}
Mutluluk Sohbeti 12.04.2004
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 107782

SOHBETİN ADI: MUTLULUK SOHBETİ
TARİHİ: 12.04.2004


Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir mutluluk sohbetinde, inşaallah birlikteyiz. Konumuz mu? Mutluluk.

Öyleyse mutluluk; iki ayrı cepheden mütâlea edilmesi lâzımgelen bir kavramdır. Birisi dünya mutluluğu. Bu dünyada elde edilir. Güç elde edilir ama bu dünyada yaşanır. İkincisi cennet mutluluğu. Çok kolay elde edilir ama kıyâmetten sonra yaşanır.

Öyleyse şu cennet mutluluğuna bakalım. Sadece bir sıralama yapacağız:

* Allah’a ulaşmayı dilediniz, 3. basamaktasınız; 1. kat cenneti kazandınız.
* 14. basamakta mürşidinize ulaştınız, tâbî oldunuz; 2. kat cenneti kazandınız.
* 21. basamakta ruhunuz Allah’a ulaştı; 3. kat cenneti kazandınız.

Allah’ın garantisi burada tamamlandı. Siz Allah’a ulaşmayı dilediniz, Allah da sözünü yerine getirdi; sizi Kendisine ulaştırdı ve olay burada tamamlandı.

Sonra:

* Fizik vücudunuzu Allah’a teslim ettiniz, 25. basamakta; 4. kat cennetin sahibisiniz.
* Nefsinizi Allah’a teslim ettiniz, 27. basamakta; 5. kat cennetin sahibisiniz.
* 28. basamağın 4. kademesinde irşada ulaşıyorsunuz; 6. kat cennetin sahibisiniz.
* 5. kademesinde ise iradenizi Allah’a teslim ediyorsunuz; 7. kat cennetin, Adn cennetin sahibisiniz, irşad makamının da sahibisiniz.

İşte cennet saadeti, Allah’a ulaşmayı diler dilemez sizin, sevgili kardeşlerim! Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, cennet saadetinin mutlaka sahibi olur. Ve söylediğimiz gibi 7 safhada, 7 kat cennetin her birisi, sizin olacaktır.

Peki, dünya saadeti ne mene bir şeydir? Cennette neden insanlar mutludur? Çünkü orada sulh ve sükûn vardır. Kavga bitmiştir. Cennette olan herkes birbirinin can dostudur, gönül dostudur. Tam bir anlaşma içerisinde, herkesin birbirine, sevgiyle ve hürmetle davrandığı bir dizaynda, bir bütün hizmetler grubu, hurilerin ve gılmanların hizmet ettiği, uzun sofralar söz konusu. Sofralar; masa hüviyetinde. Misafirler ve dünyadaki yiyeceklerden çok daha güzel, muhteşem yiyecekler… Hepsi orada, Allah’ın cennetinde. Sizler için!

Sevgili kardeşlerim! Allah’a ulaşmayı dilediğiniz andan itibaren, 1. kat cennetin sahibisiniz. Tek bir dilek ve sonuç. Ama dünya saadeti o kadar kolay elde edilen bir şey değil. Dünya saadetinin standartlarına, hadi gelin beraberce girelim.

Dünya saadeti nasıl bir saadettir? Neden insanlar mutsuz? Hiç sordunuz mu kendi kendinize sevgili kardeşlerim, neden siz mutsuzsunuz? Arkasında sakın başkalarını aramayın. Siz mutsuzsunuz çünkü siz kendinize zulmediyorsunuz. Her zulmeden kişi, mutsuzluk denizinde yüzmeye çalışan bir zavallıdır.

Öyleyse sevgili kardeşlerim! Mutluluk varken, neden kendinizi mutsuzluğa mahkûm ediyorsunuz? Neden?

Dünya saadeti bir sulh ve sükûn halidir. Yani kavganın bittiği bir yer.

* İç dünyanızdaki kavganın bittiği,
* Dış dünyanızdaki kavganın bittiği,
* Allah ile olan ilişkilerinizdeki kavganın bittiği bir dünya hayatının size nasıl mutluluk verdiğine beraberce gireceğiz bu akşam.

Mutluluk nedir? Mutluluk, bir sulh ve sükûn halidir. Kavganın bitmiş olması halidir.  
       
Mutluluğun;

1. faktörü: Mutluluk bir sulh ve sükûn halidir.
2. faktörü: Kesintisiz bir sulh ve sükûn halidir.

Yani üzücü olaylar, mutlu olan bir kişinin üzerinde kolay kolay tesir icra edemezler. Ölümler, dünyaya ait sıkıntılar, Allah’ın dostlarını tedirgin edemez. Çünkü Allahû Tealâ onları manevî açıdan mutlaka kuvvetlendirmiştir ve de olaylar, onların üzerinde negatif tesir sahası oluşturamaz.

Sevgili kardeşlerim! Demek ki mutluluğun 1. faktörü, bir sulh ve sükûn hali olması. 2. faktörü, devamlılık.

İnsanlara dersiniz ki:

 “Sizi Allah’a davet ediyoruz. Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz.”

O da diyecek ki: “Eee, sonra?”

“Sonra mutlu olacaksınız.”

Cevap: “Ben zaten mutluyum.”

Ona sorun: “Acaba, bu dünyada sevdiğiniz birçok insan vardır, o sevdiklerinizden biri ölürse ne hissedersiniz?”

“Üzülürüm.” diyecek. İşte, Allah’ın mutluluğa ulaştırdığı insan üzülmez. Allahû Tealâ onun üzüntüsünü derhal alır. Bir defa o kişiyi gösterir. Onunla her zaman beraber olur. Onun ölmediğini net olarak bilir. O, üzülmez.

Öyleyse “Ben zaten mutluyum.” diyen insanlara, “Falanca olay sizi üzer mi?” deyin. Üzdüğünü görecektir, itiraf edecektir. Feşmekân olay gene üzecektir.

Öyleyse mutluluk kesintisiz bir sulh ve sükûndur. Kesintisiz bir mutluluktur. 1. özelliği; sulh ve sükûn hali oluşu, kavganın bittiği bir yerde bulunması insanın, kavgaları bitirdiği bir yerde bulunması. İkincisi de kesintisizlik, devamlılık. Ya üçüncüsü? Üçüncüsü; üç dünyanızda birden yaşanması mutluluğun:

* İç dünyanızda mutluluk. Yani nefsinizin afetlerinin bütünü ile yok olması hali. Kavganın böyle bir bitişi.
* Dış dünyanızdaki mutluluk; başka insanlarla kavganızın bitmesi. Burada bir şeye dikkat edin! Onların kavgası devam edebilir. Onlar sizi belki hiçbir zaman sevmeyeceklerdir. Olabilir. Ama siz onları seveceksiniz.

Sevgili kardeşlerim! Nefsinin afetleri tamamen yok olmuş olan bir insan, etrafındaki insanlara en güzel davranışları sergiler. Bu sebeple, etrafındaki insanlarla olan ilişkilerinde, strese yer hiçbir zaman açılmayacaktır, kapı açılmayacaktır. O kişi, çevresindeki insanları asla bir negatif etkenle etkilemeyecektir, onları üzmeyecektir. Onlara ibret almak için hatalarını, ibret almaları için hatalarını söyleyebilir. Belki bu davranış biçimi onları bir an için üzebilir. Ama konuyu etraflıca düşündükleri zaman, hangi maksatla söylendiğini yerli yerine oturttuklarında, üzülmeleri değil kendilerine yapılan ihtarlar dolayısıyla sevinmeleri gerektiğini anlayacaklardır.

Sevgili kardeşlerim! Dış dünyanızda da sulh ve sükûnun oluşması, konunun ikinci cephesidir. Nefsinin afetlerini tamamen yok etmiş olan bir insanın, dış dünyasında da kavga otomatik olarak biter.

Üçüncü cephe; Allah ile olan ilişkiler. Bir emirler cephesi var, bir de yasaklar cephesi var. Hem emirler cephesinde hem de nehiyler cephesinde, yasaklar cephesinde, bütün emirlerin yerine getirilmesi, yasak edilen hiçbir fiilin işlenmemesi sebebiyle sulh ve sükûn.

Gördünüz mü? İç dünyanızda da mutlusunuz, dış dünyanızda da mutlusunuz, Allah ile olan ilişkilerinizde de mutlusunuz. Mutlusunuz demekle olmaz. “Neden mutlusunuz?” sualinin cevabını vereceksiniz. Neden mutlusunuz? Hadi kim söyleyecek bana? Neden bir insan iç dünyasında mutlu olur? Bunun cevabını vermek için mutsuzluktan başlamamız lâzım. Neden mutsuzuz? İnsanlar neden mutsuz? Meselâ siz? Neden mutsuzsunuz? İç dünyanızda ne var?

İç dünyanızda devamlı birbiri ile çarpışmakta olan iki tane kuvvet var. Birisi ruhunuzun hasletleri. İkincisi, nefsinizin afetleri.

Nefsinizin afetleri, Allah’ın bütün emirlerine, mutlaka itaatsizlik etmek isteyen, mutlaka onları gerçekleştirmek, yapmak istemeyen bir özellik taşır. Gene nefsinizin afetleri, Allah’ın yasak ettiği fiilleri ise mutlaka işlemek ister.

Öyleyse Allah’ın yasak ettiği fiilleri işlemek isteyen, emirlerini ise asla gerçekleştirmek istemeyen bir nefs afetleri dizisinin sahibisiniz. Nefsinizin kalbi %100 afetlerle doludur. Ruhunuzsa %100 hasletlerle doludur.

Ruhunuzun hasletlerine gelince. Allah’ın bütün emirlerini mutlaka yapmak ister, ruhunuzun hasletleri. Yasak ettiği fiilleri de hiçbir zaman işlemek istemez. Ruhunuzun programlanması bu istikamette. %100 hasletlerle doludur. Hasletler, Allah’ın bütün emirleri konusunda hazırdır. Mutlaka onları yerine getirmek ister. Yasaklarını ise asla işlemek istemez.

Vücudunuzu kumanda altında idare eden sisteme “akıl” diyoruz. Akıl herkese eşit standartlarda tevdî edilir. Ama insanın beyin yapısı, bu sistemin, aklın emirlerini hangi ölçüde uygulamak kapasitesinde ise o kadar uygulayabilir. Yani? İnsanlardaki hafızanın, zekânın, aklın, muhakeme kabiliyetinin, düşünme kabiliyetinin birbirinden farklı olması, size verilen aklın farklılığından vücuda gelmez. Aklın kullandığı uzuv, sizin beyninizdir. Aklınız, Allah’ın size de eşit seviyede verdiği akıl, sadece beyninizi kullanarak size kumanda edebilir. Öyleyse muhakeme kabiliyetiniz, beyninizin bir dosyasıdır. Hafıza kabiliyetiniz, beyninizin başka bir dosyasıdır. Zekânız bir başka dosya, mantığınız bir başka dosya. Her an olaylar görülür ve hafızaya alınır. Her an yüzlerce fotoğraf çekiliyor sizde, dosyalanıyor.

Beyniniz, bu özelliklerin sahibi olarak yaratılmıştır. Ama herkes bir anne babadan doğmuştur. Herkeste farklı bir beyin yapısı söz konusudur. Bu sebeple insanlar arasında hafızanın, zekânın, muhakeme kabiliyetinin, mantık kabiliyetinin, davranış biçimlerini düzenleyen sisteminin dağılımı birbirinden farklıdır. Bunun için farklı davranış biçimleri sergiler insanlar.

Zalim insan vardır. Allah’ın yolunda her şeyini feda eden, kimseye zulmetmeyen insan vardır. Zeki insan vardır, aptal insan vardır. Hafızası güçlü olan insan vardır, zayıf olan insan vardır.
Aslında bunlar hep aklınızın kumanda ettiği sistem içerisindeki, sizin beyninize ait olan varlıklar.

Dikkat edin ki! Vücuduna göre beyin miktarı, beyni en büyük olan insandır. Hani “İnsanlar maymundan gelmiş.” derler ya sevgili kardeşlerim. Böyle bir palavranın hiçbir geçerliliği olmadığını, sadece beyinden bile anlamak mümkün. Bir insanın vücudu ile beyni arasındaki oran yani insan beyninin vücuduna oranı, bir maymunun beyni ile vücuduna oranı arasındaki dengeye bakarsak eğer, tam 5 kattır. Yani bir insanın beyni, vücuduna nazaran bir maymunun beyninden 5 kat daha büyük, daha ağırdır.

Öyleyse neden bahsediyoruz sevgili kardeşlerim? Aklî dizayn, beyninizin bir muhtevasıdır. Ve akıl, beyninize kumanda etmek suretiyle vücudunuzu kullanır. Bu vücut size, şu zahirî âlem adı verilen, içerisinde bulunduğumuz âlemde görmeyi, işitmeyi, hissetmeyi yani yaşamayı sağlamak için verilmiştir. Bir vasıtadır sadece. Onunla görünürsünüz. Ama sizi idare eden kuvvet akıldır. Fizik vücudunuz siz değilsiniz. Fizik vücudunuz size verilmiş bir örtüdür. Bir vasıtadır. Bu dünyayı, zahirî âlemi görerek, işiterek, dokunarak, 5 duyumuzla öğrenmemiz içindir. Yetmez! Daha sonra aynı vasıfları kullanarak gayba da hissetme, görme, duygulanma açısından ulaşacaksınız. Allahû Tealâ’nın kalp gözünüzü açmasıyla, gaybı görebileceksiniz. Öyle bir güne ulaşırsanız, iradenizi de Allah’a teslim ettiğiniz bir güne; o zaman Allah’ın Zat’ını da görmeniz mümkün olacaktır.
 
Sevgili kardeşlerim! Herşey öylesine güzel dizayn edilmiş ki! Allah’a karşı sadece hayranlık duyabilirsiniz.

Öyleyse başlangıçta devamlı kavga halindesiniz. Mutsuzluğunuzun arkasında temel faktör budur: Kavga. Nefsiniz, Allah’ın yasak ettiği fiilleri işler işlemek ister ve bunu başlangıçta mutlaka başarır. Allah’ın emrettiklerini de yapmak istemez. Vücudunuzun ne yapması lâzımgeldiğini emreden akıldır. Eğer akıl Allah’ın emirlerinin uygulanmadığı, yerine getirilmediği, yasak ettiği fiillerin ise serbestçe işlendiği bir ortamda gelişmişse, şuur kazanmışsa, o zaman Allah’ın emirlerine karşı gelmek, o akıl için de gayet tabiî bir olgudur. Herkesin yaptığı o dizaynı o da gerçekleştirecektir. Allah’ın yasaklarını işlemek konusunda nefsten gelen taleplere, evet diyecektir. Ruhun çırpınmaları boşa gidecektir. Ama nefs ile ruh arasında, daima bir zıddiyet oluşacaktır. Nefsin istediğini ruh istemeyecektir.

Emirler cephesinde nefs ne istiyordu? Allah’ın emrini yerine getirmemek. Ruh ne istiyordu? Allah’ın emrini mutlaka yerine getirmek. Öyleyse birbirine zıt iki kardeş, içinizde yaşıyor: Nefsiniz ve ruhunuz. Allah’ın yasakları; nefsiniz yasağı işlemek istiyor, ruhunuz da istemiyor. Yine zıtlık.

Öyleyse aklınız hangi emri verirse versin, bu iki varlıktan birine mutlaka ters düşecektir. Ya Allah’ın yasak ettiği fiili yapmanızı isteyecektir, yapmanıza meydan verecektir, yapmanızı sağlayacaktır; ruha ters düşecektir. Ya da Allah’ın emrettiği bir şeyi yapmanızı isteyecektir; bu sefer de nefse ters düşecektir. Burada isteyecektir dediğimiz şey, aklınız bunu istediği zaman, beyninize kumanda etmek suretiyle mutlaka gerçekleştirir. “Gerçekleştirecektir.” anlamına almalısınız buradaki sözümüzü. Allah’ın bir emrine itaati emretmişse akıl, fizik vücut aklın emrini otomatik olarak gerçekleştirecektir. Emirlere itaat etmek diye bir şey, fizik vücut için mümkün değildir. Beyinden çıkan sinyaller, sinirler vasıtası ile vücudun her tarafına ulaşırlar. Ve de beyinden gelen sinyal neyi emretmişse vücut, itaatsiz olmamak üzere, hiçbir şekilde itaatsizlik etmeden, aklın verdiği, beyin vasıtasıyla gönderdiği sinyali gerçekleştirir. Öyleyse bu uzuvlarda itaatsizlik söz konusu olabilir mi? Evet. Bir felç halinde, uzuv emirlere itaat edebilecek olan vasıflarını kaybeder.

Öyleyse yapınıza dikkatle bakın sevgili kardeşlerim. 70 trilyon hücreden oluşuyorsunuz, yaklaşık olarak 70 trilyon hücre. Herbir hücrenizde 23 çift kromozom var. Yani 46 tane kromozom. 23 tanesi, diğer 23 tanesi ile karşıt kromozomlardır, karşıt sarmallardır. Bu Deoksi ribonükleik asit sarmalları, vücudunuzun esasını teşkil ederler.

Herkesin genetik yapısı kendi sinyal lifine sahiptir. 23 çift kromozomun her birisi, 20 binden fazla parçacık oluşturur, yapı taşı oluşturur. Proteinler, enzimler, vs. Aynaya baktığınız zaman kendinizi bir tane kişi olarak görürsünüz. Oysaki bu rakamları birbiri ile çarparsanız, 46x70 trilyon x 20.000; katrilyon rakamı ile karşılaşacaksınız. İşte siz o kadar ayrı parçada temsil olunuyorsunuz, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım.

Öyleyse Allah’ın emrine itaat etmemek konusunda, akıl size emrini verdi. Namazın vakti girdi, kılmadınız. Veya zikir yapmanız gerekiyordu, yapmadınız. Birine iyi bir davranışta bulunmak varken kötü bir davranışta bulundunuz. Her birisi, sizin mutsuzluğunuzun bir sebebidir. Neden ve nasıl? Çünkü ne zaman Allah’ın bir emrine karşı çıkarsa aklınız veya yasak ettiği bir fiili işlemek emrini verirse fizik vücuda, aklın beyin vasıtası ile vücuda verdiği emirler, hiçbir itiraza karşılaşmaksızın mutlaka yerine getirilir. Yani uzuvlarda itiraz hakkı mevcut değildir. Beyinden gelen sinyal, aynen yerine getirilir.

Ne olmuştur kişi? Allah’ın emirlerine aykırı bir şey yapmıştır veya yasak ettiği bir fiili işlemiştir. Allah’ın emrine itaat etmemiştir. Yasak ettiği fiili de işlemiştir. İşlerse ne olur? Allah o kişinin fizik vücuduna azap eder. Yeter mi? Yetmez. Ruh da o kişinin nefsine huzursuzluk verir, sıkıntı verir. İster bir emir çiğnensin ister yasak edilen bir fiil işlensin, netice daima budur. Azap müessesesi gelecektir. Azap; huzursuzluktur, sıkıntıdır, üzüntüdür. Bir başka ifade ile mutsuzluğun bir parçasıdır.
 
Ama kişi hep nefsine tâbî olacağı için, hep nefsinin emirlerini yerine getireceği için, Allah “İçki içme.” diyor, kişi içki içeceği için Allah “Kumar oynama.” diyor, kişi kumar oynayacağı için Allah’ın yasak ettiği fiilleri, “İşleme.” dediği fiilleri işleyeceği için, her seferinde bu kişiye Allah azap edecektir. Ruh da nefse ayrıca huzursuzluk verecektir. Kişi huzursuz ve mutsuz olacaktır, her olayın arkasından. Bu, nefs ile ruh arasındaki kavga da kişiyi ayrıca huzursuz edecektir.

Evvelâ kavga. Karar verirken bir kavga olur. Nefs ile ruh, içerinizde daima çatışırlar. Duyarsınız; sessiz sesleri içinizde duyarsınız. Seslerden birisi, Allah’ın emirlerini yerine getirmeyi ister, diğeri de ona itiraz eder. Bu, sizin iç dünyanızdaki muhakemeyi oluşturur. Karşılıklı bir ikna etme müessesesi, sizinle ruhunuz ve nefsiniz arasında devam eder gider.

Allah’ın talebi ile şeytanın talebi, ruhunuzun talebi ile nefsinizin talebi, daima birbirine zıt olacaktır. Bunlardan sadece bir tanesini işlemeniz için aklınız size emir verir. İşte bu emir negatifse Allah’ın yasak ettiği bir emri işleme konusundaysa veya emrettiği bir şeyi yapmamanız konusundaysa, arkası mutlaka azaptır. Bir defa, daha başlangıçta ruhunuzla nefsiniz bir kavga geçireceklerdir. Ruh da ısrar edecektir, Allah’ın emrinin yerine getirilmesi konusunda; nefs de ısrar edecektir, yerine getirilmemesi konusunda.

Tagut; insan ve cin şeytanlar, nefsin afetlerinin yanında yer alırlar. Allah ve Allah’ın dostları da ruhun hasletlerinin yanında yer alırlar. Ama iç dünyanızda daima kavga vardır. Kavga varsa kaos vardır. Kaos varsa anlaşmazlık vardır. Anlaşmazlık varsa orada mutluluk yoktur. Orada huzursuzluk vardır, sıkıntı vardır, mutsuzluk vardır. Hüzün vardır. Üzülme söz konusudur.

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Öyleyse iç dünyanızda kavga sebebiyle mutsuzsunuz. Nefsinizin istediği başka, ruhunuzun istediği başka ve içinizdeki bu iki faktör, sözlerle birbiriyle devamlı kavga halindedirler. Bu içinizdeki iki sesi, net olarak işitirsiniz. Ve bu kavga sebebi ile evvelâ huzursuz olursunuz, sıkılırsınız. İçinizde kavga vardır, kaos vardır; bu ciddi bir sıkıntı sebebi oluşturur. Yeter mi? Hayır! Yetmez.

Fiili işlediğiniz zaman, Allah’ın yasak ettiği bir fiili veya emrettiği bir fiili gerçekleştirmediğiniz zaman, gene bir hüzün kaplar içinizi, gene sıkılırsınız. Bu sefer Allahû Tealâ size azap verir. Ruhunuz da nefsinize sıkıntı verir.

Öyleyse mutsuzsunuz. Mutsuz olmanızın arkasında sadece; Allah’ın emirlerini dinlememeniz gelir. Allah’ın yasaklarına riayet etmemeniz gelir. Bu, bu âlemdeki mutsuzluğunuz.

İç dünyanızdaki anlaşmazlıklar dışa, davranış biçimi olarak yansır ve davranışların bir evvelinde, tartışma sırasında nefsiniz ve ruhunuz kavgadadır, huzursuz olursunuz. Bir de olaylar tamamlandıktan sonra size azap edileceği için ve ruhunuzun nefsinize sıkıntı vermesi sebebiyle huzursuz olursunuz. Siz mutlu bir insan olamazsınız. Bu, iç dünyanızdaki mutsuzluktur. Bunların gerçekleşmesi halinde de huzursuzluğunuz devam eder.

Peki, bir insan dış dünyasında neden mutsuzdur? İç dünyasındaki mutsuzluk, Allah’ın emirlerine itaat etmemekten, yasaklarını işlemekten önceki safhada, iç dünyasındaki kavga sebebi iledir. Ve dış dünyasında olayın şu veya bu şekilde şekle bağlanması, kişiyi dış dünyasında da huzursuz edecektir. Başka insanlara bir kötülük yaptığı zaman, ondan bir kötülük dokunduğu zaman, dış dünyasında da kişi mutsuz olacaktır. Başkalarına kötülük ettiği zaman mutsuz olacaktır.

Yeter mi? Hayır! Yetmez. Başkalarına kötülük ettiği zaman mutsuz olması neticeyi sağlamıyor. Bu yaptığı kötülük, başka insanların ondan intikam alması için fırsat kollamasına sebebiyet verecektir. Böyle bir fırsat onların eline geçerse, o kişiler mutlaka intikam alacaklardır.

Kişi başka birine bir kötülük ettiği zaman, Allahû Tealâ mutlaka ona azap edeceği için, ruhu da nefsine sıkıntı vereceği için, kişi bir defa bu noktada, başkasına o kötülüğü yaptığı noktada mutlaka üzülecektir. Sonra kötülük yaptığı kişi, bu kişiden intikam almak sevdasına düşecektir. Ve de intikam almak için fırsat kollayacaktır. Fırsatı yakaladığında intikamını alacaktır. Bu kişi ise o suçu işlediği zaman Allahû Tealâ’dan aldığı cezayla zaten üzülmüştür. Başkasını üzecek bir davranışın arkasından Allah ona azap etmiştir, üzülmüştür. Ruh da nefse huzursuzluk vermiştir, kişi gene üzülmüştür. Daha olay vücuda geldiği zaman!

Karşısındaki kişi ondan intikam aldığı zaman bu kişi bir defa daha üzülür. Kendisinin ona kötü davrandığı için, kendisine kötü davranılarak ondan intikam alınması, kendi hatasını, hep iblis ona göstermeyecektir ve karşı tarafın kendisine kötü davrandığı intibaı ile o kişi üzülecektir, huzursuz olacaktır.

Öyleyse daha kötü davrandığı anda Allahû Tealâ’nın kendisine azap etmesi, arkasından ruhunun nefsine huzursuzluk vermesi, arkasından da karşısındaki kişinin ondan intikam alması; ardarda gelen üzüntü konularıdır, huzursuzluk konularıdır. Kısaca mutsuzluk sebepleridir.

Yeter mi? Hayır! Yetmez! Bu kişinin nefsi var. İntikam alan kişi ona bir kötülük etmiştir, onun fikir yapısına göre. Kendisinin ona daha evvel yaptığı kötülüğü falan o hesaba katmaz. “O bana kötülük yaptı, ben de ona yapacağım.” der. Ve kötülük yapmak konusundaki kararını verene kadar iç dünyasında, yeniden bir tartışma olayı. Eğer intikamını alabilirse, yeniden bir üzüntü. Neden? Çünkü karşısındakine bir kötülük etmiştir; Allah ona azap edecektir. Ruhu da nefsine huzursuzluk verecektir.

Eğer intikamını alamazsa ne olur? Alamazsa nefsindeki intikam afeti sebebiyle intikamını alamamak dolayısıyla kişi gene huzursuz olacaktır. İç dünyasında da huzursuz, dış dünyasında da huzursuz.

Öyleyse neden insanlar mutsuz? Neden mutsuzsunuz sevgili kardeşlerim? Eğer bu söylediğim dizaynı yerli yerine oturtursanız, sebepler açıkça karşınızdadır. Neden mutsuz olduğunuza dikkatle bakın.

Şimdi gelelim Allah ile olan ilişkilerinizde emirler ve nehiyler. Allah’ın emrini yerine getirmiyorsunuz. Allahû Tealâ emir vermiş: “Namaz kıl.” diyor. “Oruç tut.” diyor. “Zekât ver.” diyor. “Kelime-i şahadet getir.” diyor. “Zikir yap.” diyor. Hiçbirini yerine getirmiyorsunuz. Getirmeyince, Allahû Tealâ size, sebebini hiç anlayamadığınız bir huzursuzluk veriyor. Bu Allahû Tealâ’nın size, Allah’ın emirlerini yerine getirmediğiniz için verdiği cezadır.

Evvelâ, o dış dünyanızdaki olayları, daha gerçekleşmeden evvel, iç dünyanızda mutlaka bir tartışma ortamı vücuda gelir. Allah güzellikleri emreder. Ruhunuz güzellikleri emreder. Nefsinizse şeytanın tesirindedir, çirkinlikleri emreder. Evvelâ bu tartışma sebebi ile de iç dünyanızda huzursuz olmuşsunuz zaten. Şimdi dışarıdaki işlevlerde, başka insanlarla olan ilişkilerinizde mutsuzsunuz. Ve Allah ile olan ilişkilerde gene mutsuzsunuz. Allah’ın emirlerini yerine getirmiyorsunuz. Allah azap ediyor size, ruhunuz nefsinize huzursuzluk veriyor. Allah’ın yasak ettiği fiilleri işliyorsunuz dış dünyanızda. Allahû Tealâ gene size huzursuzluk veriyor, sıkıntı veriyor. Allah’ın yasaklarını işlediğiniz için, Allah’ın emirlerini yerine getirmediğiniz için huzursuzsunuz, sıkıntı içerisindesiniz.

İşte sevgili kardeşlerim! İnsanlar sebebini bilmeden, bir hüznün kendilerini kapladığını hissederler. İşte bu hüzün, o kişilerin iç dünyasındaki, dış dünyasındaki ve Allah ile olan ilişkilerindeki negatif faktörler sebebi ile oluşur.

Anladınız mı sevgili kardeşlerim, neden mutsuzsunuz? Öyleyse mutlu olmak istemez misiniz? Eğer isterseniz, gereğini yapın: Allah’a ulaşmayı dileyin. Allah size 7 tane furkan versin. Bütün günahlarınızı örtsün. Allah’ın cennetini hak edin. Ondan sonra da irşad makamına ulaşın, tâbiiyetinizi gerçekleştirin. Ruhunuz vücudunuzdan ayrılsın, Allah’a doğru yola çıksın. Zikrinizi yapın. Nefsinizin kalbine kadar gelen rahmet, fazl ve salâvât nurlarından, önce rahmet nuru %2 kalbinize girsin. Sonra fazıllar nefsinizin kalbinin adım adım doldurulmasına geçsin.

İrşad makamına ulaşmanızdan itibaren nefs tezkiyesine başlayacaksınız. Zikir adı verilen bir müessese ile nefsinizin kalbindeki afetler, adım adım yok olmaya başlayacak. Ve yok olan her noktaya, hasletlerin bir benzeri olan fazıllar girecek. %1, %2 rahmetin ötesinde, fazıllar nefsinizin kalbinde toplanmaya başlayacak. Fazıllar; Allah’ın bütün emirlerine mutlaka itaat eden, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellik taşırlar. Ama akıl kumanda edeceği için her zaman duruma hâkim değildirler. Ve nefsinizin kalbindeki fazıllar adım adım birikecektir. Böylece afetler, îmân kelimesinin etrafında toplanan fazıllar kadar azalacaktır.

Nefsinizin kalbindeki her %7 fazl birikiminde, ruhunuz Allah’a doğru bir yolculuk yapacaktır.
21. basamakta, 7 defa %7 fazıllar, nefsinizin %51 aklanması oluşacaktır. %2 rahmet, %49 da fazl birikimiyle nefsinizin kalbindeki afetler %51 azalacaktır.

Buraya dikkat edin sevgili kardeşlerim! Şeytan, sadece afetlerinize kumanda edebilir. Bunun için de gayret göstermesi gereksizdir. Çünkü şeytanın talebi; Allah’ın emirlerine karşı gelmenizdir, yasak ettiği fiilleri işlemenizdir. Nefsiniz de buna göre programlanmıştır. Şeytan tarafından gelen bütün taleplere onlar, mutlaka değerlendirip gerçekleştirmek isterler. Aslında olay bu kadar basittir. Ve ruhunuzdaki hasletler buna şiddetle karşı çıkacaklardır. Önce savaş, nefsinizin afetleriyle ruhunuzun hasletleri arasındadır. Ama ruhunuz vücudunuzu, 14. basamakta terk eder ve Allah’a doğru yola çıkar 21. basamakta da Allah’a ulaşır. Onun yokluğun da ise savaş, nefsinizin afetleri ile fazıllar arasında cereyan eder, rahmet ve fazıllar arasında cereyan eder. Ruhunuzu Allah’a ulaştırdığınız zaman, denge kurulmuştur. Nefsinizin kalbinde %51 rahmet birikimi gerçekleşmiştir, %49 afet kalmıştır. %100’den %49’e düşmüştür afetleriniz.

Böyle bir dizaynda ne olur? Nefsinizin kalbinde bir denge unsuru kurulur. Şöyle bir denge: Davranış biçimlerinizin yaklaşık olarak yarısı doğrudur, yarısı yanlıştır. Yarısını nefsinizin afetlerinin tesiri altında, yarısını ruhunuzun hasletlerine paralel olan fazılların dizaynı içerisinde gerçekleştirirsiniz. Öyleyse burada karanlık, alacakaranlığa dönüşmüştür. Nefsinizin kalbi yarı yarıya nur olmuştur. %51 nurla, ruhunuz Allah’a ulaşmıştır.

Bundan sonra zikriniz, zaten buraya kadar giderek artmıştır, 33 bin zikirde ruhunuz Allah’a ulaşır. Zikriniz giderek daha çok artacak, nefsinizin kalbindeki nurlar daha çok birikecektir. Nefsinizin kalbindeki bu birikim %81’i bulduğu zaman, fizik vücudunuz da Allah’a teslim olur. Mutluluğunuz, dünya mutluluğunuz %81’e ulaşmıştır. Nefisinizi Allah’a teslim ettiğiniz zaman, nefsinizin kalbi %98 fazl, %2 de rahmetle %100 dolmuştur. Afetlerin hepsi kapı dışarı edilmiştir. Bu noktadaki davranış biçimlerinize gelin beraberce bakalım.

Nefsinizin kalbi artık %100 hasletlerden oluşmuştur. Yani buradaki muhtevaya baktığınız zaman, Allah neyi emretmişse, nefsiniz de mutlaka onu yapmak ister ve gerçekleştirir. İç dünyanızdaki, ruhunuz ile nefsiniz arasındaki kavga yani ruhunuzun hasletleriyle nefsinizin afetleri arasındaki kavga, ruhunuz vücudunuzdan ayrıldığı zaman bitmiştir. Ama nefsinizin fazıllarıyla, fazl ve rahmet topluluğuyla nefsinizin afetleri, aynı noktada dengeye gelmiştir. Kavga nefsinizin içinde devam edecektir. Ve her geçen gün, azalan bir kavganın muhatabı olacaksınız.

Fizik vücudunuzu Allah’a teslim ettiğiniz zaman, nefsinizin kalbi %81 nurlarla dolacaktır. Daimî zikirde ise %100 hasletlerle dolacaktır. Burası Allah’ın bütün emirlerini yerine getirdiğiniz, yasak ettiği hiçbir fiili işlemediğiniz bir nokta.

İç dünyanıza bakıyoruz. Neden mutlusunuz? Allah’ın bütün emirlerini yerine getiriyorsunuz, yasak ettiği hiçbir fiili işlemiyorsunuz. Nefsinizin kalbinde tam bir sulh ve sükûn var. Kavga bitmiş. Yerini sulh ve sükûna terk etmiş. Ve siz, iç dünyanızda kavga bittiği için mutlusunuz. Sulh ve sükûn, bütün boyutları ile oluşmuş.

Peki, dış dünyanızda ne oluyor? Nefsinizin afetleri bittiği için artık kimseyle bir kavganız yok. Kimseye üstünlük taslamıyorsunuz. İnsanlar sizin davranışlarınızdan rahatsız olmak şöyle dursun, her davranışınız onlara artık mutlu edecek bir seviye kazanmış. Her olayın arkasından duyabildiğiniz şey sadece, o olayın size verebildiği mutluluktur.

Öyleyse burada bir muhteşem dizayn oluşacak sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım. Bu dizayn içerisinde mutlu olacaksınız. Bütün emirleri yerine getiriyorsunuz, yasak ettiği hiçbir şeyi işlemiyorsunuz. Nefsinizin bütün afetlerinin yok olduğu noktada olay budur. Dış dünyanızda hiç kimsenin kalbini kırmıyorsunuz, hiç kimseye kötü davranmıyorsunuz. Dolayısı ile onlarla sizin arasındaki ilişki, dış dünyanızda muhteşem bir ilişki. Ve onlar sizden mutlaka memnunlar, mutlular. Siz de onlardan memnunsunuz. Dış dünyanızda da kavga bitmiş, dış dünyanızda sulh ve sükûna ulaşmışsınız.

Allah ile olan ilişkilere gelince. Allah’ın yasak ettiği hiçbir fiili işlemediğiniz için daima huzur içinde yaşıyorsunuz. Allah’ın emrettiklerini de mutlaka gerçekleştirdiğiniz için her seferinde Allahû Tealâ ve ruhunuz, Allahû Tealâ size mutluluk veriyor.

Sevgili kardeşlerim! İç dünyanızda, kesintisiz bir mutluluğa ulaştınız. Dış dünyanızda, kesintisiz bir mutluluğa ulaştınız. Allah ile olan ilişkilerinizde de kesintisiz bir mutluluğa ulaştınız. Çünkü iç dünyanızda da dış dünyanızda da Allah ile olan ilişkilerinizde de kavga bitti. Allah’ın bütün emirlerini yerine getiriyorsunuz, yasak ettiği hiç bir fiili işlemiyorsunuz.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bu, dünya mutluluğudur. İşte dünya mutluluğu ayaklarınızın altında! Siz sadece Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz. Geri kalanını, dünya mutluluğunun yarısını sağladığınız noktaya kadar, Allah gerçekleştirecek. Ondan sonra Allahû Tealâ’ya tevekkül edeceksiniz. O’nu vekil tayin edeceksiniz kendinize. Fizik vücudunuzu, arkasından da nefsinizi Allah’a teslim edeceksiniz, ruhunuzdan sonra. Ve mutluluğunuz, dünya mutluluğunuz her geçen gün artarak, daimî zikre ulaştığınızda sonsuz olacak. Her an, iç dünyanızda da dış dünyanızda da Allah ile olan ilişkilerinizde de mutlu bir insan olacaksınız.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Konuyu inceleyin! Nerede takılırsanız, bize ya e-mail atın ya telefon edin; sorun. Ya da konferanslarımıza iştirak edip orada sorun. Neredeyseniz, biz orada konferans vermeye hazırız. Siz şartları hazırlayın, biz konferansı verelim. Neredeyseniz, biz oradayız. Bütün suallere mutlaka orada cevap veririz. Allah her şeye kadirdir.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ’nın hepinizi, hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali  M İ H R