}
Mutluluk Sohbeti 27.09.2004
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 108451

SOHBETİN ADI: MUTLULUK SOHBETİ 
TARİHİ: 27.09.2004

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, sevgili izleyenler, dinleyenler, sevgili öğrenciler! Allah hepinizden razı olsun. Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; Yüce Rabbimiz bizleri bir defa daha el ele gönül gönüle bir beraberliğin içinde, mutluluk sohbeti yapmakta birleştirdi. Allah, sizler ve biz; bir bütünüz. Ve mutluluk dediğimiz zaman, bu bütünün bir parçasına, Sahibimiz ve Sahibimizin verdiği önemi anlıyoruz, idrak ediyoruz.

Bilin ki hepiniz Allahû Tealâ’nın indinde bir kıymetsiniz, hepiniz değerlisiniz. Ve Allahû Tealâ hepinizin sadece ve sadece mutlu olmasını istiyor. Allahû Tealâ’nın hiçbirinizden, sizin mutlu olmanızdan başka bir dileği yok. Sevgili kardeşlerim! Biz insanlar ne yaparsak yapalım, Allah’a bir iyilikte veya bir kötülükte bulunamayız. O, hepimizin sahibi, kâinatı yaratan.

Dikkat edin ki; kâinat mevcut olmadan evvel Allah vardı. Sonra yaratmayı diledi. Ve 6 günde, 3 asıl, 3 de karşıt olmak üzere 6 tane âlem yarattı.

1- Fizik vücudumuzun âlemi; zahirî âlem.
2- Nefsimizin âlemi; bu zahirî âlemin gayb âlemi, (zahirî âlemin berzah âlemi).
3- Üçüncü gün, cinlerin yaşamakta oldukları âlemi yarattı. Gayb âlemi diyoruz adına.
4- Ve onların berzah âlemini yarattı, dördüncü gün. (Gayb âlemine ait olan berzah âlemi.)
5- Beşinci gün emr âlemini yarattı, 7 kat gökleri.
6- Altıncı gün de 7 kat yerleri.

Ve yaratma faaliyeti tamamlandı. 7 kat gökler, 7 kat yerler; hepsi vücuda getirildi. Ve ondan sonra Allahû Tealâ ilmiyle ve rahmetiyle bütün bu kâinatları kuşattı. Bizi de kuşattı. Onun için yaptığımız her şeyden anında mutlaka haberdardır. O, bizim sahibimizdir. Biz O’nun azatsız kölesiyiz. Bundan da şu kâinattaki en büyük mutluluğu duyarız. O’nun kölesi olmak şerefine Yüce Rabbimiz bizi lâyık kıldı diye.

Sevgili kardeşlerim! Mutluluk, işte konumuz bu, bu akşam. Mutluluk.

Kur’ân-ı Kerim bir mutluluk davetiyesidir, Kur’ân-ı Kerim bir mutluluk reçetesidir, tarifnamesidir, izahnamesidir ve Kur’ân-ı Kerim, bir mutluluk garantisidir. Öyleyse Allahû Tealâ ne diyor? Zâriyât Suresi 56. âyet-i kerime:

51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.

Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.


“Biz, insanları ve cinleri başka bir şey için değil; Bize kul olsunlar diye yarattık.” diyor.

Ne demek yani Allah’a kul olmak? Herkes Allah’ın kulu değil mi? Hayır, değil. İnsanlar doğuşlarından itibaren şeytanın kulu, tagutun kulu. Allah’a ulaşmayı dilemeden hiç kimse tagutun yani insan ve cin şeytanların kulluğundan kurtulamaz. Allah’a ulaşmayı dilemediği sürece insanlar hep, tagutun kulu olmakta devam edeceklerdir. En kötüsü, tagut tarafından devamlı münkerle ve fuhuşla emrolunacaklardır.

İki tane âyet bize çok şey söyler gibi görünüyor. Nûr Suresi 21. âyet-i kerime, Allahû Tealâ buyuruyor:

24/NÛR-21: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).

Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).


“Sakın şeytanın adımlarına tâbî olmayın. Kim şeytanın adımlarına tâbî olursa, onlar münkerle ve fuhuşla emrolunurlar. Eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı üzerinize olmazsa, içinizden hiçbiriniz, ebediyyen nefsinizi tezkiye edemezsiniz. Ancak Allah dilediğinin nefsini tezkiye eder.”

Sevgili kardeşlerim! Ne diyor Allahû Tealâ? “Münkerle ve fuhuşla emrolunur, şeytanın adımlarına tâbî olanlar.” Kimdir bu şeytanın adımlarına tâbî olanlar? Şeytanın kulları, tagutun kulları, insan ve cin şeytanların kulları. Öyleyse ne zaman Allah’ın kulu oluyoruz? İşte cevap çok açık olarak geliyor. Birinci cevap, Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinden geliyor. Diyor ki Allahû Tealâ:

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.

Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!


“Onlar ki taguta kul olmaktan içtinab ettiler.”

“vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).” diyor Allahû Tealâ.

“Onlar taguta kul olmaktan içtinab ettiler, kaçındılar, kendilerini kurtardılar.” Neden? “Çünkü Allah’a yöneldiler, Allah’a ulaşmayı dilediler. Onlara müjdeler vardır. Kullarımı müjdele.” diyor.

Evvelce tagutun kuluymuş bütün sahâbe ama Allah’a ulaşmayı dilemişler, Allah’a yönelmişler ve Allah’ın kulu olmuşlar. Ve Allahû Tealâ: “Kullarımı müjdele.” diyor.

Öyleyse iki âyeti yan yana getirdiğimiz zaman Allah’ın kulu olmadığımız sürece tagutun kulu kaldığımız kesin. Zavallı insanların hepsi, aslında şeytandan devamlı vahiy alıyorlar. Devamlı şeytan onlara, onların kendi düşünceleri zannettirerek, devamlı şeytanî ilmini ulaştırıyor ve onları devamlı huzursuz ediyor. İşte müdafaasız insan, Allah’ın ilmini bilmeyen insan, şeytanın bu tuzağına düşüyor. Şeytan sanki onun iç sesiymiş gibi kişiyi devamlı, Allah’ın emirlerini yerine getirmemeye, devamlı Allah’ın yasak ettiği fiilleri işlemeye itiyor. Sonuca ulaşıyoruz sevgili kardeşlerim: Bütün insanlar doğuşlarından itibaren tagutun kuludurlar.

Tagut; cin şeytanlar, insan şeytanlar ve şeytan olarak yaratılmış şeytanlar olarak üç grup oluşturuyor. Ama iki grup da denilebilir. Çünkü şeytan dediklerimiz de cin taifesindendir yani dumansız ateşten, enerjiden yaratılmışlardır. Kur’ân-ı Kerim’de cin adı verilenler de gene dumansız ateşten yaratılmışlardır. Ama bir kısmı şeytanlardır, bir kısmı cinlerdir. Bir de insan şeytanlar var. Dumansız ateşten falan değil, bizim gibi Âdemoğullarından. Ve onlar da insanları Allah’ın yollarından men ederler.

Kim bu insanlar?
    
Kim size diyorsa ki: “Bir insan ruh, fizik vücut ve nefsten oluşur. Ruh, vücuttan ayrılırsa insan ölür. Onun için ruhun Allah’a ulaşması falan diye bir şey yok. Sakın kendini böyle aptalca şeylere kaptırma. Bunlar yalan hepsi. Doğru olan, ruh vücuttan ayrılınca insan ölür. Allahû Tealâ ruhu vermiş. Alsa, aldığı gün ölüyor. Nitekim öldüğümüz zaman ruhumuz Allah’a gidiyor. Doğru değil mi? El hak doğru. Ee öyleyse, demek ki ruh vücuttan çıkınca insan ölüyormuş.” Böyle aldatıyor insanları. İnsan şeytanlar böyle aldatıyor insanları. İşte Kur’ân-ı Kerim tefsirlerine bir bakın. 23 tane Kur’ân-ı Kerim tefsirlerinden kaç tanesinde bu yazıyor. Ruh vücuttan çıkınca insan ölürmüş. Oysaki ruh, vücuttan dilediği an çıkar. Dilediği an vücuda girer. Hiç duyamazsınız, hissedemezsiniz. Ama vücuttan çıkar ama tekrar vücuda geri dönmek mecburiyetindedir. Asla Allah’a geri dönemez. Bir ruhun Allah’a dönüp hedefi olan Allah’ın Zat’ına ulaşması, devresini tamamlaması; ancak nefsini tezkiye etmesiyle mümkündür, temizlemesiyle mümkündür. Nefs temizlenmedikçe ruh, gök katlarını aşamaz.

Öyleyse nefsin tezkiyesi, ruhun gök katlarını aşmasına sebebiyet verir. İşte sevgili kardeşlerim! Sakın yalancıların sözlerine inanmayın. Kim size böyle bir şey söylerse, “Ruh insana hayat verir.” derse, ona söyleyin: “Âyet-i kerimeyi getir görelim.”     

Kur’ân-ı Kerim’de ruhun insana hayat verdiğine dair hiçbir âyet-i kerime yok. Secde Suresinin 9. ve 11. âyet-i kerimesi; ruhun Allahû Tealâ tarafından üflenmesini ve vücuttan ayrılmasına ifade eden iki âyet-i kerime:

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel efidete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).

Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.


32/SECDE-11: Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum summe ilâ rabbikum turceûn(turceûne).

De ki: “Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek (öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”


“Biz insana ruhumuzdan üfürdük.” diyor Allahû Tealâ.

Allah, ruhundan insana üfürmüş. Bütün insanlar Allah’tan bir ruh taşımaktadırlar. Hem de tekrar Allah’a geri dönmek mecburiyetinde olan bir ruh. İsterseniz dünya hayatında bu ruhunuzu ulaştırırsınız, Allah’ın evliyası olarak. Dünya saadetinin yarısına ehil olursunuz. 3.  kat cennetin de sahibi olursunuz. Ne karşılığı? Bir dilek karşılığı. Sizin göreviniz sadece Allah’a ulaşmayı dilemek. Dileyeceksiniz. Allah’a ulaşmayı dilediğiniz anda sizin için cennet görülmüştür. 6-7 dakika içinde Allahû Tealâ üzerinize Rahmân esmasıyla tecelli edip sizi kör, sağır ve dilsizken; gören, işiten ve idrak eden bir hüviyete sokar. Artık Allah’a ulaşmayı dilemiş olan birisiniz.

1- Allah’a inanıyorsunuz.
2- Allah’a insan ruhunun ölmeden evvel ulaşmasına inanıyorsunuz.
3- Bunun üzerinize farz kılındığını biliyorsunuz.
4- Allah’ın verdiği söz üzere, Allah’a ulaşmayı dilerseniz, sizi mutlaka Kendisine ulaştıracağına kesin şekilde inanıyorsunuz.

İnananlar mı varmış buna? Evet, tabiî varmış. İşte Bakara Suresinin 45 ve 46. âyetleri. Allahû Tealâ buyuruyor:

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(salâti), ve innehâ le kebîratun illâ alâl hâşiîn(hâşiîne).

(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).

Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.


Diyor ki Allahû Tealâ: “Sabırla ve namazla Allah’tan istianeyi isteyin, mürşidinizin kim olduğunu öğrenin. Bu zor bir iştir. Ama huşû sahipleri için zor değildir. O huşû sahipleri ki; onlar, Allah’a mülâki olacaklarına yani ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıracaklarına kesin şekilde inanırlar. Ve onlar Allah’a rücû edeceklerine de kesin şekilde inanırlar. Ruhlarının ölümden sonra tekrar Allah’a geri döneceğine de kesin şekilde de inanırlar.” İki defa Allah’a dönüş.

Bir kısım insanlar Allah’a ulaşmayı ömürleri boyunca dilemezler. Ve bir cehennemlik olarak ölürler. Öldükleri zaman da nasıl ölür insanoğlu? Azrail (A.S) veya onun yardımcıları gelip kontağı kapatırlar. Vücudumuzdaki 70 trilyon hücredeki mitokondriler, elektrik enerjisi üretemezler. Üretemezlerse, manyetik alan sona ermiştir fizik vücudumuzda. Bir kutbuyla nefsi, bir kutbuyla ruhu kendisine çeken fizik vücudumuz artık çekemez. Ve ne nefs ne ruh,  vücudunuzda barınamazlar. İkisi de artık kendilerini kabul etmeyecek olan, kendisine çekme gücünün sahibi olmayan fizik vücudu terk ederler. Ve böyle bir dizaynda fizik vücut terk edilir. 40 gün süreyle fizik vücutla birlikte kalan nefs, 40 günün sonunda berzah âlemine intikal eder. Ruh ise ya ölmeden evvel Allah’a geri dönmüştür ya da ölümden sonra vücuttan ayrılan ruhu, Azrail (A.S) veya onun yardımcıları alıp 7 tane gök katına aşırırlar ve neticede ruhumuz Sidretül Münteha’dan sonra direkt olarak kendisi Allah’ın Zat’ına ulaşır. Sonra da Allah’ın Zat’ında yok olur. İşte bu fenomen, bu olaylar dizisi.

Sevgili kardeşlerim! Şunu biliniz ve mutlu olunuz ki; garanti altındasınız. Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Siz sadece bir dileğin sahibi olacaksınız. Bana ulaşmayı dileyeceksiniz; bu kadar.” diyor. “Sizden istediğim şey, sizin sadece bu dileğin sahibi olmanız. Hanginiz Bana ulaşmayı dilerseniz, o Bana ulaşmaz, Ben onu Kendime ulaştırırım.” diyor Allahû Tealâ.

Öyleyse Allah’ın garantisiyle karşı karşıyasınız. Sizden istenen şey sadece Allah’a ulaşmayı dilemeniz sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a ulaşmayı dilemeniz. Dilerseniz ne olur? Dilemezseniz ne olur? Dilerseniz, mutluluğu mutlaka yakalarsınız. Dilemezseniz, ömrünüz boyunca mutsuz bir hayat geçirirsiniz. Kıyâmetten sonra gideceğiniz yer, mutlak olarak cehennemdir. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler, cehennemden kurtulabilirler. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler, onların ruhları Allah’a ulaşır. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler, Allah’a ruhları ulaşınca, dünya saadetinin de %51’ini elde ederler. Cennet saadeti, 3. kat cennete kadar onlarındır. Dünya saadeti de yarı yarıya onlarındır. Bir hiç karşılığı sevgili kardeşlerim, bir hiç karşılığı, hiç!

O kişi ne yapmıştır? Bir tek dilekte bulunmuştur: “Yarabbi!” demiştir, şuradan, kalbinden: “Ben Sana ruhumu şu hayatı yaşarken, dünyadayken, hayattayken ulaştırmak istiyorum.” O kişi bilir ki; ruhu kendisini terk etti diye ölmez. Ruhunu Allah’a ulaştırır. Kim gibi? Sahâbe gibi. Ne diyordu Peygamber Efendimiz (S.A.V) sahâbeye? “Ey sahâbe! Ölmeden evvel ölünüz ki; Allah size 700 kat versin. Ölmeden evvel ölün.” diyor. Öldüğümüz zaman ne oluyor? Eğer ruhunuz vücudunuzdaysa, eğer ruhunuz vücudunuzun içindeyse elektrik enerjisi kesilir kesilmez, manyetik alanlar kesilir kesilmez, ruh vücudun dışına atılır. Vücudun dışına mutlaka çıkmak mecburiyetindedir. Çünkü vücut onu artık muhafaza edecek olan gücün sahibi değildir. Bu sebeple kabul edecek halde de değildir. Mutlaka ruh, vücudu terk eder. Ama ruh daha evvel Allahû Tealâ’ya ulaşmışsa ne olacak? O zaman oradan gelir ve meleklerin görevini yapmasını temin eder.  Melekler ruhu alıp, 7 gök katını aşarlar ve Sidretül Münteha’dan itibaren de ruh yalnız başına Allah’a ulaşır.

Öyleyse neler görüyoruz sevgili kardeşlerim? Sahâbe, ölmeden evvel öldüler mi? Evet, sahâbe dediklerimizin hepsi, ölmeden evvel öldüler. Ne oluyormuş ölmeden evvel öldüğümüz zaman? Ruhumuz vücudumuzdan ayrılıp Allah’a ulaşıyormuş. Eğer böyle olmasaydı, öldükten sonra ruhumuz Allah’a ulaşsaydı, o zaman ruhumuz Allah’a dünya hayatındayken ulaşmadan ölmüş olacaktık. Ruhumuz, ölümden sonra Allah’a ulaşacaktı. Ölümden sonra ruhun Allah’a ulaşması. Ve o durumda gideceğimiz yer cehennem olacaktı.

Öyleyse Allah’ın ilmini sizlere söylüyoruz, öğretiyoruz sevgili kardeşlerim! Eğer Allahû Tealâ bize bunları öğretmeseydi, biz de onlar gibi bir faydasız ilmin sahibi olacaktık. Ne diyor Allahû Tealâ Câsiye Suresinin 23. âyet-i kerimesinde?

45/CÂSİYE-23: E fe raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveten, fe men yehdîhi min ba’dillâhi, e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).

Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?


Diyor ki: “Habîbim! O hevalarını, nefslerinin afetlerini kendilerine ilâh edinenleri görüyor musun? Allah onları, Allah’ın emriyle, kendi ilimleri sebebiyle (Allah onları, o ilimleri sebebiyle) dalâlette bırakır. Sahip oldukları ilim, onları dalâlette bırakır. İlimleri üzere dalâlette kalırlar.”

Neymiş bu insanların durumu? Hevalarını kendilerine ilâh ediniyorlarmış. Nasıl? Hangi Allah’ın emrettiği şeyi yerine getirmezlerse, onlar Rabbi, Rab mevkiinde olan, emir ve kumanda mevkiinde olan Rabbi (Allahû Tealâ’yı), oradan almış oluyorlar. Onun yerine nefslerinin afetini koyuyorlar. O Rab hüviyetine giriyor. Ve onun emrine riayet ediyorlar. Hevalarının emrine itaat ediyorlar. Heva ve heveslerinin, nefslerinin afetlerinin emrine itaat ediyorlar. Ve Allahû Tealâ da onları, onların ilimleri üzere dalâlette bırakıyor. İlimsizler mi? İlimliler ama ilimleri, faydasız ilim.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor: “Faydasız ilimden Allah’a sığınırım.” İşte size küçücük bir muhteva. Siz sadece Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz. Gerisi mi? Gerisi Allah tarafından yapılacak. İşte seçen Allah ve o seçilenlerden kim Allah’a yönelirse, Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah mutlaka onları Kendisine ulaştırıyor. Şûrâ Suresi 13. âyet-i kerime:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


“allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).”

Allahû Tealâ’nın Kendisine seçmesi söz konusu. Ve seçtiklerinden kim Allah’a yönelirse, onları da Kendisine ulaştırması söz konusu.

Öyleyse Allahû Tealâ diyor ki: “Allah’ın sözünde hulf olmaz, hilâf olmaz.” diyor. Yani Allahû Tealâ hangi sözü verirse mutlak yerine getirir. Verdiği söz de bu. Peki, Ra’d Suresinin 27. âyet-i kerimesinde ne diyor Allahû Tealâ?

13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).

Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”


“Allah dilediğini dalâlette bırakır. Ama kim Allah’a ulaşmayı dilerse, onları Kendisine ulaştırır. Yani kim Allah’a yönelirse, Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onları mutlaka Kendisine ulaştırır.” buyuruyor Allahû Tealâ.

Öyleyse buradaki muhtevaya baktığımız zaman ne görüyoruz sevgili kardeşlerim? Allah’ın dizaynında, Allah bizleri o kadar çok seviyor ki;  bir tek dileğimizle bizi Kendisine ulaştırıncaya kadar bize yardım etmeye hazır. Allah’a ulaşmayı dilediğimiz zaman, Allah derhal Rahmân esmasıyla tecelli ediyor. Bu tecellisi, derhal kör, sağır ve dilsiz olan bizleri, ölü olan bizleri, canlı, işiten, bilen ve gören bir noktaya ulaştırıyor.

Bütün insanlar tebliğe mutlaka muhatap olurlar. Mutlaka kendilerine tebliğ edilir. Edilmemesi mümkün değildir.

Allahû Tealâ buyuruyor ki:

67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).

(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.

67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).

Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”

67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).

Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.


39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).

Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın?” (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.


“Kıyâmet günü insanlar posta posta cehennemin kapısında toplanırlar ve cehennem bekçileri onlara derler ki (2 âyetin birinde Allah’ın nezirleri geçiyor; Mulk 8, 9, 10. Birinde Allah’ın resûlleri geçiyor; Zumer-71): Allah’ın nezirleri, Allah’ın resûlleri, size gelip de Allah’ın âyetlerini okumadılar mı? Ve size Allah’a ulaşmayı dilemiyorsanız sizi ikaz ediyoruz, uyarıyoruz; gideceğiniz yer cehennemdir diyerek, Allah’ın âyetlerini okuyarak buraya geleceğinizi söylemediler mi size?’ Onlar da derler ki: Söylediler ama biz onlara inanmadık (1). Allah hiçbir şey indirmemiştir dedik (2). (Allah’a inanıyorlar, kitaplarına inanmıyorlar.) Ve biz sizi dalâlette görüyoruz, dedik (3).”

“Evet, geldi bize, bunları söyledi. Biz de dedik ki: ‘Biz sana inanmıyoruz. Ve biz seni dalâlette bırakıyoruz. Üstelik Allah kitap falan da indirmemiştir.”

Ve şöyle bitiyor: “Eğer biz işitmiş olsaydık (Allahû Tealâ kulaklarımızdaki vakrayı almış olsaydı) ve idrak etmiş olsaydık (kalbimizdeki ekinneti alıp yerine ihbat koysaydı) o zaman burada, cehennemde mi olurduk?”

İşte sevgili kardeşlerim! Kulvara insanlar eşit şartlarla çıkarlar. Bir tarafta ruhları vardır; %100 Allah’ın nurlarıyla doludur. Ruhumuzun kalbi baştan aşağıya hasletlerle donatılmıştır. Hasletler, Allah’ın bütün emirlerine mutlaka itaat ederler, yasak ettiği hiçbir fiili asla işlemezler. İşlemek de istemezler, işlemezler de. Her günah işlenişte ruh, vücudu terk eder. Dışarıdan olayları müşahede eder. Elindeki mizanla, mizandaki dereceyi amel defteriyle karşılaştırır. Elindeki mizan kadar da nefse huzursuzluk verir. Elindeki mizandaki kaybettiği derecat kadar.
             
Sevgili kardeşlerim! İnsanların hepsi başlangıçta ölüdürler, kördürler, sağırdırlar, dilsizdirler. İnsanlar ya Allah’ın âyetlerine, daha açık bir ifadeyle Allah’ın tebliğine isyan ederler, karşı çıkarlar, kızarlar. O zaman Allahû Tealâ onların gözleri üzerine hicab-ı mesture koyar, kulaklarına vakra (engel) koyar ve kalplerine ekinnet koyar. Onlar kör olur, sağır olur ve dilsiz olurlar; Allah’ın âyetleri, Allah’ın ilmi konusunda. Sonra da Allahû Tealâ onların görme hassalarına gışavet isimli bir perde çeker, işitme hassalarını mühürler, kalplerini de mühürler. Hem görme, işitme ve idrak açısından hassalar hem de görme, işitme ve idrak açısından uzuvlar kapatılmıştır, Allahû Tealâ tarafından. Herkes mutlaka bu talebe (Allah’a ulaşma dileğine) muhatap olur ve herkesin hem hassaları hem uzuvları Allahû Tealâ tarafından kapatılır. İşte bu kapalı uzuvlarla bir sonuca ulaşmak söz konusudur. Bu sonuç; küfürdür, cehennemdir, dalâlettir, Allah’ın âyetlerinden gaflettir, tagutun kulu olarak kalmaktır, tagutun dostu olarak kalmaktır, hüsranda olmaktır. Ve Zumer Suresinin 65. âyeti kerimesi gereğince, o kişinin amellerinin boşa gitmesidir, amellerinin heba olmasıdır.

39/ZUMER-65: Ve lekad ûhıye ileyke ve ilâllezîne min kablike, le in eşrakte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).

Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere: “Gerçekten eğer sen şirk koşarsan (Allah’a ulaşmayı dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun.” diye vahyolundu.


“Allah’a ulaşmayı dilemeyenler hüsrandadır.” diyor Allahû Tealâ ve “Hüsranda olanların amelleri boşa gider, amelleri heba olur.” diyor.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bunları niye anlatıyoruz size? Çünkü bunlar başkaları tarafından bilinmiyor. Eğer Allahû Tealâ bize bunları öğretmeseydi biz de bilmeyecektik. Biz de o üniversitedeki öğretim üyeleri gibi kör, sağır ve dilsiz olarak kalacaktık. Sevgili kardeşlerim! Ama öyle yapmadı Allahû Tealâ. Bizim sadece baş gözümüzü, baş kulağımızı değil kalp gözümüzü de açtı. Ve bize hamdolsun ki yerlerin melekûtunu da göklerin melekûtunu da gösterdi.

Her şey öylesine güzel ki sevgili kardeşlerim! İnsanlar nasıl oluyor da bu kadar açık şekilde Allah’ın kendilerine uzattığı o ni’metleri ellerinin tersiyle itiyorlar. Düşünün şimdi; biz 28 yıldır size bunları anlatırız. “Ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin. Dilemezseniz gideceğiniz yer cehennemdir.” deriz. Ve insanlar sadece bizim söylediklerimizi reddederler. Şeytanın dizaynına bakın! Onlara araştırma imkânını vermemek için iblis, yüzlerce sebep buluyor. Eğer araştırmalarını önleyebilirse, onlar bizim söylediklerimizin yanlış olduğuna inanacaklar. Neden? Çünkü aldıkları dîn kültürü, bizim söylediklerimizin tamamen tersi. Ve o dîn kültürü, Kur’ân’ın tamamen zıttı. Kur’ân’daki kurtuluşu, iblis bütün boyutlarıyla önlemiş. Ve insanlara bir dîn öğretisi sunmuş. Hedefleri yok etmiş.

Hedefler neydi?

1- Allah’a ulaşmayı dilemek.
2- Mürşide ulaşıp tabi olmak.
3- Ruhu Allah’a teslim etmek
4- Fizik vücudu teslim etmek.
5- Nefsi Allah’a teslim etmek.
6- İrşada ulaşmak.
7- İradeyi Allah’a teslim etmek.

Bunlar hedefler. Peki vasıtalar?

1- Namaz kılmak.
2- Oruç tutmak.
3- Zekât vermek.
4- Hacca gitmek.
5- Kelime-i şahadet getirmek.
6- Zikir.
7- Ve bir de Allah’a ulaşmayı dilemek.

İslâm’ın 5 şartının yanında 6. zikir, 7. de Allah’a ulaşmayı dilemek. İslâm 5 değil, 7 şartın sahibidir. Ve Kur’ân-ı Kerim hep 7’li rakamlardan hareket eder; 7 tane gök katı, 7 tane yer katı, 4 tane 7 basamak: 28 basamaklık bir İslâm merdiveni.

Sevgili kardeşlerim! Böyle bir dizaynda kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesi veya dilememesi, onu ya kurtuluşa ulaştırır ya da cehenneme. İşte Allah’ın sözü odur ki: “Kim Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu sadece cennetime ulaştırmam, Kendime de ulaştırırım. 3. kat cenneti onlara nasip kılarım ve ruhları da Bana ulaşır.” diyor.

İyi ama bir insan namaz kılmayı sevmez, oruç tutmayı da sevmez; öyleyse bu insan vazifelerini yapmazsa ruhunu Allah’a ulaştırması mümkün değildir. Neden? Eğer o kişi nefs tezkiyesi yapmazsa nefsi temizlenemez. Nefsi temizlenemeyince ruhunun Allah’a ulaşması hiçbir şekilde mümkün değildir. Nefs tezkiyesine paralel olarak bir ruh yolculuğu söz konusudur. Nefsin kalbinde her %7 fazl birikiminde, o kişinin ruhu 1., 2., 3., 4.,  5., 6., 7. gök katlarına ulaşacaktır. Neticede Allah’ın Zat’ına ulaşacaktır. Ve kişi ermiş evliya olacaktır. Evliyaullah; Allah’ın dostu demek. Evliya kelimesi de Allah’ın dostu olarak geçer, halk arasındaki kullanımda. Ama aslında çoğul bir kelimedir. Evliya; velî kelimesinin çoğuludur.

Sevgili kardeşlerim! Böylece Allah ile olan ilişkimize baktığımız zaman Allahû Tealâ’nın söyledikleri bizi etkilemeli. Ne çıkıyor karşımıza? Allah’a ulaşmayı dilemek ve mutlaka Allah’a ruhumuzu Allah’ın ulaştırması. Biz mi ulaştıracağız? Hayır, biz ulaştırmayacağız. Allah ulaştıracak. Ama biz namaz kılmasını sevmiyoruz; sevmiyorsak Allahû Tealâ bize mutlaka sevdirecek. Oruç tutmasını sevmiyoruz; Allahû Tealâ mutlaka bize oruç tutmayı sevdirecek. Öyleyse bunları da almış mı üzerine vazife olarak? Elbette almış.

Bir kişi yeter ki Allah’a ulaşmayı dilesin. Geri kalan her şey Allah tarafından halledilecek. İyi ama o kişi zikir yapmazsa ruhunu Allah’a ulaştırması mümkün değil. O zaman Allahû Tealâ sözünü tutamaz. Böyle olduğu için Allahû Tealâ kişinin iradesini hiç dikkate almaz, kişisel iradeyi ve o kişiyi Allah’a ulaşmayı dileme konusunda, Allah’a mutlaka o kişi yöneldikten sonra, Allah o kişinin ruhunu mutlaka Kendisine ulaştırır. Bunun için ne yapması lâzım o kişinin? Namazı sevmesi lâzım; Allah sevdirir. Ne yapması lâzım? Orucu sevmesi lâzım; Allah sevdirir. Namazı sevdirir, namazı bir zevk haline getirir. Namaz kılmaktan zevk almaya başlar kişi. Orucu sevdirir, oruç tuttuğu zaman karnını acıktırmaz. Karnı acıkmayan ve susamayan bir insan söz konusu. O kişi rahat rahat orucunu tutar. Zikir yapmayı Allahû Tealâ sevdirir. O kişi her kademenin gerektirdiği zikri, hiç sıkıntı çekmeden tıkır tıkır çeker. 15 bin zikre kadar kişi 1. kattadır. 17 bin zikirde 2. kat. 19, 21, 23, 25, 27 bin zikirde 4., 5., 6., 7. katlar. 33 bin zikirde ruh, Allah’a ulaşır.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ sizleri çok seviyor, biliyor musunuz? O kadar çok seviyor ki; bir tek dileğinizle Allah sizi Kendisine ulaştırmaya hazır. Ne olur Kendisine ulaştırırsa? Ulaştırırsa, 3. kat cennetin sahibi olursunuz. Allah’a ulaşmayı dilediğiniz an 1. kat cennetin sahibi olursunuz. Ruhunuzu Allah’a ulaştırmak için evvelâ mürşidinize ulaşmak mecburiyetindesiniz. Ulaştınız, Allah size mürşidinizi gösterdi. Ona ulaştınız tâbî oldunuz.

Tâbî olduğunuz anda, bir konu kesinlikle halledilir. Mürşidinize tâbî olduğunuz anda ruhunuz vücudunuzu terk eder, Allah’a doğru yola çıkar. Bunun için devrin imamının dergâhına ulaşması lâzımdır. Mürşidinize tâbi olduğunuz an, ruhunuz vücudunuzdan ayrılarak devrin imamının dergâhına ulaşır. Bir süre, o ait olduğu dergâhta kaldıktan sonra ana dergâha mutlaka ulaşacaktır.

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah ile olan ilişkilerinizin böyle bir dizaynı söz konusu. Her şeyin en güzel standartları. O, sadece sizin mutlu olmanızı ister. Peki, ruhunuzu Allah’a nasıl ulaştıracaksınız? Zikir çekerek. Bu zikir arttıkça, ruhunuz ilk %7 fazl birikiminde 1. kata ulaşır. 2.’sinde 2. kata. 3., 4., 5., 6. ve 7. defa %7 nur birikiminde, %7 fazl birikiminde ruhunuz 7. gök katına ulaşır. 7 tane âlemi geçer, Sidretül Münteha’dan da Allah’ın Zat’ına ulaşır. Vuslata nail olur. Ruh Allah’a ulaşmıştır. Peki, üzerimize farz mı? Allah’a ulaşmayı dilemek de farz, ruhumuzu Allah’a ulaştırmak da farz, fizik vücudumuzu (vechimizi), nefsimizi ve irademizi Allah’a teslim ederek irşad makamına tayin edilmek de farz.

İşte Allahû Tealâ buyuruyor:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.


“munîbîne ileyhi vettekûhu: O’na (Allah’a) yönel, (Allah’a ulaşmayı dile) ve O’na karşı (Allah’a karşı) takva sahibi ol.” diyor Allahû Tealâ, “Allah’a karşı takva sahibi ol.”

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a karşı takva sahibi olma müessesesi; 1. takva. Herkes 1. takvaya derhal ulaşabilir. Allah’a ulaşmayı kalpten dileyen herkes, 1. takvaya ulaşır. Bundan sonra? Bundan sonra kişi, mürşidine ulaşacaktır. Gören, işiten ve idrak eden birisidir. 2. takvaya ulaşır mürşidine tâbî olduğu anda. Mürşid sevgisini kişi kendisi kazanmaz, Allah ona verir. Kişi, Allah’ın kendisine gösterdiği mürşidi mutlaka çok sever.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ’nın katında her şeyin en güzel olduğu bir dizayn var. Ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi Allah’a teslim ettiğiniz nokta; burası yolun sonudur. Herkes oraya ulaşamaz. Ama büyük çoğunluk, eğer Allah’a ruhlarını ulaştırmayı dilerlerse, mutlaka Allahû Tealâ onların ruhlarını Kendisine ulaştıracaktır ve ulaştırdığı devreye kadar da şeytanın size bir rahatsızlık vermesine kesinlikle mâni olur. Herkes ruhunu Allah’a ulaştırabilir. Hiç kimse bunun istisnası değildir. Allahû Tealâ bunu bir imtiyaz olarak değil, bir hak olarak herkese vermiştir. Bir kısmına verip bir kısmına vermeme olayı yok. Sadece, Allah’a ulaşmayı dilemeyenler bundan faydalanamazlar. Allah’a ulaşmayı dileyen herkes, mutlak olarak ruhunu Allahû Tealâ’ya ulaştıracaktır. Daha doğru bir ifadeyle, Allah onun ruhunu Kendisine ulaştıracaktır. Bu kişiden Allah’ın istediği şey, sadece onun Allah’a ulaşmayı dilemesi.

İşte Allahû Tealâ tarafından seçildiğimiz an -ki insanların %90’ından fazlası seçilir- 1.  takvaya ulaşmak üzereyiz. Eğer Allah’a ulaşmayı dilersek 1. takvadayız ve mutlaka 2. ve 3. takvaya ulaşacağız. Ama seçilenlerin %90’ından fazlası, Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar.

İşte sevgili kardeşlerim! Sır orada. İblis öylesine korkunç, kurnaz bir mahlûk ki; insanların Allah’a ulaşmayı dilemesine mâni oluyor. Onların irşad makamının söylediklerini incelemesini engellemek suretiyle.

Sevgili kardeşlerim! Bugüne kadar birçok ihtar ve çok sayıda tavzih (açıklama) yayınladık. İlim sahiplerine ulaştırdık ve Allah’ın söylediklerine hâlâ inanmıyor insanların çoğu. İblis onları, düşünmekten ve incelemekten men ediyor. O kadar sudan bir bahaneyle ki: “Bunca ilim adamı bunları bilmiyor da o mu bilecek?” diyor iblis onlara. Bu kadarı yetiyor insanlara. Oysaki tahkik asıldır. Bir insan, incelemeden doğru olduğuna hiçbir zaman inanmamalıdır. Ancak inceleyenler bizimle beraber olurlar. Diğerleri bizim aramıza karışmaya lâyık değillerdir. Burası, kurtuluş yoludur. Burası, mutluluk yoludur. Burası, hidayet yoludur. Ve hidayet çağının ta içindeyiz. İşte bütün kapılar açık. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, o kişi mutlaka Allah’ın Zat’ına ruhu ulaştırılan birisi olur. Kim tarafından? Allah tarafından.

İşte sevgili kardeşlerim! Bu hepimizin üzerine farzdır. Evvelâ Allah’a ulaşmayı dilemek farzdır. Rûm-31:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.


munîbîne ileyhi vettekûhu: O’na yönel (Allah’a yönel) ve takva sahibi ol Allah’a karşı.

Açık bir emir. Allah’a yönel; Allah’a ulaşmayı dile demek.

Lokmân-15’te de Allahû Tealâ aynı şeyi söylüyor:

31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).

Ve bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.


“vettebi’ sebîle men enâbe ileyy (ileyye): kim Bana enâbu olmuşsa, Bana ulaşmayı dilemişse, sen de onun yoluna gir.” diyor Allahû Tealâ.

Ve Zumer Suresinin 54. âyet-i kerimesi:

39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).

Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.


ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu: üzerinize azap gelmeden önce Allah’a yönelin ve Allah’a teslim olun.

Yönelmek; Allah’a ulaşmayı dilemek. Sonra ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmek, Kur’ân-ı Kerim’in bütünü. Zumer-54 de Kur’ân-ı Kerim’in bütününü içeriyor.

Ruhu Allah’a ulaştırmak farz mı? Gayet tabiî farz. Allahû Tealâ diyor ki Muzemmil Suresinin 8. âyet-i kerimesinde:

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.


“Allah’ın ismiyle zikret, Rabbinin ismiyle zikret ve her şeyden kesilerek O’na ulaş, Allah’a ulaş.”

Allah’a ulaşmak, açık bir şekilde farz kılınıyor üzerimize. Ruhumuzu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmak.

51/ZÂRİYÂT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).

Öyleyse Allah’a firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin için O’ndan (Allah tarafından gönderilmiş) apaçık bir nezirim.


“fe firrû ilâllâhi.” diyor Allahû Tealâ. “Allah’a firar et ve Allah’a sığın.” diyor.


89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.

Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!


“Rabbine geri dön.” diyor.

Sonra ne diyor Allahû Tealâ? Bunun, ruhumuzu Allah’a ulaştırmanın üzerimize farz olduğunu söylüyor. Nasıl farz? Ruhumuzu Allah’a ulaştırmak üzerimize farz mı? Evet. Bunun, Allahû Tealâ tarafından bir emir olduğu açıklanıyor. Eğer Allahû Tealâ bir emir vermişse açık bir şekilde, bu bir farz hüküm doğurur. Diyor ki Allahû Tealâ:

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).

Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

       
“vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale: ve onlar, Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi O’na (Allah’a) ulaştırırlar.” diyor.

Ondan evvel ne diyordu Allahû Tealâ? “Onlar misaklerini bozmazlar. Allah’a verdikleri bir misakleri vardır. Misaklerini bozmazlar ve Allah’ın, Allah’a ulaştırmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar.”

Demek ki Allahû Tealâ bir şeyi, ruhumuzu Allah’a ulaştırmayı üzerimize farz kılmış. Üzerimize, bize emretmiş. Bu, bir farz hüküm doğuruyor. Ama Allahû Tealâ En’âm Suresinin 152. âyet-i kerimesinde: “ve bi ahdillâhi evfû: Allah’ın ahdini ifa edin, yerine getirin.” diyor.

6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrabû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddehu, ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).

Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.


Allah’ın ahdi; ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve irademizi Allah’a teslim etmeyi emrediyor. Görüyor musunuz sevgili kardeşlerim? Her bir âyet-i kerime, ayrı bir farzı ifade ediyor ve Allah’a ulaşmayı dilemekten başlayarak, tâbiiyeti, ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmeyi içeren bir bütün dizayn, gözümüzün önüne seriliyor.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a ulaşmayı dileyen herkes mutlaka, eğer yolunda birazcık sebat ederse, Allah’a ulaşmayı diledikten sonra 5-6 ay devam ederse, mutlaka ruhu Allah’a ulaşır. Mürşidine ulaştığı zaman 2. kat cennetin sahibidir tâbiiyetinde. Ruhunu Allah’a ulaştırdığında 3. kat cennetin sahibi olur. Ama nefsinin de %51’ini afetlerden kurtarmıştır. Nefsinin kalbinin %51’i fazılla dolmuştur. %49 fazl, %2 rahmet. Ve Allah’ın emrini yerine getirmek isteyen kesim, çoğunluğa geçmiştir. Şeytanın hâkimiyet alanı %100’den %49’a düşmüştür. Kim yaptı bunu? Bunu Allah yaptı sevgili kardeşlerim! Bundan sonra fizik vücudunuzu Allah’a teslim edeceksiniz. Ondan sonra nefsinizi Allah’a teslim edeceksiniz. Ondan sonra irşada ulaşacaksınız. Ondan sonra iradenizi de Allah’a teslim edeceksiniz. Ve mutluluktan uçacaksınız.

Sevgili kardeşlerim! Her şey o kadar güzel ki… Öylesine güzel ki. Size bir anlatabilsem. Kelimelerle anlatmak mümkün değil ki. Sizin de kalp gözünüzün açılması lâzım. Sizin de görmeniz lâzım. Ve hiç de zor bir şey değil. Birazcık gayretle, hepinizin kalp gözü açılabilir. İblis, bunun mümkün olmadığını size devamlı telkin etmeye çalışır. Bir tek gayesi vardır; sizin mutsuzluğunuz. Allah’ın ve bizim de bir tek gayemiz vardır; sizin mutluluğunuz.

Öyleyse deneyin, söylediğimizi yapın, Allah’a ulaşmayı dileyin ve mutluluğu yaşayın. 3. kat cennet ve dünya saadetinin yarısı. Devam ederseniz, fizik vücudun tesliminde; 4. kat cennet. Nefsinizin tesliminde; 5. kat cennet. İrşada ulaştığınız zaman; 6. kat cennet. İrşad makamına tayin edildiğiniz zaman; 7. kat cennet. Bu, Allah’ın üniversitesidir. Allah’ın okulundan mezun olmak gerekir.

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bir karamboldür gidiyor. Bulanık suda balık avlamak isteyen birtakım zavallı insanlar, yalanlarıyla hâlâ halkı zehirlemeye uğraşıyorlar.

Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ Kur’ân’ın furkan olduğunu söylüyor. Onlarsa ellerindeki emaniyye bilgilerle Kur’ân’ı yargılıyorlar. Olacak iş mi bu sevgili kardeşlerim? Hani devekuşu kafasını kuma gömermiş de kimsenin onu görmeyeceğini zannedermiş. İşte bunun gibi bir şey. İşte öyle bir şey.
 
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Bir güzel mutluluk sohbeti daha inşaallah burada tamamlanıyor. Sevgili kardeşlerim! Sizlerden ayrılmak gerçekten çok güç, kalbimiz sizlerle birlikte kalıyor ama zaman doldu ve burada konumuz inşaallah tamamlandı.
 
Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi burada noktalıyoruz.
 
İmam İskender Ali  M İ H R