TARİHİ: 25.07.2005
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha birlikteyiz, bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetindeyiz, bir mutluluk sohbeti sevgili kardeşlerim!
Hepiniz çok iyi biliyorsunuz ki; Allahû Tealâ insanları mutlu olsunlar diye yaratmış. Arkasında bu var. Çünkü diyor ki:
51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.
“Biz, insanları ve cinleri başka bir şey için değil; Bize kul olsunlar diye, sadece Bize kul olsunlar diye yarattık.” diyor Allahu Teala.
E şimdi birisi çıkıp bana diyebilir ki: “Anladık da kul olmakla mutluluk kel alâka, ne ilgisi var ki?” İlgisi %100 sevgili kardeşlerim! Böyle diyenlere cevabımız; ilgisi yüz üzerinden yüz. Çünkü Allah’a kul olma müessesesi, Allah’a ulaşmayı dilemekle başlar. Eğer Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi dalâlette ise, eğer Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi küfürdeyse, eğer Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi şirkte ise, eğer Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin gideceği yer cehennemse, gideceği yer cehennem sevgili kardeşlerim, eğer Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi şeytanın kulu ise, eğer Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi Allah’ın âyetlerinden gâfil ise ve Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin bütün amelleri boşa gidiyorsa, bu muhtevada bu kişi mutluluğu hiçbir şekilde yaşayamaz. Mutsuz bir dünya insanı var karşımızda ve de bu dünyada sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, mutsuzluk bütün boyutlarıyla devrede.
Bir defa Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin gideceği yer cehennem diyoruz. O zaman ne oldu? Demek ki Allah’a ulaşmayı dilemek öyle bir kavram ki cehennem mutsuzluğunu bir anda yok ediyor. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişi dilediği andan itibaren cenneti hak etmiştir. Bir kişi Allah’a ulaşmayı dilese bir saat sonra ölse ama hiç ibadet etmemiş olsa ne olur? Ne olur? Gideceği yer cennet olur. Öbür taraftan da bir başka insan 80 sene yaşasa, 15 yaşında kendisine sorumluluk vacip olduğunu idrak etmişse, İslâm’ın 5 şartını tam 65 yıl gerçekleştirmişse, bu kişinin gideceği yer cennet değildir sevgili kardeşlerim! Bu kişinin gideceği yer cehennemdir. Eğer bu kişi Allah’a ulaşmayı dilememişse. Öyleyse bir Allah’a ulaşmayı dilemek fonksiyonu, Allah’ın Allah’a ulaşmayı dileme emrine itaat; Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin 65 yıllık ibadetinden daha yüksek değer kazanıyor. Neden? Çünkü Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin amelleri boşa gider.
Allah’a ulaşmayı dilediğimiz nokta ise Allah’ın mutlak olarak kulu olduğumuz, şeytanın kulu olmaktan kurtulduğumuz noktadır. Öyleyse Allahû Tealâ bize Allah’a ulaşmayı dilemeyi emretmişse, üzerimize defaatle farz kılmışsa. Kılmış mı? İşte Allahû Tealâ açıkça söylüyor:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
munîbîne ileyhi vettekûhu: Allah’a yönel; Allah’a ulaşmayı dile ve O’na karşı takva sahibi ol.
31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.
“vettebi sebila men enabi ileyye.” Allahû Tealâ: “O Bana yönelenlerin sebîline; yoluna tâbî ol öyleyse.” diyor.
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
“ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu.” diyor Zumer-54: “Allah’a (Rabbine) yönel ve O’na teslim ol, üzerine azap gelmeden önce.” Yani şu dünya hayatını yaşarken üzerimize farz olan bir vetireden bahsediyoruz ve bu vetirenin yerine getirilmesi veya getirilmemesi olayını tezekkür ediyoruz.
Sevgili kardeşlerim! Ya Allah’a ulaşmayı dileriz ya da dilemeyiz. Ama bir tek dileğin İslâm muhtevasında ne kadar derin bir yere sahip olduğunu, ne kadar büyük bir coğrafyayı ifade ettiğini söylemek istiyoruz. “Allah’a ulaşmayı dileyin ve arzı yerlerle gökler kadar olan cennetlere koşuşun.” diyor Allahû Tealâ. Arzı yerlerle gökler kadar olan cennetler...
3/ÂLİ İMRÂN-133: Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâs semâvâtu vel ardu, uiddet lil muttekîn(muttekîne).
Ve Rabbiniz'den olan mağfirete ve genişliği yerler ve gökler kadar olan, muttekîler için hazırlanmış olan cennete koşun!
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Sadece bir dilek. Bu dilek sizi cehennemden mutlak olarak kurtarır. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi gerçekten mutlaka cehenneme mi gider? Hiç şüpheniz olmasın sevgili kardeşlerim! Allah’a ruhunu ölmeden ulaştırmayı dilemeyen bir insan hidayette değildir, dalâlettedir. İşte bu insanın gideceği yer mutlak olarak cehennemdir.
Ne diyor Allahû Tealâ Ra’d Suresinin 27. âyet-i kerimesinde?
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
Diyor ki: “Allah dalâlette olanları bırakır. Yani dalâlette bırakır ama o dalâlette olanlardan kim Allah’a ulaşmayı dilerse onları Kendisine ulaştırır, yani hidayete erdirir.”
Öyleyse dikkat edin bir başlangıç noktası var. Her şeyin, her aksiyonun, her fiilin, her hareketin bir başlangıç noktası vardır. Allah’a ulaşma davetine icabetinde başlangıç noktası Allah’a ulaşmayı dilemektir. Dileyen kişi Kur’ân-ı Kerim’e göre şeytana kul olmaktan kurtulur ve Allah’a kul olur.
İşte Allahû Tealâ’nın “Allah bütün insanları; Biz insanları başka bir şey için değil, Bize kul olsunlar diye yarattık.” hüviyeti (Zâriyat-56), bu hakikati göz önünde söylüyor.
51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.
Bir insan, Allah’a ulaşmayı dilerse, gerçekten şeytana kul olmaktan kurtulur; Allah’a mı kul olur? Hadi gelin bakalım. Furkan yani doğruyu yanlıştan ayıran temel ayıraç Kur’ân’dır. O’na bakıyoruz; Kur’ân’a bakıyoruz. Kur’ân’la incelemek matematikteki sağlamayı, yaptığımız işlemin doğru veya yanlış olduğunu Kur’ân’la karşılaştırarak anlamak mecburiyetindeyiz sevgili kardeşlerim! Öyleyse gelin hadi Kur’ân-ı Kerim’den bir âyete gidelim beraberce. Hangi âyet? Zumer Suresi. Sure adı Zumer. Zumer Suresi tamam, âyetlerden hangisi? Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesi. Diyor ki Allahû Tealâ:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
E ne diyor Allahû Tealâ? “Onlar, insan ve cin şeytanlara (taguta yani bir başka ifadeyle şeytanlara) kul olmaktan içtinab ettiler. İçtinab etmek; bir şeyden kaçınmak, kendini ondan kurtarmak. Kaçındılar, kendilerini kurtardılar ve Allah'a ulaşmayı dilediler. Allah’a ulaşmayı dileyerek şeytana kul olmaktan kaçındılar, kendilerini kurtardılar. Onlara müjdeler vardır; kullarımı müjdele.” diyor Allahû Tealâ.
Sahâbeye ithaf ederek, edilerek bu âyet-i kerime indirilmiş, Zumer 17. Bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemişler, şeytana kul olmaktan kurtulmuşlar; Allah’a kul olmuşlar. İşte Allah’a ulaşmayı dilemeyenler şeytana kul olanlar, Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’a kul olanlar. Demek ki Allah’ın kulu olmak, hepimizin temel hedefi bu değil mi sevgili kardeşlerim? Allah’a kul olmak, Allah’ın kulu olmak bir büyük mutluluğu yaşamak Allah ile.
Öyleyse demek ki bir insan Allah’a ulaşmayı dilemediği sürece, o kişinin dünya saadeti de cennet saadeti de oluşamaz, bu mümkün değildir. O kişi mutsuz bir insan olmaya Allah’a ulaşmayı dilemediği sürece kendisini mahkûm etmiştir sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin Allah’ın âyetlerinden gâfil olması söz konusudur. Her negatif faktör o kişinin üzerindedir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin gideceği yer cehennemdir. Öyle mi diyor Allahû Tealâ? Evet, öyle diyor. Diyor ki:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
“Onlar ki Bize ulaşmayı, Bize mülâki olmayı kesin şekilde muhakkak suretle dilemezler. Onlar dünya hayatından razıdırlar, dünya hayatıyla mutmain olurlar. Onların gidecekleri yer kazandıkları dereceler itibariyle ateştir, cehennemdir.” diyor.
Ne demek istiyor acaba kazandıkları dereceler itibariyle? O kişinin kazandığı dereceler ne olursa olsun, Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa, o kişinin bütün amelleri boşa gider. Amelleri boşa giderse, amel defterinde kazandığı bütün dereceler sıfır hükmündedir, kazanılmamış hükmündedir. O zaman günah hanesindeki derecelerle kişi hesaba çekilecek. Amel defterinde sevap tarafı sıfır.
Biliyorsunuz ki bir insan günahları sevaplarından fazla ise gideceği yer cehennemdir, sevapları günahlarından fazla ise gideceği yer cennettir.
23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.
23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
Her söylediğimizin Kur’ân’da bir âyet-i kerimesi var ve hamdolsun ki onları size yüzlerce defa söyledik. Hadi bu mutluluk sohbetini âyetlerin adını vererek, âyetlerin açıklamasını vererek karmaşık bir hale getirmeyelim.
Kalın çizgilerle sizlere hepinizi cehennemden kurtaracak olan formülü vermek istiyoruz. Formülün sahibi Allah’tır. Kur’ân-ı Kerim’i ile indirmiştir formülü. Bu formül bir dilektir. Sadece bir tek dilek. Allah’a ulaşmayı gerçek bir dilekle dileyeceksiniz sevgili kardeşlerim! Bu dilek kalbinizden gelecek, kalbinizdeki bir dilek.
Ha bu arada hepinizi çok seviyoruz. Sevgili kardeşlerim! Biliyoruz ki sizler de bizi çok ama çok seviyorsunuz. Biz de aklımıza gelmişken hemen söyleyelim sizleri hepinizi çok ama çok seviyoruz. Bu Allahû Tealâ’nın bize verdiği bir sevgidir. Kalbimizden silinmesi mümkün değildir. Allah’a ulaşmayı dileyen herkese karşı mutlak sevgi duyarız üst boyutta. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlere de sevgi duyarız ama onlara duyduğumuz sevgi daha alt boyuttadır; acımayla karışıktır. Allah’a ulaşmayı dileyenlere sevgimiz övgüyle karışıktır. Onların mutluluğa ulaştıklarının kesin ilmine sahip olarak onları seviyoruz, cennetlik olanların sevgisi bu. Ama kim Allah’a ulaşmayı dilemezse, onun gideceği yer cehennem olduğu için elbette o kişi bizim dışımızdadır, biz onu gene severiz ama bu sevgi acımayla karışık bir sevgidir. Gidecekleri yer cehennem olduğu için.
Sevgili kardeşlerim! Cennete gitme müessesesi bu kadar kolaysa, sadece bir tek dilekle bir insan cehenneme gitmekten kurtuluyorsa, mutlaka Allah’ın cennetine girecekse ve de Allahû Tealâ 3. kat cennete kadar olan kesimi Allah’a ulaşmayı dileyen bütün insanlara garanti etmişse ve de dünya mutluluğunun da yarısını garanti etmişse o zaman göz var, mizan var sevgili kardeşlerim! Göz var, izan var da deniyor bu ifadeye. Aslında ikisi de doğrudur.
Mizan; doğruyu gösteren kantar; gösterge. İzan da bir insanın akıl sahibi olması, izan sahibi olması; ölçülü bir dizaynın bilincinde olması.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, size biz söylemez miyiz şimdi? “Hadi koşun! Koşun; eni; arzı göklerle yerler kadar olan cennetlere koşun.” (Âli İmrân-133)
Âyet-i kerimede Allahû Tealâ “arz” kelimesini kullanmış. Ama birçok Kur’ân-ı Kerim meali onu Türkçeleştirirken “eni” demiş. Hayır! Arz; yeryüzü, yer küresinin toprağının adıdır. Arz, üzerinde yaşadığımız bu coğrafyadır. Öyleyse “Arzları yerlerle gökler kadar olan.” diyor. Yani 7 tane gök katı Allah’ın 7 tane cennetini ifade eder. Sadece bir tanesi 1. kattadır. Birer birer her katta ayrı bir cennet, 7 tane gök katı, 7 tane cenneti simgeler. 7 tane yer katı 7 tane cehennemi simgeler ve Allahû Tealâ “yerlerin melekûtu” diyor, “yerlerin sırları” diyor. O sırra ehil olana 7 kat cehennemi gösteriyor. “Göklerin melekûtu” diyor, ehil olana bundan sonraki evrede göklerin melekûtunu; gök katlarının sırlarını gösteriyor. İşte sevgili kardeşlerim! Bütün bu sırların Allahû Tealâ tarafından sahibi kılındığımız için bu kadar rahatız.
Sevgili kardeşlerim! Allah’a sonsuz hamd ve şükrediyoruz, Yüce Rabbimiz bizi seçmiş. Dünyadaki en büyük sorumluluğu bizim omuzlarımıza vermiş. Dünyadaki en ağır sorumluluk bugün bu noktada bizim omuzlarımızın üzerinedir. İslâm’ın yeniden dizayn edilmesi, Kur’ân temeline dayalı olarak. Dînde zorlama yoktur esasına dayalı olarak. Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ kesin ve açık bir şekilde Bakara Suresinin 256. âyet-i kerimesinde; “lâ ikrâhe fîd dîni.” diyor. “Dînde zorlama yoktur.” Yani insanla Allah arasındaki ilişkilerde kimse kimseyi zorlamak yetkisinin sahibi değildir. “Dînde zorlama yoktur.” Diyor, “lâ ikrâhe fîd dîni.”
2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lânfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir.
Öyleyse Allah ile olan ilişkilerimizde zorlamanın mevcut olmadığı bir dizaynı yeryüzüne yerleştirmek mecburiyetindeyiz. İslâm âleminin yeniden dünya üzerinde yeşermesi söz konusudur ve İslâm âlemi yeniden yapılanacaktır.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Mutluluk dediğimiz şey; bir uyum halidir. İç dünyamızda bir uyum hali; kesintisiz bir huzur, kesintisiz bir kavgasız devre. Mutsuzluğun temeli kavgadır, kaostur. Orada mutsuzluk vardır sadece. Ama Allah ile ilişkiler söz konusu ise kişi daha Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren, iç dünyasında mutluluğu yaşamaya başlar. İyi ama o kişinin nefsi var, nefsi afetlerle dolu. O kişinin ruhu var, ruhu da hasletlerle dolu. Öyleyse iç dünyasında devamlı kavga var bu kişinin. Kavga varsa mutluluk yoktur. Evet, kişinin durumu gerçekten öyle. Nefsi afetlerle dolu, Allah’ın bütün emirlerine karşı çıkıyor, yasak ettiği her fiili işlemek istiyor. Ruhu ise Allah’ın bütün güzelliklerine yönelik, Allah’ın emrettiklerini mutlaka yapmak istiyor, yasak ettiklerini ise asla yapmak istemiyor. Vücuda kumanda eden ise akıl. Akıl nefsin ve ruhun taleplerini alır ve kararını vererek kişiye yapılması (kendi standartlarıyla yapılması) lâzım geleni emreder. Ama gelin görün ki akıl hangi ortamda şuur kazandıysa, o ortamın şartlarına göre emreder. Yani Allah’ın bütün emirlerinin çiğnendiği, yasak edilen her fiilin meşru olduğu serbest bırakıldığı bir ortamda şekillenen, öyle bir ortamda şuurlanan bir akıl, hep nefsin afetlerine yeşil ışık yakacaktır.
Başlangıçta bütün insanlara şeytanın hükmetmesi hiç zor değildir. Neden? Çünkü şeytan onlara nefslerinin istikametinde taleplerde bulunacaktır. Allah’ın yasak ettiği fiilleri işlemelerini isteyecektir. Nefsin bütün afetleri zaten onu istiyor veya Allah’ın emrettiği şeyleri yapmamalarını isteyecektir. Nefsin bütün afetleri aynı zamanda da bunu istiyor.
İç dünyamızdaki kavganın arkasında yatan sebep; ruhumuzun Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmemizi istemesi. Ne oldu? Nefsle taban tabana zıt oldu. Gene ruhumuzun Allah’ın yasak ettiği fiilleri asla işlemek istememesi.
Öyleyse nereye ulaşıyoruz? İki düşman kardeş içimizde yaşıyor. Nefsimiz ve ruhumuz. Biz istesek de yaşıyor istemesek de yaşıyor. Hangi yanlış şeyi yapmışsak, Allah’ın bir emrine itaat etmemişsek veya yasak ettiği bir fiili işlemişsek o, nefsimizin şeytanla birlikte bize oynadığı bir oyundur. Bize derecat kaybettirir Allahû Tealâ’nın katında. Ne zaman Allah’ın emrettiği bir şeyi yerine getirmemişsek, gene puan kaybederiz. Hem Allah’ın yasak ettiği bir fiili işlediğimizde hem de Allah’ın emrettiği bir hususu gerçekleştirdiğimizde; meselâ vaktinde bir namazı kılmadığımızda derecat kaybederiz.
İşte böyle bir ortamda sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Dizayna baktığımız zaman, ruhumuzla nefsimiz arasındaki farkı açıkça ortaya koyabilmemiz lâzım. Ruh da fizik vücudumuz şeklindedir, nefs de. Gördüğümüz zaman ikisini birbirinden ayırt edemeyiz. Ama Allahû Tealâ bizi ulûl’elbab ve ihlâs makamlarına ulaştırmadan önce ruhları göremeyiz. Ruhların asıl görüldüğü yer, ihlâs makamıdır. 1., 2., 3., 4., 5., 6., 7. gök katlarında gördüğümüz bütün insanlar ruh hüviyetindedir.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Öyleyse eğer iç dünyamızda nefsimizin afetleri Allah’ın bütün emirlerine karşı çıkıyorsa, iç dünyamızda nefsimizin afetleri Allah’ın bütün yasak ettiği fiilleri işlemek istiyorsa ve şeytan da bunu emrediyorsa, onu bize süslü göstermeye çalışıyorsa, yapmamızı söylüyorsa nefsimizin afetlerine paralel bir talep olduğu için nefsimiz mutlaka onları yapmak isteyecektir. Böyle bir ortamda Allah’ın bütün emirlerinin çiğnendiği, hatta yasaklandığı, Allah’ın yasaklarının ise mübah görüldüğü bir ortamda, akıl bu uygulama standartlarına göre şuur kazanır ve o kişiyi Allah’ın yasaklarını işlemeye müsaade ederek ve Allah’ın emrettiği şeyleri yapmamasına müsaade ederek, kazandığı o şuurun tatbikatını emreder.
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bizim sevgili dîn öğreticilerimizin Kur’ân’dan yana nasipleri olmadığı cihetle bu anlattıklarımızın hiç birisi onlara bir şey söylemez. Âyetlerle anlatmak da pek fazla bir şeye yaramaz. Daha doğrusu şimdiye kadar yaramıyordu ama bundan sonra yaradığını göreceksiniz.
Sevgili kardeşlerim! Her şeyin Allahû Tealâ tarafından mutlaka en güzel standartlarda yaratıldığını düşünün. Her şey insan adı verilen bir mahlûkun mutluluğu için yaratılmış. Yerler, gökler, cinler, şeytanlar hepsi.
Sevgili kardeşlerim! Şu şeytanı hadi gelin beraber bir düşünelim. Neyi emrediyordu? Allah’ın yasak ettiği fiilleri yapmanızı. Ama biz öğrenmişsek dînimizi, Allah’ın yasak ettiği fiilleri işlememizi nefsimize emrettiği zaman, ona karşı çıkarız ve o onları işlememizi söylese de biz işlemeyiz. Emrettiği şeyleri de yapmamamızı söylemesine rağmen biz irademizi kullanarak orada da başarıyı kazanırız.
Sevgili kardeşlerim! Şeytan bizi her istikamette kandırmaya çalışır. Gayesi bütün insanları hem bu dünyada mutsuz etmektir hem de netice de bütün insanları kendisiyle beraber cehenneme sürüklemektir. Allahû Tealâ da ona diyor ki: “Sen ve sana tâbi olanların hepsini cehennemde cezalandıracağım.”
Bakıyoruz Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes şeytanın kulu. Söyledik; Zumer Suresinin 17.âyet-i kerimesi. Zumer-17’de Allahû Tealâ’nın söylediği şey; bütün insanlar şeytanın kulu, sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’ın kulu oluyor. Öyleyse konumuz kul olmak. Bırakınız Kur’ân-ı Kerim’in 7 safhasını. Ama daha konunun başlangıcında, bir insan Kur’ân-ı Kerim’in Elifbasını bilmiyorsa, Kur’ân-ı Kerim’in giriş kapısından haberdar değilse onun kurtuluşu mümkün değildir. Bu giriş kapısı Allah’a ulaşmayı dilemektir. Dilemeyen bir insanın mutlu olması, o kişi hangi şartlar içinde olursa olsun mümkün değildir sevgili kardeşlerim!
Mutluluk; alelâde bir olgu değildir. Mutluluk; bir insanın Allah’ın emrettiği hedefe doğru yürümesinin işaretlerini taşır. O kişi Allah’a ulaşmayı dilemedikçe mutluluk denilen müesseseyi hiçbir şekilde yaşayamaz. Sakın mutlulukla zevki birbirine karıştırmayın. Bir insan bir olaydan zevk alır. O zevk süresince zevk yaşanır ama sonra biter.
Mutluluksa öyle bir şey değildir. Bizim mutluluktan kastımız yaşanan zevkler değildir. Mutsuz bir insan da bazen zevki yaşayabilir. Ama mutluluk devamlı bir vetiredir, kesintisizdir.
1- Mutluluğun birinci işareti kesintisiz bir devamlılığa sahip olması. Yani kişinin her an mutlu olması.
2- Mutluluk; iç dünyamızda, mutluluk; nefsimizle ruhumuzun arasındaki kavganın bitmesi. Dış dünyamızdaki mutluluk; başka insanlarla aramızdaki kavganın bitmesi. Allah ile olan ilişkilerimizdeki mutluluk; Allah’ın bütün emirlerini yaptığımız, yasak ettiği hiçbir fiili işlemediğimiz zaman gerçekleşen bir olgu.
Mutluluk; kesintisiz bir sulh ve sukûn halidir. Şu anda iç dünyanızda kavga var. Nefsiniz Allah’ın yasak ettiği fiilleri işlemek istiyor, ruhunuz da istemiyor. İşte sana kavga. Aralarında mutlaka çekişme var. Ruhunuz Allah’ın emrettiği şeyi yapmak istiyor, nefsiniz de istemiyor. İşte gene kavga.
1- Emirler cephesinde, Allah emretmiş ruhunuz yapmak istiyor; nefsiniz yapmak istemiyor.
2- Nehiyler cephesinde, Allah bir fiili yasak etmiş, nefsiniz onu işlemek istiyor; ruhunuz da istemiyor. Ne oldu? Her an karşı karşıya iki tane kuvvet var. Bu devamlı bir sürtüşme, devamlı bir kavgayı ifade eder. İç dünyanızda bu sebeple mutsuzsunuz.
Mutluluk mümkün mü? Elbette. Allahû Tealâ’nın Kur’ân-ı Kerim’e koyduğu nefs tezkiyesi ve tasfiyesi diye bir olay var. Nefs tezkiyesinde nefsinizin kalbinin afetlerini %100’den %49’a düşürebilirsiniz. Hem de bunun için öyle ciddi bir gayret sarf etmeniz gerekmiyor. Çünkü Allah’ın garantisi altındasınız, Allah’ın sözü var. “Ey ahali” diyor, “Duyduk duymadık demeyin, kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Ben onu mutlaka Bana Kendime Allah’a ulaştırırım.” diyor Allahû Tealâ. Neymiş? Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onu mutlaka Kendine ulaştırırmış.
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Allahû Tealâ buyuyor: “Allah dalâlette olanları, dilediğini dalâlette bırakır, Allah dilediğini dalâlette bırakır. Ama onlardan kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah, onları Kendisine ulaştırır.
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
Demek ki insanlar Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için dalâletteler. Dileseler Allahû Tealâ onları Kendisine ulaştıracak yani 3. seviye hidayete ulaştıracak. Bir kişinin hidayete ermesine sebebiyet verecek.
Hidayetin başlangıcı Allah’a ulaşmayı dilemektir. Bu, hidayetin başlangıç noktasıdır; 1. hidayettir. Mürşidine ulaşır kişi 14. basamakta. 1. hidayet, 3. basamakta yaşanır. Mürşidine ulaşan kişi 14. basamakta tâbîiyetini gerçekleştirdiği an 2. hidayettedir. Nefs tezkiyesi başlar. Nefsinin kalbindeki afetlerin yerini Allah’ın İndi İlâhi’den gönderdiği fazıllar almaya başlar. İlk % 7 fazılla ruh zemin kattan 1. kata yükselir. Nefsimizin kalbinde 2. defa %7 fazl, 2. gök katına yükseliyoruz. 3., 4., 5., 6., 7. defa % 7 nur birikimi nefsimizin kalbinde. Başlangıçta da Allah’ın nasibiyle ilk %2 rahmet birikimi ve böylece 7 defa %7 nur birikimi ile ruhumuz 7 tane gök katını çıkar. Sonra da Allah’ın Zat’ına ulaşır, 7. katta 7 tane âlem geçerek Allah’ın Zat’ına ulaşır.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki hepimiz için Allah’a ulaşmak, Allah’ın inanılmaz derecede kolaylaştırdığı bir vetiredir. Biz ulaşmayacağız sevgili kardeşlerim! Allah bizim ruhumuzu Kendisine ulaştıracak. Allah ruhumuzu Kendisine ulaştıracak.
Öyleyse Allah’ın bu istikametteki emri, ruhumuzu Allah’a ulaştırmayı dilemek. Dilek faslı bize ait. Ama eylem, ruhumuzun Allah’a ulaşması bize ait değil, Allah’a ait. İyi ama diyeceksiniz biz bunu gerçekleştirmek için namaz kılmak mecburiyetindeyiz, doğru. Zikir yapmak mecburiyetindeyiz, doğru. Oruç tutmak mecburiyetindeyiz, doğru. Hacca gitmek mecburiyetindeyiz, kelime-i şahadet getirmek mecburiyetindeyiz ve Allah’a ulaşmayı dilemek mecburiyetindeyiz. İşte bunlardan şu Allah’a ulaşmayı dilemek mecburiyeti var ya sevgili kardeşlerim, Allah’a ulaşmayı dilemek mecburiyeti Allah’ın bir ni’meti, bir can kurtaran simidi.
Ne demek istiyoruz? Ey sevgili kardeşlerim! Aranızdan her kim Allah’a ulaşmayı şuradan kalbinden bir dilekle dilerse, o kişinin ruhu Allah’a, Allah tarafından ulaştırılır. O kişi ulaştırmış olmaz. Allah ulaştırır. O kişinin görevi sadece Allah’a ulaşmayı dilemektir.
Öyleyse işlev buysa kişi Allah’a ulaşmayı dileyecekse, Allah da onu Kendisine ulaştıracaksa o zaman sevgili kardeşlerim, burada bir işlev var. Allah’a ulaşmayı dilemek ve Allah’a ulaşmak birbirinin dışında iki konu. Ama birincisi ikincisinin mutlaka gerçekleşmesine sebebiyet veriyor. İkincisinin mutlaka gerçekleştirilmesine sebebiyet veriyor. Yani aranızdan henüz Allah’a ulaşmayı dilememişlerden her kim, ruhunu Allah’a ulaştırmayı gerçek anlamda dilerse, o kişinin ruhu mutlaka Allah tarafından kendisine ulaştırılır.
O kişi Allah’a ulaşmayı diledi, 1. kat cennetin sahibidir. Mürşidine ulaştı, 2. kat cennetin sahibidir. Ruhunu Allah’a ulaştırdı, 3 kat cennetin sahibidir. 3 kat cennet de Allahû Tealâ tarafından garanti ediliyor. Yani Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişi, 6 aylık bir ömrü varsa, o kişiyi Allah mutlaka Kendisine ulaştırır.
Şimdi birisi çıkıp bana şunu diyebilir ki: “İyi ben Allah’a ulaşmayı diledim ama ben namaz kılmayı sevmiyorum.” Ey aziz kardeşim! Hiç merak etme, namaz kılmayı sevmiyorsun ama Allah sana namazı mutlaka sevdirir. Bir başkası da diyor: “Ben zikir yapmayı sevmiyorum.” Sen gene sevme ama Allahû Tealâ mutlaka sana zikri sevdirir. Öyleyse probleminiz var mı? Allahû Tealâ size sevdirecek namazı, orucu, zikri. Oruç tutup da acıkan bir kardeşimiz diyebilir ki: “Ben oruç tutmakla o kadar acıkıyorum ki ben oruç tutamam.” Allah’a ulaşmayı dile! Ondan sonra oruç tut bakalım tutar mısın, tutamaz mısın? Allahû Tealâ hepinizdeki bu talebe paralel bir şekilde hepinizi Kendisine mutlak olarak ulaştırır. Hepinizi demekle hepinizin ruhlarını kastediyoruz tabiî.
Sevgili kardeşlerim! Ruhlarınız Allah’tan size verilen bir emanettir ve Allahû Tealâ emanetlerin Kendisine iade edilmesini emrediyor, Nisâ-58’de.
4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.
“innallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ: Allah emanetleri o emanetlerin sahibine tevdi etmenizi, teslim etmenizi emreder.” diyor Allahû Tealâ. Bu bir emir.
Kaç emanetimiz var? Aslında bir. Ruhumuz emanet. Amma ve de lâkin, ruhumuzu Allah’a teslim ettiğimiz zaman, vücudumuzdaki emanet yok oluyor. Allahû Tealâ fizik vücudumuzu emanet haline getiriyor. Fizik vücudumuzu Allah’a teslim ettiğimiz zaman 25. basamak, Allahû Tealâ nefsimizi emanet haline getiriyor ve nefsimizi Allah’a teslim ettiğimiz zaman Allahû Tealâ, irademizi emanet haline getiriyor. Ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve irademizi Allah’a teslim ediyoruz. İradenin Allah’a teslimi bir kişiyi en üstün makama ulaştırır. Bu normal insanlar için, yani resûl olarak doğmamış olan bütün insanlar için en üst seviyedir. Burası, irşad makamıdır.
Kişi ruhunu Allah’a teslim etmiştir; 22. basamak. Fizik vücudunu Allah’a teslim etmiştir; 25. basamak. Nefsini Allah’a teslim etmiştir; 26. basamak. İradesini Allah’a teslim etmiştir; 28. basamak ve de 7. kat cennetin Adn cennetlerinin sahibi olmayı başarmıştır. 7. kat cennet en üst cennettir. Sadece iradesini de Allah’a teslim edenlerin girebileceği bir cennettir. Onun ötesinde daha üst kademede insanlar var mı? Evet. Her devirdeki bütün kavimlerde bulunan resûller mutlaka Adn cennetlerine girerler. Onların amülüssalihat yapan ve salâh makamına ulaşan anneleri, babaları, eşleri de aynı yere girerler. Onlar iradelerini Allah’a teslim etmedikleri halde oraya girme hakkının eşleri sebebiyle babaları sebebiyle sahipleri olurlar.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki her konuda Allah’ın bütün güzellikleri sizler için. Allahû Tealâ’nın hepinizden istediği bir tek şey var, tek bir şey. Hepinizin mutlak saadeti. O yalnız sizlerin mutluluğa ulaşmasını ister. Allah için istenen şey, sizin saadetiniz sevgili kardeşlerim!
Her şey çok mu güzel yoksa bize mi öyle geliyor? “İsteyin verelim.” diyor Allahû Tealâ, “Benden isteyeceksiniz! Sana ulaşmayı diliyorum. Ben de sizi Kendime ulaştıracağım.” Garanti vermiş Allahû Tealâ. İşte şöyle söylüyor:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu): Allah dilediğini Kendisine seçer ve o seçtiklerinden kim Allah’a yönelirse, Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onları Kendisine ulaştırır.”
Sevgili kardeşlerim! Biliyorum diyeceksiniz ki, biz hayatımızda hiç böyle bir şey duymadık. Duymadınız tamam. Ama Kur’ân-ı Kerim bunu söylüyor. Âyetlerle belki yüz defa bunların açıklamasını yaptık. Hiçbir karanlık nokta, hiçbir gölgede kalan şey artık kalmadı. Hidayet çağı bütün boyutlarıyla işlemeye başladı. Hidayet çağının giriş kesimi tamamlanmıştır, kapanmıştır. Artık gelişme çağındayız ve çok yakın bir gelecekte her şey kesin olarak ortaya konulacaktır.
Sevgili kardeşlerim! Her şey öylesine güzel ki. Allahû Tealâ’nın biz insanları ne kadar çok sevdiğini görmek için Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın öğretisine bir göz atmak lâzım. Kişi sadece Allah’a ulaşmayı dileyecek; 3. basamakta. Allah onu Kendisine ulaştıracak; kişi 21. basamakta. 22. basamak da hemen arkasından otomatik olarak gelecek.
Neyi sağladı o kişiye?
1- O kişi 3. kat cennetin sahibi oldu.
2- O kişi dünya saadetinin yarısını elde etti. Öyleyse cennet saadetinin 3. katı, 3. kat cennet ve de dünya saadetinin yarısı.
Sevgili kardeşlerim! Dînin bu gerçekleri bilinmediği bütün devrelerde, yani bundan evvelki 20-30 senelik devreden evvelki bütün devrelerde bu söylediğimiz şeylerin hiç biri bilinmiyordu. Yani Allah’a ulaşmayı dilemek kavramından kimsenin haberi yoktu, sahâbe hariç. Tabiîn hariç, tebe-i tâbiîn de hariç. Ondan sonra sadece tebe-i tabiîne tâbî olanların devam ettirdiği bir silsile hariç. Ama onlar da bu istikamette bilmiyorlardı. Kur’ân âyetleriyle onları bağdaştırmıyorlardı. Efendileri onlara ne öğretmişse, onlar da onları başkalarına öğretiyorlardı. Bu bir öğretiydi, Kur’ân âyetleriyle sağlamlaştırılmıyordu.
Peki, şimdi ne oldu? Şimdi Allahû Tealâ bize bunları öğretti. Ve Kur’ân âyetleriyle öğretti. Artık öğreti tamamlanmıştı. Şimdi dünyaya açılmak zamanıdır. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onu mutlaka Kendisine ulaştırır. 3. kat cennetin sahibi kılar. Dünya saadetinin yarısını nasıl elde eder peki bu kişi? Nefs tezkiyesi yapar, nefsinin kalbindeki nurlar, her %7 artışta o kişinin ruhu bir gök katı aşar. Öyleyse 7 gök katı aşması lâzım, %49 nur nefsin kalbinde. %2 de baştan fazl değil de rahmet nuru olarak kalbe giriyor; %49 + 2 = %51. Bir kişinin kalbindeki karanlıkların yarısından fazlası yok olunca o kişinin ruhu Allah’a ulaşır.
Peki bizi mutsuzluğa götüren faktör ne? Nefsimizin afetleri. Ama %51’i gitmiş. O zaman 24 saatlik bir zaman parçasının %51’ini mutlu geçirmek gibi artık bir imkânın sahibiyiz. İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah bunu garanti ediyor. %51 nur birikimini garanti ediyor. Herkes dünya mutluluğunun en az yarısını yaşayabilsin, mutlu olsunlar diye. O kadar çok seviyor ki sizleri, herkesin mutlu olmasını istiyor.
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ hepinizi bekliyor. Hepiniz Allah’a ulaşmayı dileyin! O da sizi mutlaka Kendisine ulaştırsın. Ey benim aziz kardeşlerim, muhterem kardeşlerim, sevgili kardeşlerim! Allah’ın sizi ne kadar çok sevdiğini bir bilseniz. O, sizi inanamayacağınız kadar fazla seviyor ve sizin mutluluğunuzdan başka da hiçbir talebi de yok.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Biz bunları anlatmaktan, size anlatmaktan, ne kadar büyük bir mutluluk duyuyorsak, siz de bunları yaşadığınız zaman o büyük mutluluğu aynen yaşayacaksınız. Gazanız mübarek olsun! Allah yolunda yapacağınız cihat nefsinizle cihattır. Cihadınız mübarek olsun sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım!
Yüce Rabbimizin hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırması dualarımızla niyazlarımızla.
İmam İskender Ali M İ H R