SOHBETİN ADI: EKONOMİ KONULU SUALLER
TARİHİ: 18.07.2004
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, işte bir defa daha bir ekonomi sohbetinde birlikteyiz.
SORU: Devlet Bakanı Ali Babacan, bu yılki büyümenin hedeflenen %5 oranının üzerinde gerçekleşeceğinin görüldüğünü söyledi. Babacan, Devlet İstatistik Enstitüsü’nün açıkladığı yılın ilk çeyreğine ilişkin gayrisafi milli hasıla sonuçlarını da değerlendirdi. Babacan ilk çeyrekte yani Ocak, Şubat, Mart döneminde gayrisafi milli hasılanın %12,4, gayrisafi yurt içi hasılanın ise % 10,1’le tahminlerinin oldukça üzerinde büyüdüğünü kaydetti. Babacan, büyüme oranlarının bundan sonraki çeyreklerinde %10-12 devam etmesini beklememek gerektiğini vurguladı.
(Evet, Türkiye’de gerçekten konjonktürel bir değişiklik söz konusu oluyor. 1. çeyrekle 2. çeyrek, 3. çeyrekle 4. çeyrek, 2. çeyrekle 3. çeyrek arasında büyük oynamalar söz konusu olabiliyor ve yıllar yılı hep aynı gitmiş statü. Bu sene de öyle bir şeyler olabilir. Yani ilk 3 ayda %12,4 görünüyorsa gayrisafi milli hasıladaki büyüme, 2. çeyrekte de bu kadar büyüme olacak diye bir şeyi düşünmek, öyle olması gerekir diye bir düşünce doğru değil. 3 aylık devrelerde Türkiye rakamları büyük değişiklikler gösterebiliyor.)
Babacan, Türkiye'nin yıllarca yüksek enflasyonda bir bakıma parasal genişleme ve bütçe açıklarıyla büyüme yolunu seçtiğini, enflasyon yüksek bütçe açıklarının tesadüfî şeyler ya da yağmur yağması, rüzgâr esmesi ve fırtına çıkması gibi kontrol edilemeyen doğa olayları olmadığını söyledi. (Yani enflasyon da kontrol edilebilir demek istiyor. Bütçe açıkları da kontrol edilebilir demek istiyor. Ama oldukça zor görünüyor bu iş.) Özellikle son 1,5 yıllık dönemdeki büyümenin çok sağlıklı olduğunu savunurken, meyve sebzeler vardır; hormonlu, hızlı büyür ama lezzetsiz bir meyve ortaya çıkar. Bir de tarımda bu aralar önemli bir akım var, organik tarım denilen. (Belki böyle çok büyük, göz alıcı değil ama oldukça sıhhatli, lezzetli meyveler, sebzelerden bahsediyor. Devam ediyor.) Bir benzetme yapmak gerekirse bizim son 1,5 yıldır elde ettiğimiz büyüme rakamları gerçekten çok sıhhatli ve uzun vadeli sürdürülebilir cinsten büyümedir değerlendirmesinde bulundu.
(Ve burada ülkenin başındaki o büyük belâdan, borç batağından bahsetmiyor. Aslında Türkiye gerçekten dünyanın en büyük problemlerinden biriyle karşı karşıyadır. Bütçe açıkları vermeye Türkiye mecburdur. Başka alternatifi yoktur. Çünkü borçlarını yeniden borç alarak kapatmaktadır. Bu ise bütçe harcamalarına gerekli payın ayrılmasına imkân vermeyecek olan çok büyük bir handikaptır ve 2005 bütçesinin de aynı standartlarda olması kaçınılmazdır. Gene büyük bir bütçe açığı ile bütçe hazırlanacaktır. Gene borçlar alınarak eski borçlar ödenecektir ve de hiç değilse IMF belasından kurtulmak mümkün olsa, bu da bir çözümdür diye düşünüyoruz.)
Türkiye’yi uzun vadeli, çok daha sıhhatli ve çok daha hızlı büyüyen bir ekonomi haline getirme hedeflerinin bulunduğunu belirtmiş. (Hedef bu da o hedefe ulaşmak o kadar kolay değil tabii.) İşsizliğin çözümünün de işte burada yattığını ifade etti.
(Burada biraz ayrı düşünüyoruz Devlet Bakanı Babacan kardeşimizden. Bizi hızlı büyüme çok alâkadar etmiyor. Hızlı büyümenin motoru bizim için önemli ve bizim gördüğümüz şu ki; hızlı büyümenin motoru, kapasite kullanım oranlarının artmasıdır. Yani? Yani daha sonra onun ifade edeceği gibi hızlı bir kapasite kullanım oranlarını arttırarak ekonominin arz kanadı yükseltiliyor. Oysaki sağlıklı büyüme, üretim artışının üretken yatırımlarla tahakkuk etmesidir. İşsizliğin çözümü de burada değil, bugünkü gidişte değil, üretken yatırımlarla gerçekleşebilir. Çünkü kapasite kullanım oranlarıyla bir büyümeyi yakalarsınız ama bu büyüme, istihdam dışındaki insanlardan istihdama kimseyi almaz. Hatta işsizlik oranı büyür. Şu anda Türkiye’deki durum budur. İşsizlik büyümektedir. İşsizlerin sayısı hızla büyümektedir. Öyleyse çözüm burada değil. Kabinemiz bir başka açıdan daha değerlendirme yapmalıdır ve doğruya yönelmelidir. Doğru, üretim artışının yeni kurulacak olan üretken yatırımlarla gerçekleştirilmesidir.) Babacan, büyümenin başka bir özelliğinin de kamu harcamalarıyla sunî olarak geçici sağlanmış büyüme olmadığına işaret ederek… (Gerçekten kamu harcamalarıyla geçici sağlanmış bir büyüme değildir. Gerçekten doğru teşhistir.) Bu büyümenin özel sektörün yatırımlarıyla, özel sektörün harcamalarıyla, en önemlisi verimlilikteki olağanüstü bir artışla sağlanan bir büyüme olduğunu dile getirdi. (Burada da Sayın Babacan’a iştirak edemiyoruz. En önemlisi kapasite kullanım oranlarının artışıyla, verimlilikteki olağanüstü bir artışla gerçekleştirilmesi, konunun en önemli yönü değildir. Bu geçici bir zaferdir ve de istihdamdaki negatif büyümeyi durduramıyor. O zaman realitelerden hareket ettiğimiz zaman farklı bir sonuca ulaşıyoruz. Biz Türkiye olarak yatırımlarımızı mutlaka tahakkuk ettirmek mecburiyetindeyiz. Bir yatırım patlaması devresine Özal devrinde olduğu gibi Türkiye mutlaka girmelidir.)
A- Türkiye için büyüyen bir ekonomi modeli nasıl olmalıdır? Bu büyüme modelinde temel uygulamalar neler üstüne kurulmalıdır?
CEVAP: Türkiye’nin büyüyen ekonomi modeli, mutlaka üretken yatırımlara dayalı olmalıdır. Üretken yatırımlar büyümenin temelini teşkil etmelidir. Ancak o zaman istihdam dışındaki insanların adım adım erimesi, istihdama alınması mümkün olur. Şu andaki, tekrar edelim; kapasite kullanım oranlarının yükselmesiyle verimliliğin arttırılması, o sonuca bizi hiçbir zaman ulaştıramaz. Türkiye’nin başında çok büyük ciddi bir bela vardır; istihdam açığı. Ve bu çok ciddi bir rakamdır. Yaklaşık 2,5 milyon insanın işsiz olduğu bir ülke burası. Yani aktif nüfusa katılmış ama iş bulamıyor. Oysaki ekonomiyi expande edebilirsek, ekonomiyi büyütebilirsek, üretken yatırımlarla büyütebilirsek, her üretken yatırım mutlaka istihdam yaratmak mecburiyetindedir. Başka bir alternatif yoktur. Onun için devlet, yatırımları süratle teşvik etmelidir. Bu büyüme modelinde temel uygulamalar bir defa mutlaka özel sektör yatırımları olmalıdır; madde-1. Dışarıdaki sermaye de ülkeye çekilmelidir. Olabilir. Ama biz yurtiçi imkânların buna yeterli olduğunu kesin olarak biliyoruz. Ama bankalardan ekonomiye her gün giren paranın, hani hiç değilse %10’unun yatırımlarda kullanılması olayı hiç kimseye tatbik edilebilir görünmüyor. Oysaki çözüm orada. Çünkü bankalar sistemi bir bütünse her gün aynı miktardaki para bankadan ekonomiye giriyor, tekrar bankalara dönüyorsa, bu para tekrar mutlaka bankaya geri döneceğine göre ve tüketim harcamalarında kullanılıyorsa, yatırım harcamalarında kullandığımız zaman da bu para tekrar bankaya dönecektir. Emme basma bir tulumba her seferinde bir yatırım gerçekleştirerek bankaya geri dönecektir. Bunları yıllarca incelemiş birisi konuşuyor. Söylediğimizin her noktasından, her zerresinden eminiz. Ve bu çözüm, insanların hiçbir zaman böyle bir şeyden haberi olmadığı için bunu reel olarak düşünemiyorlar. Bir başka faktör de Türkiye parasını mutlaka stabil hâle getirmelidir. Bunun için de paranın belli bir miktarının altın olarak Merkez Bankası’nda bulunması yeterlidir. Belki de şu andaki Merkez Bankası altın stokları bu konu için yeterlidir. Böyle bir talep gelmesi ihtimali yani parayı altınla değiştirmek talebinde bulunmaları bize hiç akılcı gelmiyor. Böyle bir şey tahakkuk etmez. Yani bir müracaat olursa, bu müracaat çok cüz’i miktarda kalmaya mahkûmdur. Öyleyse hem altın karşılıklı para tatbikata girmelidir hem de bankaların hareket halindeki fonları mutlaka her gün yatırımlardan geçerek, en azından %10’u yatırımlardan geçerek tekrar bankalara dönmelidir ve tükenmeyen bir hazine her gün hareket halindeki fonların 10’da 1’i kadar bir değerin yatırımlarda kullanılmasını mutlaka mümkün kılar. Hiçbir zorluğa sebebiyet vermez. Zaten olay böyle. Para, mal ekonomiye giriyor, tekrar bankaya dönüyor ama tüketim harcamalarında kullanılıyor. Sadece bunu yatırım harcamalarına çevirmemiz lâzım.
Sevgili kardeşlerim, Çince falan konuşmuyoruz değil mi? Ama bunlar reel rakamların sonuçları, söylediğimiz sonuçlar. Bu kadar kesin bilgilerin ışığında yapılması lâzım gelen şey belliyken, Merkez Bankası ülkeyi hedefe götürecek değil, tökezletecek davranışların peşinde. Merkez Bankası’nın ekonomi uygulaması bütünüyle yanlış sevgili kardeşlerim. Nasıl bunları düzeltebiliriz? Yapılması lâzım gelen çok şey var. Ama bunlardan 2 tanesi son derece önemli. Birisi altın karşılıklı para, ikincisi; üretken yatırımlar ve bu üretken yatırımların hareket halindeki fonlarla karşılaşması, karşılanması. 2 değil 3 oldu.
B- Parasal genişleme ve bütçe açıklarıyla büyüme yolunun, ülke üzerindeki etkilerini açıklar mısınız?
Parasal genişleme ve bütçe açıklarıyla büyüme ülkenin başına çok büyük çoraplar örer. Enflasyon mutlak olarak büyük problemleri beraberinde getirecektir. Bütçe açığıyla harekete devam ederseniz eğer, bütçe açığı enflasyonun zaten temelini oluşturur. Bütçe açığı söz konusuysa bu bütçe açığı enflasyonun oluşmasındaki en önemli faktörlerden birisidir. Bütçe açıkları bedava şeyler değildir. Zaruretlere bağımlı olan olaylardır. Bu zaruret de en kötü standartlarda Türkiye’de tahakkuk ediyor. Bu zaruret, Türkiye’nin vergi gelirlerinin borçlarının faizlerini bile karşılayamaz hâle gelmesidir. Ama bu olgu, adım adım, eğer bütçe açıkları verilmezse sağlam bir kaynaktan bütün borçları alıp, borçları ödeyerek 10 yıl vadede bunları ödeme istikametinde bir gayretin içine girilmesi bu meseleyi kökünden çözer. Böyle bir konuda devlete yardım edebilecek çok insan mevcuttur diye düşünüyoruz ve de sağlam bir yere yatırım yapmak isteyen, özellikle Amerika bu konuda şu anda çok hazır durumdadır. Her gün her tarafa insanlar size kredi verelim diye devamlı mektuplar gönderiyorlar. Krediye ait olan sermaye şu anda hazır vaziyette bütün dünya için cazip bir statü olarak bekliyor. Şu anda faizler Amerika’da büyük ölçüde düşmüş durumda. Öyleyse ne yapılır? Borç alınır. Bir defada bütün borçlar ödenir ve ondan sonra da yeni borç alınmaz. Sadece eski borçların ödenmesi istikametinde gayret edilir. Eğer bütçe açığı verilmezse yeni borç da oluşmaz. Çünkü Türkiye’nin en büyük handikapı, borcun yeniden alınacak olan yüksek faizli borçla ödenmesidir. Türkiye’de son alınan hazine bonolarının karşılığı %26 faiz içeriyor. Burada çok büyük bir rakam söz konusu. Yani Merkez Bankası bu repo faizlerini o kadar büyük rakamlarla ortaya koyuyor ki ülkenin hayrına değil, mahvına doğru bir gidiş söz konusudur. Sevgili kardeşlerim, reel faiz korkunç bir dizayn içerisinde. Ülkedeki enflasyon %10’un altına düşmüş, sıfıra doğru yaklaşıyor. Ama faizler, reel faizler, %20-26. Reel faizin de 26’nın altında reel faizler o faizin de üzerinde bir rakamla repo uyguluyor Merkez Bankası. Bu, ülkenin kredi faizi politikasını baltalamaktır. Çok yanlış bir politika uygulanıyor. Bütçe açıklarıyla büyüme yolu, enflasyonist yoldur ve hayra açılmaz. Enflasyon büyüdükçe devletin borcu da artacaktır. Çünkü bütçe açıklarıyla oluşan bir statüde devlet, bütçe açığı kadar borçlanmış durumdadır. Her yıl bunun otomatik olarak arttığını düşünün. Bu enflasyonun devam etmesinin, özellikle reel faizin yükselmesinin temel işaretidir.
C- Yapay büyümeyle tabii büyüme arasındaki farkları ve bunların nasıl gerçekleştiğini açıklar mısınız?
Sevgili kardeşlerim, tabii büyümede, bankanın hareket halindeki fonlarının devreye girmesi söz konusudur. Tabii büyümede bir risk mevcut değildir bankalar sistemi için. Yani parasal bir sıkışıklığa hiçbir zaman düşülmeyeceği için devletin bütçesi hiçbir zaman zorlanmayacaktır. Bankalar sistemi akıllarını başlarına toplayabilse, Türkiye’deki sistemi en güzele çevirmek mümkün olabilir. Hareket halindeki fonların sadece %10’unu mutlaka yatırım harcamaları olarak kullanacaksınız ve bunların üretken yatırım olmasına son derece dikkat edeceksiniz ve bunu gerçekleştirdiğiniz zaman ülkenin bütün faktörleri itibariyle kalkındığını göreceksiniz. Yani 1 taşla 5 kuş vurmak, bu standartlar içinde cereyan edecektir. Bu kuş 6 oluyor; yabancı kaynak aramak mecburiyetinde değilsiniz, onun için. Türkiye’de bunu sağlayabilecek olan imkân var. Altın karşılıklı parayı da devreye soktuğunuz zaman neticenin sağlam bir performans gösterdiğini göreceksiniz. Bir defa şu anda azalan sermaye kanaması tamamen sona erecektir. Enflasyon sıfırlandığı noktada sermaye kanaması tamamen sona erecektir. Ülkeyi kemiren bir hastalık, böylece tedavi edilecektir. Tabii büyümede rakamsal sonuçlar, gözle görünür şekilde elde edilir ve hiçbir zaman para sıkıntısı çekilmez. Bu rakam %10’dan daha yukarılara da zaman içerisinde çekilebilir, piyasa yoklanarak. 10’ken 11, 12, 13, 15, hareket halindeki fonların o kadarının kullanılması yatırımlarda. Sevgili kardeşlerim, böylece devletin ve özel sektörün yapabileceği yatırım toplamının 3 katı yatırım Türkiye için gerçekleşebilir. Bunun mânâsı 3 kat istihdamdır ve 10 yıllık bir süreç içerisinde bu konu %7’lik bir büyümeyle mutlak olarak halledilir. Eğer stabil parayla hareket ediyorsak %7’lik bir büyüme, 10 yıl içinde fert başına düşen gayrisafi milli hasılayı, fert başına milli geliri %100 artırabilir, %2,4’lük nüfus artış hızı da buna dahil olmak üzere. Yapay büyümede ise bunların hiçbir gerçekleşmez. Her gün işler biraz daha kötüye gider. Devlet, borçlarını ödemek için yeni borçlar almak mecburiyetindedir. Çünkü borç alarak kapatmıştır borçlarını. Yeniden borç alacaktır borcu ödeyebilmek için. Bütçe açığı varsa devlet o kadar borçlanmıştır. O borcu ödemek için de borç almak mecburiyetindedir. Her sene bütçe açığı sebebiyle borçların devamlı büyümesi söz konusudur. Tabii büyüme bunlarla hiç alâkalı değildir ve Türkiye için bunlar ölçülmüş biçilmiş şeylerdir. Yıllarca bunları ölçtük. Ne yapılabilir, biliyoruz.
D- Verimlilikteki artışa bağlı olarak gerçekleşen büyümeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Verimlilikteki artışa bağlı olarak gerçekleşen büyümeyi pozitif olarak değerlendirmiyoruz. Büyüme, verimlilikteki artışa paralel bir seyir takip ederse, burada istihdamdaki insanların sayısı artmaz, büyür. Nitekim bizim ülkemizde böyle olmuştur. Verimlilik büyümüştür ama negatif sonuçlar elde edilmiştir. Problem, çözüm bulamamıştır. İşsizlerin sayısı daha da artmıştır. Ve bu, bir çözüm değildir. Problemlere yeni problemler ilave etmektir. Hem de problem yokmuş gibi görünerek tehlikeli imajlar ortaya çıkabilir. Verimlilikteki artışa bağlı olarak büyüme, bu standartlarda ifade edilir.
SORU: Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, büyüme rakamlarının büyümenin hormonlu olduğunu gösterdiğini iddia etti. Aygün, bu yılın ilk çeyreğine ilişkin açıklanan %12,4’lük büyüme hızını değerlendirirken de; “Büyüme dediğimiz şey, saf, dengeli, dört başı mamur ve üretime dayalı ise makbuldür.” dedi. Açıklanan büyüme hızını sevindirici diye niteleyen Aygün, ancak bu büyümenin ithalata dayalı olarak gerçekleştiği için hormonlu olduğunu ifade etti.
CEVAP: Burada gerçekten bu da geçerli olan bir husus. Çünkü bu 3 aylık devrede rakamlara baktığımız zaman ithalatta tüketim kredilerine dayalı bir kaynak yaratımının verdiği çok hızlı bir ithal müessesesi devreye giriyor. Özellikle araba gibi nakil vasıtaları ithalatında çok büyük bir patlama yaşandı ve ithalatın da muhtevasına baktığımız zaman, lüks ithalatın bu patlamada büyük bir rol oynadığını görüyoruz. Aslında Sinan Aygün kardeşimiz her zamanki gibi haklı bir noktaya temas ediyor. Rakamları devamlı bir incelemeye tâbî tutuyor ve her seferinde bir başka açıdan doğruyu ifade ediyor. Allah razı olsun.
SORU: Günümüz iktisatçıları bir ülkede uygulanan ekonomi politikalarının ne ölçüde başarılı olduğunu genellikle şu 5 kritere göre değerlendirirler. İstikrarlı büyüme, düşük enflasyon, dış ekonomik denge, adaletli gelir dağılımı ve düşük işsizlik oranı. Türkiye’de yıllardır uygulanan ekonomi politikaları… (Aslında kardeşimizin söyledikleri yerli yerine oturuyor. 5 ölçeğin 5’i de gerçek ölçekler; istikrarlı büyüme, düşük enflasyon, dış ekonomik denge, adaletli gelir dağılımı ve düşük işsizlik oranı.) Türkiye’de yıllardır uygulanan ekonomi politikalarına şöyle bir bakarsak, acaba bu kriterlerin kaçına ve hangisine göre başarılı olabilmiştir? Yüksek enflasyon, yüksek bütçe açıkları, (Yüksek enflasyon yıllarca devam etti. Tabi yüksek enflasyonun merkezinde zaten yüksek bütçe açıkları var.) Artan iç ve dış borçlar, (Neden? Bütçe açıklarını karşılamak için borç almak mecburiyetindesiniz. Bu borç da devamlı yükselen bir statü ve normal faizin ötesinde faiz ödemek mecburiyetindesiniz. Devletin borcu ödenmese olmaz. Mutlaka ödenecektir. Öyleyse bunu çok iyi bilen özel sektör, parayı devlete verirken onu baya ciddi sıkıntılara sokabilmekte.) Yüksek faiz ve istikrarsız döviz kuru, uzun yıllardır ekonomi gündemini meşgul eden sorunlardı. (Sevgili kardeşlerim, bu sorunların hepsi sadece 2 faktörle sona erer. Birisi altın karşılıklı para, ikincisi de hareket halindeki fonların en az %10’unun yatırımlara hasredilerek bankaya geri dönmesi. “Ekonomi gündemini meşgul eden sorunlardı.” diyor bu anlattıklarımız.) Bu sorunların gölgesinde kalan, yeterince önemsenmeyen ama önemini giderek artıran temel bir diğer sorun ise hiç kuşkusuz sizin de ısrarla vurguladığınız üzere, yüksek işsizliktir. Devlet İstatistik Enstitüsü’nün hane halkı işgücü anketine dayanarak açıkladığı en son rakamlar, bu temel sorunun niteliksel ve niceliksel boyutlarını ortaya koymaktadır. Bu rakamlara göre kardeşimiz a, b, c şıklarında toplamış konuyu, diyor ki:
a- Açık işsizlik oranı. Bir önceki yıla göre bir miktar artarak 2003 yılında %10,5’e ulaşmıştır. Açık işsizlere aslında işsiz kalmayı göze alamayarak bir işte çalışan ancak sürekli daha uygun bir iş arayışında olanları da (eksik istihdam) eklersek, bu oran %15,3’e ulaşmaktadır. DİE’nin rakamlarında dikkatimizi çeken bir husussa işgücüne katılım oranının gösterdiği seyirdir. Söz konusu oran 2003 yılında %48,3’e gerilemiş olup, bu oranın bu denli düşük oluşu hesaplanan açık işsizlik oranının sıhhati konusundaki kuşkuları artırmaktadır. Türkiye’nin genç bir nüfus yapısına sahip olduğunu ve benzeri ülkelerde bu oranın %55 civarında seyrettiğini hesaba katarsak, Türkiye’de gerçek açık işsizlik oranının %15’ten az olmadığı tahmininde bulunabiliriz. (%10,5’lik bir gösteri var. Bu ilaveleri bırakalım, %10,5’lik bir rakam da çok ciddi bir rakamdır. En az 2,5 milyon insan işsiz. Bunun mânâsı, 10 milyon insan aç demektir, 4 kişilik aileler üzerinden.)
b- Eğitimli genç nüfus arasındaki işsizlik oranı, bir önceki yıla göre bir miktar gerilemekle beraber, 2003 yılında yaklaşık %28 gibi yüksek bir düzeyde gerçekleşmiştir. (Eğitimli genç nüfusun %28’i işsiz. Sevgili kardeşlerim, bu, ülkenin paralize edildiğini gösterir. Yani devletin kasasından o kadar masraflar ederek veya özel sektörün özel üniversitelerden insanların mezun olması, çok daha büyük masraflarla mezun olması, bir taraftan devletin masrafı var, devlet okulları, devlet üniversiteleri için, bir de kişisel masraflar var, özel üniversiteler için ve buradan mezun ediyoruz çocuklarımızı. Bu mezun olan çocuklardan %28’i iş bulamıyor. Nasıl aramazsınız sevgili kardeşlerim, Özal zamanındaki o yatırım patlamasını?) Eğitimli genç nüfus arasındaki yüksek işsizlik kısmen Türkiye’nin genç nüfus yapısından kaynaklanmakla birlikte, önemli ölçüde ciddi bir insan kaynakları planlamasından yoksun oluşumuz ve yanlış eğitim politikalarıyla açıklanabilir. (Bunlar yeterli değil. Bunun arkasında en büyük faktör, yatırım eksikliğidir. Bunlar, konunun garnitürü. Yani genç nüfus yapısından kaynaklanması tahmini de garnitürdür, ciddi bir insan kaynakları planlamasından yoksun oluşumuz da garnitürdür, yanlış eğitim politikaları da öyle. Aslında hepsi doğrudur. Ama önemli olanın yatırım yapılamayışı olduğu vakıasının yanında bunlar garnitürdür. Sevgili kardeşlerim, aklımızı başımıza toplayıp çok büyük ölçüde yatırımlar yapmak mecburiyetindeyiz. Bunun için mutlaka hareket halindeki fonları kullanmalıyız.)
c- Toplam çalışan nüfusun, tarım, sanayi ve hizmet sektörü arasındaki dağılımı, istihdam açısından yapısal bir çarpıklığa işaret etmektedir. (Evet, öteden beri ne yazık ki bu çarpıklık var.) İktisadi gelişme ve şehirleşmeye paralel olarak kırsal kesimden kentlere kayan nüfus, imalat ve sanayi sektörlerinin yeterli iş imkânı sağlayamaması sebebiyle işsiz kalmakta. Hizmetler sektöründe üretkenliği son derece düşük ve kalkınmaya katkısı hemen hiç olmayan iş alanları oluşmaktadır. (Çok güzel, kardeşimizin teşhisi. Gerçek, doğru bir teşhis. Üretkenliği son derece düşük ve kalkınmaya katkısı hemen hiç olmayan iş alanları oluşmaktadır. (Neden? Bu insanlar aç. Hizmet etmek istiyorlar. Hizmet sektörleri oluşuyor. Ama yatırımlara hiçbir katkısı yok. Bir de bu insanlar çok düşük ücretle çalışıyorlar, o da konunun ayrı bir hüzün veren yönü.) Aslında sanayi sektöründe istihdam edilmesi gereken önemli bir nüfus yüzdesi, hizmetler sektöründeki üretken olmayan çeşitli işlerde geçimini sağlamaya çalışmaktadır. (Genç nüfus, aktif nüfus, hizmet edebilecek, üretken yatırımlarda hizmet edebilecek aktif nüfus başka yerlerde kullanılıyor. Aktif şekilde üretken yatırımların mevcut olmaması sebebiyle.) Sonuçta üretken olmayan ve ekonomiye gerçek katkı sağlamayan kesimler, üretken kesimler üzerinde giderek artan bir yük oluşturmaktadır. (Gayet tabii. Çünkü onlar da neticede üretken yatırımlardan, üretken yatırımların ürettiklerinden faydalanacaktır ve üretmeyen fakat para kazanan insanlar, sadece üretileni paylaşmak mecburiyetindedir. Bu da negatif bir faktördür.)
Ülkemiz üzerinde bir karabulut gibi duran bu işsizlik derdini gidermek için nasıl bir ekonomik ya da siyasi politika izlenmesi gerekmektedir? Bu konuda bizlere düşen görevler nelerdir?
CEVAP: Çok belli kardeşim. Sevgili kardeşlerim, her şey o kadar açık belli ki; nasıl diğer konularda bütün çözümleri Allahû Tealâ bize öğretmesine rağmen bir çözüme ulaşamıyorsak, burada da aynı durumla karşı karşıyayız sevgili kardeşlerim.
3 tane faktör:
1- Altın karşılıklı para,
2- Hareket halindeki fonların en az %10’unun yatırımlarda kullanılması ve
3- Bu yatırımların üretken yatırım olması.
Bu kadar olay. Eğer bütün problemlere çözüm arıyorsak, o zaman derhal açık vermeyen bütçeler yapmak mecburiyetindeyiz.
4. faktör: Derhal borçlarımızı, toptan borçlanarak 10 yıllık veya 20 yıllık bir devre içinde ödemek yoluna gitmeliyiz.
Bunlar mümkün olan şeyler. Ama yapılamıyor. Sanki özellikle çözümlerin bu kadar kesin bir şekilde var olmasına rağmen birtakım güçler, ülkeyi bu durumda bırakmaya özel gayret sarf ediyorlarmış gibi görünüyor bize sevgili kardeşlerim, böyle bir iktidarın var olmasına rağmen. Yani ülkesi için canla başla didinen, dürüst insanların el koyduğu bir iktidardan bahsediyoruz. Hepsi vatansever kardeşlerimiz. Hepsi inançlı ve asla para yemek hedefleri olmayan insanlar ve buna bütün güçleriyle mani olmaya çalışan insanlar. O kadar da değil, bu da dahil; hem kendileri para yemeyen hem de başka insanları da bundan engelleyen. Her tarafları sağlam çocuklar. Ama hedefe yürüyemiyoruz. Ne zaman bunları anlayacaklar sevgili kardeşlerim?
“Bizlere düşen görevler nelerdir?” diyor.
Bizlere düşen görevleri biliyoruz. Bunu açık açık ortaya koyuyoruz. Gerçekleşmesi gereken nedir sualinin cevabı, bu söylediğimiz faktörlerde. Bunları tatbikata soktuğumuz gün, özel sektörün büyük bir platform oluşturacağını göreceğiz. Öyle bir hedefe doğru yürüyeceğiz ki özel sektör kendi standardını tamamladığı güni devlet sektöründen de cazip ücretler sebebiyle insanları kendisine çekebilecektir. O zaman devletin sırtındaki 3’te 2 kambur yok olacaktır.
SORU: Geçenlerde bir internet sitesinde bildirilen habere göre ünlü spekülatör George Soros’un ortağı, Wall Street piyasasının efsane ismi Jim Rogers, Amerikan dolarının 10 yıl içinde büyük çöküş yaşayacağını ve Amerikan Merkez Bankası’nın ölçüsüzce dolar bastığını ve George Bush’un da bu dolarları hızla tükettiğini vurgulayan Jim Rogers, “Amerika Birleşik Devletleri dünyaya 8 trilyon dolar borçlu. Bu borç, her 21 ayda 1 trilyon dolar artıyor.” dedi. Amerika’nın Irak’ı işgalini de değerlendiren Rogers, bu hareketin berbat, korkunç, inanılmaz hata olduğunu bildirmiştir. Bunun yanında Rogers, Çin’in çok yakında politik istikrarsızlık sonucu ekonomik bir durgunluğa girebileceğine de dikkat çekerek, “İşte tam bu zaman Çin’de mal satın alma zamanıdır.” şeklinde konuştu.
(Bu, illimünatinin teorisi. Çöküş haline getirmek bir ülkeyi, sonra da orada borçlarını ödemek mecburiyetinde kalan bütün sanayi işletmelerinin gayrimenkullerini satmak mecburiyetinde oluşu, bunları o noktada çok ucuz fiyatlarla satın almak imkânının varlığı. İşte illümünatinin Dünya Bankası kanalıyla ve IMF kanalıyla oynadığı facia, bu faciadır. Sevgili kardeşlerim, 40’tan fazla ülkenin bu zihniyet tarafından, İllüminati tarafından paralize edildiğini ve çok kötü noktalara ulaştırıldığını biliyoruz. Biz de böyle bir büyük badireden geçtik ve de aynı kuruluşlar bizde de kuruldu. Tütün Kuruluşu gibi, Pancar Kuruluşu gibi, Şeker Kuruluşu gibi, Banka Denetleme Destekleme Kurulu gibi birçok kurul, kan emen bir muhteva içerisinde çalışıyorlar. Türkiye, Türklere bırakılmayacak kadar zengin bir ülkedir. Ne zaman aklımızı başımıza toplayacağız sevgili kardeşlerim dersiniz?)
A- Rogers’ın bildirdiği bu gelişmeler, ülke ekonomimizi nasıl etkileyebilir?
CEVAP: Sevgili kardeşlerim, Amerikan Doları, düşünebiliyor musunuz, her 21 ayda 1 trilyon dolar borcu artıyor, Amerika nasıl bir ahtapot gibi bütün dünyanın kanını emiyor? Bir defa ülke dışında 3 trilyon dolardan fazla para, Amerikan Doları seyrediyor, hareket halinde. Ve Amerika’nın borçlanmasının arkasında ithalatının ihracatından çok ötede olması geliyor. Neden acaba? Çünkü Amerika satın aldığı malları Amerikan Doları basarak ödüyor ve her ithalat kalemi, ülkeye o ithalat kaleminin gerçek değerinden %99 ucuza mâl oluyor Amerika’ya. %1’i ile mâl oluyor ve Amerikan Doları bütün dünyaya yayılıyor ve de karşılıksız.
Sevgili kardeşlerim, şu bizi idare edenlerin anlayışsızlığına biraz da şaşırıyorum. Bu insanlar 3 trilyon dolarları ülke dışında seyir halinde, elden ele dolaşıyor, 8 trilyon da borçlu. Borçlarını da devamlı para basarak ödüyor. En ufak bir korkuları yok. Ya bizden bunun karşılığını altın olarak isterlerse diye en ufak bir korkuları yok ve kendi bütçelerinin kaç katı para dışarıya borçlanmış durumda Amerika. Hiç korkmuyorlar. Biz altın karşılıklı parayı bir türlü koyamıyoruz! Düşünebiliyor musunuz aradaki büyük, muazzam farkı? Dünya aklını başına toplayıp Amerika’ya bir çullansa benim paramın karşılığını öde diye altın karşılık olarak, Amerika’nın bunu ödemesi mümkün değil. Hiç korkmuyor adamlar. Daha evvel bu denemeyi geçirdi Amerika. Orada, ben paramın karşılığını altın olarak ödüyorum dediği zaman 3 günün sonunda olay bitti. Amerikan Hükümeti’nin parası aklandı. O günden bu tarafa dolarda bir sarsıntı olmadı. Sadece Euro’yla olan yarışmasında Dolar, ikinciliği koruyor.
Sevgili kardeşlerim, Amerika’nın ithalatı, ihracatının birkaç katı oluşabiliyor. Arkasında sadece bu olay var. Amerikan Maliyesi’ne her 100 dolarlık Amerikan Banknotu’nun 1 doların altında bir maliyetinin olması. Ee, sonuç mu? Sonuç ortada değil mi sevgili kardeşlerim? Bu rakamları unutmayın, Amerika Birleşik Devletleri dünyaya 8 trilyon dolar borçlu. Bu borç her 21 ayda 1 trilyon dolar artıyor ve Amerika’nın umurunda bile değil. İsteseler, Amerikan Hükümeti diyecek ki; ben altın olarak ödeyeceğim ve 2-3 gün sonra altın karşılığını ödediği zaman piyasada gene sulh ve sükûn. Aslında Amerika’nın böyle bir noktaya ulaşması için en az 8 trilyon dolarlık altın karşılığı olması lâzım Merkez Bankası’nda ve bunu gözden çıkarabilmesi lâzım. Ama realite öyle değil ki. Tatbikata girdiği zaman insanlar, 2-3 gün içerisinde tatmin oluyorlar. Alıyorlar altın karşılıklarını paralarının. ‘Tamam’ diyorlar, demek ki Amerikan dolarının altın karşılığı var. Devam etseler, belki de arkası fos çıkacak. Ama devam etmiyor sevgili kardeşlerim, müracaatlar devam etmiyor. Mümkün değil devam etmesi. Ve biz altın karşılıklı parayı hâlâ basamıyoruz! Nasıl anlatacağız acaba? Ne yapmamız lâzım?
“Rogers’ın bildirdiği bu gelişmeler ekonomimizi nasıl etkileyebilir?” diyor kardeşimiz.
Bizim ekonomimizle yakından alâkalı bir konu değil. Yalnız paranın harcamaların büyük kısmı Irak harbinde devreye girdi ve gerçekten çok büyük paralar harcandı ve aslında söylediğimiz gibi korkusuzca Amerika yürüyor. Bizim ekonomimizin etkilenmemesi için hemen altın karşılıklı paraya geçmemiz lâzım diye düşünüyoruz. Ama olmuyor.
B- Çin’in bu ani ekonomik çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu çıkış karşısında ülkemiz ekonomisi olarak nasıl bir duruşta bulunmak en doğru tercih olacaktır?
Sevgili kardeşlerim, Çin, çok hızlı bir büyümeyi yaşıyor. Çin’in ekonomik durgunluğa girmesi, Çin için bir büyük darbe oluşturur. Bu ekonomik çöküş gerçekleşir mi? Şu anda Çin çok yüksek bir gayrisafi milli hasıla hızıyla ilerliyor. 1 milyarlık nüfusuyla Çin, dünyada ciddi bir yer işgal etmiş durumda. Çin’in bizim Dünya Bankası’yla ve IMF’le nasıl bir ilişkisi olduğunu da bu sualin cevabı için yakından incelemek lâzım. Biz neticede sadece gazete haberlerinden öğreniyoruz burada. Ve de ona göre yeniden değerlendirmek gerekir.
SORU: Özelleştirme Yüksek Kurulu ihale süreci tamamlanan Eti Gümüş ve Eti Krom hisselerinin blok satışı ile et-balık ürünlerinin Ankara ve Manisa’daki lojman ve arsaları ve iştiraki Yasa Taş’ın varlıklarının satışını onayladı. Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun söz konusu özelleştirmelere ilişkin kararları Resmi Gazete’de yayınlandı. Buna göre kurul, Eti Gümüş’ün %100 hissesinin Özelleştirme İdaresi’nce yapılan ihalede 41 milyon 200 bin dolarla en yüksek teklifi veren Söğütsen Seramik Sanayi’ye, Eti Krom hisselerinin de 58,1 milyon dolarla en yüksek teklifi veren Yıltaş İnşaat Ticaret Ltd’e ya da bu şirketlerin %51 hisseyle kuracakları anonim şirketlere blok olarak satılmasını onayladı. Şirketler yükümlülüklerini yerine getirmezse sırasıyla en yüksek ilk 4 teklif sahibine satış gündeme gelecek. 4. en yüksek teklif sahibine kadar olan yatırımcılara satış yapılamazsa ihaleler iptal edilecek. Böyle bir gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
CEVAP: Sevgili kardeşlerim, bu Eti Gümüş ve Eti Krom hisselerinin satışa çıkarılmasının arkasında bu işletmelerin zararının yattığını zannediyorum. Fakat konuyu incelemedim. Gerçekten böyle olduğu için veriliyorsa, bunu büyütmemek lâzım. Daha küçük rakamlarla da süratle özel sektöre devri gerekir onların ki zararda olan, devletin bütçesini sakatlayan, devletin kazancının bir kısmını zararın karşılanmasına tahsis etmek mecburiyetinde bırakan bütün işletmeler bundan çok daha küçük değerlerle özel sektöre derhal devredilmelidir kanısındayız. Ne kadar çabuk olursa, o kadar devletin açığı azalır.
SORU: DİE tarafından yapılan açıklamada yılın ilk 4 ayında Türkiye’ye yalnızca 461 milyon dolarlık doğrudan yabancı sermaye girişi yaşandı. (Sadece 461 milyon dolar.) Aynı dönemde Türk yatırımcılar ise yurtdışına 143 milyon dolar sermaye çıkardı. Böylece sermaye hareketleri yoluyla net olarak sadece 318 milyon dolarlık bir giriş oldu. Makroekonomik göstergelerin hızla düzelmesi, yatırım ortamını iyileştirmeye yönelik reform çalışmaları ve tek parti hükümetinin sağladığı güven ortamına rağmen yabancı sermayenin Türkiye’ye yönelik çekingen tavrı sürüyor. Bu yılın tümünde 2,4 milyar dolar olarak öngörülen doğrudan yabancı sermaye girişi, yılın ilk 4 ayında 461 milyon dolarda kaldı. Anılan dönemde yabancı yatırımcılar Türkiye’deki yatırımlar için 464 milyon dolarlık yeni sermaye getirirken, 3 milyon dolarlık bir yabancı sermaye ise yurtdışına çıktı. İlk 4 ayda 461 milyon dolar olarak gerçekleşen net yabancı sermaye girişinin geçen yılın eş dönemindeki 116 milyon dolarlık tutara göre yüksek olmakla birlikte, yılın tümü için öngörülen hedefe uyumlu seyretmediği dikkati çekti. Aynı dönemde Türk yatırımcılar ise yurtdışındaki yatırımlar için 144 milyon dolar sermaye götürürken, yurtdışındaki 1 milyon dolar tutarındaki Türk sermayesi ise yurda getirildi. Böylece Türkler 4 ayda yurtdışına net olarak 143 milyon dolar sermaye çıkardı. Yabancı sermaye girişi ve yurtdışına Türk sermayesi çıkışı birlikte düşünüldüğünde, sermaye hareketleri yoluyla 4 aylık net giriş 381 milyon dolar düzeyinde kaldı. Yabancı sermaye işadamlarımızın yurtdışında yaptıkları yatırımlar hakkında ne buyurursunuz?
CEVAP: Sevgili kardeşlerim, biz yabancı sermayeyi faydalı bir unsur olarak görmüyoruz. Bizim kendi kaynaklarımız bize fazlasıyla yeter. Yani hareket halindeki fonlarımızın sadece %10’uyla Türkiye şu andaki kalkınmasının 3 katı bir hızla kalkınabilir. En az 3 katı. Öyleyse yabancı sermayenin 461 milyon dolarlık yatırımının çok daha ötesine biz geçebiliriz. Sadece hareket halindeki fonları kullanmamız lâzım.
SORU: Uluslararası Para Fonu (IMF) ile 2005 ve sonrası arasında 18 aylık stand-by seçeneği de bulunuyor. Bürokratlar, program sonrası izleme ihtiyati stand-by ve normal stand-by’dan oluşan 3 seçeneğin alternatifli çalışmasını ekonomi yetkililerine teslim etti. Hâlen Şubat 2005’te sona erecek mevcut stand-by’ın yerini alacak şekilde alternatifli çalışmanın 18 aylık bir stand-by süresini de içerecek şekilde devam ettiği ancak nihai kararı hükümetin yapacağını, vücuda getireceğini belirtiyor. IMF borç geri ödemelerinin 2006 ve 2007’ye yığılmasının bu dönemi de kapsayacak bir stand-by ihtimalinin daha kuvvetli hâle getirildiği kaydediliyor. (Yani bizimkiler her ne kadar, “2005 yılında biz IMF’le bir sözleşme yapmayı düşünmüyoruz.” diye açıklamalar yapmasına rağmen, şu anda bunun imkânsız olduğu kesinleşiyor. 2006 ve 2007’de de bu muhteva devam edecek demektir ve bu, hayra alamet değildir. IMF kaç tane ülkeyi mahvetmiş bir dizayndır ve aynı kuruluşların Türkiye’de de birbiri ardından kurulmuş oluşu ve hâlen işlemekte oluşu bizi derin derin düşündürüyor.) Hükümet bu durumda ne yapmalıdır?
CEVAP: Bu durumda hükümetin yapabilecek hiç birşeyi yoktur. Sırtını dayayabilecek olan bir sağlam zemin oluşturabilse, mutlaka IMF’e dur diyebilir. Ama bunu diyebilecek ortama onu ulaştırmama konusunda Merkez Bankası’yla IMF işbirliği, çok ciddi bir engel teşkil ediyor. Sevgili kardeşlerim, Merkez Bankası ciddi bir şekilde ülkenin lehine değil, aleyhine bir uygulamanın içerisindedir ve özellikle reel faiz çok dikkat edilmesi lâzım gelen bir büyük yanlışı vurgulamaktadır. Enflasyonun sıfıra ulaştığı bir noktada, sıfıra yaklaştığı bir noktada reel faizlerin bu kadar yüksek olması, Merkez Bankası tatbikatının ne kadar büyük bir yanlışı beraberinde getirdiğini ya da beraberinde sürdürdüğünü çok açık bir şekilde ifade ediyor. Zaten Türkiye’nin o büyük problemi yaşamasındaki en büyük etken, Merkez Bankasıydı. Şimdi Merkez Bankası’nın başka banka başkanları eliyle aynı büyük hatayı hatta daha da biraz tehlikeli bir standartta uygulamaya çalıştığını görüyoruz. Bu dürüst iktidara rağmen bu rahatlıkla yapılabiliyor ve Merkez Bankası kendisini müdafaa edebiliyor. Nerede bizim iktisatçılarımız? Uyuyorlar mı?
SORU: Türkiye ekonomisinde geçen yıl yaşanan %7,8 oranındaki büyüme bu yıl da hızlanarak sürüyor. Yüksek büyüme hızının en önemli göstergesi olan cari işlemler açığının finansmanında yeniden sıcak para girişleri öne çıkıyor. (Cari işlemler açığı önemli bir açık sevgili kardeşlerim. Sıcak para girişleri öne çıkıyor.) Merkez Bankası tarafından açıklanan ödemeler dengesi istatistiklerinden yapılan hesaplamaya göre 6 milyar 881 milyon dolarlık cari işlemler açığı, verilen bu yılın ilk 4 ayında, ilk 4 ayda 6 milyar 881 milyon dolarlık cari işlemler açığı var. (Rakam çok büyük.) Söz konusu açığın karşılanması için gereksinim duyulan 5,7 milyar dolarlık finansman, büyük ölçüde sıcak para olarak nitelendirilen yabancıların portföy yatırımları ve bankalar ve özel sektörün kısa vadeli borçlanmalarıyla finanse edildi. Finansman gereksiniminin cari işlemler açığından düşük kalması ise ters para ikamesi sebebiyle malî sistem dışından sisteme 4 ayda net 1,2 milyar dolarlık giriş yaşanmasından kaynaklandı. Finansman ihtiyacının 1 milyar 458 milyon doları (yani yaklaşık 1,5 milyar doları) yabancıların Türkiye’deki hisse senedi, tahvil ve bono alımlarıyla getirdikleri dövizle karşılandı. Finansmanda öne çıkan bir başka önemli gelişme… (Burada hepsi hisse senediyle karşılansaydı çok pozitif bir sonuçla karşılaşırdık ama tahvil ve bono alımları da var.) Bir başka önemli gelişme ise, kısa vadeli dış borçlanma oldu. 2003 sonunda 23 milyar dolar olan Türkiye’nin toplam kısa vadeli dış borçları, 4 ayda 2,2 milyar dolar artarak 25,2 milyar dolara yükseldi. Bu açıklama hakkında ne buyurursunuz?
CEVAP: Korktuğumuz şey, dış borçlarımızın süratle artışı sevgili kardeşlerim. Bu rakamlar birinci 3 aylık devredeki rakamlar ve Türkiye ekonomik açıdan hiç iyi bir durumda değil. Bu sıkıntılı devreyi nasıl kapatırlar bu yapıda sevgili kardeşlerim, yapılması lâzım gelenin hiçbirisi yapılmıyor. Türkiye, Merkez Bankası’nın eline teslim edilmiş ve Merkez Bankası hovardaca bir davranış biçimiyle sanki ülkenin mahvına çalışıyor gibi.
Sevgili kardeşlerim, dikkat edin lütfen, enflasyonun bu kadar düşük olduğu bir devrede reel faizlerin bu kadar yüksek oluşu, Merkez Bankası’nın uyguladığı o uygulamaya bağımlı; repo faizleri. Ve Merkez Bankası bu işten vazgeçecek gibi görünmüyor. Ülkeyi batağa doğru hızla götürüyor. Kimse de dur diyemiyor. Vaktiyle de işaret etmiştik, eski Merkez Bankası’nın Başkanı zamanında Hazine Başkanı’yla Merkez Bankası Başkanı bir araya verip küçülen ekonomi modeliyle ülkeyi enflasyondan kurtaracaklarını iddia ederek devreye girmişlerdi ve ülke korkunç bir tuzağa onlar eliyle götürülmüştü. Sonra mı? İstifa ettiler sadece. Gazi Erçel ile Faik Öztrak. Yaptıkları şey bu kadar basit; istifa. Ve hiç kimse hiçbir şey demedi. Birisi sadece o dolar probleminde büyük miktarda dolar bozdurduğu için içeri girdi. Sevgili kardeşlerim, dikkat edin sözlerimize; ülke yeni Merkez Bankası Başkanı’nın elinde bir yeni maceraya doğru götürülüyor.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir ekonomi sohbetinde Allahû Tealâ bizleri bir araya getirdi. Ülkenin büyük handikaplardan geçtiği bu devrelerde, üzülerek, çözümler varken tatbik edilememesine hüzünle bakıyoruz ve de ekonomiyi düzeltmeye değil, mahva doğru götüren bir statü, bu dürüst, bu vatansever iktidara rağmen gerçekleşebiliyor. Durumdan endişe ediyoruz sevgili kardeşlerim kısaca.
Allahû Tealâ’nın ülkemizi bu negatif faktörlerden koruması için dualar ederek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz.
Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R