}
İslâm'ın 5 Şartı (Şeytan'ın Tuzakları) 11.04.2006
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 110089


SOHBETİN ADI: İSLÂM’IN 5 ŞARTI (ŞEYTANIN TUZAKLARI)
TARİHİ: 11.04.2006



Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, İslâm’dan geriye kalanlar; İslâm’ın 5 şartı acaba insanları cennete ulaştırmaya yeterli mi? Bu İslâm’dan geriye kalanlarından belki en önemlisi İslâm’ın 5 şartı.

Bir hadîsten bahsediliyor. Bir bedevî geliyor Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in yanına ve diyor ki: “Ey Allah’ın Resûl'ü, ben cennete girmek istiyorum ne yapmalıyım?” Peygamber Efendimiz (S.A.V) de ona: “Namaz kıl, oruç tut, zekât ver, hacca git ve kelime-i şahadet getir.” diyor.  “Ey Allah’ın Resûl'ü, ben bunların ne eksik ne fazla hepsini yaparsam cennete girer miyim?” “Bunların hepsini yaparsan cennete girersin.”

İşte bir tarafta, terazinin bir kefesinde Kur'ân-ı Kerim var. Öbür kefesinde de Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hadîsleri. Ve bu hadîsin gereği olarak insanlar bir sonuca ulaşmışlar. “Mademki hadîs böyle söylüyor, öyleyse kim İslâm’ın 5 şartını gerçekleştirirse mutlaka Allah’ın cennetine girer.” deniyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V) de buyuruyor ki:

“Benim hadîslerim tartışılacaktır. Kur'ân’la karşılaştırın. Hangi hadîsim Kur’ân’a aykırıysa onu benim söylemem mümkün değildir.” buyuruyor. Kur'ân, Allahû Tealâ tarafından furkan olarak vasıflandırılıyor. Kur’ân’ın furkan olma özelliği. Furkan, doğruyu yanlıştan ayıran ayraç.

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ’nın İndi’nde Allah’ın indirdiği tek bir dîn söz konusudur. İlk insan olan ve ilk Peygamber olan Âdem (A.S)’dan, son Peygamber olan Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’e kadar ikinci bir dîn hiç olmamış. Bundan sonra da olması mümkün değil. Kâinat hep o tek dîn tarafından ve tek şeriat tarafından idare edilmiş. İşte Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).



“Hz. Nuh’a, Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya verdiğimiz, indirdiğimiz şeriatı sana da vahyetmek suretiyle size de farz kıldık. Dîni ayakta tutun ve fırkalara ayrılmayın diye.”

İşte dînin ayakta tutulması ve fırkalara ayrılmama müessesesi. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, fırkalara ayrılmamak ve dîni ayakta tutmak Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin temel özellikleri.

Üç tane temel şart var:

1- Vahdet. Allah’ın tekliği, tek bir Allah var. Başka bir ilâh yok.
2- Tevhid. Sadece ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir fırka.
3- Ve üçüncü özellik: Teslim. Sırasıyla; ruhumuzu 22. basamak, fizik vücudumuzu 25. basamak, nefsimizi 26. basamak ve irademizi 28. basamak, Allah’a teslim etmekten oluşan bir teslim dîni.

Vahdet, tevhid ve teslim Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin üç temel esasını oluşturuyor. Sevgili kardeşlerim, işte bu minval üzere dîni incelediğimiz zaman Hz. İbrâhîm’in, Hz. Musa’dan da Hz. İsa’dan da Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den de önde geldiğini görüyoruz. Önce o yaşamış ve böyle bir dizaynda Allahû Tealâ’nın, Hz. İbrâhîm’in hanif dîni konusunda Peygamber Efendimiz (S.A.V) devreye girdiğinde neler olduğuna bakıyoruz. Hûd Suresinin 30. âyet-i kerimesi bu sualin cevabını veriyor:

30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).

Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.



“Habîbim, vechini (yani şu fizik vücudunu) hanif olarak dîne doğrult. O hanif fıtratıyla ki Biz, bütün insanları hanif fıtratıyla yarattık. Allah’ın dîninde değişiklik göremezsin. O dîn ezelî ve ebedî dîndir, kayyum olan dîndir.”

İşte Allahû Tealâ’nın söylediği şey: “Biz, bir tek dîn yarattık.” diyor. “O dîn ezelî ve ebedîdir. İsmi Hz. İbrâhîm’in hanif dînidir. Sen de hanifsin. (Yani Hz. İbrâhîm’e neleri vermişsek dîn olarak, sana da aynı şeyleri verdik. Yani dîn, onun dîniyle senin dînin aynı dîndir. Sen de Hz. İbrâhîm gibi hanifsin.) Ve Biz insanları kıyâmete kadar hep hanif fıtratıyla yaratacağız ve dîn de sadece hanif dîni olacak, başka bir dîn hiç olmayacak.” diyor Allahû Tealâ.

Öyleyse burada bir bütün görüyoruz. Allah’ın insanı yaratması hanif fıtratıyla, Allah’ın dîni yaratması hanif dîni. İşte böyle bir dizayn içinde sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ’nın dîn müessesesi ortaya çıkıyor. İnsanların ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah’a teslim ettiği bir dîn.

Ve şimdi İslâm’ın 5 tane şartına geliyoruz. Diyorlar ki: “İslâm, Allah’a teslim olmak demektir.” El hak, doğru. İslâm gerçekten teslim olmak demektir. Silm kökünden gelir; sin, lâm ve mim. Ve “İslâm,” diyorlar, “teslim kökünden; silm kökünden gelir, Allah’a teslim olmak demektir ve 5 tane şartı vardır: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek ve kelime-i şahadet getirmek. Biz bunların hepsini hamd olsun ki gerçekleştiriyoruz. Allah’ın emrini tam olarak yerine getiriyoruz. Öyleyse mademki bu hadîs mevcuttur, biz Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bütün hadîslerinin gerçek olduğuna inanırız. Peygamber Efendimiz (S.A.V) ne söylemişse doğrudur.”

Sevgili kardeşlerim, biz de aynı fikirdeyiz. Peygamber Efendimiz (S.A.V) ne söylemişse mutlaka doğrudur. Ama acaba bu hadîsi O mu söyledi? Birçok uydurma olan hadîsin dînimize girdiği, hatta bu yüzden idamların yapıldığı bir vakıadır. “3000’den fazla hadîs uydurdum.” diyen ve idam edilen birisini hatırlıyoruz, ismi aklımızdan çıkmış, sevgili kardeşlerim. “Bu muhtevada biz İslâm’ın 5 şartını yerine getiriyoruz. İslâm, Allah’a teslim olmak demektir. Öyleyse biz Allah’ın emrettiği gibi Allah’a teslim olanlarız. Hz. İbrâhîm’in de hanif dîni zaten Allah’a teslim olmayı içeriyordu. Biz de Allah’a İslâm’ın 5 tane şartını yerine getirerek teslim oluyoruz.” Böyle diyorlar. Biz de onlara soruyoruz: “Hay, Allah razı olsun. Çok güzel, tebrikler; ama bir sualimiz var. Siz Allah’a teslim olduğunuzu söylüyorsunuz, Allah’a 1. teslim, ruh teslimidir. Allah’a ait olan ruh, Allah’a iade edilir, teslim edilir. 2. teslim, şu fizik vücudumuzun Allah’a teslimidir. 3. teslim, nefsimizin Allah’a teslimidir. 4. teslim, irademizin Allah’a teslimidir. Acaba siz hangisini teslim ettiniz Allahû Tealâ’ya?” Bu sualin cevabını bugüne kadar kimse veremedi. “Biz Allah’a teslim ettik, biz Allah’a teslim olduk.” diyenler, nelerini teslim ettikleri konusunda bir şeyler söyledikleri zaman onlara, teslimlerin öyle bedava işler olmadığını ve hepsinin bir gayret gerektirdiğini, şartlara Kur'ân-ı Kerim tarafından bağlandığını ifade ettik. Ve 28 basamaklık bir İslâm merdiveninde, Allah’a İslâm’ın 5 şartıyla hiçbir şeyin teslim edilemeyeceğini de kesin olarak ortaya koyduk Kur'ân âyetleriyle. Öyleyse kim İslâm’ın 5 şartıyla Allah’a teslim olduğunu zannediyorsa bilsin ki Allah’a hiçbir şeyini teslim etmemiştir.

Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyi Allah Kendisine ulaştıracağını garanti ediyor. Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin nesini, fizik vücudunu mu? Hayır, ruhunu Allahû Tealâ Kendisine ulaştıracağını garanti ediyor. Kişi eğer gerçekten şuradan, kalbinden bir dilekle Allahû Tealâ’ya: “Ya Rabbi, Senin bunca ermiş evliyan var. Hepsi Sana ruhlarını ulaştırmışlar. Ben de ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum.” diye Allahû Tealâ’ya kalbinden bir dilekle müracaat ederse, Allahû Tealâ bu dileği mutlaka kabul ediyor ve o kişinin ruhunu Kendisine ulaştırıyor. Bunu garanti etmiş Allahû Tealâ, diyor ki:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).



“allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb: Allah, dilediğini Kendisine seçer. Ve o seçtiklerinden kim (Allah’a ulaşmayı dilerse) Allah’a yönelirse, Allah onu Kendisine ulaştırır.”

Allah’ın sözünde hulf olmaz. Allahû Tealâ: “Kim Bana ulaşmayı dilerse Ben onu Kendime ulaştıracağım.” diyorsa mutlaka Allah onu Kendisine ulaştırır. Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ’nın kişiyi Kendisine ulaştırması, kişinin ruhunu ulaştırmasıdır. Ve Allahû Tealâ’nın verdiği sözü yerine getirmemesi hiçbir zaman mümkün değildir. Öyleyse şartlara bakıyoruz: Bir insanın Allah’a ulaşmayı dilemesi, onun cennete girmesi için yeterli bir sebep. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi, sevgili kardeşlerim, kim böyle bir dileğin sahibiyse; Allahû Tealâ tarafından insanların %90’dan fazlası seçilir. Bu seçilenlerden kimler Allah’a ulaşmayı dilerse onlar Allah’a ruhlarını ulaştırmazlar, Allah onların ruhlarını Kendisine ulaştırır.

Evvela Kur'ân-ı Kerim’in muhtevasına baktığımız zaman bir vasıta emirleri var Allahû Tealâ’nın, bir de hedef emirleri var. 28 basamaklık bir İslâm merdiveninde hedefler; ruhun, vechin yani fizik vücudun, nefsin ve iradenin Allah’a teslimi. Hedefler bunlar, teslimler. İslâm, Allah’a teslim demek. Ruhumuzu teslim, fizik vücudumuzu teslim, nefsimizi teslim ve irademizi teslim. Hepsi Kur'ân’da âyetlerle belli şartlara bağlanmış.

Öyleyse Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ’nın söylediği: “Allah dilediğini Kendisine seçer. Onlardan kim, o seçtiklerinden her kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onu Kendisine ulaştırır.” ifadesi açık ve kesin bir hüviyet gösteriyor. Allah o kişiyi mutlaka Kendisine ulaştırıyor, eğer o kişi Allah’a ulaşmayı dilemişse. Gerisi de kişinin gayretine kalmış. Devam ederse yoluna, Allah’ı kendisine vekil tayin ederse o zaman fizik vücudunu da Allah’a teslim ediyor. Ondan sonra devam ederse nefsini de teslim ediyor. Onunla da yetinmeyip daha ötesine iradesini kullanarak yürürse, iradesini de Allah’a teslim ederek, irşad makamına tayin ediliyor kişi Allahû Tealâ tarafından.

Böyle bir tayin olmaksızın bir insan çıkar da: “Ben mürşidim.” derse, bu onun kendisine verdiği bir payedir. Allah’ın verdiği bir paye değildir. Kur'ân şartlara bağlanmıştır. İşte

Allah’a ulaşmayı dilemeyen insanlar başlangıçtaki 2 basamağı sadece işgal ederler. Bütün insanlar olayları yaşarlar, Allah’a ulaşmayı dileseler de yaşarlar, dilemeseler de yaşarlar ve olayları kendi ölçülerinde değerlendirirler. Dileyenler de değerlendirir, dilemeyenler de değerlendirir. 2. basamak. İşte olay bundan sonra başlar.

O insanlardan her kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişi, ancak 3. basamağa ulaşır. İnsanların ne yazık ki %90’dan fazlası Allah’a ulaşmayı dilemek için seçildikleri halde, dilemeleri için seçildikleri halde bunların %10’dan daha azı Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir. Geri kalanı gene dinlemeyecektir, gene kurtuluşu mümkün olmayacaktır.

İşte kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onun üzerinde derhal Rahîm esmasıyla tecelli eder. Bu tecelli, o kişinin irşad makamına karşı kör olan gözlerini açar, sağır olan kulaklarını açar, idraksiz olan kalbini müdrik hale getirir (idrak eder hale getirir). Görme, işitme ve idrak etme hassalarını Allahû Tealâ açar. O kişi irşad makamına karşı kör, sağır ve dilsizken yani onu herhangi bir kişiden ayırt etmez bir hüviyetteyken, onun bir mürşid olduğunu ve kendisini Allah’a ulaştırabilecek olan özelliklerle mücehhez olduğunu kişi fark eder.

Burada görme, işitme ve idrak hassalarının açılması üç ayrı basamak ifade eder. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi, 3. basamaktadır. 4. basamakta Allah Rahîm esmasıyla tecelli eder. 5., 6. ve 7. basamaklarda Allah, kör, sağır ve dilsiz olan o kişiyi, irşad makamına karşı onun söylediklerini işiten, irşad makamını irşad makamı olarak gören ve söylediklerini kalbiyle de idrak eden bir insan ortaya çıkar. Bu, Allah’ın ilk yardımıdır. Ondan sonra Allah’ın o kişiye ulaştığını görürüz. Allahû Tealâ diyor ki:

64/TEGÂBUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh, vallâhu bikulli şey'in alîm(alîmun).

Allah’ın izni olmadıkça bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah’a îmân ederse (âmenû olursa), (Allah) onun kalbine ulaşır. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.



“ve men yu'min billâhi yehdi kalbehu: Kim Allah’a âmenû olursa (Allah’a ulaşmayı dilerse), onun kalbine ulaşırız.” diyor.

Sonra ne yaparım diyor? “Sonra,” diyor, “onun göğsünü, onun kalbini Allah’a çeviririm.” diyor. “Sonra,” diyor, “onun göğsünü yararım, göğsünden kalbine nur yolu açarım.” diyor Allahû Tealâ. Sonra o kişi zikir yapar. Allah’ın rahmeti ve fazlı göğsüne gelir. Göğsünden Allah’ın açtığı o yoldan geçerek kalbe ulaşır. Kalbe rahmet nurları sızar. Bu nurlar %2’yi bulduğu zaman kişi huşû sahibi olur. Huşû sahibi olursa irşad makamını sorma yetkisi doğar kişinin. Hacet namazını kılarak Allah’tan mürşidinin kimliğini sorar. Allahû Tealâ bu şartların sahibi olan kişiye mutlak mürşidini gösterir ve kişi 14. basamakta mürşidine ulaşıp tâbiiyetini gerçekleştirir.

Bu tâbiiyetini gerçekleştiren insan kimdir, özelliği nedir? Özelliği, Allah’a ulaşmayı dilemiş olması. Dilemeseydi ne olacaktı? Dilemeseydi, Allah ona yardım elini uzatmayacaktı. Allah’a ulaşmayı kişinin dilemesi için, dileyenlerin, dileyeceklerin 10 katından daha fazlası seçilir. Seçilen insanların %10’dan daha azı Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilediklerine göre böyle bir olay çıkıyor, böyle bir nisab, orantı. Ve kişi Allah’a ulaşmayı eğer dilerse, o kişinin ruhunu Allah’a ulaştırması söz konusu değil, Allah’ın o kişinin ruhunu Kendisine ulaştırması söz konusu.

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ’nın İndi’nde böyle bir olay cereyan ediyor. Ve bu kişi irşad makamına ulaşıp da ona tâbî olduğu zaman, kimin hangi mürşide tâbî olacağını Allah tayin eder ve hacet namazı kılındığında mutlaka o kişiye gösterir. Allah’a ulaşmayı gerçekten dilemişse Allah onu bilir.

Tâbiiyet, kişinin o ana kadar aldığı 12 tane ihsana 7 tane de ni’met eklenmesine sebebiyet verir. O kişinin başının üzerine devrin imamının ruhu gelir. O kişinin kalbinin içine îmân kelimesi yazılır. O kişinin bütün günahları sevaba; örtülür ve sevaba çevrilir. Örtülmüştü Allah’a ulaşmayı dilediği an, o kişinin bütün günahları örtülmüştü. Burada, tâbiiyette sevaba çevrilir. O kişi nefs tezkiyesine başlar. Nefs tezkiyesi zikir yoluyla, “Allah, Allah, Allah, Allah” diye Allah’ın İsmi’ni zikretmek suretiyle Allah’ın katından rahmetle fazl ve rahmetle salâvât isimli iki grup nurun o kişinin göğsüne gelmesini temin eder. Bu gelen nurlardan fazıllar, başlangıçtaki %2 rahmetin ötesi fazıllar olarak gelmeye başlar bu kademede tâbiiyetin gerçekleşmesiyle birlikte. O noktadan itibaren o kişi zikir yaptığı zaman onun kalbine rahmetle fazl, rahmetle salâvât beraberce girer. Ve de kişinin nefsinin kalbinde fazıllar, başlangıçtaki %2 rahmet birikiminden sonra hep fazıllar birikmeye başlar.

Bu fazıllar %7’yi bulduğu zaman kişinin ruhu, vücudundan ayrılan ruhu 1. gök katına ulaşır. Burası Nefs-i Emmare’dir. İkinci bir %7 fazl birikimi Nefs-i Levvame, ruh 2. gök katında. Üçüncü defa %7 nur birikimi Nefs-i Mülhime, ruh 3. gök katında. Böylece 4. katta Nefs-i Mutmainne, 5. katta Nefs-i Radiye, 6. katta Nefs-i Mardiyye, 7. katta Nefs-i Tezkiye olmak üzere; 7 kademede %7’den %49 fazl birikimi kişide gerçekleşir. Önce giren %2 rahmetle beraber nefsin kalbindeki nurlar karanlıkları aşar. O noktada nefsin kalbinde %51 nur vardır, %49 da karanlık kalmıştır. %100’den karanlıklar %49’a düşmüştür ve ruh, her nefs kademesinde bir gök katı yükseldiği için 7. seferinde, 7. gök katını aşar, 7 tane âlemi geçerek Allah’ın Zat’ına ulaşır. Allah’ın Zat’ında ruh yok olur, ifnâ olur. İşte burada ruh Allah’a ulaşmıştır, fenâfillâh olmuştur kişi. Fenâ: yok olmak, demek, fî: içinde. Allah, Allah’ın içinde Allah’ta ruhun yok olması. O ruh zaten Allah’a aitti. Allah’ın bize gönderdiği, üflediği ruhtu, sahibine geri dönme emri almıştı. Ruh hep bu taleple yaşar. Sonunda da eğer insanoğlu Allah’ın kendisine verdiği emri idrak ederse ve Allah’a ulaşmayı dilerse mutlaka ruhunu Allah’a ulaştırır.

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, böyle bir olguyla karşı karşıyayız. Kişinin ruhu Allah’a ulaştığı zaman, Allah’ın Zat’ında yok olduğunda Allah’ın bütün insanlara verdiği söz gerçekleşir. Diyor ki Allahû Tealâ: “Kim Bana ruhunu ulaştırmayı dilerse Ben onun ruhunu Kendime ulaştırırım.”

Ama Allah’a ulaşmayı dilemezse ne olur? O zaman Allahû Tealâ dalâlette olan o kişiyi bulunduğu yerde bırakır, onları Kendisine ulaştırmaz. İşte Ra’d Suresinin 27. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ da bu sefer de onu söylüyor. Diyor ki:

13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).

Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”



“Allah dilediğini dalâlette bırakır (yani kişi dalâlettedir, Allah onunla ilgilenmez).  Ama,” diyor, “o dalâlette olanlardan (Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkesin dalâlette olduğunu bu âyet-i kerimeden çıkartıyoruz), dalâlette olanlardan kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onları mutlaka Kendisine ulaştırır (yani hidayete erdirir).”

Biliyorsunuz, Allahû Tealâ buyuruyor:

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).



innel hudâ hudallâhi.”

inne: Muhakkak ki.
el hudâ: Hidayet.
hudâllâhi: Allah’a ulaşmaktır.


İnsan ruhunun vücudundan ayrılarak Allah’a doğru seyr-i sülûk isimli bir yolculuğunu tamamlaması ve ruhun Allah’ın Zat’ına ulaşıp Allah’ın Zat’ında yok olması, o kişinin hedefe ulaşmasıdır. Aslında o kişi ulaşmamıştır; o kişi sadece Allah’a ulaşmayı dilemiştir. Allah onları Kendisine ulaştırır. İşte Allah’ın verdiği söz buraya kadar. Bundan sonrası kişisel gayrete dayalı. Ama ne oldu? Kişi ruhunu Allah’a teslim etti.

Öyleyse görüyorsunuz ki sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, bırakınız fizik vücudun teslimini, nefsin teslimini, iradenin teslimini daha ruhun teslimi için ne kadar çok işlev gerekiyor. Mutlak olarak kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesi lâzım. E, peki bu kişi Allah’a ulaşmayı dilemezse? Dilemezse dalâlettedir; söylediğimiz Ra’d Suresinin 27. âyet-i kerimesi gereğince. O kişi hüsrandadır, hidayette değildir Yûnus Suresinin 45. âyet-i kerimesi gereğince. Allahû Tealâ diyor ki:

10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yeteârafûne beynehum, kad hasirallezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).

Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).



“Kim Allah’a mülâki olmayı inkâr ederse (ki bunların Allah’a ulaşmayı dilemeleri mümkün değildir, inkâr ettiği bir şeyi bir insanın dilemesi söz konusu değil), onlar hüsrandadır,” diyor Allahû Tealâ, “hidayette değildir.” diyor.

Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin takva sahibi olmadıklarını ve şirkte olduğunu söylüyor Allahû Tealâ, Rûm Suresinin 31 ve 32. âyetlerinde. Daha pek çok şeyler söylüyor.

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).

(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.



Allah’a ulaşmayı dilememek, teslim olmamanın temelidir. Teslimin de ilk adımı mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemekten geçer.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah ile olan ilişkilerinizde Allah’a ulaşmayı dilemezseniz, o zaman dalâlette kalmak söz konusu, hüsranda kalmak söz konusu ve Allah’ın cennetine girmek hiçbir şekilde mümkün değil. Öyleyse İslâm’ın 5 şartı dediğimiz; namaz kılmak, istediğiniz kadar namaz kılın. Oruç tutmak, isterseniz daima oruç tutun. Zekât vermek, emredilenden daha fazlasını verin. Hacca gitmek, 2 defa, 3 defa, 10 defa gidin ve kelime-i şahadet getirmek; binlerce defa getirin. Bunların hepsinin toplamı sizi asla Allah’a ulaştırmaz, bunun için yeterli değillerdir. Şartlar sizde oluşmamıştır. Allah’a ulaşmayı dilemediniz. Dilemedikçe hidayette olamazsınız. Hidayete eremezsiniz ve ne ruhunuzu ne vechinizi ne nefsinizi ne iradenizi Allah’a teslim edemezsiniz.

Öyleyse hedeflerden birincisi ruhunuzu Allah’a teslim etmekti. Nasıl teslim edeceğinizi söyledik. Fizik vücudun teslimi bundan sonraki aşamadır. Nefsin teslimi ondan da sonraki aşamadır. İradenin teslimi ise son aşamadır. Birincisinin oluşması hiçbir zaman, o kişi İslâm’ın 5 tane şartını gerçekleştirdi diye gerçekleşemez. İslâm’ın 5 şartı hedef değildir, vasıtadır. Şeytan hedefleri yok etmiş, vasıtaları da o yok ettiği hedeflerin yerine ikame etmiş ve biz insanlar Allah’a ulaşmayı dilemeyi asırlar sonra unutmuşuz ve tabiatıyla gideceğimiz yer cehennem. Öyle mi? Allah’a ulaşmayı dilemeyenler cehenneme mi girer? Ne yazık ki öyle, sevgili kardeşlerim.

İşte Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetleri, Allahû Tealâ şöyle buyuruyor. Diyor ki:

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).



“innellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ ellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn, ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn (yeksibûne).”

“Onlar, muhakkak suretle Bize ulaşmayı dilemezler (Bize mülâki olmayı; ruhlarını hayattayken Bize ulaştırmayı dilemezler). Onlar dünya hayatından razıdırlar. Dünya hayatıyla mutmain olurlar. Onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır. Gidecekleri yer, kazandıkları dereceler itibarıyla ateştir.”

İşte sevgili kardeşlerim, her şeyin sonu burası. Görülüyor ki İslâm’ın 5 tane şartını bir kişi hangi ölçüde yerine getirirse getirsin, Kur'ân-ı Kerim’in koyduğu şartların hiçbirisi tahakkuk etmiyor. O kişinin cehennemden kurtulması hiçbir şekilde mümkün değildir. Küfürden kurtulması mümkün değildir. Dalâletten kurtulması mümkün değildir. Hüsrandan kurtulması mümkün değildir. Şirkten kurtulması mümkün değildir. O kişinin gideceği yer de cehennemdir. Öyleyse sonuç: İslâm’ın 5 şartı kimseyi kurtaramıyor. Ne yazık ki insanlar Kur'ân’ı tamamen devreden çıkarmışlar, unutmuşlar ve kurtuluşu İslâm’ın 5 şartına iblis onlara bağlatmış ve de hiçbirinin cehennemden kurtulması mümkün değil.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrediyoruz ki Allah bize bu ilmi öğretti, biz de sizlere.

Allahû Tealâ’nın huzurunda hepinizi, hem cennet saadetine hem de dünya saadetine ulaşmanız konusunda teşhi ederken, Allah’tan hepiniz için o hedefe ulaşmanız için duada bulunurken sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz.

Allah hepinizden razı olsun.


İmam İskender Ali  M İ H R