}
Mutluluk Sohbeti 14.03.2005
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 109131

SOHBETİN ADI: MUTLULUK
TARİHİ:  14.03.2005

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki, bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde; bir mutluluk sohbetinde inşaallah birlikteyiz.
 
Allahû Tealâ hepinizin ama hepinizin mutlu olmasını ister sadece sevgili kardeşlerim! Allah’ın sizlerden sizlerin mutluluğunun dışında bir talebi yoktur, yalnız o kadar. Sizlerin hepinizin mutluluğu. İşte mutlu olmak insanlar için çok yanlış anlaşılan bir kavram. İnsanlar herhangi bir zevki yaşarlar. Ondan sonra o zevk biter, gene mutsuz dünyalarına geri dönerler.  Ve ara sıra böyle birtakım zevkleri yaşadıkları için de “Ben zaten mutluyum” derler.
 
Sevgili kardeşlerim! Hepimiz şunu hiç unutmamalıyız, hepimiz ama hepimiz sadece birer mahlûkuz. Yani Hâlik’ın; Allahû Tealâ’nın yarattığı bir yaratık, o kadar sevgili kardeşlerim! Hepimiz birer yaratığız. O bizi yaratmış, Allah bizleri yaratmış. Bu yaratma dizaynına baktığımız zaman, Allah’ın yarattığı mahlûkatın içersinde, yaratıklarının içersinde en üst seviyede yarattığının insan olduğunu görüyoruz. Melekler var, cinler var, insanlar var. Hayvanlar bu standardın aşağısında kalıyorlar. İnsanın yardımcısı olarak yaratılmışlar, insan için yaratılmışlar. Aslında melekler de cinler de insan için yaratılmış. Ama melekler, insanlar ve cinler düşünebilen ve rasyonel bir dizayn içersinde hareket edebilen varlıklar. Hayvanlar için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Onlar hizmet ehli olarak var edilmiş. Suda yüzen balıklar, havada uçan kuşlar, yerler, gökler hep insan için yaratıldığı için, içinde yaşayan bütün mahlûkat da göklerdeki kuşlar da yerin içinde yaşayan mahlûk da yerin içinde yaşayan hayvanlar. Çoğunlukla yerin içinde kalan meselâ yılanlar, bitkilerle yetinen toprak altı mahlûkatı. Hepsi, hepsi. Bütün sebzeler, bütün meyveler, bütün ağaçlar, her şey sevgili kardeşlerim! Göz alabildiğine uzanan şu ufukların bütün muhtevasına aldığı her şey. Her şey insan için yaratılmış, yani sizler için yaratılmış.
 
Allahû Tealâ sizleri o kadar çok seviyor ki, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Sizin mutluluğunuzdan başka sizlerden hiçbir şey istemiyor. Belki şimdi bana, “Peki bizden Allahû Tealâ hiçbir şey istemiyor da bu namaz neyin nesi, zekât neyin nesi? Bir de zikir diyorsun, zikir. Allahû Tealâ namaz kılmamızı da emretmiş, zikir yapmamızı emretmiş, hacca gitmemizi de emretmiş. Öyleyse namaz kılmak bir angarya değil mi?” Hayır değil sevgili kardeşlerim! Eğer bir gün Allah’ın yolunda olursanız, yani Allah’ın Kur’ân’daki temel emrini yerine getirirseniz de Allah’a ulaşmayı dilerseniz, işte bu dileğinizin var olduğu noktadan itibaren Allahû Tealâ’nın size mutluluğu yaşatmaya başladığını göreceksiniz. Bu mutluluğu anlatmak her seferinde bizim için ayrı bir zevk. Daha çok, daha çok insanın mutluluğu öğrenmesi için, daha çok insanın mutluluğu yaşayabilmesi için sevgili kardeşlerim!

Öyleyse ne biçim bir şey bu mutluluk? Şimdi size hepinize soruyorum, mutlu musunuz? Çoğunuz şöyle bakacaksınız. “Hayır, ben mutluluk ölçülerine her halde ulaşamam, genellikle huzursuz sıkıntılı bir insanım.” Böyle diyenler var aranızda. Bir de gerçekte mutsuz oldukları halde, başka insanların kendilerinden çok daha fakir, çok daha kötü şartlar altında olduğunu görerek, yalnız dünyalık sahibi olduklarını düşünerek; “Biz mutluyuz diyenler” de olabilir. Bu kendilerini başkalarıyla mukayese edip de “Onların evlerinde yiyecek ekmekleri bile yok. Ama bizim var. Öyleyse biz mutluyuz. Her ne kadar Allahû Tealâ’nın emirlerini hiç yerine getirmiyorsak da yasaklarını da her zaman çiğniyorsak da belki de bu yasaklarını çiğnemek sebebiyle mutluyuz.” Yani Allah’ın yasak ettiği içki içmek gibi, bir takım yasak hüviyetteki şeyleri işleyerek mutlu olduklarını zanneden insanlar.
 
Sevgili kardeşlerim! “Mutluk nedir?” müessesesine bakalım beraberce. Nedir mutluluk? Mutluluk bir insanın uyum halinde olması durumunu ifade eder. İç dünyasında bir uyumu sağlaması lâzım kişinin. Nefsiyle ruhu arasındaki kavgayı bitirmesi gerek. Dış âleminde bir uyum halinde olması lâzım. Başka insanlarla arasındaki kavgayı bitirmesi gerek. Allah ile olan ilişkilerinde bir uyum içersinde olması lâzım. Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği fiilleri işlemeyen bir hüviyette olması gerek.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Öyleyse Allah ile olan ilişkilerimizde konuya dikkatle bakalım. Ne görüyoruz? Allah ile olan ilişkilerimizde emirler cephesi var konunun. Namaz kılacağız, oruç tutacağız, zekât vereceğiz, hacca gideceğiz, kelime-i şahadet getireceğiz. Hacca gitmek bir para işi. İmkânı müsait olanlar gidecek elbette. Ama diğerleri üzerimize farz. “Hani sen demiştin ki” diyebilirler bir kısım insanlar, “Allah bizden başka bir şey istemiyormuş, sadece mutluluğumuzu istiyormuş. Öyleyse bunlar ne, bu namaz ne, zikir ne, oruç ne? Doğrusunu istersen bize bunlar biraz zor geliyor.” diyen kardeşlerimize sesleniyorum!
 
Sevgili kardeşlerim! Bizler yaratığız. Yaratıcının bizlere mutluluğu sağlayacak olan emirlerini dikkate almadığımız sürece, o zaman biz mutluluğu yaşayamayız. Allah ile olan ilişkilerde emirler ve nehiyler.  Emirler cephesine bakıyoruz. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, kelime-i şahadet getirmek, hacca gitmek ve özellikle zikir yapmak. Bir de bunun ötesinde Allah’a ulaşmayı dilemek. İşte bu kadar. Allah’ın bu 7 tane emrinin dışında konunun başlangıcı sadedinde bir şey yok. Emirler. İşte böyle bir dizayn. Emirlerin yerine getirilmesi ya da getirilmemesi, söz konusu olan şey bu.
 
Sevgili kardeşlerim! “Bana doğrusunu isterseniz, namaz kılmak zor geliyor” diyor birisi. Acaba o zor gelen şeyi Allahû Tealâ sizin için, neden farz emir olarak indiriyor hiç düşündünüz mü sevgili kardeşlerim? Bir gün Allah’a ulaşmayı dilerseniz, namaz kılmak sizin için zor bir husus olmaktan çıkacak, bir zevk haline gelecek, acaba anlatabildim mi? Sadece ruhlarını ölmeden Allah’a ulaştırmayı dileyenler için namaz kılmak bir zevktir. Allah onlar için namazı zevk haline getirir. Namaz kılarken hep Allah’ı düşünerek namaz kılarlar. Yani? Yani iblisin, yani şeytanların o anda namaz kıldıkları sürece onların kafasına negatif bir şeyler ulaştırarak, onları sıkıntıya sokmalarını Allah engeller. Ne yapar? O insanla şeytanın arasına bir zırh koyar. Şeytanla insanın arasına Allahû Tealâ’nın böyle bir zırh koyması olayı, bir engel koyması olayı hangi sebebe vabestedir? Hangi sebebe istinat eder? Allah’ın muradı; Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin mutluluğu.
 
Mutluluğumuzu kim engelliyor? Mutluluğumuzu engelleyen şeytandır, şeytanlardır ve herkesin çevresinde mutlaka bir şeytan mevcuttur. Öyleyse bu şeytanın yapacağı bir tek şey vardır: O kişiyi mutsuz etmek. Böyle bir mutsuzluk müessesesine dikkatle bakın, sevgili kardeşlerim! Kişinin mutsuz olmasının arkasında iblisin ona yaptığı negatif telkinler vardır, hem de bunlar o kişiye söz geçirebilecek hüviyettedir. Bu telkinler daima negatiftir. Yani kişiyi o davranışı yaptıktan sonra, mutlaka mutsuzluğa huzursuzluğa götürür. Kişi yanlış yaptığı için vicdan azabı çeker. Allahû Tealâ tarafından ayrıca her hatasından sonra azap edilir. Her hatadan sonra azap mutlaka gelen müessesedir. Kişinin duyduğu pişmanlık da bu azapla paralel bir yapı gösterir.
 
Öyleyse sevgili kardeşlerim, buradaki muhtevaya dikkatle bakın ki, kişi şeytandan devamlı telkin alır. Aslında bu telkin bir emir hüviyetindedir. Neden? Çünkü başlangıçta bütün insanlar nefslerinde %100 afetler olarak doğarlar. Bu afetleri kontrol altına almadıkça, bir başka ifadeyle yok etmedikçe, yerine Allah’ın nurlarını ikame etmedikçe, yerine koymadıkça, onların yerini Allah’ın nurları almadıkça o kişi şöyle bir yapının içindedir. Nefsi %100 afetlerle doludur ve bu afetler Allah neyi emretmişse mutlak olarak o emre karşı çıkarlar, o emri yapmak istemezler. Allah neyi yasaklamışsa gene bu afetler mutlak olarak Allah’ın yasak ettiği fiilleri işlemek isterler. Böyle bir yapınız var nefsinizde. Ruhunuz ise %100 hasletlerle donatılmıştır. Bu hasletler de Allah neyi emretmişse onu mutlaka yapmak isterler, yasak ettiği hiçbir fiili de işlemek istemezler.
 
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! İşte nefsinizin yapısı, Allah’ın bütün emirlerine mutlaka karşı çıkacak bir özelliği ihata ettiği için, Allah’ın yasak ettiği fiilleri ise mutlaka işlemek isteyen bir hüviyet taşıdığı için şeytan neyi emrederse, nefsin talebi zaten odur. Yani Allah’ın emrettiği bir şeyi yapmamak. Şeytan da onu emreder veya Allah’ın yasak ettiği bir şeyi yapmak, şeytan da onu emreder. Nefsinizin bütün afetleri de bu istikamette dizayn edilmiştir. Şeytanın talepleriyle nefsinizin talepleri aynı paraleldedir. Allah’ın talepleriyle ruhunuzun talepleri aynı paraleldedir. Ruhunuz ve nefsiniz iki düşman kardeş olarak sizinle beraberdir. Ama Allahû Tealâ’nın denge unsuru ruhunuz, Allah’a ulaşmayı diledikten sonra mürşidinize ulaştığınızda 14. basamakta sizden ayrılacaktır. Allah’a doğru yola çıkacaktır.

Nefsinizin kalbinde bu noktadan sonra Allah’ın nurları gelip yerleşmeye başlayacaktır. Salâvâtla rahmet salâvâtla fazl nurları kalbinize gelecektir. Bunlardan fazıllar nefsinizin kalbinde yerleşmeye başlayacaktır. Başlangıçta %2 rahmetten sonra nefsinizin daimî zikre ulaştığı noktaya kadar, nefsinizin kalbinde devamlı olarak fazıllar yerleşecektir. %98 fazl, %2 rahmetten oluşan bir bütünlüğe kavuşmanız, Allah’ın hedefidir. Nefsinizin kalbine bu nurlar gelemeye başladığı zaman, %2 rahmet geldiğinde, ruhunuz sizinle beraber. Ama 14. basamakta mürşidinize ulaşıp da Allah’ın size gösterdiği, sizin için tayin ettiği mürşidinize; hacet namazını kılıp sorarak ulaştığınız mürşide. Bu devrede sadece bizim için bu geçerli değildir. Neden değildir? Çünkü bir insan hangi mürşide, dünya üzerindeki mürşidlerden hangisine giderse gitsin, o mürşid mutlaka bize bağlıdır. Öyleyse bir gün Allah’tan hepsi soracaklardır ne yapmaları lâzım geldiğini. Güneş giderek ortalığı ısıtmaya başlamıştır, o zaman gerçekleri öğreneceklerdir ve tâbiiyet gerçekleşecektir. Sevgili kardeşlerim! Onlar henüz bilmiyorlar, sormaktan da korkuyorlar. Ya öyleysek? Yani Allah’ın Resûlüysek. Bunu Allahû Tealâ kaç yerde ispat etmiş durumda. Onlar henüz bunu sormuyorlar; ama soracaklar. Sordukları zaman da zaten bütün bilmeceler çözülecek.
 
Şimdi sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’ın dizaynına dikkatle bakın. Nefsinizin kalbi %100 afetlerle dolu, Allah’ın bütün emirlerine isyan eden, yasak ettiği bütün fiilleri işleyen bir hüviyet. Ruhunuz, Allah’ın bütün emirlerini mutlaka yapmak isteyen, yasak ettiği hiçbir fiili işlemek istemeyen bir hüviyette. Öyleyse bir denge var ortalıkta. Nefsiniz %100 afetlerle dolu, ruhunuz %100 hasretlerle dolu. Öyleyse eşit bir seviye üzerinde tartışacaklar ve bir tanesine karar verecek aklınız. Nefsin talebi ayrı olacak, ruhun talebi ayrı olacak; ama aklınız bir tanesine karar verecek. Aklınız, yani size kumanda eden akıl, hangi âlemde, hangi ortamda şuur kazanmışsa, o ortamın standartlarına uygun emirler verecektir. İşte sokaklarından çirkef akan bir dünya üzerinde Allah’ın bütün emirleri yasaklanmışsa, yasakların hepsine kapılar açılmışsa, o zaman aklınızın kabul ettiği talep elbette nefsin talepleri olacaktır, ruhunuzun varlığına rağmen.

 Şimdi bu denge ne zamana kadar devam eder? Yani aslında nefsinizle ruhunuz dengede olarak yaratılmıştır. İkisi de %100 negatif ve pozitif olmak üzere %100 doludur. Aralarındaki çatışmanın neticesinde bir karar söz konusu olacaktır. Bu karar da genellikle nefsin istikametinde verilecektir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bütün insanların davranışlarında nefsanî konunun üstünlüğü bu sebebe dayalıdır. Aklın şuur kazandığı çevre, ortam, muhit eğer yasakların herkes tarafından işlendiği, Allah’ın emirlerinin yapılmadığı bir ortamsa akıl da normal standartlarda nefse dayalı emirler verecektir. Nefsin dediklerini kabul eder istikamette emirler verecektir. Buna rağmen bu bir dengedir yani aslında Allah’ın koyduğu güçler birbirine eşit kuvvettedir ama aklın, taraf tutması söz konusudur.
 
Ne zaman ki o kişi Allah’a ulaşmayı diler, ondan sonra da mürşidine ulaşır tâbî olur. O zaman ruh vücudundan ayrılacaktır. Ama o kişinin mutluluğu ruhunun vücudundan ayrıldığı noktada başlamayacaktır, Allah’a ulaşmayı dilediği noktada başlayacaktır. Neden? Çünkü kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah derhâl o kişinin üzerinde tecelliye başlar. Bu tecelli o kişinin görmeyen gözlerinin, mürşidi tanımayan gözlerinin mürşidi tanımasını ifade eder. İrşad makamını irşad makamı olarak tanımaya başlar kişi. Onun söylediklerini hiç işitmeyen kulakları işitmeye, onun söylediklerinin mânâsına varmaya başlar. Onun söylediklerini kalbine indiren kişi, kalbinde onun söylediklerini değerlendirerek idrak eder. Görme, işitme ve idrak hassaları çalışmaya başlar kişinin pozitif istikamette. Artık irşad makamı onun için bir kıymettir ve de tâbiiyet gerçekleşir. Gören, işiten ve de idrak eden bu kişi Allah’a ulaşmayı dilediği için. Tebligat mutlaka herkese yapılır. Bu dileğin sahibi olan kişi, Allah’a ulaşmayı dilediği anda Allahû Tealâ ona 7 tane furkan verir ve o kişi irşad makamını, irşad makamı olarak görmeyen, söylediklerini hiç anlamayan ve idrak edemeyen bir kişiyken, onu irşad makamı olarak görür. Söylediklerini işitmeye yani mânâsına varmaya ve kalbine indirdiği zaman da idrak etmeye başlar. Burası 7. basamaktır. Bu noktadan sonra kişi artık mutluluğa mutlak olarak adım atmıştır. Neden? Çünkü bu noktaya kadar şeytan devamlı o kişiye negatif şeyleri işlemesini telkin etmekteydi ve de o kişi de bu negatif şeyleri yapmaktaydı.

Allahû Tealâ diyor ki: “Sakın şeytanın adımlarına tâbî olmayın, kim şeytanın adımlarına tâbî olursa, münkerle ve fuhuşla emredilir.” Yani Allah’ın söylediklerini inkâr etmekle, Allah’ı inkâr etmekle ve nefsinin hevasına yani afetlerine tâbî olmakla emrolunur. Ama kimler? Şeytanın adımlarına tâbî olanlar.

İşte bir insanın şeytanın adımlarına tâbî olduğu hüviyetten kurtulması nerede tecelli eder? Allah’a ulaşmayı dilediği noktada tecelli eder. Çünkü o noktada o kişi tagutun kulu iken, insanların ve cin şeytanların, şeytan şeytanların ve insan şeytanların emrindeyken, onların tesirindeyken bir gün Allah’a ulaşmayı diler kişi. Allah’a ulaşmayı dileyince şeytanın kulu olmaktan kurtulur ve Allah’ın kulu olur. Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor:

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.

Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!


“Onlar, şeytanlara, taguta kul olmaktan kurtuldular. Çünkü Allah’a ulaşmayı dilediler. Allah’a mülâki olmayı dilediler. Allah’a yöneldiler. Onlara müjdeler vardır. Kullarımı (Benim kullarımı) müjdele.” diyor Allahû Tealâ.

Ne oldu? Sahâbe taguta kul iken Allah’a ulaşmayı dilemişler, Allah’a kul olmuşlar. İşte kim başlangıçta tagutun kulu ise, henüz Allah’a kul olmamışsa, Allah’a ulaşmayı dilememişse, o münkerle ve fuhuşla emrolunur. Ama kim Allah’ın kulu olmuşsa, Allah onun karşısına bir zırh çeker ve şeytan artık o kişiye hiçbir telkinde bulunamaz. Men eder Allahû Tealâ onu ve kişi nefsinin kalbindeki ruh ve nefs dengesi sebebiyle; yani nefs ve ruhun %50, %50 paylaştığı bir ortamda yaşadığı için ve Allah şeytanın nefs üzerindeki telkinlerini durdurduğu için ruhunun istikametinde davranmaya başlar ve artık mutluluğu yaşar kişi. Bu mutluluk 14. basamağa kadar böyle gider.

Kişinin kalbine Allah ulaşır, kalbininin nur kapısını Allah’a çevirir. O kişi zikir yaptığında, Allahû Tealâ’dan rahmet nurları gelir kişinin kalbine girer, %2 oranında. O noktada kişi huşûya ulaşır ve mürşidini talep eder Allahû Tealâ’dan. Allah mutlaka ona mürşidini gösterir ve o kişi tâbiiyetini gerçekleştirir. Tâbiiyetini gerçekleştirince ne olur? Nefsin karşısında bir kale gibi duran ruh, Allah’a ulaşmayı diledikten sonra üstelik de hükümferma olan ruh vücuttan ayrılmıştır. Ayrıldığı için denge bozulmuştur. Nefsin afetlerinin hâkimiyeti çok açık şekilde kendini gösterecektir. Ama nefse tesir edip de onu kötü şeyler yaptırmaya yönlendiren iblis olduğu için, Allahû Tealâ iblisin tesirini önlüyor. Önleyince nefsinize negatif bir talep dizaynı artık şeytandan gelemez oluyor. Gelemez olunca nefsinizdeki afetler söz konusu olmasına rağmen, bu afetler hiçbir zaman size hükümran olamıyor ve Allah’ın emirlerini yerine getiren, yasak ettiği fiilleri işlemeyen, işlememeye çalışan, çok büyük bir ölçüde de bunu başarabilen bir insan oluyorsunuz. Nefsinizin kalbinde henüz mürşidinize ulaştıktan sonra rahmet nurları %2 oluşmuştur,  fazıllar hiç yoktur. Tâbiiyetten sonra zikir yapıyorsunuz ve zikir yaptığınız zaman Allah’ın katından gelen salâvâtla rahmet salâvâtla fazl nurları kalbinize ulaşıyor ve îmân kelimesinin etrafında fazıllar yerleşmeye başlıyor.
 
Fazıllar sizi faziletli insan kılacak olan, Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmek isteyen, yasak ettiği fiilli işlemek istemeyen bir hüviyet taşır. Nefsinizin kalbinde bu fazıllar olmasa da zaten şeytan size münkerle ve fuhuşla emredemeyeceği için, zaten davranış biçimleriniz etrafınıza karşı güzel. Siz de iç dünyanızda huzurlusunuz içinizde bir savaş yok. Nefsle ruh arasındaki savaş yok çünkü ruhunuz yok. Ama Allahû Tealâ’nın sizlere verdiği iç huzuru Allah’ın yardımı sizin mutlu bir insan olarak hayatınızı devam ettirmenizi, idame ettirmenizi sağlar, idame etmesini sağlar hayatınızın. Ve Allah’ın emirlerini yerine getiren, yasak ettiği fiileri çok büyük ölçüde işlemeyen bir insan olursunuz. Allah’ın yardımı üzerinizde olduğu için, sizi dengeye getirecek olan ruhunuz sizden ayrıldığı için. Bu Allah’ın yardımı, şeytanın size müdahale edememesi sebebiyle sizin mutluluğu yaşayabilmeniz ne zamana kadar devam eder? Nefsinizin kalbinde ilk %7 nur birikimi (fazl birikimi) tahakkuk ettiği zaman, %2 rahmetten sonra ruhunuz 1. kata çıkacaktır. 2., 3., 4., 5., 6., 7.  defa %7 nur birikimleri sizi 7. gök katına ulaştıracaktır (ruhunuzu). Sizden ayrılan ruhunuz ana dergâhta bir eğitim devresi geçirdikten sonra Allah’ın katına, neticede de 7 tane âlemi geçerek Allah’ın Zat’ına ulaşacaktır.
 
Ruhunuz Allah’ın Zat’ına ulaştığı zaman, Allah size verdiği sözü yerine getirmiştir. Nefsinizin kalbinde bu noktada başlangıçtaki %2 rahmetten sonra, 7 defa %7 fazl birikimi gerçekleşmiştir. Yani nefsinizin kalbi %51 nurla dolmuştur %100 olan karanlıklar %49’a düşmüştür. Şeytanın nefsinizin üzerindeki hâkimiyeti de %100’den %49’a düşmüştür. Artık Allahû Tealâ’nın sizi desteklemesi gerekmiyor. Çünkü denge artık iç dünyanızda kurulmuştur. Bu sebeple koruyucu kalkan, koruyucu faktör kalkar. İşte bu noktadan sonra şeytan insanların üzerine çok büyük bir şiddetle çullanır, fena halde içerlemiştir. O kişi kendisinin kulu iken Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilediği için onun kulluğundan kurtulması, küfürden kurtulması, dalâletten kurtulması, hüsrandan kurtulması, şirkten kurtulması, özellikle şeytanın kulu olmaktan kurtulması şeytanı deli eder, bunu hazmedemez ve de o kişiyi tekrar tuzağına düşürmek üzere etrafında fır döner, bütün gayretiyle o kişiyi Allah’ın yolundan yeniden uzaklaştırmak için oyunlar, dümenler kurar.
 
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Böyle bir nokta yeni bir denge noktasıdır. Artık ruhunuz Allah’tadır. Ama iç dünyanızda denge yeniden kurulmuştur. Nefsiniz artık vücudunuza yön verecektir. Nefsinizin kalbinde de başlangıçtaki denge ruhunuz ve nefsiniz arasında nasıl bir denge varsa, onun %1 fazlasıyla aynı denge bir defa daha kurulmuştur. Bu noktadan sonra Allah’a doğru ruhunuzun yaptığı yolculuk sona ermiştir. Ama sizin nefsinizin tezkiyesi olayı giderek daha çok zikirle artacaktır. Nefsinizin kalbindeki nurlar %51’den ötede artacaktır, artacaktır, artacaktır (fazıllar). Ve siz evvelâ ilk makamı geçeceksiniz, velâyetin ilk makamı olan fenâfillah makamı, sonra bekabillahı geçeceksiniz, sonra züht makamını geçeceksiniz ve neticede nefsinizin kalbindeki nurlar %81’e ulaştığı zaman, siz o zamana kadar daimî zikre ulaşmış bir insan olacaksınız. Ne zamanki zikriniz günün yarısını geçer, o noktada nefsinizin kabindeki nurlar %71’e kadar çıkacaktır.
 
Ne zaman siz günün yarısından daha fazla zikre başladıysanız, nefsinizin kalbindeki nurlar mutlaka %71’e ulaşmıştır. %71’e ulaşmış; ama siz günün yarısından fazla zikredemiyorsunuz. Bu rakam hiçbir zaman %71’i aşmaz, siz hiçbir zaman zahit olamazsınız. Ne zaman ki zikriniz günün yarısını aşar, o zaman %71’den öteye geçer bu. Nefsinizin kalbindeki nurlar % 81’e ulaştığı zaman fizik vücudunuz nefsinizin kalbinde %19 afetler mevcut olmasına rağmen,  onları hiçe sayar. Yok farz eder, dikkate almaz, kale almaz nefsinizin afetlerini ve Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmeye, yasak ettiği fiilleri işlememeye başlar. İşte bu sizin için kurtuluş noktasıdır. Şeytanın hilelerinden, vesveselerinden kurtulduğunuz nokta. Ama bunun daha ötesi var, daimî zikir.  Kim daimî zikre ulaşırsa, artık olaylar o kişinin mutsuz olmasına sebebiyet veremez.
 
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Öyle bir dünyada yaşıyorsunuz ki şeytan her tarafta kol geziyor. Osmanlı devrindeyken dünyadaki en az suç işlenen ülke Osmanlı ülkeleri. Osmanlı yok edildikten sonra 28 tane ülke yetim kaldı, Osmanlı onların hâkimleriydi, sahipleriydi ve onlara asla bir zarar gelmesine Osmanlı müsaade etmezdi ve Osmanlı’nın inkilazından sonra (çökmesinden sonra), yok edilmesinden sonra demek daha doğru, onlar yetim kaldılar.
 
İşte sevgili kardeşlerim! Osmanlı’ya baktığımız zaman bu söylediğim daimî zikre ulaşma olayı ki fizik vücudunuzu Allah’a teslim ettikten sonra daimî zikre mutlaka ulaşacaksınız. Bir gün ulaştığınız o daimî zikirde nefsinizin kalbi artık %98 fazl, %2 rahmet olmak üzere %100 nurlarla dolacaktır ve Allah’ın bütün emirlerini severek, isteyerek yerine getireceksiniz. Yasak ettiği hiçbir fiili de işlemeyeceksiniz o noktadan sonra. Bu sizin için kesintisiz bir mutluluktur. İç dünyanızda mutluluktur. Çünkü nefsinizle ruhunuz arasındaki kavga sıfırlanmıştır, çünkü artık nefsiniz yok. Nefsinizin kalbi %100 fazıllarla ve rahmetle dolduğu için hasletlerin paraleli olan bu nesneler, bu nurlar nefsinizin Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmek için can attığı, yasak ettiği hiçbir fiili işlemediği bir ortama sizi ulaştıracaktır. Burada kesintisiz bir mutluluğu yaşayacaksınız. İç dünyanızda mutluluğu yaşayacaksınız. Neden? Çünkü iç dünyanızdaki kavga tamamen sona ermiştir, artık bir kavga yoktur. İç dünyanızın tamamı Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmeyi, yasak ettiği hiçbir fiili işlememeyi istiyor. Yaptığınız da zaten bu oluyor. Bütün emirleri yerine getiriyorsunuz, yasak ettiği fiilleri işlemiyorsunuz. Hem bütün emirleri yerine getirirken de hem de yasakları işlemediğiniz her noktada da duyduğunuz şey, sadece mutluluk oluyor, mutluluk oluyor, mutluluk oluyor.
 
Böylece iç dünyanızda mutlusunuz. Neden mutlusunuz? Çünkü kavga bitti. Başlangıçta nefsiniz vardı, ruhunuz vardı; biri pozitifleri biri negatifleri ihata ediyordu ve aralarında devamlı olarak kavga vardı. Nefs, Allah’ın bütün emirlerine karşı çıkacağı için, afetleri bunu icap ettirdiği için, yasak ettiği fiilleri de mutlaka işlemek istediği için daima bunu yapmak isteyecekti. Ama bunun karşılığında aynı vücutta bir başka varlık daha var: Ruh. O da Allah’ın bütün emirlerini yapmak istiyor, yasak ettiklerini hiç işlemek istemiyor. Bu sebeple ruh Allah’tan aldığı emirler gereği, emirlerinin yapılmasını ister. Nefs ise şeytandan aldığı emirler gereği, her ikisi de yapıları sebebiyle buna müsait olduğu cihetle birbirinin zıt şeyler isteyecektir. Bu sebeple aralarındaki kavga bitmek tükenmek bilmeyen bir kavga olacaktır. Kesintisiz bir kavga hali. Bunun mânâsı; iç dünyanızda kavga varsa, kaos varsa, orada mutluluk yoktur sevgili kardeşlerim! Orada huzursuzluk vardır, sıkıntı vardır. İşte bütün sıkıntıların, huzursuzlukların bittiği bir noktaya vardınız. İç dünyanızdaki kavga bitti. Nefsinizle ruhunuz artık birbiriyle savaş vermiyor. Ulûl’elbab makamındasınız, nefsinizin bütün afetleri yok olmuş. Neden? Çünkü daimî zikirdesiniz. Daimî zikirde olunca, Rabbanî kapı hep açık. Allah’tan nur gelmesi de kesintisiz bir şekilde geliyor. Çünkü nefsinizin kalbine Allah’ın salâvâtını ve rahmetini, salâvâtını ve fazlını davet eden şey, Allah’ın ismidir.  

Allahû Tealâ: “Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).” buyuruyor Muzemmil Suresinin 8. âyet-i kerimesinde. “Rabbinin ismi ile zikret. ‘Allah, Allah, Allah’ diye zikret.” diyor Allahû Tealâ. Ve sonrada diyor ki: “Ve Rabbinin ismiyle zikret ve her şeyden kesilerek Allah’a ulaş.”      

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.


İşte böyle bir dizaynda sevgili kardeşlerim! Nefsinizin dizaynı, Allahû Tealâ’ya ulaşmak istikametindeki ruhunuzun gayretleriyle ters bir formda. Sizi daimî zikre kadar götüren bir yol takip etmenizin gereği çıkıyor ortaya.  Bu yol; Allah’a ulaşmayı dilemekle başlayan ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi Allah’a teslim etmekle noktalanan bir mutluluk yoludur. Erenler yolu deyin, mutluluk yolu deyin, huzur yolu deyin. Bütün güzellikler, Allah ile sizi yaratanla ilişki kurmanıza bağlı sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım!
 
Sevgili kardeşlerim! Allah ile olan ilişkilerinize dikkatle bakın. Daimî zikre ulaşan bir insanın durumuna dikkatle bakın.
 
1- Bu kişi daimî zikirdedir, 1. özellik
2- Daimî zikirde olduğu için nefsinin kalbinde afet yerleşmesi mümkün değildir.

Daimî zikir sebebiyle daima Allah’ın katından salâvâtla rahmet, salâvâtla fazl o kalbe akacak, kalpte hiçbir karanlık bırakmayacaktır. Nefsin kalbinin içindeki îmân kelimesinin etrafı, bütün kalbi saracak kadar fazıllarla ve %2 rahmetle tamamen nefsin kalbini doldurmuştur. Bu şartlar altında bu kalbin bir daha kararması mümkün değildir. Daimî zikre ulaşan kişi ihlâsa ulaştığı noktadan itibaren, muhlisin olduğu noktadan itibaren, muhlis olduğu noktadan itibaren onun kalbinin yeniden kararması mümkün değildir. İblis de bunu açıkça söylüyor. “Onların hepsini kendime bağlayacağım pek azı hariç.” diyen iblis, diyor ki: “Senin muhlis kulların hariç.”

Nefslerinin kalbini tamamen arındırmış olan ve böylece daimî zikrin sahibi, 1. özellik. Bu sebeple nefsin kalbindeki bütün afetler yok olmuş, 2. özellik. Allah, mutlaka kalp gözünü açmış; 3. özellik. Mutlaka kalp kulağını açmış; 4. özellik. Bu kişi ehl-i tezekkür olmuş. Allah ile daima konuşuyor, konuşma imkânı vardır.
 
İşte Allahû Tealâ bize böyle bir imkân bahşettiği için, O’na sonsuz hamd ve şükrederiz ki, daima bizimle her noktada tezekkür ettiği için, bize yapmamız lâzım gelen her şeyi o yaptırdığı için, biz O’na sonsuz hamd ve şükrederiz. Bu kadar büyük bir saadetin içine bizi yönlendirdiği için, ulaştırdığı için. Ömrümüz boyunca hamdimiz ve şükrümüz artarak devam edecektir. Biz O’na hayranız sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! O’nun azatsız kölesiyiz. Şu kâinat üzerinde Allah’a en çok köle olan kimdir diye sorarsanız, o biziz. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! O’nun o en üst seviyedeki azatsız köleliği bu dünyadaki, kâinattaki en büyük mazhariyettir. Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz.

İşte bu noktada o kişi daimî zikirde olacaktır muhakkak. Yani nefsini de Allah’a teslim ettiği noktada, daimî zikirde olacaktır. Zikir yapmak, Allahû Tealâ’dan devamlı rahmet, fazl ve salâvât gelmesine sebebiyet verecektir. Bir insanın kalbine rahmet, fazl ve salâvât gelirken, onun yaptığı işlem, zikir işlemi ona derecat kazandırır. Her saniye 1 derecat değil 700 derecat kazanır bu kişi. Devamlı kazandığı için bunu, o kişi ehl-i tezekkürden sonra ehl-i hayırdır. Daimî zikrin sahibi olduğu için devamlı hayır kazanır. Sonra bir de başka özelliği de vardır, hikmet sahibidir. Âyetlere baktığında, 28 basamaklık bir dizaynda o âyetin nereyi işaret ettiğini bir bakışta görür ve bir başka tarafı da vardır, hakemlik veya hâkimlik ettiği zaman, Allah’tan sorarak kararlarını vermek mecburiyetinde olduğu için Allah’ın takdiriyle eder.

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Şimdi aranızdan her kim diyorsa ki: “Acaba benden daha çok mutsuz bir insan var mı bu dünyada?” Ben onlara sesleniyorum! Ey benim can kardeşlerim, canım kardeşlerim! Neden Allah’a ulaşmayı dilemiyorsunuz? O kadar zor bir şeyden mi bahsediyoruz size? Diyoruz ki: Lütfen, Allah’a ulaşmayı dileyin! Sadece bir tek dileğiniz, sizi mutsuzluktan mutluluğa mutlaka çıkaracaktır. Çünkü Allah’ın sözü var. “Kim Bana ruhunu ulaştırmayı dilerse, o ruhunu Bana ulaştırmaz. Ben onun ruhunu Kendime ulaştırırım.” diyor. Bakınız âyet-i kerime ne kadar açık, Şûrâ Suresi 13. âyet-i kerime:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


“Allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu): Allah dilediğini Kendisine seçer (bu seçim insanların %90’dan fazlasını ifade eder). Ama onlardan herkim Bana ulaşmayı dilerse Ben sadece onları Kendime ulaştırırım, hem de mutlaka ulaştırırım.” diyor.

Öyleyse bunun zorluğu nerede? Var mı bir zor tarafı? Var mı bunun başka bir izah tarzı? Kim olduğunu hatırlayacaksınız bu sözlerin sahibinin. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ’nın dizaynına dikkatle bakın. O sizin sadece ve sadece mutlu olmanızı ister. Başka sizden hiçbir talebi yoktur. Kendi mutluluğunuz sizin gayretinize bağlıdır. Siz kendi mutluluğunuzun mimarısınız. Dilerseniz ve bunun bedelini Allahû Tealâ’ya öderseniz, bir tek dilek bedel ödemeniz de. “Yarabbi! Ben Sana ulaşmak istiyorum, ruhumu ölmeden evvel Sana ulaştırmak istiyorum.” diyeceksiniz. Ama sadece dilinizle değil, bu talep kalbinizden gelecek. Sakın oturanlar gibi olmayın. Ne demek istiyoruz? Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) zamanında, o sefere çıkarken beraberinde onunla beraber olanlar arasında bir kısmı sahâbeydi, Allah’a ulaşmayı dileyenler ve bu sebeple Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olanlardı, bir kısmı da tâbî olmuş görünenlerdi, onlar Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdi. Ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) sefere çıktığında onlar iştirak etmediler ve zaferle geri döndüğünde de dediler ki: “Biz aslında sefere çıkmayı çok istiyorduk ama buradaki meşgalelerimiz bizi oyaladı. Seninle beraber savaşa gelemedik. Ama bundan sonraki savaşlara mutlaka biz de iştirak edeceğiz. Mutlaka seninle beraber savaşa biz de katılacağız.”

Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e diyor ki: “Onlar, sana kalplerinde olmayan bir şeyi söylüyorlar, kalplerinde seninle beraber sefere katılmak arzusu yok.”

48/FETİH-11: Se yekûlu lekel muhallefûne minel a’râbi şegaletnâ emvâlunâ ve ehlûnâ festagfir lenâ, yekûlûne bi elsinetihim mâ leyse fî kulûbihim, kul fe men yemliku lekum minallâhi şey’en in erâde bikum darren ev erâde bikum nef’â(nef’en), bel kânallâhu bi mâ ta’melûne habîrâ(habîren).

Araplardan muhallefunlar (geride kalanlar), sana: “Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti. Artık bizim için mağfiret dile.” diyecekler. Onlar, kalplerinde olmayanı dilleri ile söylüyorlar. De ki: “Eğer Allah, size bir zarar veya fayda dilerse, bu taktirde sizin için Allah’tan (gelen) bir şeye kim mani olabilir (fayda veya zararı önleyebilir)? Hayır (öyle değil), Allah yaptığınız şeylerden haberdardır.”


İşte sevgili kardeşlerim! Allah’a ulaşma dileğiniz kalbinizden olmadıkça, Allah’ın indinde makbul değildir, kabule şayan değildir. Çünkü kalbinizde öyle bir dilek yoksa, dilinizin “Yarabbi! Ben Sana mutlaka ulaşmak istiyorum” demesi, 100 defa demesi, 1000 defa demesi Allah’a hiçbir şey ifade etmez. Ama kalbinizde o dilek varsa, dilinizde o dileği tasdik ediyorsa, o dileği Allahû Tealâ’ya kelime olarak ifade ediyorsa, bu Allah için geçerli olan tek sonuçtur. Kalbinizin tek başına Allah’a ulaşmayı dilemesi de yeter. Ama zaten böyle bir dileğin sahibi olan kişi mutlaka diliyle de bunu söyleyecektir.
 
İşte ne zaman kalbinizdeki dilekle dilinizin sözü paralel bir hüviyet gösterirse sevgili kardeşlerim, o zaman her şeyin en güzeli sizin olur. Çünkü Allah’a ulaşmayı dilerseniz, dilediğiniz andan itibaren de ruhunuz Allah’a ulaşacaktır bir gün. Bu süre 5, 6 aylık bir süredir. Ruhunuzun Allah’a ulaştığı güne kadar dünya mutluluğunuz da garanti, cennet mutluluğunuz da garanti. Allah’a ulaşmayı dilerseniz 1. cenneti hak ettiniz. 14. basamakta mürşidinize ulaştınız; ama Allah’a ulaşmayı dilemeniz şart. Diledikten sonra 14. basamağa ulaşabilirsiniz zaten. Tâbî oldunuz, 2. kat cennet sizin. 21. basamakta ruhunuzu Allah’a ulaştırdınız, Allah da ruhunuz yok oldu, 3. kat cennet sizin. Bu noktada nefsinizin kalbindeki nurlar %50’yi geçeceği için, dünya mutluluğunun da yarısı sizin. Yaptığınız davranış biçimlerinin yarısı %51’i, hatta pozitif olacak. %49’u da ne yazık ki negatif olacak.
 
İşte böyle bir noktada dünya mutluluğunun yarısı cennet saadetinin 3. katı Allahû Tealâ tarafından size hibe ediliyor, bedava veriliyor, karşılıksız veriliyor. Hiçbir şey yapmıyorsunuz sevgili kardeşlerim!  Namazsa Allah namazı sevdiriyor. Zikirse Allah zikri sevdiriyor, oruçsa Allah açlık hissettirmiyor. Hacsa hem parayı veriyor hem de sizi hacca mukavim kılıyor. Kelime-i şahadet getirmekse bundan büyük zevk alıyorsunuz; “Lâ ilâhe illâllah Muhammeden Resûlulallah” demekten. Ve en büyük zevkiniz de bu 5 şartın arasına girmeyen zikir, kâinatın en büyük görevi, en büyük ibadeti zikir.
 
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! İslâm’ın 7. şartı da Allah’a ulaşmayı dilemek. Sakın Allah’a ulaşmayı dilememezlik etmeyin. Dileyin ve mutluluğun gelip sizi nasıl sardığını, nasıl Allah’a doğru yücelttiğini yaşayın.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Sözlerimiz bu noktada inşaallah tamamlanıyor. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem de dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi burada tamamlıyoruz. Sakın unutmayın!

İmam İskender Ali  M İ H R