SOHBETİN ADI: FİZİK VÜCUDUN TESLİMİ
TARİHİ: 06.05.2004
Esselâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhu.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Konumuz: İslâm’dan Kopan Farzlar.
Bu farzlardan Allah’a ulaşmayı dilemeyi ve ruhun Allah’a ulaşmasını bundan evvelki safhada anlatmıştık. Şimdi sıra fizik vücudumuzun teslimine geldi, vechin teslimi. Üzerimize Allahû Tealâ bunu farz kılmış. Âli İmrân Suresinin 76. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-76: Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbul muttekîn(muttekîne).
Hayır, (öyle değil)! Kim (Allah ile olan) ahdini yerine getirir ve takva sahibi olursa, o taktirde muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever.
“belâ: Hayır, öyle değil.”
“men evfâ bi ahdihî: Kim ahdini ifa ederse.”
“vettekâ: Ve takva sahibi olursa.”
“fe innallâhe yuhibbul muttekîn (muttekîne): O zaman, bu standartlarda Allah takva sahiplerini sever.”
Fizik vücudumuzun Allah’a kul olması, Allah’a teslim olması söz konusu. Allahû Tealâ’nın ezelde aldığı -bizden aldığı- yemin, misak ve ahde baktığımız zaman burada bir işaret görürüz.
A’râf Suresinin 172. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
7/A'RÂF-172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”
“Biz, Âdem (A.S)’ın sırtından bütün onun soyunu çıkardık. Ondan sonrakilerin de sırtlarından kendi soylarını çıkardık. Hepsini huzurumuzda topladık ve dedik ki: e lestu birabbikum: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? kâlû belâ: Dediler ki: Evet.”
Hepimiz oradaydık ve hepimiz Allahû Tealâ’ya dedik ki: “Evet, Sen bizim Rabbimizsin.”
Allahû Tealâ diyor ki: “Kıyâmet günü, ben bundan haberdar değildim demesinler diye onları nefslerine şahit tuttuk.” diyor.
Kim der kıyâmet günü, ben bundan haberdar değildim? Nefs bunu söyler. Nefsimiz ki; doğuşumuzdan itibaren %100 afetlerle doludur. “Onları (yani fizik vücutları ve ruhları) nefslere şahit tuttuk.” diyor Allahû Tealâ.
Peki, bundan sonra ne olmuş? Allahû Tealâ Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde bundan sonra ne olduğunu söylüyor:
5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki Allah göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.
“Hani o zaman ki: ‘İşittik ve itaat ettik.’ demiştiniz. Biz de sizden, sizi bağlayan misak almıştık.” diyor Allahû Tealâ.
Öyleyse ne demek istiyor acaba Allahû Tealâ? Bu noktadan sonra Allahû Tealâ hepimize birden hitap ediyor: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sualine cevap aldı Allahû Tealâ: “belâ: Evet, Sen bizim Rabbimizsin.” Bunun üzerine Allahû Tealâ diyor ki: “Ben sizin Rabbiniz olduğuma göre ey nefsler! Sizlerden yemin istiyorum; Bana teslim olacağınıza dair (yani nefsinizin bütün afetlerinden kurtulacağınıza dair Ben sizlerden yemin istiyorum). Ey fizik vücutlar! Sizlerden ahd istiyorum; Bana teslim olacağınıza dair ve ey ruhlar! Sizlerden misak istiyorum; Bana teslim olacağınıza dair (yani Bana dönerek Bende yok olacağınıza dair).”
Sonra diyor ki Allahû Tealâ: “Sözlerimi işittiniz mi?” Hepimiz birden cevap veriyoruz: “semi’nâ: İşittik.” “Öyleyse itaat edin.” diyor Allahû Tealâ. Nefslerimiz Allah’a yemin veriyor. Fizik vücutlarımız Allah’a ahd veriyor. Ruhlarımız Allah’a misak veriyor, Allah’a teslim olacaklarına dair. Bunlardan sonra Allahû Tealâ: “İtaaat ettiniz mi?”den sonra: “Sözlerimi işittiniz mi?” diye soruyor, “İşittik.” diyoruz, “semi’nâ.”
Ve soruyor Allahû Tealâ: “İtaat ettiniz mi?” “ata’nâ” diyoruz, “İtaat ettik.” Yani yemin, misak ve ahd verdik. Allahû Tealâ bunun üzerine buyuruyor ki: “Ruhlar, fizik vücutlar ve nefsler olarak Bana yemin, misak ve ahd verdiniz. Şimdi” diyor, “Ben iradeden (kişisel iradeden) misak istiyorum, Benim ahdime riayet edeceğine dair.”
Allah’ın ahdi ruhumuzun, vechimizin, nefsimizin Allah’a tesliminden sonra irademizi de Allah’a teslim etmeyi ihata eder. Ve İlâhi İrade, cüz’î iradeden ya da kişisel iradeden bir misak alıyor. O zaman hem ruhumuzun Allah’a verdiği misaktir hem de irademizin Allah’a verdiği söz, misaktir.
İşte Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde: “O misakinizi unutmayın ki” diyor, “Allahû Tealâ sizi o misakle bağlamıştı (iradenizi bağlamıştı).”
Öyleyse Allahû Tealâ’dan bizler emir almışız. Bu emrin gereği olarak da Allah’a bağlanmışız. Ruhumuzu (önce ruhumuz 22. basamakta teslim olur), fizik vücudumuzu (25. basamakta teslim olur), nefsimizi (27. basamakta teslim olur) ve irademizi (28. basamağın 5. kademesinde teslim olur) Allah’a teslim etmek üzere Allah’a yemin, misak, ahd ve iradî misak vermişiz. İşte bu bizim yeminimizi, misakimizi ve ahdimizi oluşturuyor. Allah’ın ahdi ise irademizin de teslimini içeren bir bütündür.
Öyleyse ruhumuzun, vechimizin, nefsimizin ve irademizin Allah’a teslimi, Allah’ın ahdini ifade eder. Bu bir emirdir, farzdır, üzerimize Allahû Tealâ tarafından farz kılınmıştır. Bu sebeple En’âm Suresinin 152. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ: “ve bi ahdillâhi evfû.” diyor, “Allah’ın ahdini ifa edin (yerine getirin).”
6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrabû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddehu, ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.
Ve geçiyor 153. âyet-i kerimesine:
6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûhu, ve lâ tettebiûs subule fe teferraka bikum an sebîlihi, zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.
“hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûhu: İşte bu Sıratı Mustakîm’dir.” diyor.
Evvelâ ruhumuzun Sıratı Mustakîm’i, sonra fizik vücudumuzun Sıratı Mustakîm’i, sonra nefsimizin Sıratı Mustakîm’i, sonra irademizin Sıratı Mustakîm’i, hepsi Sıratı Mustakîm’i ifade eder. Ve devam ediyor Allahû Tealâ:
“Ona tâbî olun (Sıratı Mustakîm’e tâbî olun). Sakın Sıratı Mustakîm’in dışındaki diğer yollara tâbî olmayın ki bütün o yollar sizi fırkalara ayırır. Sıratı Mustakîm’den ayırır ve fırkalara ayrılmışlardan olursunuz. O zaman takva sahibi olamazsınız ve o zaman Allah’ın size olan vasiyetini yerine getiremezsiniz.” diyor Allahû Tealâ.
Allah’ın vasiyeti Allah’ın ahdiyle aynı standartları kapsıyor; ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmek. İşte bunlardan vechin teslimi (fizik vücudun teslimi), bu akşamki konumuz.
Bir fizik vücudunuz var, işte bu gördüğünüz bir fizik vücuttur. Aynada baktığınız zaman kendinizi bir tek varlık olarak görürsünüz. Siz osunuz, kendinizsiniz ve bir varlıksınız, bir insansınız. Ama biliyor musunuz sevgili kardeşlerim, siz 70 trilyon hücreden oluşuyorsunuz. Her hücrenizde 23 çift kromozom var ve her bir kromozomunuzun içinde 20 binden fazla parçacık var. Öyleyse böyle bir dizaynda siz bir bütünsünüz. Bir tek olarak görünüyorsunuz ama katrilyonlarca siz varsınız. Trilyonlarca değil, katrilyonlarca siz varsınız. Her biri sizi bütününüzle temsil etmeye gerekli (haiz olan), temsil etmeyi haiz olan şartların sahibidir. Hiç kimsenin kromozomu bir başkasınınkine benzemez. Kromozom, deoksiribo nükleik asit sarmallarından teşekkül eder ve çift yaratılmışlardır. Bir sağ, bir sol sarmal; 23 sağ, 23 sol sarmal, bu sebeple 23 çift kromozom adı verilir.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, önce ruhunuzu teslim edersiniz. Biliyorsunuz ki her şey Allah’a ulaşmayı dilemekle başlar. Sonra Allah, Rahîm esmasıyla üzerinizde tecelli eder. Sonra Allahû Tealâ görmeyen, işitmeyen, idrak etmeyen sizleri, gören, işiten, idrak eden sistemlere kavuşturur. Furkanlar verir size, günahlarınızı örter, irşad makamına sizi ulaştırır ve ruhunuz vücudunuzdan ayrılıp Allah’a ulaşır. Bu ruhunuzun teslimidir. 21. basamakta ruhunuz Allah’a ulaşmıştır. 22. basamakta da ulaşır ulaşmaz teslim olmuştur, Allah’ın Zat’ında yok olmuştur ve siz, o andan itibaren 22. basamaktasınız. Bundan sonra fizik vücudunuzun teslimi gelir. Ruhunuzun teslimi misakinizdir. Allahû Tealâ Ra’d-20’de ve 21’de şunları söylüyor:
13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.
“ellezîne yûfûne bi ahdillâhi: Onlar Allah’ın ahdini ifa ederler (yani ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler).”
“ve lâ yenkudûnel misâk(misâka): Ama misaklerini bozmazlar (yani ifa ederler, misaklerini yerine getirirler, bozmazlar).
Bozmazlarsa ne yaparlar?
13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
“vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale: Ve onlar Allah’ın, Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi O’na (Allah’a) ulaştırırlar.”
Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırmak; işte bu ruhumuzun Allah’a verdiği misak. O Allah’tan bize üfürülmüş olan, Allah’a ait olan bir vücudumuzdur ve bir emanettir. Emanet mutlaka Allah’a dönecektir. Dönmüştür, olay tamamlanmıştır. Bundan sonrası fizik vücut teslimini içerir. Bu noktadan sonra zikrimizi artırıyoruz. Dikkat edin, sadece Allah’a tevekkül edenler 33 bin zikirden sonra zikirlerini artırabilecek olanlardır. Kim zikrini 33 binden yukarıya çıkarıyorsa, devam ediyorsa bu muhteva içerisinde, o kişinin fizik vücudunu Allah’a teslim etmek için şartları hazırdır. Fizik vücudunu o kişi Allah’a teslim edecektir. Tevekkül ettiyse ki bu tevekkülün var olup olmadığı, kişinin zikrini artırıp artıramamasından anlaşılır. Öyleyse bu muhtevada dikkatle bakın olaylar dizisine. Burada sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, hepiniz için söz konusu olan odur ki ruhunuzu da vechinizi de nefsinizi de iradenizi de Allah’a teslim etmelisiniz. Öyleyse zikrinizi daha hızlandırarak devam ediyorsunuz; 33 binden 35 bine, 35 binden 37 bine, 39 bine, böylece zikrinizi artırıyorsunuz. Bu zikir artışı, vird artışı sizde pozitif neticeler husûle getirir.
Nefsinizin kalbindeki nurlar %51’e ulaştığı zaman ruhunuz Allah’a ulaşmıştı. Bu rakam bu noktada, fizik vücudunuzu Allah’a teslim ettiğiniz noktada %51’den 61’e doğru yükselir. Nefsinizin kalbindeki nurlar %61’e ulaştığı zaman, o zaman En’âm Suresinin 127. âyet-i kerimesine göre Allahû Tealâ size Allah’ın indinde bir yurt teslim eder. Yeni bir ruhunuz vücuda getirilir ve Allah’ın indinde bir yurt sahibi olursunuz. Bu bir tahttır, altın bir taht. Huzur namazının imamının sol tarafında, orada bir yerde, boşlukta duran yüzlerce tahttan bir tanesi de bu hedefe ulaşmış olana teslim edilir.
En’âm Suresinin 127. âyet-i kerimesi:
6/EN'ÂM-127: Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Rab’lerinin katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış olduklarından dolayı, O (Allah), onların dostudur.
Taht ihsan edildiği noktada nefsinizin kalbindeki nurlar %51’den %61’e yükselmiştir. %61’e yükseldiği anda beka makamının sahibi olursunuz. %51’le 61 arasında fenâ makamının sahibisiniz. %61’i aştığınız zaman beka makamının, %61’e ulaştığınız zaman beka makamının sahibi olursunuz ve zikrinizi giderek artırırsınız. Zikriniz ne zaman günün yarısını aşarsa o zaman zühd makamının sahibi olursunuz. Allahû Tealâ Yûnus Suresinin 20. âyet-i kerimesinde diyor ki:
12/YÛSUF-20: Ve şerevhu bi semenin bahsin derâhime ma’dûdetin, ve kânû fîhi minez zâhidîn(zâhidîne).
Ve onu (Yusuf’u), az bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar. Çünkü; ona karşı zahidlerden idiler.
“Onlar Yusuf’a karşı zahiddiler. Bunun için onu birkaç dirheme, az bir değerle sattılar.” diyor.
Zühd: Bir şeye değer vermemek, onun zıddını değerli tutmak anlamına geliyor. Ve her kim günün yarısından daha fazla zikre ulaşabilmişse o, dünyaya değil Allah’a dönük olduğunu her gün Allah’a ispat eden kişidir. Dünyada dünya için sarf ettiği zamandan daha çoğunu Allah için sarf eden bir kişidir. Her gün 24 saatten oluşur. Kim 12 saatten fazla zikir yapıyorsa her gün, o zahiddir. Zamanının %50’den daha fazlasını zikirle geçirmekte ve her gün Allah’a ispat etmektedir ki o, bu dünyadan daha çok Allah için yaşayan birisidir. İşte böyle bir noktada kişi zahid olmuştur ve zikri de günün yarısından sonra da giderek artacaktır. Zikir artışı burada kolayca hızlanır. Artık vücut (kişi) alışmıştır çok zikretmeye. Bu noktadan itibaren hızlanacaktır bu. Ve %71’e zühd makamında ulaşır nefsin kalbindeki nurlar ve yükselmeye devam eder. Ne zaman nefsinizin kalbindeki nurlar %81’e ulaşırsa o zaman sizin için yeni bir devir başlar; fizik vücudunuz Allah’a teslim olmuştur; fizik vücudunuzun Allah’a teslim olduğu yer.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, ne olur fizik vücudunuzu Allah’a teslim ederseniz? Muhsinlerden olursunuz. Fizik vücudunu Allah’a teslim eden kişi muhsinlerden olur. Nisâ Suresinin 125. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.
“ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun.”
“O kişi ki” diyor Allahû Tealâ, “vechini Allah’a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur. Ondan daha, fizik vücudu ondan daha ahsen kim vardır?” diyor Allahû Tealâ.
Ne yapmış kişi, ne yapmış? Fizik vücudunu Allah’a teslim etmiş. Vechini Allah’a teslim etmiş. İşte burası muhsin olduğunuz yerdir. Peki, özelliği ne? Özelliği şu: Nefsinin kalbinde kişinin hâlâ bu noktadan itibaren %19 afet vardır. %81 fazıllar gelip yerleşmiştir; %79 fazl, %2 rahmet. Yani %81 nur var nefsinin kalbinde kişinin ama %19 da afet var. Yani Allah’ın bütün emirlerine isyan eden, yasak ettiği bütün fiilleri işlemek isteyen %19’luk bir azınlık. %81, artık %19 azınlığı hiç dikkate almamaya başlar. Böyle bir noktada, %81 çoğunluğun %19’u dikkate almadığı bir noktada (kale almadığı bir noktada): “Sen istediğin kadar itiraz et. Ben mutlaka Allah’ın bütün emirlerini yerine getiririm, yasak ettiği hiçbir fiili de işlemem.” diyen bir dizayn, bu kişinin fizik vücudunu Allah’a teslim ettiğini gösterir. Burası o kişinin muhsinlerden olduğu yerdir. Fizik vücudunu Allah’a teslim eden kişi muhsinlerden olmuştur ve takva sahibi olmuştur. Mu’minûn Suresinin 8. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
23/MU'MİNÛN-8: Vellezîne hum li emânâtihim ve ahdihim râûn(râûne).
Ve onlar, emanetlerine ve ahdlerine riayet edenlerdir (uyanlar, sadık olanlardır).
“vellezîne hum li emânâtihim ve ahdihim râûn(râûne).”
“Onlar ki” diyor, “emanetlerine ve ahdlerine riayet ederler.”
Nedir emanet? “Emanât” dediğine göre emanetler. Birinci emanet ruhumuz. Teslim ettik, 22. basamak. İkinci emanetimiz fizik vücut oluyor. Ne zaman? Birinci emaneti Allah’a teslim ettiğimiz noktaya kadar fizik vücut emanet değildir, emanet sadece ruhumuzdur. Ama ne zaman ruhumuzu Allah’a teslim etmişsek bizde ikinci bir emanet söz konusudur; o fizik vücudumuzdur. Fizik vücudumuzu da Allah’a teslim etmek mecburiyetindeyiz. İşte onu da teslim ettiğimiz zaman ikinci emanete de riayet ettik demektir. Fizik vücudumuzu Allah’a teslim edene kadar nefsimiz emanet değildir. Ama teslim ettiğimiz andan itibaren nefsimiz de emanet olur ve nefsimizi Allah’a teslim ederiz; 27. basamak. Ve 28. basamağın 5. kademesinde irademizi de Allah’a teslim ederiz. Fizik vücudumuzu Allah’a teslim ettiğimiz zaman nefsimiz emanet olur. Nefsimizi Allah’a teslim ettiğimiz zaman irademiz emanet olur ve emanetlerin hepsine riayet ederiz.
Ahde riayete gelince: Bu ahde, ahdlerine riayet edenler.
“emânâtihim: Onların emanetlerine.”
“ve ahdihim: Onların ahdleri (yani bizlerin ahdleri).”
Öyleyse bir bizim ahdimiz var: Fizik vücudumuzu Allah’a teslim etmek. Bir de Allah’ın ahdi var: Bizim üzerimize farz kıldığı; ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve irademizi de kapsıyor. İkisini birbirine karıştırmamanız lâzım. Allah’ın: “Emanetlerine ve ahdlerine riayet edenler.” dediği kişiler, fizik vücutlarını Allah’a teslim etme seviyesine yükselebilmiş olan insanlardır. Allahû Tealâ ahdimize riayeti, ahdine riayeti emrediyor Bakara Suresinin 40. âyet-i kerimesinde, diyor ki:
2/BAKARA-40: Yâ benî isrâîlezkurû ni’metiyelletî en’amtu aleykum ve evfû bi ahdî ûfi bi ahdikum ve iyyâye ferhebûn(ferhebûne).
Ey İsrailoğulları! Sizi ni’metlendirdiğim o ni’metimi hatırlayın ve ahdimi yerine getirin. Ve (böylece) Ben de size olan ahdimi yerine getireyim (sizleri vaadettiğim cennetime alayım). Ve(ahdinize sadık kalmakta) artık sadece benden korkun.
“yâ benî isrâîlezkurû ni’metiyelletî en’amtu aleykum ve evfû bi ahdî ûfi bi ahdikum ve iyyâye ferhebûn(ferhebûne).”
“Ey İsrailoğulları! Size en’âm buyurduğum o ni’metimi hatırlayın (zikredin).”
“ve evfû bi ahdî: Ve ahdimi ifa edin.”
“bi ahdî ûfi bi ahdikum.”
“Ben de size olan ahdimi yerine getireyim.”
Yani Allah’ın bizim ahdimizi yerine getirmemize karşılık bize mükâfatları var: Cennetin yedi tane ayrı katı, yedi ayrı cennet, yedi gök katında yedi ayrı cennet. Biz ahdimizi yerine getirirsek Allah da ahdini yerine getiriyor.
Allahû Tealâ A’râf Suresinin 102. âyet-i kerimesinde diyor ki:
7/A'RÂF-102: Ve mâ vecednâ li ekserihim min ahdin, ve in vecednâ ekserehum le fâsikîn(fâsikîne).
Onların çoğunu ahdlerini yerine getirir (ahdlerine vefa eder) bulmadık. Ve onların çoğunu gerçekten fasıklar olarak bulduk.
“ve mâ vecednâ li ekserihim min ahdin: Onların çoğunu ahdlerini yerine getirir (ahdlerini ifa eder) bulmadık.” diyor.
“ve in vecednâ ekserehum le fâsikîn(fâsikîne): Onların çoğunu fâsıklar olarak bulduk.” diyor.
Öyleyse burada gene kişisel ahd var. Ahdin yerine getirilmesi; fizik vücudun Allah’a teslim edilmesi.
Fetih Suresinin 10. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsihî, ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
“innellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe): Habîbim! Sana tâbî olanlar Bize tâbî olmuştur.”
“yedullâhi fevka eydîhim: Onların ellerinin üzerinde Allah’ın eli vardı.”
Yani: “Sana tâbî oldukları zaman onlar el öptüler.” O öpülen el daima üsttedir. Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tecelli ettiği cihetle: “Onların ellerinin üzerinde Allah’ın eli vardı.” diyor Allahû Tealâ.
“fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsihî: Kim derecesini nakısa düşürürse o, nefsi üzerine (nefsi sebebiyle) bunu yapmıştır (nefsindeki afetler sebebiyle günah işlemiş ve derecesi nakıs derece almıştır).”
“ve men evfâ bi mâ âhede.”
“Kim de Allah’a olan ahdlerini.”
“aleyhullâhe.”
“Allah üzerine olan ahdlerini (ahdini) ifa ederse.”
“fe se yu’tîhi ecren azîmâ (azîmen).”
“Ona ecrun azîm verilir.”
Bu ahd aslında Allah’ın ahdi yani ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah’a teslimi ve bu teslimin neticesinde de Allahû Tealâ’nın insanlara, iradelerini teslim edenlere verdiği mükâfat ya ecrul azîm’dir ya fevz-ül azîmdir ya fazl’ıl azîmdir ya da hazz’ül azîmdir. 4 tane azîm kelimesi geçiyor Kur’ân-ı Kerim’de. Hepsi o son noktayı işaret eder; iradenin Allah’a teslimi noktasını. Burada Allahû Tealâ hem fizik vücudun teslimini ahdimiz olarak değerlendiriyor hem de Kendi ahdini, irademizin teslimini de içeren bir muhteva içerisinde görüyor.
Nahl Suresinin 91. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor:
16/NAHL-91: Ve evfû bi ahdillâhi izâ ahedtum ve lâ tenkudûl eymâne ba’de tevkîdihâ ve kad cealtumullâhe aleykum kefîlen, innallâhe ya’lemu mâ tef’alûn(tef’alûne).
(Allah ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi teslim etme konusunda) sizinle ahdleştiği zaman Allah’ın ahdini ifa edin (yerine getirin). Onu, sağlamlaştırdıktan (hidayete erdikten ve nefsinizi tezkiye ettikten) sonra yeminleri bozmayın (ruhunuzu Allah’a ulaştırdıktan ve nefsinizi tezkiye ettikten sonra dalâlete düşmeyin). Ve siz, Allah’ı üzerinize kefil kılmıştınız (Allahû Tealâ, sizi hidayete erdirerek, ruhunuzu Kendisine ulaştırarak verdiği sözü, kefaletini yerine getirmişti). Muhakkak ki Allah, sizin ne yaptığınızı bilir.
“ve evfû bi ahdillâhi izâ ahedtum: Sizinle ahidleştiği zaman Allah’ın ahdini ifa edin.”
“ve lâ tenkudûl eymâne ba’de tevkîdihâ: Ve yeminlerinizi sağlamlaştırdıktan sonra yeminlerinizi bozmayın.” diyor.
“ve kad cealtumullâhe aleykum kefîlen: Ve siz Allah’ı üzerinize kefil kılmıştınız.” diyor.
“innallâhe ya’lemu mâ tef’alûn (tef’alûne): Allah yaptığınız şeyleri bilir.”
Öyleyse birçok âyet-i kerime: “Ahdinizi yerine getirin (ifa edin).” tarzında muhteva kazanıyor.
Peki, bu konu üzerimize farz mı? Bakınız ne diyor Allahû Tealâ Yâsin Suresinin 60 ve 61. âyetlerinde?
36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
“Ey Âdemoğulları! Ben sizlerden ahd almadım mı şeytana kul olmayacaksınız diye yani Allah’a kul olacaksınız diye? İşte bu ahdinizdir.” diyor Allahû Tealâ. “İşte bu Sıratı Mustakîm’dir.” diyor.
Bütün fizik vücutlardan Allahû Tealâ ahd almış. “Ey Âdemoğulları!” diye hitap ettiği şey, fizik vücutlarımız. “Ben sizlerden ahd almadım mı?” diyor. Yani: “Allah’a teslim olacağınıza dair ahd almadım mı ve size demedim mi Ben, şeytana kul olmaktan içtinab edin, kendinizi kurtarın çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. Allah’a kul olmaksa (fizik vücut teslim etmekse) işte o, Sıratı Mustakîm’dir.” diyor, “Fizik vücudun Sıratı Mustakîm’i.”
Bakara Suresinin 21. âyet-i kerimesine bakıyoruz, Allahû Tealâ buyuruyor ki:
2/BAKARA-21: Yâ eyyuhen nâsu’budû rabbekumullezî halakakum vellezîne min kablikum leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey insanlar! Rabbinize kul olun ki O, sizi ve sizden öncekileri yarattı. Umulur ki böylece siz, takva sahibi olursunuz.
“yâ eyyuhen nâsu’budû rabbekumullezî halakakum vellezîne min kablikum leallekum tettekûn(tettekûne).”
“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Allah’a kul olun (Rabbinize kul olun) ve böylece takvaya ulaşın (takva sahibi olun).”
*Allah’a ulaşmayı dilediğimiz an 1. takvadayız.
*İrşad makamına ulaştığımız an 2. takvadayız.
*Ruhumuzu Allah’a teslim ettiğimiz an 3. takvadayız.
*İrademizi Allah’a teslim ettiğimiz zaman 25. basamakta, 4. takvadayız.
Buradaki takva fizik vücudun teslimi takvası ve kim fizik vücudunu teslim etmişse Allahû Tealâ onun için diyor ki Nisâ-125’te:
4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.
“ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun: O kişi ki vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur. Ondan dînen daha ahsen kim vardır?” diyor Allahû Tealâ.
“vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen): Ve Hz. İbrâhîm’in dînine hanif olarak tâbî olmuştur.”
Hazreti İbrâhîm’in dîninde ruhun, fizik vücudun, nefsin ve iradenin teslimi var. Başka bir dîn zaten hiç olmamış. Sadece bir tek dîn olmuş insanlık tarihî boyunca. Allahû Tealâ ona: “Babanız İbrâhîm’in hanif dîni.” diyor.
“Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen): Allah İbrâhîm’i halil tayin etti,” diyor, “dost tayin etti (dost ittihaz etti, dost kabul etti).”
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, fizik vücudunuzu nefsinizin kalbinde %81 nur oluştuğu anda Allah’a teslim etmiş olursunuz. Nereden anlayacaksınız? Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir noktaya ulaşıyorsunuz. Şartlar neyi gerektiriyorsa onu yerine getiriyorsunuz.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, fizik vücudunu teslim eden kişi daimî zikre ulaşmamıştır. Daimî zikre ulaşmamıştır ama daimî zikirdeki kişi gibi davranmaktadır. Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmekte ve yasak ettiği fiilleri asla işlememektedir. İşte kim daimî zikre ulaşmadan evvel zikri günün yarısını aştıktan sonra -her gün 12 saatten daha fazla namaz kıldıktan, kılmaya başladıktan bir süre sonra- bir ağır imtihan geçirecektir, hayatî bir tehlike. Allahû Tealâ böyle bir imtihandan geçirir kulunu ve o kişi bundan sonra fizik vücudunu Allah’a teslim edecektir.
Gördük ki fizik vücudumuzun teslimi üzerimize farz. Fizik vücudun teslimi nefsin teslimiyle bir değildir. Fizik vücudun tesliminde kalp gözü açılabilir de açılmayabilir de. Kalp kulağı açılabilir de açılmayabilir de. Kimin fizik vücudun tesliminde kalp gözü ve kalp kulağı açılmışsa veya daha evvel kalp gözü ve kalp kulağı açılmışsa, o kişi Allahû Tealâ’nın dostları arasındadır ve o kişi kalp gözü açık olan ve kalp kulağı açık olan insanlardan kabul edilir. Ama bu onu daimî zikre ulaşmadan evvel ayn’el yakîn’in sahibi kılamaz.
Fizik vücudun teslimi ilm’el yakîn’in bittiği yerle ayn’el yakîn’in başladığı yer arasında bir köprüdedir. İlm’el yakîn 21. basamakta sona erer. Kim ruhunu Allah’a ulaştırmışsa o, ilm’el yakîn’i tamamlamıştır. Bundan sonra ayn’el yakîn başlamıyor. 22., 23., 24. ve 25. basamaklar ayn’el yakîn’in dışındadır; ayn’el yakîn’le ilm’el yakîn arasında bir köprüdür. Bu noktadaki kişilerden yani ruhunu Allah’a teslim eden, sonra Allah’ın katında bir taht alıp da beka makamının sahibi olan, sonra günün yarısından daha fazla zikrederek zahid olan kişi fizik vücudunu Allah’a teslim ettiği zaman “muhsin” adını alır. Nisâ Suresinin 125. âyet-i kerimesi gereğince “muhsin” adını alır. Böyle bir insan ariftir. Eğer kalp gözü açılmışsa, kalp kulağı açılmışsa ariftir ama daimî zikirde değildir. Yani ayn’el yakîn’e ulaşmamıştır. Peki, bu kişi ayn’el yakîn’e ulaşsaydı ne olacaktı? Kalp gözü ve kalp kulağı gene mutlaka açılacaktı. Bunun ötesinde daimî zikrin sahibi olacaktı. En önemli faktör, ayn’el yakîn’in en önemli faktörü daimî zikrin sahibi olmaktır. Öyleyse bu kişi daimî zikrin sahibidir. Bu sebeple nefsinin kalbinde hiç afet kalmamış olacaktır. Oysaki fizik vücudun tesliminde o kişinin nefsinin kalbinde, fizik vücudun teslimi devam ettiği sürece mutlaka afetler vardır. Fizik vücudun teslimi kişiyi daimî zikre ulaştırır. Daimî zikre ulaşana kadar o kişi fizik vücudun teslimindedir. Ama daimî zikirde nasıl bir insan Allah’ın bütün emirlerini yerine getiriyorsa, fizik vücudunu Allah’a teslim eden kişi de aynı standartlarda Allah’ın bütün emirlerini yerine getirir. Fizik vücudunu teslim eden kişi nasıl Allah’ın yasak ettiği hiçbir fiili işlemiyorsa nefsini Allah’a teslim eden kişi nasıl, nefsini Allah’a teslim ettikten sonra nasıl hiç Allah’ın yasak ettiği hiçbir fiili işlemiyorsa, emrettiği herhangi bir şeyi yapmamazlık etmiyorsa fizik vücudunu Allah’a teslim eden kişi de aynı standartlardadır. Allah’ın bütün emirlerini yerine getirir, yasak ettiği hiçbir fiili işlemez. Ama daimî zikirde değildir. Fizik vücudun tatbikatı nefs tezkiyesini, nefs tasfiyesini gerçekleştiren bir insanın fizik vücudunun tatbikatı gibidir. Allah’ın hiçbir yasak ettiği fiili işlemez, Allah’ın emrettiği her şeyi mutlaka gerçekleştirir.
Burada bir yere varıyoruz sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, oraya dikkatle bakın. Allahû Tealâ’nın dizaynında hepinizin bir yeri var. O yer, Allahû Tealâ’nın dizaynı içerisinde sizin için son derece önemlidir. Neye lâyıksanız sadece onun karşılığını Allah’tan alırsınız. Yerinizi o tayin eder.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, kişisel davranış biçimleri itibarıyla fizik vücudunu teslim eden bir insanla, nefsini teslim eden bir insan arasında bir farklılık yoktur. Her ikisi de Allah’ın bütün emirlerini yerine getirirler, yasak ettiği hiçbir fiili işlemezler. Eğer fizik vücudunu teslim ettiği zaman, Allahû Tealâ kişinin (veya daha evvel) kalp gözünü ve kalp kulağını açmışsa o kişi ârif adını alır. İrfan sahibidir. Kalp gözü ve kalp kulağı açılmıştır ama daimî zikrin sahibi değildir.
İşte bu fizik vücudun teslimi müessesesi, nefsin kalbindeki %81 nur birikimiyle başlar. Ve %100’e gidene kadar kişi hep fizik vücudun teslimindedir. Fizik vücudunu teslim etmiş bir kişidir ama henüz nefsini teslim etmemiştir. İlm’el yakîn’i aşmıştır ama henüz ayn’el yakîn’e ulaşamamıştır. Ayn’el yakîn’in gerektirdiği 7 tane vasfın sahibi değildir. Bunlardan sadece 2 tanesine sahiptir; kalp gözü açıktır, kalp kulağı açıktır. Öyleyse fizik vücudunu Allah’a teslim eden bir kişinin davranış biçimleriyle nefsini Allah’a teslim eden bir kişinin davranış biçimleri arasında farklılık yoktur. Her ikisi de Allah’ın bütün emirlerini yerine getirirler, yasaklardan hiç birini işlemezler. Ama o kişiyle Allah’ın ni’metleri açısından farklı bir konumdadırlar. Fizik vücut teslimini yapan kişi, nefs teslimi yaptığı noktaya ulaşıncaya kadar Allahû Tealâ onun kalp gözünü ve kalp kulağını açabilir. Açarsa o kişi ârif olur ama ayn’el yakîn’in sahibi olmaz. Öyleyse farklılıklara bakalım: Ayn’el yakînin sahibi olan kişi; birinci özelliği daimî zikrin sahibidir. Fizik vücudunu teslim eden kişi daimî zikrin sahibi değildir. Daimî zikrin sahibi olmak için şartların hepsini hazırlamıştır ama henüz oraya ulaşmamıştır.
Demek ki nefsini Allah’a teslim edecek olan kişi (ulûl’elbab olan kişi), farklı vasıfların sahibidir. Bunlardan birinci farklılık: O kişi (ulûl’elbab olan kişi) daimî zikrin sahibidir. Bunun tabii neticesi olarak nefsinin kalbinde hiç afet kalmamıştır. Oysaki fizik vücudumuzun tesliminde var olduğumuz sürece, nefsimizin kalbinde %19 afet var ve bunlar adım adım azalıyor. Daimî zikre yaklaştıkça nefsimizin kalbindeki afetler azalacaktır, azalacaktır. Daimî zikre yaklaştığımız zaman durumumuz nerede farklı olacaktır? Daimî zikirden evvel, zikir yaptığımız zaman şu olay cereyan eder: Zikir yaptığımız zaman Allah’tan gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât nurları rabbanî kapıdan girerler, zülmanî kapıya kadar inerler ve zülmanî kapının üzerindeki mührü kapatırlar, mühürlerler. Ve zikir boyunca şeytanın karanlıkları (ayaklardan yukarıya doğru çıkan, kalbe kadar ulaşan zülmanî karanlıklar), nefsin kalbine giremezler. Çünkü nefsin kalbinin üzeri yukarıdan aşağı inen mühürle mühürlenmiştir. Bu mührün üzerine rahmetin, fazlın ve salâvâtın baskısı devam ettiği sürece mühür oradan kımıldayamaz. Kımıldayamadığı için de karanlıklar nefsin kalbine giremez. Kişinin, fizik vücudunu teslim eden kişinin zikir yapmadığı devrelerde zikir yapmadığı için kalbe rahmet, fazl, salâvât nurları giremeyecektir, giremediği için karanlıklar oradaki mührü yukarıya doğru itecektir, kalbi yeniden işgal edeceklerdir. Kalbin ne kadarını işgal edeceklerdir? Bu noktadaki işgal, fizik vücudun tesliminden sonra %19’u aşamaz, %19’dan giderek daha aşağı düşecektir kalbi işgal etmeleri. Ama kişi daimî zikre ulaştığı zaman mühür aşağı inmiştir, zülmanî kapıyı kapatmıştır. Kişi daimî zikirde olduğu için de hiçbir zaman mührün üzerine Allah’ın rahmetinin ve fazlının, rahmetinin ve salâvâtının baskısı azalmayacaktır. Azalmadığı cihetle o kişi daimî zikrin sahibidir ve ayn’el yakîn’in sahibi olmuştur.
Öyleyse fizik vücudun sahibi olanda olmayan özellikler burada tahakkuk eder.
O kişi (1), daimî zikrin sahibidir.
2- Bu sebeple nefsinin kalbinde hiç afet kalmamıştır (2).
3. ve 4. özellikler: Kalp gözünün açılması, kalp kulağının açılması. Fizik vücudun tesliminde de gerçekleşebilir, gerçekleşmeyebilir de. Ama daimî zikre ulaşan kişinin kesin alâmetidir kalp gözünün ve kalp kulağının açık oluşu.
Yeter mi? Hayır. Bu 4 tane vasıf şartı ona 3 de sonuç şartı kazandırmıştır:
*O kişi ehl-i tezekkür olmuştur; Allah’ın söylediklerini işitmektedir.
*Ehl-i hayır olmuştur. Daimî zikri olduğu için, her an derecat kazanan birisi olduğu için her an hayır kazanmaktadır.
*Ve üçüncü faktör: O kişi ehl-i hüküm olmuştur, hikmet ehli olmuştur. Fiziğin ötesindeki şeyleri Allah’tan sorup öğrenecektir. Kur’ân-ı Kerim’deki âyetlere baktığı zaman o âyetin hangi kademeye olduğunu, hangi kademeye ait olduğunu bulmaya başlayacaktır.
Böylece sevgili kardeşlerim, ilm’el yakîn, ayn’el yakîn’e dönüşür daimî zikirde. İşte fizik vücudun teslimi ilm’el yakînle ayn’el yakîn arasında bir köprüdür. Bu köprüden geçen insanlar iki vasıfta da olabilirler; ârif olabilirler ama olmayabilirler de. Olmadan da daimî zikre ulaşabilirler. O zaman zaten kalp gözleri ve kalp kulakları daimî zikirle otomatik olarak açılacaktır, 7 vasfın sahibi olacaklardır. Fizik vücudun teslimine sahip olan kişi bu 7 vasıftan 2 tanesine ya sahip olur ya da onlara da sahip olamaz. Ama fizik vücudunu Allah’a teslim eden kişi, Allah’ın bütün emirlerini mutlaka yerine getiren, yasak ettiği fiilleri asla işlemeyen hüviyette olan bir kişidir. Bu açıdan fizik vücudun teslimini gerçekleştiren kişinin ulûl’elbab noktasında olan veya ihlâs noktasında olan bir kişiden farkı yoktur. Onlar da -o da- Allah’ın bütün emirlerini yerine getirirler, yasak ettiği hiçbir fiili işlemezler.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, gördünüz ki fizik vücudumuzun teslimi üzerimize Allahû Tealâ tarafından farz kılınmış. Ama çoktan her şey unutulmuş. Bütün sahâbe fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişlerdi. Diyor ki Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinin 20. âyet-i kerimesinde:
3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebeani, ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâgu, vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: “Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik.” O kitab verilenlere ve ümmîlere: “Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?” de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.
“Habîbim! O ümmîlere ve kitap sahiplerine de ki: Ben ve bana tâbî olanlar, biz hepimiz vechimizi Allah’a teslim ettik. Sor bakalım o ümmîlere ve kitap sahiplerine, onların arasında da vechlerini Allah’a teslim edenler var mı? Eğer varsa muhakkak ki onlar (o vechlerini Allah’a teslim edenler), muhakkak ki daha evvel hidayete ermişlerdir.”
Önce hidayete erilir; ruh Allah’a teslim olur. Bu birinci, ruhun teslimini gerçekleştirmek birinci teslimi gerçekleştirmek mânâsına gelir.
Öyleyse unutmayın sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, bundan 14 asır evvel bütün sahâbe fizik vücudunu Allah’a teslim etmişti. Zamanımızda mı? Bırakınız insanların Allah’a fizik vücutlarını teslim etmelerini, kavram unutulmuş. “Vechin teslimi mi? O da ne demek?” diyor insanlar, “Biz hiç böyle bir şey öğrenmedik üniversitelerimizde.” Elbette öğrenmezsiniz. Üniversitelerinizde bu öğretilmiyor. Bu, Allah’ın Üniversitesi’nde öğretilir.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ’nın hepinizi fizik vücudun teslimine ulaştırmasını, daha sonra nefsin teslimine ulaştırmasını, daha sonra iradenin teslimine ulaştırmasını ve cennetin ve dünyanın bütün mutluluklarını bütünüyle Allahû Tealâ’nın sizlere yaşatmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.
Allah hepinizden razı olsun.
Esselâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhu.
İmam İskender Ali M İ H R