TARİHİ: 26.04.2004
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'a sonsuz hamd ve şükrediyoruz ki, bir defa daha Allah'ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Can cana, gönül gönüle bir beraberlik sevgili kardeşlerim. Allahû Tealâ, sizler ve biz inşaallah birlikteyiz. Her şey çok mu güzel, yoksa bize mi öyle görünüyor; ne diyorsunuz?
Allahû Tealâ: “Biz, her şeyi zıddıyla kaim kılarak çift yarattık.” diyor.
51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.
Her şey öylesine güzel ki sevgili kardeşlerim. Yaşamak, Allahû Tealâ’nın bir büyük ni'meti. Şu anda yaşamayabilirdik. Ölü olabilirdik ve bu konuşmayı yapamazdık. Sizlere mutluluktan bahsetmenin o büyük mutluluğunu yaşayamazdık. Mutluluktan bahsetmek de bir mutluluk değil mi sevgili kardeşlerim? İşte size mutluluktan bahsediyorum. Evvelâ şunu açık yüreklilikle net, samimi, göğsümüzü gererek söyleyebiliyoruz ki mutluluk, hepinizin hemen uzanıp yakalayabileceği kadar yakın bir yerde sizi bekliyor. Hiç de ulaşamayacağınız bir şey değil. Ulaşamayacağını düşünenler bizi hiç dinlememiş olanlardır. Kur’ân gerçeklerinden haberdar olmayan zavallılar. Üstelik: “Yahu iyi de ben İlâhiyat fakültesini bitirdim. Arapçayı çok iyi bilirim. Kur’ân-ı Kerim’i de evvel Allah başından sonuna kadar okuduk, hatta tercüme bile ettik.” filan diyenler çıkar karşınıza ama mutsuzdurlar. Ne haber sevgili kardeşlerim?
Öyleyse bu muhtevaya dikkatle bakın! Mutluluk, Allah'ın öğretisidir. Kur’ân-ı Kerim bütün boyutları ile bir saadet rehberidir. Bir hidayet rehberidir. Bir mutluluk rehberidir; nurdur. Allahû Tealâ ne diyor? Diyor ki: “Size bir sual sormak istiyorum. Mutlu olmak istiyor musunuz, istemiyor musunuz? Haber verin ki siz, ona göre bir yaşantı yaşayacaksınız. Eğer mutlu olmak istiyorsanız, mutlaka saadete Ben sizi ulaştırırım.” Ama “Her şeyin bir bedeli vardır.” diyeceksiniz öyle değil mi sevgili kardeşlerim? “Mademki mutlu olmak istiyoruz, buna bir bedel ödemek mecburiyetindeyiz.” Yaşayacağınız mutlulukla, milyarlarca sene sürecek olan bir cennet mutluluğuyla ödeyeceğiniz bedel arasında biz bir denge göremiyoruz. Bedavadan alıyorsunuz mutluluğu, bir hiçle. Peki; “Yani ne demek istiyorsunuz?” mu diyorsunuz? Şunu demek istiyoruz; siz sadece Allahû Tealâ’dan bir dilekte bulunacaksınız. Tamam, bitti. Geri kalan her şeyi siz yapmayacaksınız, O yapacak ve size de O yaptıracak.
Öyleyse a benim canım dostlarım! Sevgili kardeşlerim, can dostlarım! Daha kolay ne var ki? Bir dilek, eşittir cennet. Ama arkasından bir kelime daha kullanıyoruz; mutlaka cennet, muhakkak cennet. Neden bu kadar eminiz? Çünkü Allahû Tealâ diyor ki: “Allah'ın sözünde hilâf yoktur. Hulf olmaz. Allah sözünü değiştirmez. Mutlaka tutar.” Şu kâinatı yaratan O değil mi sevgili kardeşlerim? Hem de bu âlemlerden bir tanesi. Bunun ötesinde 2 tane asıl, 5 tane de karşıt olmak üzere tam 6 tane âlem yaratmış. Bu âlemlerden bir tanesinde, zahirî âlemde biz insanları hükümran kılmış. Burada yaşatmış; gayp âleminde cinler yaşıyor.
Sevgili kardeşlerim! O diyor ki: “Siz mutlu olmak istiyor musunuz? Bunun için bir dileğiniz yeterli.” Diyeceksiniz ki: “Ya Rabbi! Ben Sana ulaşmak istiyorum. Ben ruhumu ölmeden evvel Sana mülâki kılmak istiyorum. İlka etmek istiyorum, ulaştırmak istiyorum.” Tamam, hepsi bu kadar. Şimdi bana diyeceksiniz ki: “Bundan daha kolay ne var? İşte söylüyorum; Ya Rabbi! Ben Sana ulaşmak istiyorum. Tamam, hadi beni göndersin bakalım Allahû Tealâ cennete.” Böyle mi diyorsunuz? Böyle diyorsanız cennete giremezsiniz. Siz dilemediniz ki, diliniz sadece o cümleyi mırıldandı. Kalpten söyleyeceksiniz. Yani, “Ya Rabbi! Ben Sana ulaşmayı diliyorum.” dediğiniz zaman dilinizin söylediği bu şeyi, kalbiniz de söyleyecek. O isteyecek; Allah'a ulaşmayı gönülden dilemek. Sadece 2 çeşit dileme vardır; bir gönülden dilemek, bir de dille söylemek sadece. Dille söylemek, Allah'ı tatmin etmiyor. Orada iradeniz devrede değildir. Dilinize birkaç kelime söyletiyorsunuz sadece. Orada talep yoktur, sadece bir konuşma söz konusudur. Ama ne zaman kalbiniz isterse Allah'a ulaşmayı dilemeyi, o zaman cennet mutlaka sizindir. “İyi ama etrafımızda bir takım insanlar var. Bize, ‘Biz Allah'a ulaşmayı diledik ama mutlu olamadık.’ diyorlar.” Sorun bakalım onlara; namaz kılmak onlara zevk vermeye başlamış mı? Sorun bakalım onlara; oruç tutmak açlık hissetmedikleri bir olay haline gelmiş mi? Sorun bakalım onlara; zikir yapıyorlar mı? Yaparken hoşlarına giden bir olay mı bu? Öyle mi? Değil mi? Sorun çünkü sualinizin cevabı bunun içinde. Çünkü kim kalbinden Allah'a ulaşmayı dilerse, bu dilek kalpten gelen bir dilekse; orada sizin cüz’i iradeniz; kişisel iradeniz devreye girmiştir ve Allah'tan gerçekten bir talepte bulunmuştur. Allah bunu mükâfatsız bırakmaz. Sizi mutlaka namaz kılmayı seven, oruç tutmayı seven, zikir yapmayı seven, Allah'ın ibadetlerine karşı bigâne olmayan, o ibadetleri yapmaktan zevk alan bir formasyona mutlaka kavuşturacaktır. İşaret budur sevgili kardeşlerim. Bunu size söylediğim zaman kurtla tilkinin hikâyesini sakın unutmayın. O hikâye size hep bu söylediğimi hatırlatmalı. Gerçekten kişi Allahû Tealâ’yı dilemiş mi, dilememiş mi? Hadi şimdi dinleyin!
Kurt tilkiyi yanına çağırıp diyor ki: “Gel! Şu karşıdaki beyaz atı görüyor musun?” Tilki: “Görüyorum.” diyor. “Şimdi, bir atlayacağım o atın üzerine, atı lâhzada yere yıkacağım. Ondan sonra onu beraberce yiyeceğiz. Sen kanını içersin, ben de yerim. Hazır mısın?”
“Hazırım.” diyor tilki, “Sen hazır mısın?” Kurt: “Hazır olup olmadığımı şimdi anlayacaksın.” diyor, Gözlerim çakmak çakmak oldu mu?”
Tilki şöyle bir bakıyor: “Yok, ben öyle bir şey görmüyorum.” diyor.
“Peki, kulaklarım dikildi mi?”
“Kulaklarında da bir dikilme yok şu anda.”
“Peki, kuyruğum dikildi mi?”
“Kuyruğunda da dikilme falan, bir şey yok. Bir değişiklik göremedim ben.”
Kurt diyor ki: “Sen doğru dürüst göremiyorsun. Ama şimdi bak neler olacak.”
Kurt, bir sıçrıyor yerinden atın üzerine doğru, at bütün söylenenleri işitmiş, tetikte bekliyor. Kurt, onun üzerine doğru havadan gelirken kurda bir çifte yerleştiriyor, bir çifte atıyor at, kurt 3-4 metre yukarı çıktıktan sonra sırt üstü yere düşüyor. Baygın kurt. Tilki su getirip ayıltıyor kurdu. Kurt diyor ki: “Tamam mı? Atı yemeye başlıyor muyuz?”
Tilki: “Hayır” diyor, “Yemeye başlamıyoruz ama hani bana bir şeyler soruyordun. Gözlerim çakmak çakmak oldu mu diyordun? Tam şimdi gözlerin çakmak çakmak. Kulakların da dikilmiş durumda, kuyruğun da dikilmiş durumda.”
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'tan bedava talepte bulunmak olmaz. İradeniz var ya hani sizi kötülüklerden koruyan, kötü şeyleri yapmanıza engel olan. Yetmez! Allah'ın emirlerini yerine getirmeniz için de sizi zorlayan şu iradeniz. Sakın iradeyi inatla karıştırmayın. Nefsinizin, güzellikleri yapmaktan sizi engelleyen, yasak fiillere doğru sizi iten müessesesinin adı inattır. Ama hangi kuvvet sizi Allah'ın yasak ettiği fiillerden men ediyorsa, hangi kuvvet sizi Allah'ın emrettiği fiilleri yapmak istikametinde icbar ediyorsa, mecbur kılıyorsa, size onları mutlaka yaptırıyorsa, işte o iradedir. İradenizin mutlaka devreye girmesi lâzım. Kişisel iradeniz Allah için son derece önemli. O kişisel iradenizle Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz. Dilediniz mi bitti. Gözleriniz de çakmak çakmak, kulaklarınız da dimdik, kuyruğunuz da.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Neden bu fıkrayı anlattık? Nasıl fıkranın sonundaki o olaylar varsa, kim Allah'a ulaşmayı diliyorsa o değişiklikleri yaşayacaktır. Allah ona mutlaka oruç tutmayı sevdirecek, oruçta açlık hissettirmeyecektir. Namaz kılmayı sevdirecek, namazı büyük bir zevkle kılacaktır. Zikir yapmak ona büyük zevk verecektir. Allah'a ulaşmayı dileyenlerin hepsi mutlaka bu noktaya ulaşır. Öyleyse dilemeyenler hiçbir zaman bunları, bu zevkleri yaşamayacaklardır. Onlar, sureta namaz kılacaklardır; “Allah bana bu vazifeyi vermiş. Hadi kılayım şöyle namazımı da, yakamdan bu namaz düşsün. Akşam namazını da kılayım, bir an evvel üstümden yük kalksın.” Namaz bu değildir sevgili kardeşlerim. Namaz kılmak bir zevktir. Bir gün kalp gözünüz açılacak. Önünüzde duvar değil, Allah'ın size gösterdiği şeyler oluşacak. Gök katlarını göreceksiniz. Bütün güzellikler sizin olacak. İşte onlar doyulmaz zevklerdir.
Öyleyse tüm bunlar size, Allahû Tealâ tarafından adeta bir hiç karşılığı verilecek. Sadece bir tek dileğiniz; Allah'a ulaşmayı dilemeniz sizi mutlaka Allah'ın cennetine ulaştıracak. Öyleyse dileyen kişi namazdan, oruçtan, zikirden, Allah'ın ibadetlerinden zevk almaya başlayan kişidir. O, Allah'a ulaşmayı dilemiştir ki, Allah onda bu değişikliği vücuda getirmiştir. Eğer dilememişse ama “Ya Rabbi! Ben Sana ulaşmayı diliyorum.” demişse bu, bir dilek değildir. Bu, dilin söylediği bir sözdür. Kalbin söylediği ve iradenin devreye girdiği, iradenin talebini Allahû Tealâ’ya belirttiği sağlam bir isteğin var olduğu bir isteme.
Öyleyse sevgili kardeşlerim! Mutlu insanlar görürsünüz, mutsuz insanlar görürsünüz. Sakın geçici zevkleri mutluluk zannetmeyin. Mutluluk, devamlı bir vetiredir. Allah'ın mutluluğa ulaştırdığı kişi, daimî zikre ulaşmış olan kişi her zaman mutludur. Mutluluk, bir sulh ve sükûn halidir. Kavganın bittiği bir zeminde yaşanır. İç dünyadaki kavga bitmiş olacak. Nefs ile ruh arasındaki kavga bitmiş olacak. Nefsin bütün afetleri, kişi daimî zikre ulaştığı için yok olacak. Yani Allah'ın emirlerine şiddetle karşı çıkan, yasak ettiği bütün fiilleri işlemek isteyen nefsin afetlerinin yerinde yeller esecek. Onların yerine, ruhun hasletlerine paralel bir yapıda Allahû Tealâ tarafından yaratılmış olan fazıllar girecek, nefsinizin kalbini tamamen dolduracak. %2 rahmet, %98 fazl nefsinizin kalbini bütünüyle dolduracak. Ne olacak nefsinizin kalbi? Nasıl ruhunuzdaki hasletler Allah'ın bütün emirlerini yerine getiriyorlarsa, mutlaka yerine getiriyorlarsa, yasak ettiği hiçbir fiili asla işlemiyorlarsa, hiçbir zaman işlemesi mümkün değilse, ruhunuzun bu muhtevasının paralelinde olan, ruhunuzun hasletlerinin paralelinde olan fazıllar, nefsinizin kalbini tamamen işgal ettiği zaman siz artık fazilet sahibi biri olursunuz. Nefsinizin afetleri yoktur. Afetlerin hepsi yok olmuştur. Yerini fazıllar almıştır. Tıpkı ruhunuzun hasletleri gibi bütün nefsinizdeki muhteva Allah'ın emirlerini yerine getirmek isteyen, yasakları ise asla işlemek istemeyen bir hüviyet gösterir.
Yani? Yani sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Yani o zaman mutluluğu yaşamaya başlarsınız. Allah'ın emirlerini yerine getirmek size zevk veriyorsa, yasaklarını işlemek istemiyorsanız, hem nefsiniz hem de ruhunuz aynı şeyi söylüyorsa, şeytanın nefsinizdeki hâkimiyetini sona erdirmişseniz, o zaman siz çok mutlu bir insan olursunuz. Bu mutluluk, daimî zikir devresindeki bir mutluluktur. Ama oraya gelmeden çok evvel de bu mutluluğu yine yaşarsınız. Allah'a ulaşmayı dilediğinizden itibaren Allahû Tealâ sizi iradî yapısıyla yani İlâhi İradesi ile kontrolü altına alır. Tagutla (insan ve cin şeytanlarla) aranıza adeta bir perde çeker. Artık tagutun, insan şeytanların, cin şeytanların size bir zarar vermesi, Allah'a ulaşmaktan sizi men edebilmesi mümkün değildir. Allah'a ulaşmayı dilediğiniz andan itibaren artık siz tagutun kulu, insan ve cin şeytanların kulu değilsiniz, Allah'ın kulusunuz. Allahû Tealâ Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde diyor ki:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Allahû Tealâ sahâbeden bahsediyor, diyor ki: “Onlar, taguta kul olmaktan kaçındılar. Kendilerini kurtardılar. Çünkü Allah'a ulaşmayı dilediler. Allah'a yöneldiler. Onlara müjdeler vardır, kullarımı müjdele!”
Sevgili kardeşlerim! Neymiş sahâbe? Taguta kul imişler. Herkes öyledir; doğuşundan itibaren tagutun kuludur ve tagutun dostudur. Allah'ın kulu da değildir, Allah'ın dostu da değildir. Birçok insan zanneder ki herkes Allah'ın kulu olarak yaratılır. Hayır! Allahû Tealâ tam aksini söylüyor. “Biz hepinizi (hem insanları, hem cinleri) başka bir şey için değil, Bize kul olasınız diye yarattık.” diyor. Zâriyât-56’da şöyle buyuruyor:
51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.
“Biz insanları ve cinleri başka bir şey için değil, Bize kul olsunlar diye yarattık.” Yani “Yarattığımız zaman Bizim kulumuz değillerdi, tagutun kuluydular. Ama Biz onları Bize kul olsunlar diye yarattık.” diyor. Yani kişi akıl baliğ olduğu zaman, buluğa erdiği ve doğruyu yanlıştan ayırt edebilecek bir furkana sahip olduğu gün yani rüşde ulaşma noktası, böyle olduğu zaman o, artık teklife muhataptır, mükelleftir. Böyle olan kişi, ya Allah'ın yolunu seçecektir ya da seçmeyecektir. Öyleyse bakınız sevgili kardeşlerim! Ne kadar basit bir sebep; bir tek dilek. Kalbinizden bir tek dilekle, “Ben ruhumu Allah'a ulaştırmayı diliyorum. Ya Rabbi! Ben Sana ulaşmak istiyorum. Ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum.” diyeceksiniz. Hepsi bu kadar. Derseniz, dedikten sonra; bunu kalpten söylemişseniz, gerçek anlamda talep etmişseniz, ertesi gün ölseniz, hayır; bunu söylediğinizden, Allahû Tealâ da bunu işittikten bir saat sonra ölseniz gideceğiniz yer cennettir. Allahû Tealâ diyor ki: “Ne kadar büyük günahlarınız olursa olsun, Biz o büyük günahlara rağmen, eğer Bize ulaşmayı dilerseniz sizi cennetimize alırız.”
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ Zumer Suresinin 65. âyet-i kerimesinde büyük günahları olanların da olmayanların da Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin amellerinin boşa gittiğini söylüyor.
39/ZUMER-65: Ve lekad ûhıye ileyke ve ilâllezîne min kablike, le in eşrakte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere: “Gerçekten eğer sen şirk koşarsan (Allah’a ulaşmayı dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun.” diye vahyolundu.
“Kim âmenû olmazsa, Allah'a ulaşmayı dilemezse onların amelleri boşa gitmiştir.”
Sevgili kardeşlerim! Öyleyse biz size mutluluktan bahsediyorsak, bunun cennet kanadı var, dünya kanadı var. Cennet kanadını adeta bir hiç karşılığı kolayca elde edersiniz. Yani Allah'a ulaşmayı dilemeniz yeter. Dilediniz mi, mutlaka Allah'ın cennetinin sahibi olursunuz. Ama Allahû Tealâ sizi orada bırakmaz. Dilediğiniz zaman, söylediğim standartlarda bir dileme sizin mutluluk için ilk adımı attığınızı gösterir. Sevgili kardeşlerim, bu adımı attığınızdan itibaren çok değil 5-6 dakika, 6-7 dakikalık bir zaman parçasında Allah size 7 tane furkan verir. Bütün günahlarınızı örter. İşte sevaplarınızın, kazandığınız derecelerin heba olması burada artık mümkün değildir. Siz, o kaybettiğiniz derecelerden daha fazlasını mutlaka kazanmış oluyorsunuz. Çünkü bütün günahlarınızı Allahû Tealâ örtüyor. Allah'a ulaşmayı dilediğiniz zaman, hiçbir zaman Allah'a ulaşmayı dileyen bir kişi öldüğünde onun günahları sevaplarından fazla olamaz. Tam aksine, böyle bir kişi ölürken onun mutlaka sevapları günahlarından fazladır. Gideceği yer cennettir, ebediyyen kalmak üzere.
Öyleyse size Kur’ân’ın ruhunu anlatıyoruz sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Kur’ân-ı Kerim. Her şeyin en güzeli size bu standartlarda Allahû Tealâ tarafından sunulmuş. Bir tek dileğiniz Allah için yeterli. Öyleyse sevgili kardeşlerim! Bu kadar kolay mı? Garanti mi? Evet garanti. İşte Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ diyor ki:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“Allah dilediğini Kendisine seçer. Onlardan kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah'a yönelirse, Allah onu mutlaka Kendisine ulaştırır.”
Allah'ın sözünde hulf olmayacağı için mutlaka diyoruz biz. Allahû Tealâ: “Allah onu Kendisine ulaştırır.” diyor. Ama biz de diyoruz ki mutlaka ulaştırır. Çünkü söz verdiği zaman sözünü yerine getirmemesi mümkün değildir. Öyleyse bu Allah'a ulaşmayı dileme konusunda Kur’ân-ı Kerim’de 2 tane kavram var. Birisi; âmenû olmak; Allah'a ulaşmayı dilemek. Birisi de münîb olmak. Gene Allah'a ulaşmayı dilemek. Ama münîb olmanın lûgat mânâsı; yönelmek. Allah'a yönelmek; Allah'a ulaşmayı dilemek. Ama her ikisi de Allah'a ulaşmayı dilediği anda; âmenû olanlar da Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir, Allah'a yönelenler de, münîb olanlar da Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir, her ikisi de ilk takvayı bununla kazanıyor. Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
“O’na yönel (yani O’na, Allah'a ulaşmayı dile) ve O’na karşı takva sahibi ol.”
Neymiş? Allah'a yönelen takva sahibi olurmuş. “Ve namaz kıl ve müşriklerden olma.” Hangi müşriklerden? Allahû Tealâ diyor ki:
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
“O müşriklerden olma ki onlar, fırkalara ayrılmışlardır. Hizipler oluşturmuşlardır, gruplar, fırkalar oluşturmuşlardır. Her hizip kendi elindekiyle ferahlanır. Ben doğrusunu yapıyorum zanneder. Ama hepsi Allah'a ulaşmayı dilemeyen, Allah'a yönelmeyen o kişilerin hiç birisi takva sahibi değildir. Hepsi şirktedir.”
Ve şirkte olanların Allah katındaki ifadesi; Allahû Tealâ: “Onlar, fırkalara ayrılmışlardır.” diyor. Şimdi burada “munîb” kelimesini kullanıyor. Ve görüyoruz ki kişiyi şirkten kurtarıyor. Yani kişi şirkteyken oradan hidayete adım atıyor. Allah'a ulaşmayı dilediği anda şirkten kurtuluyor, munîb oluyor. Peki, kimdi bu? Bu, munîb olan kişiydi. Allah'a yönelen ve bu kelimeyle ifade edilen bir yönelmenin sahibi, şirkten yani cehennemden kurtuluyor. Kısaca 1.takvanın sahibi oluyor. Kim cehennemden kurtulmuşsa o, dalâletten kurtulmuştur. O, fısktan kurtulmuştur. O, şeytana (taguta) kul olmaktan kurtulmuştur. Taguta dost olmaktan kurtulmuştur. Cehennemden kurtulmuştur. Allah'ın âyetlerinden gâfil olmaktan kurtulmuştur.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Şimdi gene kişiyi cehennemden kurtaran bir başka âyet grubuna bakıyoruz. Yûnus Suresinin 62, 63 ve 64. âyet-i kerimeleri:
10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?
10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.
10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhırati, lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.
“O Allah'ın evliyası var ya onlara korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar. Onlar, âmenû olmuş ve takva sahibi olmuşlardır.”
Allahû Tealâ ne diyor? “Onlar, âmenû olmuş ve takva sahibi olmuşlardır.”
ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne): Onlar, âmenûdurlar. Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir ve takva sahibi olmuşlardır.
lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhıreh(âhıreti): Onlara dünya hayatında da ahirette de cennette de müjdeler vardır. Yani mutluluklar vardır. Onlar, dünya hayatında da mutlu olacaklardır. Cennette de mutlu olacaklardır.
Kim bu insanlar? Âmenû olanlar; Allah'a ulaşmayı dileyenler. Öyleyse her 2 grup âyette de korkudan kurtulmak, cehennemden kurtulmak söz konusudur. Cehennemden kurtaran takva, cehennemden cennete geçişi sağlayan takva, ilk takvadır. İlk takvanın sahipleri, Allah'a ulaşmayı dileyenlerin takvasının sahipleri, 2 kelimeyle ifade edilirler.
1- Âmenû olanlar; Yûnus-63.
2- Munîb olanlar; Rûm-31.
Ama her ikisi de cehennemden kurtuluyor. Yani her ikisi de ilk takvayı veriyor; 7 takvanın birincisi. İkincisi irşad makamına ulaşıp tâbiiyet gerçekleştiği zaman. Üçüncüsü, ruhunuzu Allah'a ulaştırdığınız zaman.
Sevgili kardeşlerim! Herkesin kafasında bir imaj vardır: “Tasavvuf ehli aşırı dîncidirler. Aslında Allah onların yaptığını emretmez ama onlar yaparlar bunu. Cennete gidecek olanlar ise orta yolu seçenler yani İslâm’ın 5 şartını yerine getirenler.” İşte size hayatınızın en büyük yanlışı. Ve böyle yaptıkları için cennete gireceğini zanneden milyonlarca insanın gideceği yer ne yazık ki cehennemdir. Allah'a ulaşmayı dilemedikleri için cehennemden kurtulmaları mümkün değildir. Gerçekten öyle mi? Allah'a ulaşmayı dilemeyenin gideceği yer cehennem midir? Hadi gelin bakalım! Bir tek âyet söyleyeceğim sadece, yeterli. Yûnus Suresinin 7. âyeti. Cehenneme gideceği de 8. âyet-i kerimesinde belirtilmiş. Hadi gelin beraber bakalım, Allahû Tealâ ne diyor?
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Allahû Tealâ diyor ki: “Onlar ki Bize mülâki olmayı yani ruhlarını Bize ulaştırmayı dilemezler. Böyle bir niyetleri, talepleri yoktur. Onlar, dünya hayatıyla meşgullerdir. Dünya hayatından razıdırlar ve dünya hayatıyla mutmain olurlar. Onları mutmain eden, tatmine ulaştıran şey dünya hayatıdır.”
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Öyleyse bu insanlara dikkatle bakın. Dünya hayatıyla mutmain olan insanlar, dünya hayatından tatminleri doğan insanlar.
Allahû Tealâ diyor ki:
vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne.): Onlar, Bizim âyetlerimizden gâfildir. Onlar; Allah'a ulaşmayı (Bize mülâki olmayı) dilemezler. Dünya hayatından razıdırlar.
ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ: Dünya hayatından razıdırlar ve onunla, o dünya hayatıyla mutmain olurlar.”
vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne.): Onlar, Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır.
ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne): Onlar, o kişilerdir ki kazandıkları dereceler itibari ile (iktisap ettikleri dereceler itibariyle) gidecekleri yer ateştir, cehennemdir.
Allah'a ulaşmayı dilemeyenler Allah'ın âyetlerinden gâfildir, gidecekleri yer de cehennemdir. Ama kim âmenû olursa o, Allah'ın dostu olur. Kurtuluşa ulaşır. Âmenû olmayanlar da kâfirler olarak kalırlar ve tagutun dostu olurlar. İşte Bakara Suresinin 157. âyet-i kerimesi:
2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
Allahû Tealâ diyor ki: “O âmenû olanlar var ya Allah, âmenû olanların dostudur. Onları zulmetten nura çıkarır. Kapkaranlık olan kalplerini pırıl pırıl nurla doldurur. Ama kâfirlere gelince onlar, tagutun dostlarıdır. İnsan ve cin şeytanların dostlarıdır. Tagut da onları, eğer nura ulaşmışlarsa tekrar kalplerini karartır. Nurdan zulmete götürür.”
Sevgili kardeşlerim! Bir neticeye ulaşıyoruz. Görüyorsunuz ki mutluluk sizin elinizde. “Ben falanca falanca sebebiyle mutsuzum.” demeyin. Onlar size zulüm yapsa da siz gene mutlu olabilirsiniz. O zulmü size zulüm olarak hissettiren şey, nefsinizin afetleridir. Öyleyse nefsinizin afetlerine kapıları kapatın. Onların sizi kontrolü altında tutabildiği devre, sizin Allah'a ulaşmayı dilemediğiniz devredir. Şu dünyada ilim adına, dîn adına hangi bilgilerin sahibi olursanız olun, hangi üniversiteden mezun olmuşsanız olun, hangi üniversitede profesör olursanız olun; sözün özü budur ki eğer siz Allah'a ulaşmayı dilemezseniz gideceğiniz yer mutlaka cehennemdir, Allah'ın âyetlerinden gâfilsiniz.
Öyleyse sevgili kardeşlerim! Hadi gelin biz kendi dünyamızda yaşayalım, onlar da kendi dünyalarında. Herkes kendisini cennete ya da cehenneme götürecek adımı kendisi atar. Herkes kendinden mesuldür. Öyleyse işte size doğruların doğrusu; Allah'ın emri.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Eğer Allah'a ulaşmayı dilerseniz, öyle bir huzura kavuşacaksınız ki siz bana ulaşacaksınız telefonlarla, e-maillerle. Her gün yüzden fazla kardeşimiz ulaşıyor bize. Artık yetişemiyoruz. Onun için cevaplarımız gecikiyor. Kusura bakmayın sevgili kardeşlerim. Sayımız hızla çoğalıyor. Öyleyse görüyorsunuz ki mutluluk mu söz konusu olan şey? Mutluluğu size yaşatmayan başka birisi değil, kendinizsiniz. Mutluluk mu söz konusu ve siz mutlu musunuz? O zaman siz Allah'a ulaşmayı dilediniz. İşte Kur’ân-ı Kerim bunları apaçık bir standartta insanların gözlerinin önüne sermiş. Elbette Allahû Tealâ’nın cennetleri sadece 1.kat cennet değildir. 7 katta, 7 ayrı tür cennet var. 7. katta ise cennetler var. Adn cennetleri, Kur’ân-ı Kerim’de çoğul olarak geçiyor. Diğerleri, her katta 1’er cennet söz konusu. Allahû Tealâ: “Arzları yerler ve gökler kadar olan cennet.” diyor.
3/ÂLİ İMRÂN-133: Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâs semâvâtu vel ardu, uiddet lil muttekîn(muttekîne).
Ve Rabbiniz'den olan mağfirete ve genişliği yerler ve gökler kadar olan, muttekîler için hazırlanmış olan cennete koşun!
Arzları yerler ve gökler kadar olan cennet; 7 kat cennet. Ve kim Allah'a ulaşmayı dilerse, o kişi mutlaka Allah'ın cennetinin 1. katına girer. Sadece Allah'a ulaşmayı dilemesi, onun Allah'ın cennetine girmesi için kâfidir. Ama ya dilemiyorsa?
Sevgili kardeşlerim! Kendinize zulmedecek misiniz? Bakınız, birçok insan o kadar çok şeyi yanlış biliyor ki doğrular size ulaştığı zaman onları tahkik edin. Yanlışları o zaman rahat yakalarsınız. Allah'a ulaşmayı dileyen kişi, cennete girebilecek olan sadece odur. Dilemeyen Allah'ın cennetine giremez sevgili kardeşlerim. Ama dileyen mutlaka girer. Allah'a ulaşmayı dilemek cennetin anahtarıdır, cehennemin de kilididir.
İnsanlar 14 asır sonra, Kur’ân’ın indirilişinden 14 asır sonra, üstelik Kur’ân’ın kılına bile dokunulamamışken, hiçbir harfi değiştirilememişken, değil sureler, âyetler, kelimeler, hiçbir harfi değiştirilememişken o, Kur’ân nasıl unutulmuş acaba? Kur’ân, unutulmuş sevgili kardeşlerim. Bugün üniversitelerimizde öğretilen dîn eğitimi, sadece Türkiye’de öğretilen değil bütün dünya dîn öğretimi fakültelerinde, üniversitelerin dîn ile alâkalı kesimlerinde öğretilen dîn öğretisi, hiç kimseyi Allah'ın cennetine getiremez. Nasıl Hz. Musa (A.S)’dan sonra Tevrat’ın hükümlerini yok etmişse iblis, İsrail kavmi üzerinde, nasıl Hz. İsa (A.S)’dan sonra İncil’in insanları cennet saadetine götürecek olan hükümlerini insanlara unutturmayı başarmışsa, Kur’ân-ı Kerim’den sonra da iblis, insanlara İslâm’ı unutturmuş. İşte o unutulan İslâm, bizim size söylediğimiz Allah'a ulaşmayı dilemekle, sizi mutlaka kurtuluşa ulaştıracak olan İslâm. Öyleyse hiç üzülecek, sıkıntıya girecek bir husus yok. Sadece bir tek dileğiniz sizi mutlaka Allah'ın cennetine ulaştırır. Bir tek dilek, o kadar. “İyi ama ben namaz kılmayı sevmiyorum. Oruç tutmayı sevmiyorum. Zikir yapmayı da sevmiyorum. Ve Allah'a ulaşmayı dilesem bile Allah beni gene cennetine almaz. Çünkü ben bunları sevmiyorum.” Siz sevmeyeceksiniz, Allah size sevdirecek. Siz ibadetleri yapmayacaksınız. Allah size öyle bir sevgi verecek ki, o ibadetler size sadece bir zevk olacak sevgili kardeşlerim. İşte o şartlar içinde bir dizayn düşünün.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Görüyorsunuz ki siz bir şey yapmıyorsunuz; O, yaptırıyor. Ama eğer böyle bir dilek içinizde yoksa o zaman kurtuluşunuz da ne yazık ki mümkün değil. Bundan 14 asır evvel bütün sahâbe Allah'a ulaşmayı dilemişler. Sonra? Sonra kâinatın en büyük mürşidine, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e ulaşıp tâbî olmuşlar. Sonra? Sonra ruhlarını Allah'a ulaştırmışlar. Sonra fizik vücutlarını Allah'a ulaştırmamışlar, teslim etmişler. Yani fizik vücutları Allah'ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği fiilleri işlemeyen bir hüviyete gelmiş. Sonra nefslerini de tasfiye etmişler. Nefslerindeki afetler de yok olmuş. Yani nefslerini de Allah'a teslim etmişler. Sonra? İrşada ulaşmışlar. En sonra da iradelerini Allah'a teslim etmişler.
Sevgili kardeşlerim, hâlâ Allah'a ulaşmayı dilemeyecek misiniz? Kurtulmayı yoksa istemiyor musunuz? Allahû Tealâ sizi, hepinizi kulu olarak görmek istiyor. Ama gördünüz ki, Allah'a ulaşmayı dilediğiniz takdirde taguta kul olmaktan kurtuluyorsunuz, Allah'a kul oluyorsunuz. Öyleyse tereddüdünüz ne? Bu, sizin mutluluğunuz. Eğer böyle bir dileğin sahibi olursanız, o zaman mutlaka saadet sizin olacaktır. Cennet saadeti; başlangıçta 1. kat; Allah'a ulaşmayı dilediğiniz anda. Sonra Allahû Tealâ size mürşidinizi sevdirecek. Tâbiiyetinizle 2. safhaya ulaşacaksınız. Kalbinize îmân yazılacak. Sonra ruhunuzu Allah'a ulaştıracaksınız.
Şimdi bizim dîn adamları, bu söylediğimizi sizler gibi dinliyorlar. Sonra diyorlar ki: “Ben zaten bu âyetleri biliyorum.” A benim sevgili dîn adamı kardeşim! Madem biliyorsun bu âyetleri, öyleyse neden Allah'a ulaşmayı dilemiyorsun da kendine zulmediyorsun? Aslında biz öğrettiğimiz zaman öğrendin. Ondan evvel bilmiyordun. Çünkü dînini Kur’ân’dan öğrenmedin. Sadece sana öğretilen kitapları biliyorsun öyle değil mi? Burada samimi olmamız gerekmez mi sevgili kardeşlerim? Bazı dîn adamlarının bize kızdığından bahsediliyor. Bu bir cehil işareti değil mi? Kızacak olan adam söylediklerimizi tetkik eder, kelime kelime karşılaştırır Kur’ân-ı Kerim’de. O zaman Kur’ân-ı Kerim’i hiç bilmediğini fark eder. “Bana” der, “20 senedir, 30 senedir ilim öğretiyorlar. Ama Allah'ın ilmini öğretmemişler.”
Sevgili kardeşlerim! Kur’ân, bir bütündür. Herkesi mutlak olarak hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmak için indirilmiştir. Çünkü Allahû Tealâ diyor ki: “Biz Kur’ân’ı başka bir şey için indirmedik. Bize kul olmanızı temin etmek için indirdik.” Allah'a kul olmaksa 7 safhanın 7’sini de yaşamaktır. Bundan 14 asır evvel 7 safha da yaşanmış.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! İşte sizinle güneşli bahçelerde bir gezi yaptık. Allah'tan bahsettik. Sizin kurtuluşunuzdan bahsettik. Bu kadar kolay bir şey. Allah'a ulaşmayı dilediğiniz anda mutlaka cehennemden kurtulursunuz. Mürşidinize ulaştığınız zaman 2. kat cennetin sahibi olursunuz. Ruhunuzu Allah'a ulaştırdığınız zaman 3. kat cennete ulaşırsınız. Allah'ın garantisi burada biter. Ama bu kadarı da yetmez mi sevgili kardeşlerim? 3. kat cennetin sahibi olmak ve nefsinizin afetlerinin yarısı yok olduğu için dünya saadetinin yarısını yaşayabilmek, yarı yarıya mutlu bir hayatı yaşayabilmek; Allah'ın size bedavadan hediyesi. Sadece Allah'a ulaşmayı dilediğiniz için mutlaka sizi oraya ulaştıracağını garanti etmiş. Öyleyse ne duruyorsunuz? Hadi siz de koşun güneşli bahçelere. Koşun, Allah'ın cennetine. Sadece Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Gene vakit tamamlandı. Sizlerden ayrılmak kolay olmuyor biliyor musunuz? Şu beraberlik var ya bizim şu zavallı ömrümüze ömür katıyor sevgili kardeşlerim. Sizlerle beraberken mutluluğu yaşıyoruz. Sizlere bir nebze bir şeyler verebildiysek, bugüne kadar kurtulabilen o binlerce insana kurtuluşu Allahû Tealâ nasip etmişse, biz sadece naçiz bir vasıtayız. Öyleyse ne duruyorsunuz? Hadi koşun Allah'ın cennetlerine. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım!
İmam İskender Ali M İ H R