}
Ekonomi Konulu Sualler 30.05.2004
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 108014

 


SOHBETİN ADI: EKONOMİ KONULU SUALLER
TARİHİ: 30.05.2004

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir ekonomi sualleri faslında birlikteyiz. Ülkemizin ekonomik açıdan bir durum değerlendirmesi, her hafta yaptığımız bu.

Ekonomi Konusundaki Sualler.

SORU: Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, “Ekonomi düzlüğe çıktıysa, IMF ile ne işimiz var? IMF gitsin o zaman, biz kendimiz milli politika uygulayalım.” dedi.

(Sevgili kardeşlerim, Sinan Aygün kardeşimizi her zaman takdirle yad ederiz, Ankara Ticaret Odası Başkanı. Ülkesinin meselelerine çok yakın bir perspektiften bakabilen bir değerli kardeşimiz. IMF’in Türkiye’ye bir faydası olmadığı gibi, bundan evvel çalıştığı bütün ülkelere sadece zararı dokunmuştur. 80’den fazla ülke bu IMF yüzünden çok güç durumlara düşmüştür, ekonomileri felç olmuştur. Doğrusunu isterseniz biz de çok iyi bir durumda değiliz sevgili kardeşlerim. Özellikle şu borçlar açısından bizim yüreğimiz hâlâ yaralı. IMF, Türkiye’ye bir fayda sağlamamıştır ama çok zararları olmuştur ve bu sebeple Aygün kardeşimizin, “IMF gitsin, biz kendimiz milli politika uygulayalım.” sözü bize son derece akılcı geliyor.)

Türkiye'nin 1999 yılında programa başlamadan bir hafta önceki toplam iç ve dış borcunun 145 milyar dolar olduğunu belirtmiş Aygün. (Öyle rakam. Bizde de aynı rakam var). Şunları kaydetti; bugün iç ve dış borcu 290 milyar dolara çıkmıştır. (Yani %100 bir borç büyümesi.) Amacımız, programa başlamaktan amacımız, bu borcu aşağı çekmekti. (Yani 145 milyar doları daha aşağı doğru indirmekti; 100 milyara, 50 milyara adım adım sıfıra yaklaştırmaktı.

(Ne olmuş? IMF ile bir beraberliğe girmişiz. Almışız borçları ve şu anda borcumuz 290 milyar dolar. Yani 1999’da başlayan program 2004 yılında bir miras bırakıyor. Borçlarımız %100 artmış.)

IMF programlarında sadece ve sadece mali istihdam ve bankacılık sektörü vardır.

(Burada bu ifadeyi biraz eksik buluyoruz. Ülkeyi ekonomik sömürge haline getirme gayreti de vardır. IMF’in hedefi de budur. Hangi ülkeyi borç altına sokmuşsa, burada bir tek gayesi vardır, ülkeyi ekonomik krizlerle bir ordusuz işgale ulaştırmak, ekonomik açıdan ülkeyi işgal etmek. Gayreti hep o ülkede krizleri çıkarmak ve krizlerin arkasından güç vaziyete düşen işletmelerin yabancılara satışını gerçekleştirmek. Neden güç vaziyete düşüyorlar? Finansman yapıları sarsılıyor. Borçlarını ödeyemez hale geliyorlar ekonomik durgunluk sebebiyle ve gayrimenkullerini ve hatta firmalarını satışa çıkarmak mecburiyetinde kalıyorlar. Böylece birçok Türk firması, krizde yabancıların eline geçti.)

“Gelmiş olduğumuz süreçte demek ki bu programın bize fayda sağlamadığını gördük. Geçen yıl faiz dışı fazla tuttu. Faiz dışı fazla olmasına rağmen borcumuz azalmıyor, artıyor. 2001 krizindeki borcumuz 200 milyar dolardı, şimdi 300 milyar dolara gidiyor. Yani 290 milyar. Olaya baktığımız zaman, IMF programlarıyla bir yere gidemediğimizi net olarak görüyoruz.

(Bir yere gidiyoruz Sinan kardeşimiz, bir yere gidiyoruz. Ama bu bir yer, borçlar açısından hiç güzel bir yer değil. İşte zaten problemin anası da burada. Her geçen gün borçlarımız artıyor. Artmasının sebebi son derece açık. Yüksek faizle borç almak mecburiyetinde hükümet ve elinde hiçbir imkân yok. Borcunu yeniden borç alarak ödemek mecburiyetinde. Neden? Çünkü gelirlerinin büyük kısmını borca ve faize zaten yatırmak mecburiyetinde. Masraflarını yapacak olan imkânı kalmadığı için yeniden borç almak mecburiyetinde. Bunun mânâsı; borcunu borç alarak ödemektir. Her yeni borç, faizini de beraber getirecektir. Bu da borçların sadece büyümesini sağlayacaktır. Bu olay tahakkuk etmiştir, 1999 sonundan bugüne kadar bu olay tahakkuk etmiştir. Bu iktidar da aldığı bu mirası üstlenmek mecburiyetindeydi. Çünkü neyi almışsa, sadece onun sahibi olabilir. Her yeni iktidar eski iktidardan ülkeyi devralır. Devraldığı zaman durum neyse, bu onun günahı değildir. Evvelki iktidarların neler yaptığını hepimiz çok iyi biliyoruz, ülkenin nasıl soyulduğunu vesaire).

Geçen yıl faiz dışı fazla tuttu.

(Faiz dışı fazlayı tutturmak, eğer ülkenin borcu olmasa şu kadarcık önemi olmayan bir konu. Bu korkunç borç bataklığının altına ülkenin gireceğini yıllarca önce söylemiştik sevgili kardeşlerim. En çok bizi bu üzüyor. Yani onca insana, onca yetkiliye bugünleri işaret etmemize rağmen, çok tehlikeli bir gidiş olduğunu Türkiye için, küçülen ekonomi modeliyle enflasyon önlemesinin büyük sakıncaları olduğunu belirtmemize rağmen sonuç bu oldu. Onun için bu ‘faiz dışı fazla’ kelimesi geçince bizim bütün tüylerimiz diken diken oluyor. Normal bir ekonomide hiçbir önemi olmayan bir kavram faiz dışı fazla, yani bütçede, gelirler kaleminde faizi dışarı çıkardığınız zaman geriye kalan kesim. Ne kadar korkunç bir şey biliyor musunuz sevgili kardeşlerim, bütçenin çok büyük bir kısmı sadece faize gidiyor.)

Bunu reddedenler (yani IMF ile çalışmayı reddedenler) Malezya, Güney Kore ve Rusya. IMF’i ülkelerinden kovan ülkeler rahat etmişler. Ama 89 ülke IMF ile program uygulamaktan dolayı çökmüş vaziyette.

(Rakamı görüyor musunuz sevgili kardeşlerim, 89 ülke çökmüş vaziyette. Türkiye eğer bundan evvelki iktidarların elinde kalsaydı, şu anda onlar idare etseydi ülkeyi, Türkiye de çökmüş olacaktı. Bu yeni iktidarın hüsnüniyetle bütün konuların üzerine hüsnüniyetle ve cesaretle gitmesi, borçlanma müessesesini yavaşlatamamıştır ya da sıfırlayamamıştır. Artık borç almadığımız bir güne ulaşamadık. Aksine borçlarımız devamlı yükselmekte.)

Şuna aklım ermiyor, niçin IMF Türkiye’nin ekonomisini düzeltmek istesin? Niye Türkiye’ye yardımcı olsun?

(“Herkes cebini doldurmaya bakıyor.” diyor yani netice itibariyle).

Bu konudaki sorusu kardeşimizin; Efendimiz, ülkemizde olması gereken milli ekonomi politikası ne olmalıdır?

CEVAP: Milli ekonomi politikasının temelini yatırımlar teşkil eder sevgili kardeşlerim, üretken yatırımlar. Ve bütün beklentilerimize rağmen bu konuda ciddi bir sonuç alınamadı, bir yılı aşkın süredir. Hep o Özal zamanındaki beklediğimiz yatırım politikası uygulanamadı.

“Milli ekonomi politikası ne olmalıdır?” diyor kardeşimiz.

Milli ekonomi politikası, yatırım politikası olmalıdır. Yani devletin mevcut teşvik tedbirleri yeterli değilse, bunun ötesine çok ciddi yeni teşvik tedbirleriyle ulaşması söz konusu.

Sevgili kardeşlerim, bir defa konunun temelinde, piyasaların sarsılmasında bu küçük krizlerde neyin hakim olduğuna dikkatle bakın. Ufacık bir söylenti, paranın değerinde derhal dövizlere karşı büyük sarsıntılar vücuda getiriyor. Bu neyle önlenebilir? Söylemekten dilimizde tüy bitti; altın karşılıklı parayla önlenebilir! Ve altın karşılıklı parayla tatbikata girmek, hiç zor bir konu değildir. Bugünkü iktidar sağlam bir zemin üzerinde oturmak istiyorsa, altın karşılıklı parayı mutlaka devreye sokmalıdır. Hatta hemen sokmak mecburiyetindedir. Çünkü para istikrarını koruyamadığı takdirde, çalkalanmalar devam edecektir ve iktidar, kurmuş olduğu zağlam zemini sallantılı bir zemin halinde getirecektir. Çare, hiç vakit kaybetmeden altın karşılıklı parayı vazetmektir. Sevgili kardeşlerim, hiç zor bir şey değildir. Sebepleri söyledik, neden zor olmadığını, Türkiye'nin neler kazanacağını defalarca söyledik. Bu altın karşılıklı para devreye girer girmez, ülke bankacıları akıllarını başlarına toplamalıdır. Ülkenin kurtuluşu üretken yatırımlarla mümkündür ve bankaların ekonomiyle arasındaki para nehirlerinin sadece %10'u bu ülkeyi devlet ve özel sektör toplam yatırımının 1,5 katı daha yüksek bir sadece özel sektör yatırımı noktasına ulaştırabilir. Türkiye bu imkânın sahibidir. Kimseye de muhtaç değildir. Ama bankacılarımızın bu konudaki anlayışsızlığını da bir türlü hazmedemiyoruz sevgili kardeşlerim. Bu kadar duyarsız olabilir miyiz? Bu ülkenin evlâtları bu kadar duyarsız olabilir mi? Japonların yaptığını bizim bankacılarımız neden yapamasınlar? Bu konu bizde hep efkâr uyandırıyor. Efkârlanıyoruz. Neden bizim bankacılarımız Japon bankacıları kadar vatansever olmasınlar? Neden birazcık fedakârlık edemesinler? Ne kaybederler ki sevgili kardeşlerim? Kazançları kayıplarından daha fazla olacak. Bunu kesinlikle ispat etmiş bulunuyoruz. Yani bir banka, kredi verip de kazanacağı paradan daha fazlasını kazanabilir. Yatırımlara %50 ortak olduğunu düşünün bir firmanın, üretken bir yatırıma ortak oldu; 1. O üretimin distribütör firmasına da banka ile beraber o kişiler, lokomotifi oluşturan kişiler bir distribitör firma kurdular. Banka da onun %50 ortağı. Ne oldu? Banka hem yatırımcı kuruluşun yani üretken kuruluşun kârından faydalanacaktır, hem de bu üretimin satışından doğan kârın da yarısı bankaya ait olacaktır. Bunun hesaplarını yaptık uzun uzun. Netice açık ve kesindir. Bütün bankalar kredi vererek kazandıklarından çok daha fazla para kazanabilirler, birazcık akıllarını kullanırlarsa ve bu ülke için yaşamak isterlerse. Eski bir bankacı olarak biz utanç duyuyoruz bundan. Türkiye bankacıları Japon bankacılardan daha az vatansever değildir. Böyle olmasına inanmak istiyoruz. Ama sonuç hazindir. Bankalarımız böyle bir konuya yaklaşmak istemiyorlar. Bu, gerçekten ülke adına utanılacak bir durumdur. Milli ekonomi politikası, bankacılarımızın ortak oldukları bir yatırım sürecine ülkenin süratle girmesidir.

SORU: Ülkemizin borçları neden aşağı çekilemiyor? Bu, ülkemizde uygulanmakta olan oyunun bir parçası mıdır?

CEVAP: Sevgili kardeşlerim, bunu demin anlattık. Türkiye’yi devralanlar, yani iktidar, borcuyla beraber devralmışlardır ve bütçenin kalemlerine baktığımız zaman, faiz, taksit ve masrafları bütçenin karşılayamadığını, %30 çevresinde açık verdiğini görüyoruz. Ne demek bu? Yani borçların %25'ten fazlasının dönmesi için mutlaka yeniden borç alınması gerekiyor, dönmesi için, sürdürülebilir bir statü uygulamak için mutlaka yeni borçlar alınması gerekiyor. Yeni borçlar da faizle alınıyor devlet tarafından. Bunun mânâsı, borcun azalmamasıdır, artmasıdır. İşte borç bu sebeple devamlı olarak artıyor. Bütçe açıklarına da mani olamıyoruz. Bu bir oyun değildir. Bugünkü iktidarın bir oyunun içinde bulunmasına hiçbir şekilde ihtimal vermiyoruz. Bunlar sağlam çocuklar. Bu ülke için varlar. Hangi şartlar içinde olursa olsun ülkenin kurtulması için son deme kadar gayretlerini esirgemeyecek, inançlı insanlar. Bizim onlara olan güvenimiz tamdır. Ama uygulanmakta olan oyun elbette devam ediyor ve engel olunamıyor. Borç, şeref meselesidir bir iktidar için. Bunu ödemek mecburiyetindeler ve elleri mahkûm.

SORU: Özal dönemini bizlere açıklar mısınız? O dönemin ayırt edici özelliği neydi?

CEVAP: O dönem, bir yatırım hamleleri devriydi sevgili kardeşlerim. GAP Projesi o devirde ortaya çıkmıştır. O Atatürk Barajı’nın kurulabilmesi için bizim de büyük gayretlerimiz olmuştu diye düşünüyoruz. O devirde teşvik belgeleri yeni başlıyordu. Biz de Planlama Teşkilatı’nın Teşvik ve Uygulama Dairesinde bir büyük gayretin içindeydik. Sadece ben 39 tane konferans verdim, Türkiye’de çeşitli ticaret odalarında, sanayi odalarında. Gayretimiz neydi sevgili kardeşlerim? Herkesi teşvike hazırlamaktı ve kredi almanın zannedildiği kadar zor olmadığını, yatırım projelerinin bize (Teşvik Uygulama Dairesine) geldiği takdirde eksikleri olsa da mutlaka onların düzeltilerek sonuca ulaştırılacağını söyledik. Her sanayi merkezi olan şehirde, sanayisi olan şehirde mutlaka bir konferans verdik. Sonuç mu? Sonuç çok güzeldi sevgili kardeşlerim. Büyük bir yatırım hamlesi ülkede başladı. Peki ne yapıyorduk? Yatırım projeleri bize geliyordu ve eksikler gördüğümüz an, hemen yetkiliyi çağırıyorduk, hangi şehirdeyse o kişiler derhal bize gönderiyorlardı. Biz projenin nasıl düzeltilmesi lâzımgeldiğini onlara öğretiyorduk. Belki aynı gün proje tekrar bize geri dönüyordu. Biz de ertesi gün mutlaka onu kurula sokuyorduk. Kurul, yatırımları engellemek için değil, kurul, yatırımları gerçekleştirmek için devamlı teşvik belgesi çıkartıyordu ve teşvik belgesi, orta vadeli kredinin verilmesi için temel faktörü teşkil ediyordu. O güne kadar orta vadeli krediler diye bir şey yoktu Türkiye’de. Özal devrinde başlamıştır ve önderliğinde, bu konunun ön safhasında biz vardık ve bu konuda zannediyorum 80 küsur makale yazdık Türkiye İktisat Gazetesi'nde yani Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin resmi gazetesi olan o gazetede. Her yeni şeyi mutlaka orada açıklardık, kamuoyunun gözlerinin önüne sererdik. Herkes bu ülkenin kurtulması için omuz omuza bir savaşın içine girmişti. GAP Projesi de (Güneydoğu Anadolu Projesi de) o yılların verimidir. Bugün eğer Urfa ve çevresi refaha kavuşmuşsa, orası sulanabilir bir alan olmuşsa, bunu GAP Projesi’ne borçludurlar.

Ne oldu? O yıllarda çok yüksek düzeyde bir yatırım hamlesi gerçekleşti. Türkiye bütün hayatında bir defa bunu yaşayabildi sevgili kardeşlerim. Özal gerçekten büyük güven duyduğumuz önderimizdi. Her şeyden evvel çok mütevazi bir insandı. Tevazu sahibiydi ve ülkenin menfaati için ona her şeyi kimden gelirse gelsin inceler mutlaka neticesine gitmeye çalışırdı. Herkese değer verirdi. İşte o günlerde verilen binlerce teşvik belgesinin arkasında hep krediler alındı ve işletmeler kuruldu, kuruldu, kuruldu. Türkiye çok hızlı bir kalkınma sürecini gerçekleştirdi. O, gerçek bir kalkınmaydı.

Şimdi teşvik belgeleri o eski hızlı çalışmanın mahsulü olarak görünmüyor. Bu bir şevk meselesi sevgili kardeşlerim, istek meselesi, gönül meselesi. O devrede biz bu konuda çok çalıştık. Planlama Dergisi’nde devamlı Devlet Planlama Teşkilatı’nın çıkardığı Planlama Dergisi’nde devamlı yazılar yazıyorduk ve hedefe insanları götürmek için bir büyük gayretin içindeydi bütün Teşvik Uygulama Dairesi. Başardık mı? Evet, başardık sevgili kardeşlerim. O devre, bir başka devreydi. Yatırım için herkesin gönülden seferber olduğu bir büyük gayretin içerisindeydik.

Dönemin ayırt edici özelliği, yatırımcılara büyük destek verilmesiydi. Öyleyse sevgili kardeşlerim, bugün de aynı şey yapılamaz mı? Yapılabilir. Yapmak üzere harekete geçilmiştir de. Ama başarı oranı o devirdeki gibi değil. Şunu galiba anlatamıyoruz; ülkeyi kalkındırabilecek olan şey, kapasite kullanım oranlarının yükselmesi değildir, üretken yatırımların gerçekleştirilmesidir ve bunun için buna gönül vermiş insanların bir araya gelerek çok çalışması gerekir. Biz o insanları artık göremiyoruz. Sevgili kardeşlerim, Rahmetli Özal’la Adnan Kahveci yaşayabilseydi, Türkiye altın karşılıklı parayı daha o zaman devreye sokmuş olacaktı. Böylece en ufak bir dedikoduda, en ufak bir söylentide Türk parasının birdenbire tepetaklak olması hiçbir şekilde mümkün olmayacaktı. Nasıl oluyor da bugünkü iktidara bunu anlatamıyoruz, bir türlü aklım ermiyor sevgili kardeşlerim. Bu kardeşlerimiz ne kadar hüsnüniyet sahibi, ne kadar dürüst insanlar, ne kadar Allah'a gönül vermiş insanlar, buna rağmen bunlara tesir edemiyoruz. Bu davranışlarının arkasında ne olduğunu da bilmiyoruz. Şunu düşünüyoruz ki; mutlaka bizi kötüleyen birileri vardır. Bu da bizim kaderimiz. Her devrede böyle olur.

Sevgili kardeşlerim, eğer Türkiye aklını başına toplar da altın karşılıklı paraya girerse ve şu akıllarını başlarına bir türlü toplayamayan bankacılarımız, Japon bankacıları finans sistemini kendilerine örnek alırsa, yatırım hamlesini başlatabilirsek, Türkiye o zaman bir kalkınma içine girer. Bu ülke yeniden bir şantiye devresine girer. Bu ülkeye yazık oluyor.

SORU: Faiz dışı fazla ne kadar önemlidir? Bu konu üstünde bu kadar durulmasının sebebi nedir?

CEVAP: Şu kadar, tırnağımın ucu kadar. Ama bu devrede, faizlerin ve taksitlerin neredeyse bütçeyi götürdüğü bir devrede bu korkunç bir faktör olarak çıkıyor karşımıza, bir tehdit unsuru.

“Bu konu üstünde bu kadar durulmasının sebebi nedir?”

Konunun bu devrede önem kazanmasıdır. Öyle bir ülke düşünün ki; bir devrede Türkiye'de bütçenin toplamı faiz ve borçlarını karşılayamaz duruma gelmişti. Bugünleri de yaşadık. Bu iktidardan evvelki son iktidar devresinde böyle bir olay söz konusuydu. Ülkeyi mahvetmeyi isteyenler bunu başarmışlardı. Şu anda da bu mahviyetin tamamen dışına çıkmış değiliz. Sadece dürüst insanlar var, çalışkan insanlar var, inançlı insanlar var ve sağlam kaptanların elinde gemi hedefine doğru yürüyor. Ama elleri mahkûm.

Anlatabiliyor muyum sevgili kardeşlerim, borçlarını ödemek mecburiyetinde hükümet ve ellerinde imkân yok. Mutlaka borçlarını yeniden borç alarak ödemek mecburiyetindeler ve bu, borçların büyümesini ifade eder. Peki çaresi yok mu? Var. Eğer biz bir konsorsiyuma gidebilirsek, bütün borçlarımızı bir defada ödeyebilirsek ve de 10 yıl vadeli bir borçlanma sisteminin içine girerse hükümet, o zaman küçülen borçlar mümkün olur. Küçülen borçlarsa kurtuluştur.

Sevgili kardeşlerim, reçeteler var. Ama eskilere hiç kabul ettiremediğimiz şeyleri şimdiki bakanlarımızın ağzından duyuyoruz. Meselâ bir enerji politikası, bizim size 28 yıldır verdiğimiz o hedeflere yönelik olarak yürütülüyor ve bundan tabii büyük huzur duyuyoruz. Bütün bakanların dürüst insanlar olması, üçkâğıtçıların geniş ölçüde olmasa bile, %100 olmasa bile önde görülenlerinin hepsinin bürokrat kadrodan çıkarılmış olması, bunlar önemli gelişmeler. Ahlâksızlığa, vurguna artık paydos denmesi, insanlara haram yedirmemek konusunda bütün bakanların seferber olması, bunlar bu ülkenin yüz aklarıdır.

SORU: Koç Topluluğu ile doğalgaz alanında ortaklık kuran Norveçli, Statoil’in Başkan Yardımcısı Peter Mellbye; “Türkiye'nin dışarıdan aldığı doğalgazın fazlası rahatlıkla Avrupa’ya satılabilir.” dedi. Mellbye, Koç ile kurdukları ortaklığın bir amacının bu olduğunu belirtti. Peter Mellbye, “2006’dan itibaren Türkiye’ye girmeye başlayacak Hazar Bölgesi doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa'ya satılabileceğini söyledi.” Mellbye, Statoil-Koç ortaklığının Türkiye’deki ana amacını da doğalgaz piyasasının büyük oyuncularından birisi olmak ve Türkiye’ye giriş yapan doğalgazın bir bölümünü uluslararası piyasalara satmak olarak özetledi. Türkiye nasıl ve hangi şartlarda enerji ihraç edebilecek bir duruma gelebilir?

CEVAP: Boru hattından gelecek olan doğalgaz, Türkiye'nin ihtiyacını karşılamaktan çok daha ötede bir miktar oluşturacaktır. Dolayısıyla Türkiye bir satış bandı oluşturacaktır, bir satış iskelesi oluşturacaktır ve Türkiye'deki en büyük hata, doğalgazla elektrik santralleri yapmaktır. Dünyanın en pahalı enerjisini üretiyoruz. Ama Türkiye doğalgazı ihraç etmeye başladığı zaman ya da ihraca vasıta olduğu zaman, bundan bir hak alacaktır. Bu, Türkiye için devamlı bir gelir temin edecektir ve burada bu söz konusu olan iki firma da birleşerek o doğalgazı Avrupa’ya pazarlayacaklardır.

Allah razı olsun.

SORU: Dünya Bankası Türkiye Direktörü Andrew Vorking, Türkiye ekonomisinde son haftalarda meydana gelen gelişmelerin alarm verici düzeyde olmadığını söyledi. Vorking, doların ortalama 1 milyar 600 bin lira civarında beklendiğini belirterek, cari işlemlerin dengeye oturacağını vurguladı.

(Biz bunu denge olarak kabul etmiyoruz. Türkiye eğer altın karşılıklı parayı koyarsa ortaya, o zaman dengenin ne olduğunu gösteririz bütün dünyaya. Türkiye dünyanın en sağlam parasına sahip olmanın imkânına sahiptir ve bu konu hiç anlaşılmıyor. Ve büyük bir hata yapıyor bizi idare edenler şu anda altın karşılıklı parayı yerleştirmeyerek. Yeni iktidar, bir yeni dünyanın en sağlam istikrarlı parasını ortaya koyacak olan yeni bir imkândı, bir ışıktı, bir nurdu bu ülkenin üzerine. Ama hâlâ altın karşılıklı para konusunda hiçbir gayret görmemenin hüznünü yaşıyoruz. Sevgili kardeşlerim, gerçekten hayretle karşılıyorum, nasıl oluyor da bu kadar önemli bir konuda bu kadar duyarsız kalabiliyor bu ülkeyi idare eden sevgili kardeşlerimiz, bu kadar güven duyduğumuz insanlar? Türkiye hiçbir zaman bundan sonra doların 1 milyar 600 bin olmasını görmemelidir. Bunun sadece bir yolu vardır; altın karşılıklı para. Dünyanın en sağlam parası, sıfır enflasyonlu parası! Acaba ne zaman aklımız başımıza gelecek sevgili kardeşlerim?)

Türkiye ekonomisinde kur ve faizleri etkileyen ekonomik gelişmelerin dışsal kökenli olduğunun altını çizen Vorking, bunun ABD Merkez Bankası FED'in faiz oranlarını artıracağı beklentisinin bir sonucu olduğunu kaydetti. Bu konuda siz ne buyurursunuz?

CEVAP: Türkiye altın karşılıklı parayı kurmadıkça, dünyanın bütün oyunlarına alet olacaktır. Hepsi Türkiye üzerinde hükümferma olacaktır. Ama eğer Türkiye altın karşılıklı parayı koyarsa, bütün dünya Türkiye'nin elinde olacaktır. Türkiye kendisini dövizlere endekslemeyecektir, bütün dövizler altın karşılıklı olan Türk Lirasına endeksli olacaklardır. Bütün dünyada biriktirme parası Türk Lirası olacaktır. Ne zaman bunları iktidarlara anlatabileceğiz bilmiyoruz.

Bizim biliyorsunuz sevgili kardeşlerim, siyasetle falan ilişkimiz yok. Ama bu ülkenin nasıl kalkındırılacağını şu ülkedeki en iyi bilen birkaç kişi varsa, onlardan birisi, en önde olanı biziz. Hayatımızı buna adamışız. Devlet Planlama Teşkilatı bizim yetişmemiz için en büyük sahaydı, Allah’ın bize bir büyük lütfuydu. Hamdolsun ki orada biz meyvelerimizi verdik. Şu anda Planlama Teşkilatı’nda tam 27 tane araştırması olan, en çok araştırması olan uzmanız. Öyleyse bir dakikamızı bile boş geçirmediğimiz o günleri hatırlıyoruz, o günler bu ülkenin geleceğinin çehresini çizecek olan temel araştırmaları ifade eder. Ne zaman bu iktidara bunları anlatabileceğiz acaba sevgili kardeşlerim?

SORU: Avrupa Birliği ülkelerinde kooperatifçilikte ciddi adımlar atılmıştır. Avrupa Birliği'nde yaklaşık 22,3 milyon civarındaki istihdam, kooperatifler tarafından sağlanmakta. (Yani 2,3 milyon civarındaki istihdam, üretim kooperatifleri yani.) Bu kooperatifler tarafından sağlanmakta ve tarım ürünlerindeki girdilerin %50’si kooperatifler tarafından kullanılmaktadır. Buna ilaveten tarım ürünleri ihracatının %50'si yine kooperatifler tarafından yapılmaktadır. Almanya'da her yetişkin beş Almandan biri ülkedeki mevcut bir kooperatifin üyesidir. (Her yetişkin beş Almandan biri, yani 15 yaşın üstünde olan, aktif nüfusa girmiş olan her beş Almandan biri ülkedeki mevcut bir kooperatifin üyesidir.) Tarımsal kalkınma ve kooperatifçiliğin önemini açıklar mısınız?

CEVAP: Kooperatifçilik, birlik ve beraberlik demektir. Bizim ülkemizde kooperatifçilik neden yürümemiş acaba, hiç düşündünüz mü kardeşlerim? Arkasında rüşvet var, ahlâksızlık var. Her seferinde insanlar bir kooperatif kurmuşlar, her seferinde başa geçenler kooperatifin iliğini kemiğini sömürmüş. Her tarafta ahlâksızlık, yozlaşma, rüşvet, ihtiras ve kooperatif müessesesi insanların korktuğu bir kuruluş haline gelmiş Türkiye’de. İşte bunun için başarılı değiliz. Şimdi bu iktidarın, şimdiki iktidarın kafa yapısındaki sağlam insanlar yeni kooperatiflerle devreye girerlerse, ‘devletin malı deniz yemeyen domuz’ zihniyeti batabilirse, yeni kooperatifler dürüst insanlar elinde hedefe yürürse, kooperatifçilik bu ülkede çok büyük faydalar sağlayabilir.

SORU: Ülkemizde birçok konuda olduğu gibi kooperatifçilikle ilgili yasalar da Avrupa Birliği yasaları ile uyumlu hale getirilmeye çalışılmaktadır. Avrupa Birliği ülkelerinin Türkiye'yi aralarına almak gibi bir gayeleri olmadığı her hallerinden belli olmaktadır.

(Sevgili kardeşlerim, bu bir iç yarası. Osmanlı ruhumuz, şu Avrupa Birliği'ne girme konusundaki bu ısrarlara bir anlam veremiyor. Biz Osmanlıyız. Onların herbirinden daha üstün bir insanlar grubunun sahibiyiz. Öyleyse sevgili kardeşlerim, Türkiye aklını başına toplayıp kendi hüviyetini ortaya koyduğunda, yani en az 10 tane ülkenin başına geçip de bir yeni birlik kurabildiğinde, bir yeni süper güç ortaya çıkacaktır. Osmanlı'nın inkırazında (yok olmasında) ortaya çıkan 28 tane ülkenin hepsi Osmanlı’yı başlarında görmek istiyor. Türkiye onların hepsine sırtını çevirmiş durumda ve Türkiye defalarca kovulduğu Avrupa Birliği'ne girmek konusunda hâlâ bir büyük gayretin sahibi. Osmanlı kanımıza dokunuyor bu. Örnek alınması lâzımgelen ülkenin biz olması lâzım sevgili kardeşlerim ve bu iktidar bu açıdan son derece önemlidir. Dünyada nadir bir grup insan iş başındadır, dürüst insanlardan oluşan bir iktidar. Dünyada bir ikinci örneğini bulamazsınız.)

Almanya'da kurulacak her kooperatifin bağımsız denetim birliğine üye olma zorunluluğu getirilmiştir. Günümüz Almanya Kooperatifçiliğinin gelişme nedenlerinin başında kooperatiflerin kendi öz denetimlerinin yanı sıra, tarafsız bir denetim sistemi oluşturmalarıdır. Ülkemizde kooperatiflerde, özellikle konut kooperatiflerinde suistimaller yüzünden insanların kooperatiflere bakış açısı pek müspet değildir. Kooperatiflerdeki yolsuzlukların önlenmesi için ne gibi tedbirler alınmalıdır?

CEVAP: Evvelâ temeldeki olay, ahlâkın bozukluğudur. Haksızlığı, adaletsizliği, rüşveti, soygunu usul haline getirmiş bir ülke olduk. Osmanlılıktan ne kadar uzaklaşmışız sevgili kardeşim. Düşme devresinde bile dünyada en az suç işlenen ülke hep Osmanlı'ydı, ta son bulduğu güne kadar. Tedbirler, tarafsız denetimin bu kooperatiflerde de hükümferma olmasıdır. Ama öyle de olsa çok ümitli değiliz. Çünkü bunun tatbikatını yapacak insanlar da nihayet bizim insanımız ve bu insanlar artık ahlâksızlığı çoğunluğun ele geçirdiği bir dizaynı ifade ediyor. Yani onları kontrol edecek olan insanların da toplumun bir parçası olduğunu unutmayın. Netice kolay kolay değişemez.

SORU: Avusturya Kooperatifçiliğinde sermayesinin %80 kooperatiflere ait olan ve özel bankalar arasında birinci sırada yer alan ve ülkenin tarımında önemli yatırımları ve belli ürünlerin Avrupa Birliği ve dünya piyasalarında yer almasında önemli katkıları olan bir kooperatif bankası dahi vardır. Bizim ülkemizde kooperatifler ile kurulacak bankaların ülke tarımına ve tarımsal sanayiinin gelişmesi öncülük etmesi sağlanabilir mi?

CEVAP: Bu yapıyla hayır sevgili kardeşim. Biz ahlâksızlığı millet olarak benimsemiş bir durumdayız. Değişim bize çok kolay görünmüyor. Ahlâki yapıyı değiştirebilmek için inancı yerleştirmeliyiz. Oysaki inanca karşı savaş veriliyor. Bir açıklama yapılıyor; “Bu kökten dîncilere sakın imkân tanımayın, onları yok edin.” gibi bir ifade kullanılıyor. Bunu söyleyen, adaletin üst noktasında bulunan bir hâkim, bir baş hâkim. Hürriyete ne ölçüde değer verildiği, hangi zihniyetle insan haklarına bakıldığının çok açık bir nişanesini görüyorsunuz. Yani bizler! Bize kökten dînciler diyorlar. Biz insan olarak yaşamıyoruz onların nazarında. Bizler köleler olmalıyız. Bizler hayvanlar gibi muamele edilmeye lâyık insanlar olmalıyız. Adamlar bunu söylüyorlar açık ve kesin. Bir demokratik ortamda bu söyleniyor. Allah’ın emrinde yaşamak isteyen insanlar kökten dînciler ve bu kökten dîncilerin insan olma hakları yok. Kimmiş kökten dînciler? Tasavvufu yaşayanlar. Yani Kur’ân’ın emrettikleriyle amel edenler. Burada Allahû Tealâ'nın dizaynına dikkatle bakın sevgili kardeşlerim. Haklar çiğneniyor. Adaletsizlik her açıdan ortada. Başörtülü kardeşlerimiz okullara alınmıyor. Durum çok iç açıcı görünmüyor ama demokrasi yürüyecektir ve ortam mutlaka güzele dönecektir.

SORU: Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, ekonominin kırılgan olduğunu, tedbiri elden bırakmamak gerektiğini belirtirken, “Korkarım yeni krizler bizi beklemektedir.” dedi. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Hisarcıklıoğlu, Kanal 7'de yayınlanan Ters Köşe programına katılarak, soruları yanıtladı. Ekonominin kırılgan olduğuna dikkat çeken Hisarcıklıoğlu, ekonomide yapısal reformların hızla yapılması gerektiğini kaydetti. (Sanki yapısal reformlar yapılmamış gibi. Kırılganlık, altın karşılıklı parayı koyabilseydik, bir anda bitmişti. Ama biz kendi iktidarımıza bunu anlatamıyoruz sevgili kardeşlerim.) Korkarım yeni krizler bizi beklemektedir. Türkiye son 10 yılı ıskalamıştır. (İşte bu düşüncenin sahibi olan insanlar tarafından hız kazanmıştır. Ahlâksızlar ülkeyi soyup soğana çevirmiştir.) Ekonomideki yapısal değişiklikleri hızla yapıyor olmamız lâzım.

CEVAP: Sevgili kardeşlerim, bu yapısal değişikliklere sakın aldanmayın. Bunlar, bu ülkeyi tuzağa düşürmek isteyen, bu ülkeyi bir köle durumuna düşürmek isteyen, sömürge durumuna düşürmek isteyen illuminatinin temel hedefleri. Reformlar! Reformları, iktidar ve muhalefet ekonomik reformları gerçekleştirmelidir ifadesine hiç mi hiç katılmıyoruz. Bu reformların başında IMF gelir ve IMF, süratle ilişkinin kesilmesi lâzımgelen bir müessesedir ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Sayın Hisarcıklıoğlu’nu da hiçbir açıdan tasvip etmiyoruz. IMF’in bir numaralı müdafiidir bu ülkede. IMF’in arkasında ne olduğunu da en iyi bilenlerden biridir.

SORU: Yabancı Sermaye Derneği Başkanı Şaban Erdikler, yabancı yatırımlar konusunda verebilecekleri fazla mesaj kalmadığını belirterek, “15 Marttaki Yatırımcı Danışma Konseyi Toplantısı'ndan bu yana 70 gün geçti, hiçbir şey yok.” dedi. Erdikler, Türkiye’nin gündeminde en ön sırada yer alması gereken yabancı sermayenin, üzerinde çok fazla çalışılmayan bir konu olduğunu, bunun da kendilerini daha agresif olmaya zorladığını ifade etti.

(Hiç aynı kanıda değiliz. Türkiye'nin gündemindeki en ön sırada yer alması gereken yabancı sermaye değildir. Bu ülkedeki bankacılarımızın akıllarını başlarına toplayıp yatırımlara kendilerine adapte etmeleridir. Sadece hareket halindeki fonların %10'uyla. Kalkınmanın ne olduğunu o zaman göreceksiniz.)

Yabancı sermayenin Türkiye'ye doğrudan yatırım şeklinde girmesi için herkesin elbirliği içerisinde çalışması gerektiğini dile getiren Erdikler şunları söyledi, “Ali Babacan'ın Selanik'te yaptığı açıklamada da yabancı sermayenin öneminin altı çizildi. Hükümet düzeyindeki bu iyi niyetin, kararlılığın, artık Merkez Bankası tarafından da benimsenerek, hazırlanan taslakların hayata geçirilmesi, uygulamaya alınması ihtiyacı karşımızda duruyor. Burada daha fazla gecikmeye yol açmadan, bir an önce doğruya ulaşma zorunluluğumuz görünüyor.” diyor. Bu konuda ne buyurursunuz?

CEVAP: Yabancı sermayeye Türkiye'nin ihtiyacı yoktur. Biz, imkânlarının farkında olmayan nadir ülkelerden biriyiz. Eğer biz 30, 40 yıl önce bu araştırmaları yapmamış olsaydık sevgili kardeşlerim, o zaman biz de aynı bu kardeşimiz gibi düşünürdük. Ama biz yıllarca bu ülkenin ekonomik açıdan nabzını yüz üzerinden yüzle tutmuş olan bir insanız ve neyin ne olduğunu gazetelerden veya başka kaynaklardan öğrenmedik, bizatihi kaynağından aldığımız bilgilerle raporlar hazırladık. Gerçek anlamda bütün nakit hareketlerini, mevduat, krediler, özellikle kasa hareketlerini 5 yıl süreyle inceleyerek ülkenin nabzını elimizde tuttuk. Para nehirlerini Allahû Tealâ bize nasip kıldı keşfetmeyi. Yani insanların olaylara baktığı gibi olaylara bakmayız. Sadece realitelerden hareket ederiz. Çünkü onları biliyoruz ve onlar bilmiyorlar.

SORU: MÜSİAD Başkanı Doktor Ömer Bolat, Türkiye ekonomisinde yeniden yapılanmanın şart olduğuna inandıklarını söyledi. Bolat, MÜSİAD tarafından ülke genelinde iki bini aşkın reel sektör temsilcisinden alınan görüşler doğrultusunda hazırlanan 2004 Türkiye Ekonomisi Raporunu basın toplantısıyla açıkladı. Reel sektör olarak sürdürülen ekonomi politikasının, beklentileri karşılamada yeterli olmadığını düşündüklerini belirten Bolat, şunları kaydetti, “Şu anda devam etmekte olan ekonomi programının gelecek açısından kesinlikle yeterli olmadığını düşünüyoruz. Türkiye’de makro ekonomik istikrarın güçlendirilmesi, büyümenin sürdürülebilir hale getirilmesi, yapısal reformların sürdürülebilir olması, Türk ekonomisinin global rekabete karşı ayakta kalabilmesi, istatistiklerdeki iyileşmenin vatandaşlar tarafından çarşı pazarda da yeterince hissedilmesi ve geleceğimizi tehdit eden işsizliğin azaltılabilmesi için ekonomide yeniden yapılandırmanın şart olduğunu düşünüyoruz.” Türkiye’nin, özellikle son 12-13 yılını heba ettiğini, bunun faturasının çok ağır olduğunu kaydeden Bolat, “Teröre 100 milyar dolar, batık bankalara 23 milyar dolar, kamu bankalarının görev zararı denen karanlık işlere 25 milyar dolar, siyasal ve ekonomik istikrarsızlığın bedeli olarak son 20 yılda yurt dışına 200 milyar dolar para aktarıldığını belirterek, bütün bunlara rağmen ülkemiz hâlâ ayakta.” dedi.

(Sevgili kardeşlerim, şu yapısal reformlardan bahsedildiği zaman içim buz gibi oluyor. İnsanlarımızın nasıl bu palavraya inandıkları da bir türlü aklımız almıyor. Makro ekonomik istikrarın güçlendirilmesi değil, zınk diye yerine oturması, sadece altın karşılıklı para ile mümkündür. Geri kalanı lâf-ı güzaftır. Ama Ömer Bolat kardeşimiz, realitelerden hareket ediyor, ülkenin bugünkü durumundan hareket ediyor. Haklıdır. Ama onun ötesinde, daha ötesinde neler olabilir? Konumuz bu. Türkiye bir bilgisayar sistemi ile idare edilmelidir. Bütün bilgiler merkeze ulaşmalıdır. Türkiye’nin nabız atışları o merkez tarafından devamlı her an takip edilebilmelidir ve bu zor bir şey değildir sevgili kardeşlerim. Türk ekonomisinin global rekabete karşı ayakta kalabilmesi de bu kadar ucuz işçilikle rahatlıkla mümkündür. Yeter ki yatırımları yapabilelim. Yatırımlar içinse bankacılarımızın kendilerine düşeni yapması şart. Burada korkunç rakamlar sıralanıyor. 12-13 yılını Türkiye'nin heba ettiği kesin. Şu son 12-13 yıldaki iktidarlar, Özal’dan sonraki iktidarlar, giderek daha kötü standartlarda ülkeyi mahvetmişlerdir. Hele son, bu iktidardan evvelki, şimdiki iktidardan evvelki son kişilerse, bu soygunun üzerine tüy dikmişlerdir. Rakamlar, korkunç rakamlar. Terör, 100 milyar, batık bankalar, 23 milyar, hepsi dolar, karanlık işlere, görev zararı denen işlere 25 milyar, son 20 yılda yurt dışına 200 milyar para aktarılması, bunların hepsi korkunç şeyler sevgili kardeşlerim.)

“Turgut Özal döneminde başlatılan reform heyecanının 3 Kasım sonrası siyaset ve dış politikada hızlı yaşandığını, ekonomi alanındaysa kısmen görüldüğünü ifade ederek… (Sevgili kardeşlerim, bu ifade doğru. Turgut Özal dönemindeki o heyecan, gerçekten bu yeni iktidar iş başına geldiğinde yaşandı. Ama yatırımlara yansıyamadı. Burada Bolat kardeşimizin söylediği bir realitedir. Kısmen görünebildi. İktidar hedefinin yatırımlar olduğunu hâlâ galiba anlayabilmiş değil. Sevgili kardeşlerim, bilmiyorum, nasıl yapacağız, onları anlatacağız?) 2003 yılında ekonomideki büyüme, enflasyon, kamu maliyesi hedeflerinin tutturulması, reel faizlerin kısmen düşürülmesi, ihracat artışı gibi göstergeler açısından baktığımızda ekonomik performansta bardağın yarısının dolu, ama diğer yarısının henüz boş olduğunu görüyoruz.” diye konuştu.

CEVAP: Sevgili kardeşlerim, hepsinin birden gerçekleşmesi zaten normal standartlarda mümkün değildir. Ama neyin doğru neyin yanlış olduğunun mutlaka iktidarımızca bilinmesi lâzım ve madem ki bu kadar bu ülkenin kalkınmasına bizim kadar heyecanla adamışlar kendilerini, öyleyse neden, neden altın karşılıklı para tatbik sahasına girmiyor? Neden yatırımlar yok? Neden bankacılarımız uyuyor? Sevgili kardeşlerim, bu ülkenin imkânları kendisine yeter. Onu çok hızlı bir şekilde kalkındırmak için yeterli olan imkânları kullanamamanın huzursuzluğunu yaşıyoruz.

SORU: Üretim yönetimi, Türkiye için nasıl bir öneme sahiptir? Fabrikalardaki üretim bandının verimliliğini artırabilmek için ilk adım olarak nereden araştırmalarımızın başlamasını uygun görürsünüz?

CEVAP: Üretim yönetimi Türkiye için çok büyük bir öneme sahiptir. Yalnız nerede o üretim sevgili kardeşlerim? Böyle bir yönetimin var olması için Türkiye’nin üretime kendisini adapte etmesi, bu uğurda bütün imkânlarını bir araya getirmesi lâzım. Hani nerede yatırımlar? Aslında çok şeyler yapılabilir; yeni bir teşvik sistemi, A'dan Z'ye her şeyi içerisine alan bir teşvik sistemi, bu teşvik sistemine paralel çalışan bir bankacılık sistemi. Yani teşviği, teşvik belgelerini finanse edecek olan bir yatırım, bir bankalar desteği ve ondan sonra üretim bantları. Üretim bantlarındaki o tamamiyet müessesesi, bütünüyle tatbik alanına girmelidir diye düşünüyoruz. Yani conveyor beltin her noktasında her şey önceden planlanmalı. Evvelden gelene göre sonraki kesim kendini ayarlamamalı, A'dan Z'ye her şey laboratuvarlarda yani merkezi bilgisayar odasında, salonunda, merkezi beyinde her şey A'dan Z'ye dizayn edilmeli ve böyle bir sistemle ortaya çıkmalıyız. Ama nerede o günler sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım?

Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir ekonomi konusunda Yüce Rabbimiz sizlerle beraber olmamızı temin etti, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım. Allah hepinizden razı olsun. Cennet ve dünya mutluluğu sizlerin olsun.

İmam İskender Ali M İ H R