}
Bildiri 09.09.2004
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 108400

SOHBETİN ADI: BİLDİRİ
TARİHİ: 09.09.2004


Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler! Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha bir zikir sohbetinde mutluluk konusunda birlikteyiz.

Unutmayın! Başka bir şey için değil, mutlu olmak için yaratıldınız. Kim bir mahlûk olduğunun bilincine varırsa, Allah’ın Hâlik olduğunun, yaratıcı olduğunun, kendisinin ise sadece o yaratıcı tarafından yaratılmış olan bir mahlûk olduğunun kim bilincine varırsa o, mutluluk konusundaki ilk adımı atmış demektir.

Allah’ın yaratılış maksadına beraberce baktığımızda Kur’ân-ı Kerim’in;

1- Bir mutluluk davetiyesi.
2- Bir mutluluk rehberi.
3- Bir mutluluk garantisi olduğunu görüyoruz.

Garanti… Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Mutluluğunuz Allahû Tealâ tarafından garanti ediliyor. Dünya mutluluğunuz da cennet mutluluğunuz da garanti ediliyor. Hele cennet mutluluğunuz, sadece bir tek dileğinize dayalı olarak garanti ediliyor. Tek bir dilek! Bu kadar basit!

Hani insanlar diyorlar: “Ne? Cennet mi dedin? Yahu kardeşim! Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in sahâbesinden bile sadece 10 kişiye cenneti müjdelemiş, geri kalanların gideceği yer cehennem. Allahû Tealâ bizi nasıl cennetine alır?” Böyle diyorlar saflar bizim. Biz de onlara diyoruz ki: “Yahu kardeşim! Bu bilgileri size ulaştıranlar, yanlış şeyler ulaştırıyorlar. Onlar Kur’ân-ı Kerim’i bilmezler. Onlar, bizim Yaşar Nuri Öztürk gibi birtakım üçkâğıtçılar. Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’ini incelemek lâzım.”

Bu Kur’ân-ı Kerim’e dikkatle bakın. Orada ne göreceksiniz? Orada, Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın size verdiği müjdeleri göreceksiniz. Onlar bunları, bugün sizlere ilim öğretenler, dîn öğretenler asırlar öncesindeki yaşantıyı Kur’ân-ı Kerim’den çıkarabilecek olan gücün sahipleri değil. Onlar kendilerine hangi kitaplar verilmişse o kitapları okuyup onları sizlere öğretmekle vazifeliler. Orada bitiyor vazifeleri. Öyle zannediyorlar bizim şabanlar.

Hayır! Öyle değil. Dîn öğreten insan, dînini bilmek mecburiyetinde. Ve bugün dîn öğretim kadrosu dînini bilmiyor. O kadroya dikkatle bakın.

Dîn, kainatın tek dîni, işte bu dîn İslâm dîni. Ve insanlara mutluluğu garanti ediyor. Kur’ân-ı Kerim sadece yapılması lâzımgelenleri yazmamış, bir de 14 asır evvel neler olup bittiğini yazmış. 14 asır evvel neler olup bittiğinden de, bizim Kur’ân’dan habersiz bu dîn âlimlerinin haberi yok. Hayır, hepsinin değil. Bir takımı var ki; özellikle öne çıkmak hevesinde ve de bilmediklerini, en kesin şekilde örterek devreye girmek durumunda. İşte bunları yakından tanıyorsunuz; şu anda televizyonları parselleyen kimlerse onlar, tam bu söylediğim adamlar. Dînleri hakkında, insanın mutluluğu hakkında, Allah’ın dîni insanların mutluluğu için indirdiği hakkında hiçbir bilgileri yok. Sıfır bilgi üzerinden insanlara bir şeyler söylemekle, parlak laflar ederek, onları bir şey olduklarına, bir matah olduklarına inandırmışlar.

Sevgili kardeşlerim! Bundan 14 asır evvel, Kur’ân’daki İslâm yaşandı.

O İslâm ki; Hz. Âdem’in yaşadığı İslâm’dı.
O İslâm ki; Hz. Nuh’un yaşadığı İslâm’dı.
O İslâm ki; Hz. İbrâhîm’in yaşadığı İslâm’dı.
Hz. Musa’nın yaşadığı İslâm’dı.
Hz. İsa’nın yaşadığı İslâm’dı.
Ve Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in yaşadığı İslâm’dı.

Bizim saflar da İslâm’ı, İslâm’ın 5 tane şartından ibaret zannederler. Derler ki: “Aa! İslâm’ın 5 tane şartı vardır: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek. ‘Eee, bunları yaparsam ne olur?’ Bunları yaparsan doğru posta cennete gidersin kardeşim. Sonsuza kadar da cennette kalırsın. (Oh keka!) Ha, bu arada günahların varsa Allah seni cehennemine atıp hafifçe kızartacaktır, leblebi gibi kavuracaktır. Ama ondan sonra cennete bir gideceksin, hep ebediyyen cennette kalacaksın.”

Sevgili kardeşlerim! Baştan aşağı yanlış, baştan aşağı yalan! Hangisinden başlamak lâzım, bilemiyorum.

Bir defa cehenneme giden adam bir daha cehennemden çıkamaz. Cennete giren adam da cennetten çıkıp cehenneme girmez.

İkincisi sahâbenin 10 tanesine değil, bütün sahâbeye Allahû Tealâ cenneti nasip etmiş.

Tevbe Suresinin 100. âyet-i kerimesinde bunu söylüyor, A’râf Suresinin 157. âyet-i kerimesinde bunu söylüyor Allahû Tealâ.

Diyor ki A’râf-157’de:

7/A'RÂF-157: Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli ye’muruhum bil ma’rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu, ulâike humul muflihûn(muflihûne).

Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları ümmî, nebî, resûle tâbî olurlar. Onlara ma’ruf ile (irfanla) emreder, onları münkerden nehyeder ve onlara tayyib olanları (temiz ve güzel olan şeyleri), helâl kılar. Habis olanları (kötü ve pis şeyleri), onlara haram kılar. Ve onların, ağırlıklarını (günahlarını sevaba çevirip, günahlarının ağırlığını) kaldırır. Ve üzerlerindeki zincirleri, (ruhu vücuda bağlayan bağ ve fetih kapısının üzerindeki 7 baklalı altın zincir) kaldırır. Artık onlar, O’na îmân ettiler ve O’na saygı gösterdiler ve O’na yardım ettiler ve O’nunla beraber indirilen Nur’a (Kur’ân-ı Kerim’e) tâbî oldular. İşte onlar, onlar felâha (kurtuluşa, cennet mutluluğuna ve dünya mutluluğuna) erenlerdir.


“Kim o ümmî nebî resûle tâbî olmuşsa, onların hepsi felâha erdiler.” diyor Allahû Tealâ. Aradaki bütün ifadeleri çıkarıyorum devreden ama konunun özü bu. A’râf Suresinin 157. âyet-i kerimesi bunu söylüyor: “Kim o ümmî nebî resûle tâbî olmuşsa onların hepsi felâha erdiler. Hepsi Allah’ın cennetine girecekler.” diyor.

Yetmez! Daha açık bir şekilde de ifade etmiş. Tevbe Suresinin 100. âyet-i kerimesi:  

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).

O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.


“O sabikûn-el evvelin var ya.” diyor. “Onların bir kısmı ensardandı, bir kısmı muhacirîndendi, bir de onlara yani ensar ve muhacirîne ihsanla tâbî olanlardandı.” diyor Allahû Tealâ. Ve diyor ki: “Onların gidecekleri yer, kendileri için hazırlanan cennetlerdir.” Hem bütün sahâbe için, ensar ve muhacirînin hepsi için söylüyor bunu Allahû Tealâ hem de onlara tâbî olup da kendileri de irşad makamına ulaşan tâbiîn için de söylüyor Allahû Tealâ. Hepsinin gidecekleri yer, en üst cennetler. Nereden çıkartıyoruz? Çünkü “Onlar fevz-ül azîmin sahipleridir.” diyor Allahû Tealâ.

Kur’ân boyunca onu görüyoruz ki:

* Sahâbe fevz-ül azîmin sahibidir.
* Sahâbe haz-ül azîmin sahibidir.
* Sahâbe fazl-ıl azîmin sahibidir.
* Sahâbe ecrul azîmin sahibidir.

Öyleyse bunların hepsinin azamisini alan bir toplum düşünün. Kur’ân’ı bütünüyle yaşamışlar.

Âli İmrân Suresinin 119. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tu’minûne bil kitâbi kullihi, ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).

İşte siz (mü'minler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca “Biz îmân ettik.” dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak uçlarını ısırdılar. De ki: “Öfkenizden ölün.” Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.


“Onlar size buğz ettikleri halde siz onlara karşı gene de muhabbetle davranırsınız. Çünkü siz Kur’ân’ın bütününe îmân edersiniz.” Ne demek bu? “Kur’ân’ın bütününü biliyorsunuz ve Kur’ân’ın bütününe göre davranıyorsunuz.” demek. İşte davranışlarının kesin neticesi orada. Fevz-ül azîmin sahipleri olarak Adn cennetlerinin sahibi sahâbe; en üst, 7. kat cennetin sahipleri.

Ne diyor Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’inde? Diyor ki: “İslâm’ın 7 tane safhası vardır:
 
* Allah’a ulaşmayı dilemek, 1. safha, Allah’a yönelmek.
* 2. safha, irşad makamına ulaşıp tâbî olmak…”

Bizimkiler irşad makamı dediği zaman tüyleri diken diken oluyor, sanki farz değilmiş gibi. Sanki Allah’a ulaşmayı dilemek farz değilmiş gibi. Sanki ruhu Allah’a ulaştırmak farz değilmiş gibi.

Ruhun ölmeden evvel Allah’a ulaştırılması, üzerimize tam 12 defa farz kılınmış. Allah’a ulaşmayı dilemek ve ruhun o dilenen hedefe ulaşması; ikisi beraber 12 defa farz kılınmış üzerimize. Bizim zamanımızdaki dîn anlayışına bakıyoruz. Bu yobazların dîn anlatışında, Allah’ın bu faktörlerinin hiç birisi yer almıyor. Ve adamlar “Dîn bilginiyiz.” diye geçiniyorlar ortalıkta. Ve de herkese ahkâm kesiyorlar.

Sevgili kardeşlerim! Dîn Kur’ân’dır. Kur’ân, kendisinden önce gelen kitapları tasdik etmiştir. Kur’ân, onların yaşadıkları dînin de İslâm olduğunu söylüyor. Hz. İbrâhîm’in hanif dîni olduğunu söylüyor. Hanif dîninin İslâm dîni olduğunu söylüyor. Arapça adıyla İslâm dîni, Hz. İbrâhîm’in dilinde hanif dîni. Her peygamberin kendi dilinde aynı dîn. Allah’a teslim olma dîni.

Sormaz mıyız onlara sevgili kardeşlerim? “Sizin bu namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek dediğiniz şeyler birer vasıta. Bunları yaptığınız zaman İslâm olabilir misiniz? Allah’a ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi teslim edebilir misiniz? Ama onlar, bunun hepsini gerçekleştirmişler. Ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de Allah’a teslim etmişler. İslâm’ı yaşamışlar. Ve kim mutlu olmak istiyorsa ,o mutlaka İslâm’ı yaşamak mecburiyetinde. Başka bir dîn yok, hiç olmamış.”

Öyleyse sevgili kardeşlerim, söylediklerimize dikkat edin! Biz, bugün dîn anlatan adamların hiç birisinden değiliz. Onlar Allah’ın bize öğrettiklerini ve Kur’ân’da gösterdiklerini bilmekten acizdirler. Öyleyse aciz olmayanları görmek isteriz. Bugüne kadar ihtarlar çıkardık. Hiç kimse söylediklerimize itiraz edemedi. Ve onların yapmadıkları, bilmedikleri şeyler söylediklerimiz. Hangisi bize çıkıp da “Biz zaten onları biliyorduk.” diyebilir? Öyleyse diyebilecek olan varsa onu bekliyoruz. Bu sebeple Türkiye’deki her yerde konferanslar vereceğiz. Bu konuda bilgisine güvenen adam, gelir konferansa ve bizim yanlışımızı söylemeye çalışır. Ya da dileyen dilediği yerde bizimle karşılaşır. Ne zaman isterlerse, kiminle istiyorsa, kim bizimle karşılaşmak istiyorsa her yerde varız. Ama bir defa daha o tuzağa düşmeyiz. Birtakım üçkâğıtçıların, bizi üç cepheden birden kuşatıp, bize söz hakkı vermedikleri o günleri unutmuyoruz.

Var mı aralarında acaba bir tane cesaret sahibi? Tekrar aynı devreye gelelim. Gene onlar hep beraber olsunlar, gene biz yalnız olalım ve gene aynı şeyleri konuşalım; bakalım bu sefer mâni olabilecekler mi?

Öyleyse sevgili kardeşlerim! Allah’ın söylediklerini bilenler! İnsanları mutluluğa ulaştırmak isteyenler! Allah’ın öğrettikleri işte Kur’ân, o Kur’ân’dır. 14 asır sonra Kur’ân’ın sahâbe tarafından yaşanan bütün özellikleri yok edilmiş.

Ondan evvel kim yaşadı bunları? Hz. İsa’nın etrafındaki havariler.
Ondan evvel kim yaşadı? Hz. Musa’nın etrafındakiler.
Ondan evvel, her peygamberin etrafındakiler. Yeter mi? Hayır, yetmez.
Bir de her kavimdeki kavim resûllerinin etrafındakiler.

Bizim şabanların hiçbirinden haberi yok. Ne diyorlar? “Her kavimde resûl mü var? Sen” diyorlar “bunları nereden uyduruyorsun?” Biz de diyoruz ki: “Naçizane, Kur’ân-ı Kerim’den uyduruyoruz.”

Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de şöyle söylüyor.

“Biz bütün kavimlere resûl göndeririz. Her kavme resûl göndeririz. Üstelik de ardarda göndeririz. Aralarında fetret devri yoktur.” diyor Allahû Tealâ. “Ama hangi kavme resûl gönderdiysek, o kavimdekiler, o resûlü kavimlerindekiler yalanladılar.” Hangi sebeple? İşte bu üçkâğıtçılar sebebiyle.

16/NAHL-36: Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâletu, fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).

Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri), Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).


23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).

Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.


2/BAKARA-87: Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).

Andolsun ki, Biz, Musa’ya kitap verdik ve ondan sonra ardarda resûller gönderdik. Ve Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler (açık deliller) verdik ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik. Öyle ki, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle gelen resûle karşı, her defasında kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz.


Her yerde bu olay olmuş, insanlık tarihi boyunca. Hep Allah’ın resûlleri devre dışı bırakılmış. Hep Allah’ın resûllerine hakaret edilmiş. Hatta taşlanmışlar. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir peygamberdi, bir nebîydi ve taşlanmış. Üzerine insan pisliği bile atılmış. Çekmediği sıkıntı kalmamış. Hep bu gibi insanlar yüzünden.

Sevgili kardeşlerim! İslâm, 7 safhadan teşekkül eder. Ve bundan bizim dîn öğreticilerimizin hiç birinin haberi yok. 1. safha Allah’a ulaşmayı dilemek. Bunu söylediğiniz zaman aval aval size bakıyorlar. “Yani sen şimdi Kur’ân’dan mı konuşuyorsun?” diyorlar. Ama ne zaman ki hepsine Kur’ân’daki maddeleri, birer birer sıraladık âyetleri, o zaman sustular. Şimdi arpacık kumrusu gibi düşünüyorlar. Bize cevap vermeye cesaretleri yok. Üstelik de ikiye ayrılmış durumdalar. Bir kısmı, okuduklarımızı görüp de her şeyin yerli yerine oturduğunu görünce ilimlerinin eksikliğini, o ilimlerine rağmen dalâlette olduklarını kabul etmek mecburiyetinde görüyorlar kendilerini. Bu dalâletten kurtulmak için çok bir şey yapmaları da gerekmiyor. Sadece bir dileğin sahibi olmak; Allah’a ulaşmayı dilemek.

Onlara sesleniyorum. Biz mutlu insanların başındaki kişiyiz. Ve diyorum ki: “Neden? Öyleyse neden gizliyorsunuz? Neden etrafınızdaki insanlarla bu konuyu konuşmuyorsunuz? Eğer bize söyleyebilecek bir sözünüz varsa, biz hazırız. Biz, kendimizden bahsetmiyoruz. Kur’ân’dan bahsediyoruz. O, unuttuğunuz Kur’ân’dan bahsediyoruz. Öyleyse mutluluk denilen şeyin temeli Kur’ân’dır. Ve Kur’ân-ı Kerim, bütün insanlar için, bir defa daha tekrar ediyorum:

1- Bir saadet davetiyesidir.
2- Bir saadet reçetesidir, rehberidir.
3- Aynı zamanda bir saadet garantisidir.

İncil de öyledir. Tevrat da öyledir. Bütün, Allah’ın nebîlerine indirdiği bütün mukaddes kitaplar, şeriat kitapları hepsi öyledir.”

Ne zaman bir nebî görürseniz, Kur’ân-ı Kerim’de bir nebî adı, nebî kelimesi geçmişse o bir peygamberdir. Bütün peygamberler aynı zamanda resûldür. Ama bizim saflar derler ki: “Nebî olunmadan resûl olunmaz.”

Sevgili kardeşlerim! O kadar çok yanlışları var ki; hangisinden bahsetmek lâzım, bilmiyorum. “Nebî olunmadan resûl olunmaz.” diyorlar.

Allahû Tealâ ne kadar kavim gelmiş geçmişse, o kavimlerin her birinde resûl beas ettiğini söylüyor. Ve her devirde bir tane peygamber var. Nebî bir tane. Eğer nebî olunmadan resûl olunmazsa bütün o kavimlerdeki resûller, hepsi mi peygamber bu insanların? Ve bunları ispat ettiğimiz zaman küplere biniyor adamlar.

Sevgili kardeşlerim! Biz kendimize ait bir şey söylemiyoruz ki, bize niye kızıyorlar? Söz konusu olan şey, Kur’ân.

Bir adam, bir dîn profesörü, her şeyden evvel Kur’ân’ı bilmek mecburiyetinde değil mi? Öyleyse bu cehalet karşısında siz olsanız ne yapardınız? Allahû Tealâ size bir görev vermişse? Allah’ın öğrettiği Kur’ân’ı insanlara öğretmekle vazifeliyseniz? Gerçek Kur’ân’ı öğretmekle vazifeliyseniz? Ve o insanlar bilmiyorsa? O zaman bizim vazifemizi yapmamız, neden bu insanları bu kadar rahatsız ediyor? Arkasında sadece bir tek şey var sevgili kardeşlerim. Eğer Kur’ân hakikatlerini kabul ederlerse ve sizlere de “Gerçekten böyledir.” derlerse sizlerin yani halkımızın onları azarlayacağını zannediyorlar. “Mademki böyleydi, sen bize bunları neden şimdiye kadar söylemedin?” Korktukları tek şey bu. Böyle saçmalık olur mu sevgili kardeşlerim?

Evvelâ kanun: Herkes sadece öğrendiğini öğretebilir. Bu kardeşlerimiz eksik bir eğitimle eğitildiler. Ve öğrendiklerini öğretmekle vazifeliler. Bilmedikleri şeyleri elbette öğretemezler. O zaman neden korkuyorsunuz? Kim size söylerse; “Bu hakikatler mademki Kur’ân-ı Kerim’de vardı, neden bize öğretmediniz?” derse söyleyeceğiniz söz hazır değil mi? Biz de sizi müdafaa etmeyecek miyiz buradan? Öğrenmediğiniz bir şeyi nasıl öğreteceksiniz insana? Eğer Allahû Tealâ bize öğretmeseydi, biz de sizlere öğretemezdik. Ama eğer Allahû Tealâ bunları bize öğrettiyse, biz size bunları öğretmekle vazifeliyiz.

Kimler itiraz ediyorsa onları görmek istiyorum. Her şehirde konferans vereceğim. Kim bize bilmediğimiz bir şeyi öğretebilirse ona bir mükâfat vermeyi düşünüyorum. Söz konusu olan şey, Kur’ân’ın gizli kalmış, tatbikattan birer birer çıkarılmış o temel hükümleri.

Tekrar ediyorum: Tam 7 tane safha.

1- Allah’a ulaşmayı dilemek.

Bu adamlar onları bilmiyor. Sevgili kardeşlerim! Bunu bilmedikleri zaman zaten bitti film. Neden bitti, biliyor musunuz? Eğer bir insan Allah’a ulaşmayı dilemezse;

* O kişi küfürdedir.
* O kişi dalâlettedir.
* O kişi hüsrandadır.
* O kişi Allah’ın âyetlerinden gâfildir.

Profesörlük diploması kimseye Allah’ın âyetlerinden gâfil olmak konusunda, o gafletten kurtulmak konusunda bir garanti vermiyor. Gafletten kurtulmak bir talebe bağlı: Allah’a ulaşmayı dilemek. Bu insanlar Allah’a ulaşmayı inkâr ediyorlar. “İnsan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşması mümkün değildir.” diyorlar.

Bu kadar çok safsatayı, bu kadar çok yanlışı bir arada kullanan bu insanlar, o öğrettikleri üniversitelerde doktora talebelerine, master talebelerine, üniversite seviyesinde öğretim görenlere hep bu yanlışları öğretiyorlar.
 
Öyleyse artık kendimize gelmenin zamanı gelmiştir. Boşuna geçirecek vaktimiz yok. İnsanlara doğruyu hepimiz birden öğretmekle mükellefiz. Öyleyse evvelâ bu sevgili anlı şanlı profesörlerimiz, Allah’ın Kur’ân’ını öğrenmek mecburiyetindeler. Kur’ân meali yazanlar da bu söylediğimiz konuya dahildir.

Açın bakalım bilgisayarınızı. Orada göreceksiniz. Hidayet âyetlerinin, hidayetin dışında 23 tane Kur’ân mealinde nerelere çekildiğini göreceksiniz. Hidayetin yok edilmesi için bu adamlar ellerinden geleni yapıyorlar. Yapmışlar. 23 tane Kur’ân-ı Kerim, piyasada satılıyor. Ve bu satılan meallerin hidayete müteallik âyetlerini açıkladık sizlere, ibret için. Aklı başında olan herkes, birazcık Arapça bilen ya da Arapça bildiğine güvendiğiniz herkes! Onları teker teker inceleyin. Bakalım Allah’ın bize öğrettiği mealler mi doğru yoksa onların verdiği mealler mi?

Sevgili kardeşlerim! Basit bir misal vereyim size. Allahû Tealâ Ra’d Suresinin 21. âyet-i kerimesinde diyor ki:

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).

Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.


“Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale”  Şimdi kelime kelime veriyorum.

vellezîne:
Ve onlar
yasılûne: Ulaştırırlar, vasıl ederler
mâ: Şeyi
emerallâhu: Allah’ın  emrettiğini, Allah’ın emrettiği şeyi
bihî: O’na, Allah’a  
en yûsale: Ulaştırmayı

“Ve onlar Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar.” diyor. Âyet-i kerimenin gerçek meali böyle. Ve adamlara bakın. “Onlar akrabalık bağlarını kuvvetlendirirler.”

Sevgili kardeşlerim! Böyle saçmalık olur mu? Kur’ân-ı Kerim hükümlerini böylesine sorumsuzca insanlar değiştirebilirler mi? Bu insanlar değiştiriyorlar.

Hayır, artık susmayacağız! Bundan sonra biz konuşacağız. Bu zırvaların hepsini bitireceğiz. Allah’ın doğrularını onların yerine ikame edeceğiz. Öyleyse sözlerimize dikkat edin. Ne akrabalık bağı geçiyor ne akraba kelimesi geçiyor ne Allah’ın yapılmasını emrettiği şeyler geçiyor; hiçbirisi yok. “Ve onlar Allah’ın Allah’a ulaştırmasını emrettiği şeyi yani ruhlarını Allah’a ulaştırırlar.” diyor Allahû Tealâ.

Açın, bilgisayarınızı açın. Orada o ihtarlarla beraber iki tane kitap verdik biz size. O iki kitabın bir tanesi hidayet kavramı üzerineydi. Kur’ân’da geçen bütün hidayetle alâkalı kelimeleri, âyetleri oraya sıraladık. 100’den fazla âyet çıktı ortaya. Ve her birinde 23 tane Kur’ân-ı Kerim mealini aldık, ne zırvaları ortaya koyduklarını gösterdik orada.

Öyleyse artık yeter! İnsanların okullarda, üniversitelerde Allah’ın söylediklerinin dışındaki şeylerle aldatılmasına hayır, müsaade etmiyoruz! Kim çıkacaksa karşımıza, hadi bakalım boy göstersinler. Orada, hangi Kur’ân-ı Kerim meali veren bir itirazı varsa; ya yazıyla ya telefonla ulaşarak ya da herhangi bir konferansımıza gelerek bize lütfen haddimizi bildirsinler.

Bugüne kadar yaptığınız şeyler artık yeter! Bu milletin, bu halkın İslâm’ı öğretmek isteyen insanların, sizin tarafınızdan aldatılmasına artık müsaade etmiyoruz!

Gene aynı kişiler bir araya gelip de bizimle acaba tekrar konuşabilirler mi? Bir Yaşar Nuri Öztürk, bir Hatemi, bir tanesi rahmetli oldu. Bir Atay. Hadi bakalım, sizin de Kur’ân-ı Kerim’lerinizi koyduk oraya. O Kur’ân-ı Kerim’de ne herzeler ortaya koyduğunuzu çıkarın bakalım ortaya.

Ne zaman bizimle karşılaşacaksınız? Nerede? Evvelâ oraya cevaplarınızı göndermenizi istiyoruz. Onların hangi şartlarda, niçin öyle yazıldığını bize anlatmak mecburiyetindesiniz. Artık insanları kandıramayacaksınız.

Hep aynı şeyi söylüyorsunuz. “Evet. Bizden evvelkiler böyle yazmışlar. Biz de öyle yaptık.”

İzmir’de bir müftüyle tartışıyoruz. Demin söylediğimiz âyet. Dedim ki:“Sen bana burada bir tane kelime gösterebilir misin? Senin o okuduğun meallerde burada var olan bir kelimeyi? Böyle yapmanıza sebep ne? Bu halkı aldatmış olmuyor musunuz?” O kardeşimiz şimdi kendini hatırlayacaktır. Bana samimiyetle şunu söyledi: “Bu, bizim yaptığımız bir hata değil. Evvelden beri bu ifadeler böyle gelmiş. Biz onların ortaya koyduğu ifadeleri değiştirmekten korkarız.”

Sevgili kardeşlerim! Böyle saçmalık olur mu? Allahû Tealâ’nın söylediğine bakın, adamların yazdığına bakın. Bu sadece bir tanesi.

Allahû Tealâ diyor ki: “innel hudâ hudallâhi”

Âli İmrân-73:

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).


inne: Muhakkak ki.
el hudâ: Hidayet.
hudallâhi: Allah’a ulaşmaktır.    

Açın bakın bakalım Kur’ân-ı Kerim’e, ne söylemiş bu adamlar. “Hidayet doğru yoldur.” diyor. Ne yol kelimesi var ne doğru kelimesi var, sadece ulaşmak var.

Bakara Suresi 120. âyet-i kerime:
 

2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).

Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın Kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.”. Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.


“inne hudâllâhi huvel hudâ”

inne: Muhakkak ki.
hudâllâhi: Allah’a ulaşmak.
huve: İşte o.
el hudâ: Hidayettir.

Aynı şeyi burada da yapmışlar: “Muhakkak ki hidayet doğru yoldur.”

Sevgili kardeşlerim! Bu doğru yolun muhtevası, insanların sadece uyduruğu. Evvelâ sen Allahû Tealâ’nın söylediğini ver kelime kelime, ondan sonra tefsirini yap, nasıl ifade edeceksen et, tamam. Bir itirazımız yok. Tartışırız. Ama eğer siz insanlara, Allahû Tealâ’nın âyetlerini orada hiç olmayan kelimelerle yutturmaya çalışırsanız, biz buna susmayız. Bundan sonra da hiç susmayacağız.

Hiç biriniz bugüne kadar size gönderdiğimiz ihtarlara cevap veremediniz. O ukalalığınızın arkasına saklanmayın. “Biz seninle bu konuları tartışmaya inmeyiz. O kadar alçalmayız.” diyor adam bize. Yok ya!

Peki ya Diyanet İşleri Yüksek Kurulu? O Allahû Tealâ’nın bize indirdiği o kitaptan, 23 tane yanlış yakaladığını zannederek herkese ilân etti. “Bu adam bir delidir. Bütün söyledikleri Kur’ân-ı Kerim’in hiçbir noktasına, İslâm’ın hiçbir kaidesine uymamaktadır.” Sonra ne oldu? Sonra ona bir cevap yazdık biz, Diyanet işleri Yüksek Kuruluna, Dîn İşleri Yüksek Kuruluna. Ve herşey durdu orada. Çünkü o kitapta geçen her şeyin, Kur’ân-ı Kerim’in bir başka kısmını, bir başka kısmını, bir başka kısmını ama hepsinin de âyetlere tam olarak intibak ettiğini onlara ispat ettik. Eğer bu bizim zibidiler de bize o hakkı verselerdi, biz onlara en güzel şekilde ispat edecektik orada da. Şimdi bizimle: “Efendim, biz profesörüz. Biz sizin gibilerle bu meseleleri tartışmayız.” Çünkü korkuyorlar. Çünkü bu hakikatleri söylemeye kalktığımız her noktada hep susturulduk. Artık susmayacağız. Allah’ın bütün hakikatlerini, Kur’ân hakikatlerini, sizin insanlara yutturduğunuz masalların hepsini birer birer söyleyeceğiz. Tartışmaya cesaret ettiğiniz zaman bizi bulun.

Sevgili kardeşlerim! Hepinize hitap ediyorum. Hepinizin üzerine farzdır. O bilgisayardaki, o değiştirilen âyetleri, yüzden fazla âyetin nasıl değiştirildiğini, ibret için hepiniz görmelisiniz. Allah ne söylüyor, onlar onu neye çevirmişler. Neymiş? Eskiler öyle söylemişmiş. Bunlar da onu değiştirmeye cesaret edemezlermiş.

Allah’ın hiç kullanmadığı kelimeleri kullanarak orada açıklamalar yapıyorsunuz, ondan sonra da diyorsunuz ki: “Eskiler böyle yaptığı için.” Neden eskilere, Kur’ân-ı Kerim’e değil de neden eskilere değer veriyorsunuz? Asırlar boyunca iblis kitapları adım adım değiştirmeyi başarmışsa, bugün siz onları düzeltmek mecburiyetinde değil misiniz?

Öyleyse sözlerime dikkat edin! Dîn öğreticileri, sizlere sesleniyorum! Artık yaptığınız yanlışlara yeter diyoruz. Bu insanlara, doğru olmayan şeyleri öğretmeye devam etmemenizi istiyoruz. Eğer bir itirazınız varsa size gönderdiğimiz ihtarlara, bize cevap verin. Herkesin karşısında konularımızı konuşalım.

Hanginiz Allah’a ulaşmayı diliyorsunuz? Böyle bir olayın, Allah’a ulaşmayı dilemek diye bir varlığın, Kur’ân-ı Kerim’de var olduğundan bile haberdar değildiniz bugüne kadar. Biz size öğretiyoruz bunları. Öyle değil mi? Hanginiz buna karşı hayır diyebilirsiniz? Eğer hayır diyebiliyorsanız, nasıl oluyor da bize cesaret edip de cevap veremediniz? Çünkü söylediklerimiz âyetlerde var. Ve âyetlerin öyle olduğunu gördüğünüz zaman, bunu bilmediğinizi kendi kendinize itiraf etmek mecburiyetinde kaldınız.

O kadar mı? İslâm’ın 7 safhasını da ortadan kaldırmışsınız. Kur’ân-ı Kerim kaldırmamış, Kur’ân-ı Kerim’de hepsi var. Allah’a ulaşmayı dilemek var. İrşad makamına ulaşıp tâbî olmak var. Farz! “Farz değil.” diyorsunuz. Farz! Allah’a ulaşmayı dilemek de farz. Mürşide ulaşıp tâbî olmak da farz. Bu konuya da gireyim. Kısaca. Sadece âyetlerle.

Ne diyoruz Allahû Tealâ’ya Fâtiha Suresinde? Hatırlamayan olabilir mi? “iyyâke nestaîn” diyoruz. “Yalnız Senden istiane isteriz.” diyoruz. Yani: “Mürşidimizin kim olduğunu sadece Senden öğrenebiliriz.” diyoruz. “Yalnız Senden istiane isteriz.” diyoruz.

1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).

(Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.


Ne demek bu istiane? Neticesine bakalım. O istiane neticesinde Sıratı Mustakîm’e ulaşıyormuşuz. “Bizi Sıratı Mustakîm’e ulaştır. O istianenle bizi Sıratı Mustakîm’e ulaştır.” diyoruz.

1/FÂTİHA-6: İhdinâs sırâtel mustakîm(mustakîme).

(Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e hidayet et (ulaştır).


Arkasından da diyor ki: “Sıratı Mustakîm, başlarının üzerinde ni’met olanların yoludur.”

1/FÂTİHA-7: Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).

O yol (SIRATI MUSTAKÎM) ki; üzerlerine nimet verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.


İstiane, kişiyi Sıratı Mustakîm’e ulaştıracak ve başının üzerine ni’metin gelmesine sebebiyet verecek.

Öyleyse bakalım ne diyor Allahû Tealâ.

16/NAHL-9: Ve alâllâhi kasdus sebîli ve minhâ câirun, ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).

Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm'e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.


“alallâhi kasdus sebîli” diyor. “Sebîllerin tayini, tespiti, kast edilmesi Allah’ın üzerine vazifedir.” diyor.

Peki, irşad makamını istememiz, Allah’tan istememiz farz kılınıyor mu üzerimize? Elbette farz kılınıyor. Mâide Suresi 35. âyet-i kerime. Allahû Tealâ buyuruyor:

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.


“Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete: Ey âmenû olanlar! (Allah’a ulaşmayı dileyenler!)”

Allah’a ulaşmayı dilediği zaman kişi âmenû olmuş zaten. Ama: “Tekrar takva sahibi ol.” diyor Allahû Tealâ. Nasıl?

“Allah’a ulaşmaya vesile olacak kişiyi Allah’tan isteyerek.” diyor. “Allah’tan isteyerek.”

Burada Allahû Tealâ “Allah’tan” kelimesini yazmamış ama diyor ki: “O sebîllerin, mürşidlerin tayini ve tespiti Allah’a aittir.” diyor. Ve bu isteğin de sadece Allah’tan istenebileceği, istianenin, irşad makamının kim olduğunun sadece Allah’tan istenebileceği ifade ediliyor. Bakara Suresinin 45 ve 46. âyetlerinde de hangi şartlar altında isteneceği ifade ediliyor. Diyor ki Allahû Teâla:

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(salâti), ve innehâ le kebîratun illâ alâl hâşiîn(hâşiîne).

(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).

Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.


Diyor ki Allahû Teâla: “Sabırla ve namazla (Bu namaz hacet namazıdır.) istianeyi Allah’tan isteyin.” diyor. Sabırla ve hacet namazıyla istendiğine göre ve Fâtiha Suresinde “İstianeyi yalnız Senden isteriz.” ifadesini Allahû Tealâ bize günde en az 40 defa söylettiğine göre hedef açık ve kesin bir şekilde belli. Ve devam ediyoruz.

Allahû Tealâ diyor ki: “Bu istianeyi sabırla ve hacet namazıyla isteyin. Tamam da, bu zor bir iştir, büyük bir iştir. Kebiretün bir iştir.” diyor. Ama huşû sahipleri için büyük değildir.” buyuruyor.

Sonra da huşû sahiplerinin standardını veriyor: “O huşû sahipleri ki; Allah’a mülâki olacaklarına yani ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıracaklarına muhakkak surette inanırlar. Ve Allah’a rücû edeceklerine de yani ölümden sonra da ruhlarının Allah’a tekrar götürüleceğine de, tekrar ulaştırılacağına da kesin şekilde inanırlar.” diyor Allahû Tealâ.

“Öyleyse onlar eğer hacet namazlarını kılarsa onlara gösteririm.” diyor Allahû Tealâ. “Zibidilere göstermem.” diyor.

Sevgili kardeşlerim! Şaka etmiyoruz. Çok ciddi bir konunun içindeyiz. Ve bunlar Allahû Tealâ’nın irşad makamının farz olduğuna dair âyetleridir.

Öyleyse günde 40 defa, yalnız Allah’tan istiane istenebileceğini, hâlâ günde 40 defa -5 vakit namaz kılıyorlarsa, sünnetleri kılıyorlarsa- günde 40 defa Fâtiha Suresini okumak mecburiyetinde olanlar, bu Fâtiha’yı niçin okuduklarının farkında bile değiller.

Sıratı Mustakîm üzerinde bulunmak, ancak tâbiiyetten sonraki bir vetire. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi, 1. Sıratı Mustakîm üzerindedir ama bu, Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm değildir. 3. basamaktan 7. basamağa kadar olan kesimi kaplar. 7. basamaktan 14. basamağa kadar irşad makamına ulaştırma faaliyeti içindedir Allah. Ancak hacet namazını kılan kişi Allah’a ulaşmayı dilemişse o huşû sahibi olur ve o Allah’tan mürşidini sorar. Öyleyse 2. fasıl, irşad makamı; ulaşmak farzdır, tâbiiyet farzdır.

Bu efendiler, şanlarına şöhretlerine zarar gelecek diye Allah’ın âyetlerini gizlemeye çalışıyorlar. Gizleyemezsiniz. Mızrak çuvala sığmaz.

Öyleyse nereye ulaşıyoruz? Her söylediğinizin eksik olduğuna, yanlış olduğuna ulaşıyoruz. Çünkü Allahû Tealâ ruhun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasını, Allah’a ulaşmayı dileyerek tam 12 defa üzerimize farz kılmış.

Sevgili kardeşlerim! Bununla bitmiyor. Fizik vücudumuzu teslim etmemiz de farz kılınmış üzerimize. Nefsimizi Allah’a teslim etmemiz de farz kılınmış üzerimize.

* Ruhumuzun Allah’a ulaşması, 21. basamakta gerçekleşir. Teslimi, 22. basamakta.
* 25. basamakta fizik vücudumuzu Allah’a teslim ederiz.
* 27. basamakta nefsimizi.
* 28. basamağın 5. kademesinde de son teslim olan irademizi.

Bundan 14 asır evvel bütün sahâbe bunları gerçekleştirmiş. Ve bizim dîn öğreticilerimizin bunların hiç birinden haberi yok. Neden yok? Okudukları kitap, öğrettikleri kitaplarda bunlar yazmadığı içinmiş. Böyle saçmalık olur mu? Bütün bu hakikatler Kur’ân-ı Kerim’de dursun, bütün sahâbe bunları yaşasın ve bunları yaşadıklarını Kur’ân-ı Kerim göstersin herbir safhayı ve ondan sonra da bize desinler ki: “Bizim okuttuğumuz kitaplarda ve bizim okuduğumuz kitaplarda bunlar yok.” Peki, ya sizin öğrettiğiniz ilim o zaman kimseyi Allah’ın cennetine ulaştıramıyorsa, hangi dîn ilminden bahsediyorsunuz o zaman?

Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dilemeyen, bırakınız bu 7 tane safhayı, daha konunun başında herşey bitiyor. “Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin gideceği yer cehennemdir.” diyor. Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetleri:
 

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).


Mürşide ulaşmak şart değil ama Allah’a ulaşmayı dilemek şart. Mürşide ulaşmak şu sebeple şart değil yani cennete girmek için mutlaka mürşide ulaşmak gerekmiyor. Allah’a ulaşmayı dilediğiniz andan itibaren zaten cennetin sahibi oldunuz. Ama bu hakikat onlar tarafından bilinmiyor. Öğretilmiyor da. İnsanlar, hepsi cehenneme gideceklerini zannediyorlar.

Bakınız ne diyor Allahû Tealâ: “Onlar Bize ulaşmayı, ruhlarını ölmeden evvel Bize ulaştırmayı dilemezler. (Bize mülâki olmayı bu demek; ruhlarını ölmeden evvel Bize ulaştırmayı dilemezler.) Onlar dünya hayatından razıdırlar. Dünya hayatı ile mutmain olurlar, doyuma ulaşırlar. Onlar Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır.” diyor.

İşte adam titr almış, “Ben profesörüm.” diyor. Ne yazar yani? Sen Allah’a ulaşmayı dilemiyorsun. Dilemiyorsan Allahû Tealâ diyor ki: “Sen benim âyetlerimden gâfilsin.” diyor. O zaman ne yazar ki profesörlüğün senin! Sen kendini kurtaramadıktan sonra, o dîn öğrettiğin insanları nasıl kurtaracaksın? Bu nasıl vazife?

Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Burada bitmiyor âyet. “Onlar Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır.” ile bitmiyor. “Onların gidecekleri yer, diyor Allahû Tealâ “kazandıkları dereceler itibariyle ateştir, cehennemdir.” diyor.

Bir tek sebebe dayalı. Tek bir sebep: Allah’a ulaşmayı dilememişler bu adamlar. Allah’a mülâki olmayı dilememişler. Allah’a ruhlarını ölmeden evvel ulaştırmayı dilememişler.

Sakın bize şaklabanlık yapmaya kalkmayın! “Allah’a mülâki olmak demek, insan ruhunun Allah’a ulaşması demek değildir.” gibi konulara sakın girmeyin. Artık bunları kimse yutmaz. Bu insanlar senelerdir öğrendiler hakikatleri. Ve kimseyi kandıramazsınız.

Orada, ait olduğunuz yerde ilminize mutlaka Kur’ân ilmini katmak mecburiyetindesiniz.

Kur’ân, bütün insanları 7 tane safhaya ulaştırmak ister. İradenin teslimine kadar bütün safhaları, Kur’ân-ı Kerim’de sahâbenin yaşadığı kesin. Açın bizim bilgisayarı, vuslat âyetlerine bir bakın. Sadece Vel Asr Suresini öğrenseniz, (5 kasette tamamlanıyor, 5 saat.) o zaman bütün Kur’ân-ı Kerim’i gerçekten bu Vel Asr Suresinin ihata ettiğini görecektiniz, ya da göreceksiniz, görebilirsiniz. Bütün hazineler açık. 3 binden fazla kaset, orada sizi bekliyor; siz dînlerini bilmeyen insanları!

Öyleyse öğrenmekle ve öğretmekle vazifelisiniz. Size o vazifenizi hatırlatmakla biz vazifeliyiz. Öyleyse sözlerimizi dikkate alın. Kurtuluşunuz ve kurtuluşlarından sorumlu olduğunuz insanları kurtarabilmeniz buna bağımlı. İlk tavsiyemiz; Vel Asr Suresini Kur’ân’dan okumakla kalmayın, 5 saat süren bir açıklaması var Vel Asr Suresinin. Anlıyor musunuz beni? Sadece Vel Asr Suresinin, 5 saat süren bir açıklaması var. Bunun bir saati sadece Allah’a ulaşmayı dilemeye hasredildi.

Evet, hanginiz şimdi çıkıp bana diyebilirsiniz ki: “Ben zaten bunları biliyordum.” Var mı bu cesarette olan birisi aranızda? Eğer varsa ona bir sualimiz var: Size de ihtar gönderdik. Neden cevap veremediniz? Çünkü hepsi Kur’ân-ı Kerim âyetleri ile sabit. Kendimizden bir ilâvemiz yok. Sadece Kur’ân-ı Kerim’i öğretiyoruz size. Sizin bilmediğiniz Kur’ân-ı Kerim’i! Ya da Kur’ân-ı Kerim’in bilmediğiniz, insanları kurtuluşa, cennet ve dünya saadetine ulaştıracak olan temellerini öğrettiğimiz için.

Ne kendinizi kurtarabilirsiniz ne de o dîn öğrettiğiniz insanları. Dîni, dînin insanları cennet ve dünya saadetine götürecek olan hükümlerini öğrenmek ve öğretmek mecburiyetindesiniz. Bununla vazifelisiniz. Hiç kimse de sizi muaheze edemez. “Neden madem bunlar varmış Kur’ân-ı Kerim’de de, bize öğretmedin?” Hiç kimse diyemez size. Çünkü siz bunları öğrenmediniz. Çünkü Allahû Tealâ bunları bize öğretmemiş olsaydı biz de öğrenmemiş olacaktık.

Dikkat edin! Buradaki zamanımız bunları anlatmaya yetmeyebilir. Ama artık onlar biliyorlar. Öğrenmesi lâzımgelenler biliyorlar ki; orada, bu bilgisayarın www.mihr.com noktasında bu hazine mevcut. 3 binden fazla kaset yatıyor orada. Bütün Allah’ın hakikatlerini sizlere öğretmek üzere!

Öyleyse lafla, palavrayla peynir gemisi yürümez. Evvelâ şu Vel Asr Suresini bir öğrenin bakalım. Ondan sonra da uzun uzun konuşuruz.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bu sözler sizlerin mutluluğunuz için söyleniyor. Sizin yaşadığınız güzellikleri, bu adamların hiç birisi yaşayamaz. Güzellikleri yaşamak, Allah’ın ilmini almak ve tatbik etmekle olur. Onlar bilmiyorlar.

Sevgili kardeşlerim! Mutluluk onların da hakkı. Onlara bunları söylemek için, öğretmek için neler yapmadık ki sevgili kardeşlerim! Bütün üniversitelere davetiye çıkardık: “3 gün süreli bir seminer. Pamukkale’de. Masrafları bizden. Gelin.” dedik. “Konularımızı ortaya koyalım ve tartışalım.” Hiçbir üniversiteden cevap alamadık sevgili kardeşlerim.

“Üniversitenizde konferans vermek istiyoruz.” dedik. Bir, İzmir Üniversitesi evet dedi. Konferansı verdik, hiçbir anlaşmazlık olmadı aramızda. Bir Erzurum Üniversitesi evet dedi. Orada da konferansı verdik, itirazlar oldu. İtiraz eden kardeşlerimizle sabaha kadar oturduk. Ve sabaha kadar olan konuşmamızda, onların da hepsi ikna olmuşlardı söylediklerimize.

Diyanet İşleri Başkanı’na 3 saatlik konuşma yapıyoruz, Sayın Yazıcıoğlu’na. O zamanlar hamdolsun ki Diyanet İşleri Başkanı öyle bir insandı. Neticede karar alıyoruz; 3 aylık ve birer aylık seminerler vereceğiz. Ve aynı hain eller, bütün o seminerleri engellediler. Seminerlerin hiç birine müsaade edilmedi.

Sevgili kardeşlerim, dikkat ediyor musunuz? Hain eller, Kur’ân hakikatlerinin, Allah’ın hakikatlerinin sizlere ulaştırılmasını engelliyorlar. Biz bunca gayretle neticeler alıyoruz. Ulaştığımız zaman onları ikna ediyoruz. Çünkü biz bunun sahibi değiliz, bunun sahibi Allah. Ve Kur’ân-ı Kerim’e bunların hepsini koymuş Allahû Tealâ ve onlar bilmiyorlar.

Sevgili profesör kardeşlerim, hepinize sesleniyorum! Bilmiyorsunuz! Ve öğrenmek konusunda bir gayret sarf edecek yerde, Allah’ın üzerinizdeki sorumluluğunu gerçekleştirmek üzere harekete geçeceğiniz yerde, hepiniz bizi engellemeye çalışıyorsunuz. Yanlış değil mi? Hadi siz kurtulamayacaksınız; ya o kadar milyonlarca insan sizin yüzünüzden cehenneme gidecek. Ayıp değil mi? Günah değil mi?

Sevgili kardeşlerim! İçimiz acıyor. Milyonlarca insanın, bu insanlar sebebiyle, dîn öğreticileri sebebiyle cehenneme gitmesi, gerçekten çok hazin bir durum sevgili kardeşlerim! Anlatamıyorum! Neden bizi dinlemek, bize konferans vermek imkânı verenler bütün söylediklerimizden tatmin oluyorlar da, bu insanlar neden karşımızdalar? Bu ne gurur! Bu ne kibir!

Hiç biriniz ait olduğunuz yerde değilsiniz. İtiraz edenlerin hepsine sesleniyorum!

Öyleyse ne yapacağınıza karar verin. Bu kadar insan; 60 milyondan fazla insan, sizin yüzünüzden cehenneme doğru gidiyor. Bunun sorumluluğu sizin omuzlarınızda! Bunların vebali sizlerin omuzlarınızda! Öğretim kadrosu sizlersiniz. Ve bu millete yazık ediyorsunuz! Allahû Tealâ’nın dînin esaslarını öğretmek üzere bu ülkeye verdiği şerefi, elinizin tersiyle itiyorsunuz! Buna hakkınız yok!

Hanginiz bu sözlerime itiraz edebilecekseniz, çıkın karşımıza da konuşalım, kozumuzu paylaşalım! Biz bunu yaptık. O üniversitelerdeki kardeşlerimizi ikna ettik. Hepsi Kur’ân-ı Kerim’i açtıkları zaman onları bilmediklerini itiraf ettiler. Bu zor bir şey değil ki! Sizi küçültmez! Allah’ın katında yükseltir. İnsanların katında da yükseltir.

Bütün öğretim kadrosuna hitap ediyoruz! Sorumluluklarınızın bilincine varmak mecburiyetindesiniz! Kimseyi uyutamazsınız artık! Bu televizyonumuzu kapatmak için yaptığınız gayretler de artık bundan sonra zor netice verir! Güneşi balçıkla sıvayamazsınız! Hakikatler ortadadır! 3 binden fazla kaset, orada her okuyanı, bilgisayarın hafızasında, tatmin eder. Sizi de!

Doğruyu öğrenmek istediğiniz zaman bize gelin. Açık ve kesin bir teşhisten bahsediyorum size. Siz, Kur’ân-ı Kerim’in kurtuluşa ulaştıran, 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbe tarafından yaşanan hükümlerini bilmiyorsunuz! Bilmiyorsunuz! Bilmiyorsunuz!
 
Bu sözlerimiz, sizin sorumluluğunuzu sizlere mutlaka öğretmek üzere söylenmiştir. Sizin vebaliniz, bizim vebalimizdir. Biz öğrendiklerimizi sizlere öğretemezsek, biz sorumluyuz. Ama hanginiz “Hayır, ben bunları biliyordum.” diyorsa o çıksın karşımıza. Unutmayın! Omuzlarınızda ağır bir vebal var.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, inleyenler! Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; sizler Allah’ın yolunda olanlar, sizler öğrettiklerimizin her damlasını öğrendiniz ve onlara çok şeyler öğretebilecek durumdasınız. Ve bu sebeple her şehirde konferans vereceğiz. Her şehirde, kimin itirazı varsa bize ulaşsın da orada cevabını alsın diye. Ama 7 saatlik bir sürenin, bu cevaplara yetmediğini gördük. Ve bölümlere ayırarak sizlere sunmak kararını aldık. Ama hepsini sunuyoruz. Kimlerin neler sorduğu, ne cevabı aldığı orada. İbretle takip edin! İbretle dinleyin! İbretle değerlendirin!

Biz Allah için yaşıyoruz! Allah için öleceğiz!

Allahû Tealâ’nın hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırması dualarımızla, niyazlarımızla sözlerimizi burada tamamlıyoruz inşaallah. Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali  M İ H R