}
Ulul'elbab (İslâm'dan Kopan Kavramlar) 16.12.2005
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 109799

SOHBETİN ADI: İSLÂM’DAN KOPAN KAVRAMLAR- ULÛL’ELBAB
TARİH:  16.12.2005


Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde yüce Rabbimiz bizleri birlikte kıldı.

Konumuz: Ulûl’elbab. Ulûl; sahipleri demek, elbab da; lübbler demektir. Beş duyumuzla ulaşamadığımız; onun ötesindeki hissiyata, hissetme muhtevasına Allahû Tealâ “lübb” diyor. Yani fizik ötesi bir görüş, fizik ötesi bir idrak. Allah’ın söylediklerini işitme gücü, Allah’ın gösterdiklerini görebilme gücü, fiziğin ötesini görebilme gücü. İşte Allahû Tealâ tarafından kime böyle bir imkân verilirse o kişi, ulûl’elbab olmuştır.

Ulûl’elbab olmanın  1. özelliği olmazsa olmaz şartı daimî zikirdir. Daimî zikrin sahibi olmayan kişi ulûl’elbab olamaz. Ulûl’elbab, 7 tane vasfın sahibidir.

1- Daimî zikrin sahibidir.
2- Daimî zikrin sahibi olduğu için nefsinin kalbinde hiç afet kalmamıştır.
3- Bu afet kalmaması sebebiyle, kalp gözü açılmıştır
4-Kalp kulağı açılmıştır. Yani Allah’ın söylediklerini işitebilmekte ve Allah’ın gösterdiklerini kalp gözüyle görebilmektedir. Bunlar, ulûl’elbabın temel dört özelliğidir.

Bu özellik ulûl’elbaba üç tane sonuç vasfı kazandırır.

1- Ehl-i tezekkür olmak: Allahû Tealâ ile her konuyu ehl-i zikir olmak, ehl-i tezekkür olmak Allahû Tealâ ile her konuyu konuşabilmek, Allah’ın söylediklerini işittiği cihetle karşılıklı bir konuşma imkânının sahibi olmak: ehl-i tezekkür olmak.

2- Ehl-i hayır olmak: Ulûl’elbab olan kişi ehl-i hayırdır. Yani devamlı hayır kazanan birisidir. Böyle bir vasfın sahibi olabilmesi, devamlı hayır kazanan biri olabilmesi bir şarta dayalıdır. O şart daimî zikretmektir. Zikir, derecat kazandıran bir işlevdir. Ve ulûl’elbab daimî zikrin sahibi olacağı cihetle her an derecat kazanan bir hüviyete sahip olacaktır.

3- Ehl-i hikmet olmak: Bu muhtevada bir 7. husus ve özelliklerin 3.sü, vasıf şartlarının 3.sü ehl-i hikmet olmaktır. Buna ehl-i hüküm olmak demek de mümkündür. İkisi de aynı kökten gelir.  Böyle bir kişi ulûl’elbab olan kişi eğer hâkim ya da hakem oluyorsa o zaman her konuda Allah’tan sorarak karar vereceği için mutlaka Allah’ın iradesine uygun kararlar verecektir. Bu, onun 1. özelliğidir.

Diğer taraftan Kur’ân âyetlerine baktığı zaman ehl-i hüküm olan kişi, hangi âyetin Kur’ân’daki 28 basamaktan hangi basamağa ait olduğunu bir bakışta anlar. Öyleyse ulûl’elbab 7 tane özelliğin sahibidir. Bunlardan dördü o kişinin muktesabatına giren esas şartlardır. Kişi, daimî zikrin sahibi olmak mecburiyetindedir. Bu sebeple kalbindeki bütün afetler yok olmuştur. Kalp gözü açılmıştır ve kalp kulağı açılmıştır. Bunlar ulûl’elbab makamının temel vasıflarıdır. Bu vasıflar ona 3 tane sonuç şartı kazandırır. Ehl-i tezekkür olur kişi, ehl-i hüküm olur ve ehl-i hayr olur. Bunlar diğer vasıflarının kendilerine kazandırdığı sonuç özellikleridir.

Ulûl’elbab makamı, daimî zikrin 1. makamıdır. Ulûl’elbabın ötesinde ihlâs makamı, onun da ötesinde salâh makamı söz konusudur ki bu 3 makamın 3’ü de daimî zikri muhtevasına alır. Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Ulûl’elbab dediğimiz zaman bu vasıfların sahibi olan insanları düşüneceğiz. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-7: Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).

Kitab'ı sana indiren O'dur. Onun bir kısmı muhkem (hüküm ihtiva eden, mânâsı açık olan) âyetlerdir, onlar Kitab'ın esasıdır ve diğerleri, muteşâbihtir (yoruma açık âyetlerdir). Fakat kalplerinde eğrilik (bâtıla meyil) bulunanlar, bu sebeble muteşâbih olanlara (yorum gerektirenlere) tâbî olurlar. Ondan fitne çıkarmak için, onun te'vilini (yorumunu) yapmak isterler. Ve onun te'vilini Allah'dan başka kimse bilmez ve ilimde rusuh sahipleri ise: “Biz O'na îmân ettik, hepsi Rabbimizin katındandır” derler, onlar da tezekkür edemezler, sadece Ulûl'elbab (daimi zikrin ve sırların sahipleri) (tezekkür edebilir).


“O Allah ki sana Kur’ân’ı indirdi. O’nda muhkem âyetler de müteşabih âyetler de var.” Müteşabih âyetlerin anlamını, gerçek anlamını Allah’tan başka kimse bilmez. Muhkem âyetler Ümmülkitab’ın esasını teşkil eder. Ama kalbinde zeyg olanlar (kötü niyetli olan insanlar) müteşabih âyetleri emellerine uygun olarak yorumlayıp başka insanların derecat kaybetmesine sebep olurlar. Dînde kökleşmiş olan rüsuh sahipleri (Kur’ân-ı Kerim bunlara “rasihun” diyor) derler ki: “Müteşabih âyetler, Allah’ın katındandır. Ama onlar da müteşabih âyetlerin anlamını bilemezler; illa ulûl’elbab.” Yani Allahû Tealâ: “Müteşabih âyetlerin mânâsına (hükmüne) varabilen ulûl’elbabtır.” diyor. Lübblerin sahipleridir. Aslında ulûl’elbab makamı da ulûl’elbab makamından sonraki ihlâs makamı da ihlâs makamından sonraki salâh makamı da ulûl’elbab bazına dayalıdır. O, 7 vasfın hepsi onlarda da vardır. Ama onlar, daha da öteye geçmişlerdir. Öyleyse Allahû Tealâ’nın ne söylediğine bakalım. Diyor ki:  

21/ENBİYÂ-7: Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).

Ve senden önce, vahyettiğimiz rical (erkekler)den başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine) sorun.


Allahû Tealâ: “Habibim! Senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkekler gönderdik.” diyor, sonra da herkese hitap ediyor. “Fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne: Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun.”

Bunun mânâsı nedir? Eğer siz bilmiyorsanız zikir ehline soracaksınız. Zikir ehli bilir mi? Muhtemeldir ki o da bilmez. Ama o Allah’a sormak hakkının, o yetkinin sahibidir. Bu sebeple onun için bir problem yoktur. Siz ona sualinizi sorarsınız. O da Allah’tan sorar. Aldığı cevabı da size iletir. İşte ulûl’elbabın yapacağı iş bu kadar basittir.

Ulûl’elbab, insanların bilmediklerinin hepsini bilen birisi midir? Hayır. Ama Allah’tan sorabilen birisidir. İşte bu sebeple ehl-i tezekkür olmak, ehl-i tefekkür olmanın ötesinde bir müessesedir. Mütefekkir düşünür ama ulaşabileceği yer, düşünce standartlarının sonuna kadar gider. Düşünebildiği noktada sonuna geldiği zaman da durmak mecburiyetindedir; daha ötesi yoktur onun için. Ama ehl-i tezekkür öyle değildir. O bir hududa ulaştı mı Allahû Tealâ’dan yardım ister, Allahû Tealâ onu mutlaka o hududun ötesine geçirir (eğer Allahû Tealâ uygun görüyorsa).

Sevgili kardeşlerim! Bir insan nasıl ulûl’elbab olur? Ulûl’elbab makamı nerededir? 28 basamaklık bir İslâm merdivenin 26. basamağı ulûl’elbab basamağıdır. Kimdir ulûl’elbab? Allahû Tealâ bu sualin cevabını veriyor:

3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).

Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.


Allahû Tealâ: “Ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de ulûl’elbab için daima Allah’ı zikretmek söz konusudur.” diyor.

Bir insan üç halde bulunur; ayaktadır, oturuyordur veya yatıyordur. “Yan üstü yatarken de.” diyor, muradı nedir? Allahû Tealâ aslında hepinizin kıbleyi sağa alarak yatmanızı ister ve sağ kulağınızı yastığa dayayarak uyumanızı ister. Acaba muradı nedir? Sağ kulağınız yastığa dayalı oldu. Ne olur? Eğer birazcık yastığın üzerinde kulağınızı sağa sola doğru şöyle birazcık oynatırsanız; bir noktada kulağınızda kalbinizin atışlarını duyacaksınız. Kalbiniz hep “Allah” diye atar. Yani çift heceli “Allah, Allah, Allah” hep bu ritimle atar; çift heceli atar ve hep Allah kelimesini tekrar eder. İşte kulağınız bu tekrarı duyduğu noktada duracaksınız ve dilinizi de oynatmadan kalbinizdeki sesle “Allah” demeye başlayacaksınız, dilinizi de oynatmayacaksınız. Ve de formunuzu bozmadan, o şeklinizi değiştirmeden uyuya kalacaksınız. Muhtemeldir ki günlerden bir gün uyandığınız zaman da “Allah, Allah, Allah, Allah” diye içinizdeki sesin tekrar ettiğini duyacaksınız. İşte bu bir müjdedir. Ulûl’elbab olmanın yaklaşmış müjdesi. Zaman, Allah’a göredir. Sizin Allah’tan alabileceğiniz O’nun mükâfatlarına göredir. Ama daimî zikrin sahibi olmak ulûl’elbab olmayı mutlaka muhtevasına alır.

Peki, ulûl’elbab olmak farz mıdır? Allahû Tealâ Nisâ-103’de diyor ki:

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).

Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.


“Öyleyse ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikredin.” Emir. Kur’ân-ı Kerim’de hangi konu emir şeklinde tecelli etmişse bu bir farzdır, sevgili kardeşlerim. Bu farz emri yerine getirmek mecburiyetindesiniz; bütün farz emirler gibi. Bu da farzdır, muhlis olmak da farzdır, salih olmak da farzdır, iradeyi Allah’a teslim etmek de farzdır. Ama insanlar bütün bu farzları unutmuşlar, dîni İslâm’ın beş şartına oturtuvermişlerdir.

Demişler ki: “Namaz kılacaksın, oruç tutacaksın, zekât vereceksin, hacca gideceksin, bir de kelime-i şahadet de getiriyorsan, tamam; cennete mutlaka gideceksin.” Şimdi kişi düşünüyor: “İyi de ben çok günahkâr bir insanım, bunları yapıyorum gerçi ama günahları da devam ettiriyorum. Nasıl cennete gideceğim?” Onun da kolayını bulmuşlar. Diyorlar ki: “Önce seni Allahû Tealâ  cehenneme gönderecek. Böyle leblebi gibi hafif tertip orada seni bir kavuracak. Ondan sonra da hop oradan cennete gideceksin.”

Sevgili kardeşlerim! Kur’ân-ı Kerim’de böyle bir olay yok. İnsanlar ya cehenneme giderler ya da cennete. Şöyle bir olay var; cehenneme mutlaka herkes gidecektir. Ama cennete girecek olanlar cehennemi görüp de oradan çıkarken Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükürlerde bulunmak için cehenneme uğrarlar. Allahû Tealâ Meryem-70 ve 71’de onu söylüyor: “Aranızda kıyâmet günü cehenneme uğramayacak hiç kimse yoktur.” diyor. Ama Allahû Tealâ günahkârları (cehennemde kalacak olanları) diz üstü bırakır ve diğerlerini cennetine alır. İşte böyle bir olay söz konusu sevgili kardeşlerim.

19/MERYEM-70: Summe le nahnu a’lemu billezîne hum evlâ bihâ sıliyyâ(sıliyyen).

Sonra ona (cehenneme) maruz kalmayı en çok hakedenleri, elbette en iyi Biz biliriz.

19/MERYEM-71: Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ(makdıyyen).

Ve sizden biriniz (bile hariç olmamak üzere hepiniz), illâ (muhakkak) ona (cehenneme) varacaksınız. (Bu), senin Rabbinin üzerine (aldığı) kesinleşmiş bir hükümdür.


Bir insanın ulûl’elbab olabilmesi bakınız nasıl bir diziyi ifade ediyor? Bu kişi evvelâ Allah’a ulaşmayı dileyecek. Sonra onun üzerinde Allahû Tealâ bu kişi üzerinde Rahmân esmasıyla tecelli ederek onun görme, işitme ve idrak etme hassalarını açacaktır. O kişi irşad makamını irşad makamı olarak görebilen, onun sözlerini işitebilen, mânâsına varabilen ve neticede mânânın ötesinde idrak edebilen birisi olacaktır.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Böyle bir dizaynda bu kişinin bu noktaya ulaşması Allah’ın ona yeni imkânlar vermesiyle devam edecektir. Allah o kişinin kalbine ulaşacaktır. Sonra Allahû Tealâ ne yapacaktır? O kişinin göğsünü yaracaktır, o kişinin kalbini Allah’a çevirecektir, o kişi göğsü Allahû Tealâ tarafından yarıldıktan sonra zikir yaptığında Allah’ın salâvât, rahmet ve fazlı göğsüne göğsünden de kalbine ulaşacaktır.

İşte böyle bir dizayn söz konusudur. Rahmet ve fazl kalbe kadar ulaşır ama bu aşamada fazlın kalbe girmesi mümkün değildir; sadece %2 rahmet girer. Sonra bu kişi kalbinde bu birikim olunca huşû sahibi olur, Allahû Tealâ’dan mürşidini ister ve mürşidine ulaşır. Tâbiiyetiyle beraber ruhu vücudunu terk edecektir. Allah’a doğru bir yolculuğa çıkacaktır. O kişi Allahû Tealâ’dan birçok mükâfat alacaktır. Kalbinin içine îmân yazılacaktır. Allahû Tealâ, o kişi Allah’a ulaşmayı dilediği zaman onun günahlarını örter; yani günahları sıfırlanır. Ama mürşidine ulaştığı noktada tâbiiyetiyle beraber, o örtülen günahları bir de sevaba çevrilir. Allahû Tealâ, ona o güne kadar herkes gibi kazandığı her sevap derecesinde 10 katını verirken, bu noktadan itibaren 100 katını vermeye başlar.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, burası o kişinin 1’e 100 aldığı bir yerdir. Bu noktadan itibaren o kişinin ruhu vücudunu terk edecektir. Çünkü devrin imamının ruhu, onun başının üzerine gelip o ruha: “Vücudu terk et, Rabbine doğru yola çık” emrini verecektir ve ruh vücudu terk edecektir.

Ondan sonra başladığı yolculukta, ne zaman o kişinin kalbinde başlangıçtaki %2 rahmet birikiminden sonra %7 fazl birikimi gerçekleşirse ruh, zemin kattan 1. kata ulaşacaktır. Burası Nefs-i Emmare’dir. Kişinin nefsinin kalbinde henüz sadece %7 nur var. Sonra 2. bir  %7 nur; Nefs-i Levvame. Kişinin nefsini levm ettiği (kınadığı) bir nokta, sevgili kardeşlerim. Sonra 3. defa %7 nur, Nefs-i Mülhime. Kişinin Allah’tan ilham almaya başladığı nokta; ruh 3. gök katında. 4. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Mutmaine. Kişi Allah’ın kendisine verdikleriyle doyuma ulaşır, tatmin olur.

Öyleyse buraya kadar olan kesimi bir şekle soktuğumuz zaman şunu görüyoruz: Kişi Allahû Tealâ’nın dizaynında en güzel bir noktaya ulaşmak üzere yola çıkmış durumdadır. Ruh 4. kata ulaşmış, mutmaindir. O kişinin nefsi mutmaindir. Doyuma ulaşmış, Allah’ın kendisine verdiği her şeyin kendisine yeterli olduğu konusunda kesin bir kanaate sahiptir. Sonra Allah’tan razı olur; Radiye makamı; ruh 5. kattadır. Sonra Allah ondan razı olur; Mardiye makamı; ruh 6. kattadır ve 7. defa %7 nur birikimi; burası 7. makamdır; Tezkiye. Nefs tezkiye olur, ruh vuslattan ayrılır; 7. gök katına ulaşır. Soldan sağa bir yolculukla 7 tane âlem geçer ve neticede Sidretül Münteha’yı görür. Zikrini zikir hücrelerinde tamamladığında ve ruhu Allah’a doğru yükselerek Allah’ın Zat’ına ulaşır; ulaşınca da Allah’ın Zat’ında yok olur, fenâfillah olur. Fenâ; fani olmak demektir. Fi; içinde, Allah; Allah. Kişi, Allah’ın içinde fâni olur. Kişinin ruhu Allah’ta ifna olur, yok olur.

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım gönül dostlarım! Burası, ruhun Allah’a ulaştığı yerdir. Burası o kişi için bir muhteva taşır. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi Allahû Tealâ tarafından Rabbine ulaştırılmıştır. Ulûl’elbab olmuş mudur? Hayır. Daha zikri, günün yarısına ait olan kısmını bile tamamlamamıştır. Daha sonra bu kişiye Allah’ın katından bir taht verilecektir. 21. basamakta ruh, Allah’a ulaşır ve Allah’a ulaştığı zaman Allah’ın Zat’ında yok olur. Burası 22. basamaktır. Sonra bu muhtevada kişiye bir taht verilir, Allah’ın huzurunda bir tahta sahip olur. Yunus’un tabiriyle lâmekâna kavm olur. Mekânsızlığa kavm olur; oranın ahalisinden olur. Bu âleme göre mekânsızlık; orası fizik değildir. Ama Allah’ın mekânında Allah’a devamlı ibadet söz konusudur. Günde 7 vakit namaz orada da kılınır. Devrin imamı Allah’ın huzurunda o namazı kıldırandır.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bu noktadan sonra ne olur? Daha çok zikrini arttıran kişi ne zaman zikrini günün yarısından öteye ulaştırabilirse, her gün 12 saatten fazla zikreder bir hale gelirse, işte bu nokta sevgili kardeşlerim, o kişinin yeni bir noktaya ulaşmasıdır. Buna “züht” denir. Böyle bir insan zikrini günün yarısından öteye taşıyan insan, zikirsizliğe karşı zahid olmuştur. Zühd makamının sahibi olmuştur. İşte bu makamının sahipleri günün yarısından daha çok Allah’ı zikrettikleri için dünyaya karşı değil; Allah’a karşı bir yönelmenin ağırlığı, Allah’la ilişkilere vermenin başarısı içindedirler. 12 saatten fazla her gün zikreden kişi zahid olur. Yani o kişi Allahû Tealâ’ya O’nu ne kadar sevdiğini her gün günün yarısından daha fazla bir (12 saat) saatle Allah’la meşgul olarak, Allah’ı zikrederek ispat eder ve dünyaya ayırdığı zamanın daha fazlasını Allah’a ayırır. Aslında sevgili kardeşlerim, zikrin bu noktasında da zikr-i daimde de kişi bütün işlerini yapar, konuşmalarını yapar. Ama kalbi devamlı zikretmektedir, kalbindeki sesi o kişi de her an hissetmektedir, duymaktadır. Sistem artık günün yarısını aşmıştır. Kişi elindeki zikir tesbihi ile 12 saatten daha fazla zikir yapar.

Ulûl’elbab makamını yakalamak, ulûl’elbaba ulaşmak; hayır, bu noktada böyle bir olay söz konusu değildir. Burada kişi sadece zahit olmuştur, daha fizik vücudunu bile Allah’a teslim etmemiştir. Nitekim buradaki nefsin kalbindeki nurlar % 70’e ulaşır, 70’i burada aşar. Kişi zahit olduğu taktirde nefsinin kalbindeki nurlar % 70’i aşabilir. Yoksa % 70’e zahit olana kadar o kişi ulaşamaz, nefsinin kalbi % 70 nura ulaşamaz.

Bundan sonra ne olur? Zahit olan kişi zikrini daha da arttıracaktır. Öyle bir noktaya gelecektir ki nefsinin kalbindeki nurlar, %80’i de aşacaktır. İşte aştığı noktada yeni bir teslim söz konusudur. O kişi fizik vücudunu Allahû Tealâ’ya teslim etmiştir. Sonra sahâbe aklımıza geliyor. Sahâbe Allah’a ulaşmayı dilediler mi? Evet. Mürşidlerine ulaştılar mı? Evet. Tâbî oldular mı? Evet. 3.sü ruhlarını Allah’a ulaştırdılar mı, teslim ettiler mi? Evet. Fizik vücutlarını Allah’a teslim ettiler mi? Evet. Bu fizik vücudun tesliminden sonraki merhale daimî zikirdir. Daimî zikre ulaşan kişi ulûl’elbab olmuştur. Lübb’lerin sahiplerinden birisi olmuştur.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah bütün insanları sever. Az sevdiğinden çok sevdiğine doğru bir merhaleler dizisi bütün insanları muhtevasına alır.  Herkes bu gayretin içindedir. Allah’a doğru yola çıkanlar, daha Allah’a yeni ulaşmayı dileyenlerden başlayın da ulûl’elbab olan, muhlis olan ve salih olan kullarına kadar bu denge devam eder.

İşte ulûl’elbab olan kişi, ulûl’elbab makamına geldi; söylediğimiz 7 özelliğin sahibi.  Allahû Tealâ ulûl’elbab makamına ulaşmış olan kişiye yerlerin melekûtunu gösterir. 7 tane yerler; yani 7 kat cehennem her biri kişiye gösterilir. Bu gösterilen muhtevaya dikkatle bakın sevgili kardeşlerim. O gördüğü korkunç şeylerden kişinin tüyleri ürperir. Allahû Tealâ’ya nasıl hamdedeceğini nasıl şükredeceğini şaşırır, büyük bir hamd ve şükrün içine girer. Allahû Tealâ’ya hamdeder şükreder; en üst kademede bir hamd ve şükür bu kişinin muhtevasındadır artık. İşte ulûl’elbab olmak, bu noktada kişiye o saydığımız 7 tane özelliği kazandırır. Bütün sahâbe ulûl’elbab olmak şerefine ermiştir. Allahû Tealâ Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesinde sahâbe için diyor ki:

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).

Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).


“Onlar, sözü dinlerler ve sözün ahsen olanına tâbî olurlar.”

Sözün ahsen olanı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in söylediğidir; iki sebepten:

1- O ne zaman konuşursa, sahâbeye kalbinde yazılı olan Kur’ân-ı Kerim’i anlatır. Kur’ân-ı Kerim ahsen olduğu cihetle sözleri ahsendir; sahâbe ona tabî olur.
2- Peygamber Efendimiz (S.A.V), konuştuğu zaman gene ahseni ifade edecektir. O Allah’ın nebî resûlüdür, son nebîdir, son peygamberdir, peygamber resûldür. Kalbine yazılı olan Kur’ân-ı Kerim’i, ister Kur’ân-ı Kerim olarak okusun, isterse Allah’ın o sırada kendisine söylettiklerini söylesin, onlar da Allahû Tealâ tarafından söyletildiği için gene ahsendir.

Öyleyse böyle bir dizaynda konunun sonrasına bakalım. Allahû Tealâ: “Onlar, hidayete erdiler. Sözün ahsen olanına tâbî olurlar, onlar hidayete erdiler.” diyor. Bir şey daha söylüyor: “Ve ulûl’elbab oldular.” diyor. Bütün sahâbe ulûl’elbab olmak şerefine ermiş sevgili kardeşlerim.

Allahû Tealâ’nın bu dizaynı içersinde, bu hedefe ulaşmak herkes için mümkün müdür? Herkes için mümkündür. Kim Allah’a has kul olmak istiyorsa, has kul olabilmek; daimî zikrin sahibi olmakla mümkündür. Ulûl’elbab olmakla mümkündür ve ulûl’elbab kademesi daimî zikrin 1. kademesidir, ilk kademesidir. Daha ötede ihlâs var, daha ötede salâh makamı var.

Ulûl’elbab makamındaki kişi Allahû Tealâ’ya neyini teslim etmiştir?

1- Ruhunu teslim etmiştir.
2- Fizik vücudunu teslim etmiştir.
3- Nefsini de teslim etmiştir.

Peki, ulûl’elbab makamındaki kişinin teslim etmediği şeyi iradesidir. Salâh makamının 5. kademesinde iradesini teslim edecektir. Öyleyse sevgili kardeşlerim, ulûl’elbab olmak; Allah’ın bir büyük dizaynına sahip olmaktır. Ulûl’elbab makamında gök katları görülmez ama yer katlarının, cehennem katlarının hepsi gösterilir. Bir şey daha ilâve edilir, devrin imamının dergâhı gösterilir. Devrin imamının dergâhındaki altın kapı gösterilir, oradaki işlevler gösterilir. 10’arlık insan ruhları sıralaması gösterilir, herkesin önündeki Kur’ân-ı Kerim gösterilir. 10’arlık sıraların bütün sahipleri önlerindeki rahlelerde bir Kur’ân-ı Kerim’in sahibidirler. Yani? Yani göklere yükselecek olan bu ruhlar, mutlaka Kur’ân-ı Kerim öğretisinden geçiyorlar. Mutlak olarak Allahû Tealâ onlara Kur’an-ı Kerim’in öğretilmesini emreder. Öyleyse orada onlara Kur’ân-ı Kerim’in ruhu öğretilir.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki ulûl’elbab makamını sizlere anlatmayı Allahû Tealâ bize nasip kıldı. Allahû Tealâ’nın hepinizi ulûl’elbab makamına, ihlâs makamına ve salâh makamına ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım. Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali M İ H R