SOHBETİN ADI: BİR OLMAK, BERABER OLMAK, ALLAH İLE OLMAK
TARİHİ: 13.06.2006
Esselâmu aleykum ve rahmetullâh ve berekâtuhu.
Eûzubillâhimineşşeytanirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Osmanlı İmparatorluğu tarihin en büyük ve en uzun ömürlü imparatorluğudur. Bütün dünyaya örnek bir yapının sahibi olmuştur Osmanlı. Bütün dünyaya örnek. Ne demek istiyoruz? Osmanlı, 600 küsur yıllık tarihinin 400 yılında bir cihan hâkimiyetini başarmış bir imparatorluktur. 400 yıllık bir cihan imparatorluğu ve her gittiği ülkeye adalet götürmüştür, doğruluğu götürmüştür ve örnek bir imparatorluk olmuştur. Osmanlı’yı gerçek anlamıyla tanıyanların hepsi Osmanlı’ya hayrandır. Biz de hayranız ve de Osmanlı’yız. Buna bizi anlamadan kızacak olanlar olabilir. Ama onlara bunu hatırlatmak isteriz.
Biz 600 yıl yani 620 yıl hatta; 1299’dan 1922’ye kadar. 1300 desek 620 yıl, 623 yıl bir Osmanlı dönemi geçirdik. Türk tarihinin en muhteşem devri, bir dünya hâkimiyeti ve bir bütün dünyaya adalet götürme devri, hakkı götürme devri. Osmanlı, işgal ettiği hiçbir ülkede o insanların dînini değiştirip de bunlar Müslüman olsunlar diye onlara hiçbir baskı uygulamamıştır. Tam aksine herkesin dînine saygı göstermekle kalmamış; onlara kendi dînlerinde en güzeli yaşayabilsinler diye Osmanlı, devamlı yardımda bulunmuştur.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Osmanlı adaletin timsaliydi, temsilcisiydi. 623 yıllık Osmanlı İmparatorluğu devrinde, Osmanlı İmparatorluğu dünyada en az suç işlenen ülkeydi. Suçu işleyenler de Osmanlı’nın içindeki yabancı dînlerin temsilcileriydi. Tasavvuf ahlâkıyla büyürdü Osmanlı. Her caminin imamı o mahallenin aynı zamanda muhtarıydı. Sayılırdı, hürmet edilirdi. Ve Osmanlı’da tam bir aile hayatı yaşanırdı. Dîn açısından çok evlilik cevaz verilen bir şeyse de toplum birden fazla evliliğe iyi gözle bakmazdı. Bundan rahatsızlık duyardı, tasvip edilmezdi. Onun için Osmanlı’da çok evlilik parmakla gösterilecek kadar az olan bir hüviyet taşır.
Sevgili kardeşlerim, bunların hepsinin ötesinde Osmanlı’nın adaleti bu dünyaya en büyük örnektir. Bir dünya hâkimiyeti, dünyaya nizam veren Osmanlı. Sevgili kardeşlerim, öyleyse bir devre geçirmişiz sevgili kardeşlerim, 622 yıl ve sonra da Osmanlı’yı yok etmişiz. Biz yapmışız bunu, kendi ülkemizdeki bizler. Osmanlı’nın bütün akrabalarını, taallukatını yurdumuzdan kovalamışız. Yurt dışına mecburi çıkış için kanun çıkarmışız. Osmanlı inkıraz olmuş, yok olmuş.
600 yıllık, dünyada adaletin timsali olan ve temsilcisi olan Osmanlı, gene kendi insanı tarafından yok edilmiş. Yeni bir rejim kurulmuş: Cumhuriyet. Ne olmuş? Cumhuriyetten bu tarafa geçen 80 yılı aşkın bir devre, ne olmuş? Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşundan, yükselme devrinden, duraklama devrinden ve düşme devrinden bir bütün alırsak ele hepsini işin içine katarak; biz bu dünyada en az suç işlenen ülkeydik. Ve Cumhuriyetin kurulmasından 80 küsur yıl sonra bugün, bugün biz dünyada en çok suç işlenen ülkelerden biriyiz. Aradaki farkı görmeyecek misiniz? Arkasında ne olduğunu hiç aramayacak mısınız? Arkasında Allah’tan kopmamız söz konusu. İşte bu kopukluktur ki; insanlarda doğruluğu, dürüstlüğü, toplum saygısını, Osmanlı’nın o muhteşem dizaynını bütün boyutlarıyla bizlere unutturmuş. Olay meydanda değil mi? Kim itiraz edebilir ki buna? 600 küsur yıl şu dünyada en az suç işlenen ülke olmak vasfını koruyan Osmanlı’nın ecdadı, çocukları bugün ne halde? Her gün binlerce hırsızlık vakası işleniyor ülkemizde. Gazetelerin haberlerine baktığınız zaman gözleriniz büyüyor. Biz Osmanlılar bu hale mi düştük? Böyle mi olacaktı sevgili kardeşlerim? Her alanda ahlâksızlık, her alanda suiistimal, her alanda düşüşün devamını acıyla izlemek; bu bizim kaderimiz oldu. Dürüstlüğün, îmânın kalesi olan Osmanlı, artık îmân edenlere karşı düşman bir tavrın içindeki bir ülke hüviyetine geldi. Acaba bu ülkeye yazık olmuyor mu? Benliğimizden bu kadar kopacak mıydık? Böyle mi olacaktı? Dünyaya hükmeden Osmanlı, yabancıların elinde bir oyuncak mı olacaktı? Bundan derece derece herkes sorumludur, hepimiz sorumluyuz. Osmanlılığımızı unutmuşuz.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, aslımızı unutmak mı söz konusu olmalıdır -ki bugün unutmuş durumdayız- yoksa aslımızı yâd etmek mi? Onları hürmetle anmak mı söz konusu olmalıdır? Çocukluğumuzu hatırlıyoruz. İlkokulun kütüphanesine girdiğimiz zaman oradaki kitapların aşağı yukarı hepsinin “Allah yoktur.” temasını işlediğini görmenin huzursuzluğunu şu anda yaşıyorum. O zamanlar bunların hiçbirinden elbette haberimiz yoktu ve bizler o telkinin altında büyüdük. Dînimizden koptuk. Bizim dîne, aslımıza geri dönüşümüz 30 yaşındaki bir başlangıç noktasından sonra, 40 yaşına kadar bize bir şey sağlamadan geçti. Sadece fiziğin ötesinde bir şeyler olduğunu net olarak yaşadık, Dayı Bey isimli mürşidimiz sebebiyle. Ama o devirde ne yaptığımızın farkında bile değildik. Ne zaman ki mürşidimiz Dayı Bey rahmetli oldu; o zaman gözlerimiz açıldı, yalnız hissettik kendimizi. Ve o zaman Allah’ın bizim üzerimizde nasıl bir tesir icra etmesi lâzım geldiğini öğrendik.
Sevgili kardeşlerim, her şey Osmanlı’da en güzel standartlarda örnek bir davranış biçimleri dizisini ifade ediyordu. Herkesin birbirine saygı gösterdiği bir muhteşem toplum; sevgiye, saygıya, dayanışmaya bağlı bir toplum; Allah’a ve dînine sımsıkı bağlı bir toplum. Ve Cumhuriyetle beraber laiklik müessesesi ortaya konmuştur. Laikliği açık bir şekilde dînsizlik olarak anlayan bir zihniyet bu ülkeye hâkim olmuştur. Neden sonra aklımız başımıza geldi de dînlerine bağlı insanları iş başına getirmeyi akıl ettik bu ülke olarak. Onların da hedeflerinde sapmalar görüyoruz. Onları saptırmak için Allah’ın dostu olmayanlar büyük gayretlerin içindeler.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, ahlâkın bu kadar çürüdüğü bir ortamda kurtuluşun; bu fitneden kurtuluşun bir tek yolu var: Allah’a dönüş. Dikkat edin, ne zaman Allah öndeyse o zaman parıltılı bir dünya vardır ve adaletin haksızlıklara hâkim olması vardır. Öyleyse adaletsizlik var mı? Ne yazık ki evet.
Sevgili kardeşlerim, Allah’tan koptukça insanlar zehirli olurlar. İşte 600 yıllık bir Osmanlı saltanatından sonra 80 yılda her şeyimizi kaybetmişiz. Dînin en üstün noktadaki kişisi muhakkak ki halifedir. Osmanlı’nın yok olmasıyla birlikte, ondan birkaç sene sonra, birkaç sene daha halifelik yaşadı, sonra onu da bitirdiler. Şu anda emperyalizmin en çok istediği şey yani İslâm âleminin yağma edilebilmesi için onların başsız kalması, şu anda dünya üzerinde başarıyla tatbik edilmiş bir oyunun bugünkü perdesidir. Ve İslâm ülkeleri başsızdır, her biri istilâ edilmiştir ve sömürülmektedir. Bir Türk ve İslâm birliği mutlaka kurulmalıdır. Türkiye gene bu hüviyetini muhafaza edecektir ama İslâm âlemine yön veren bir ülke olarak.
Sevgili kardeşlerim, şöyle bir göz atarsanız eğer, İslâm âleminin içinde İslâm âleminin idaresini üstlenebilecek olan ikinci bir ülke mevcut değil; sadece bu ülke söz konusu. Ve Amerika Federasyon’u yani Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Federasyon’u yani Avrupa Birliği bir bütünü oluşturamıyor. Çin’in ve Rusya’nın beraberce yaptığı o manevradan sonra dünyanın aklı başına gelmiş gibi görünüyor ve buna dayalı bir üçüncü büyük birliğin kurulması mutlak olarak gerekiyor. Bu Türk İslâm birliğidir. İslâm birliği Türksüz, başsız bir birlik olurdu. Onlara 700 yıl liderlik etmiş olan Osmanlı’nın bugünkü torunları, dünya üzerinde önemli bir vazifeyi almak mecburiyetindedir. Bu vazife Türk İslâm birliğinin kurulmasıdır. Böylece komünizmin karşısında üçüncü bir bileşik kuvvet vücuda gelecektir. Bütün İslâm ülkelerini bir araya getirecek olan bir İslâm birliği, Türkiye’nin liderliği altında kurulabilir. Başka bir alternatif yoktur.
Öyleyse bu ülkenin insanları olarak aklımızı başımıza toplamak mecburiyetindeyiz. Osmanlılığımızı kaybetmenin bize nelere mâl olduğunu gördük. 700 yıllık bir cihan hâkimiyetinin sonunda, 80 yılda her şeyi berbat ettik sadece. Ahlâk açısından bu dünyadaki en çok suç işlenen ülke olmayı başardık. İtalya’nın da bizden aşağı kalmadığı söyleniyor, istatistiklerden bunu anlamak gerekli. Ama asırlardan beri bize dünya üzerinde en çok değer kazandıran şey ahlâkımızdı; Osmanlı ahlâkı. 80 yılda o ahlâkı bütünüyle yok etmiş durumdayız. Bunu başaranlar iftihar etsinler.
Sevgili kardeşlerim, toparlanma devresidir. Artık aklımızı başımıza toplamak mecburiyetindeyiz. Artık bir Türk İslâm birliğini kurmak zamanı gelmiştir ve gene önceden haber veriyoruz ki; Türk İslâm birliği mutlak olarak kurulacaktır. Biliyorsunuz ki size daha evvel birçok şey söyledik. Ve söylediklerimiz, Allahû Tealâ tarafından bize söyletildiği için zamanı geldiğinde mutlaka gerçekleşti. Biz Allah’ın kölesiyiz, azatsız bir köle. Bu can bu tende kaldıkça biz Allah’ın kölesi olmakta devam edeceğiz ve hayatımızın şu kadarcık bir değeri olmadığını da herkesin bilmesini isteriz.
Öyleyse eğer insan isek gayelerimiz olmalı, gayelerimiz için yaşamalıyız. İdeallerimiz olmalı, ideallerimiz için yaşamalıyız. İster gaye deyin, ister ideal deyin; birisi Latince, birisi Arapça; netice değişmez. İstemeyenlerin var olduğunu da biliyoruz bir Türk İslâm birliğinin kurulmasını. İstemeyen bir zümre var ülkemizde ama onlar istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır. Türk İslâm birliği mutlaka kurulacaktır. Hiç kimse buna mâni olamaz, bilinmiş olsun. İşte bugünden söylüyoruz ki yakın gelecekte Türk İslâm birliği mutlaka kurulacaktır. Ve dünya üçüncü bir kuvvet odağına mutlak olarak sahip olacaktır. Dünyadaki sulh ve sükûn dengesi ancak bununla kurulabilir; üçüncü bir büyük güç. Bunun önderi de Türkiye’den başka bir ülke olmayacaktır; bu da bilinmiş ola. Bunların hepsinin yakın gelecekte gerçekleştiğini göreceksiniz. Altını çizerek söylüyoruz evvelden söylediklerimiz gibi, nasıl birer birer tahakkuk ettilerse bu da gerçekleşecek.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, elbette insanlar arasında fikir ayrılıkları olacaktır, ideal ayrılıkları olacaktır. Bunu hoş karşılamak mecburiyetindeyiz. Bu söylediğimiz Türk İslâm birliği bir görüşü temsil eder. Bu, Osmanlı’nın bir devamını temsil eder. Osmanlılıktan hoşlanmayanlar olabilir aramızda ama artık biliyoruz ki; onlar azınlıktadır. Bu vatanı sevenler, bu vatan için canlarını vermeye hazır olanlar, onlar Osmanlı kanı taşıyanlardır. Hepiniz Osmanlı’sınız. Türkiye’den başka, istiklâlini muhafaza edebilmiş bir Osmanlı ülkesi artık yok. Her tarafa el atmış durumda insanlığın düşmanları.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, bir olmak mecburiyetindeyiz, beraber olmak mecburiyetindeyiz. Unutmayın, Osmanlı’da zafer kazanan bütün padişahların yanında mutlaka Allah’ın bir büyük evliyası onlarla beraber olmuştur, onların mürşidi olarak. Ve zaferler kazanılmıştır önceden haber verilerek. Fatih Sultan Mehmet, lalasının yanına gittiği zaman hangi tarihte, hatta hangi saatte savaşın biteceğini, İstanbul’u fethedeceğini Akşemseddin Hazretleri Fatih Sultan Mehmet’e açık bir şekilde söylüyor. Allah’tan sormuş, cevabı almış. Var olduğuna nasıl eminse, kendisinin var olduğuna nasıl eminse Allah’tan aldığı emrin ve ilmin tam ve gerçek olduğundan da o kadar emin. Ve dediği gün, dediği saatte zafer kazanılıyor hem de her şeyin bitmesine ramak kala. İki tarafın da hayatta olan askerlerinin sayısı çok büyük ölçüde azaldığı bir devrede sancak, Osmanlı sancağı İstanbul’un burçlarına dikiliyor.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, gelecekte bu ülke gene dünyadaki en az suç işlenen ülkeler arasına inşaallah girecektir diye ümit ediyoruz. Bu mümkün müdür? Mutlak olarak mümkündür. İnsanlar Allah’ı tanıyabilseler; O’nun verdiği istikamette yaşamanın nasıl büyük bir mutluluk olduğunu bir yaşayabilseler, Allah’tan kopmaları hiçbir zaman mümkün olmaz. O zaman Osmanlı olurlar.
Sevgili kardeşlerim, bugün dünya üzerinde artık devletler yeni modellere göre dizayn ediliyor. Cumhuriyet de bu modellerin en güzelidir. Ve de Allahû Tealâ’nın emrettiği husus, asla böyle bir modelden vazgeçmemek. İslâm’ı temsil eden bir ülke, mutlaka serbest seçimle iş başına gelen bir parlamento düzenini devam ettirebilen bir hüviyeti kıyâmete kadar devam ettirmelidir diye geliyor.
Öyleyse adaletin tecellisi herkesin hak sahibi olduğu bir sistemi içerir. Bunun adı seçimdir. Herkes kendi vicdanının sesini dinleyerek oy verir ve iktidar tayin edilir. Adaletli olan, herkesin kendi vicdanının sesini dinleyerek bunu gerçekleştirmesidir ve böyle devam edecektir. Allahû Tealâ’nın bu devirdeki dizaynı budur. Dinî bir dayanışma siyasetin dışında bir olgudur. Siyaset ve dîn aynı hüviyetin içinde vücut bulamaz. Dîn, insanların mutluluğunu sağlayacak olan bir iç dizayndır. Osmanlı’nın bütün dünyaya ulaştırdığı bir muhteşem Allah ile ilişkiler dizisi. Bu Allahû Tealâ’nın dizaynı böyle devam edecektir.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, geleceğe ümitle bakın. Gelecek, bu ülkenin bir İslâm ülkeleri birliğinin lideri olduğu yeni bir devreyi işaret ediyor. Üçüncü bir kuvvet odağı; Türk İslâm birliği. Bu ülkenin gelecek günlerde üzerine alacağı belki en büyük vazife, kendi içindeki ahlâk buhranını bir sulh ve sükûn devresine dönüştürebilmesi hedefi olacaktır. Bu mümkündür ve mümkün olduğunu göreceksiniz. İnsanlar doğruyu ve güzeli gördükleri zaman, gözleriyle şahit oldukları zaman, kalpleriyle gördüklerine inandıkları zaman doğruya ulaşabilirler. O günler uzakta değil, sevgili kardeşlerim.
Dîni insanları hükmü altına alan bir zorbalık olarak düşünenler korkunç bir yanılgının içindedirler. Tam aksine adaletin bütün boyutlarıyla yer aldığı sistemde Peygamber Efendimiz (S.A.V) devresinde olduğu gibi inanç, konunun temelini teşkil etmiştir. Sahâbe dünyada en çok suç işleyen insanlarken işlemeyen insanlar haline gelmiştir. Yol kesiyorlardı, insanları öldürüyorlardı. Kabileler arasında bir kan davası bütün boyutlarıyla devam ediyordu. Bu noktada Peygamber Efendimiz (S.A.V) geldi. Ve sonra ne oldu? Sonra sahâbe suç işlemez oldular. Her şey bitti. Kendi kız çocuklarını küçücükken diri diri mezara gömüyorlardı, düşünebiliyor musunuz? Hepsi sona erdi, dünyadaki adaletin en büyük boyutlarda gerçekleştiği bir nizam kuruldu: Allah’ın nizamı.
Dîn deyince korkanlar, sizlere sesleniyoruz. Dîn korkulacak bir şey değildir, iftihar edilecek bir şeydir. Öyleyse şunu bilelim ki herkes sulh ve sükûnu bekliyor. Bütün bu suçların bu kadar büyük boyutlu, herkesin suça yönelmesinin arkasındaki ekonomik sebeplerin dışında en büyük sebep dînimizi unutmamızdır, ahlâkın da buna dayalı olarak yok olmasıdır.
Sevgili kardeşlerim, altını çizerek sizlere şunu söylemek istiyorum: Bizim Batı’dan alacağımız bir şey yoktur. Ama Batı’nın bizden alacağı çok şey vardır. Bunu yakın gelecekte bütün dünyaya ispat edeceğiz. Bir defa daha altını çizerek tekrar ediyorum: Batı ülkelerinin, Batı’nın bizden alacağı çok şey var olduğunu o günlerde herkes görecektir, herkese ispat edilecektir. Ama bizim Batı’dan alacağımız hiçbir şey yoktur. Oradan alabildiğimiz şey sadece ahlâksızlık oldu. Bu kadarı yeter. Artık kendimizi toplamanın zamanıdır. Artık Osmanlı kanı taşıdığımızın farkına varmamızın zamanıdır. Artık Allah’ın dostları olmanın zamanıdır. Bu husus; dileyenin dînini yaşamayı, bu imkâna sahip olmasını sağlamak, dileyenin dînini yaşamaması için ona serbest bir alan tanımak olduğunu hiç unutmayın. Hürriyet adaletin teminatıdır. Öyleyse hürriyet içerisinde dileyenlerin dînini serbestçe yaşayabileceği, dilemeyenlerin dînlerini serbestçe yaşamayacağı bir nizam gelecek yıllarda mutlaka yerli yerine oturacaktır.
Öyleyse adalet bunu gerektirmez mi? Bir insan dînini yaşamak istiyorsa o kişi dînini yaşayabilmelidir; kimsenin tesiri altında kalmayarak. Eğer bir insan bir dînin sahibi hissetmiyorsa kendisini, bir dîn yaşantısına girmek istemiyorsa kimsenin onu zorlamaya hakkı yoktur. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lânfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir.
“lâ ikrâhe fîd dîni: Dînde zorlama yoktur.”
“kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi): İrşad yolu ile gayy yolları birbirinden tamamen ayrılmıştır.” diyor Allahû Tealâ.
Hükmün altını çiziyoruz: “lâ ikrâhe fîd dîni: Dînde zorlama yoktur.” diyor Allahû Tealâ. Hiçbir devirde olmaması lâzımdır ama olduğu devirler yaşanmış. Gelecek devirlerde dînde zorlamanın asla olmadığı güzel günler yaşanacaktır. Dileyenin dînini yaşayabildiği, dileyenin de yaşamadığı bir ortamda herkes hürriyetin gerçek haklarından faydalanmalıdır.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha bir sohbeti beraberce sonuna ulaştırdık. Söylediklerim yakın geleceğin işaretlerini taşır. Bir defa daha altını çizerek söylüyoruz: Bugüne kadar söylediklerimiz nasıl gerçekleşmişse bunlar da gerçekleşecektir.
Hürriyet bütün insanların susadığı bir husustur ve bu hürriyet mutlaka oluşacaktır. Engel olacaklarını düşünenler varsa yanıldıklarını şimdiden söylemek isteriz. Gelecekte bu tablo ortaya çıkacak. Allahû Tealâ’nın söylediği husus, Bakara Suresinin 256. âyet-i kerimesi: “lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi).”
Dînde zorlama yoktur; asla olmayacaktır. İrşad yolu ve gayy yolu, herkesin seçeceği bir yol olacaktır. Dileyen irşad yolunu seçer, dileyen gayy yolunu seçer. İnsanların buna müdahale etmeye hakları yoktur. Kimse kimseyi dînini yaşamak mecburiyetinde bırakamaz, yaşamamak mecburiyetinde de.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, bu istikamette sözlerimiz burada tamamlanıyor. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R



