TARİHİ: 28.01.2006
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde sizlerle birlikteyiz. Konumuz: Allah’a davet.
İşte Allahû Tealâ’nın üzerinize verdiği en büyük, en üst seviye vazife budur: Bütün insanları, Allah’a davet etmek. O insanlar ki Allah’a erişilmez zannediyorlar. “Hiç bir insanın ruhunun, Allah’a geri dönmesi söz konusu olabilir mi? Hafazanallah, ruh vücuttan ayrılınca insan derhal ölür. Çünkü insana hayat veren ruhtur.” diyorlar. Bu büyük bir yanlışlıktır. İnsana hayat veren ruh değildir. İnsana hayat veren, Allah’tır. Allahû Tealâ diyor ki: “Yaratan Biziz, öldüren de Biziz.” Allahû Tealâ bütün insanları yaratmıştır ve insanların mutluluğa ulaşmasını istiyor. Allah’ın hepinizden bir tek istediği var; sadece ve sadece sizin hepinizin, ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dilemeniz. Dilemeniz, ulaştırmanız demektir. Çünkü kim Allah’a ulaşmayı dilerse; o kişinin ruhunu Allah Kendisine ulaştırır.
Sevgili kardeşlerim! Hepiniz bir hidayet davetçisi olmalısınız. İnsanları, ruhlarını Allah’a ulaştırmayı dilemeye davet etmelisiniz. Ruhlarını Allah’a ulaştırmaya davet etmelisiniz. İki davet de birbirinin aynıdır; biri başlangıcıdır, biri sonucudur. Ama başlangıç, sonucu mutlaka kapsar. Peygamber Efendimiz (S.A.V) diyor ki: “Hanginiz cennete gitmeyi istiyorsunuz?” “Hepimiz. Ne yapmamız lâzım?” diyor sahâbe. “Allah’a ulaşmayı dileyin. Allah’a yönelin. Allah’ın davetine icabet edin.” diyor.
Allah’ın daveti mutluluk davetidir. Allahû Tealâ, mutluluğunuzdan başka hiçbir şey istemez. Öyleyse hepiniz Allah’a ulaşmayı dilemelisiniz ve de sizler, Mihr Vakfı’nın değerli mensupları, sizler hepiniz Allah’a ulaşmayı dilediniz, hepiniz ulaştınız. Ama insanlar henüz hakikatleri bilmiyorlar. Onların o bilmedikleri hakikatlere onları ulaştırmalısınız. Ve Allahû Tealâ’nın bu konudaki dizaynını onlara anlatmalısınız. Allah’a ulaşmaya onları davet etmelisiniz. Sizin geçtiğiniz merhalelerden onların da geçmesi söz konusu olmalı, mümkün olmalı.
Bütün insanların hayatlarına baktığımız zaman, çok güzel şeylerin mümkün olabileceğini görürüz. Ama insanlar bu güzelliklerin farkına kendi kendilerine varamazlar. Çünkü onlara öğretilen ilim bu babı, bu safhayı kapsamıyor. Onlar dîn öğrendiler, ilim öğrendiler ama öğrendikleri dîn, öğrendikleri dîn ilimi, Allah’a ulaşmaya daveti kapsamıyor. Allah’a ulaşmayı dilemeyi de kapsamıyor. Mürşide ulaşmayı kapsamıyor. Ruhu Allah’a ulaştırmayı kapsamıyor. Fizik vücudu Allah’a teslim etmeyi kapsamıyor. Nefsi Allah’a teslim etmeyi kapsamıyor. İrşad olmayı kapsamıyor ve iradeyi Allah’a teslim etmeyi kapsamıyor. Yani Kur’ân’ın bütün temel faktörleri, 14 asır evvel sahâbe ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından bütünüyle tatbik edilmesine rağmen, 14 asır sonra bugün insanlar bu ilmi tamamen unutmuş durumdalar. Kur’ân’ın temel emirlerini tamamen unutmuş durumdalar. Neden davet üzerinize farz? Bunun için farz. İnsanlar Allah’ın bu temel emirlerini bütünüyle unutmuşlar.
Bundan 14 asır evvel, bütün farzları sahâbe biliyordu ve hepsi, farzların hepsini yerine getirdiler. Öyleyse 1. farz; Allah’a ulaşmayı dilemek. Farz mı? Allahû Tealâ şöyle diyor:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
Allahû Tealâ: “Rabbinize dönün ve O’na teslim olun, üzerinize azap gelmeden önce. Rabbinize ulaşmayı dileyin.” diyor ve “Rabbinize teslim olun.” Yani ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi Allah’a teslim edin. Ama “enîbû” diyor, “O’na ulaşmayı dileyin.” diyor.
Rûm Suresi 31. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ’nın ifadesi şöyle:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
“O’na, Allah’a yönel, Allah’a ulaşmayı dile.”
Allah’a yönelmek, Allah’a ulaşmayı yani ruhunu Allah’a ulaştırmayı dilemek ve sadece dileyerek takva sahibi olabiliyoruz.
Allahû Tealâ: “Ve böylece takva sahibi ol. Ve müşriklerden olma.” diyor.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Allahû Tealâ: “O müşriklerden olma ki onlar, fırkalara ayrılmışlardır. Her biri ayrı ayrı hizipler oluşturmuşlardır. Her hizip, kendi elindekiyle ferahlanır.” diyor.
İşte Allahû Tealâ’nın dizaynı içerisinde en güzele ulaşmak o standartlar içinde geçerli. Allah’a ulaşmayı dilemek yoksa insanlar takva sahibi olamazlar, gidecekleri yer de cehennemdir.
Öyleyse Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insanın durumu nedir? Durumu evvelâ bu âyetten anlıyoruz ki (Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesinden):
• Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi takva sahibi değildir.
• Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi şirktedir, fırkalara ayrılmış durumdadır, tek fırkanın içinde olanlardan birisi değildir. O tek fırkanın dışındaki herhangi bir fırkada olan, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin fırkasında olan birisidir.
• Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi, Allah’ın âyetlerinden gâfildir ve gideceği yer cehennemdir.
Gerçekten öyle mi? Bakıyoruz duruma. Allahû Tealâ Yûnus Suresinin 7. ve 8. âyetlerinde diyor ki:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Allahû Tealâ diyor ki: “Onlar ki muhakkak surette Bize (yani Allah’a) mülâki olmayı dilemezler. Onlar dünya hayatından razıdırlar, dünya hayatıyla mutmain olurlar. Onlar Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır.” Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse; onlar Allah’ın âyetlerinden gâfil olanlardır. “Onların gidecekleri yer, kazandıkları dereceleri itibarıyla ateştir.” diyor.
Konu, bu kadar önemli. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişi, mutlaka cehenneme gidecek ve o insanlar bu kültürü almadıkları için, eksik dîn kültürü ile mücehhez oldukları için, Allah’a ulaşmayı dilemeyeceklerdir. Dilemezlerse, gidecekleri yer cehennem olacaktır. Bu dünyada Allah’ın âyetlerinden gâfil olarak, habersiz olarak yaşayacaklardır. İşte onların cehenneme gitmelerini önlemek için, gafletten onları kurtarmak için, takva sahibi olmaları için, şirkten kurtulmaları için, onları Allah’a davet etmek mecburiyetindesiniz. “Allah’a ulaşmayı dilemeye davet” demek daha doğru çünkü her şey onunla başlar, Allaha ulaşmayı dilemekle başlar. Dilemeyen kişi mi? Dilemeyen kişi hüsrandadır ve hidayette değildir. İşte Allahû Tealâ Yûnus Suresinin 45. âyet-i kerimesinde diyor ki:
10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yeteârafûne beynehum, kad hasirallezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).
Allahû Tealâ: “Onlar ki Allah’a mülâki olmayı inkâr ederler. Onlar hüsrandadırlar ve hidayette değildirler.” diyor.
Öyleyse bütün insanların, hidayette olmayan insanların, hidayet ehli olmaları, hidayete adım atmaları bir dilekle başlar: Allah’a ulaşmayı dilemekle. Bunun için hepiniz görevlisiniz. O insanları dalâlette bırakmamak için, o insanları hidayete ulaştırmak için, o insanları hüsrandan kurtarmak için hepiniz vazifelisiniz. Bu vazifeyi lâzımgelen biçim ve boyutta mutlaka yerine getirmelisiniz.
Öyleyse her şey çok daha güzel olabilir. Bu nizam içerisinde çalışmalısınız. Sizin öğrenmeniz yetmez, sizin kurtulmanız yetmez; siz başka insanların kurtuluşuna medar olmak üzere bize ulaştınız. Bizim emrimize girdiniz. Allah’ın emrine girdiniz, bizim vasıtamızla. Kurtuldunuz ama onlar bilmiyorlar. Onlara öğretmekle vazifelisiniz. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin dalâlette olduğunu söylemekle başlamıştık işe. Dalâlette o insanlar. Allahû Tealâ açıkça söylüyor: “Allah dilediğini dalâlette bırakır.” Yani dalâlette olan kişiyi, o dalâlet çukurunda bırakır Allahû Tealâ, onunla meşgul olmaz. Ama “Onlardan, bu dalâlette olanlardan her kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onları Kendisine ulaştırır.” diyor.
Öyleyse bütün insanlar dalâlette. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler dalâletten kurtulurlar. Dalâletten kurtulabilenler sadece Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir.
14 asır evvel bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemişler mi? Evvelâ gördük ki; Allah’a ulaşmayı dilemek farz. Bütün sahâbe bu farzı yerine getirmişler mi? Evet hepsi, sahâbe adını verdiklerimiz yani Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olanlar, hepsi Allah’a ulaşmayı dilemişler. Bakalım Zumer Suresi 17. âyet -i kerimesi ne söylüyor?
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Allah’a ulaşmayı dilemek konumuz. Dileyen kişi ne olur?
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
Allahû Tealâ: “Üzerinize azap gelmeden önce Allah’a yönelin, Allah’a ulaşmayı dileyin.” diyor.
Bu dilek mutlaka gerçekleştirilmelidir. Gördük ki dilemeyenlerin gidecekleri yer cehennem. Dilemeyenler dalâlette.
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin amellerinin boşa gideceğini söylüyor. Kehf Suresinin 105. âyet-i kerimesi.
18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
Allahû Tealâ: “Onlar Allah’a mülâki olmayı inkâr ederler. Kim Allah’a mülâki olmayı inkâr ederse ve Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, onların amelleri boşa gider.” diyor.
Öbür taraftan, Allahû Tealâ Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
“Ey âmenû olanlar, Allah’a ulaşmayı dileyenler! Takva sahibi olun. Takva sahibi olun ki; Allah size furkanlar versin ve sizin günahlarınızı örtsün, sonra da günahlarınızı sevaba çevirsin.”
Öyleyse kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onun günahlarını örter. İki tane zıt faktörü karşılaştıralım: Allah’a ulaşmayı dilemiyor kişi, dilemezse amelleri boşa gidiyor. Ömür boyu İslâm’ın 5 şartını yerine getirmiş olsun bu kişi. Ne yazar? Hiçbir şey yazmaz. Ömür boyu Allah’ın bütün emirlerini, İslâm’ın 5 şartını -yani namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek- bu 5 şartı ömür boyu yerine getiren bir insan, eğer Allah’a ulaşmayı dilememişse gideceği yer cehennem. Ama bu son söylediğimiz iki açıdan meseleye bakalım: Eğer bir insan Allah’a ulaşmayı dilemeden ölürse, ömrü boyunca ibadet etmiş olsun, ibadetleri ona hiçbir şey kazandırmaz. Neden? Çünkü amelleri boşa gider. (Kehf Suresinin 105. âyet-i kerimesi). Hiçbir işe yaramaz.
Öbür taraftan eğer bu kişi Allah’a ulaşmayı dilemiş olsaydı, değil amellerinin boşa gitmesi, Allah onun günahlarını örtecekti. “Günahlarını örtecekti.” ne demek? Yani günahlarını örttüğü zaman, bu kişi sevapları günahlarından daha fazla birisi haline gelecekti. Ne olacaktı? Gideceği yer mutlaka Allah’ın cenneti olacaktı. İşte Mu’minun Suresinin 102. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.
Allahû Tealâ: “Kıyâmet günü mizanlar kurulur. Kimin günahları sevaplarından azsa, onlar felâha erenlerdir, kurtuluşa erenlerdir. Gidecekleri yer Allah’ın cennetidir.” diyor. Sonra? Sonra, bir sonraki âyette tersini de söylüyor.
23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
“Kimin de sevapları az, günahları fazlaysa onların da gideceği yer cehennemdir. Onlar hüsranda olanlardır. Ebediyyen cehennemde kalacaklardır.” diyor.
Öyleyse kimin günahları fazla olur, sevapları az olur? Allah kimin üzerinde tesir icra etmişse, onların amelleri boşa gitmişse, işte onlar hüsranda olanlardır. Amelleri boşa gidince ne olur insan? Amellerinden kazandığı bütün dereceler yok olur. Bu kişinin mutlaka günahları söz konusudur. Amellerinin karşılığı sıfır olduğu için günahları sevaplarından mutlaka fazla olan birisidir bu. Gideceği yerse Mu’minun Suresi 103. âyet-i kerimesi gereğince cehennemdir.
Bu kişi Allah’a ulaşmayı dilemiş olsaydı, çok günahkâr olduğunu düşünün; onun bütün günahları örtülecekti. Yani mutlaka sevapları günahlarından fazla olan birisi olacaktı. İşte bu iki vakıadan hareket ettiğiniz zaman, etrafınızdaki o insanların bunların hiçbirinden haberdar olmadığını düşünün. Bilmiyorlar ki Allah’a ulaşmayı dilemezlerse bütün amelleri boşa gidecek. Bilmiyorlar ki Allah’a ulaşmayı dilerlerse günahları örtülecek. İkisi birbirinden o kadar ayrı iki tane faktör ki; birisi hayat, birisi ölüm. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenlerin cennete gireceği, iki ayrı açıdan da kesinleşmiyor mu? Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, onun günahlarını örtüyor Allahû Tealâ. Örtüyorsa, sevapları mutlaka günahlarından fazla. Onun gideceği yer Allah’ın cenneti.
Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse, Allahû Tealâ diyor ki: “Onun amelleri boşa gider.” Mutlaka günahları sevaplarından fazla olur ve bu kişinin gideceği yer cehennem olur. Öyleyse Allahû Tealâ’nın indinde, bir insanın bir hedefe ulaşması; Allah’a ulaşmayı dilemesi, Allah’ın büyük bir ni’meti değil mi?
Peki, etrafınızdaki insanlar bunları bilmiyorlarsa, bu anlattıklarımızdan haberdar değillerse -hiçbirinin haberi yok- o zaman gözünüzün önünde onların cehenneme gitmesine rıza mı göstereceksiniz? Unutmayın ki siz görevinizi yapmazsanız, söylemezseniz; onlar bu hakikatleri bilmeden ölecekler. Omuzlarınıza vebal alırsınız sevgili kardeşlerim. Mutlaka etrafınızdaki insanları uyarmalısınız. Ama uyarmaktan uyarmaya da fark var. İnsanlara gidip de ukalâlık ettiğiniz zaman: “Sen bilmiyorsun. Ben biliyorum. Dîninizi benden öğreneceksiniz.” filan gibi sözlerle onlara gittiğinizde hem kalp kırmış olursunuz hem de onların yapacakları varsa da yapmamak istikametinde teçhiz etmiş olursunuz. Oysaki göreviniz; tatlı dille, güler yüzle insanları kurtarmak. Hepiniz bir kurtuluş havarisisiniz. Hepiniz doğruları öğrendiniz ve başka insanlara bu doğruları öğretmekle vazifeli kılındınız, Allahû Tealâ tarafından. Öğrenmenin bir bedeli vardır. Bu bedel, öğrendiğinizi başkalarına öğretmektir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişiler şeytanın kuludurlar. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’ın kulu olurlar.
Peki, bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemiş de Allah’ın kulu olmuş mu, şeytanın kulluğundan kurtulup? Evet, olmuşlar. İşte Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ’nın dizaynı. Allahû Tealâ şöyle söylüyor:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Sahâbeden bahsediyor Allahû Tealâ: “Onlar şeytana, taguta kul iken Allah’a mülâki olmayı dilediler. Onlara müjdeler vardır. Kullarımı müjdele.”
Bütün sahâbe de herkes gibi başlangıçta tagutun kuluymuş. Bütün insanların taguta kul olduğu süre, Allah’a ulaşmayı dilemeden evvelki süredir. Eğer o insan Allah’a ulaşmayı dilerse, dilediği an sahâbe gibi taguta kul olmaktan kurtulur, Allah’a kul olur.
Öyleyse bütün insanların cehennemden kurtulması, şeytana kul olmaktan kurtulması, sahâbenin yaptığını yapması üzerlerine farz değil mi? Farz. Ve insanlar bu hakikatleri bilmiyorlarsa ki; saydıklarımızın, size söylediklerimizin hiçbirini, bugünün dîn öğretisinin sahipleri bilmiyorlar. Onlara bunları söylemezseniz kim kurtaracak onları? Bu hakikatleri bizden öğrenen sizler kurtaracaksınız.
Bu söylediklerimizin hiçbirisinden haberdar olmayan insanlar, bizi bir düşman gibi görüyorlar. Bu nasıl düşman ki; onların kurtuluşu için ömrünü harcamış? İnsanlar kendilerini cehennemden kurtaracak olan eli öpmek yerine ısırmak istiyorlarsa, çok yanlış bir davranış biçimi değil mi bu? Onlara bunu hulusu kalple, sevecenlikle anlatmanız lâzım.
Bize hangi maksatla düşman olduklarını biliyoruz. Sadece şeytanın dostları bize düşmandır. Allah’ın hakikatlerinden haberdar olmadıkları için ve de eksik ve yanlış bir dîn kültürüne sahip oldukları için düşmanca davranışları söz konusu olabilir. Oysaki biz onların kurtulması için hayatımızı vermeye hazırız. Allahû Tealâ bize bu ilmi biz öğrenelim diye öğretmedi, insanlık öğrensin diye öğretti. Çünkü insanlık İslâm’ın indirilişinden 14 asır sonra, bunların hepsini unutmuşlar. İşte insanlara unuttukları bu hakikatleri öğretmekle vazifeli kılındık.
Bu muhtevada unutmayın, her şeye kaadir olan Allah’tır ve bütün insanların kurtuluşa ulaşmasını ister. Allahû Tealâ bunun için yaratmıştır herkesi, cennetine almak için ama seçim hakkı insandadır. Dileyen rüşd yolunu, dileyen gayy yolunu seçer. İşte insanların bir kısmı için Allahû Tealâ’nın söyledikleri. Allahû Tealâ şöyle söylüyor:
7/A'RÂF-146: Se asrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîlâ(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.
7/A'RÂF-147: Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ ve likâil âhirati habitat a’mâluhum, hel yuczevne illâ mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ve onlar ki; âyetlerimizi ve ahirete ulaşmayı (hayatta iken ruhun Allah’a ulaşmasını) tekzip ettiler (yalanladılar) ve onların amelleri, heba oldu (boşa gitti). Onlar, yaptıklarından başka bir şeyle mi cezalandırılır?
Allahû Tealâ diyor ki: “Onlara âyetlerimizin gerçek anlamlarını söylemekten sarf-ı nazar edeceğiz ki; onlar yeryüzünde haksız yere kibirlenenlerdir. Onlar Allah’ın bütün âyetlerini görseler, onlara inanmazlar.” A’raf Suresi 146. âyet-i kerime bu.
“Onlar irşad yolunu gördükleri zaman o yolu kendilerine yol edinmezler. Gayy yolunu gördükleri zaman, o yolu (gayy yolunu) kendilerine yol edinirler. Bunun sebebi, onların Allah’ın âyetlerinden gâfil olmaları ve onun mânâsını bilmemeleridir.
Allah’ın âyetlerinden gâfil olmak... “Allah’ın âyetlerini tekzip etmeleri ve Allah’ın âyetlerinden gâfil olmaları sebebiyledir. Kim Allah’ın âyetlerini tekzip ederse (yalanlarsa) ve ahiret gününü (Allah’a ulaşma gününü) yalanlarsa, onların gidecekleri yer cehennemdir.” diyor Allahû Tealâ. Hatta daha acı bir şey söylüyor Allahû Tealâ: “Onların amelleri boşa gider.” diyor. Gidecekleri yerin mutlak cehennem olması, amellerinin boşa gitmesi… Sevgili kardeşlerim, üzerinizde ağır bir görev var. En çok dîn öğrendiğini zanneden insanlar da ne yazık ki dînlerini bilmiyorlar. Ve Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar ve bu hakikatleri onlara, Allahû Tealâ bize öğrettiği için ve onlara da söylememiz mutlak elzem olduğu için söylediğimiz zaman bize kızıyorlar. Onları küçülttüğümüzü düşünüyorlar. Oysaki biz kimseyi küçültmek için konuşmayız. Onlar bize kızsalar da biz onlara kızmayız. Sadece bütün insanların kurtuluşa ulaşmalarını temin için Allahû Tealâ herkesin unuttuğu bir devrede bize bu hakikatleri öğretti. Hiç kimse bilmiyorsa, bunları sadece biz söylüyorsak ve bütün söylediklerimiz insanları mutlak kurtuluşa ulaştıracak olan, hidayete ulaştıracak olan şeylerse, öyleyse neden sevgili kardeşlerim bunda methaldar olmayasınız. Allah’ın bütün güzellikleri sizler için olsun; bütün insanları Allah’a ulaşmayı dilemeye davet edin. Allah’a ulaşmaya davet etmiş olursunuz ve en az 3. kat cenneti garanti etmelerini sağlamış olursunuz. Dünya mutluluğunun da yarısını onlara hediye etmiş olursunuz.
Bu kadar çok mutluluk verici olay bir arada olur mu? Başka insanların mutluluğu sizin mutluluğunuzun anahtarıdır. Öyleyse görevinizi yapmalısınız. Sakın bu görevinizi yaparken ukalaca tavırlar almayın. Sadece onlara hizmet için bu büyük görevle vazifeli olduğunuzu unutmayın. Onları karşınıza almayın, onların yanında olun.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’ın huzurunda Yüce Rabbimize hamd ediyoruz şükrediyoruz ki bir sohbeti daha Allahû Tealâ tamamlamayı nasip kıldı bize. Hepinizin hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaşmanızı Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz.
İmam İskender Ali M İ H R