}
Mutluluk Sohbeti 28.02.2005
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 109100

SOHBETİN ADI: MUTLULUK
TARİH:  28.02.2005

Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki, bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde, bir mutluluk sohbetinde birlikteyiz. Artık Allahû Tealâ’nın muradını çok iyi biliyorsunuz. Sadece bir tek şey istiyor sizlerden, sadece tek bir şey. Sizlerin mutlu olmanız, sadece mutluluğunuz. Hepinizin yaratılma sebebiniz, var oluş sebebiniz; mutluluk adı verilen bir güzelliği yaşamanız. Bunun için yaratıldınız; mutlu olmak için. Allahû Tealâ bütün insanları O’na kul olsunlar diye yarattığını söylüyor. Kul olmaksa mutluluğun ta kendisidir. Allah’a kul olmayan bir insanın mutluluğu da hiçbir şekilde gerçekleşemez. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.

Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.


Ve kulluğun boyutlarına bakıyoruz, kulluk 7 boyuttan oluşur. Allah’a ulaşmayı dilemek, mutluluğun başlangıç noktasıdır. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse mutlaka mutlu olur. O kişi için saadet söz konusudur. Allah’ın mutluluğunu yaşamak söz konusudur. Acaba neden? Allah’a ulaşmayı dilediği anda kişi, Allah derhal o kişinin üzerinde Rahmân esmasıyla tecelli eder, bu tecelli o kişinin şeytanla olan bağlarını kökünden koparır. Allahû Tealâ şeytanın her zaman insanları kumanda edeceğini söylüyor. Ve diyor ki: “Ey Âdemoğulları! Sakın şeytana kul olmayın. Kim şeytana kul olursa şeytan onlara münkerle ve fuhuşla emreder.” Bunu şeytanın adımlarına tâbî olmak olarak adlandırıyor. Bakıyoruz ki; sadece Allah’a ruhlarını ölmeden evvel ulaştırmayı dilemeyenler şeytana kul olanlar.

Gerçekten Allah’a ulaşmayı dilemek, bir insanı şeytana kul olmaktan kurtarabilir mi? Bizatihi şeytana ki, bu şeytanların arasında insan şeytanlar da var, cin şeytanlar da var. Hepsine birden kul olmaktan, taguta kul olmaktan kurtarabilir mi? Tagut kelimesi bütün şeytanları birden içine alır.  Ya Allah’a kulsunuz, ya da taguta kulsunuz. Her halükârda insanoğlu için bir kul olmak söz konusudur. Hem kâinatın en üstün varlığı olarak yaratılır hem de taguta kul olmak mecburiyetindedir. Aklını başına toplayamayan ve Allah’a ulaşmayı dilemeyen hiç kimsenin taguta kul olmaktan kurtulması mümkün değildir. Çünkü Allahû Tealâ, sahâbenin nasıl taguta yani insan ve cin şeytanlara kul olmaktan kurtulup da Allah’a kul olduğunu açık ve kesin olarak söylemektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.

Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!


Bütün sahâbe taguta kul iken Allah’a kul olmayı başarmışlar. Nasıl? Allah’a ulaşmayı dileyerek. Öyleyse sevgili kardeşlerim, sizler bütün dünyaya açıklamalar yapmak durumundasınız. Çünkü insanlar geleneksel bir İslâm tatbikatı içersinde, İslâm’ın 7 safhasını da şeytan tarafından unutturulmuş bir kondisyondadırlar. Şeytan ne yapmış, ne etmiş 14 asırda bütün insanlara Allah’a ulaşmayı dilemeyi, mürşide ulaşıp tâbî olmayı, ruhu Allah’a ulaştırmayı, fizik vücudu Allah’a teslim etmeyi, nefsi Allah’a teslim etmeyi, irşada ulaşmayı, ihlâs sahibi olmayı ve de iradeyi Allah’a teslim etmeyi, bu 7 tane İslâm’ın safhasının hepsini kökünden unutturmayı başarmış. Bir insan, Allah’a ulaşmayı dilemedikçe geri kalan 6 safhanın hiç birisini yaşaması mümkün değildir.

İslâm’ın giriş kapısı, Allah’a ulaşmak için girdiği kapı bir dilektir; dilek kapısı; Allah’a ulaşmayı dilemek. Şuradan, kalbinizden sımsıcak bir talebin Allah’a ulaştığını düşünün. Kalbinizden bir dilek varsa Allah’a ulaşmayı dilemiş kabul edilirsiniz. Yoksa sadece dilinizle “Yarabbi! Ben Sana ulaşmak istiyorum. Herkes nasıl söylemişse ben de öyle söylüyorum işte. Sen beni Sana ulaşmayı dilemiş kabul et.” derseniz eğer, Allah’a ulaşmayı dilemiş olmazsınız. Ondan sonra da halinizde hiçbir değişiklik göremezsiniz. Ne namaz kılmayı sevmeye başlamışsınızdır, ne oruç tutarken açlık duymamayı başarabilmişsinizdir. Bir de bakarsınız ki oruçlarınız hep aynı; büyük bir açlık içindesiniz, sigaranın tutsaklığından kurtulamamışsınız.

Aslında her şey o kadar güzel ki! Anlatılamaz ki sevgili kardeşlerim, kelimelerle size nasıl anlatayım? Mutlu olmanın yollarını sizlere anlatmakla, sizleri mutluluğa davet etmekle ve mutlu kılmakla görevliyiz. Ama bizim bu görevi yapabilmemiz, size öğrettiğimiz statü içersinde sizin mutlaka Allah’a ruhunuzu ulaştırmayı dilemenizle mümkün. Yoksa bizim tesir sahamızın dışında kalanlardan olursunuz. İşte bunca 70 milyon insana bunları anlatamamanın arkasında, onların 14 asırdan beri aldıkları emaniyye bilgiler var. Peygamber Efendimiz (S.A.V) zamanında İslâm bütün boyutlarıyla yaşanmış. Bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemişler, hepsi kâinatın en büyük mürşidine Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e ulaşıp tâbî olmuşlar, hepsi ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar, hepsi fizik vücutlarını teslim etmişler, hepsi daimî zikre ulaşmışlar, nefslerini teslim etmişler, hepsi muhlis olmuşlar, irşad olmuşlar ve hepsi iradelerini de Allah’a teslim etmişler. İrşad makamına tayin edilmişler, tâbiin onlara tâbî olmuş.

Sevgili kardeşlerim! Her şey en güzel standartlarda oluşmuş ve şimdi mutlu olmak sırası sizde, hayatta olanlar sizlersiniz. Peki, iblis ne yapmış, şu alçak şeytan? Allem etmiş, kallem etmiş ve insanların Allah’a ulaşmayı dilemelerini devreden çıkarmayı başarmış. Onu devreden çıkarınca, zaten geri kalan hiç birisi gerçekleşemez. Kişi ne mürşide ulaşmayı diler, yani o kişi bir mürşid arayışına girse de Allahû Tealâ’dan mürşidini istese de Allah ona bir mürşid göstermez.

Kim eski evliyaların hedeflerini kendisine şiar edinirse… Ne yapmış bu insanlar, kim bu ermiş dediğimiz insanlar? Türkçe’de evliyanın adı ermiştir. Evliya kelimesi Arapça, hem de çoğul bir kelimedir. Ama kim ruhunu şu dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaştırmışsa ona “ermiş” deriz. Türkçe’deki kullanılan tabir budur. “Hacı Bektaş Velî mi? Haa o ermiştir, Allah’a ruhunu ulaştırıp teslim etmiş” denilir ve kim böyle bir hedefin sahibiyse, “Ben de ermiş olmak istiyorum ben de ruhumu Allah’a ulaştırmak istiyorum” diye kalbinden sıcak bir talep Allah’a ulaşmışsa, onlar gibi olmayı kalben istemişse “Onlar nasıl ruhlarını Allah’a ulaştırdıysa ben de ulaştırmak istiyorum” demişse, işte bu kişi Allah’ın katında Allah’a ulaşmayı dileyen birisidir. İsteği ne kadar kalptense o kadar kabul görür. Ama Allah’a ulaşmayı dilemişse, Allah’ın burada muhteşem bir hediyesi yatar.

Kim olursa olsun insanlardan her kim Allah’a ulaşmayı dilemişse; yani böyle bir talebi kişi iç dünyasında oluşturmuşsa, belki farkına bile varmadan, evliya olmaya özlem duymuşsa, işte o kişi kalben bu talebin sahibi olmuştur. Allahû Tealâ kişiden bunu diliyle de ikrar etmesini ister. Kişi onlar gibi olmak istediğini Allahû Tealâ’ya söylediği zaman, bu Allah’a ulaşmayı dileme talebidir ve ne olur sevgili kardeşlerim? Allah otomatik olarak devreye girer. Böyle bir talebi Allahû Tealâ kimin kalbinde görmüşse, hem kalbindeki talebi görür hem işitir hem bilir. Kişi diliyle de bunu tasdik etmişse Allahû Tealâ harekete geçer. Önemli olan dilin söylediği değildir, önemli olan kalbin söylediğidir. Kişi gerçekten böyle bir özlem duymuşsa,     “Onlar nasıl ruhlarını Sana ulaştırmışlarsa ben de ruhumu Sana ulaştırmayı istiyorum” ifadesini  kelimelere dökerek o kişi, diliyle söylemese bile, kalben söylemesi Allahû Tealâ için yeterli bir taleptir.

Kişi kalbi ile böyle bir talepte bulunmamış, ama diliyle: “Yarabbi! Ben de Hacı Bektaş Velîler gibi Yunuslar gibi evliya olmak istiyorum, ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum” demişse, o kişinin talebi Allahû Tealâ’nın katında yok sayılır. Allahû Tealâ dilinizin söylediğine bakmaz, kalbinizin söylediğine bakar. Kalbinizde olan bir talebi dilinizde söylediğiniz zaman, kalbinizle söylediğinizi; kalbinizin Allah’a ulaştırdığı talebi dilinizle de tasdik etmiş olursunuz sadece. Önemli olan kalbinizde böyle bir talebin var olması ve Allah’a ulaşmasıdır. Sevgili kardeşlerim! Talep kalbinizden gelecek ve bu talebin sahibi olacaksınız.

Öyleyse kim Allah’ın evliyası olmak gibi bir taleple kalben yanıp tutuşuyorsa, kalbi böyle bir talebin mutlak olarak sahibiyse,  Allah onu mutlaka işitir ve bilir ve derhâl o kişiye yardım elini uzatır. Karşısına fırsatları O çıkaracaktır. İşte böyle bir standartta her şeyin en güzel olduğu bir ortamda yaşamak söz konusu olur sevgili kardeşlerim. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah’ın verdiği bir söz vardır. Bu söz, o kişinin ruhunu 5, 6 aylık bir zaman parçası içersinde Allah’ın mutlaka Kendisine ulaştırma sözüdür.
Sevgili kardeşlerim! Aramıza yeni katılan kardeşlerim! Siz ruhunuzu Allah’a ulaştırmayacaksınız. Allah ruhunuzu Kendisine ulaştıracak. Böyle bir dizaynda kişi zikir yapmayı sevmiyor. Olamaz mı? Olur tabi. Kişi zikir yapmayı sevmiyor, mümkün. Ama ne var ki bu kişi zikir yapmazsa, ruhunun Allah’a ulaşması mümkün değildir. Allah’ın da sözü var; mutlaka o kişinin ruhunu Kendisine ulaştıracak. O zaman o kişiye Allah zikri sevdirir ve mutlaka bu kişi zikrini severek yapan bir hüviyete girer. Mutlaka nefsinin kalbinde %49 fazl birikimi ve %2 rahmet birikimini sağlayacak olan bir hüviyete Allahû Tealâ mutlaka bu kişiyi ulaştırır, Allah ulaştırır. Öyleyse zikri sevmeyen bu kişi, zikri mutlaka sevecektir, Allah ona sevdireceği için. Bu, Allahû Tealâ’dan verilmiş bir garantidir. Peki, bu kişi namazı sevmiyor, namazı da mı Allah ona sevdirecek? Evet, bu kişi namazı sevmiyorsa, Allahû Tealâ ona mutlaka namazı sevdirecek.

Sevgili kardeşlerim! Böyle bir dizaynda kişinin ibadetinde hangi konu noksansa, Allah onu mutlaka ona sevdirecektir ve neticede bu kişi 5, 6 aylık bir süreç içersinde ruhu 7 tane gök katını aşarak Allah’a ruhunu ulaştırmış bir hüviyete girecektir. Ruhun vücuttan ayrılabilmesi için, Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin, huşû sahibi olarak Allah’a, Allah’tan mürşidini hacet namazını kılmak suretiyle istemesi lâzımdır. Eğer bu kişi Allah’a ulaşmayı dilemişse, Allah’ın ona mürşid göstermemesi mümkün değildir. Ama başka bir insan Allah’a ulaşmayı dilememiş, mütemadiyyen Allahû Tealâ’dan mürşidini soruyor, Allah ona göstermiyor. Bu da eşyanın tabiatına uygun. Çünkü Allah’ın ona verilmiş sözü yok. Allahû Tealâ, “senin ruhunu Kendime ulaştıracağım” diye bir söz vermemiş. Peki, kimlere vermiş? Kim Allah’a yönelirse, Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onları Kendisine ulaştıracağına dair kesin bir söz vermiştir.  

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


Allah’ın seçtikleri kimlerdir? Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah bu kişiyi mutlakla Kendisine ulaştırır. Ama hangi şartlarda? Eğer bu kişi Allah’a ulaşmayı dilemişse. Demek ki Allahû Tealâ Allah’a ulaşmayı dileyenlerin çok daha ötesinde bir miktar insanı seçiyor. Evet, sevgili kardeşlerim! İnsanların %90’ından fazlasını Allahû Tealâ seçer. Seçmediklerini söylemekle sonuca ulaşabiliriz. Allah kimleri seçmez? Kim Allah’a ulaşmayı dilememenin ötesinde, Allah’a ulaşmayı dileyenlere engel olmaya çalışıyorsa, başka insanların da Allah’a ulaşmayı dilemelerine ve ruhlarını Allah’a ulaştırmalarına engel oluyorsa, işte Allahû Tealâ bu kişiyi mutlak olarak seçmez.  Bunlarsa insanların %10’dan çok daha az bir kısmını ihata eder. Onlar seçilmezler. Ama geri kalan herkes seçilmiştir. İşte bu seçilen %90’dan daha fazla insanın ne yazık ki Allah’a ulaşmayı dileyen kesimi, her zaman %10’dan daha azdır ve de bu insanlar Allah’a ulaşmayı dilerlerse, o dileyenleri Allahû Tealâ mutlaka Kendisine ulaştıracaktır. Ulaştırması için de o kişilerin önce mürşidlerine ulaşması gerekir ki kalplerinin içine Allahû Tealâ îmânı yazsın. Başlarının üzerine devrin imamının ruhunu göndersin.

Kalbin içine îmânın yazılması ne demektir? Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).

Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?


Allahû Tealâ: “Onların kalplerinin içine îmânı yazarız ve başlarının üzerine Allah’ın katından ruh göndeririz.” diyor. Bu gelen ruh, devrin imamının ruhudur. Devrin imamının ruhu kişinin başının üzerine gelir ve Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin kalbinin içine Allah îmânı yazar. Bir kişinin kalbinin içine Allah’ın îmânı yazması ne sağlar? Îmân kelimesi bir manyetik alan kutbudur. O kişinin kalbinde evvelce bir manyetik alan kutbu mevcut değilken îmân kelimesinin yazılmasıyla, bir kutup oluşmuştur. Kişi bu noktadan itibaren zikir yapmaya başladığı zaman, Allahû Tealâ daha evvel o kişinin kalbine ulaşmıştır, kalbinin nur kapısını Allah’a çevirmiştir. Çünkü kişi zikir yaptığı zaman,  Allah’ın göndereceği salâvâtla rahmet, salâvâtla fazl nurları o kişinin göğsüne gelecektir. Göğsünde, Allah o kişinin göğsünü yararak göğsünden kalbine bir nur yolu açar. Bunun sebebi Allah’ın katından gelen nurların, o kişinin kalbine ulaşabilmesidir.

6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).

Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.


“Allah kimi Kendisine mülâki kılmayı, Kendisine ulaştırmayı dilerse, onların göğsünü yarar ve İslâm’a yani ruhlarını, fizik vücutlarını, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim etmelerine açar.”

Evvelâ ruhun Allah’a teslim edilmesi söz konusudur. Bu, göğüsten kalbe göğsü yararak açılan yol yoksa, hiç kimse ruhunu Allah’a ulaştıramaz. Bir insanın ruhunun değil Allah’a ulaşması, zemin kattan 1. kata ulaşabilmesi için, mutlaka nefsinin kalbinde %2 rahmet, %49 da fazl birikimi lâzımdır. Ruhun zemin kattan birinci kata ulaşabilmesi için kişinin kalbinde %2 rahmetten sonra % 7 fazl birikimi lâzım. Bu birikim nasıl oluşur? Kişi “Allah, Allah, Allah…” diye zikir yapar. Allah’ın katından gelen rahmet nurları, o kişi mürşidine ulaşmadan evvel, Allah’ın o kişinin kalbine ulaşması, kalbinin nur kapısını Allah’a çevirmesi ve göğsünden kalbine nur yolu açması sebebiyle %2 rahmet nuru kişinin kalbine bir nevi sızıntı olarak girer. Ve bu rahmet kalpte kalır. Rahmet nurlarının kalpte kalması bir manyetik alana ihtiyaç göstermez. Zaten bu sebeple kalbe giren rahmet nurlarının miktarı %2’yi hiçbir zaman geçemez. %2 nur birikiminin o kişiyi ulaştırdığı yer, mürşide tâbî olmaktır.

Kişi mürşidine tâbî olduğu zaman, nefsinin kalbine Allahû Tealâ îmân kelimesini yazar. Bu bir manyetik alandır, artı kutbu temsil eder. Bu kişi mürşidine ulaştıktan sonra ne zaman zikir yaparsa, Allahû Tealâ onun kalbine salâvâtla rahmet, salâvâtla fazl isminde 2 grup nur gönderir. Salâvâtla rahmet, salâvâtla fazıllardan fazıllar, îmân kelimesinin sahip olduğu kutbun tersi çekim alanının sahibidir. Bu sebeple kalbe girdikleri zaman, otomatik olarak nefsin kalbindeki îmân kelimesi onları kendisine çeker. Çekim alanına giren fazıllar,  nefsin kalbini işgal etmeye başlarlar. Ne zaman bu yerleşim %7’yi bulursa, kişinin kalbinde %7 fazl birikimi gerçekleşirse nefs, 1. gök katının kapısını otomatik kumanda ile açar ve insan ruhu zemin kattan 1. gök katının o açılmış kapısından geçerek, 1. gök katına kadar çıkmaya başlar, orada kalır. Diğerleri üst katlara çıkarlar.

Bu ruh ikinci defa %7 fazl birikimi ile 2. kata çıkmak yetkisini kazanacaktır. 3., 4., 5., 6., 7. katlara çıkabilecektir; aynı miktarda %7 fazl birikimleri ile. Böylece kişi nefs açısından Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye kademelerini birer birer aşarak, her kademede birer gök katı yükselmek suretiyle ruh, 7. gök katına ulaşır ve 7. gök katında 7 tane âlem geçerek Sidretül Münteha’ya ulaşır. Sidretül Münteha’dan da en son Allah’ın Zat’ına ulaşır. İşte bu ruhun Allah’a doğru yaptığı seyri sülûk adlı yolculuğun vuslatla noktalanmasıdır. Allah’ın Zat’ına ulaşan ruh, Allah’ın Zat’ında yok olur. Zat’a ulaşmak 21. basamakta gerçekleşir. Ruh Allah’ın Zat’ına ulaşır, Allah’ın Zat’ında yok olur. İşte böylece emanet, sahibine iade ve teslim edilmiştir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:  

4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).

Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.


73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.


Ruhun Allah’a ulaşması görülüyor ki; zikir adlı bir müessesenin sonucudur. Allah’ın ismiyle “Allah” kelimesiyle zikretmek asıldır. Allahû Tealâ: “Rabbinin ismiyle zikret.” diyor. Rabbimizin ismi Allah’tır. Allah kelimesi “El İlâh” kelimesidir. Bu kelime eğer o kişi Allah’a ulaşmayı dilemiş ve mürşidine de ulaşmışsa Allah’ın katından salâvâtla rahmet, salâvâtla fazl isimli iki grup nur getirir. Bu nurlar kalbe girerler, nefsin kalbindeki fazılların %7, %7 çoğalması nefsin kalbine fazılların yerleşmesidir. Bu, nefs tezkiyesi adını alır. 7 defa %7 (%49) ve daha evvel aldığı %2 rahmetle beraber, nefsin kalbindeki nurlar %51’e ulaştığı zaman, ruh da Allah’a ulaşmıştır. Arkadan da ruh Allah’ın Zat’ında derhâl yok olur. İşte bu vuslattır. Ruhun, sahibi olan Allah’ın katına ulaşması ve Allah’ın katında bir hedefe sahip olması.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’ın dizaynı içinde her şeyin en güzel olduğu bir ortamda yaşamak istemez misiniz? Allahû Tealâ sizi o kadar seviyor ki, sizlerden istediği şey sadece mutlu olmanız. Bu kadar verdiğimiz detaya rağmen, bu konu son derece basit ve kolay bir olaydır. Çünkü bu fenomende size düşen bir yapamamazlık hali, irade yetersizliği hali değil. Çünkü Allahû Tealâ sözünü mutlaka yerine getirecektir. Sözü nedir? Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah, onun ruhunu mutlaka Kendisine ulaştıracaktır.

Şimdi sözümüzün baş tarafına dönelim. Bu kişi zikri sevmiyor, zikri sevmiyorsa o zaman yapmayacaktır, eğer yapmazsa nefs tezkiyesi olmayacaktır. Nefsinin kalbindeki %7 nurlanmalara karşılık ruhu Allah’a ulaşacağına göre, ruh hiçbir zaman Allah’a ulaşmayacaktır. Allahû Tealâ ise buna müsaade etmez. O kişiyi mutlaka zikri seven bir hüviyete getirir. Büyük bir zevkle kişi zikrini yapar. Ruhu Allah’a ulaşana kadar da bu zevki üst boyutta devam eder. O kişi Allah’a ulaşmayı dilediğinden ruhunu Allah’a teslim ettiği noktaya kadar dünyadaki çok mutlu insanlardan birisidir her zaman. Size kim derse ki: “Ben de Allah’a ulaşmayı diledim ama ne namazı sevdim ne orucu sevdim. Bunların hiç birisini yapamıyorum.” Ona deyin ki: “A benim aziz kardeşim! Sen Allah’a ulaşmayı dilememişsin. Eğer dileseydin namazı sevecektin, zikri sevecektin ve de ruhun mutlaka en geç 6 aylık bir zaman parçası içersinde mutlaka Allah’a ulaşmış olacaktı.”

İşte böyle sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ hepinizi o kadar çok seviyor ki,  hepinizin mutlaka Allah’ın Zat’ına ulaşmasını istiyor. Üzerinize defaatle farz kılmış. Öyleyse Allahû Tealâ farz kılmış mı? Kur’ân-ı Kerim’e emir olarak bunu vermiş mi? Muzemmil Suresinin 8. âyet-i kerimesi bunu açık olarak söylüyor.

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.


Kur’ân-ı Kerim’de bunun emir olduğu da açıkça yazılıyor mu? Elbette yazılıyor. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).

Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.


“Ve onlar Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi yani ruhlarını O’na Allah’a ulaştırırlar.”

Allah’ın Kendisine ulaştırılmasını emrettiği şey nedir? Yani  ruhumuzun Allah’a ulaştırılması açık ve kesin emir şeklinde burada, Kur’ân-ı Kerim’de yer alıyor. Demek ki ruhumuzu Allah’a ulaştırmamız, Allahû Tealâ tarafından emredilmiş. İşte bu emri yerine getirmekle mükellefiz. Sevgili kardeşlerim! Olay bu kadar basit, bu kadar kolay. Neden kolay? Çünkü Allahû Tealâ söz vermiş: “Kim Bana yönelirse, Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu mutlaka Kendime ulaştırırım.” diyor.

Allah’a yönelmek mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemek demektir, bunu nereden çıkartıyoruz? Allahû Tealâ buyuruyor ki:

13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).

Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”


Allah dalâlette olanları, dilediğini dalâlette bırakır. Aslında kim dalâlette ise onu dalâlette bırakır ve onunla meşgul olmaz. O kişi dalâlettedir zaten. Bütün insanlar doğumlarından itibaren dalâlettedirler ve Allahû Tealâ onları dalâlette bırakır. Bütün insanlar için geçerli bu. Allahû Tealâ: “Dalâlette olanlardan her kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah’a yönelirse Allah onları, mutlaka Kendisine ulaştırır.” diyor. İşte bu kadar açık, bu kadar net bir şekilde Allah’ın garantisi var ve şunu çıkartıyoruz: Demek ki Allah’a yönelmek; Allah’a ulaşmayı dilemek demek.

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


Öyleyse açık bir şekilde Allah’a yönelmek; bir başka ifadeyle Allah’a ulaşmayı dilemektir. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ mutlaka Allah’a ulaşmayı dileyen bu kişiyi Kendisine ulaştırır. Bu, Allah’ın Kendisine vazife tayin ettiği bir husustur. Allah’ın sözünü yerine getirmemesi de mümkün değil, sevgili kardeşlerim. Ve nefsinizin kalbi bu noktada %50’den daha fazla nurla dolar. Bu demektir ki, başlangıçta şeytanın kalbinizdeki %100 hâkimiyeti artık %49’a düşmüştür. Şeytanın gücü yarıyı aşamaz, artık size kumanda etme üstünlüğünün sahibi değildir. Nefsinizin kalbindeki Allah’ın nurları, şeytana karşı hâkimiyeti sağlamış durumdadır. Bu noktadan itibaren siz her gün yarı yarıya mutlu bir insansınız. Davranışlarınızın %50’den daha fazlası artık güzele dönük olacaktır. Diğer taraftan ruhunuz Allah’a ulaşmıştır. Allah’ın ermiş evliyası olma şerefine erdiniz ve bunu bir nevi bedavaya satın almış oldunuz, neden? Çünkü siz bir şey yapmadınız, siz sadece Allah’a ulaşmayı dilediniz, o kadar. Geri kalan her şeyi Allah yaptı. O size sevmediğiniz bir ibadet varsa onu sevdirdi. Namaz kılmanızı zevk haline getirdi, oruç tutmanızı zevk haline getirdi, özellikle zikir yapmanızı zevk haline getirdi. Oruçlarda açlığı duymamaya başladınız, ruhunuzu da Allah Kendisine ulaştırdı. Ulaşabilmesi için sizin zikrinizi sevmeniz lâzımdı, zikri size sevdirdi. Namazınızı kılmanız lâzımdı, namazı size sevdirdi. Oruçta açlığı azaltması lâzımdı, azalttı. Oruçlarınız boyunca sizi rahatsız edecek bir açlığı hiç duymadınız. Her Perşembe oruç tuttunuz, ramazan ayında oruç tuttunuz ama açlığı  hissetmediniz.

İşte sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ sizi o kadar çok seviyor ki insan olarak yarattığı için, kâinatın en üstün mahlûku olarak yarattığı için, mutlaka sizin mutlu olmanızı istiyor. Bunun için de serbest iradenizin mutlaka devreye girmesi gerektiği cihetle, Allahû Tealâ sizden bir talepte bulunmanızı istiyor. Ruhunuzu Allah’a ulaştırma talebi. O talebin sahibi olursunuz ve sahip olduğunuz zaman, Allahû Tealâ sizdeki gerekli değişiklikleri acele gerçekleştirir. Derhâl kalbinize ulaşır, gerekli işlemleri yapar. Öyle bir hüviyet kazanırsınız ki ibadetleri severek yapan birisiniz artık. Allahû Tealâ kalbinize îmân kelimesini yazıyor ki; Allah’ın nurları kalbinize geldiği zaman, kalbinize yerleşsin. Kalbinizi işgal etmeye başlasın, nefsi tezkiyeyi gerçekleştirsin.

Sevgili kardeşlerim! Nefs tezkiyesi, nefsinizin kalbinde %49 fazl birikimi (7 defa % 7 fazl birikimi ile ruhun 7 tane gök katına yükselmesi) ve % 2 rahmet nuruyla mümkündür. Böylece karanlıkları aşmış olursunuz, şeytanın hâkimiyeti bitmiştir. Ruhunuzda fazılların ve rahmetin hâkimiyeti Allah’ın hâkimiyeti kesinleşmiştir.  İşte bu noktaya kadar Allah’ın sizi koruyan koruyucu sistemi devam etmiştir. Ruhunuz Allah’ın Zat’ında yok olur, bir sonraki basamak 22. basamaktır. Allahû Tealâ bunu garanti etmektedir. Ruhunuz Allah’a ulaştıktan sonra Allah’ın Zat’ında mutlaka yok olur. Ama bundan sonrasını garanti etmez. Buraya kadar için Allah söz vermiştir, size bu mutluluğu mutlaka yaşatacaktır. Mademki siz Allah’a ulaşmayı dilediniz, mutlaka sizin ruhunuzu Allah’a ulaştıracaktır, bu noktada zikriniz 33.000’e ulaşmıştır.

İşte sevgili kardeşlerim, eğer bu zevki 33.000 ve daha üst seviyelerde devam ettirebilirseniz, daha sonra fizik vücudunuzu Allah’a teslim ettiğinizi göreceksiniz. O zaman zaten zikriniz çok daha üst boyutlara ulaşacak. Zikirden zevk almaya başlayacaksınız. Bu sizi daimî zikre kadar ulaştırır. Ama insanların çok az bir kısmı Allah’ın yoluna girip de ruhları Allah’a ulaştıktan sonra, şeytan onları kandırdığı için zikirlerini devam ettirmiyorlar. Ettirmezlerse Allahû Tealâ’nın verdiği sözü tutmasından sonra koruyucu kalkanı kalktığı için, o kişinin nefsindeki nurlar %50’nin altına düşerse, böyle bir dizaynda kişinin Allah tarafından verilen şeyleri iade etmesi gerekir. O istese de istemese de nefsinin kalbindeki nurlar alınır. Eğer kişi zikirden vazgeçerse, zikrini aşağı seviyelere düşürürse, belli ki şeytan onu kontrolü altına almıştır ve Allahû Tealâ bu kişiyi zikrini 33.000 ve ötesinde devam ettirmediği sürece yolun üst tarafına çıkarmaz.

İşte vuslata kadar Allah’ın yardımı kesindir. Bu noktadan sonra bu noktaya kadar büyük bir zevk içinde gelen, zikrini artırdıkça şevki artan kişi, bu noktadan itibaren şeytana tekrar açık hale getirilmiştir; insan ve cin şeytanlara. Allah sözünü tamamlamıştır ve kişinin kendi iradesine bırakmıştır. Kişi eğer ruhunu ulaştırdıktan sonra Allah’ı kendisine vekil etmeye devam ederse, zikrinde artışlar devam eder. En azından 33.000 seviyesi ömür boyu devam eder. Bu kişi fıska düşmez. Ama bir kişi; “Ben nasıl olsa vuslata ulaştım” deyip, ondan sonra zikirden vazgeçer, ibadetlerini sevmez hale gelirse; o kişi fıska düşer. Fıska düştükten sonra Allahû Tealâ ona bir defa daha hak verir. Gene Allah’a ulaşmayı dileyebilir, gene Allah verdiği sözü yeniden tutar. O kişi buna yetenekli olmasa bile, Allah mutlaka o kişinin ruhunu Allah’a ulaştırır. Ama vuslattan sonra tekrar tehlike oluşur.

Sevgili kardeşlerim! Her ulaştığınız hedefin bir bedeli vardır. Bu bedel bütün insanlar için mutlaka ödenmesi lâzım gelen bir bedeldir. Allah’ın yolunda gayret karşılığı ulaşmak söz konusudur. Ama ruhun Allah’a ulaşması anına kadar, o kişinin özel bir gayret sarf etmesi gerekmiyor, çünkü Allahû Tealâ  bütün ibadetleri ona sevdirmiştir. Zaten kişi ibadetleri büyük bir zevk olarak gerçekleştirir.  Allah ona o imkânı verdiği için, onu o seviyede donattığı için. Kim Allah’a ruhunu ulaştırırsa o ermiş evliya hüviyetine ulaşır ve devam ettirebilirse ömür boyunca sonsuz bir mutluluğun sahibi olur…

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Görüyorsunuz ki Allahû Tealâ sizi çok ama çok seviyor. Bir tek dileğinizle sizi ermiş evliya seviyesine ulaştırmaya hazır. Öyleyse yolun bütün muhtevasını öğrenin. Sevin! Mutlaka Allahû Tealâ sizi Kendisine ulaştırmak için hazır. Öyleyse ne duruyorsunuz? Eni, arzı gökler kadar ve yerler kadar olan cennetlere koşun. Allah’a ulaşmayı dileyin. Allah sizi 3. kat cennetine mutlaka ulaştırır. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz.

İmam İskender Ali M İ H R