}
Mürşid (İslâm'dan Kopan Kavramlar) 15.12.2005
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 109798

SOHBETİN ADI: İSLÂM’DAN KOPAN KAVRAMLAR - MÜRŞİD
TARİHİ: 15.12.2005

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah’ın huzurunda Yüce Rabbimiz bizleri bir araya getirdi. Konumuz: Mürşid. Kimdir mürşid? Mürşid, İslâm’ın 7 safhasını da yaşamış olan birisidir. Öyleyse o dizayn içersinde nerelerden geçmiş, nereye ulaşmıştır? Neticede de hangi vasıfların sahibi olmuştur?

Mürşid de herkes gibi önce Allah’a ulaşmayı dilemiştir, 3. basamak. Sonra Allahû Tealâ onun üzerinde Rahmân esmasıyla tecelli etmiştir. Bu tecelli üzerine Allahû Tealâ, o kişinin gözlerindeki hicab-ı mestureyi almıştır. Basar hassasının üzerindeki; görme hassasının üzerindeki engeli almıştır. Görme hassası, basar hassasıdır. Üzerinde bir engel söz konusudur. O engeli Allahû Tealâ almıştır. Allahû Tealâ kişinin işitme hassasının mührünü açmıştır ve kulaklarındaki vakrayı (işitmeyi engelleyen faktörü) almıştır. Öyleyse önce görme hassasının üzerinden gışavet adlı engeli alıyor. Kişinin gözlerinden hicab-ı mesture isimli engeli alıyor. Kişinin kalbinden Allahû Tealâ ekinneti alıyor ve kalbin içine ihbat koyuyor. İşte mürşid bu muhtevanın hepsini aşmış olan birisidir. Yani başlangıçta herkes gibi kör, sağır ve dilsizdir. Ama Allahû Tealâ insanları bu engelleri, uzuvları açarak hayata getiriyor. Bundan sonraki safhada Allahû Tealâ’nın o kişiye yaptığı yardımları görüyoruz. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse bütün bu saydığımız ve sayacağımız yardım dizisinin sahibi olur. Bütün mürşidler de evvelâ mürid olmuşlardır. İşte bu Allah’a ulaşmayı dileyen kişi daha mürşidine ulaşmadan evvel Allahû Tealâ onun kalbine ulaşıyor.

64/TEGÂBUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh, vallâhu bikulli şey'in alîm(alîmun).

Allah’ın izni olmadıkça bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah’a îmân ederse (âmenû olursa), (Allah) onun kalbine ulaşır. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.


“ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh(kalbehu): kim Allah’a âmenû olursa onun kalbine ulaşırız.” diyor Allahû Tealâ.

Ondan sonra kalbinin nur kapısını Allah’a çeviriyor Allahû Tealâ. Kalbi Allah’a çeviriyor. Kaf Suresinin 33. âyet-i kerimesi:

50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîbin.

Gaybda Rahmân’a huşu duyanlar ve münib (Allah’a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah’ın huzuruna) gelenler (için).


“ve câe bi kalbin munîb(munîbin): Allahû Tealâ’nın huzuruna munîb bir kalple, Allah’a dönük bir kalple gelenler.”

Kalbin Allah’a dönmesi ancak bu âyet-i kerime gereğince Allah’ın yardımıyla mümkün. Önemli mi? Çok önemli. Çünkü Allah’tan gelecek olan rahmet nurunun, fazl nurunun, salâvât nurunun o kalbe girebilmesi için kalbin Allah’a dönmesi gerekiyor.

Bundan sonra ne yapıyor Allahû Tealâ? İlerde mürşid olacak bu kişinin Allah’tan yardımı devam ediyor. Bu noktadan sonra Allah o kişinin göğsünü yarıyor. Göğsünden kalbine bir nur yolu açıyor. Diyor ki:

6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).

Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.


“fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi):
Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve göğsünden kalbine bir nur yolu açar; o kişiyi Allah’a teslim etmek üzere, müslüman yapmak üzere, müslim yapmak üzere.”

Sonra o kişi zikir yapar. Allah’ın katından gelen nurlar kalbe girmeye başlar. Ama kalbe girebilen, bu aşamada kalbe giren nur sadece %2’ye ulaşabilir. Kalbe nurların girmesi ve bunların %2’ye ulaşması böylece bu kişinin bir aşama göstermesi söz konusu oluyor. O kişi zikir yaptığında -zikir, nur davetiyesidir- Allah’ın katından rahmetle fazl isminde iki tane nur gelecektir kişinin göğsüne. Göğsünden kalbine ulaşacaktır. Fazıllar kalbe giremeyecektir. Çünkü kalbin yapısı buna müsait değildir henüz. Ve fazıllar kalbe girecek, %2 nispetinde fazl o kişinin kalbine yerleşecektir.

İşte bu mürşid olmayacak olan birisi de olabilir. Ama aynı vasıfları mürşid de elde edeceği için hepsinden bahsediyoruz. Huşûya ulaşan bu kişi yani sonradan mürşid olacak bu kişi kendi mürşidine ulaşacaktır ve tâbî olacaktır. Tâbiiyetle beraber kalbine Allahû Tealâ îmânı yazacaktır. Bütün mürşidlerin kalbinde îmân yazılmıştır Allahû Tealâ tarafından. Bu kişinin ruhu vücudundan ayrılacaktır. Ayrılması için başının üzerine devrin imamının ruhunun gelmesi lâzım. Devrin imamı, huzur namazının imamıdır.

Nübüvvetin var olduğu devrelerde mutlaka nebîdir, huzur namazının imamı. Nübüvvet yoksa; peygamber yoksa o zaman resûllerden birisi bu görevi vekâleten yürütecektir. İşte bu aşamada mürşidin önünde yapılan tövbede devrin imamının ruhu o kişinin başının üzerine gelir, yerleşir. Öyleyse mürşidin başının üzerinde devrin imamının ruhu vardır. Sonra? Sonra o kişiye Allahû Tealâ nefs tezkiyesi yapma imkânı sağlar onun günahlarını sevaba çevirir.

Furkân Suresinin 70. âyet-i kerimesine göre nefs tezkiyesi yapar; mürşidine ulaşıp tâbî olan kişi nefs tezkiyesi yapmaya başlar.

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).

Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).


Ne demek nefs tezkiyesi yapmak? Zikir yapmak ve bu zikirle Allah’ın katından gelen salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl nurlarının o kişinin göğsüne gelerek, göğsünden kalbine ulaşmasıyla kalbin içine girmesi. Bu noktada; tâbiiyetten sonraki devrede kişinin nefsinin kalbine nurlar girmeye başlar; rahmet, fazl ve salâvât. Zaten salâvâtla rahmet girmeye başlamıştı daha evvel. Rahmet, fazl ve salâvât isimli üç grup nur gelecektir; salâvâtla rahmet, salâvâtla fazl ve fazıllar, nefsin kalbine yerleşmeye başlayacaktır. Bu kişi yani mürşid, 7 kademe nefsinin kalbine %7’den %49 fazl birikimi gerçekleştiren bir kişidir. 1. %7’de ruhu 1. gök katına, 2., 3., 4., 5., 6., 7. %7 fazl birikiminde 7. gök katına ulaşacaktır. Ruh Allah’ın Zat’ına ulaşacaktır, 7 tane âlem geçtikten sonra. Bütün mürşidler mutlaka ruhu Allah’a ulaşmış olanlardır. Vuslata nail olanlardır. Nefsin kalbinde bu noktada %51 nur birikimi gerçekleşmiştir; %2 rahmet nuru (fazılların dışında başta giren rahmet nuru), 7 defa %7 fazl birikimi (%49); toplam %51.

O kişinin nefsinin kalbi başlangıçta %100 afetlerle doluydu. Ama bu noktada afetlerin %51’i yok olmuştur ve afetler nefsin kalbinde azınlıkta kalmıştır; %49’a düşmüştür. Nurlar ise sıfırdan %51’e ulaşmıştır. Burada nefsin kalbinin %50’den fazlası artık nurla kaplanmıştır. Mürşid mi olmuştur kişi? Hayır ama ruhunu Allah’a ulaştırmıştır. Hemen arkasından Allahû Tealâ o ruhu Allah’ın Zat’ında yok eder. Kişi böylece fenâfillah olur. Allah’ın Zat’ında ifna olmuş kişi demek. Mürşid mi olmuştur? Hayır ama ruhunu Allah’a teslim etmiştir. Sonra bu kişiye bir taht verilir. Allahû Tealâ’ın Zat’ına giren ruh oradan çıkar ve İndi İlâhi’de bir tahtın sahibi olur. Böylece lâ mekâna kavm olur kişi. Mürşid mutlaka bu noktaya ulaşmış olan birisidir.

İrşad makamına ulaşmadan evvel bu kişi, nefsinin kalbinde belli hedeflere ulaşan birisidir. Zikri günün yarısını aşarsa, %70’ten fazla nur birikimi gerçekleşir kişinin kalbinde ve bu kişi zahid olur. Bütün mürşidler önce zahid olmuştur. Sonra zühd makamını geçmişlerdir. Nefsin kalbindeki nurlar %80’i aştığı zaman bu kişi fizik vücudunu Allah’a teslim eder. Peki, bu kişi mürşid olmuş mudur? Hayır, olmamıştır. Ruhunu ve fizik vücudunu Allah’a teslim etmiştir ama Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmektedir, yasak ettiği fiilleri işlememektedir.

Sonra? Sonra bu kişi zikrini daha çok arttıracaktır ve daimî zikre ulaşacaktır. Bütün mürşidlerin müşterek özelliği mutlaka daimî zikrin sahibi olmalarıdır. Allah’ın tayin ettiği mürşidlerden bahsediyoruz. Allah kimi mürşid olarak tayin etmişse o kişi mutlaka daimî zikrin sahibi olmuştur. İşte daimî zikrin sahibi olmak da mürşidin özelliklerinden yenilerini oluşturuyor. Daimî zikrin sahiplerine Kur’ân-ı Kerim “ulûl'elbab” diyor. Bu kişi ulûl'elbab olmuştur; lübblerin sahipleri. Kimdir ulûl'elbab? Allahû Tealâ tarif ediyor:

3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).

Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).

Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.


“Ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de o ulûl’elbab olanlar, hep Allah’ı zikrederler.” diyor Allahû Tealâ. Yani ulûl'elbabın daimî zikrin sahibi olduğu kesinleşiyor. Ulûl’elbab daimî zikrin sahipleridir. Böyle bir vaziyette mürşidin özelliklerini teşkil eden vasıflar kazanır mürşid. Evvelâ daimî zikrin sahibidir. Daimî zikrin sahibi olursa ne olur bir kişi? Daimî zikrin sahibi ise kalbin nur kapısı daima açık olacaktır. Ama kalbin zulmanî kapısı kapalı olacaktır. Çünkü Allah’ın katından art arda gelen rahmet, fazl ve salâvât nurları ya da salâvâtla rahmet, salâvâtla fazl nurları devamlı Rabbanî kapıdan içeri girerler; kalbi doldururlar. Zulmanî kapının üzerine baskı yaparlar. Zulmanî kapı bu sebeple açılamaz. Açılamadığı için kalbe karanlıklar dolamaz. Zikir devam ettiği sürece hep Allah’tan gelen rahmet, fazl ve salâvât nurları zulmanî kapının üzerine etki yaparak onun hep kapalı kalmasını temin ederler. Bu, o kişinin nefsinin kalbinin %100 Allah’ın nurlarıyla dolmasını ifade eder. Kalp %100 Allah’ın nurlarıyla dolarsa ne olur? Bu ulûl'elbab makamının ki; mürşid önce ulûl'elbab makamının sahibi olacaktır. Sonra ihlâs makamının sahibi olacaktır, sonra salâh makamının sahibi olacaktır.

Ulûl'elbab makamında bu kişinin daimî zikre ulaşması söz konusudur ki ulûl’elbab olsun. Bütün mürşidler; Allahû Tealâ tarafından irşad makamına tayin edilen bütün mürşidler ulûl'elbabdır, daimî zikrin sahibidir. Ama Allahû Tealâ o noktadan çok daha evvelki noktalardakileri de kendilerine ulaşılan mürşid vekilleri olarak değerlendirir. Onlar daimî zikirde olmayabilirler. Önemli olan Allah’ın temel amacı herkesin ulaşabileceği yerde tâbî olacağı birincisinin bulunmasıdır. Bu ilk tâbî olunan kişinin mürşid olması gerekmiyor. Cezbeli olması bu konu için yeterli olabilir. Önemli olan tâbî olacak olan kişiye Allah’ın cereyanının mutlaka ulaşması. Onlar, Allah’ın kendilerini cezbe ile yoklaması ile titrerler ve bundan büyük mutluluk duyarlar; Allah’ın kendilerine verdiği cezbeden. Çünkü bu tahkikî îmânın başlangıç noktasıdır. Bütün mürşidler tahkikî îmânın gerçek sahipleridir.

Bir insan Allah’a inanır. İnanan kişi gaybî îmânın sahibidir. Ne zaman Allahû Tealâ ona daimî zikre ulaşmadan evvel cezbe verirse o zaman kişi, kendisinin dışında bir kuvvet tarafından, bir varlık tarafından vücuduna şiddetle sarsıntı verildiğini yaşar. İşte böyle bir sarsıntı. Biz istedik Allahû Tealâ’dan, şimdi cezbeyi gönderdi. Bu arada bir titreme; kişinin vücuduna ansızın Allahû Tealâ’dan gelen bir cereyan, enerji ulaşır ve kişiyi titretir. İşte bu cezbedir. Cezbe, tahkikî îmânın başlangıç noktasıdır. Kişi kendisinin dışında bir kuvvetin vücudunu şiddetle sarstığını görerek, Allah’ın kendisinde tecelli ettiğini o tecelli ile sarsıldığını net olarak yaşar. Ama tahkikî îmânın daha üst kademesi kişinin kalp gözünü ve kalp kulağını Allah’ın açmasıdır. Açarsa ne olur? Allahû Tealâ ona görmediği, bilmediği yerleri gösterecektir. Ulûl'elbab makamında bu görmediği ve bilmediği yerler 7 kat yerlerdir. 7 kat cehennem gösterilir, bir de zemin kat gösterilir Allahû Tealâ tarafından; zemin kattaki ana dergâh.
 
İşte bu ana dergâh devrin imamına ait olan dergâhtır. Oranın sahibi, altın kapının sahibi devrin imamıdır. Devrin imamı bir defa daha tekrar edelim; peygamber olabilir; asıl imamlar, asaleten devrin imamlığına tayin edilenler peygamberlerdir. Ama peygamber olmayanların da bu kanıda risaletle görevli olup nebî olmayanlar, eğer huzur namazının imamı kılınmışlarsa o zaman onlar peygamber değillerdir. Huzur namazının imamlık görevini vekâleten gerçekleştirirler. İşte onlar tasarruf rızasının sahipleridir. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de buyuruyor ki:

72/CİNN-26: Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehadâ(ehaden).

O (Allah), gaybı bilendir. Fakat O, gaybını hiç kimseye izhar etmez (açıklamaz).

72/CİNN-27: İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ(rasaden).

Resûllerden razı oldukları (tasarruf rızasına ulaşmış olanları) hariç! O taktirde, muhakkak ki O (Allah), onların önünden ve arkasından gözetenler sevkeder ki,


“Allah gaybı bilir ama kimseye söylemez. Resûllerinden rızaya ulaşmış olan hariç.” diyor

İşte o rızaya ulaşmış olan resûl, devrin imamı olan resûldür. Peygamberlik müessesesi biliyorsunuz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz ile kapanmıştır, hitam bulmuştur. Peygamber Efendimiz (S.A.V) nübüvvetin (peygamberliğin) hatemidir, mührüdür. Hitam bulmasını temin eden kişisidir. Allahû Tealâ şöyle söylüyor:

33/AHZÂB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyine, ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).

Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir (Sonuncusudur). Allah, herşeyi en iyi bilendir.


“Muhammed aranızdan hiçbir erkeğin babası değildir. O Allah’ın Resûl’üdür Ve Hatem’ün Nebiyyîn’dir.” Yani nebîlerin hatemidir. Nübüvvet; nebîlik müessesesi O’nunla hitam bulmuştur sona ermiştir.

İşte sevgili kardeşlerim, ulûl'elbab makamına ulaşan kişi daimî zikrin sahibi olmuştur. Daimî zikrin sahibi olunca nefsinin kalbinde bütün afetler yok olmuştur. Çünkü kesintisiz bir şekilde bu kişi zikir yapıyor ve devamlı kalbine nurlar geliyor ve kalbi bütünüyle %100 nurlarla doluyor. Ve zikir daimî olduğu için devamlı geliyor ve sonra da vücuttan ayrılıyorlar; kalbi tamamen doldurduktan sonra. Kişinin kalbi %100 nurlarla doludur. Ne olur? O zaman Allahû Tealâ daimî zikrin sahibi olan, kalbi bu sebeple %100 Allah’ın nurlarıyla dolan kişiye hem kalp gözü verir hem de kalp kulağı verir. Bu kişi Allah’ın söylediklerini kalp kulağıyla işitir, kalbindeki işitme vasıtasıyla; kalp kulağı diyoruz. Ve Allah’ın kendisine gösterdiği 7 kat cehennemi görür, zemin katı da görür, zemin kattaki devrin imamının dergâhını da görür.

Mürşidler eğer irşad makamına tayin edilmiş mürşidlerse, mutlaka 7 kat yerleri görmüşlerdir. Devrin imamının dergâhını da oradaki rahleler üzerindeki insan ruhlarının Kur’ân-ı Kerim’lerini görmüşlerdir. İnsan ruhlarının 10’arlık sıralanmasını görmüşlerdir. Ve altın kapıyı görmüşlerdir. Altın kapı, Sıratı Mustakîm’in girişidir. Bu altın kapının bir eşdeğeri 7. gök katındadır. O da Tariki Mustakîm’in sona erdiği yerdedir.

İşte zemin kattaki devrin imamının dergâhında, bu âlemden Sıratı Mustakîm’e ulaşılır. Dergâh, Sıratı Mustakîm’e açılır. 7. kattaki kapı ise Sıratı Mustakîm’den 7. gök katına girişi sağlayan kapıdır. Yani zemin kattaki kapı ile Sıratı Mustakîm’e gelinir, 7. gök katındaki kapı ile Sıratı Mustakîm’den çıkılır. Tarîki Mustakîm diyelim; Tarîki Mustakîm’e girilir, Tarîki Mustakîm’den çıkılır

Mürşid, bu 7. gök katını gören kişidir. Devrin imamının dergâhını gören kişidir. Özellikleri nedir? Kalp gözü vardır, kalp kulağı vardır Allahû Tealâ tarafından verilen. Bu sebeple Allahû Tealâ ile her an konuşur. Ehl-i tezekkürdür. İrşad makamının gerçek sahibi olan bütün mürşidler ehl-i tezekkürdür. Allah ile her an konuşabilmek imkânının sahipleridir. Ehl-i hayırdırlar. Daimî zikrin sahipleri oldukları için devamlı derecat kazanıyorlar. Bu sebeple ehl-i hayır diyor Allahû Tealâ onlara. Bir özellikleri daha var. Ehl-i hüküm veya ehl-i hikmettirler. Hakemlik veya hâkimlik yaptıkları zaman Allah’tan sorarak karar verecekleri için doğru karar verirler. Bir de Kur’ân-ı Kerim âyetlerine baktıkları zaman 28 basamaktan hangisine ait olduğunu, o âyeti hemen anlayabilecek olan özelliğin sahipleridir. Bütün mürşidler bu özelliklerin hepsinin sahibidir. Ve daha mürşid olmadan ulûl'elbab makamında, yerlerin melekûtunu görmüşlerdir, zemin kattaki devrin imamının dergâhını da görmüşlerdir.

Ne zaman bu kişi daha irşad makamına tayin olunmadan kendisine gök katları gösterilmeye başlarsa o, ulûl'elbab makamını bitirmiştir; ihlâs makamının sahibi olmuştur. 1., 2., 3., 4., 5., 6. ve 7. gök katlarını da görecektir. Sidretül Müntehaya kadar da 7. gök katındaki âlemleri görecektir. Yani Kader Hücreleri’ni, Ümmül Kitab’ı, Kudret Denizi’ni, Makam-ı Mahmud’u, Divan-ı Salihîn’i ve Zikir Hücreleri’ni görecektir. Ve zikri biten bir kişinin ruhunun nasıl zikir hücrelerinden çıkarak Sidretül Münteha’ya ulaştığını, Sidretül Münteha’dan da Allah’a doğru nasıl yola çıktığını görecektir. Bu 7. gök katının 7 âleminin de görülmesi mutlak olarak bu makamda; ihlâs makamında gerçekleşir. Kişi Sidretül Münteha’yı gördüğü zaman o konunun bu faslı tamamlanmıştır. Bütün ihlâs makamı sahipleri Sidretül Münteha’yı mutlaka görürler.

Bu kişi mürşid olmuş mudur? Allah’ın tayin ettiği “İrşad makamına tayin edildin, irşada memur ve mezun kılındın.” cümlesini burada işitir kişi. Bu nokta, salâh makamının 5. kademesinde bu kişinin aldığı mükâfattır. Burada; İhlâs makamında kişi 7 tane gök katını görür. Sidretül Münteha’yı gördüğü anda Tövbe-i Nasuh’a davet edilir. Tövbe-i Nasuh, nasıl bir kişi mürşidinin önünde önce tövbe etmişse bu sefer de Allah’ın huzurunda yapacağı yeni bir tövbeyi kapsar bu. Bu tövbe Tövbe-i Nasuh’tur ve Tövbe-i Nasuh’la ihlâs makamından salâh makamına geçilir. İhlâs makamının sonu Tövbe-i Nasuh’tur.

Salâh makamı, Tövbe-i Nasuh’tan sonraki kesimi ifade eder. Ne olur? Kişinin Allahû Tealâ tarafından örtülür mürşidine ulaştıktan sonraki günahları. Sonra Allahû Tealâ ona salâh nuru verir. Bütün mürşidler başlarının üzerinde kendilerine verilen salâh nurunun sahibidirler. Sonra? Sonra devrin imamı veya Allahû Tealâ’nın irşad makamına tayin ettiği bir mürşidin başka vasıfları geliyor. Bu kişiye Allahû Tealâ salâh nuru verdikten sonra onun günahlarını sevaba çevirir. Sonra da o kişinin iradesi Allah’a teslim olur. Bir başka ifadeyle o kişinin iradesi Allahû Tealâ tarafından teslim alınır.

Böylece ulûl'elbab makamında yerlerin melekûtu gösterilen ve zemin kattaki ana dergâh gösterilen; ihlâs makamında 7 kat gökler yani göklerin melekûtü gösterilen, sonra da 4 kademe daha tezyin edilen bu kişinin iradesi, Allahû Tealâ tarafından teslim alınır. Bu, irşada memur ve mezun kılınma işlemidir. “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesiyle irşad makamının sahibi olur.

Bu noktada bu kişinin daimî zikri artık tespihe çevrilmiştir. Çünkü iradî yapı artık kendisine bağlı değildir. İlâhi irade o kişiyi kontrolü altına almış ve daimî zikri, kendi iradesinin dışında küllî irade tarafından gerçekleştirilmekte olur. Bu da, o kişinin yeni bir muhteva kazanmasını ifade eder. Orada Allahû Tealâ o kişiye “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesiyle irşad makamının sahipliğini verir. Allahû Tealâ tarafından irşada tayin edilen bir kişi, bir mürşid bütün bu saydığımız özelliklerin sahibidir.

Bundan 14 asır evvel bütün sahâbe irşad makamının sahibi oldular. Hepsi mürşid oldular ve onlara tâbiîn tâbî oldu. Tabiîn de mürşid oldu. Onlara da tebe-i tâbiîn tâbî oldu. İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Sahâbenin irşad makamının sahibi olduğunu Allahû Tealâ Tevbe Suresinin 100. âyet-i kerimesinde söylüyor, diyor ki:

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).

O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.


“O sabikûn-el evvelîn var ya onlardan bir kısmı ensardandı, bir kısmı muhacirîndendi. Bir de ensara ve muhacirîne ihsanla tâbî olanlardandı.” diyor Allahû Tealâ.

İster ensar olsun ister muhacirîn bütün sahâbeye tâbî olmuşlar. İşte mürşid dediğimiz zaman, Allah’ın gerçekten irşad makamına tayin ettiği bir kişi dediğimiz zaman 28 basamağın hepsini yaşamış olan, ruhunu da vechini de (yani fizik vücudunu da) nefsini de iradesini de Allah’a teslim eden bir insan söz konusudur. Allah ile her an konuşmak imkânının sahibi olan, ehl-i hikmet olan, ehl-i hayır olan birisi, kalp gözü ve kalp kulağı mutlak olarak açık, Allah ile her an tezekkür eden birisi.

Allahû Tealâ hepinizi irşad makamına tayin etsin dualarımızla, dileklerimizle mürşid kimdir konusundaki sohbetimizi inşaallah burada tamamlıyoruz sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah hepinizden razı olsun.  

İmam İskender Ali M İ H R