}
Mutluluk Sohbeti 11.04.2005
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 109249

SOHBETİN ADI: MUTLULUK
TARİHİ: 11. 04. 2005


Sevgili izleyenler, dinleyenler, sevgili öğrenciler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde Allahû Tealâ bizleri birlikte kıldı.

Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ hepimizi mutlu olalım diye yaratmış. Çünkü yaratılış sebebine baktığımız zaman hepimizin Allah’a kul olmasının hedef alındığını görüyoruz. Allahû Tealâ buyuruyor ki Zâriyât 56. âyet-i kerimede:

51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.

Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.


“Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni): Biz, insanları ve cinleri başka birşey için değil, Bize kul olsunlar diye yarattık.” diyor.

Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ’ya kul olmak şeytanın kulu olmaktan kurtulmak nerede başlıyor diye bakıyoruz? Ve bunun Allah’a mülâki olmayı dilediğimiz an başladığını görüyoruz. Allahû Tealâ Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki sahâbe için:

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.

Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!


“Onlar insan ve cin şeytanlara taguta kul olmaktan içtinab ettiler kaçındılar, kendilerini kurtardılar.” Ne yapmışlar? “Çünkü onlar Allah’a ulaşmayı dilediler.” diyor Allahû Tealâ, “Ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı dilediler ve taguta kul olmaktan kendilerini kurtardılar (tagut; insan ve cin şeytanlar). Onlara müjdeler vardır, kullarımı müjdele.”

Bu müjdeler; hem dünya müjdesi hem de cennet müjdesi. Ve Allah’a kul olduğumuz noktada başlıyor. Öyleyse müjdeler, mutluluk müjdesi gene Allah’a ulaşmayı dilediğimiz noktada. Bir başka grup âyet-i kerime gene bize büyük müjdeler vaad ediyor. Allahû Tealâ Yûnus Suresinin 62, 63 ve 64. âyet-i kerimelerinde buyuruyor ki:
 

10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).

Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?

10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).

Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.

10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhırati, lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).

Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.


İşte sevgili kardeşlerim! Allah’a kul olmanın başladığı yerde bir, dünya ve cennet müjdesinin garantisi altındasınız. Ne demek istiyoruz? Çünkü Allahû Tealâ kim Allah’a ulaşmayı dilerse onu Kendisine ulaştıracağını garanti etmiştir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

“E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne): O Allah’ın evliyası var ya onlara korku yoktur. Onlar mahzunda olmazlar.”

Demek ki ne korku ne de mahzun olmak söz konusu değil. Yani cehennem korkusu ve “Neden onları cennetine aldın da beni almadın? Ben bundan üzüntü duyuyorum.” tarzında bir hüzün onları kaplamaz.    

“Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne): Onlar âmenû olmuşlardır ve takva sahibi olmuşlardır.”

Bütün sahâbe âmenû olmuşlardır, Allah’a ulaşmayı dilemişlerdir ve takva sahibi olmuşlardır.   

“Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhıreh(âhıreti): Onlara dünyada da ahrette de müjdeler vardır (büşra).”

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a kul olmanın başladığı yerde bir dünya ve cennet müjdesinin garantisi altındasınız. Ne demek istiyoruz? Çünkü Allahû Tealâ, kim Allah’a ulaşmayı dilerse onu Kendisine ulaştıracağını garanti ediyor. Allahû Tealâ Şûrâ Suresi 13. âyet-i kerimesinde diyor ki:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


“Allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu): Allah dilediğini Kendisine seçer ve onlardan kim Allah’a yönelirse, Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onları Kendisine ulaştırır.”

Demek ki Allah’a yönelmekten Allahû Tealâ’nın muradı; Allah’ın Zat’ına o kişilerin ruhlarını ulaştırmaları konusunda bir talep. Öyleyse sadece iki nevi insan var. Allah’a kul olmayanlar. Onlar tagutun, şeytanların kulları. Veya Allah’a kul olanlar (ikinciler) onlarda da Allah’ın kulları.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a mı kul olacaksınız? Yoksa şeytana kul olmakta devam mı edeceksiniz? “Yani biz şimdi şeytanın kulu muyuz?” diyenler olacak içinizde. Öyle değil mi? Evet sevgili kardeşlerim, eğer Allah’a ulaşmayı dilememişseniz,  Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesi gereğince, evet.

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).

Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).


Tagutun; insan şeytanların, üstelik de cin şeytanların yani hem şeytanların hem de insan şeytanların kulusunuz. İkisi birden devreye giriyor. Öyleyse neden ikisi birden devreye giriyor? Çünkü bir insan Allah’a ulaşmayı dilemezse dilemediği sürece o, şeytanın adımlarına tâbîdir ve de şeytan tarafından münkerle ve fuhuşla emrolunur. Allahû Tealâ bu hususu da açıkça koymuş ortaya, diyor ki:

24/NÛR-21: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).

Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).


“Sakın şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Kim şeytanın adımlarına tâbî olursa onlar münkerle ve fuhuşla emrolunurlar. Eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı üzerinize olmazsa nefsinizi tezkiye edemezsiniz. Yalnız Allah dilediğinin nefsini tezkiye eder. ”

Öyleyse sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ çok açık bir şekilde âyetleriyle bunları söylüyor. Nur Suresinin 21. âyet-i kerimesinde bu son söylediğimizi söylüyor Allahû Tealâ. Öyleyse bir hüküm çıkıyor ortaya. Herkes başlangıçta şeytanın kuludur, doğuşundan itibaren şeytanın kuludur. Allah’a ulaşmayı dilediği ana kadar şeytanın kulu olmakta devam edecektir. Ancak Allah’ın kulu olması, o kişinin Allah’a ruhunu ulaştırmayı dilemesiyle mümkündür. Dilemedi kişi, ömrü boyunca şeytanın kulu olarak yaşar;  gideceği yer de mutlak olarak cehennemdir.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Şimdi benim size sormam gerekmez mi? A benim sevgili kardeşlerim! Neden Allah’a ulaşmayı dilemiyorsunuz? Neden ruhunuzu Allah’a ulaştırmak konusunda sıcacık bir duygu kalbinizden Allah’a doğru yükselmiyor? “Yarabbi! Ben ruhumu ölmeden evvel Sana ulaştırmayı diliyorum, mutlaka ulaştırmalıyım. Yarabbi! Ne olur bana yardım et, ruhum Sana hayattayken ulaşsın. Ben de Allah’ın evliyalarından olayım, ermiş evliyalarından hem de.”

Allahû Tealâ Allah’a ulaşmayı dileyenlere “velî” diyor. Ve onlardan kim ruhunu Allah’a ulaştırmışsa o, Türkçemizde “ermiş” adını alır. Nereye ermiş? Allah’a ermiş. Nesi ermiş? Ruhu ermiş. Kim ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulaştırırsa işte o kişi, ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulaştırandır. Onun ruhu ölmeden evvel Allah’a ermiş olur. Bu sebeple o kişiye “ermiş” denir Türkçemizde.
 
Sevgili kardeşlerim! Ermiş olmak, Allahû Tealâ’nın bir garantisidir. Açık ve kesin olarak garantisini vermiş: “Kim Bana yönelirse; Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu mutlaka Kendime ulaştırırım.” diyor. Garanti veriyor Allahû Tealâ. Peki, müjdeler kesimine gelelim konunun. Bir kişi Allah’a ulaşmayı dilerse ne olur? Bu kişi Allah’a ulaşmayı dilediği an cehennemden kurtulur, cennet ehli olur. Ama kişinin daha ameli hiç yok. Olsun, hiç ameli olmasın. Ama bunca sene amel yapanlar, onların hakkı değil mi cennete gitmek? Hayır değil. Allahû Tealâ, onca ameller işleyenlerin, eğer Allah’a ulaşmayı dilemezlerse amellerinin boşa gideceğini söylüyor. Sevgili kardeşlerim! Bunlar Kur’ân’ın hakikatleri. İnsanlar mı? İslâm âleminden mi bahsediyorsunuz? Çoktan Allah’ın Kur’ân hakikatlerini unutmuşlar.  Hristiyanlardan mı bahsediyorsunuz? Onlar İslâm’dan çok daha önce unutmuşlar. Yahudilerden mi bahsediyorsunuz? Musevîlerden mi bahsediyorsunuz? Onlar Hristiyanlardan çok daha evvel unutmuşlar.

Sevgili kardeşlerim! Eğer Allahû Tealâ bize bu ilmi öğretmeseydi, biz de size öğretemeyecektik. Hepimiz acı bir gerçeğe muhatap olacaktık. Kitle halinde hepimiz cehenneme gidecektik. Biz 30 yaşında Allah’ın yoluna girdik. Allah’ın dizaynını ondan evvel hiç bilmiyorduk. Dînle hiçbir alış verişimiz olmamıştı.

Öyleyse Allah’ın bize bu hakikatleri öğretmesi bizim için ni’metlerin en büyüğüdür. Allah’ın kâinattaki en büyük ni’meti, o bizim üzerimizdedir. Çünkü Allahû Tealâ bize Kur’ân’ın insanları kurtuluşa ulaştıracak olan bütün hakikatlerini öğretti ve de ne kadar basit bir sebepten dolayı Allahû Tealâ bütün insanları cennetine ulaştıracağını açıkladı. Ne kadar basit bir sebep, öyle değil mi sevgili kardeşlerim?

Bir dilek: “Yarabbi! Ben ruhumu ölmeden evvel Sana mutlaka ulaştırmayı diliyorum. Ne olur dileğimi kabul et. Ruhumu Sana ulaştırmamı nasip kıl.” Bunu kalbinizdeki bir taleple söyleyeceksiniz. Sadece diliniz söylerse o, Allah’a bir şey ifade etmez. Çünkü Allahû Tealâ dilinize değil kalbinize bakar. Diliniz sadece kalpteki dileği hem ikrar eder hem de tasdik eder. İşte kalbinizin bir manevî talebi, ruhunuzu Allah’a ulaştırmak konusunda Allahû Tealâ’dan bir talepte bulunmak sizi mutlak olarak Allah’ın cennetine ehil kılar. Ne zaman sevgili kardeşlerim! Allah’a ulaşmayı dilerseniz, o zaman Allah sizin bütün günahlarınızı örter. Bir insanın Allah’ın cennetine girebilmesi o kişinin sevaplarının günahlarından fazla olmasına bağlı. Kimin günahları sevaplarından fazlaysa o kişinin gideceği yer cehennemdir, kimin de sevapları günahlarından fazlaysa o kişinin gideceği yer Allah’ın cennetidir.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bir insan düşünelim. Çok sevaplar işlemiş. 80 yaşında ölmüş bu kişi, 15 yaşında sorumluluğunu idrak etmiş ve İslâm’ın 5 şartını yerine getirmeye başlamış. Namaz kılmış, oruç tutmuş, zekât vermiş, hacca gitmiş, kelime-i şahadet getirmiş. İslâm’ın 5 şartını ömrü boyunca gerçekleştirmiş 65 yıl ve gideceği yerin mutlak olarak cennet olduğunu zannediyor; hatta bundan emin.  “Acaba Allahû Tealâ bu durumda beni 5. kat cennete mi alır, 6. kat cennete mi alır?” diye düşünüyor kişi. Bu kişi bunca ibadet yapmış olmakla birlikte Allah’a ulaşmayı dilememiş. Bu dağ gibi ibadetler mi Allahû Tealâ için kıymetlidir; yoksa o bir tek dilek mi? Bir tek dilek kıymetlidir sevgili kardeşlerim. Onun için hepinizi mutlak kurtuluşa davet ediyoruz. Allah’a ulaşmayı dileyin; cennetin kapıları sizin için de açılsın. Allah’a ulaşmayı diledikten 8 - 10 saniye sonra bu konu tamamlanmıştır. Ama bir insan düşünün hep hayırlar işlemiş çok sevap kazanmış. Ve Allah’ın ölçülerine göre bir insanın sevapları günahlarından fazlaysa o kişinin gideceği yer Allah’ın cennetidir, öyle mi? Aynen öyle. Mu’minûn Suresinin 102 ve 103. âyetlerinde Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

Mu’minûn 102:

23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).

O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.


“Kıyâmet günü mizanlar kurulur. Kimin sevap tartıları ağır basarsa onların gideceği yer, onlar felâha erenlerdir. Yani onların gideceği yer cennettir.” diyor Allahû Tealâ. Felâha ermek Allah’ın cennetine kavuşmak anlamına geliyor.

Bir sonraki âyet-i kerime Mu’minûn 103:

23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).

Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.


Allahû Tealâ buyuruyor: “Kimin de sevap tartıları hafif gelirse onların gideceği yer cehennemdir. Onlar hüsranda olanlardır ebediyyen cehennemde kalacaklardır.”
 
Öyleyse sadece iki tane alternatif var: Ya cennete gitmek ya da cehenneme gitmek. Sevap tartılarının ağır gelmesi, sevapların günahlardan fazla olması halinde kişi cennete girecek. Sevapların günahlardan az olması halinde kişi cehenneme girecek. Şimdi buna dayalı olarak, bakıyoruz adam hayatı boyunca İslâm’ın 5 şartını yerine getirmiş, hep derecat kazanmış. Onun dışında da diyelim bu adam çok zengin bir insan, bir sürü de hayır işlemiş. Camiler yaptırmış, şadırvanlar yaptırmış vs. Diyelim ki bu kişinin sevapları günahlarından fazla; öyleyse şeksiz, şüphesiz bu kişinin gideceği yer, Allah’ın cenneti olması lâzım. Allah’a ulaşmayı dilemese de cennete gitmesi lâzım. Hayır sevgili kardeşlerim, gidemiyor. Allahû Tealâ Zumer Suresi 65. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

39/ZUMER-65: Ve lekad ûhıye ileyke ve ilâllezîne min kablike, le in eşrakte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).

Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere: “Gerçekten eğer sen şirk koşarsan (Allah’a ulaşmayı dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun.” diye vahyolundu.


“Allah’a ulaşmayı dilemeyenler hüsrandadırlar, kimler hüsrandaysa onların amelleri heba olur, boşa gider.”

Kehf Suresinin 105.  âyet-i kerimesinde de Allahû Tealâ: “Kimler Allah’a mülâki olmayı, ruhu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı inkâr ederse, onların ameller boşa gider.” diyor.

18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).

İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.


Öyleyse amellerin boşa gitmesi diye bir olay var. Hüsranda olanlar kimlerdir diye bakıyoruz. Allahû Tealâ bu konuda da açıklık getirmiş konuya. Yûnus Suresinin 45. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yeteârafûne beynehum, kad hasirallezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).

Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).


“Kim Allah’a mülâki olmayı inkâr ederse onlar hüsrandadırlar ve hidayette değillerdir.” diyor.

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Konumuzun ilginç yönü şurası ki; o kişi çok derecat kazanmış. Kazandığı dereceler kaybettiği derecelerden fazla, cennete gitmesi lâzım. Ama Allah’a ulaşmayı dilememiş. Ne yazık ki dilememişse amelleri boşa gidiyor kişinin ve gideceği yer cennet olmuyor, cehennem oluyor. Öbür taraftan bir insan Allah’a mülâki olmayı dilemişse, Allahû Tealâ onun günahlarını örtüyor. Birbirinin tamamen tersi iki tane olay. Allahû Tealâ bu konuda şunları söylüyor, Enfâl Suresi 29. âyet-i kerime:

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).

Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.


“Ey âmenû olanlar (yani Allah’a inanalar)! Takva sahibi olun. Yani Allah’a ulaşmayı dileyin ki, Allah size furkanlar versin ve sizin günahlarınızı örtsün. Sonra da size mağfiret etsin yani günahlarınızı sevaba çevirsin.”

Öyleyse birbirinin tersi iki tane olay var. İşte bu size Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hadîsini hatırlatmalı. Hadîs-i şerifte diyor ki: “İnsanlar vardır cennetlik amel işlemişlerdir ama cehenneme gideceklerdir. İnsanlar vardır cehennemlik amel işlemişlerdir ama cennete gideceklerdir.” İşte bir adam da düşünün günahları çok, gideceği yer mutlaka cehennem ama Allah’a ulaşmayı diliyor. Dileyince Allah onun bütün günahlarını Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesi gereğince örtüyor. Ne oluyor? Bu kişi günahları sevaplarından çok bir insanken sevapları günahlarından çok bir hüviyet kazanıyor. Gideceği yer de tabiatıyla Allah’ın cenneti oluyor.
 
Ey sevgili kardeşlerim! Öyleyse Allahû Tealâ’nın Kur’ân-ı Kerim’ini iyi öğrenin! Kur’ân’la insanların çalıştırdığı mantık birbirine eşitlik göstermez. Bu Allah’ın dizaynı. Öyleyse kanunları muhtelif. Bir tanesi günahların sevaplardan fazla veya eksik olması hali. İkincisi Allah’a ulaşmayı dilemek. Kur’ân-ı Kerim’de Allah’a ulaşmayı dilemek konusu mevcut olmasaydı, o kişinin sevapları günahlarından fazla olacağı için gideceği yer, Allah’ın cenneti olacaktı. Ama gidemiyor; Allah’a ulaşmayı dilememiş. Diğeri için de mutlaka cehennem olacaktı, günahları sevaplarından çok fazla. Ama Allah’a ulaşmayı dilemiş adam, gideceği yer cennet.

Öyleyse şimdi konumuzun başına dönelim. Neyi kıyaslıyorduk? Bir adam diyorduk, 80 sene yaşamış; 65 yıl İslâm’ın 5 şartını yerine getirmiş. Ama Allah’a ulaşmayı dilememiş, ruhunu Allah’a ölmeden evvel ulaştırmayı dilememiş. Bu kişi tabii bu kadar sevap kazandığına göre gideceği yer cennet olmalı diye düşünür herkes. Ama bu kişinin gideceği yer cehennemdir. Cennetlik amel işlemiştir ama gideceği yer cehennemdir.

Diğerine gelelim, hiç ibadeti yok, üstelik de bir sürü günahı var. Ama Allah’a ulaşmayı dilemiş bu kişi kalbiyle. Allah bu talebi görmüş, işitmiş, bilmiş ve bu kişinin derhal günahlarını örttürmüş. Kiramen kâtibîn melekleri Allah’ın resûlleridir. Bu resûller bir sürücü, bir şahit olmak üzere daima iki tanedir ve o kişi Allah’a ulaşmayı dileyene kadar kişinin kazandıkları dereceleri örterler. Dilememişse ölünceye kadar beklenir. O kişi Allah’a ulaşmayı dilememişse, onun amelleri örtülü kalır, gideceği yer cehennemdir. Ama bu kişi Allah’a ulaşmayı dilerse o zaman gideceği yer mutlakla Allah’ın cennetidir. Çünkü günahlarını Allahû Tealâ örtecektir.

Öyleyse Kur’ân-ı Kerim’de günahların örtülmesi diye bir olay var veya sevapların heba olması diye bir olay var. Kazanılan derecelerin heba olması; boşa gitmesi diye bir olay var. Kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesine veya dilememesine bağlı.
 
Sevgili kardeşlerim! Bütün bunlar size bir şey söylemiyor mu? Yoksa hâlâ Allah’a ulaşmayı dilemeyecek misiniz? Ne olur? Kalbinizden bir dilekle Allah’a diyeceksiniz ki: “Yarabbi! Ben Sana ulaşmayı diliyorum.” Ondan sonra mı? Ondan sonra size ait bir şey yok. Geri kalanı hep Allah yapacak.  Ne yapacak? Allah, Allah’a ulaşmayı dilediğiniz an bütün günahlarınızı örtecek, bu noktada siz sevapları günahlarından fazla olan birisiniz. Ondan sonra Allahû Tealâ sizi mürşidinize ulaştıracak. Siz ulaşmayacaksınız, mürşid sevgisini size Allah verecek, mürşidinizi siz sevmeyeceksiniz, Allah sevdirecek size ve Allah size mürşidinizi gösterecek, ulaşmanızı da temin edecek. Yeter mi? Yetmez. Ondan sonra nefs tezkiyesine başlayacaksınız. Zikri seveceksiniz, namazı seveceksiniz, orucu seveceksiniz ve bunların birdenbire hoşunuza gittiğinizi göreceksiniz. Oruç tutmak sizin için bir işkenceyken birdenbire onun bir zevk haline geldiğini, oruç tutmaktan büyük zevk aldığınızı, çünkü açlık duymadığınızı hissedeceksiniz.

Sevgili kardeşlerim! Allah’ın sözü var: “Kim Bana ulaşmayı dilerse Ben onu Kendime ulaştırırım.” Allah’a ulaşmayı dilemiş kişi, Allah görmüş, işitmiş ve bilmiş. Kalbindeki talebi görmüş. O kişiyi mutlaka cennetine ulaştıracak. İyi ama bu adam zikri sevmiyor. Zikir yapmazsa nefs tezkiyesini oluşturamaz. Nefs tezkiyesi yoksa o kişi 7 kademede 7 tane gök katını ruhuna aşırtamaz. Nefsinizin kalbinde %7 fazl birikimi olmadıkça ruhunuz, zemin kattan 1. kata ulaşamaz. Nefsinizin kalbinde 2. defa %7 nur birikimi olmazsa ruhunuz, 2. gök katına ulaşamaz. 3., 4., 5., 6., 7. defa %7 fazl birikimi olmadıkça, fazl adı verilen nurlar nefsinizin kalbinde bu standartlarda gelip yerleşmedikçe, ruhunuz 3., 4., 5., 6., 7. gök katlarına ulaşamaz. 7 tane âlemi geçemez 7. katta, Allah’ın Zat’ına ulaşamaz.
 
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ’nın dizaynına baktığımız zaman, O’na hayran olmamak mümkün değil. İnsanları inanılmaz derecede kolay bir sebeple mükâfatlandırmaya karar vermiş. En çok insanı seviyor kâinatta. “Bu Benim insan kulum. Ben onu insan olarak yarattığım ve ona ruhumdan üfürdüğüm için onu mükâfatlandıracağım. Bir tek talebi, ruhunu ölmeden evvel Bana ulaştırmayı dilemesi yeter. O ruhunu Bana ulaşmayı dilediği takdirde, Ben onun ruhunu Kendime ulaştıracağım ve sanki o ulaşmış gibi onu mükâfatlandıracağım.” diyor.
 
Evvelâ kişi Allah’a ulaşmayı diliyor. Dilediği an 1. cennetin sahibidir. Çünkü sevapları günahlarını mutlaka aşmıştır. Bu kişi bundan sonra ölse gideceği yer mutlaka Allah’ın cennetidir. 1. kat cennet onundur. Sonraki işlemlere bakıyoruz. Allahû Tealâ o kişiye furkanlar verip günahlarını örtüyor. O kişi kör, sağır ve dilsizken, onu gören, işiten ve idrak eden birisi haline getiriyor. Onun kalbine ulaşıyor. Kalbinin nur kapısını Allah’a çeviriyor. Göğsünü yarıyor ve Allah’a teslim olmak için yarıyor ve göğsünden kalbine bir nur yolu açıyor. Kişi zikir yaptığı zaman, Allah’tan gelen salâvâtla rahmet, salâvâtla fazl nurları o kişinin göğsüne geliyor, göğsünden içeriye giriyor. Bu noktada rahmet ve fazl giriyor kişinin göğsüne ve ikisi de kalbe ulaşıyor ama kalbin içersine fazıllar giremiyor. Sadece rahmet nuru giriyor ve kişi huşû sahibi oluyor. Neye yarar? Şuna yarar: Kim huşû sahibi olursa Allah’tan sorduğu takdirde mürşidini, Allah ona mutlaka mürşidini gösterir.
 
İşte kişi huşû sahibi olmuş Allah’tan soruyor: “Yarabbi! Bana mürşidimi göster” diye talepte bulunuyor ve Allahû Tealâ mutlaka ona mürşidini gösteriyor. Bu kişi zikri sevmiyorsa, mürşidine ulaşması da bir şey yapmaz. Nefs tezkiyesini gerçekleştiremez, çünkü zikir yapmazsa nefsinin kalbine Allah’ın katından rahmetle fazl isimli nurlar giremez. Giremezse nefs tezkiye olmaz. O zaman Allahû Tealâ sözünü tutamaz. Ama tutmaması da mümkün değil. Öyleyse ne yapacak? Kişiyi zikri seven bir kalp yapısına ulaştıracak. O kişi zikirden birden bire hoşlanmaya başlayacak. Allahû Tealâ da zikir yaptığı zaman o kişiye büyük bir ferahlık verecek. Zikri hiç mi hiç sevmeyen bu kişi, zikri sever olacak.
 
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’ın indinde o kadar büyük güzellikler var ki hepsi sizler için. Bir küçücük emeğiniz, küçücük bir dileğiniz sizin 3. kata kadar çıkmanıza sebebiyet veriyor. Mürşidimize tâbî olduğumuz zaman 2. kat cennetin sahibiyiz. Sonra nefs tezkiyesine başladığımızda nefsimizin kalbindeki nurlar; fazıllar %7, %7, %7 arttıkça ruhumuz 1., 2., 3., 4., 5., 6., 7. gök katlarına ulaşır ve 7 tane âlem geçerek ruhumuz 7. âlemin sonunda Sidretül Münteha’dan yukarıya doğru dikey bir yolculuk yapar, Allah’ın Zat’ına ulaşır ve Allah’ın Zat’ında yok olur. İşte bu fenâfillah olmaktır. Allah’ın Zat’ında fâni olmaktır, yok olmaktır. Allah o kişinin ruhuna meab olur, sığınak olur sevgili kardeşlerim. Allah’ın Zat’ı Allah’ın katındaki en güzel sığınaktır. Böyle söylüyor Allahû Tealâ.

3/ÂLİ İMRÂN-14: Zuyyine lin nâsi hubbuş şehevâti minen nisâi vel benîne vel kanâtîril mukantarati minez zehebi vel fıddati vel haylil musevvemeti vel en’âmi vel hars(harsi), zâlike metâul hayâtid dunyâ, vallâhu indehu HUSNUL MEÂB(meâbi).

İnsanlara, "kadınlara, oğullara, kantar kantar biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, hayvanlara ve ekinlere olan sevgiden oluşan" şehvetleri (aşırı düşkünlükleri) güzel gösterildi. Bunlar, dünya hayatının menfaatleridir. Ve Allah, O'nun katındaki en güzel sığınaktır.


Öyleyse sevgili kardeşlerim, görüyor musunuz? Bütün mutluluklar sizin. Her açıdan Allah sizinle birlikte. Mutlulukların hepsi sizi bekliyor. Her şey öylesine güzel dizayn edilmiş ki yolda sadece mutluluklar var. Öyleyse 21. basamakta Allah’ın Zat’ına ulaşan ruh, Allah’ın Zat’ında yok olur, yani fâni olur. Böylece kişi fenâfillah makamının sahibi olur. Ruhu Allah’a ulaşmış Allah’ın Zat’ında yok olmuş, bir ermiş evliya olur. Allahû Tealâ mutlak olarak garanti ediyor bunu. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, o kişinin 5-6 aylık bir ömrü varsa o kişinin ruhunu Allah mutlaka Kendisine ulaştırır. Namazı, orucu, zikri sevmeyen kişi Allahû Tealâ tarafından namazı da orucu da zikri de sevmeye başlar. Hepsi bu kişi için doyulmaz zevkler oluşturur.

Bir kişi düşünün sevgili kardeşlerim; oruç tutuyor. Eskiden oruç tuttuğu zaman, çocukları babalarından Allah’a şikâyet ediyorlar: “Yarabbi! Ramazan gelmese de babamız oruç tutmasa ve bizi dövmese.” Babası çocukların sinirli, asabi, Allah’ın yolunda değil; ama diyorlar ki: “Oruç tutmazsan gideceğin yer cehennem ha kendini topla, orucunu tut.” Zorla tutuyor orucunu. Ama öfkesi burnunda, çocuklardan birisi en ufak bir şey söylediği zaman çocukları pataklıyor.

Sevgili kardeşlerim ama bu kişi Allah’a ulaşmayı dilemiş olsaydı, gene orucu sevmediğini kabul edelim. Allahû Tealâ ona mutlaka orucu sevdirecekti, hem de zevk haline getirecekti. O kişi oruç tuttuğu zaman birden bire karnının artık acıkmadığını hissedecek: “Allah Allah” diyecek, “Ben eskiden de oruç tutardım, fena halde acıkırdım. Sigara tiryakiliğim de vardı, sigara içememekten dolayı da fena halde sinirli olurdum, etrafımdaki herkesi sopadan kırar geçirirdim. Ama şimdi ben Allah’a ulaşmayı diledim ve bu babta Allah’a ulaşmayı dileyen ben oruç tuttuğum zaman açlık hissetmiyorum.”  Kişi o güne kadar namazdan zevk almazken namazdan zevk elmaya başlıyor. Zikirse ona en büyük zevki veriyor. Zikir yapmak, namaz kılmak, oruç tutmak kişi için Allahû Tealâ tarafından zevk haline getiriliyor. Neden? Çünkü o kişi Allah’a tevekkül etti.
 
Allah’a ulaşmayı ruhunu ölmeden evvel ulaştırmayı dileyen herkes Allah’a tevekkül etmiş, yani Allah’ı kendisine vekil tayin etmiştir. “Yarabbi! Ben Sana ulaşmayı diliyorum. Sen benim vekilimsin. Beni Kendine ulaştır. Vekilimsin çünkü bana verilmiş olan sözün var; ‘Kim Bana ulaşmayı dilerse Ben onu mutlaka Kendime ulaştırırım.’ diyorsun. Ben de Seni vekil tayin ettim. Ben bana düşeni yaptım. Sana ulaşmayı diledim. Yüce Allah’ım! Beni Kendine ulaştırmanı diliyorum.”
 
Allahû Tealâ bu kişiyi mutlaka Kendisine ulaştıracaktır. Handikaplar ne olursa olsun.  Kişinin namazı sevmemesi, orucu sevmemesi, zikri sevmemesi Allah’a ulaşmayı dilemesi karşısında hiçbir önem taşımaz. O kişinin bütün eksiklikleri Allahû Tealâ tarafından giderilir. Bu kişinin ruhu mutlaka Allah’a ulaşır. Üstelik de çok kısa bir zamanda. 5-6 aylık bir zaman parçası bu işin tahakkuku için yeterli.
 
İşte sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ sizleri, kullarını, insanları o kadar çok seviyor ki! O’na kul olduğunuz takdirde kullarını çok sever. Ama hiç kimse başlangıçta Allah’ın kulu değildir. Başlangıçta herkes şeytanın kuludur. Başlangıçta herkes dalâlettedir. O, şeytanın kullarını Allah’ın kulu haline getiren şey, o kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesidir. İnsanlardan her kim Allah’a ulaşmayı gerçek anlamda kalbinden dilerse, Allah hep o kişinin kalbine baktığı için onu görür, işitir ve bilir ve gördüğü anda da derhal o kişinin üzerine Rahmân esmasıyla tecelli eder. Bu tecelli o kişinin görmeyen gözlerini açar, görme hassasını açar, işitmeyen kulaklarını açar, işitme hassasını da açar, kalbindeki ekinneti alır Allahû Tealâ, kalbin nur kapısını Allah’a çevirir.

Her şey çok güzel bir şekilde cereyan eder sevgili kardeşlerim. Bunun arkasında sadece bir tek dilek yatar. O kişi Allah’a ulaşmayı dilemiştir. Öyleyse bu dilek vardır. Dilek tahakkuk etmiştir. Kişi, kalbinden bir dileği Allah’a ulaştırmıştır; “Ben Sana ulaşmayı diliyorum” diye kalbinden bir dileği Allah’a ulaştırmıştır. Allahû Tealâ mutlaka o kişiyi Kendisine ulaştırır. Kimi Kendisine ulaştırırsa burası, 3. kat cennetin sahibi kılındığı yerdir, o kişinin. 3. kat cennette ise, o kişinin dünya saadetinin yarısı da garanti edilmiştir. Yani 21. basamak; kişinin ruhunu Allah’a ulaştırdığı ve 22. basamak; Allah’ın Zat’ında ruhun yok olduğu noktada, o kişi nefsinin kalbinin çoğu Allah’ın nurlarıyla kaplandığı bir noktayı ifade eder.
 
Başlangıçta herkesin nefsinin kalbi %100 afetlerle doludur, kapkaranlıktır. Hasletlerle dolu olan ruhun kalbi ile afetlerle dolu olan nefsin kalbi birisi geceyi, birisi gündüzü temsil eder. Her şey öylesine güzel ki sevgili kardeşlerim. İnsanoğlu Allah’ın emrini yerine getirince; yani Allah’a ulaşmayı dilerse Allah mutlaka onu Kendisine ulaştırır. “Yarabbi! Ben Sana ulaşmayı diliyorum.” Böyle dediğiniz zaman bu bir şey ifade etmez. Dilinizin söylediği bu söz Allah için bir önem taşımaz. Mutlaka kalbinizden bir dileği Allah’a ulaştıracaksınız, kalbiniz isteyecek. Hani “canı gönülden istemek” derler ya Türkçemizde. Canı gönülden istemek! İşte böyle canı gönülden Allahû Tealâ’dan isteyeceksiniz. Allah’a ruhunuzu ulaştırmak istediğinizi canı gönülden isteyeceksiniz. Dilinizse sadece talebinizi ikrar edecek, açıklığa kavuşturacak ve aynı zamanda dilinizle tasdik edeceksiniz. Talebiniz kalpten bir talep olacak. Ancak o zaman siz Allah’a ulaşmayı dileyen birisi olursunuz sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bu ise Allah’ın temel emrini gerçekleştirmek, yani Allah’a kul olmak demektir. İşte kurtuluş noktanız, Allah’a kul olduğunuz nokta.
 
Öyleyse Allahû Tealâ ne diyor? “Biz bütün insanları ve bütün cinleri başka bir şey için değil Bize kul olsunlar diye yarattık.” diyor. Allah’a kul olmak. İşte dîn âlimleri de Allahû Tealâ’nın buradaki “Li ya'budûn”  ifadesini…

“Li; için, ya’budûn; kul olmak” anlamındadır. Allahû Tealâ: “Bana kul olmaları için yarattım.” diyor.

Öyleyse kişinin kulluğu nereye kadar gidiyor? Allah’a ulaşmayı dilediği noktadan 3. kulluğa kadar. Ruhunu Allah’a ulaştırıp Allah’ın Zat’ında yok ettiği noktaya kadar gidiyor. 3. kulluk 3. kat cenneti ifade eder.
 
Kişinin nefsinin kalbinde her katta %7 fazl birikimiyle %49 fazl birikimi gerçekleşmiştir. Başlangıçta da kalbe %2 rahmet girmiştir. Nefsin kalbindeki nurlar %50’yi aşmıştır, %51’e ulaşmıştır. Yani o kişinin nefsinin kalbinin artık yarıdan fazlası nurdur, yarıdan azı karanlıktır. Şeytanın hâkimiyeti ise sadece karanlıklar, bir başka ifadeyle nefsinizdeki afetler üzerinedir. Nefsinizin kalbi başlangıçta  %100 afetlerle dolu olduğu için, sizler farkına bile varmadan hep şeytanın dediklerini kendi düşünceleriniz zannederek yerine getirmişsinizdir. Bu büyük tehlikeden sadece Allah’a ulaşmayı dilediğiniz takdirde kurtulabilirsiniz. Dilediğiniz an Allahû Tealâ şeytanla aranıza bir zırh, bir perde çeker ki şeytan ve avanesi size hiçbir kötülüğü yapamaz, sizi asla Allah’ın yolundan caydıramaz.
 
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah ile olan ilişkilerinizde Allah’a ulaşmayı dilemek son derece önemli bir merhaledir. Artık anladınız herhalde sevgili kardeşlerim, yüzlerce defa tekrar ettiğimiz bu tekerlemeyi; Allah’a ulaşmayı dileyin ki felâha eresiniz. Artık ezberlediniz herhalde. Öyleyse bu söylediklerimizi anladıysanız benim size söyleyeceğim bir şey olabilir. “Her şey çok mu güzel yoksa bize mi öyle geliyor?”
 
Sevgili kardeşlerim! Her şey gerçekten Allahû Tealâ tarafından en güzel şekilde dizayn edilmiş. Öylesine güzel ki bu güzelliğe sadece hayran olursunuz. İşte kişi önce Allah’tan hoşlanır, sonra Allah’ı sever, sonra Allah’a âşık olur, sonra da hayran olur. Sevgili kardeşlerim! Allah da onu mutlaka Allah’a ulaşmayı dilediği an daha, mutlaka yola çıkartır. O kişinin ruhunu mutlaka Kendisine ulaştırır, eğer o kişiye 5-6 aylık bir ömür vermişse. Ama o kişinin cehennemden kurtulması an meselesidir. Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren o kişinin günahları örtüleceği için, sevapları günahlarından daha fazla olan bir kişidir. Mutlaka Allah’ın cennetine girecektir. Ne yapmıştır? Hiçbir şey yapmamıştır. Ama gireceği yer mutlak olarak cennettir.
 
Öyleyse sevgili kardeşlerim, bu cenneti kazandıktan sonra bütün gayretinizle onu elden kaçırmamaya çalışmanız lâzım. Çünkü ruhunuz Allah’ın Zat’ında yok olduktan sonra, Allahû Tealâ şeytanla aranızdaki koruyucu kalkanı, perdeyi kaldırır. Kaldırınca insan ve cin şeytanların devamlı telkinine maruz kalırsınız. Hepsi sizi o ulaştığınız Allah’ın katından düşürmeye çalışır. Başarabilirler mi? Az kişiyi de olsa Allah’ın yolundan saptırmaları mümkündür. Bu, tagutun insanların kalbindeki nurlardan, onları karanlığa döndürmesidir. Allahû Tealâ Bakara Suresinin 257. âyet-i kerimesinde diyor ki:

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.


“Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tagûtu yuhricûnehum minen nûri ilaz zulumât(zulumâti): Allah âmenû olanların, Allah’a ulaşmayı dileyenlerin dostudur. Allah onları zulmetten nura çıkarır.”

Yani onların kalpleri başlangıçta %100 kapkaranlıkken; %100’ü kapkaranlıkken onları en az %51 nura ulaştırır. Aydınlıklar (nurlar) karanlıkları aşar. Bu, zulmetten nura çıkarmaktır. Ama koruyucu kalkan kalktıktan sonra şeytan ve avanesi, o kişiye tekrar saldıracaklardır. Onu kandırmaya çalışacaklardır. Çok akıllı ve çok zeki olan bu korkunç mahlûk, bütün insanları yoldan çıkarmak için, elinden gelen bütün gayreti harcayacaktır. İnsanların belki küçük bir kısmı ama vuslattan sonra başlangıç noktasına geri dönen çok insan vardır. Bu çok dediğim, bize göre çok. Yoksa insanların toplamına göre belki %1, belki %2.
 
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Öyleyse bir Allah dostu size diyor ki: “Allah’a ulaşmayı dileyin ki felâh bulasınız. Allah sizi Kendisine ulaştırsın, 3. kat cennetin sahibi kılsın, dünya saadetinin de yarısını size bağışlasın.” Peygamber Efendimiz (S.A.V) ne diyor? Diyor ki: “Kim Allah’a mülâki olmayı dilerse, Allah da onu Kendisine ulaştırmayı diler. Kim Allah’a mülâki olmayı kerih görürse, Allah da o kişiyi kerih görür. O kişinin Kendisine ulaşmasını istemez.”
 
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah için olun! Allah’ı sevin! Allah’a ulaşmayı dileyin ki Allah size furkanlar versin, günahlarınızı örtsün ve sizi 3. kat cennetine ulaştırsın, dünya saadetinin de yarısını size teslim etsin. Öyleyse Allahû Tealâ sizi bu kadar çok seviyorsa, siz neden size düşeni yapmıyorsunuz sevgili kardeşlerim, sevgili izleyenler, dinleyenler? Allahû Tealâ’ya bir şeyler borçlu değil misiniz? Dünyada yaşıyorsanız eğer, bunun bir bedeli olmalı. Bu kadar kolay bir sebeple Allah’ın cennetine ulaşabilmek; Allah’ın çok büyük bir hediyesi, mükâfatı, ihsanı, ni’meti değil mi sevgili kardeşlerim? Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını dileyerek konumuzu inşaallah burada tamamlıyoruz. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali M İ H R