}
Mutluluk Sohbeti 28.03.2006
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 109978

SOHBETİN ADI: MUTLULUK SOHBETİ        
TARİHİ: 28.03.2006


Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ’nın huzurunda hepinize “Allah hepinizden razı olsun.” diyoruz. Allahû Tealâ’dan hepiniz için sonsuz mutluluklar diliyoruz. Sizinle bir yarenlik edelim dedik.

Evet, söyleyin bakalım sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, nasılsınız? Oralardan haberler nasıl? Siz dünyanın dört bir tarafına dağıldınız. Biz de hepinize ayrı ayrı ulaşmaya çalışıyoruz. İnşaallah Asya’ya hitap etmemiz çok yaklaştı. Artık gün meselesi gibi görünüyor. Biliyorsunuz; önce Avrupa, Afrika, sonra Amerika, şimdi de inşaallah Asya… Yani Afganistan, Hindistan, Bangladeş, Pakistan, Türk ülkeleri, hepsi konunun içine inşaallah giriyorlar sevgili kardeşlerim. Ondan sonra da Büyük Okyanusya kalacak ve inşaallah Allahû Tealâ, oraya da ulaşmamızı nasip kılar.

Sizlerle birlikte olmak sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ’nın çok büyük bir zevki. Gerçekten öyle mi, yoksa bana mı öyle geliyor, ne diyorsunuz? Sevgili kardeşlerim! Sizlerden ayrı kalmak çok zor bir şey. Ayağımızın rahatsızlığı sebebiyle bir süre sizlerden ayrı kalmak söz konusu oldu. Hani var ya bir şiir: “Kaderde sizden ayrı kalmak da varmış.” İşte kaderde varmış. Ama çok şükür; bir süreden beri her şey en güzel standartlarda devam ediyor. İşte gene el ele gönül gönüle bir beraberlik… Allahû Tealâ'ya hamdolsun ki bunu bize sağladı.

Sevgili kardeşlerim! Her şeyden evvel sizleri çok ama çok sevdiğimizi söylemek istiyorum. Bu sevginin boyutlarını hepiniz çok iyi bilirsiniz. Allah hepinizden razı olsun. Dünyada şu “sevgi” denilen şeyin üzerinde ne var ki? Allah'ın en çok istediği şey, insanların birbirini sevmeleri. Allah nefreti sevmez, kini sevmez, düşmanlığı sevmez. Bunlar hep şeytanın sahip olduğu vasıflar. Bunlar nefsin afetleri.

Sevgili kardeşlerim! Siz siz olun, sadece etrafınıza mutluluk vermeye çalışın. Eğer böyle olursanız, öyle olduğu takdirde her şeyinizle en güzel bir dünyada yaşarsınız sevgili kardeşlerim. O zaman siz de aynı şeyi söylersiniz: “Her şey çok mu güzel, yoksa bana mı öyle geliyor?”

Sevmeyi öğrenin ve vazgeçmeyin. Size kötü davranmış olabilirler. Onları da sevseniz, ne kaybedersiniz ki sevgili kardeşlerim? Öyleyse her işin başında o var; sevebilmek. Eğer severseniz ne olur? Severseniz, sevilirsiniz. Sizden, çevrenize doğru dağılan bu güzel dalga boyları, mutluluğunuzu etrafa ulaştıran, onlara sevginizi onlara ulaştıran, sizin söylediğiniz her kelime, onların mutluluğu için birer sebep teşkil eder. Ve onların mutluluğu, sizin de mutlu olmanızın temelini teşkil eder. Onlar mutluysa, siz de mutluysanız geriye ne kaldı ki? Allah'ın hepinizden istediği şey unutmayın; sizin mutlu olmanız. Ama asıl unutmamanız lâzımgelen şey, sizin mutluluğunuzun, başkalarının mutluluğundan dolaşarak size dönmesi, sizin için çok daha kârlı bir olaydır. Zikir yaptığınız zaman da mutlusunuz. Yalnızsınız. Ama zikriniz kadar kazancınız var. Ama eğer siz başkalarına mutluluk veriyorsanız, o zaman siz onlara mutluluk verdiğiniz için bir kazancınız var; Allahû Tealâ size huzur verir, mutluluk verir. Onlar mutluluk yaşadığı için, Allahû Tealâ size bir kere daha mutluluk verir. Allahû Tealâ’nın verdiği mutluluğun yanında, ruhunuz da size huzur verir, nefsinize huzur verir.

Öyleyse sizlerin başkasına ulaştırdığınız 1 ünite mutluluğun karşılığı, size en az 2 ünite olarak döner. Etrafınızda çok sayıda insan varsa, her sözünüzle onlardan birini, ikisini mutlu ediyorsanız sevgili kardeşlerim, hayatınızı onların mutluluğuna adamışsanız, sizden mutlu insan yoktur. Her an mutluluğu yaşamak istemez misiniz? Neden Allahû Tealâ sizi mutlu kılacakken, O’nun size uzanan imkânını tutup da neden mutluluğu yaşamaya başlamıyorsunuz? Biliyorum ki bu söz, artık sizin, bizi dinleyenlerin çoğuna ait değil. Çünkü artık sizler mutluluğu yaşıyorsunuz. Unutmayın; aranızdan kim başkaları için yaşıyorsa o, mutluluğu yaşayandır. Başkalarına ne kadar mutluluk yaşatırsa, Allahû Tealâ 2 katını mutlaka ona ulaştırır:

1- O’ndan gelir.
2- Ruhunuzun nefsinize verdiği mutluluktan gelir.

Ama etrafınızda 1 kişi yok ki… 10 kişi varsa, her birine onları mutlu kılmak için lâzımgelen her şeyi yapmışsanız, onları mutlu etmişseniz, bu mutlulukların hepsinin eşit seviyede olduğunu düşünelim. Hepsi 1 ünitelik mutluluk olsun. Onların her birini birer ünite, birer birim mutlu kılmışsanız, her birinden 2 kat geri geleceği cihetle, siz onlardan birinin yaşadığı mutluluğun her gün 20 katını yaşarsınız. Her gün, her saniyeniz, her dakikanız, her saatiniz mutluluklarla dolup geçer. Anlamıyor musunuz sevgili kardeşlerim? Her şey sizin elinizde... Ve Allahû Tealâ sizden, sadece ve sadece mutlu olmanızı istiyor.   

İşte bakın, yarenlik ne güzel şey. Sizlere, nasıl mutlu olacağınızın anahtarlarını veriyoruz. Saadetinizin anahtarı, buyurun. Bir yolculuğa çıkarken bilet alırsınız, değil mi? İşte biletiniz; Allah'a ulaşmayı dilemek. Dilediniz mi, gemiye attınız kendinizi. Bu gemi, mutluluk gemisi. 1. liman, 1. gök katını temsil eder. 2. liman, 2. gök katını… 3., 4., 5., 6., 7. son liman, yolculuğun sonu ama iradenizi de Allah'a teslim etmişseniz. Allah'a ulaşmayı dilediğiniz anda yani gemi yola çıktığı andan itibaren artık mutlu bir insansınız. Ruhunuz 1. katta, gemi 1. limanda. Ruhunuz 2. katta, gemi 2. limanda. Böylece geminin, 7 tane limanı birbirinin ardından dolaşmasıyla, sizin 7 kattaki yolculuğunuzu bir benzetmeyle müteşabih kılalım. 7. liman, Allah'a mülâki oluşunuzu ifade etsin. İşte dünya saadetinin yarısını ele geçirdiniz. Çünkü nefsinizin kalbindeki afetlerin %50’den fazlası, %51’i yok oldu.

Peki cennet saadeti?

• Allah'a ulaşmayı dilediniz; 1. kat cennetin sahibi oldunuz.
• Mürşidinize tâbiiyetinizde, 2. kat cennetin sahibi oldunuz.
• Ruhunuzu Allah'a ulaştırdınız; 3. kat cennetin sahibi oldunuz.  

Garanti! Nasıl, bir gemiye binerken bileti alırsınız, içeri girersiniz. Bilet kontrolü yapılır. Siz aldığınız biletle, o geminin yapacağı yolculuğu garanti etmiş olursunuz. İşte seyahatinizin bileti, bir dilek: Allah'a ulaşmayı dilemek. Dileyin ki; dünyada mutluluğun var olup olmadığını bizatihi siz kendiniz yaşayın. İnsanlar hep size masal anlatırlar, bilmedikleri şeyleri bilmiş gibi gösterirler.

Sevgili kardeşlerim! Allah'ın yolunda her şeyin en güzeli, o yer alır ve bazen mutluluktan uçuyormuşsunuz gibi gelir size. Sonra mı? Sonra her şey çok güzel olur. Belki o zaman siz de bir gün söyleyebilirsiniz, iradenizi de Allah'a teslim ettikten çok sonra bir gün:

Bana bende demen, bende değilem.
Bir ben vardır bende, benden içeri.

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, her şey o kadar güzel ki… Bütün güzellikler sizinle beraber aslında. Yeter ki yaşayın. Allah'a ulaşmayı dileyin ve yolculuk başlasın. Mutluluk kervanına siz de katılın.
Sevgili kardeşlerim! Herkesi mutlaka saadete ulaştıracak, mutlaka mutlu kılacak, Allahû Tealâ’nın formülü değil mi? Allah insanlardan ne istiyor? Bir tek şey: Hepinizin mutlu olmasını. Allahû Tealâ: “Allah'a ulaşmayı dileyin.” diyor. Farz. İşte Rûm-31:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.


“Allah’a yönelin, Allah’a ulaşmayı dileyin ve Allah’a karşı takva sahibi olun. Ve namaz kılın ve müşriklerden olmayın.”

Hem şirkten kurtulacaksınız hem takva sahibi olacaksınız. Bir tek dilekle: Allah'a ulaşmayı dilemek… Sihirli bir anahtar… Kapıyı açıyor. Yetmez; Allah'a ulaşmayı dilediğiniz anda 1. kat cennetin sahibisiniz. Yani cennetlerin en alttaki... Sonra bir gün mürşidinize ulaşacaksınız. Tâbiiyet; 2. kat cennet. Sonra ruhunuz Allah'a ulaşacak, Allah'ın Zat'ında yok olacak; 3. kat cennet.

Peki bu 3. kat cenneti elde etmek için en yaptınız sevgili kardeşlerim? Aslında konunun aslını incelerseniz, hiçbir şey yapmadığınızı göreceksiniz. Siz hiçbir şey yapmadınız. Sadece Allah'a ulaşmayı dilediniz. Geri kalan her şeyi siz yapmadınız; Allah size yaptırdı. Allah'ın mutlak kontrolü altında, mutlak muhafazası altında bir güzele doğru gidiş…

Kim Allah'a ulaşmayı dilemiyorsa, o insan mutsuzdur sevgili kardeşlerim. Hiçbir şey onu mutlu kılamaz. Sakın geçici zevkleri mutluluk zannetmeyin. Zevkler yaşanır ve biter. Ondan sonra eski tas, eski hamam. Ama mutluluk, kalıcı bir vetiredir. Kendinizi hep mutlu hissedersiniz. Göğün rengi bir başkadır, denizin rengi bir başkadır, çiçeklerin rengi bir başkadır. Dünyada Allah'ın sizin için yarattığı o güzelliklerden zevk alacak bir kalp yapısına kavuşturulursunuz. Her şey sizi alâkadar eder. Çiçekler, ağaçların yaprakları… Her ağacın, onun mimarı tarafından nasıl en güzel şekilde teçhiz edildiği, nasıl muvazene içinde dengeli bir şekilde yaratıldığı, nasıl gövdesinin evvelâ ana dallara ayrıldığı, ana dallardan tali dalların çıktığı, tali dallardan gene tali dalların çıktığı, sonra uçlarında yapraklar belirdiği… Sevgili kardeşlerim, şimdi bahar… Her taraf tomurcuk tomurcuk baharlarla dolu. Hani ne diyordu Orhan Veli?

Deli eder insanı bu dünya,
Bu gece, bu yıldızlar, bu koku,
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç.    

Ne diyorsunuz? İşte bu ağaçları söylüyor. Şimdi bakın etrafa, ağaçlara. Tomurcuk tomurcuk patlamış hep baharlar. Ağaçlar, gelinlikler giymiş sevgili kardeşlerim. Baharı yaşıyoruz.

Ey benim sevgili kardeşlerim! Mutlu olmanız için o kadar çok sebep var ki… Güzelliklere gözlerinizi kapamayın, hepsi sizin için yaratıldı. Ağaçlar, çiçekler, baharlar, gökte uçan kuşlar, sudaki balıklar, hava, su… Her şey sizin için sevgili kardeşlerim. Siz şu kâinattaki en üstün mahlûklardansınız. Hayır, mahlûklardan değilsiniz; en üstün mahlûksunuz. Sizden üstünü yok. İşte Câsiye Suresi 13. âyet-i kerime:

45/CÂSİYE-13: Ve sahhara lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).

Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.


Allahû Tealâ: “Biz bütün göklerde ve bütün arzlarda (dünyalarda) yarattığımız her şeyi katımızdan sizlerin emrine musahhar kıldık, hasretttik, ey insanlar! Sizin için yarattık!” diyor.

Bütün bir kâinat, her şey bizler için yaratılmış. Belki biz bunları size söyleyene kadar, aklınıza bile gelmiyordu böyle şeyler. Ama artık gelsin sevgili kardeşlerim, artık gelsin. Bütün güzellikleri yaşamaya siz de namzetsiniz. Kapatın gözlerinizi ve Allah'ı düşünün. Sonra o tomurcuk tomurcuk açmış olan baharlı ağaçları düşünün. Ağaçların nasıl bir elbise giydiğini gözünüzün önüne getirin. Rengârenk çiçekleri düşünün. Ve O’nu gördüğünüz güne kadar, görmediğiniz Allah'ı düşünün. Sizi çok seviyor. Beklemediğiniz kadar, ümit etmediğiniz kadar çok seviliyorsunuz sevgili kardeşlerim. Sizi öyle çok seviyor ki; insan olarak yaratmış.

İşte şu dünyada yaşayan insanlardan biri de sizsiniz. Ama insansınız. Şu bizim kâinatımızda yaratılmış olan en üstün mahlûksunuz. Kâinatı, şu bizim zavallı dünyamızdan ibaret zannetmeyin sakın. Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim’de: “Yerlerdeki insanlar, göklerdeki insanlar ve ikisinin arasındaki insanlar” diye 3 ayrı hedefte mütâlea ediyor.

Çin çayı yani yeşil çay, green tea… Çok faydalı olduğu söyleniyor. Sevgili kardeşlerim! Hadi gülümseyin. İnsanın mutluluğundan hiç haberi olmayan, dîni bildiğini düşünen bu dîn öğreticilerini sakın kınamayın sevgili kardeşlerim. Onlar bilmiyorlardı. Hâlâ çoğu bilmiyor. Bizi dinlemekten kaçıyorlardı. Şimdi dinlediklerini görüyoruz. Sevgili kardeşlerim, dinledikçe yapmaları lâzımgelen ne? Hangi âyeti söylüyorsak, onu tahkik etmek. Tahkik ediyorlar ve doğru olduğunu görüyorlar. O zaman siz olsanız ne yaparsınız? Biz size, size öğretilenlerin hiçbirine benzemeyen, onların taban tabana zıddı olan şeyleri öğretiyoruz. Ama Kur'ân âyetleriyle öğretiyoruz. Burada bir karşılaştırma yapmalısınız. Sevgili kardeşlerim, bir karşılaştırma…

Hepinize bir sualimiz var: Kur'ân mı üstün bir öğretidir, yoksa insanların yazdığı kitaplar mı? Bize cevap verin. Bütün dîn adamlarına bunu söyleyin: “Siz nasıl oluyor da bunca âlimin elleriyle yazdığı kitapları, Kur'ân’a ters olan her yönde üstün tutuyorsunuz? Nasıl oluyor bu? Bir tarafta Allah'ın indirdiği Kur'ân var ve adamların yazdıkları şeyler O’nunla örtüşmüyor, ters düşüyor. Öyleyse Kur'ân’a mı inanıyorsunuz, yoksa onların söylediğine mi?” deyin. Bu suali sorun.

Efendim, Kur'ân’ı öğrenmek gerekmiyormuş. Âlimler bizim için incelemişler. Sonra? Sonra da âlimler neyi söylerlerse, o incelemiş olan muhterem âlimlerin dediklerini yapmamız gerekiyormuş. İyi, hay Allah razı olsun, çok güzel. İyi de ya âlimlerin söylediği, Kur'ân-ı Kerim’in söylediğiyle, Kur'ân-ı Kerim’de anlatılanlarla, Allah'ın Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e yazdırdıklarıyla çatışıyorsa, Kur'ân onların söylediğini söylemiyorsa? Ya Allah'ın söylediklerinin, insanı kurtuluşa ulaştıracak olan temel fonksiyonlarının hepsini yok etmişlerse? O zaman ne yapacağız sevgili kardeşlerim? O zaman size bu mutluluk şarkılarını ulaştıramazdık. Allahû Tealâ bize bunları öğretmeseydi, biz de bir kör dövüşünün içinde olacaktık. Gözümüzün önünde, bize bütün hakikatleri öğretecek olan Kur'ân dururken, O’nu bırakacaktık ve de insanlar ne söylemişler bakalım diye onları öğrenecektik. Bir sürü tenakuz ile karşılaşacaktık. Aramadığımız kadar…

Allahû Tealâ zikri farz kılmış. Zikir, İslâm’ın 5 şartı arasında yok. Oysa ki Allahû Tealâ zikrin, Kur'ân-ı Kerim tilâvetinden de namaz kılmaktan da daha üstün olduğunu söylüyor. Yetmez; zikirsiz bir tekâmül hiç mümkün değil. İslâm’ın 5 şartı yanlış mı? Hayır, değil. Namaz kılmak oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek, eyvallah hepsi Allahû Tealâ’nın emri gerçekten. Ama “Yeter mi?” sualinin cevabı: Hayır! “Yeter mi?” sualinin cevabı “Evet.” değil; “Hayır!” Neden? Çünkü zikir de farz. İslâm’ın 5 şartının içinde yer almıyor. Bu 5 şartın 5’i de ibadet. Namaz kılmak da ibadet, oruç tutmak da ibadet, zekât vermek de hacca gitmek de kelime-i şahadet getirmek de hepsi ibadet. Peki, amaç nerede? Amaç yok edilmiş.

Dînin amaçları var, hedefleri var. Hedefleri ne?

1- Allah'a ulaşmayı dilemek.
2- Bunun götüreceği yer; mürşide tâbî olmak.
3- Mürşidinize tâbî oldunuz. Ulaşacağınız yer, ruhunuzun vücudunuzdan ayrılarak Allah'a ulaşması.
4- Fizik vücudunuzun Allah'a teslimi.
5- Nefsinizin Allah'a teslimi.
6- İrşad olmak.
7- İradenizi Allah'a teslim edip, irşad makamının sahibi olmak.

Ne yaptınız? 7 safha yaşadınız. İslâm’ın 7 safhası. 4 tane teslim yaptınız; ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah'a teslim ettiniz. İşte dîn bu kadar… Başı ve sonu… Allah'a ulaşmayı dilemek, başı. İradenizi Allah'a teslim etmek, sonu.

İmdi, o âlimler neler söylemişler neler… Ama çoğu, Allah'ın bütün söylediklerinin tam tersini ifade ediyor. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ sadece doğruları öğretir. Bize öğretti. Bizim de görevimiz, Allah'ın öğrettiği ve onların söylediklerine uymayan Kur'ân hakikatlerini sizlere öğretmek. Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde mezhepler yoktu. Sadece Kur'ân vardı. Allahû Tealâ bu sebeple bize sadece Kur'ân’ı öğretti.

Biz mi? Biz Arapça’yı falan öyle pek bilmeyiz. Eski yazıyı da ona keza. Ama “Kur'ân’ı biliyor musunuz?” diye sorarsanız, O’nu bu dünyada en iyi bileniz. Neden? Bu yarım Arapçamızla mı, dörtte bir Arapçamızla mı, onda bir Arapçamızla mı? Bu okuma fukarası mı bunların hepsine sahip? Evet, bu! Çünkü biz, bu ilmi kendimiz öğrenmedik, insanlar öğretmediler; Allah öğretti. Onun için bu kadar açık ve kesin olarak, onların ne kadar büyük hatalar içinde olduğunu size söyleyebiliyoruz.

Hangi ehl-i sünnet vel cemaat âlimi Allah'a ulaşmayı dilemekten başlayan (3. basamak), mürşide tâbî olmakla ruhun vücuttan ayrılmasını ifade eden (14. basamak), ruhun Allah'a ulaşmasını farz kılan (21. basamak), fizik vücudu Allah'a teslim etmeyi farz kılan (25. basamak), nefsi teslim etmeyi farz kılan (26. basamak), insanların nefslerini halis kıldıkları yani muhlis oldukları (27. basamak) ve nihayet iradelerini de Allah'a teslim ederek, irşad makamına Allahû Tealâ tarafından tayin edildikleri (28. basamak) bir İslâm merdiveninden bahsediyor?

İslâm merdiveni, 28 basamaklı bir merdivendir. Bir sıfırdan Allahû Tealâ alır insanı, şahikaya çıkarır. Burası bütün insanların, normal standartlarda kesbî olarak Allah’tan bir şeyler kazanan, kesbettikleri, iradeleriyle, gayretleri neticesinde elde ettikleri netice bu kadardır. Kesbî olarak herkes, irşad makamına ulaşmak imkânının sahibidir. Yeter ki gerekli gayreti göstersin. Ama bunun daha üstü vehbîdir. Allahû Tealâ tarafından o kişinin gayretine dayalı olarak değil, o kişinin kesbettiği, gayretleri neticesinde elde ettiği bir şey değil; Allah'ın vehbî olarak ona teslim ettiği bir dizaynı ifade eder.

İşte biz, o vehbî çeşmeden su içeniz. Allahû Tealâ bize bunları, bir hiç karşılığı öğretti. Biz hiç Arapça konusunda bir tahsil yapmadık. Eski yazıyı okumak konusunda da bir tahsilimiz yok. Dîn tahsilimiz hiç olmadı. Bir dîn üniversitesinden mezun olmadığımız için, belki Allahû Tealâ’ya sonsuz hamdetmemiz, şükretmemiz lâzım. Neden sevgili kardeşlerim? Hadi bilin bakalım neden öyle? Neden onun için Allahû Tealâ’ya hamd ediyoruz, şükrediyoruz? Çünkü biz de oradan mezun olsaydık, onlar gibi sizlere şimdi “İslâm’ın 5 tane şartı vardır; namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek. Bu 5 şartı yerine getirdiniz mi, doğru posta cennete gidersiniz.” derdik.

Derdik ki: “Kalbinde şu kadarcık îmân olan kişi, cehennemde bir süre cezasını gördükten sonra kalkıp cennete gider.”

Derdik ki: “Orta yolu takip et. Bu orta yol, İslâm’ın 5 tane şartından geçer. Ne aşağısı, ne yukarısı uygun değildir.”

Derdik ki: “Kur'ân-ı Kerim’de hidayet diye bir şey yoktur.”

Derdik ki: “Hidayet; doğru yoldur.”

Derdik ki: “İnsan ruhunun, Allah'a hayattayken ulaşması diye bir şey yoktur. İnsan ruhu, Allah'a ölümden sonra ulaşır.”

Derdik ki: “Allah, insanları da cinleri de Kendisine ibadet etsinler diye yarattı.”

Bu söylediklerim var ya sevgili kardeşlerim, hepsi yanlış. Kur'ân-ı Kerim’e hiç uymuyor.

Derdik ki: “Risalet, nübüvvetten üstündür.”

Derdik ki: “Allahû Tealâ, risaleti de nübüvveti de değerlendirir. Risalet, nübüvvetten üstündür.”  

Derdik ki: “Resûller; kendilerine kitap verilen peygamberlerdir.”

Daha neler demezdik ki… Sevgili kardeşlerim! Her söyledikleri yanlış. Kur'ân-ı Kerim’e taban tabana ters düşen şeyleri, insanlara asırlar boyunca “âlimim” diyen insanlar, gene birbirlerinden öğrendikleri dîn öğretisiyle, insanlara öğretmeye çalışmışlar. İşte ehl-i sünnet vel cemaat âlimlerinin insanlığa, İslâm âlemine hediye ettikleri şey; cehennem.

Sevgili kardeşlerim! Size demin “derdik ki” dediğim her söz yanlış. Bunların tamamen tersleri doğru. Ama onlar hem Kur'ân-ı Kerim’i incelememişler hem de incelemeyi herkese yasak etmişler. Demişler ki: “Siz Kur'ân-ı Kerim’i bilmezsiniz, anlayamazsınız. Yüzünüze gözünüze bulaştırırsınız. Kur'ân-ı Kerim’i öğreniyoruz diye dalâlette kalırsınız. Onun için bırakın, Kur'ân-ı Kerim’i âlimler öğrensinler. Siz, âlimler ne diyorsa sadece onu yapın, yeter. İşte onların bıraktığı miras bu: İslâm’ın 5 şartı. Allahû Tealâ Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetlerinde diyor ki:

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).


“Onlar  ki kesin surette, muhakkak surette Allah’a mülâki olmayı inkâr ederler, dilemezler. Onlar dünya hayatından razıdırlar. Dünya hayatıyla mutmain olurlar, doyuma ulaşırlar. Onlar, Allah’ın âyetlerinden gâfillerdir. Ve onların gidecekleri yer, kazandıkları dereceler itibariyle ateştir, cehennemdir.”
Kim ruhunu ölmeden evvel Allah'a ulaştırmayı dilemezse, onun gideceği yer cehennemdir ve Allah'ın âyetlerinden gâfildir. Daha evvel de neyi gördük? Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişi, takva sahibi olamaz ve şirktedir.

E, ne oldu? İşte asırlarca insanlara öğretilen dîn öğretisi… Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra, O’nun öğrettikleri 2 asır falan devam edebilmiş. Bu âlimler, aralarında bir tartışmalara girmişler, yazdıkları kitaplarla sadece devamlı birbirini çürütmeye çalışmışlar. Ve de İslâm’ın bütün temel hükümleri yani insanları cennet saadetine ve dünya saadetine ulaştıracak olan hükümleri yok olmuş.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! İşte sizlerin huzurunda bunca güzellikleri sizlere anlatmaya çalışmamız, 30 yıldır Allah'ın bize öğrettiklerini, onca âlim geçinen insanın karşımızda olmasına rağmen, Allah'ın yardımıyla 3 kıtada anlatabilecek hüviyete ulaşmış olmamız, Allahû Tealâ’nın bir büyük lütfu değil de nedir sevgili kardeşlerim?

Öyleyse soruyorum size: Her şey çok mu güzel, yoksa bize mi öyle geliyor?

Şimdi merak edilecek husus, bu insanların, “Dîni biliyoruz.” diye çalımlarından yanlarına varılmayan bu sevgili kardeşlerimizin daha ne kadar bu yolda diretecekleri. Yakın geleceği görebiliyor musunuz sevgili kardeşlerim? O gelecekte, hidayetin bütün dünyaya yayılması ve dînlerin birleştirilmesi var. Bunları, Allah'ın verdiği emirle biz gerçekleştireceğiz. Şimdiden dînlerin birleştirilmesinin temel hükümleri elimizde. Aksini de kimse iddia edemez. Dînlerin hepsinin aynı dîn olduğunu, kesinlikle herkese ispat ederiz. Üç kitapla da ispat ederiz. Tevrat’la da İncil’le de Kur'ân-ı Kerim’le de…

Demin sizlere saydığımız 7 tane safhanın 7’si de hem Tevrat’ta var hem İncil’de var. Hâlbuki biz size onları Kur'ân-ı Kerim’den söyledik. Yeter mi? Hayır, yetmez. Hz. Musa zamanında, Hz. Musa’nın ve O’na tâbî olanların 7 safhanın 7’sini de yaşadığı, Tevrat’ta da var, Kur'ân-ı Kerim’de de var. Yeter mi? Hayır, gene yetmez. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den evvel Hz. İsa zamanında Kur'ân-ı Kerim’deki sizlere anlattığımız 7 safhanın 7’sinin de Hz. İsa ve O’na bağlı olanlar tarafından da yaşandığını kesin olarak ispat edebiliriz. Hem İncil’den ispat edebiliriz hem Kur'ân-ı Kerim’den. Bunların hepsinin farz kılındığını da hem İncil’den hem Kur'ân-ı Kerim’den ispat edebiliriz.

Ne çıktı ortaya? “Dînlerin olmadığı; sadece bir tek dînin var olduğu, o dînin, Hz. İbrâhîm’in hanif dîni olduğu, O’ndan evvel Hz. Nuh’un, O’ndan evvel çeşitli peygamberlerin ama en başında Hz. Âdem’in dîni olduğu.” İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem’den Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e kadar geçen bütün peygamberlerin yaşadığı dîn, hep aynı dîn olmuş. İslâm’ın 7 safhasını yaşamışlar ve 7 safhanın 7’si de Allahû Tealâ’nın indirdiği bütün kitaplarda farz.

Acaba bütün bunlardan sonra, hâlâ bu insanların bizim karşımıza çıkıp da “Sen yanlış söylüyorsun.” diyebilecek yüzleri var mı?

Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz. Allah hepinizden razı olsun.    

İmam İskender Ali  M İ H R