, “Ben senin oğlun değil miyem?” “Oğlumsun.” diyor. Fatih Sultan Mehmet, Akşemsettin Hazretleri’ni gösteriyor: “ Öyleyse bu beni niye dövüyor?” diyor. Babası da kulağına eğiliyor Fatih Sultan Mehmet’in, “Oğlum” diyor, “ O’nu getiren vardı ya hani o gün, sen de görmüştün. O da benim mürşidimdi. O da beni döverdi.”
Sevgili kardeşlerim, siz de: “Ben Allah'a ulaşmayı diliyorum ama Allah beni cennetine ulaştırmıyor, beni mutluluğa ulaştırmıyor.” diyorsanız, yalan. Siz kendi kendinizi yalanlıyorsunuz. Kendi kendinizi aldatıyorsunuz. Allah'a ulaşmayı dilememişsiniz. O zaman kalpten bir dilek, ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dilemek. Evvelâ 1. sualimiz: Allah'a inanıyor musunuz? “İnanıyoruz” diyeceksiniz, güzel. 2. sual: İnsan ruhunun ölmeden evvel Allah'a ulaşacağına inanıyor musunuz? “Ona da inanıyoruz” derseniz, 3.sual: Bunun üzerinize 12 defa farz olduğuna inanıyor musunuz? Bunlara inanıyorsanız, o zaman Allah'ın âyetlerine inanıyorsunuz demektir. O zaman Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesine de inanacaksınız. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu): Allah dilediğini Kendisine seçer ve onlardan kim Allah'a yönelirse, Allah'a ulaşmayı dilerse Allah sadece onları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) Kendisine ulaştırır.
Ama dileyen ulaşmıyor. Allah onları Kendisine ulaştırıyor. Ra’d Suresinin 27. âyet-i kerimesinde aynı şey var.
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
“Allah dilediğini dalâlette bırakır. Ama Allah'a yönelenleri mutlaka Kendisine ulaştırır.”
Allah'a yönelenleri, Allah'a ulaşmayı dileyenleri Allah, mutlaka Kendisine ulaştırır. Kendisine ulaştırması ise 3. kat cennet ve dünya saadetinin yarısı. Bir takım insanlar var: “Ben mi?” diyor, “Ben mi cennete gideceğim? Sahâbenin bile 10 tanesine cennet nasip olmuş. Ötekilerin ne olacağı hâlâ belli değil. Benim gibi fukarayı Allah nasıl cennetine koyar? Nasıl umabilirim?” Allahû Tealâ da kesin garanti veriyor; diyor ki: “Ey insanlar, duyduk duymadık demeyin. Bana ulaşmayı dileyin. Ben sizi Kendime ulaştırırım. Ben Allah’ım ve sözümü tutarım.”
Öyleyse Allahû Tealâ’nın Kur’ân-ı Kerim’ini öğrendiğiniz zaman hiç de safsatalarla alâkalı olmadığını göreceksiniz. Çok açık ve net. 2 tane seçeneğiniz var;
1- Allah'a ulaşmayı dilemek.
2- Allah'a ulaşmayı dilememek.
Neşeniz bilir. Hangisini isterseniz seçin. Allah'a ulaşmayı dilediniz. Mutlaka Allah'ın cennetine girersiniz. Ne zaman girersiniz? Kıyâmette. Ama dilemeniz sizi, tek başına Allah'ın cennetine sokacak olan bir sebeptir. Tek başına, sadece salt Allah'a ulaşmayı dilediniz ve bir saat sonra öldünüz. Olur mu? Olur. Böyle bir şeyin vücut bulduğunu düşünün. “Hiç o kişi Allahû Tealâ’nın cennetine girer mi?” diyeceksiniz. Bir de düşünün bu kişi olmadık günahlar işlemiş. Büyük günahları var ama Allah'a ulaşmayı dilemiş. “E ne yapalım yani?” diyeceksiniz. “Allah'a ulaşmayı dilemişse, Allah onun günahlarını af mı edecek yani Allah'a ulaşmayı diledi diye?” Evet, affedecek. Bakınız Enfâl Suresinin 27. âyet-i kerimesinde ne diyor:
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
“Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Biz ona furkanlar veririz ve onun bütün günahlarını örteriz.”
Ya da Kur’ân’da söylendiği gibi ifade edelim; Allahû Tealâ diyor ki: “Kim Allah'a yönelir, takva sahibi olursa Biz ona furkanlar veririz ve onun günahlarını örteriz.”
“Onun günahlarını örteriz.”
Öyleyse Allahû Tealâ kişinin günahlarını örtmeye hazır. Kişinin günahlarını örtecek. Kişi ne yapacak peki? Hep o zavallı insanlara acımışımdır. Kur’ân’ın hakikatlerini bilmeyen insanlar hep Allahû Tealâ’ya yalvarırlar; “Ya Rabbi, Ben falanca günahı işledim. Ne olursun beni affet.” Günlerce, gecelerce Allah'a yalvarırlar. Hâlbuki bu yalvaran insanlar; tamam gene yalvarmaya devam etsinler. Ama bu insanlar Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilerlerse, sadece o günahları değil, devamlı Allahû Tealâ’ya “Beni bağışla Ya Rabbim, beni affet Ya Rabbim.” diye dua ettikleri günahları değil sadece, bütün günahları örtülür. Mevlâna Celâleddin-i Rûmî Hazretleri neden; “Hangi günahı işlemiş olursanız olun, günahınız ne olursa olsun gelin. Bu dergâha gelin. Bu dergâh ümitsizler dergâhı değildir.” diyor, neden? Biliyor, garantide. Eğer Allah'a ulaşmayı dilerlerse, mutlaka Allahû Tealâ onların günahlarını örtecek. Örttüğü zaman bunun mânâsı, sevapların günahlardan fazla olmasıdır. En büyük günahları işlemiş olan insanların bile mutlaka sevapları vardır. Birbirine karışmazlar. Sol taraf günah hanesidir. Kırmızı rakamlarla yazılır; hayat filmleri ile kişinin her saniye kaybettikleri dereceler sol tarafa, kazandıkları dereceler de sağ tarafa yeşil rakamlarla yazılır. Ve sonuçlar kümülâtiftir, her an ilâvelerden sonra sonuç da birlikte ortaya çıkar. Kimin kazandığı dereceler hayatı sona erdiğinde kaybettiklerinden fazla ise o kişi kıyâmet günü mutlaka Allah'ın cennetine girecektir. Kimin de günahları sevaplarından fazla ise onlar da cehenneme gireceklerdir. İşte bu kadar basit. Bu Allah'ın kanunu mu? Evet kanunu. Mu'minûn Suresinin 102. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.
“Kıyâmet günü mizanları kurarız. Kimin günahları sevaplarından az olursa, onları cennete koyarız. Onlar cennette kalırlar.”
Bir sonraki âyet-i kerime, Mu'minûn-103:
23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
“Kimin de günahları sevaplarından fazla olursa o zaman onların gideceği yer cehennemdir. Ebediyyen cehennemde kalacaklardır. Onlar hüsranda olanlardır.”
Öyleyse biliniz ki sadece Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin günahları sevaplarından fazladır. Allahû Tealâ ne kadar açık olarak yazmış. Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyet-i kerimelerinde diyor ki:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Allahû Tealâ: “Muhakkak ki onlar Bize mülâki olmayı, ruhlarını ölmeden Bize ulaştırmayı dilemezler. Muhakkak ki dilemezler. Onlar dünya hayatından razıdırlar. Dünya hayatıyla mutmain olurlar, doyuma ulaşırlar. Onlar Bizim âyetlerimizden gâfildirler.” diyor. Yani “Onlar, Allah'ın âyetlerini bilmezler.” diyor. Ve sonuç: “Ve onların gidecekleri yer kazandıkları dereceler itibari ile (iktisap ettikleri dereceler itibari ile) ateştir.” Yani Mu'minûn- 103’e göre kaybettikleri dereceler kazandıkları derecelerden fazla olduğu için, dereceler itibariyle girecekleri yer ateştir. Kim bu insanlar? Suçu ne? Suçu bu: Allah'a ulaşmayı dilememiş. Eğer diyecekseniz: “İyi de bilmiyor ki nereden dilesin.” İşte o mümkün değil sevgili kardeşlerim. Aranızdan kim olursa olsun, ona mutlaka bu söz ulaşmıştır. Ama o kişi, o sözü ciddiye almamıştır. Almayabilir. Eğer almazsa ne yazık ki bunu cehennemde ödemek mecburiyetindedir.
Hayatınızın en önemli konusundan bahsediyorum, sizi cehennem ehli kılacak veya cennet ehli kılacak olan faktör. Kim size derse ki: “Sahâbenin bile 10 tanesine cennet nasip olmuş. Ben nasıl cennete girerim?” “Hayır” deyin, “Sen bunu yanlış öğrenmişsin. Sana bunu kim söylediyse, sen ona Kur’ân-ı Kerim’i göster. Tevbe Suresinin 100. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ’nın bütün sahâbe için söylediği şeyi onlara söyle.”
Allahû Tealâ diyor ki:
9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
“O sabikûn-el evvelîn var ya (hayırlarda yarışanların evvelkileri), onların bir kısmı ensardandı, bir kısmı da muhacirîndendi (bunlar 7. kat cennete girecek olanlar), bir de ensara ve muhacirîne ihsanla tâbî olanlardandı. Onların gidecekleri yer Allah'ın cennetidir. Onlar fevz-ül azîmin sahipleridir.”
Onlar kim? Onlar sahâbe. Sahâbe dediğimiz insanların hepsi bu hedefe ulaşmışlar; ister ensar olsun, ister muhacirîn. Kimdir sahâbe? Sorun bakalım etraftaki dîn adamları ne diyor? “Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i hayattayken görenler sahâbedir.” diyorlar. Hayır değildir. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i hayattayken sahâbe de görmüştür, münafıklar da görmüştür, putperestler de görmüştür, şeytana tapanlar da görmüştür. Hristiyanların da hepsi görmüştür, Yahudilerin de ama bu söylediklerimizin; Hristiyanların ve Yahudilerin büyük kısmı, geri kalanların da hepsi yani putperestler, şeytana tapanlar, ateşe tapanlar; hepsinin gideceği yer cehennemdir. Cennete girecek olanlar; Hristiyanlar ve Musevîlerin, Yahudilerin içinde yaşayanların %10’undan daha azı aynı şeyleri yaşıyorlar. Yani bugün bizlerin yaşamakta olduğu hayatı. Günde 7 vakit namaz kılıyorlar, zikir yapıyorlar, oruç tutuyorlar, Allah'a ulaşmayı dilemişler, mürşidlerine tâbî olmuşlar, ruhlarını Allah'a ulaştırmışlar.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ bütün güzellikleri Kur’ân-ı Kerim’e sizin için koymuş. Onlara deyin ki, sahâbenin bile ancak 10 tanesi cennete gidecek, biz nereden cennete gideceğiz diyenlere deyin ki: “Hayır, sahâbenin 10 tanesi değil, bütün sahâbe cennet ehliydi.” Ama sahâbenin kim olduğunu evvelâ öğrenelim. Kimdir sahâbe? Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olanlar. Yani sahâbe gibi görünen, tâbî olanlar dizaynında sayılmıyor. Tâbî olanlardan 2 grup çıkıyor;
1. grup; gerçek anlamda tâbî olanlar, sahâbe.
2. grup; münafıklar; onlar da tâbî olmuşlar. Ama görüntüde bir tövbe, görüntüde bir tâbiiyet. Aslında tâbiiyet yok ortada. Çünkü tâbiiyet, ihsanla tâbiiyettir.
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, sahâbeye dikkatle bakın, A’râf Suresinin 157. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
7/A'RÂF-157: Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli ye’muruhum bil ma’rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu, ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları ümmî, nebî, resûle tâbî olurlar. Onlara ma’ruf ile (irfanla) emreder, onları münkerden nehyeder ve onlara tayyib olanları (temiz ve güzel olan şeyleri), helâl kılar. Habis olanları (kötü ve pis şeyleri), onlara haram kılar. Ve onların, ağırlıklarını (günahlarını sevaba çevirip, günahlarının ağırlığını) kaldırır. Ve üzerlerindeki zincirleri, (ruhu vücuda bağlayan bağ ve fetih kapısının üzerindeki 7 baklalı altın zincir) kaldırır. Artık onlar, O’na îmân ettiler ve O’na saygı gösterdiler ve O’na yardım ettiler ve O’nunla beraber indirilen Nur’a (Kur’ân-ı Kerim’e) tâbî oldular. İşte onlar, onlar felâha (kurtuluşa, cennet mutluluğuna ve dünya mutluluğuna) erenlerdir.
“Kim o ümmî, Nebî Resûl’e tâbî olduysa, tâbî olanların hepsi felâha erdiler.”
Sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olanlardır. Hepsi felâha erdiler; bütün sahâbe. Hem de felâhın en üst makamına erdiler. İrşad makamına tayin oldular. Adn cennetlerine gitmeyi garantilediler. Fevz-ül azîmin, ecrul azîmin, hazz’ul azîmin sahibi oldular. Öyleyse Kur’ân-ı Kerim asıldır sevgili kardeşlerim. Ve Kur’ân-ı Kerim hepinizi Allah'a davet ediyor. Kur’ân-ı Kerim hepinizi Allah'a ruhunuzu teslime, Allah'a fizik vücudunuzu teslime, Allah'a nefsinizi teslime, Allah'a teslime davet ediyor. Bu, Allah'ın çağrısıdır: “Bana ulaşmayı dileyin, gerisini Bana bırakın.” diyor.
Sevgili kardeşlerim, şimdi biz size sormaz mıyız? Hele ilk defa bizi dinliyorsanız, sen Allah'a ulaşmayı diliyor musun? Eğer diledim diyorsan ikinci suale geçiyorum; namaz kılmak sana haz vermeye başladı mı? Oruç tutmak? Açlık hissetmiyor musun? Zikir yapmak bir zevk mi? Yoksa bunların hepsi senin için sadece birer angarya mı? Bu Allah'a dönük hayatının dışındaki hayat mı seni cezbediyor? Bunlardan hiç zevk almıyor musun? Öyleyse üzülerek sana bir şeyi bildirmek mecburiyetindeyim; hayır, sen Allah'a ulaşmayı dilememişsin. Eğer bunlar olsaydı; o zaman sen Allah'a ulaşmayı dilemiş ve Allah'ın cennetine ehil olmuş olacaktın.
Dikkat edin sevgili kardeşlerim, Allah’ın sözü var: Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah mutlaka onları Kendisine ulaştıracak. Ama bu kişi zikir yapmazsa, ruhunu Allah'a ulaştıramaz. Böyle bir şey mümkün değil. Yani? Yani kişinin zikir yapması lâzım. Allahû Tealâ nasıl garanti ediyor? Şöyle garanti ediyor: O kişiye Allahû Tealâ bu zevki verecek. Allah onları zikre hazırlayacak. Allah onları namaza hazırlayacak. Allah onları bütün hedeflere götürecek. Öyleyse Allah'a ulaşmayı dileyen kişinin göstergeleri var. O kişi namazdan zevk almaya başlar. O kişi oruç tutmaktan zevk almaya başlar. O kişi zikir yapmaktan zevk almaya başlar. O Allah'ın yolundaki, Allah'ın emirlerini yerine getirmekten sadece haz duyar, zevk duyar. Ve Allah'tan sayısız mükâfatlar alır.
Öyleyse Allah'a ulaşmayı dileyin ki ruhunuzu Allah'a ulaştırasınız. Ulaştırınca ne olur? 21. basamakta ulaştırırsınız ve hemen arkasından Allah'a ulaşan ruhunuz Allah'ın Zat’ında, Vech’inde yok olur. İnsanlar iki sebeple Allah'ın Vech’ine taliptirler.
1- Allah'ın Zat’ına ulaşmak. Ama Allah'ın Zat’ına ulaşanlar ama Allah'ın Zat’ına ulaşanlar, ulaştıkları seviyede Allah'ı göremezler.
2- Allah'ın Zat’ını görmek.
3/ÂLİ İMRÂN-14: Zuyyine lin nâsi hubbuş şehevâti minen nisâi vel benîne vel kanâtîril mukantarati minez zehebi vel fıddati vel haylil musevvemeti vel en’âmi vel hars(harsi), zâlike metâul hayâtid dunyâ, vallâhu indehu HUSNUL MEÂB(meâbi).
İnsanlara, "kadınlara, oğullara, kantar kantar biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, hayvanlara ve ekinlere olan sevgiden oluşan" şehvetleri (aşırı düşkünlükleri) güzel gösterildi. Bunlar, dünya hayatının menfaatleridir. Ve Allah, O'nun katındaki en güzel sığınaktır.
“vallâhu indehu HUSNUL MEÂB(meâbi): Yemin olsun ki, and olsun ki Allah, Allah'ın katındaki en güzel, ahsen sığınaktır.” diyor.
Hüsnül meâb; meâbın güzel olanıdır, sığınağın en güzel olanıdır.
Yûnus Suresinin 25 ve 26. âyetlerinde de Allahû Tealâ diyor ki:
10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.
vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi): Allah selâm yurduna davet eder.
yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin): Ve ona ulaştırmak istediklerini Sıratı Mustakîm’e ulaştırır (selâm yurduna ulaştırmak istediklerini, Sıratı Mustakîm’e ulaştırır).
Bu, Yûnus Suresinin 25. âyet-i kerimesi. Selâm yurdu, teslim yurdu aynı kökten geliyor; teslim kelimesi ile selâm kelimesi. Allahû Tealâ: “Selâm yurduna, Kendi Zat’ına davet eder.” diyor. Ve kimi oraya; selâm yurduna veya teslim yurduna (hangisini kullanırsanız kullanın) ulaştıracaksa Allahû Tealâ, onu Sıratı Mustakîm’e ulaştırır. Sıratı Mustakîm ise Allah'a ulaştıran yoldur. İşte Nisâ-175:
4/NİSÂ-175: Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah'a) sarılanları ise, (Allah) Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran "Sıratı Mustakîm"e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).
“Kim Allah'a ulaşmayı ve Allah'a sarılmayı yani Allah'ın Zat’ında yok olmayı dilerse, Allah onları rahmetinin ve fazlının içine koyar ve onları Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm’e vasıl eder.”
Sıratı Mustakîm neymiş? Allah'a ulaştıran yol. İşte demin söylediğimiz selâm yurduna ulaştırdıkları için de Allahû Tealâ bir sonraki âyet-i kerimede diyor ki:
10/YÛNUS-26: Lillezîne ahsenûl husnâ ve zîyâdetun, ve lâ yerheku vucûhehum katerun ve lâ zilletun, ulâike ashâbul cenneti, hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Onlar için Ahsenül hüsna (Allah'ın Zat'ına ulaşmak) ve ziyadesi (daha fazlası, Allah'ın cemalini görmek) vardır. Onların yüzlerini bir keder kaplamaz ve bir zillet (küçük düşme, hakirlik) yoktur. İşte onlar, cennet halkıdır. Onlar, orada devamlı kalanlardır.
“Onlar için ahsen-ül hüsnâ vardır ve ziyadesi vardır.”
“ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin): Dilediği kişiyi Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.”
Neyi dilediği kişiyi? O Kendisine, selâm yurduna ulaştırmayı dilediği kişiyi Sıratı Mustakîm’e ulaştırır. Sıratı Müstakîm neydi? Allah'a ulaştıran yol. Allahû Tealâ: “Ve onlara (onlar için) ahsen-ül hüsnâ vardır ve ziyadesi vardır.” diyor.
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, ahsen-ül hüsnâ ve onun daha ötesi, ziyadesi. Öyleyse Allah'ın Zat’ına ulaşmak; ahsen-ül hüsnâ. Ahsen-ül hüsnâya ulaşmak. Ziyadesi; ahsen-ül hüsnâyı görmek. Güzeller güzeli olan Allah'ın Zat’ını görmek. Allahû Tealâ: “lillezîne ahsenûl husnâ ve zîyâdeh(zîyâdetun).” diyor. Selâm yurdunun ahsen-ül hüsnâ olduğu; Allah'ın Zat’ı olduğu kesinlik kazanıyor.
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah ile olan ilişkilerinizde dikkat edin, bütün güzellikler sizin olmalı. Allah için olmalısınız. Her şey sizin için. Allahû Tealâ hepinizi selâm yurduna, teslim yurduna, Kendi Zat’ına davet ediyor. Siz davete nasıl icabet edeceksiniz? Sadece bir dilekle icabet edeceksiniz. Bu kadarı yeterli Allah için. Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz. Geri kalanı mı? Geri kalanı Allah yapacak. O sizi Kendisine ulaştıracak. Söylediğimiz gibi sözü var. İşte burada da Allahû Tealâ selâm yurduna davet ettikleri için ahsen-ül hüsnâyı garanti ediyor yani Allah'ın Zat’ına ulaşmayı.
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, zaman hızla geçiyor. Yine vaktimiz doluyor. Hepinizin bu müstesna mutluluğa, saadete ulaşmanızı bütün gönlümüzle diliyoruz. Ama unutmayın ki Allahû Tealâ sizin serbest iradenize, sizin cüz’i iradenize, kişisel iradenize sizin zannettiğinizden çok daha fazla değer veriyor. Ve istediği şey sadece kendi iradenizle karar vermeniz ve Allah'a ulaşmayı dilemeniz. Siz dilemezseniz, Allahû Tealâ kabul etmiyor. Allahû Tealâ, Allah'a ulaşmayı dilemeyen hiç kimseyi cennetine kabul etmiyor. Öyleyse sevgili kardeşlerim, Allah'a ulaşmayı dileyin. Dilemeniz sizin için elzemdir. Ve lâfa bakmayın. Kim bunun dışında ne söylüyorsa, iyi bilin ki yalan söylüyor. Allah'a ulaşmayı dilemek konunun temelini teşkil eder. Ve hepiniz mutlaka Allah'a ulaşmayı dilemelisiniz. Allah hepinizden razı olsun.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, sevgili öğrenciler, Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada noktalıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R