}
Aktüel Bilim Konulu Sualler 24.05.2004
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 107994


SOHBETİN ADI: AKTUEL BİLİM KONULU SUALLER

SOHBETİN TARİHİ: 24.05.2004

 

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.

 

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde sizlerle birlikteyiz. Bu bir aktüel bilim sualler ve cevaplar faslı olacak. Her zaman Allah’ı zikrederek yapalım bütün derslerimizi. Yani içimizdeki sessiz ses, hep Allah’ı kalbinizin her çift atışında tekrar etmeli. Ve inşaallah konumuza giriyoruz.

 

İlk sual, Dr. Abdulcabbar’dan geliyor. Diyor ki:

 

SORU: “Canlı cansız her şey atomlardan meydana gelir. En basit hidrojen atomu çekirdekte bir proton ve çekirdeğin etrafındaki yörüngede dönen bir elektrondan oluşur. Bir atomun çekirdeğinde bulunan proton sayısı o atomun türünü belirler. Örneğin: Bir proton olan atoma; Hidrojen atomu (H2), 2 proton olan atoma; Helyum atomu (He) ya da 26 proton olan atoma Demir atomu (Fe) adı verilir. Burada bu elementlerin her birisinde proton sayısıyla eş değer sayıda nötron söz konusudur. Çünkü her an protonlar nötrona, nötronlar protona dönmektedir. Ve eşitlik sağlanamazsa zaten denge oluşmaz. Işınım olur. Çözülme söz konusudur. Diğer tüm elementler için de aynı durum geçerlidir.Atomun çekirdeğinde bulunan protonlar pozitif (+), etrafında dönen elektronlar ise negatif (-) elektrik yüküne sahiptir.”

(Evet.)

“Proton ve elektronun sahip oldukları bu zıt elektrik yükü sebebiyle aralarında bir çekim oluşmasını sağlar. Bu çekim, elektronları atom çekirdeğinin çevresindeki elektrik yörüngelerde tutar. İşte zıt elektrik yüklü proton ve elektronları birbirine bağlayan bu kuvvete elektromanyetik kuvvet adı verilir. Atom çekirdeği etrafındaki elektron yörüngelerinin özellikleri atomların kendi aralarında ne tür bağlar yaparak ne tür moleküller oluşturabileceklerini belirler. Kâinattaki 4 temel gruptan biri olan elektromanyetik kuvvetin değeri küçük olsaydı; az miktarda elektron, çekirdeğin etrafındaki yörüngelerde tutunabilirdi. Büyük olsaydı; o zaman da hiçbir atom diğerleriyle birleşmek üzere yörüngesini paylaşamazdı. Her iki durumda da canlılık için gerekli olan moleküller oluşamazlardı.”

CEVAP: Bir defa daha okuyalım: “Atomların kendi aralarında ne tür bağlar yaparak ne tür moleküller oluşturabileceklerini belirler.” diyor. Atom çekirdeği etrafındaki elektron yörüngelerinin özellikleri.

“Kâinattaki 4 temel kuvvetten olan biri olan elektromanyetik kuvvetin değeri küçük olsaydı; az miktarda elektron çekirdeğin etrafındaki yörüngelerde tutunabilirdi. Değeri yetersiz olduğu için çok yörüngeli bir atom oluşması, 26 proton olan bir sistem oluşması mümkün olmazdı. Eğer büyük olsaydı; o zaman da hiçbir atom diğerleriyle birleşmek üzere yörüngesini paylaşamazdı.”

 

Allahû Tealâ İsrâ-44’de diyor ki:

 

17/İSRÂ-44: Tusebbihu lehus semâvâtus seb’u vel ardu ve men fîhinne, ve in min şey’in illâ yusebbihu bi hamdihî ve lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum, innehu kâne halîmen gafûrâ(gafûran).

7 kat gökler ve yeryüzü ve onlarda bulunanlar, O’nu (Allah’ı) tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen bir şey yoktur. Ve fakat onların tesbihlerini siz fıkıh edemezsiniz (anlayamazsınız, idrak edemezsiniz). Muhakkak ki O; Halim’dir, Gafûr’dur (mağfiret edendir).

tusebbihu.”

“7 kat gökler ve yeryüzü ve onlarda bulunanlar (göklerde, yerde ve 7 kat göklerin her birinde bulunanlar), O’nu (Allah’ı) tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen bir şey yoktur. Ve fakat onların tesbihlerini siz fıkıh edemezsiniz (anlayamazsınız, idrak edemezsiniz). Muhakkak ki O; Hakim’dir, Gafûr’dur (Hikmet sahibidir ve mağfiret edendir).

 

Burada AllahûTealâ açık bir şekilde: “Var olan her şey, Allah’ı tesbih etmektedir.” diyor. Ne demek bu? Elektronlar kendi etrafında dönerken bir ses çıkartırlar. Nasıl bir düdüğe üfürdüğünüz zaman bir ses çıkıyorsa sevgili kardeşlerim, bu ses kim üfürürse üfürsün, aynı ses ise elektronlar da devamlı hareket halindedirler ve bir ses çıkartırlar. Her dönüşlerinde aynı sesin tekrarı söz konusudur. Aynı frekansta aynı ses. Bu onların dillerinde “Allah” kelimesidir. Allah’ı tesbih ederler.

 

Niçin zikrederler demiyor Allah? Çünkü zikirde kişisel irade söz konusudur. Oysaki elektronların dönüşümü kendilerine ait değildir. Onlara ardarda gelen nötrinolar devamlı olarak elektronları döndürmeye gelirler. Her nötrino ayrıldıktan sonra yeni birisi gelecektir. Yeniden elektrona ulaşacaktır. Dönüş devrinin hızını elektrona vererek, o da ayrılacaktır. Arkasından bir tane daha gelecektir. Böylece devamlı olarak elektronlar döndürülürler. Her dönüşlerinde sesi tekrar ettikleri için ve bu döndürülüş kendi iradeleriyle olmadığı için başka bir irade tarafından döndürüldükleri için Allah’ın adını tekrar etmeleri kendi iradeleriyle olmuyor. Bu sebeple bunun adı zikir olamaz. Zikirde kişisel iradeyle Allah’ın İsmi’nin tekrarı söz konusudur. Burada da Allah’ın İsmi’nin tekrarı var; ama iradî yapı yok. Bunun için buna Allahû Tealâ zikir demiyor, “tesbih” diyor.

 

Şimdi Cabbar soruyor:

 

“Atomların sistemli ve kusursuz davranmasında kâinattaki 4 temel kuvvet arasındaki muhteşem dengenin sağlanmasında Allah’ı tesbih etmenin kesin rolü vardır diyebilir miyiz?”

 

Allah’ın İsmi’ni tesbih etmek; Allah’ın İsmi’ni tekrar etmek muhakkak ki kesin bir rol oynuyor. Ve sistem budur. Devamlı olarak Allah’ın İsmi her zerre tarafından tekrarlanır. Yani siz isterseniz sesli zikir yapın, isterseniz sessiz zikir yapın, isterseniz irşada ulaşıp zikriniz tesbihe çevrilsin iradeniz devreden çıkacağı için; hangisinde olursanız olun vücudunuzdaki bütün atomlar şu anda ve o zaman hep Allah’ı tesbih etmeye devam edecektir. Öyleyse her zerreniz şu anda Allah’ı tesbih ediyor sevgili kardeşlerim.

Allah razı olsun.

 

Dr. S. Demirci, diyor ki:

 

SORU: “Amerika ve Kanadalı araştırmacılar yaptıkları bir ortak çalışmada portakal ve mandalina gibi turunçgillerin kabuğunda bulunan bir maddenin kolesterolü düşürdüğünü bulmuşlar. Kolesterol, kötü kolesterol olarak bilinen LDL ve iyi kolesterol olarak bilinen HDL olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır.” (LDL ve HDL.)


“LDL kolesterol damar sertliğine yol açmakta ve bunun sonucunda yüksek tansiyon, kalp krizi gibi hastalıklar gelişmektedir. HDL kolesterol ise kanda LDL kolesterolün seviyesini düşürmektedir. Egzersizle HDL seviyesini artırmak mümkün olmaktadır. Erken safhalarda yüksek LDL diyet ve egzersizle düşürülebilmektedir. Ancak yüksek seviyelerde ilaç kullanmak gerekmektedir. Tabi ki her ilacın olduğu gibi kolesterol düşürücü ilaçların da yan etkileri bulunmaktadır. Bu araştırmacılar, turunçgillerin kabuğunda bulunan “polimetoksilatet flemonlar”  denen maddelerin laboratuvarda yapılan denemeler sonucunda önemli derecede LDL kolesterolünü düşürdüğü fakat iyi kolesterol HDL’yi etkilemediklerini gözlemişler. Bu maddelerin daha çok turunçgillerin kabuklarında bulundukları, suların da ise az olduğunu bildirmişler. Ayrıca bu maddelerin kanser, kalp hastalıkları ve iltihabi durumlarda da faydalı olduklarına dair araştırmalar olduğunu söyleyen araştırmacılar, bu doğal ilaçların etki mekanizmalarının anlaşılmasıyla pek çok hastalıkların ilaçların sebep olduğu yan etkiler görülmeden tedavi edilebileceğini bildirmişler. Bu konudaki görüşlerinizi açıklar mısınız?” diyor.

 

CEVAP: Sevgili kardeşlerim, muhakkak ki AllahûTealâ ne kadar hastalık vücuda getirmişse, vaaz etmişse o kadar da tedavi vasıtası mutlaka koymuştur. Yani her hastalığın tedavisi kimbilir kaç ayrı bitkide veya canlıda mevcuttur.


Öyleyse biz insanlar bilemeyiz. 40 bin çeşitten fazla ottan bahsediliyor. Böyle bir muhtevada Allahû Tealâ’nın neyi niçin yarattığı, insanlar tarafından tam olarak bilinemez. Ama asırlar boyunca insanlar bir takım şeylerin şifa verdiğinin farkındalar.

 

Sevgili kardeşlerim, o zaman böyle bir dizaynda önemli olan Allah’ın neyi, neyin çaresi olarak vücuda getirdiğini bilmek önemli. Ve aslında kanser de AİDS de dâhil bütün hastalıkların tedavisi için şu 40 bin tane otun arasında mutlaka bir faydalısı, belki 8-10 tane faydalısı, belki daha fazla sayıda faydalısı vardır. Ama Allahû Tealâ her şeyini yaratır ve insanların emrine sunar. Bulmak insanların işidir. Araştırmalar da onun için yapılıyor. Tabiî en güzel tedavi bu bitkisel ilâçlarla bitkisel tedavidir; otlarla, meyvelerle, sebzelerle yapılan tedavidir. Öyleyse bu da ilginç bir şey.


Belki mandalina kabuğu kolayca yenebilir ama portakalın kabuğunu yemek biraz zor bir iştir. Onun için atalarımız öteden beri portakalın da reçelini yapmışlar, reçel veya komposto olarak. Portakal kabuğu demek ki kolesterollü hastalar tarafından mutlaka sık sık kullanılmalı. Yani bu düşman kolesterolü olanlardan bahsediyoruz. Bunun dışında egzersizler de bunların en iyisinin yürüme olduğu söyleniyor, çok faydalı gelecektir diye düşünüyoruz. Ve egzersizlerin bütün vücudu çalıştıracak olanı ise yüzmedir.


Turunçgillerin kabuklarında bulunan bu madde, gerçekten bu düşman kolesterolün düşmesinde önemli bir etken olduğu anlaşılıyor. Demek ki ilaçlar yerine bu nesnelerin kabuklarını kullanabiliriz. Ama burada başka bir düşmanla karşı karşıyayız. Bunlar organik yiyecekler olmalı. Yani üzerlerinde hiçbir ilaç olmamalı. Çünkü biliyorsunuz ki her tarafta zararlılarla yapılan mücâdelelerde ilaçlar kullanılıyor. Bu ilaçlar meyvelerin ve bitkilerin üzerine sıkılıyor. Ve onlar temizlenmeden yenilecek olan bir portakal kabuğu da oradaki toksinleri vücudumuza otomatik olarak yerleştirebilir. Onun için bu konularda gerekli dikkatin sarf edilmesi suretiyle en iyiye yönelmek söz konusu diye düşünüyoruz.

 

Üçüncü sual, Ş. D’den geliyor. Diyor ki kardeşimiz:

 

SORU: “Bugün yabancı devletlere bakıldığında fizik ilmiyle uğraşanlar, bu konunun felsefi boyutuyla da yani dînsel boyutuyla da alâkadar olmaktalar. Felsefi olarak örneğin kuantum felsefesi gibi makaleler ve tezler sunabilmekteler. Fakat ülkemizde bulunan fizikçiler, bugün için konunun dînsel boyutuna girememekteler. Hamdolsun Zat-ı âlinizden Allah’ın gerçeklerini öğrenen, öğrenmeye devam eden ülkemizdeki bir grup fizikçi konunun yerli yerine oturması ve uygulama safhasına geçmesi için inşaallah müsaadenizle,” diyor kardeşimiz, “genel olarak ne gibi bir faaliyet içerisinde olmaları gerekmektedir?”

 

CEVAP: Biz insanlığa hizmet için varız sevgili kardeşlerim; şu fizik âlemine Allah’ın hakikatlerini ulaştırmakla. Türkiye bir dünya lideri olabilir. O zaman fizik ilminden muradımız, özellikle nükleer fizik. Çünkü gelecek nükleer fizikte. Yani görünen fiziğin görünen ve görünmeyen yönleri. İki âleme ait olan yönleri. Her elektronun mutlaka bir karşıt elektronla birlikte olması gibi ara kanunlar insanlar tarafından bilinmediği için hep gözlemler yapılıyor. Ve gözlemlerde de çok şeyler gözden kaçıyor. Kanun bilinmediği için hükme varmak da çok zor oluyor. Oysaki hamdolsun ki Allah bize kanunları öğretti; nükleer fiziğin kanunlarını.


Öyleyse nedir kanunlar, temel kanunlar? Bütün elektronlar, karşıt elektronların 2 katı devir sayısının ve 2 katı ağırlığın sahibidir.Bütün karşıt elektronlar hem elektronun yarısı kadar ağırlığın sahibidir hem de eksi ağırlığın sahibidir. Elektron devir sayısı da karşıt elektron devir sayısı da artırılabilir. Bu artırma sırasında karşıt elektronun devir sayısı daha hızlı artacağı için ikisinin elektron ve karşıt elektron devir hızı aynı noktaya ulaştığında, bir elektron ve bir karşıt elektron birleşerek bir fotonu oluştururlar. Bütün fotonlar saniyede 300 bin km hızla hareket halindedir. Ve fotonlar görünür parçacıklardır, özellikle ışık saçtıkları için. Ama bunun daha ötesi var. Ne zaman karşıt elektronun devir sayısı elektron devir sayısını aşarsa o sistem görünmez olur. Yetmez, hızı ışık hızının ötesine geçer. Bunlar nükleer fiziğin temel kanunları. Bunları herkese öğretmelisiniz.


Allah’ın bize bildirdiklerini sadece biz öğrenelim diye vermediği kesindir. Herkesin istifadesine sunmakta fayda var. Ama bizim ülkemizde bu konuda devamlı bir engelleme söz konusuydu çok yakın bir tarihe kadar. Ama TÜBİTAK’ın başındaki kişi değiştirilmiş. Artık bu ilim konusundaki yobazlık sona ermiştir diye düşünüyoruz. Ve çok faydalı olacağı kanısındayız.

 

İstanbul’dan A. Ö. diyor ki:

 

SORU: Elektronların kütleleri bakımından eşit olduklarını düşünürsek aralarında bir gravitasyon çekimi oluşamaz. Enerji yüklerinin de eksi (-) olması hasebiyle aralarında bir manyetik çekim de oluşamaz. Bu sonuca göre kuarkları ve protonları oluşturan elektronlar nasıl bir arada duruyorlar?

 

CEVAP: Elektronların kütleleri bakımından eşit olması elektronların eşitliğini ifade eder. Ama elektronlar yalnız değillerdir, karşıt elektronlarla birliktedirler. Aynı sayıda ne kadar elektron varsa bir hidrojen atomu içinde; 3676 bir hidrojen atomu; 3676 tane elektronla 3676 tane karşıt elektrondan oluşur. Bunların 3676 karşıt elektronla 3675 elektronu merkezdeki protonu oluşturur. Hidrojen atomunda çevrede de sadece 1 elektron döner. Denge hiç bozulmaz. Pozitif ve negatif devresi mutlaktır.

 

Şimdi kardeşimiz diyor ki: “Elektronların yükleri eksi (-), elektronların kütleleri eşit, aralarında bir gravitasyon çekimi olamaz.” diyor.

 

Zaten mikro âlemde gravitasyonun hükmü yoktur. Mikro âlemde sadece manyetik alan geçerlidir.

 

“Aralarında bir manyetik çekim de oluşamaz.” diyor kardeşimiz, “Bu sonuca göre kuarkları ve protonları oluşturan elektronlar nasıl bir arada duruyorlar?”

 

Elektronlarla karşıt elektronlar arasında bir ilişki var. Elektronlarla karşıt elektronlar ters elektrik yükü sahibi oldukları için elektronlar artı (+) elektrik yükü, karşıt elektronlar eksi (-) elektrik yükü taşırlar. Bunların bir araya gelmesiyle bir atomun protonu oluşur. Her protonun içinde 2 tane kuark, 2 tane de karşıt kuark var. 2 kuark, 2 grup elektrondan oluşur. 1838 tane elektronla 1. kuark, 1837 tane elektronla 2. kuark oluşur. Tıpkı bunun gibi 1838 tane karşıt elektronla; 1838 tane karşıt elektron ters dönüşlü 2 tane karşıt kuark oluştururlar. Yani 2 kuark, 2 karşıt kuark bir hidrojen atomunun bir elektron eksiğiyle bütünüdür.

 

“Bunları bir arada tutan kuvvet nedir?” diyor kardeşimiz.

 

Elektronlarla karşıt elektronlar birbirlerini çektikleri için bir kütle oluşturuyorlar. Bu kütleler, kütlesel dayanışmada Allah’ın koyduğu kanun hâkimdir. Daima bu rakamlardaki protonlar bütün maddelerin temelini teşkil ederler. Protondaysa çekim alanı mevcuttur. Elektronlarla karşıt elektronlar birbirlerini çektikleri için oradadırlar.

 

İkinci suali:

 

SORU: Büyük patlama olduğunda maddenin henüz olmadığını, patlayıp yayılanın enerji yani nötrinolar olduklarını yani nötrinoların hedeflerine ulaştıktan sonra maddeye dönüştüklerini hamdolsun sizden öğrendik. Buna göre kıyâmette gravitasyon sonucu kâinatı oluşturan maddelerin bir araya geldiğini, yalnızca aralarındaki boşlukların yok olduğunu ve buna göre kâinatın başlangıç haline gelmediğini ve bunun kâinatın son oluşumu oluştuğunu buna göre söyleyebilir miyiz?

 

(Kıyâmette gravitasyon sonucu kâinatı oluşturan maddelerin bir araya geldiğini, yalnızca aralarındaki boşlukların yok olduğunu ve buna göre kâinatın başlangıç haline dönmediğini ve bunun kâinatın son oluşumu olduğunu söyleyebilir miyiz?)

 

CEVAP: Hayır, söyleyemeyiz. Tam aksine sonuna kadar gidecektir kıyâmet. Geriye kalan sadece cennetler ve cehennemler olacaktır. Onun dışında kâinat bütünüyle yok olacaktır. O tek noktaya dönecektir. Bu dönüş kâinatın bütünüyle yok olmasını ifade eder.

 

SORU: Her şeyin aslına rücû edeceği varsayımıyla kâinatın büyük patlama olayındaki durumuna ancak cennet ve cehennemin göklerinin çatlayacağı zaman dönebileceğini söyleyebilir miyiz?

 

CEVAP: Evet, eksik olan sadece onlar kalacak. Nihai neticeye ulaşma konusunda eksik olan sadece onlar olacak. Ve Allahû Tealâ, cennet ve cehennemi yok etmek istediği zaman onları da enerjiye çevirecek. Ve enerjiyi nasıl baştan yaratmışsa o şekilde yok edecek.

 

Üçüncü suali:

 

SORU: Televizyonda izlediğim genetik klonlamayla ilgili belgesel programda bir bilim adamının şöyle bir açıklaması oldu: “İlk klonlanan ‘Done’ isimli koyunun görülür bir sebep olmaksızın ölümü sonucu yaptığımız araştırmada şunu tespit ettik: Koyun Done, 6 yaşında öldü. Annesi klonlandığında 6 yaşındaydı. Koyunların 12 yıl yaşadıklarını dikkate alınca şu sonucu tespit ettik: Klonlanma sırasında kromozom yapısı içindeki biyolojik bir saati de kopyalıyoruz. Bu saat o canlının ne kadar yaşayacağını belirleyen, henüz dışardan müdahale edemediğimiz bir sistemi oluşturuyor. Koyun Done kopyalandığında, hayata 6 yaşında başlamış oldu. Yani koyun Done öldüğünde göre biyolojik saati 12 yaşındaydı. Bu sorunu aşmak şu anda imkânsız. Araştırmalarımız devam ediyor.” dedi.

 

CEVAP: Evet, bir yapımız içerisinde mutlaka bu biyolojik saat var hücrelerimizde. Allahû Tealâ, herkesin hayatını bir standart içine koymuş. Öldüren ve canlandıran Allah’tır. O biyolojik saat neyi vurgularsa o zaman öleceğiz. Allahû Tealâ, bütün insanların geleceğini bilir. Ve herkese göre bir ömür biçilmiştir. O ömür tamamlandığında insanoğlu ister bir başkası tarafından öldürülsün, ister bir kaza sonucu ölsün, isterse hasta yatağında ölsün netice değişmez. O vakit gelince kişi mutlaka ölecektir.


Klonlamaya gelince, bunun yanlış bir uygulama olduğu kanısındayız. Allah’ın kanunlarına bir karşı çıkış olarak değerlendiriyoruz bunu. Burada çok problemlerle insanlar da karşılaşabilir. Bunun için insanların henüz kopyalanmasına gidilmedi. Her şeyin tabiî standardı içinde gerçekleşmesi Allah’ın temel emridir. Ve buna göre yaratmıştır insanları. Bir anne babadan bir insanın dünyaya gelmesi. Her şey seyr-i tabiisinde sona doğru yürüyecektir. Ama biz bir koyunu kopyaladığımız zaman koyunun ölmesi, o biyolojik saatin standartları içinde ölmesi söz konusudur.

 

H. G. kardeşimiz diyor ki:

 

SORU: Bir fotonun spini ile frekansı arasında bir ilişki var mıdır?

 

CEVAP: Spin ve frekans aynı şeydir. Frekans, spin sayısının adıdır.

 

İkinci suali:

 

SORU: Yerçekimi olan bir alanda bir fotonun frekansı değişir mi?

 

CEVAP: Yerçekimi kuvveti olan bir yerde, meselâ bizim dünyamızda yerçekimi var. Fotonun frekansı bellidir. Bu, burada kardeşimiz foton dediği zaman ben elektronun, elektronun cevabını verdim. Oysaki kardeşimiz fotonu soruyor.


Biliyorsunuz ki foton; eşit devir sayısında olan ve eşit ağırlıkta olan bir elektronla bir karşıt elektronun bir araya gelmesinden oluşur. Bütün gama (g) fotonları bu özelliktedir. Farklılığı nedir bunların? Elektronlar eksi ağırlığın sahibidir. Elektronlar bu âleme göre artı (+) ağırlığın sahibidir. Karşıt elektronlarsa eksi (-) ağırlığın sahibidir. Ve iki ağırlık birbirini götürdüğü için bütün fotonlar sıfır ağırlıklıdır. Ağırlıkları sıfırdır.


“Yerçekimi olan bir alanda bir fotonun frekansı değişir mi?” diye soruyor.

 

Değişmez. Yerçekimi olan alanda da yerçekimi olmayan alanda da foton aynı hızla seyreder.Ve saniyede 300 bin km hızla gidişi değişmez bir sonuçtur. Bunun mânâsı: O kendisini oluşturan elektronların ve karşıt elektronların eşitliğinin, devir sayısı eşitliğinin değişmemesidir. Öyleyse frekans hiçbir zaman değişmez bir fotonda.

 

SORU: Bir fotonun frekansıyla yerçekimi arasında bir ilişki var mıdır?

 

CEVAP: Yoktur.

 

Dördüncü suali: “Yerçekimi olan bir alanda fotonun hızı değişir mi?” şeklinde.

 

Yerçekimi olan bir alanda da yerçekimi olmayan bir alanda da foton saniyede 300 bin km hızla hareket eder. Bu değişmez.

 

5.suali, gravitondan bahsediyor kardeşimiz. “Literatürde yerçekiminden sorumlu değiş/tokuş parçacığı olarak tanımlanmaktadır. Acaba gerçekte graviton nedir?” diye soruyor.

 

Bu sualin cevabı bizde yok. 6., 7., 8., sualler de gene gravitonla ilgili. Bu konuda bir bilginin sahibi değiliz.

 

Ankara’dan O. A. kardeşimiz diyor ki:

 

SORU: Amerikalı bilim adamları şizofrenlerin beyinlerinde sesleri algılamadan sorumlu bölgede alışılmışın dışında bir etkinlik işareti saptamış. Bu sağlıklı insanlarınkinden çok farklı olduğu için güvenirli teşhis olanağı sunuyormuş. Yale Üniversitesinden Vince Calhoun’un konuyla açıklamasında: “Şizofreni en ağır psişik hastalıklardan biri. Gerçeklik kavramından uzaklaşan şizofreni hastalarının tüm kişilikleri alt üst olur. Kuruntu, halüsinasyonlar, düşünsel ve duygusal bozukluklar ve hareketlerde değişim başlıca belirtilerdir. Ancak tüm bu semptomlar, diğer psişik hastalıklarda da görüldüğü için şizofreni tanısı zordur. En sık görülen duyu yanılsamaları arasında akustik halüsinasyonlar yer alır. Yani hastalar garip sesler duyar. İşte Calhoun, bu bilgiden yola çıkarak akustik algılamadan sorumlu beyin bölgesini inceleyerek özel bir motif saptamış. Şizofreni hastalarının işlevsel manyetik rezonans görüntülerinde; işitme merkezine ait olan temporal girus bölgesinde ortaya çıkan farklı motif sayesinde bilim adamları tanımadıkları bir grup içinde hastalığı %95’lik bir doğruluk payıyla teşhis etmişler.

 

“Bu konuda ne buyurursunuz?” diyor kardeşimiz.

 

CEVAP: Bu doğru bir sonuç. Mademki beynin o bölgesi keşfedilmiş durumda. O zaman şizofrenler için tespit edilen manyetik rezonans sonucu, manyetik rezonansın görüntülerine elbette yansıyacaktır. İşitme merkezine ait olan temporal girus bölgesinde ortaya çıkan farklı motif sayesinde bilim adamları tanımadıkları bir grup içinde hastalığı %95’lik bir doğruluk payıyla tespit etmişler. %95 çok büyük bir rakam. Büyük başarı diye düşünüyoruz.


Şimdi olaya dikkatle bakalım: Şizofrenide ne var? Kuruntu var. Ne var? Halüsinasyonlar var. Ne var? Düşünsel ve duygusal bozukluklar var.  Ve hareketlerde değişim var. Ancak bu tür semptomlar diğer psişik hastalıklarda da görünüyor. Şizofreni tanısı bu sebeple zor, teşhisi zor deniyor. Ama hastalar, yani halüsinasyonu yaşayan hastalar, bu şizofrenler değişik bir ses duyduklarına göre ses duyma merkezinden yürüyelim demiş Calhoun. Bu bilgiden yola çıkmış ve akustik algılamadan sorumlu beyin bölgesini incelemiş. Ve özel bir motif sağlamış. Yani bu bölgede akustik algılamadan sorumlu beyin bölgesi incelenmiş. Şizofreni hastalarının işlevsel manyetik rezonans görüntülerinde işitme merkezine ait olan temporal girus bölgesinde ortaya çıkan farklı motif sayesinde bunu halletmişler. Ve bu motifle bir sonuca varmış kardeşlerimiz, Dr. Calhoun. Bu çok normal bir sonuç. Eğer bunu keşfetmişse o zaman %95’lik sonuç, belki de %100 olurdu.

 

İstanbul’dan F. Ç. kardeşimiz diyor ki:

 

SORU: “Pitsburg Üniversitesi Tıp Okulu bilim adamları, kök hücre tedavisinin kalp yetmezliğinde başarılı olabileceğini kanıtlamışlar. 20 hastaya kök hücresi aşılandıktan sonra hasarlı kalp bölgesinin ameliyat edilenden daha fazla kan taşıyabildiği görülmüş. Araştırmayı yöneten Robert Holmes’e göre yeni sonuçlar kalp yetmezliği tedavisinde önemli değişikliklere yol açabilecekmiş.”

 

CEVAP:Yani ne yapmışlar? Kök hücrelerini kalbe aşılamışlar. Biliyorsunuz, kök hücreleri nereye aşılanırlarsa aşılandıkları yerin hücrelerinin hüviyetine dönüşüyorlar. Ve orasını hemen onarmaya, tamir etmeye başlıyorlar. Neticede orada yeni ve taze bir doku oluşuyor. Bu doku onun kendi dokusu hüviyetinde. Mesela kalbe aşılanmışsa kalp dokusu, kola aşılanmışsa koldaki herhangi bir adaleye, nereye aşılanmışsa onun dokusu her açıdan aynı sonuç. Kök hücreleri, zamanımızdaki en büyük buluşlardan bir tanesi sevgili kardeşlerim.


“20 hastaya kök hücresi aşılandıktan sonra hasarlı kalp bölgesinin ameliyat edilenden daha dazla kan taşıyabildiği görülmüş.”

 

Yani bu kişi ameliyat edilseymiş bile ameliyat edildikten sonra elde edilecek neticeden daha fazla kan taşıyabilecek bir duruma kök hücresi aşılamak, kalbi ulaştırıyor.

“Yeni sonuçlar kalp yetmezliği tedavisinde önemli değişikliklere yol açabilecekmiş. Yetişkin kök hücrelerinin kalp kaslarını destekleyerek damarları büyütebilecekleri, gerçi daha önceki çalışmalarla da ortaya çıkmışsa da son araştırma yöntemin pratikte uygulanabilir olmasını kanıtlaması açısından önem taşımaktadır. Araştırma çerçevesinde bypass ameliyatı geçiren hastaların bir kısmına kalça kemiğinden alınan 2 farklı türde kök hücresi, hasarlı kalbin 25-30 bölgesine aşılanmış. Kalbin bir yerine değil, kalbin 25-30 bölgesine, kalbi coğrafya gibi ayırmışlar ve ayrı ayrı bölgelerine 25-30 bölgesine aşılanmış. 6 ay sonra bu hastaların kalbindeki kan aktarımı %46.1 oranında iyileşirken, kök hücre tedavisi görmeyenlerde bu oran %37.2’de kalmış.”

Yani bunlar, bu insanlar kök hücre tedavisi görmemişler ama kalp ameliyatı olmuşlar. Kalp ameliyatı da artırmış ama oran %37.2’de kalmış. Araştırmacılar kök hücre tedavisinde şimdilik önemli bir yan etkisiyle karşı karşıya kalmadıklarını açıklamışlar. Ayrıca yani kök hücre tedavisine baktığımız zaman bunun son derece basit bir tedavi olduğunu ameliyata gerek kalmadığını ve ameliyat kadar risk de taşımadığını ifade etmek lâzım. Kök hücreler son derece önemli vasıtalar sağlık için. Bütün devirlerde ve çok büyük faydalar sağlayabilecek olan bir sistem. Tabiî devirler deyince geleceğe dönük olan devirlerden bahsediyoruz, geçmişten değil.


Öyleyse tıbbın geleceği organ nakli değil, kök hücre nakli suretiyle gerçekleşebilir. Bu çoktan beri bilinen bir şey, kök hücreler. Ama tatbikatı bu neticede başarılı değildi başlangıçta. Her geçen gün ilim biraz daha ilerliyor. Böyle bir konu bizi nereye ulaştırıyor sevgili kardeşlerim? Burada son derece önemli bir sonuçtan bahsediyoruz. Buradaki muhtevada 25-30 yere kök hücresi aşılandığı takdirde o kalp, ameliyat edilen bir kalpten %9 daha fazla kan toplayabiliyor. Kan toplama özelliği oluşuyor (kan aktarımı).


Sevgili kardeşlerim, Allah’ın sırları insanlar tarafından birer birer çözülüyor. İşte bu konudaki öncü mesleklerden en önde gelen tıp ilmidir. Çok şeyler bilinmiştir. Genetik kodlar, gen teknolojisi, genetik mühendisliği geleceğin ışığıdır. Sevgili kardeşlerim, böyle bir dizaynda kök hücrelerin ne kadar önem taşıdığını görüyoruz. Ama artık çok kolay bir sistemle bu hastaların ameliyatsız iyi olmaları kesinleşmiş durumda.


Ve Adana’dan E. D. kardeşimiz diyor ki:

 

SORU: Avusturyalı ve Alman bilim adamları, trans genetik kopya danaların kanından amaca uygun protein üretmeyi başarmış.

 

CEVAP: “Avusturyalı ve Alman bilim adamları, trans genetik kopya danaları…” Yani genetik olarak kopyalanmış olan danalardan bahsediliyor.

“Kanından amaca uygun proteinler üretmeye başarmış. Laboratuarda çok zor elde edilebilen protein, kanser terapisinde antikor molekülü olarak kullanılacakmış. Bu protein hangi tür bir protein ise antikor olarak kullanılabilecek özellik taşıyormuş. Tübingen Üniversitesine bağlı Hücre Biyolojisi Enstitüsü’nden Gundram Jung ve Ludger Grosse-Hovest, Münih Üniversitesi ve Viyana Veterinerlik Tıbbî Üniversitesindeki meslektaşlarıyla birlikte dananın embriyon bağ dokusu hücrelerine protein genini aşılayarak kopya tekniğiyle söz konusu proteini üreten 9 kopya inek üretmişler.”

Protein genini embriyon bağ dokusu hücrelerine aşılamışlar. Dananın embriyon bağ dokusu hücrelerine protein genini aşılayarak kopya tekniğiyle söz konusu protein üreten 9 kopya inek üretmişler.


Aslında inekler normal doğum yapıyor. Ama embriyo iken henüz embriyo halindeyken oraya, o embriyodaki bağ dokusu hücrelerine protein genini aşılıyorlar. Bu geni aşılıyorlar. Aşılayınca 9 tane kopya inek üretmişler.

“Araştırmanın amacı çift yönde uzmanlaşmış bir antikor elde etmekmiş. Çift yönlü uzmanlaşmış bir antikor. Bu tür antikorlar tümör ve bağışıklık hücresi gibi 2 farklı hücreye, hücreyle birleşerek tümöre karşı bir bağışıklık reaksiyonunu harekete geçirilebiliyorlarmış.”

Bu tür antikorlar tümör ve bağışıklık hücresi gibi 2 farklı hücreyle birleşerek hem tümörle birleşiyorlar hem de bağışıklık hücresiyle birleşiyorlar. Tümöre karşı bir bağışıklık reaksiyonunu harekete geçirilebiliyorlarmış. Yani bu antikor, tümörle bağışıklık hücresini, bağışıklık hücresini tümörle birleştirdikleri zaman, o zaman tümör istese de istemese de bağışıklık hücresine yapışmış oluyor, kaçması mümkün değil. Bağışıklık hücresi de tanıyor düşmanını ve yok ediyor.


“Tüvingen’deki ekip tarafından geliştirilen karmaşık antikor molekülü bu görevi gayet iyi yerine getirebiliyorsa da genetik değişimden geçirilen hücrelerin kültüre alınması da dâhil olmak üzere bildik yöntemlerle yeterli miktarda üretilememekteymiş. Fakat Münih ve Viyana’da trans genetik hayvanlar sayesinde başarıyla üretilen biyolojik anti tümör etki maddesi yakında hastalar üzerinde denenecekmiş.”

Gerçekten çok enteresan bir sonuç.

 

Sevgili kardeşlerim, yani öyle bir protein vücuda getirmişler ki aslında genetik bir yapı ve tabii değil. Ama bu ürettikleri nesne korkunç bir sonuç oluşturuyor. Yani tümör hücresiyle antikoru birleştirici bir sonuç. Öldürücü T lenfositlerini hücreyle birleştiriyor. Ve T lenfositi o hücreyi yok ediyor. Üstelik onu yiyerek güçleniyor. Onu yok ederek kuvvetleniyor.


Burada çok açık bir şekilde hücre teknolojisinde bir başarı saptanmış durumda. Çift yönde uzmanlaşmış bir antikor elde edilmiş. Hücreyle T lenfositini bir araya getiriyor. Yani antikoru, yani yok edici sistemi. İmmün sistemin bir askerini düşmanla bir araya getiriyor. Düşmanın onu yenebilmesi mümkün değil. Mutlaka T lenfositi hücreyi yok ediyor.


Sevgili kardeşlerim, görüyorsunuz ki tıp ilmi muhteşem bir dizayn içerisinde geleceğe doğru yürüyor. Yani belki bir süre sonra artık ameliyatlar tarihe karışabilir. Oraya sadece vücuda getirilmek istenen hücrenin aşılanması söz konusu olabilir. Ya da bu tarzda bir iletken bir dizaynla antikorlar harekete geçirilebilir. Ve de düşmanı yenmek için ilaç kullanmadan içimizde mevcut olan immün sisteminin harekete geçirilmesiyle bütün hastalıklar yenilebilir.

 

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir aktüel bilim konusundaki birlikteliğimiz burada tamamlandı. Allahû Tealâ’nın hepinizi en üst seviyede bir yerlere ulaştırmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşallah burada tamamlıyoruz.

Allah hepinizden razı olsun.

 

 

 

İmam İskender Ali M İ H R