}
Sevgi, Mutluluğun Kapısıdır 07.01.2006
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 109858

SOHBETİN ADI: SEVGİ
TARİHİ: 07.01.2006


Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz; sevgiden bahsetmek üzere. Bu akşamki konumuz; sevgi.

Sevgili kardeşlerim! Hepinizin mutlu olması, Allah’ın temel dileğidir. Ama mutluluğun da temelinde sevgi vardır. Nefsinizin afetlerindeki nefret müessesesinin karşılığı, sevgidir. İnsanlar birbirlerine karşı hissiz olabilirler, birbirlerinden nefret edebilirler, birbirlerini sevebilirler. Birbirlerine karşı hissiz olmaları, ilgisiz olmaları ve nefret etmeleri, insanların mutsuzluklarının farklı sebepleridir. Nefret, mutsuzluğun temelindeki faktördür. Nefsinizin nefret afeti, her fırsatta devreye girmeye hazırdır. Kim size ters bir muamelede bulunmuşsa, kim size bir kötü davranış sergilemişse, o kişiyi sevmekte bir azalma noktasına ulaşabilirsiniz. Sevginizin azalması söz konusu olabilir. Ama nefret, uçtaki bir müessesedir.

Sevgisizlikler üst üste yığılır, sevgi giderek yok olur. Eğer ilişkiler düzelmez de daha kötüye doğru yol alırsa, o zaman sevginin bulunması lâzımgelen yerde nefretin kol gezdiğini görürsünüz.

Nefret, hiçbirinizde mevcut olmaması lâzımgelen bir duygudur. Onu nefsinizin kalbinden söküp atmanız söz konusu olur. Çözüm sadece budur. Nefret kendi kendine gitmez. Onu yok edecek olan vasıta, zikirdir. Zikirle nefsinizin bütün afetleri adım adım azalır. Öyle ki ruhunuz Allah’a ulaştığında, nefsinizdeki nefret afeti, düşmanlık afeti, kin afeti %51 nispetinde azalmış olur. Bunu herkes kolayca gerçekleştirebilir. Yolu da Allah’a ulaşmayı dilemekten geçer. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, o kişinin zikri sevmediğini düşünsek bile Allahû Tealâ ona mutlaka zikri sevdirecektir, o kişiyi daha güzele sevk edecektir.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah ile olan ilişkilerinizde, Allah’ın temel hedefinin sizin mutluluğunuz olduğunu sakın unutmayın. Sadece bir tek şey ister: Sizi mutlu kılmak. Bunun için her şeyi bu kadar kolaylaştırmış. Neyi kolaylaştırmış? Allah’a ruhunuzun ulaşmasını kolaylaştırmış; böyle bir olay nefs tezkiyesiyle mümkün olacağı cihetle. Nefsinizin tezkiyesi ise tezkiye olduğu anda afetlerin %51’ini yok ederek tahakkuk eder.

Öyleyse Allah’a sonsuz hamd eder şükrederiz ki Allahû Tealâ bize bu kadar büyük kolaylıklar sağlamış. Sadece bir dilekle, bir insanın Allah’a ulaşmayı dilemesiyle, Allah o kişinin ruhunun Kendisine ulaşmasını temin eder ve bunu garanti eder. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onun ruhunu mutlaka Kendisine ulaştırır.  

Allahû Tealâ’nın dizaynında nefretin yeri yoktur. Şeytanın elindeki, insanları mutsuzluğa ulaştıracak olan temel vasıtalardan biridir nefret. Allah ise her hâlükârda en büyük oranda sevgiyi öngörür. Herkesin birbirini sevmesi, Allah’ın temel hedefidir.

Allah’ı sevmek dediğiniz zaman, bunun mânâsı başka insanları da sevmektir. Allah’ı seven başkalarını da sever. Başka insanları seven, onlar hangi dizaynda olursa olsun, başka insanları seven bir insan Allahû Tealâ tarafından sevilir. Öyleyse sevmenizin karşılığını alırsınız Allahû Tealâ’dan. Öyleyse hepiniz için sevgi asıldır.
 
İstemez misiniz sevgili kardeşlerim mutlu olmayı? Kim istemez ki? Hepiniz mutlu olmayı istersiniz. Eğer istiyorsanız, nefreti mutlaka yok etmelisiniz. Nefret nefsinizin kalbinde bir umacı gibi durduğu sürece, sizi mutluluk hedefine ulaştırmamanın en sağlam faktörüne sahiptir. Nefrete hayatınızda yer vermeyin sevgili kardeşlerim. Nefret, şeytanın en çok bel bağladığı temel unsurdur. Nefretle, şeytan insanları birbirine düşman eder.

Allahû Tealâ biz insanları sever mi? O kadar çok sever ki bir hiç karşılığında, sadece bir tek dilek karşılığında, hepinizi Allah’a ulaştırmaya hazırdır. Hepinizin ruhunu hayatta iken Allah’a ulaştırmaya hazırdır. Ne karşılığı? Sadece bir dilek karşılığı. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz. Allahû Tealâ’nın sözü A’ya B’ye değil, herkesedir. Herkes bu standardın içindedir. Allah’a ulaşmayı dileyen, mutlaka Allah tarafından Kendisine ulaştırılır.

Sevginin azalması veya çoğalması, nefsinizin kalbindeki afetlerin çoğalması veya azalmasına bağlıdır. Nefsinizin kalbindeki afetler çoğalırsa sevginiz azalır, nefsinizin kalbindeki afetler azalırsa sevginiz çoğalır. Öyleyse bir insanın sevmesi, daha çok sevmesi, daha çok sevmesi, nefs tezkiyesi ve tasfiyesiyle gerçekleşen bir müessesedir.

Bir insan Allah’a ulaşmayı diledikten sonra zikir yaparsa, başlangıçta o zikrin ona bir faydası olmaz. Ne zamana kadar olmaz? Ta ki o kişi mürşidine ulaşsın da tâbiiyetini gerçekleştirsin. Gerçekleştirirse ne olur? Tâbiiyetini gerçekleştirirse, o noktadan itibaren zikir yaptığında “Allah, Allah, Allah, Allah…” diye sesli zikir yaptığında veya sessiz zikir yaptığında o kişinin göğsüne Allahû Tealâ’nın katından salâvâtla rahmet, salâvâtla fazl isminde iki grup nur iner. Allahû Tealâ diyor ki Bakara-156 ve 157’de:

2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).

Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.

2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).

İşte onlar (dünya hayatında Allah’a mutlaka döneceklerinden emin olanlar) ki Rab’lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, onlar hidayete ermiş olanlardır.


“Onlar kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman derler ki: ‘İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn: Biz şüphesiz ki muhakkak ki Allah içiniz (yani Allah için yaratıldık.) ve mutlaka Allah’a döneceğiz (mutlaka ruhumuzu Allah’a ulaştıracağız.”

Buradaki rücû etmek, Allah’ın Zat’ına geri dönmek. Fizik vücudumuzun geri dönmesi diye bir şey söz konusu değildir. Fizik vücudumuz öldüğümüz zaman mezara girecektir. Kıyâmet günü Allah’ın huzurunda fizik vücutlarımızla toplanacağız ama Allah’ın Zat’ında hiçbir zaman olmayacak fizik vücutlarımız. Ama ruhumuz Allah’ın ruhudur, Allah’tan gelmiştir, hepimize emanet olarak verilmiştir. Secde Suresinin 9. âyet-i kerimesinde: “Ve nefeha fîhi min rûhihî: Ona ruhumuzdan üfürdük, insana ruhumuzdan üfürdük.” diyor Allahû Tealâ.

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel efidete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).

Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.


İşte Allahû Tealâ’nın dizayn ettiği o müessesedir ki; %100 afetlerle dolu olan nefsimize karşı dengeyi sağlıyor. Nefsimiz geceyi, karanlıkları temsil ediyor. Ruhumuz gündüzü, nuru, aydınlıkları temsil ediyor. Ruhumuz tekâmülün zirvesinde yaratılmıştır. Değişikliğe ihtiyacı yoktur. Bütün hasletler ruhumuzda toplanmıştır. %100 hasletlerle doludur. Bu sebeple ruhumuzda bir değişik olması söz konusu değildir. Kaldı ki ruhumuz zaten mutlaka Allah’a geri dönecektir, bizi mutlaka terk edecektir. Nefsimizle baş başa kalacağız. Geleceğimizi tayin eden, mutluluğumuzu veya mutsuzluğumuzu oluşturacak olan faktör ruhumuz değildir.

Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişinin ruhu vücudundan mutlaka ayrılır. Ne zaman ayrılır? Bu kişi mürşidine tâbî olduğu zaman. Ne olur tâbî olursa? Tâbî olursa, ihsanla tâbî olduysa yani Allah’a ulaşmayı dileyerek Allah’ın tayin ettiği bir mürşide ulaşmışsa, devrin imamının ruhu o kişinin başının üzerine gelir ve o kişinin ruhuna der ki: “Senin Allah’a mülâki olma günün (yevm’et talâkin; yevm; gün, talâk; mülâki olmanın bu cümledeki ifadesi), zamanın geldi. Vücudu terk et.” diyor devrin imamının ruhu o kişinin ruhuna. Ruh vücudu terk ediyor, Allah’a doğru bir yolculuğa çıkıyor. Evvelâ tâbî olduğu kişinin dergâhında kalıyor kısa bir süre. Oradan ana dergâha ulaşıyor, oradan da Allah’a doğru seyr-i sülûk adlı bir yolculuğa çıkıyor diğer ruhlarla beraber.

Öyleyse ruh bizde kalmaz. Ruhla nefs mücâdelesi, biz ruhumuzu Allah’a ulaştırmayı dilemediğimiz sürece vardır. Hayatımız devamlı huzursuz bir standart içinde devam eder. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah ile olan ilişkilerimizde güzellikleri vücuda getiren faktör, nefsimizin afetlerinin yok olmasıdır. Ruh herkeste başlangıçta vardır, dengeyi sağlamak için vardır. Yarısı gündüz, yarısı gece olan bir kalbin sahibi olur insanlar. Ruhun kalbi pırıl pırıl aydınlığı, nefsin kalbi ise %100 karanlığı temsil eder. Geceyle gündüz birliktedir. Tam yarı yarıya…

Allah’a ulaşmayı dilediğimiz zaman, ruhumuz vücudumuzu terk eder. Geriye kalan, nefsimizin kalbidir. %100 kapkaranlık bir nefs kalbini, Allahû Tealâ çok kısa bir sürede, %50’den fazla nurlu hale getirmeye hazırdır. Yeter ki kişi Allah’a ulaşmayı dilesin. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onu mutlaka Kendisine ulaştırır. Kişi mürşidine ulaştığı anda ruh, vücudu terk eder. O noktadan itibaren vücutta mutluluk dengesini sağlayacak olan şey, insanın nefsidir. Ve de kişinin yaptığı zikre paralel olarak Allah’ın katından gelen önce %2 rahmet, sonra devamlı artan bir fazıllar grubu (fazl nurları), kişinin zikrine paralel olarak o kişinin göğsüne, göğsünden de kalbine ulaşır.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; herkes için mutluluğu yaşamak mümkündür. Nefsimizin kalbindeki afetleri temizlemek yoluyla… Nefsimizin kalbine gelen %2 rahmet nurundan sonra, nefsimizin kalbi fazıllarla aydınlanmaya, nurlanmaya başlar. İşte sevginin büyümesi, bu standartlarda gerçekleşir. Nefsimizin kalbinde her %7 fazl birikimi tahakkuk ettikçe, nefret afetimiz, düşmanlık afetimiz, kin afetimiz her birisi %7 oranında azalacaktır. Haset afetimiz azalacaktır, öfke afetimiz azalacaktır. Negatif bütün faktörlerde azalma olacaktır. Negatif faktörlerin, bizi huzursuzluğa sevk eden faktörlerin azalması ise nefsinizin kalbinde fazıllar artacağı için bizi mutluluğa ulaştıracak faktörlerin çoğalmasını da beraberinde getirir. %7, nefsimizin kalbindeki afetler azaldığı zaman aynı zamanda %7 de nefsimizin kalbindeki afetlerin azalması sebebiyle mutluluğun yaşanması söz konusudur.

Sevgili kardeşlerim! Mürşidimize ulaştığımız anda ruhumuz vücudumuzu terk eder. Ortada sadece afetleriyle dolu olan nefsimiz kalmıştır. Onu terbiye etmek, tezkiye etmekle mükellefiz. Bütün afetlerde birden aynı hüviyette azalma söz konusu olur. Allah ismini zikrettiğimiz sürece devamlı afetler aynı oranda azalacaktır.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Mademki Allahû Tealâ bizden mutlu olmamızı istiyor, mademki mutlu olmak herkes için mümkün, neden insanlar bunu tatbik etmiyorlar? Çünkü Allah’ın kanunlarını bilmiyorlar. Her peygamber zamanında, Allah’ın kanunları bir defa daha öğretilmiş insanlara. O insanlar nefs tezkiyesini de tasfiyesini de yaşamışlar. Yani mutluluğun yarısını da bütününü de yaşamışlar. Her devirde mutlaka bunlar insanlara öğretilmiş sevgili kardeşlerim. Ama aradan geçen asırlar boyunca, insanlar tedrici bir şekilde, yavaş yavaş, adım adım hedeflerini kaybetmişler. Yapmaları lâzımgelen nefs tezkiyesini oluşturacak olan zikir müessesesi unutulmuş. İşte İslâm’da da böyle olmuş. Namaz kılmak farz, oruç tutmak farz, zekât vermek farz, hacca gitmek farz, kelime-i şahadet getirmek farz. Fakat zikir, Kur’ân-ı Kerim’de farz olmasına rağmen farzların arasından çıkmış.

Farz mıdır zikir? Tabiî farzdır. Allahû Tealâ diyor ki:

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.


“Allah’ın ismiyle zikret. Her şeyden kesilerek Allah’a dön.”  

Ara sıra zikretmek, görüyorsunuz ki farz. Hangi âyette bir emir Allahû Tealâ tarafından söylenmişse, o emir farz hükmünde olur. Mutlaka yerine getirilmesi lâzımgelen bir hüküm doğurur. Bu sebeple Allahû Tealâ’yı zikretmek, Muzemmil Suresinin 8. âyet-i kerimesine göre farzdır.

Peki, günün yarısından daha fazla zikretmek farz mıdır? Elbette farzdır. Allahû Tealâ  buyuruyor ki:

33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhâllezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).

Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.


“Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle zikredin. Allah’ı öyle zikredin ki bu zikir, çok zikir olsun.”

Daha ötesi var mı? Elbette daha ötesi de var: Daimî zikir:

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).

Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.


“Namazınızı eda ettiğiniz zaman ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikredin.”

Daimî zikir de Allahû Tealâ tarafından farz kılınmış. Öyleyse mutluluğun temel faktörleri zaten üzerimize Allahû Tealâ tarafından farz kılınmış. Zikir bize ne sağlayacak? Nefsimizin kalbine Allah’ın rahmetinin, fazlının, salâvâtının yani nurlarının girmesini sağlayacak. Girmesini ve nefsimizin kalbinde kalıcı olmasını sağlayacak. İşte böyle bir dizayn söz konusu. Hepiniz için Allah’ın güzelliklerini yaşamak söz konusu.

Allah’ın hepinizden sadece mutlu olmanızı istediğini sakın unutmayın. O, yalnız bunu ister. Herkesin, kim olursa olsun herkesin, bütün insanların, bütün cinlerin, bütün yarattığı mahlûkatın mutlu olmasını ister. Ama insanlar, cinler, kendilerine verilmiş serbest irade sebebiyle seçimlerini kendileri yaparlar. Yani dilediklerini yaptıkları için ve mutluluğun sırlarını bilmedikleri için insanların büyük bir çoğunluğu hep mutsuzdur. Mutsuz, huzursuz bir toplumda, insanların birbirini rahatsız edici davranışları hep devam etmektedir.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Etrafınızdaki insanları sevebilmeniz için, nefsinizin kalbindeki sevgi faktörünün kalbinizi kaplamış olması lâzım. Öfkeyi, kini, nefreti, düşmanlığı, haseti Allahû Tealâ’nın kalbinizden alması söz konusu. Bütün afetler aynı oranda azalacağı için, hepsinde %51’lik bir azalma, sevgi faktörünün nefsinizin kalbinde 0’dan %51’e ulaşmasıyla mümkündür. Nefsinizin kalbine Allahû Tealâ bütün güzellikleri yerleştirmek için hazırdır. Bunun için sadece Allah’a ulaşmayı dilemek şartıyla zikir yapmanız sizi kurtarabilir.
 
Bir insan düşünelim: Allah’a ulaşmayı dilememiş. Zikir yapıyor; “Allah, Allah, Allah…” diye. Daimî zikre ulaşsa da gece gündüz Allah’ın ismini tekrar etse de onun kalbine bir damla bile Allah’ın nuru ulaşmaz. Nurun ulaşması için Allahû Tealâ şartlar koymuş Kur’ân-ı Kerim’e: Kişi Allah’a ulaşmayı dileyecek. Dilemiyor. Dilemiyorsa nurların gelmesi de mümkün değil.

Aletler yapmış insanlar, onlara konuşuyorsunuz. Konuştuğunuz, aletin içinde kalıyor ve tekrar ediyor. Allah’ın zikrini okuduğunuz bir alet “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah, Allah” diye tekrar ediyor. O alete Allah’ın rahmeti ve salâvâtı gelmez. Bir insan Allah’a ulaşmayı dilemiyor ama zikrediyor, o kişinin kalbine de Allah’ın nuru gelmez. Göğsüne de gelmez. Göğsünü aşacak, göğsündeki yarıktan geçerek kalbine ulaşacak. Ne göğsüne gelir ne de onu aşarak kalbine ulaşabilir. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişinin kalbinin içine, mürşidine ulaştığı zaman Allahû Tealâ îmân kelimesini yazar. O zaman Allahû Tealâ’dan gelecek olan salâvât, rahmet ve fazl ki yalnız zikirle gelir. Bu noktadan sonra kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesi, ondan sonra Allahû Tealâ’nın o kişiye tecelli edip o kişi kör, sağır ve dilsizken, onu gören, işiten ve idrak eden bir kişi haline getirdikten sonra, o kişinin mürşidine ulaşması gerçekleşince böyle bir insan Allah’a ulaşmayı dileyip de, Allah’ın kör, sağır ve dilsizken bu kişiyi gören, işiten ve bilen haline getirmesinden sonra Allah’ın, kalbine nurların girmesi için o kişinin kalbine ulaşması, kalbini Allah’a çevirmesi, göğsünü yararak göğsünden kalbine bir nur yolu açması, hep Allah’ın nurlarının kalbe girerek kişinin kalbindeki nefreti, kini, öfkeyi, düşmanlığı, haseti alması içindir.  

Sevgili kardeşlerim! Eğer sevmeyi başarırsanız, insanlarla olan bütün problemlerinizin çözüldüğünü göreceksiniz. İnsanlar sizin için sevilen mahlûklar olacak, onları seveceksiniz. Ne kadar severseniz o kadar sevilirsiniz ve sevilen bir kişi olursunuz. Sevgi, sevgiyi çeker. Eğer severseniz, mutlu olursunuz. Allah’ı seven, Allahû Tealâ tarafından o sevgisinin binlerce katı sevgiyle sevilir. Siz Allah’ı severseniz, Allah da sizi mutlaka sever sevgili kardeşlerim.

Öyleyse Allah ile olan ilişkilerinizde birinci faktör, sevgi faktörü. Onunla kalbinize nurlar girecek, nurlar girdikçe sevginin karşısında yer alan bütün faktörler eriyecek, eriyecek, eriyecek… Kalbinize giren nurlar sevgiyi arttıracak, arttıracak... Bütün pozitif alandaki hasletleri arttıracak. Faziletler adıyla nefsinizin kalbine ulaşan nurlar, nefsinizin kalbini sevgi istikametinde geliştirecek. Her geçen gün daha çok seven ve daha çok mutlu olan bir insan olacaksınız.

Sevdikçe, insanlarla aranızda düşmanlığın önce azalması sonra da tamamen yok olması söz konusudur. Nefret yoksa, düşmanlık yoksa, haset yoksa o zaman mutluluk vardır. Bu mutluluğu bütün boyutlarıyla yaşamanız söz konusudur.

İşte Allahû Tealâ hepinizi Kur’ân-ı Kerim’le mutluluğa davet ediyor. Mutluluğu hepinizin yaşamasını istiyor Allahû Tealâ. Hepiniz mutlu olun sevgili kardeşlerim. Bunun için de en büyük faktör sevmektir. Özellikle vakfımızın değerli mensupları, International Mihr Foundation (Uluslararası Mihr Vakfı)’nın değerli mensupları, Nur TV’yi izleyen bütün insanlık… Her geçen gün izleyenlerin sayısı çok hızlı bir şekilde büyüyor sevgili kardeşlerim. Bu da bizi büyük bir huzura, mutluluğa ulaştırıyor. Dinleniyoruz. Herkes, Allah’ın bize öğrettiklerini öğreniyor. Sevmeye başlıyor insanlar birbirini. Mutluluk hızla tüm dünyaya yayılıyor. İşte bize yaşama sevinci veren ve bu suretle büyük ölçüde artan bir hüviyette mutlu eden husus budur. Devamlı daha çok kişi tarafından izleniyoruz. Herkes birbirine Nur TV’den bahsediyor sevgili kardeşlerim. “Orada çocukların Nur Dedesi var. Nur Dede konuşuyor.” diyorlar. Biz bütün torunlarımızın Nur Dedesiyiz.

Sevgili kardeşlerim! Her şey çok mu güzel yoksa bize mi öyle geliyor, ne diyorsunuz? Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ediyor ve şükrediyoruz ki; Yüce Rabbimiz bize, bu sizlere anlattığımız ilmi öğretti. O günden sonra, Allah’ın bize bu görevi vermesinden sonra, sadece bütün insanları mutlu etmek için yaşar olduk. Öyle olunca da başka insanların mutluluğundan en çok mutluluk duyan biz oluyoruz.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir zikir sohbetini burada tamamlıyoruz. Konumuz sevgi idi. Hepiniz birbirinizi çok ama çok sevin dualarımızla, dileklerimizle, sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz sevgili kardeşlerim. Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali  M İ H R