TARİHİ: 15.04.2004
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, sevgili izleyenler, dinleyenler, işte bir defa daha bir yarenlik için birlikteyiz; sizlerle yarenlik etmek için. Bu yarenlik, havadan sudan yarenlik değil. Allah’tan bahsetmek suretiyle yarenlik. Kalp kalbe, gönül gönüle bir beraberlik yaşayacağız sevgili kardeşlerim.
Evvelâ hepinizi çok ama çok sevdiğimizi söylemek istiyoruz. Siz olmasaydınız eğer, sizler olmasaydınız, Allah’ın bize verdiği ilmin ne kıymeti kalırdı ki? O bizi ilim sahibi yapmış ve o ilim bizde kalmış. O ilim hiç kimseye ulaşamadıktan sonra, sizleri mutluluğa ulaştıramadıktan sonra neye yarar ki kardeşlerim? Onun için Allah’a çok hamd ediyorum şükrediyorum ki sizler varsınız; Allah’ın yolunda olan sizler.
Biliyor musunuz sevgili kardeşlerim, herkes kendini Allah’ın yolunda zanneder. Ama Allahû Tealâ’nın dizaynı sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler için geçerlidir, Allah’a yönelenler için geçerlidir. Dalâletten hidayete adım atanlar, takva sahibi değilken takva sahibi olanlar içindir. Kısaca âmenû olanlar içindir. Allah’a ulaşmayı dileyenler içindir. İşte sizler sevgili kardeşlerim, ya öylesiniz; Allah’a ulaşmayı dilediniz ve dilediğiniz anda mutlaka cennetin anahtarını elde ettiniz. Ya da henüz dilemediniz ama dikkatle bizi izliyorsunuz. Evet, söylediklerimiz herkesin söylediklerine benzemiyor, öyle değil mi? Neden benzemiyor? Çünkü iblis asırlarca süren bir gayretten sonra, Kur’ân’ın indirilişinden bu tarafa geçen 14 asır asır tamamlandıktan sonra, insanlara Kur’ân’ın onları kurtuluşa ulaştıracak olan bütün hakikatlerini unutturmayı başarmıştır. Zaten sevgili kardeşlerim, bırakın bütün hakikatleri, bir tek hakikat kaybolsaydı ki kaybolmuş, “Allah’a ulaşmayı dileyen felâha erer.” Sadece bu kaybolsaydı gene yeterdi. İnsanlar akıntıya kürek çekmekte devam ederlerdi. Ya da iskeleye bağlı olan bir kayığın küreklerini çekerlerdi hep.
Sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ sizleri o kadar çok seviyor ki sizleri mutlaka ama mutlaka cennetine almak istiyor. O’nun sadece bir yaratığı olan iblis, Allahû Tealâ tarafından halk edilmiş bir mahlûk netice itibariyle şeytan, o da insanların cehenneme gitmesini istiyor. Şimdi konunun can alacak noktasına geldik sevgili kardeşlerim. Ne yazık ki kıyâmet günü insanların çoğu cehenneme girecekler ve orada kalacaklardır. İnsanların çoğu, yetmez pek çoğu. İsrâ Suresinin 62. âyet-i kerimesi, cehenneme girecek olan insanların pek çok olduğundan bahsediyor.
17/İSRÂ-62: Kâle e raeyteke hâzâllezî kerremte aleyye, le in ahharteni ilâ yevmil kıyâmeti le ahtenikenne zurriyyetehû illâ kalîlâ(kalîlen).
(İblis) dedi ki: “Senin görüşüne göre, benim üzerime (benden daha) mükerrem (ikram edilmiş, şerefli) kıldığın kimse bu mu? Eğer beni kıyâmet gününe (kadar) tehir edersen (ertelersen), onun zürriyetinden (neslinden) pek azı hariç, mutlaka bana (kendime) tâbî kılacağım.”
İblis Allahû Tealâ’ya diyor ki: “Senin değerli kılıp da bize secde etmenizi emrettiğin mahlûkun bu mu? Üstelik de onu kerim kıldın (ikram edilmiş kıldın). Sen beni ateşten yarattın, dumansız ateşten (yani enerjiden) yarattın. Onu ise çamurdan yarattın. Ben ondan üstünüm. Eğer beni kıyâmet gününe kadar yaşatırsan, ben Âdem (A.S)’ın zürriyetini sağlarından, sollarından, önlerinden arkalarından onlara tesir edip Senin yoluna ulaştırmayacağım. Onların Sıratı Mustakîmlerinin üzerinde olacağım ve onların pek azı hariç hepsini kendime bağlayacağım.”
İşte böyle söylüyor iblis. Allahû Tealâ da diyor ki: “Sen müsaade verilmişlerdensin. Ama kim sana tâbi olursa, seninle, senin gibi şeytanlarla, sana uyan cinlerle, bütün o sana uyan insanları, hepinizi cehennemde sonsuza kadar cezalandıracağım.”
İblis, cehenneme gideceğini bile bile bütün insanlığı yoldan çıkarmak için, milyarlarca seneden beri hep bir faaliyetin içindedir; insanlık tarihi kadar eski bir faaliyet.
Sevgili kardeşlerim, o iblis. Sizleri Allah’ın yolundan men etmek ister. Yani ruhunuzu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmanızı engellemeye çalışır. Ve bunun için de olmadık yalanlar söyler. İnsanları ayrı ayrı birçok açılardan asırlardan beri tuzağa düşürmüştür. Kur’ân’ın anahtarı, aynı zamanda cennetin anahtarıdır. Bu anahtar bir dilektir; Allah’a ulaşmayı dilemek. Bir başka ifadeyle bir insanın ölmeden evvel ruhunu Allah’a ulaştırmayı dilemesi. Bir başka ifadeyle Allah’a yönelmesi. Allah’a ulaşmayı dilemek Kur’ân-ı Kerim’de, “âmenû” olarak geçmektedir. Allah’a yönelmek de munîb kelimesi ile enabe kelimesi ile, yunîb kelimesi ile ifade edilmiştir. Ve insanlar, Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar.
Bunca yıldır; 27 yıldır sizlere Allah’a ulaşmayı dilemenin farziyetini anlatır dururuz. Daha yeni yeni dîn adamlarının, Kur’ân âyetlerini incelemek suretiyle, sözlerimizin doğruluğunu tasdik ettiklerini görüyoruz. Bu yıllar boyunca ölen zavallı insanlar, Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için hep cehenneme gittiler. Sözlerimiz onlara bir masal gibi geldi. “Şimdiye kadar hiç anlatılmamış şeyler.” diyorlar. Her devirde anlatılmış. Ama insanlar bunun bir masal olduğunu düşünmüşler. “Hiç öyle şey mi olur?” diyorlar. “Bir insan Allah’a ulaşmayı dileyecek ve mutlaka Allahû Tealâ onu cennetine alacak ha, bir tek dilekle. Sen bize masal mı anlatıyorsun?” diyorlar. Hayır, masal anlatmıyorum, sizinle yarenlik ediyorum.
Yarenlik, bir dostluk sohbetidir. Bir beraberliği ifade eder. Allah yolunda beraberliği. Yar olmak kelimesinden gelir. Yar olmak; dost olmak, yakın olmak mânâsına gelir. Kalplerin birbirine yakınlaşması demektir. İşte biz gene bu akşam sizlerle Allah’a sonsuz hamd eder şükrederiz ki yarenlik ediyoruz. Sevgili kardeşlerim, dünya nasıl yaşarsa yaşasın, biz kendi hayatımızı yaşayalım. Bizim hayatımızda sadece siz ve ben yokuz, Allah da var. Her zaman her konuşmamızda bir üçlü beraberdir. Şu anda da öyle. Sizler, biz ve Allah. Yüce Rabbimiz, Allah. Bütün bu kâinatların tek bir ilâhı.
İnsanlar derler ki: “Hangi dînden olursunuz olun, birbirinize dost olun.” Sevgili kardeşlerim, dînler yok ki. Dîn var. Hz. Âdem’in dîni, Hz. Nuh’un dîni; aynı dîn. Hz. İbrâhîm’in dîni; aynı dîn. Hz. Musa’nın dîni; aynı dîn. Hz. İsa’nın dîni; aynı dîn. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in dîni; aynı dîn, hiç değişmemiş ki. Hep insanlar Allah’ın o muhteşem dizaynını kendilerine göre çarpıtmışlar. Meselâ İslâm için derler ki: “İslâm dîni son dîndir, en mütekâmil dîndir, başka dînlerden üstündür.” Hadi bakalım buyurun. Yok, sevgili kardeşlerim. Başka dîn yok. İslâm kelimesi Arapça bir kelimedir. Allah’a teslim olmak demektir. Silm kökünden gelir. İslâm kelimesi, müslim kelimesi, selâm kelimesi, selâmet kelimesi, müslüman kelimesi, müslimin kelimesi hepsi aynı standartları ifade eder, aynı kökten gelir ve muhtevasında mutluluk vardır. Hep Allah’ı düşündürür.
O kadar çok şey yanlış anlaşılmış ki, o kadar çok şey Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den bu yana o kadar büyük değişiklerle ulaşmış ki kâinatın tek dînini artık tanımak mümkün değil. Görünmeyen eller, Allah’ın farzlarını farz olmaktan çıkarmış sevgili kardeşlerim. Size bir sual sorayım mı? Söyleyin bana en büyük ibadet hangisidir? Allah’ın en çok değer verdiği ibadet; en büyük ibadet hangisidir? Tamam, “Namaz” diyorsunuz. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ bize bu hakikatleri öğretmeden evvel biz de öyle zannediyorduk. Ne diyorlardı bize? “Namaz dînin direğidir.” Gerçekten günde 7 vakit namaz kılıyoruz. Neden 5 vakit değil, öyle mi? Biz de birilerine soruyoruz. Neden 3 vakit? 3 vakte 5 vakti sığdırdığını iddia edenler, cem ettiklerini söylüyorlar. Pekala öyle yapsınlar. O da onların gönlünce olsun. Ama Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le sahâbe bizim temel hedefimizdir. Onlar ne yapmışsa biz aynını yapmakla vazifeliyiz. Ne yapmışlar? 5 vakit değil, 7 vakit namaz kılmışlar. Normal 5 vakit; sabah namazı, öğle namazı, ikindi namazı, akşam namazı, yatsı namazı. Ama Peygamber Efendimiz (S.A.V), sabah namazıyla öğle namazının arasında kuşluk sünnetini kılmıştır; kuşluk namazı. Gece saat 12:00 ile, sabah namazının arasına da teheccüd namazını koymuştur. Evet bunlar sünnet, farz değildir. Ama bir hususa lütfen dikkat edin. Allahû Tealâ 5 farzdan bahsediyor namaz için ama 7 vakitten bahsediyor. Kur’ân’da namaz vakitlerini ifade eden âyetleri alın yan yana; karşınıza 7 vakit çıkar. Ama biliyorsunuz ki 5 vakit farzdır. Zaten Allahû Tealâ da 7 vakit namazdan bahsetmiş ama 7’sini de farz kılmamış, 5’ini farz kılmıştır. O güzeller güzeli Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve onun sahâbesi 7 vakit kıldılarsa, biz neden 7 vakit kılmayalım ki? Başkaları mı? Onlar 5 vakit kılsınlar. Daha başkaları mı? 3 vakit kılanlar, onlar da 3 vakit kılsınlar, neşeleri bilir. Ama biz 7 vakit kılarız. Sizler ne diyorsunuz sevgili kardeşlerim? Bizi tanıyanlar, bizim aramızda olanlar, bizler zaten öyleyiz. 7 vakit kılarız. Her gün de bütün kardeşlerimiz en az 1 günlük borç öderler. Çünkü bizim aramıza katılanların büyük bir kısmı, sonradan akılları başlarına gelenlerdir, bizim gibi. Hamdolsun ki Allahû Tealâ aklımızı başımıza getirdi.
Sevgili kardeşlerim, söyleyeyim size ki her şey güzel mi güzel. Öylesine güzel ki bizi yarattığı için Allahû Tealâ’ya her gün şükrediyoruz, hamd ediyoruz. İyi ki varız, diyoruz. Ey Yüce Allah’ım, Sana sonsuz hamd ve şükrolsun ki bizi yaratmışsın. Sana sonsuz hamd olsun, şükrolsun ki bizi sevmişsin, bize sevmeyi öğretmişsin. İşte o öğrendiğimiz sevginin ışığı altında sizlere sesleniyoruz sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım. Sizleri çok seviyoruz. Allah da sizleri çok seviyor. Bir bilseniz ne kadar çok sevdiğini, hemen Allah’a ulaşmayı dilerdiniz. Aranızda biliyorum bizi ilk defa dinleyenler diyorlar ki: “Bu da diline bir şey dolamış, Allah’a ulaşmayı dileyin, Allah’a ulaşmayı dileyin diye. Ne mene bir şeydir acaba bu Allah’a ulaşmayı dilemek?” Sevgili kardeşlerim, bu bir kurtuluş reçetesidir. Kim Allah’ın cennetine girmek istiyorsa o, Allah’a ulaşmayı dilesin. Kim de “Hayır, ben cenneti istemiyorum, ben cehenneme gideceğim.” diyorsa, onun da neşesi bilir. O da Allah’a ulaşmayı dilemesin. “Ne yani Allah’a ulaşmayı dileyen herkes Allah’ın cennetine mi gidermiş?” Evet, sevgili kardeşlerim. Allah’a ulaşmayı dileyen herkes, mutlaka Allah’ın cennetine girer. Bu kadar kesin ifade. Ya Allah’a ulaşmayı dilemeyenler? Allah’a ulaşmayı dilemeyenler küfürdedir. Asıl adını kullanalım. Allahû Tealâ onları kâfir olarak kabul ediyor. “İyi ama adam Allah’a inanıyor.” Tamam, biz de öyle söylüyoruz, adam Allah’a inanıyor ama mü’min değildir.
Biliyoruz ki sizin asırlardan beri alıştığınız, geleneksel kavramlara Allah’ın bize öğrettikleri uymuyor. İyi de Kur’ân böyle yazıyor; bizim söylediğimizi yazıyor. 14 asır evvelki hayatı tetkik ettiğimiz zaman, bizim söylediklerimizin yaşandığını görüyoruz. 14 asırda Kur’ân hiç değişmemiştir. Ama köftehor iblis, Kur’ân’ın bütün muhtevasını boşaltmayı becermiş ve insanları mahvetmeyi başarmıştır. Her devirde insanların büyük bir çoğunluğunu, Kur’ân’ı unutturmak suretiyle cehenneme göndermeyi başarmıştır.
Sevgili kardeşlerim, Kur’ân ne yazik ki ana faktörlerinin çok büyük bir kısmını kaybetmiştir. 14 asır sonra Kur’ân’a ve İslâm’a baktığınız zaman, bir korkunç hayal kırıklığına uğrarsınız; hayal sukutuna. Sevgili kardeşlerim, İslâm’da ne varsa yok edilmiş. İblis insanları öyle bir satranç oyununa ulaştırmış ki mat olmuşuz sevgili kardeşlerim. Biz insanlar İslâm’ı yaşadıklarını zannedenler, mat olmuşlar. Şah mat. Öyleyse nasıl yapmış bu işi iblis? İblis, bu işi dahiyane bir standartta yapmış. Allahû Tealâ Hicr Suresinde diyor ki:
15/HİCR-9: İnnâ nahnu nezzelnâz zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).
Muhakkak ki zikri (Kur'ân-ı Kerim’i), Biz indirdik. O'nun koruyucuları (da) mutlaka Biziz.
“Bu Kur’ân’ı Biz indirdik. Onu indiren Biziz, Biz. Onun muhafızı da Biziz, Biz.” diyor.
Yani? Yani diyor ki: “Ey İblis! Bundan evvelki kitapları senin değiştirmen için kapıları aralık bıraktık, olabilir, yapabilirsin. Ama bu Kur’ân için sana müsaade etmiyorum. Sen Kur’ân’ı değiştiremezsin. Değiştirmene müsaade etmiyorum.”
Ve iblis Kur’ân’dan 14 asırda bir kelime bile değiştirememiş. Peki sonrası? Sonrası; bir sualim var size. Siz olsaydınız ne yapardınız, şeytan olsaydınız eğer? Allahû Tealâ: “Sen benim indirdiğim Kur’ân’ı değiştiremezsin, buna müsaade etmiyorum.” dediğine göre, ne yapardınız? Eğer sonsuz bir ömrünüz olsaydı, zamanı kullanırdınız. Eskiler derler ki: “Hafıza-i beşer nisyan ile malûldür.” İnsanın hafızası unutma ile hastadır. İşte iblis buradan yola çıkmış. Kur’ân aynen duruyor ama iblis insanlara Kur’ân’ı unutturmuş. Kur’ân’ı asırlar boyunca devre dışı bırakmayı becermiş. Bunun için de insanlara hep aynı şeyler söylenmiştir. “Siz sakın Kur’ân’ı okumaya, anlamaya falan kalkmayın, sonra çarpılırsınız. Bu işin uzmanları var, onlar okurlar, size söylerler.” Bu birinci etaptır. Ondan sonra iblis o uzmanları ele alıyor ve onlara Kur’ân’ın temel hükümlerini unutturuyor. Asırlardan beri insanlar kitaplar yazarlar; dîn kitapları. Şimdi arada, 14 asırda neler olmuşsa olmuş. Ama başlangıcı ve sonucu beraber karşılaştıracağız. O zaman nasıl bir tuzağa düştüğümüzü hepimiz göreceğiz.
İslâm, 28 basamaklık bir vetiredir. İslâm deyince, Hristiyanlık, Yahudilik diye, başka başka dînler diye bir ayırımımız yoktur. İslâm’dan başka bir dîn hiç olmamıştır. İslâm da kâinatın yegâne dîninin sadece Arapça adıdır, dîn hiç değişmemiştir. İşte Allahû Tealâ 1400 sene evvel Kur’ân ı indirmiş. Ve bu Kur’ân, 7 safhalık bir İslâm’dan bahsediyor.
1. safha, Allah’a ulaşmayı dilemek.
2. safha, mürşide ulaşıp tâbiiyet.
3. safha, ruhun Allah’a o kişi hayatta iken ulaşması ve Allah’ın Zat’ında yok olması, emanetin sahibine iade edilmesi.
4. safha, fizik vücudun Allah’a teslimi.
5. safha, hani şu bütün kötülükleri size yaptırmaya çalışan, nefsinizin bütün kötülüklerden azade olup Allah’a teslim olması. Bu, daimî zikirle mümkündür.
6. safha, irşada ulaşmanızdır. Yani irşad adına almanız lâzım gelen bütün ilmi, muktesebatınıza almanız, o ilme sahip olmanız, irşada ulaşmanız. Yani irşad edilen bir kişinin ulaşabileceği son öğrenim noktasına kadar gelmeniz. Ama hâlâ irşad edecek olan yetkiyi, Allah’tan almadınız, öğreniminizin sonuna geldiniz. İrşad edildiniz. İrşada ulaşmak, irşad edilmenin tamamlanma noktasıdır.
7. safha, iradenin Allah’a teslimidir. O zaman mürşid olursunuz.
Öyleyse nasıl sahâbe, tâbiîin mürşidi ise, nasıl tâbiîn tebe-i tâbiînin mürşidi ise yani tâbiîne tâbî olanların mürşidi ise ve her devirde insanlar, kendi mürşidlerine tabî olmuşlarsa, sonraki nesiller de onlara tâbî olmuşlarsa, tâbî olanlara tabî olmuşlarsa, işte 14 asırdır tâbiiyet müessesi böyle gider. Bu kadar mı? Hayır. Hz. Musa’dan bugüne kadar gelen bir tâbiiyet müessesi vardır. Hz. İsa’dan başlayıp bugüne kadar gelen bir tâbiiyet müessesi vardır. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’den başlayan ve bugüne kadar gelen bir tâbiiyet müessesi vardır. Bu müesseselerin hepsi sahihtir; Kur’ân gerçeğine tam uyumludur. Ama bu insanlar, toplam insanların yanında devede kulaktır. Her zaman bizlerin sayısı toplam nüfusun %10’undan mutlaka aşağıdadır sevgili kardeşlerim. Kim bu insanlar? Kur’ân’ın aslına tâbî olanlar. Kur’ân’ın ruhunu öğrenenler, tatbik edenler.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, neden bahsettik? 28 basamakta tamamlanan Kur’ân-ı Kerim, 7 tane safha içerir, saydık. Şimdi konunun can alan noktasındayız. Bundan 14 asır evvel sahâbenin, bu 7 safhanın hepsini yaşadığını görüyoruz. Yaşamışlar mı? Hadi gelin beraber bakalım, yaşamışlar mı yoksa yaşamamışlar mı? Halep oradaysa arşın burada. Tek bir Kur’ân-ı Kerim. Ne diyor Kur’ân-ı Kerim. 1. safhamız neydi? Allah’a ulaşmayı dilemek, Allah’a yönelmek. Bütün sahâbe Allah’a yöneldiler mi? Kesin. İşte Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor ki:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
“O sahâbe var ya onlar, taguta kul olmaktan içtinab ettiler, kaçındılar, kendilerini taguta kul olmaktan kurtardılar.”
Tagut nedir? İnsan ve cin şeytanlar. Bütün sahâbe onlara kul olmaktan kurtulmuş. Nasıl kurtulmuşlar? Allah’a yönelerek, Allah’a ulaşmayı dileyerek. Sahâbe mi? Sahâbe dediklerinizin hepsi Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir. Hepsi Allah’a ulaşmayı dilemiş. Bir tarif daha verelim; sahâbe kimdir? Allah’a ulaşmayı diledikten sonraki 2. safha, mürşide ulaşıp tâbî olmaktır. İşte sahâbe gibi görünenlerin hepsini bir bütün olarak kabul edin. Bu bütünün içinde, münafıklar ve sahâbe topluluğunun içinde sahâbe, 1. aşamada Allah’a ulaşmayı dileyen, sonra da 2. aşamada Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’e, Peygamber Efendimiz’e tâbî olanlardır. İşte iki tane âyet-i kerime, birincisi Âli İmrân Suresinin 20. âyet-i kerimesi:
3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebeani, ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâgu, vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: “Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik.” O kitab verilenlere ve ümmîlere: “Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?” de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.
“Habibim, o ümmîlere ve kitap sahiplerine de ki: Ben ve bana tâbî olanlar, biz hepimiz fizik vücudumuzu Allah’a teslim ettik.”
Kimmiş? “Ben ve bana tâbî olanlar.” diyor Peygamber Efendimiz (S.A.V).
Peki, Yûsuf Suresinin 108. âyet-i kerimesinde ne diyor?
12/YÛSUF-105: Ve keeyyin min âyetin fîs semâvâti vel ardı yemurrûne aleyhâ ve hum anhâ mu’ridûn(mu’ridûne).
Semalarda ve yeryüzünde nice âyet (delil) vardır. Ve onlar, ondan (o delilden) yüz çevirerek yanından geçerler.
“Habibim, o ümmîlere ve kitap sahiplerine de ki: Ben ve bana tâbî olanların; bizim hepimizin basiret üzere yani kalp gözümüzle Allah’ı görerek Allah’a çağırdığımız yol, işte bu yoldur.”
Sıratı Mustakîm’den bahsediyor. Kimler diyor? Evet, sahâbe diyor. Sahabe diyor bunu, tâbî olanlar. Allah’a ulaşmayı dileyenler ve ikinci etapta Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olanlar. Onun için “Ben ve bana tâbî olanlar.” diyor Peygamber Efendimiz (S.A.V), iki âyette de. Öyleyse 14 asır evvelki sahâbeye göz attığımız zaman, bunun kesin bir olgu olduğunu görüyoruz. Hepsi Allah’a ulaşmayı dilemişler. Nereden anladık? Demin söylediğimiz Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesi, ne yapmışlar? “Onlar, Allah’a yöneldiler. Şeytana kul olmaktan içtinap ettiler, Allah’a yöneldiler; Allah’a ulaşmayı dilediler. Onlara müjdeler vardır. Kullarımı müjdele.” diyor. Ne diyor Allahû Tealâ? “Kullarımı müjdele.” diyor. Baştan sahâbenin taguta kul olduğunu söylüyordu. “Onlar taguta kul idiler. Sonra taguta kul olmaktan içtinap ettiler, kendilerini kurtardılar, kaçındılar.” diyor. Niçin? Allah’a ulaşmayı diledikleri yani Allah’a yöneldikleri için. “Ve kullarım oldular, kullarımı müjdele.” diyor. Bütün sahâbe Allah’a kul olmayı başarmış. Bir de Allahû Tealâ’dan müjdeler almışlar. Müjdeler çoğuldur, hem dünya müjdesi hem ahiret müjdesi.
Şimdi göreceğiz ki kim Allah’a ulaşmayı dilerse o, cennet müjdesini 3. kata kadar mutlaka alır. 1. kat cennete Allah’a ulaşmayı dilediği zaman ulaşır. 2. kat cennete mürşidine tâbî olduğu zaman ulaşır. 3. kat cennete ruhunu Allah’a ulaştırdığı zaman ulaşır. 3. kat cennetin sahibidir. Kim? Bir dileğin sahibi. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi. O dileği kim gerçekleştirmiş ise onlar, mutlaka felâha erenlerdir. Allah’ın müjdesi onlar içindir.
Öyleyse sahâbe ne yapmış? Allah’a ulaşmayı dilemiş. Bir sonuca ulaştık. Bundan 14 asır evvel, adlarına sahâbe dediğimiz kişiler, Allah’a ulaşmayı dileyip de Peygamber Efendimiz (S.A.V) hayattayken O’na tâbî olanlar, onlar sahâbedir. Bütün sahâbe şeytana kul olmaktan içtinap etmiş kurtarmış kendisini, taguta kul olmaktan, insan ve cin şeytanlara kul olmaktan kendilerini kurtarmışlar; Allah’a kul olmuşlardır. İlk adımı atmışlar. Neyle? Allah’a yönelerek. Burası 3. basamaktır. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o, 3. basamaktadır. Bundan sonra Allahû Tealâ ona Rahmân esmasıyla tecelli edecektir. Onun gözlerindeki hicab-ı mestureyi alacaktır, kulaklarındaki vakrayı alacaktır, kalplerindeki ekinneti alacaktır, görme hassasının üzerindeki gışaveti alacaktır, işitme hassasının üzerindeki mührü açacaktır, kişinin kalbindeki mührü de açacaktır. Ve kalpten aldığı ekinnetin yerine, ihbat koyacaktır. Böylece kişiye 7 tane furkan verecektir. Yani doğruyu yanlıştan ayırma imkânı. Bu 7 tane furkanla bir sonuca varmak söz konusudur. Kim 7 furkanın sahibiyse o, bütün günahları örtülmüş birisidir. Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesi onu söylüyor.
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ diyor ki burada: “Allah’a ulaşmayı dileyin, takva sahibi olun böylece. Allah size furkanlar versin ve sizin günahlarınızı örtsün. Sonra da size mağfiret etsin yani günahlarınızı sevaba çevirsin.”
Allahû Tealâ garanti ediyor. Aslında burada Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin günahlarının örtülmesi, günahlarının sevaba çevrilmesi 14. basamağa kadar geçen devreyi ifade ediyor. Ne oldu? Kişi bütün güzelliklere sahip olduğu bir noktaya ulaştı. Kör, sağır ve dilsizken; gören, işiten, idrak eden birisi oldu.
Sevgili kardeşlerim! Bütün sahâbe öyle olmuşlar; Allah’a ulaşmayı dilemişler ve o hedefe ulaşmışlar. Sonra Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’e tâbî olmuşlardır. Olmuşlar mı? Oldukları kesin. Fetih Suresinin 10. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsihî, ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
“Habibim, sana tâbî olmak Allah’a tâbî olmaktır. Sana tâbî oldukları zaman onların ellerinin üzerinde Allah’ın eli vardı.”
Öyleyse tâbiiyet garanti edilmiş, oluşmuş. Bütün sahâbe Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olmuşlar. Münafıklar da aynı işlemi yapmışlar, el öpmüşler ama tâbî olamamışlar. Sahâbe, Fetih Suresinin 10. âyet-i kerimesinde kesin olarak sabit ki Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olmuşlar. Sahâbeyi simgeleyen bir başka âyet-i kerime de A’râf Suresinin 157. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor ki:
7/A'RÂF-157: Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli ye’muruhum bil ma’rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu, ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları ümmî, nebî, resûle tâbî olurlar. Onlara ma’ruf ile (irfanla) emreder, onları münkerden nehyeder ve onlara tayyib olanları (temiz ve güzel olan şeyleri), helâl kılar. Habis olanları (kötü ve pis şeyleri), onlara haram kılar. Ve onların, ağırlıklarını (günahlarını sevaba çevirip, günahlarının ağırlığını) kaldırır. Ve üzerlerindeki zincirleri, (ruhu vücuda bağlayan bağ ve fetih kapısının üzerindeki 7 baklalı altın zincir) kaldırır. Artık onlar, O’na îmân ettiler ve O’na saygı gösterdiler ve O’na yardım ettiler ve O’nunla beraber indirilen Nur’a (Kur’ân-ı Kerim’e) tâbî oldular. İşte onlar, onlar felâha (kurtuluşa, cennet mutluluğuna ve dünya mutluluğuna) erenlerdir.
“Kim, o ümmî nebî resûle tâbî olduysa onların hepsi felâha erdiler.”
Bütün sahâbe O’na tâbî olmuş. Öyleyse 14. basamaktaki 2. kesim de tamam. Zamanımızda mı? Allah’a ulaşmayı dilemek diye bir kavram artık mevcut değildir. Âmenû olmak, mü’min olarak değerlendiriliyor. Allah’a ulaşmayı dilemek, Allah’a yönelmek kavramı bütünüyle Kur’ân-ı Kerim’den koparılmış. Tâbiiyet de dîn öğreticilerinin artık bugün öğretmedikleri, hatta şiddetle karşı çıktıkları bir olay. Hâlâ kardeşlerimizin sohbet yaptığı bazı yerlerde, dîn öğreticilerinin başlangıçta şiddetle itiraz ettiğini görüyoruz. Ama sonra âyetleri gördükleri zaman, yanlışlarını hamdolsun ki kabul ediyorlar. Eskiden karşı çıkmakta devam ediyorlardı, kaybedeceklerini anlayınca da orayı terk edip gidiyorlardı. Şimdi hamdolsun ki artık öyle yapmıyorlar. Doğruları öğrenmek konusunda dîn camiasında ciddî bir talep oluşmuş durumda. Bu da Allahû Tealâ’nın gerçekten çok güzel bir müjdesi sevgili kardeşlerim.
Peki, 14. basamak; mürşide ulaşmak. Bütün sahâbe ulaşmış. Mürşide ulaşınca ne olur? Ulaştığınız an ruhunuz vücudunuzdan ayrılır ve Sıratı Mustakîm’e ulaşır. Başınızın üzerine devrin imamının ruhu gelir yerleşir. Kalbinizin içine îmân yazılır. Nefs tezkiyesine başlarsınız. Günahlarınız sevaba çevrilir. Allahû Tealâ o güne kadar her bir sevabınıza 10 katını verirken, bu noktadan itibaren 100 katını vermeye başlar. Ruhunuz Allah’a doğru yola çıkar, 7 tane gök katı aşarak Allah’a ulaşacaktır. Her gök katında size verilen derecat, 1’e 100’ken, 1 e 200’e, 1 e 300’e, 400’e, 500’e, 600’e, 700’e yükselir. Siz bir tek derece kazanırsınız ama amel defterinize, rakamlı kitabınıza 700 derece yazılır. Her bir dereceniz için 700 derece yazılır. Ne oldu? Allahû Tealâ size her açıdan yardıma başladı. Nefs tezkiyesine başladınız.
Nefs tezkiyesi ne demektir? Zikir yapıyorsunuz. Allahû Tealâ’dan gelen rahmet, fazl ve salâvattan fazıllar nefsinizin kalbine Allah’ın yazdığı îmân kelimesinin etrafında toparlanmaya başlar. Kalbinizden çıkan karanlıkların yeniden kalbinize dönerek, fazılların yerini işgâl etmeleri mümkün değildir. Çünkü fazıllar îmân kelimesinin etrafına yapışırlar ve oradan bir daha ayrılmazlar. Karanlıklar, onlar ne kadar yapışmışsa, o kadar yere karanlıkların girmesi mümkün değildir. Çünkü onların kalbinizden çıkması mümkün değildir. Ve gün geçtikçe nefsinizin kalbinde %7, %7 fazl birikimi; 7 defa %7= %49 fazl birikimi gerçekleşir. %2 de rahmet birikir; kalbinizdeki nurlar %51’e ulaşır. Bu şeytanın ayağını kırdınız demektir. Ruhunuz Allah’a ulaştı demektir. Her %7 nur birikiminde 1 gök katı yükselen ruhunuz, 7. gök katının 7 tane âlemine geçer. Sidretül Münteh’adan itibaren dikey bir yolculukla, Allah’ın Zat’ına ulaşır. Ve Allah’ın Zat’ında yok olur. Kur’ân, bunu 12 defa üzerinize farz kılmış;
Allah’a ulaşmayı dilemenizi, Allah’a yönelmenizi ve ruhunuzu ölmeden Allah’a ulaştırmanızı. İşte bir tanesi, Zumer-54:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
“Üzerinize azap gelmeden önce (ister kabir azabı deyin, ister cehennem azabı, gelmeden önce olduğuna göre bu dünya hayatındayken) Allah’a yönelin. Allah’a teslim olun.” diyor Allahû Tealâ. Yani “Ruhunuzu da vechini de nefsinizi de iradenizi de Allah’a teslim edin.”
Peki, ruhumuz Allah’a ulaştı; Allah’ın Zat’ında yok oldu. Ruhumuzu Allah’a teslim ettik. Peki, bütün sahâbe ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar mıdır? Evet ulaştırmışlardır. Allahû Tealâ ruhun Allah’a ulaşmasına Âli İmrân-73’de “Hidayet” diyor.
3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).
innel hudâ hudallâh: Muhakkakki hidayet Allah’a ulaşmaktır.
Bütün sahâbe hidayete ermişlerdir. Hepsi Allah’a ulaşmışlardır. Hangi âyet-i kerime? Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesi.
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
“Onlar, sahâbe sözü dinlerler. Sözün ahsen olanına tâbî olurlar. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in sözüne tâbî olurlar.”
Bu ahsen olan söz, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in dizaynı; tâbiiyeti gerektiriyor. Tâbî olmuşlar. Sonra mı? Sonrasını da söylüyor. Allahû Tealâ: “Ve onlar hidayete erdiler.” diyor. Onunla da kalmamışlar; daimî zikrin sahibi olmuşlar, ulûl’elbab olmuşlar. Ama bu noktada bize hidayete ermişler mi sözünün cevabı lâzım. Evet, hepsi ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar. 21. basamağa ulaşmışlar. Ruhları Allah’a teslim olmuş; 22. basamaktalar. 25. basamaktaki fizik vücut teslimini de yapmışlar mı? Dikkat edin, ruhun Allah’a tesliminde nefsinizin kalbindeki nurlar, %51’dir. Nefsinizin kalbinde %51 nur birikti. Fizik vücudunuzu Allah’a teslim ettiğiniz zaman bu nurlar %81’e yükselir. Ve nefsinin kalbi %100 nurla dolu olan bir nefs, hiçbir zaman Allah’ın yasak ettiği fiilleri işlemek mecburiyetini duymaz. O, %81 nurla nefsinin afetlerini hiçe sayar. Allah’ın bütün emirlerini yerine getirir, yasak fiilleri işlemez. İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, bütün sahâbe fizik vücutlarını da Allah’a teslim etmişler; Âli İmrân Suresinin 20. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ diyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebeani, ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâgu, vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: “Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik.” O kitab verilenlere ve ümmîlere: “Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?” de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.
“Habibim! O ümmîlere ve kitap sahiplerine de ki: Ben ve bana tâbî olanlar, biz hepimiz vechimizi Allah’a teslim ettik.”
Bu kadar, bütün sahâbe fizik vücutlarını da Allah’a teslim etmişler, 14 asır evvel. Peki bugün? Bugün bunların esamesi bile yok. Ne Allah’a ulaşmayı dileme ne mürşide ulaşıp tâbiiyet ne ruhun Allah’a ulaşması (Allah’a teslimi) ne bünyesinde % 81 nur biriktirerek fizik vücudun Allah’a teslimi. Bunlar bugünkü dîn öğreten üniversitelerimizde artık öğretilmeyen hükümler. Farz hükümler tamamen unutulmuş. Tasavvuf derslerinde birazcık bunlardan bahsedilir ama arkasından telkinler de gelir. Derler ki: “Bunlar ekstrem şeylerdir, bunlar kökten dîncidirler. Siz size öğretilen dîni yaşayın, İslâm’ın 5 tane şartını yerine getirin. Doğru posta cennete gidersiniz.”
Bir defa daha hepinizi uyarıyoruz, sevgili kardeşlerim. İslâm’ın 5 şartı ile hiç kimse Allah’ın cennetine giremez. İslâm’ın 5 şartı hedef değildir, vasıtadır. Hedef; ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi 7 safhada Allah’a teslim etmektir, dîn budur. “Ben bu dünyaya ibadet etmeye geldim. Allahû Tealâ öyle yazıyor.” diyenler yanılıyorlar. Öyle yazmıyor. Allahû Tealâ’nın bu dünyaya sizi Allah’a kul olmanız için gönderdiğini yazıyor. Kul olmaksa 7 tane kulluğu içerir.
Bakalım sahâbe nesflerini de Allah’a teslim etmişler mi? Yani daimî zikre de ulaşmışlar mı? Evet. Zumer-18 açıkça bunu söylüyor. Zumer-18’deki müessese: “Onlar, ulûl’elbab oldular.” diyor. Ulûl’elbab, Âli İmrân Suresinin 190 ve 191. daimî zikrin sahipleridir.
3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.
“O ulûl’elbab kullarım var ya onlar, ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikrederler.” diyor Allahû Tealâ, “li ulîl elbâb yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim.”
Bütün sahâbe nefslerini de Allah’a teslim etmişler. İrşada ulaşmışlar mı? Kesin. Nereden biliyoruz? Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de bütün sahâbenin irşada ulaştığını söylüyor. Hucurât-7:
49/HUCURÂT-7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Ve aranızda Allah’ın Resûl'ü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.
Allahû Tealâ diyor ki: “Ey sahâbe, bilin ki aranızda Allah’ın Resûl’ü var. Eğer o sizin emirlerinize uysaydı, emirler de size uysaydı, o zaman Allah’ın lânetine bile uğrardınız. Neden? Çünkü onu o hedefe yönelten siz olacaktınız. Ama Allah size îmânı sevdirdi, fıskı, küfrü, isyanı kerih gösterdi. Hepinizin kalplerini o îmânla müzeyyen kıldı. İşte onlar irşada ulaşanlardır.”
Bütün sahabe irşada ulaşmışlar (Hucurât-7). Sadece 7. safha kaldı; irşada ulaştıktan sonra, iradeyi de Allah’a teslim edip irşad makamına tayin edilmek; “irşada memur ve mezun kılındın” cümlesiyle, kişinin irşada tayin edilmesi. Bütün sahâbe irşad makamının sahibi olmuşlardır. Yani sahâbeye tâbî olmuşlar. Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’ine geçecek şekilde bir tâbiiyet müessesesi var. Tevbe Suresinin 9. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
“O sabikûn-el evvelîn var ya onların bir kısmı ensardandı, bir kısmı da muhacirîndendi. Bir kısmı da ensara ve muhacirîne ihsanla tâbî olanlardandı.”
İster ensar olsun, ister muhacirîn hepsi sahâbedir. Ama görüyoruz ki sahâbe ensar da olsa, muhacirîn de olsa Allah’ın mürşidi olmayı başarmışlar. Allah onları “irşada memur ve mezun kılındın” emri ile mürşid kılmış ve onlar, Adn cennetlerinin sahibi olmuşlardır. Yeter mi? Yetmez. Onlara tâbî olanlara tâbiîn deniliyor. Tâbiîn de Adn cennetinin sahibi olmuşlar. Yani onlar da tebe-i tâbiînin mürşidi olmuşlar, iradelerini de Allah’a teslim etmişler.
Ne gördük? Sevgili kardeşlerim, bu yarenlikte ne gördünüz? Kur’ân-ı Kerim’de geçen İslâm’ın 7 safhasının 7’sini de bütün sahâbe yaşamış. Peki, siz yaşıyor musunuz? Sevgili kardeşlerim, neden kendinize zulmediyorsunuz? Allahû Tealâ sizden zor bir şey istemiyor ki. Bir defa zannetmeyin ki cennete girmek için mutlaka mürşide ulaşmak lâzımdır. Hayır, mürşide ulaşmadan da insanlar cennete ulaşabilirler. Neyle? Bir dilekle; Allah’a ulaşmayı dilemekle. Hepiniz Allah’a ulaşmayı dilediğiniz andan itibaren Allah’ın kontrolü altına girersiniz. Allah’ın İlâhi İradesi sizin cüz’i iradenizi, kişisel iradenizi kontrolü ve muhafazası altına alır. Tagutun; insan ve cin şeytanların, siz Allah’a ulaşmayı diledikten sonra sizi yoldan çıkarmaları mümkün değildir. Ne zamana kadar? Mürşidinize ulaşıncaya kadar evvelâ, yoldan çıkaramazlar. Tâbî olursunuz, ruhunuzu Allah’a ulaştıracağınız zamana kadar da yoldan çıkaramazlar. Ne insan şeytanlar ne cin şeytanlar. Ne zaman ki ruhunuz Allah’a ulaşır, o zaman Allah’ın üzerinizdeki koruyucu kalkanı kalkar. Ama siz bu noktada nefsinizin kalbinde %51 nur birikimini gerçekleştirirsiniz. Bu noktada sizin ruhunuz Allah’a ulaşmıştır. Allah’ın Zat’ında yok olmuştur. Bu noktada siz, 3. kat cennetin sahibi olursunuz, dünya saadetinin de %50’den fazlası sizindir. Buraya kadar garantidesiniz. Allah’a ulaşmayı dileyin, bu sonuca mutlaka ulaşırsınız.
Sevgili kardeşlerim, size masal anlatmıyoruz. Son derece açık ve çarpıcı bir biçimde Kur’ân bize söylüyor bunları. Ve biz sadece Allah’ın bize oradan öğrettiklerini size aktarıyoruz; kendimizden hiçbir şey ilâve etmemek kaydıyla. Öyleyse neden hep âyetlerle konuşuyoruz? Bunun için. Sevgili kardeşlerim, biz yorum getirmek hakkının sahibi değiliz. Allahû Tealâ bize ne öğrettiyse, biz size sadece onları öğretmek yetkisinin sahibiyiz. Ama hepinizin mutlu olması için yeterli sebepler hamdolsun ki mevcut.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, sizleri o kadar çok seviyorum ki sizlerin mutluluğunuz, bizim mutluluğumuzun temelini teşkil eder. Siz mutluysanız biz mutluyuz. İşte ne gördünüz? Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’i, Kur’ân’daki 7 safha, bütün sahâbenin bunları yaşadığını gördünüz. Peki bugün? Bugün bunların hepsi unutulmuş, artık üniversitelerimizde insanlara öğretilmiyor. Farzların arasında bunların hiçbirisi yok. Ve hedef 7 safhada ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmek, o devreden çıkmış. Hedefler yok olmuş, kaybetmiş iblis, onları yok etmiş, vasıtaları hedef yapmış. O hedeflere ulaşmak için namaz kılacaksınız, oruç tutacaksınız, zekât vereceksiniz, hacca gideceksiniz, kelime-i şahadet getireceksiniz, zikir yapacaksınız ve Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz.
Sevgili kardeşlerim, bu muhtevaya dikkatle bakın. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek ve zikir yapmak; ibadetlerdir. İbadetler hedef değildir. Hedefe, teslimlere ulaşmanız için bu vasıtaları kullanmak mecburiyetindesiniz. Bunlar sadece vasıtadır. Kur’ân-ı Kerim’i değiştirmeyi başaramayan iblis, vasıtaları hedef haline getirip insanları bu tuzağa düşürmüş.
İşte böyle sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ ne kadar güzel bir zaman dilimini beraber geçirmeyi bizlere nasip etti, öyle değil mi? Yoksa bana mı öyle geliyor sevgili kardeşlerim? Sizlere bunları anlattığım zaman büyük bir mutluluk yaşıyorum. Belki her gün yeni beş on kişi bunları öğrenir de Allah’a ulaşmayı diler diye hep bir sevinç kaplıyor içimi.
Öyleyse dileyin; Allah’a ulaşmayı dileyin; cennet ayaklarınızın altına gelir. 3 kat cennet, dünya saadetinin yarısı garanti edilmiş size. Sadece bir dilek karşılığı, Allah’a ulaşmayı dilemek. Ne duruyorsunuz sevgili kardeşlerim? Bizi ilk defa dinleyen sevgili kardeşlerim? Ne kaybedersiniz ki? Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz. Allah 3 kat cenneti garanti ediyor ve Allah, ruhunuzun Allah’a ulaştırılmasını da garanti ediyor. Allah size dünya saadetinin yarısını, yarısından fazlasını da garanti ediyor. Söyleyin bakalım bana, daha ne yapsın yani? Gayesi sizi mutlu etmek. Sizi mutlu etmek için, hem bu dünyada hem ahirette sizi cennete alabilmek için Allahû Tealâ daha ne yapsın sevgili kardeşlerim? Daha kolay ne var ki? Hadi, Allah’a ulaşmayı dileyin.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, hepinizi çok ama çok sevdiğimizi hiç unutmayın, aklınızdan çıkarmayın. Bizim kalbimiz sizinle beraber, sizin için çarpar.
Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha bir zikir sohbetinde beraber olduk ve sizlere mutluluğu anlattık. Hedefimiz, bütün gayemiz, yaşama sevincimiz sizlersiniz. Allah’a ulaşmayı dilediğiniz anda kurtuluşa erdiniz sevgili kardeşlerim. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek, sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R