TARİHİ: 19.06.2006
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz.
Allahû Tealâ sadece hepinizin mutlu olmasını ister. Şu dünyada mutlu, huzur içinde bir hayat geçirmenizi ister. Kıyâmet gününde de cennete girmenizi ister. Temennisi budur. Bunun için bütün şartları inanılmayacak kadar kolay bir standart içinde hazırlamış, sizlerin emrine vermiş ve bekliyor ki; hepiniz en azından 3. kat cennetin sahibi olun, dünya saadetinin de en az yarısının sahibi olun ve bunu aşağı yukarı bedavaya kazanın.
Allahû Tealâ garanti ediyor: Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, ruhunu bu dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaştırmayı dilerse Allahû Tealâ o kişinin ruhunu Kendisine ulaştıracağını garanti ediyor. Evet, kim Allah’a ulaşmayı, ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı dilerse, Allah onun ruhunu Kendisine, Kendi Zat’ına ulaştıracağını garanti ediyor. Bu hepiniz için bir müjdedir sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım!
Öyleyse böyle bir dizaynda Allah’ın size verdiği müjdeye dikkat edin. Bir hiç karşılığında! Siz hiçbir şey yapmayacaksınız, her şeyi O yapacak. Bir insanın ne yapması lâzım, Allah’a ulaşmayı diledikten sonra Allah’a ulaşabilmesi için? Namaz kılması lâzım, oruç tutması lâzım, zekât vermesi lâzım, hacca gitmesi lâzım, kelime-i şahadet getirmesi lâzım, zikir yapması lâzım ve Allah’a ulaşmayı dilemesi lâzım. Allahû Tealâ diyor ki: “Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onu Kendisine ulaştırır.”
Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
Allahû Tealâ: “Allah dilediğini dalâlette bırakır.” Yani “Bütün insanlar doğuşlarından itibaren dalâlettedir. O insanlarla Allahû Tealâ ilgilenmez, onlar dalâlettedir. Onları dalâlette bırakır.” diyor.
Bir insan Allah’a ulaşmayı dilemedikçe Allahû Tealâ onu dalâlet çukurundan almaz. İlgilenmez o kişiyle. O kişi dalâlette kalır. Herkes başlangıçta dalâlettedir.
Sonra ne diyor Allahû Tealâ? “Ama kim; o dalâlette olanlardan her kim Allah’a mülâki olmayı dilerse, Allah onu Kendisine ulaştırır.” Ne diyor Allahû Tealâ? “Allah onu Kendisine ulaştırır.” diyor. Yani o kişi kendi gayretiyle Allah’a ulaşmaz; Allah onu Kendisine ulaştırır.
Bir âyet-i kerime daha. Allahû Tealâ Şûrâ Suresinde buyuruyor ki:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Allahû Tealâ: “allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb: Allah dilediğini Kendisine seçer ve o seçtiklerinden kim Allah’a yönelirse (Allah’a ulaşmayı dilerse) Allah onları Kendisine ulaştırır.” diyor.
İki âyet-i kerime ne diyor? “Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onları Kendisine ulaştırır.” diyor. Evet, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Öyleyse Allah’ın Kendisine ulaştırması söz konusu. Allah’ın Kendisine ulaştırması, Allah’ın verdiği bir söz gereği mutlaka gerçekleşir.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ’yı sevmek, Allah’a için olmak hepiniz için hedeftir. Ama aslî hedef, Allah’a ulaşmaktır. Bir kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesi, o kişinin ruhunun Allah’a ulaşmasını mutlaka gerçekleştirir. O kişi gerçekten, kalbinden bir dilekle Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onu Kendisine ulaştırır. İşte 21 basamaklık bir dizayn bu.
1. basamakta insanlar olayları yaşar,
2. basamakta değerlendirir.
Herkes olayları yaşar ve değerlendirir. Konumuz 3. basamakta başlar. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişi diğerlerinden ayrılır. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi Allahû Tealâ’nın Kendisine mutlaka ulaştıracağı kişidir. Bütün insanlardan Allah’a ulaşmayı dilemeyip de başka insanları da Allah’a ulaşmaktan men edenler, onlar Allahû Tealâ tarafından seçilmezler. Diğerleri seçilir. Diğer bütün insanlar Allahû Tealâ tarafından seçilir. Bu seçilen insanlardan -insanların %90’ından fazlası seçilir- kim Allah’a ulaşmayı dilerse bunlar da bu %90’ın %10’undan azdır. Çok küçük bir kesim Allah'a ulaşmayı diler. Onları Allahû Tealâ mutlaka Kendisine ulaştırır.
Neden bu kadar küçük bir kesim? İşte bugünün standartlarına dikkatle bakın sevgili kardeşlerim. Allahû Tealâ bize sizlerin unuttuğu bir dîni anlatıyor. Bu sözüm, bizim karşımızda olanlar içindir. Allah sizlerin bilmediği bir ilmi bize öğretiyor. Şimdiye kadar hiç, insan ruhunun Allah’a ulaşması bu kadar kolay bir şey olarak sizlere ulaştırılmadı. Neden ulaştırılmadı? Çünkü insanlar bilmiyorlardı. Neden ulaştırılmadı? Çünkü insanlar ilmi Kur’ân’dan almıyorlardı. İnsanlar daha şimdi -onların da çok küçük bir kısmı, bizim etrafımızda olanlar- ilmi Kur'ân’dan almaya başladılar.
Sevgili kardeşlerim! Ne kadar çok insan varmış bize karşı olan? Bunun mânâsını biliyor musunuz? Bize karşı olan insanlar, biz bütün bu bilgiyi Allah’tan aldığımız için ve O’nun emriyle sizlere ulaştırmaya çalıştığımız için bize karşı olanlar, aslında Allah’a karşı olanlardır. Bu yeni bir olgu değil sevgili kardeşlerim.
Şeytan herkese vahyeder. İster ki; hiç kimse cennete giremesin, herkes kendisiyle beraber cehenneme girsin. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, mutlaka Allah’ın onları Kendisine ulaştıracağını, neticede de onların mutlaka 3. kat cennete gireceğini iblis çok iyi bilmektedir. Ne yapması lâzım insanları kendisiyle beraber cehenneme ulaştırsın diye? Çok basit: Bizi onlara düşman olarak tanıtması lâzım. Bir başka ifadeyle, bütün insanları bize düşman etmesi lâzım. Başarmış mı? Büyük ölçüde.
Bir insan düşünün sevgili kardeşlerim: Allah yoluna girdiğinden bu tarafa 30 yıl boyunca hep insanların nasıl kurtulacağını öğretmiş Allahû Tealâ ona. O da insanlara bunu öğretmeye çalışıyor. Şeytan da onu bütün insanlara düşman kılıyor. İnsanları ona düşman ederse iblis bundan ne kazanır? Onun sözünü insanlar dinleyip de kurtuluşa ulaşamazlar. Ve iblis bunu yaparken kimleri kullanır? Herkese vahyettiği için herkes onun sözlerini kendi düşüncesi zannedecektir. İnsanlar her biri: “Bu benim kendi düşüncemdir.” diye düşüneceklerdir. Bize karşı olurken, bizim aleyhimizde konuşurken niçin konuştuklarını bile bilmeyeceklerdir. Şu andaki duruma bakın sevgili kardeşlerim. 30 yıldır yani Allahû Tealâ’nın bize Risalet Nurları’nı yazdırmaya başladığı günden itibaren bu tarafa tam 30 yıl geçmiştir. Hidayet çağının giriş devresi tamamlanmıştır. Şimdi gelişme devresindeyiz. Hep insanlar bize sadece düşman oldular. Nasıl oluyor? Toplumun bütün boyutlarda bize düşman olduğu, herkesin hiç irdelemeden, incelemeden, ne söylediğimizi bile anlamadan bize düşman olmasının arkasında ne olabilir sevgili kardeşlerim?
1- İnsanlar söylediklerimizi bir dinleseler, bir Kur'ân-ı Kerim’e bakıp bütün söylediklerimizin dîn âlimlerinin bugün bilmediği hakikatler olduğunu,
2- Hepsinin Kur'ân’dan mutlaka kaynak gösterilerek sizlere açıklandığını,
3- Bu itibarla hepsinin mutlak olarak Allah’ın doğruları olduğunu,
4- Ve bu doğruların bugün unutulan ama 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile bütün sahâbenin yaşadığı doğrular olduğunu insanlar bir gün öğrenecekler.
İşte öğrendikleri zaman büyük hüzün kaplayacak içlerini. “Biz bu insana düşman olduk. Şimdiye kadar bizim bilmediğimiz şeyleri söylüyor, mutlaka bunları uyduruyor diye düşman olduk. Yalan söylüyor diye düşman olduk. Ama sözlerini incelemedik. Doğru olup olmadığını irdelemeden, Kur'ân’la karşılaştırmadan ona düşman olduk. Arkasında sadece iblis olabilir bunun. Şeytan olabilir.” diye iş işten geçtikten sonra, ancak ölürken akılları başlarına gelecek.
Sevgili kardeşlerim! Bütün devirler boyunca Allah’ın resûllerinin başına gelen şey budur. Allahû Tealâ Mu’minun Suresinin 44. âyet-i kerimesinde diyor ki:
23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.
“Biz bütün kavimlere resûl göndeririz. Ve ardarda göndeririz.” diyor.
Bugüne kadar olduğu gibi bugün de bütün kavimlerde o kavimlerin lisanını konuşarak onlarla hemhâl olan, onlara Allah’ın hakikatlerini bizim sizlere anlattığımız gibi anlatan resûller şu anda bütün kavimlerde yaşıyor. Allahû Tealâ Mu’minun-44’te devam ediyor:
“1- Bütün kavimlere resûl gönderdik.
2- Ardarda gönderdik. (Ardı arkası kesilmeksizin gönderdik. Yani hiçbir kavmi, hiçbir devrede resûlsüz bırakmadık.)
3- Hangi kavme resûl gönderdiysek, bütün kavimler resûllerini yalanladılar. Onları kabul etmediler.” diyor Allahû Tealâ.
Hangi kavme resûl gönderildiyse hep aynı şey olmuş. Bütün kavimlere resûl gönderilmiş, bütün kavimlerdekilerin büyük kesimi mutlaka Allah’ın resûllerini yalanlamışlar. Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim’de kaç tane nebî resûl gönderdiğini söylüyor, velî resûl gönderdiğini söylüyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V) aynı zamanda Resûldü, tabiatıyla Allah’ın elçisiydi ve bir Peygamber Resûldü. Ama O, Peygamberlerin sonuncusuydu. O’nu da inkâr etmediler mi sevgili kardeşlerim? Herkes başlangıçta karşısındaydı. Neticede ne oldu? Neticede O, Allah’ın Peygamberi olarak Allah’ın yardımıyla hakikatleri anlatarak onların başına geçti. Bu devirde de aynı şey olacak.
Bir defa daha altını çizerek söylüyoruz. Peygamber Efendimiz (S.A.V), nebî resûldü (peygamber resûldü) ve peygamberlerin sonuncusuydu. Biz nebî resûl değiliz. Biz velî resûlüz (evliya resûlüz). Peygamber değiliz. Yüzlerce defa peygamber olmadığımızı söylüyoruz. İnsanlar da bize: “Sen peygamberlik iddia ediyorsun.” diyorlar.
Şeytan insanları cehalet açısından öyle bir noktada tutuyor ki söylediklerimiz hep, yalan söyleyenlerin yalanları sebebiyle boşlukta kalıyor. Bu nereye ulaştırıyor bugün yaşayan insanları? İslâm âlemini zillete ulaştırıyor, küfürde bırakıyor, dalâlette bırakıyor ve onların hem bu dünya hayatını yaşarken mutsuz olmasına hem de gidecekleri yerin kıyâmetten sonra mutlaka cehennem olmasına sebebiyet veriyor.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ 7 safha ve 4 teslim olarak İslâm’ı indirmiş. İşte o İslâm, faaliyette olmalı. Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve bütün sahâbe bunu yaşamışlar. Kur'ân açık açık ispat ediyor. Hepsi Allah'a ulaşmayı dilemiş. Üzerimize farz. Hepsi ruhlarını Allah’a ulaştırmak için önce mürşidlerine ulaşmışlar. Kâinatın en büyük mürşidine, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e ulaşıp tâbî olmuşlar; farz. Hepsi ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar; farz. Ve bu kadarı Allahû Tealâ tarafından garanti ediliyor.
İşte biz de bugün, insanları Allah'a ulaşmayı dilemeye davet ediyoruz. Sevgili kardeşlerim, ne yazık ki burada korkunç bir sonuçla karşı karşıyayız. İnsanlara dîn öğretenler, şimdiye kadar öğrenmedikleri bir ilmi, biz Allah’tan öğrendiğimiz için ve hepinize O’nu anlattığımız için, onların öğrendikleri ilmin tamamen dışında bir Kur'ân ilmi olduğu için bize hepsi karşılar. Bir taraftan Diyanet İşleri Başkanlığı, bir taraftan bütün İlâhiyat fakülteleri…
Sevgili kardeşlerim! Nasıl bir dizayn ki; iblis her şeyi önceden mahvetmiş. Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin yaşadığı İslâm, size başlangıçta söylediğimiz Allah'a ulaşmayı dilemek 3. basamak, mürşide ulaşıp tâbî olmak 14. basamak, ruhu Allah’a ulaştırıp teslim etmek 21. basamak. Bu, herkesin hemen ulaşabileceği bir sonuç. Daha ötesi var. Fizik vücudu Allah’a teslim etmek, nefsi teslim etmek, irşad olmak ve iradeyi Allah’a teslim etmek, 7 kademe. 7’si de Kur'ân’da farz. Kur'ân, bütün sahâbenin bu 7 safhanın 7’sini de yaşadığını ve hepsinin fevz-ül azîmin (en büyük kurtuluşun) sahibi olduğunu, Adn cennetine gireceklerini söylüyor. Hepsi farz.
Biz ne yapıyoruz sevgili kardeşlerim? Biz bütün insanları Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in ve sahâbenin yaşadıkları Kur'ân’da farz olan İslâm’ın 7 safhasının hepsini yaşamaya davet ediyoruz. Nereye davet ediyor muşuz? Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le sahâbenin yaşadıkları hayata. Neye dayalı olarak davet ediyor muşuz? Kur'ân-ı Kerim’e. Bundan 14 asır evvel de Kur'ân-ı Kerim’den başka hiçbir kitap yoktu, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in elinde. O, Kendisine 23 yıl boyunca inen Kur'ân’a tâbî oldu ve bütün sahâbeyi Kur'ân’a çağırdı.
Ne diyor? “Aranızda en hayırlınız Kur'ân’ı öğrenen ve öğretendir.” Ve “Benim ümmetimin en hayırlısı Mehdi (A.S)’dır.” diyor. Neden? Çünkü Kur'ân’ın öğretilmesiyle, Kur'ân-ı Kerim’in ruhunun öğretilmesinden bahsediyor. Kur'ân’ın lâfzının ve lâfzının ötesinde, ruhunun öğretilmesini kastediyor. “Aranızda en hayırlınız Kur'ân’ı öğrenen ve öğretendir.” ifadesi, 14 asır sonra bugün neye dönüşmüş? “Kur'ân-ı Kerim’in tilâvetini ve kıraatini öğrenen ve öğretendir.”e dönüşmüş.
Artık insanlar müzikal bir şekilde Kur'ân-ı Kerim tilâvetinde bulunuyorlar. Müsabakalar tespit ediliyor, tayin ediliyor, tesis ediliyor. Müsabakalar açılıyor. İnsanlar yarışa giriyorlar, en güzel Kur'ân okuyanlar. Ve zannediyorlar ki: “En hayırlı olan, o okumanın en güzelini yapandır.” Böyle bir inanç oluşmuş. Oysa ki Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim’in okunmasını değil, lâfzının –lâfız olarak 1. mânâsının- ve ruhunun, arkadaki 7 mânânın da öğretilmesini ve öğrenilmesini emrediyor.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den 14 asır sonra bugün, Allah bize onların yaşadığını Kur'ân-ı Kerim’de âyetlerle tespit ettiğini, biz de sizlere o âyetlerle ispat ediyoruz ki; 7 safhanın 7’si de Kur'ân-ı Kerim’de farz. Yeter mi? Yetmez, hayır. Bütün sahâbe Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le beraber 7 safhanın 7’sini de yaşamışlar. Şimdi biz sizleri;
1- Bu 7 safhanın her birinin neler olduğunu Kur'ân âyetleriyle ispat ederek,
2- Onların hepsinin Kur'ân-ı Kerim’de farz kılındığını ispat ederek,
3- Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin onların hepsini yaşadığını gene Kur'ân âyetleriyle ispat ederek hepinizi o
İslâm’ın 7 safhasını öğrenmeye ve yaşamaya davet ediyoruz. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in ve sahâbenin yaşadığı hayata ve o hayatın menşei olan Kur'ân’a davet ediyoruz. Kur'ân, insanlar onu müzikal bir şekilde okusun diye değil; muhtevasını öğrensinler ve hayatlarına tatbik etsinler diye indirilmiş. Böyle yaptığımız için insanlardan bize düşman olmayan kalmadı.
Bu nasıl bir dünyadır sevgili kardeşlerim? Herkes bize düşman. Arkasında sadece iblis var. Bir düşünün; bugün bütün insanların unuttuğu hidayeti, kurtuluşun bütün reçetesini Allahû Tealâ bize öğretiyor. Allahû Tealâ mı öğretiyor? Bundan şüphesi olan olabilir mi acaba? Kim biliyordu biz hidayetin ne olduğunu sizlere ispat edene kadar Allahû Tealâ’nın bize öğretisiyle? Bakın bakalım o kitaba. Türkiye’de satılan 22 tane Kur'ân mealinin hepsini aldık. Hidayet kelimesi geçsin veya geçmesin, hidayete (insan ruhunun hayattayken Allah’a ulaşması, hidayet) müteallik; hidayet kelimesi geçse de geçmese de ne kadar âyet varsa Kur'ân-ı Kerim’de 22 tane Kur'ân-ı Kerim’deki bütün hidayete müteallik âyetleri aldık. Gözlerinizin önüne bir ibret tablosu çıkardık. Zamanımızdaki dîn âlimlerinin hidayeti (insan ruhunun hayattayken Allah’a ulaşmasını) nasıl gizlediklerini, hiçbir şek ve şüpheye imkân vermeyecek kadar kesin bir şekilde ortaya koyduk.
Hidayet, insan ruhunun hayattayken Allah’a ulaşmasıdır. İşte 2 âyet-i kerime: Allahû Tealâ buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).
“innel hudâ hudallâhi.”
inne: muhakkak ki, şüphesiz ki
el hudâ: hidayet
hudallâh: Allah’a ulaşmaktır.
2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın Kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.”. Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.
“inne hudâllâhi huvel hudâ.”
inne: muhakkak ki, şüphesiz ki
hudallâhi: Allah’a ulaşmak
huve: işte o
el hudâ: hidayettir.
Ama bazı âlimler; sırf bize karşı olmak için, sırf sözlerinin o hidayeti inkâr eden sözlerinin müdafaasını yapabilmek için diyorlar ki: “Hidayet Allah’a ulaşmak değildir orada, Allah’ın ulaştırmasıdır.”
Peki, öyle olduğunu kabul edelim. Allah’a ulaştırması olduğunu kabul edelim. O zaman aklınıza bir sual gelecek. Hidayet Allah’ın ulaştırmasıdır, güzel. Nereye ulaştırmasıdır? Hidayet Allah’ın nereye ulaştırmasıdır? Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyi Kendisine ulaştırıyor. Zaten konumuz Allah’a ulaşmayı dilemekle başlıyor. Biz hepinize Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insanın –ki bugün bütün âlimler tarafından unutulmuş bir Kur'ân hakikati- gideceği yerin cehennem olduğunu sizlere Kur'ân âyetleriyle ispat ettik. Öyle olan bir kişinin (Allah'a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin) Allah’ın âyetlerinden gâfil olduğunu ispat ettik.
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Allah'a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin takva sahibi olmadığını ve gizli şirkte olduğunu ispat ettik.
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişinin dalâlette olduğunu ispat ettik.
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişinin şeytanın kulu olduğunu ispat ettik. Ve aynı âyet-i kerimeyle bütün sahâbenin Allah'a ulaşmayı dileyerek Allah’ın kulu olduğunu da ispat ettik:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
Sevgili kardeşlerim! Bunlar ibretlerdir. Her sözümüzün doğru olduğunu görenler, Kur'ân’la karşılaştırıp da doğru olduğunu görenler; kendi söylediklerinin yanlış olduğunun halk tarafından öğrenilmesi, onları çok korkuttuğu cihetle söylediklerimizin yanlış olduğunu iddia ediyorlar. Ama bu âyetlerin hiçbirisine itiraz edemiyorlar. Ama o, bizlerle onların arasında kalıyor.
Sonuç mu? Sonuç: Bu hakikatler bilinmediği için, unutulduğu için, dîn adamları da kendilerine sorulunca gerekli açıklamaları yapmadıkları için 70 milyondan fazla insan şu anda Türkiye’de cehenneme doğru yol almakta. Sevgili kardeşlerim! Bu çok ciddî bir yaradır. Şu anda bizim omuzlarımızda 70 milyondan fazla insanın vebali var. Bu hakikatleri bilip de Allah'a ulaşmayı dilemeyen bir insanın, söylediğimiz o hususlar gereğince…
7 konudan bahsetmiştik;
1- Gidecekleri yer mutlak olarak cehennem.
2- Allah’ın âyetlerinden gâfiller.
3- Küfürdeler.
4- Takva sahibi değiller.
5- Şirkteler.
6- Hüsrandalar.
7- Hidayette değiller.
Sevgili kardeşlerim! Allah'a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin amelleri boşa gider. Allah'a ulaşmayı dileyen bir kişininse günahları örtülür. Yani sırf Allah'a ulaşmayı dilediği için günahları örtüldüğü cihetle, sevapları mutlaka günahlarından fazla olacaktır. Gideceği yer mutlaka Allah’ın cenneti olacaktır.
Bu söylediklerimizin hepsinin doğru olduğunu gören bugünün dîn adamları, bu doğruları gururları buna müsaade etmediği için açıklamaktan kaçıyorlar. İlim gururları onları hakikatleri açıklamaktan men ediyor. Bunun ne kadar büyük bir vicdan azabına sebebiyet vereceğini onların bir kısmı biliyor.
Sevgili kardeşlerim! Perdeler kısa bir zamanda açılacak. Doğruları gören insanlar bizim etrafımızda yer alacaklar. Doğrular, bir defa daha altını çizerek söylüyoruz, bize ait doğrular değil. Doğrular, Kur'ân’ın doğruları. 14 asır evvel o doğrular 7 safha olarak, Kur'ân hakikatleri, Kur'ân’daki farzlar 7 safha ve 4 teslim olarak Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbe tarafından yaşanmış. Ve biz de tam onların yaşadığı hayata Kur'ân âyetleriyle herkesi davet ediyoruz ama bugünkü dîn ilminin içerisinde bunların hiçbirisi mevcut değil.
Şeytan 14 asır süre içerisinde hep hayatta olarak insanların dîn müessesesini İslâm’da, İslâm’ın 5 şartına indirgemiş. Ve insanlara: “Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek bunlar bir insanın cennete gitmesi için yeterlidir. Bunları yapın, orta yolda olun, geri kalanına karışmayın.” demiş dîn adamlarımız. Ve bu yerleşmiş bir hedef olmuş bütün insanlar için. Ve İslâm bu şekilde bitkisel hayata itilmiş. Her şey kopmuş Kur'ân-ı Kerim’den. İslâm’ın 6. ve 7. temel faktörleri kopmuş: Allah'a ulaşmayı dilemek ve zikir. Hem zikir farzken hem çok zikir farzken hem de daimî zikir farzken, zikir ne 32 farzın ne de 54 farzın içinde mevcut değil.
Ayıpları meydana çıkacak diye dîn adamları fellik fellik bizden kaçıyorlar. Bizimle karşılaşmaktan çekiniyorlar. Diyoruz ki: “Sizin üniversitenizde konferans verelim. Karşılıklı tartışalım 2 saat, 3 saat, 4 saat, 7 saat… Ne kadar derseniz.” Çünkü derinlere girdikçe bizim onlara söyleyecek çok âyetimiz var. Hepsi de Kur'ân’dan olduğu için itiraz edemeyecekler. Biliyorlar ki mağlup olmaya mahkûmlar. Bunun için bizden devamlı olarak kaçıyorlar. Ama bizi kötülemekten de geri durmuyorlar. Bizim zavallı, saf, tertemiz halkımız da onlar dîn adamı diye, bizden öğrendikleri ama bugüne kadar onlara öğretilmeyen hakikatleri gidip onlardan soruyorlar. Diyorlar ki: “Yahu siz ‘İslâm’ın 5 şartı var. 5 şartı yapan, gerçekleştiren cennete gider.’ diyorsunuz ama bu adam diyor ki: ‘Eğer İslâm’ın 5 şartıyla cennete gideceğinizi zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Allah'a ulaşmayı dilemezseniz -ki o 5 şartın içinde böyle bir şey yok- o zaman gideceğiniz yer cehennemdir. Hem de ebediyyen cehennemdir.’ diyor. Cehenneme girdikten sonra orada leblebi gibi bir süre kavrulduktan sonra oradan ayrılıp hop, cennete gitmek diye bir olayın mevcut olmadığını söylüyor bu adam.” diyorlar.
Tam 29 tane âyetle sizlere ispat ediyor ki; cehenneme giren bir insan cehennemde cezasını ebediyyen çeker. Hiçbir zaman cehennemde bir süre yandıktan sonra oradan çıkıp cennete giremez.
Görüyor musunuz sevgili kardeşlerim, insanlara ne hurafeler yutturulmuş? Yutturulmuş deyince onları insanlara zulmeden insanlar olarak değerlendirmiyoruz. Hayır. Yutturmak müessesesi, özellikle istenerek yutturulmuş bir hüviyet taşımıyor. Âlimler, 14 asırdır hep ahkâm kesmişler, hükümler vermişler, birbiriyle tartışmışlar, kitaplar yazmışlar. Bir sürü kitap var ortalıkta. Ama Kur'ân’la karşılaştırdığınız zaman gözleriniz böyle fal taşı gibi açılıyor. Sevgili kardeşlerim, çünkü Kur'ân tamamen unutulmuş. Bu konunun en korkunç tarafı; Kur'ân’ın insanları cennete ulaştıracak olan fasılları, onlar yok edilmiş.
Biz istiyoruz ki bütün insanlara bu hakikatleri anlatabilelim. Her yere müracaat ediyoruz. Biz söyleyelim, âyetlere beraberce bakalım; bakalım biz mi haklıyız yoksa siz mi haklısınız? Şu anda bilgisayarın hafızasında tarihiyle belli olmak üzere bir liste göreceksiniz. O listede 6 bin saatten fazla konuşmamız var. 6 bin saatten fazla, sadece Kur'ân âyetlerine dayalı konuşma. Hiçbir konu kalmamış ki; biz onun Kur'ân gerçekleriyle anlatımını gerçekleştirmiş olmayalım. Öyleyse sevgili kardeşlerim, onlar orada duruyor tarihleriyle. Bundan kaç sene evvel, 20 sene evvel ne söylemişiz? 10 sene evvel ne söylemişiz? 5 sene evvel ne söylemişiz? Bilgisayarın hafızaları, bizim ispat vasfımızdır. Ve Allah’ın düşmanlarının onu yok etmek için ne kadar büyük gayretin içinde olduklarını da biliyoruz. Ama o, Allah’ın muhafazası altında.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Nereye ulaştık? Kur'ân, özellikle Kur'ân’ın insanları kurtuluşa ulaştıracak olan bütün hükümleri yok edilmiş. Bütün kavramlar yok edilmiş. Kur'ân’da bu 7 safhaya göre 7 ayrı takva müessesesi var. Ama Kur'ân-ı Kerim tefsiri yapanlar, meali verenler, takva kelimesi; korkmak, çekinmek, sakınmak anlamlarına geldiği için hep sadece onu almışlar. “Allah’tan korkmak” olarak Türkçeleştirmişler. Oysaki her kademede; Allah'a ulaşmayı dileme kademesinde, tâbiiyette, hidayette olmakta, Allah’a ruhu ulaştırmakta, fizik vücudu teslim etmekte, nefsi teslim etmekte, irşad olmakta ve iradeyi teslim etmekte her biri ayrı bir takva ifadesiyle kullanılmış. Hepsi yok edilmiş sevgili kardeşlerim. Tek bir kelime kullanılmış: Allah’tan korkmak. Her bir takva, ayrı bir safhayı ifade ediyor. İslâm’ın 28 basamağının hepsi kaybolmuş. Vel Asr Suresinde Allahû Tealâ bütün Kur'ân’ı anlatıyor.
103/ASR-1: Vel asri.
Asra yemin olsun.
103/ASR-2: İnnel insâne le fî husr(husrin).
Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır.
103/ASR-3: İllâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabrı.
Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs tezkiyesi yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar), Allah’a ruhu ulaşıp Hakk’ı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.
Allah'a ulaşmayı dilemekten iradeyi teslime kadar hepsi onun muhtevasında ve o Surenin tercümesiyse hazin bir olay. Gerçekten sevgili kardeşlerim, her an iblisin nasıl korkunç bir tuzakla önce dîn adamlarını tavladığını, onları hegemonyasına aldığını görüyoruz. Her şey yanlış.
Resûl ve nebî kavramları mahvedilmiş. Nebî resûller, velî resûller hepsi unutulmuş. “Resûller; kendilerine kitap verilmiş, şeriat kitabı verilmiş, o şeriatla hükmeden peygamberlerdir.” diyor. Bütünüyle yanlış. Hangisini düzeltelim ki sevgili kardeşlerim? Kendilerine şeriat kitabı verilip de o şeriat kitabıyla hükmeden; resûller değil, nebîlerdir. Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinin 81. âyet-i kerimesinde açık bir şekilde söylüyor.
3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tansurunnehu, kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Allah, nebilerden, “Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, O'na mutlaka îmân edeceksiniz ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz” diye misak aldığı zaman, “İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?” diye buyurdu. (Onlar da): “İkrar ettik (kabul ettik)” dediler. (Allahû Teâlâ): “Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.
“Ey nebîler! Sizlere kitap verdik ve hikmet verdik.” diyor.
Neresine bakarsanız, baştan sona kadar bir yanlışlıklar zinciri İslâm’ı çepeçevre kuşatmış ve insanların şeytandan ve cehennemden kurtulmasını iblis; dîn adamlarına yanlışları okullarda öğreterek, onları dînin kurtuluşunun temsilcileri değil, dînin cehenneme götürüşünün temsilcileri haline getirilmiş. O kadar dîn adamından bir tanesi hariç, hiçbirine Allah’ın hakikatlerini Allah’ın emrettiği biçimde, boyutta öğretmek mümkün olmadı. Sadece kaçıyorlar. Lâf kalabalığına getirerek söylediklerimize kulaklarını tıkıyorlar. Hatta bazıları şöyle diyor: “Bize Kur'ân âyetleri verme.” diyorlar. Biz de diyoruz ki: “Ya peki ne vereceğiz?” Bundan 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V), Kur'ân’ın dışında bir ilme sahip miydi? Allahû Tealâ O’na sadece Kur'ân’ı öğretmedi mi? O da bütün sahâbeye ve etrafındaki herkese Kur'ân’la hükmetmedi mi?”
Bunu söyleyen kişi komik, gülünç bir duruma düşmüş olmuyor mu? “Bize Kur'ân’ı anlatma” sözü. Eğer siz Kur'ân’ı unutmuşsanız, 14 asır evvel bütün sahâbe, Kur'ân’daki 7 safhayı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le beraber yaşamışsa (farz olan 7 safha) ve biz size -işte Kur'ân, işte hepsinin farz olduğunu gösteren deliller, işte Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le bütün sahâbenin yaşadığı 7 safhası- Kur'ân’ı yine Kur'ân’dan ispat ediyorsak, o zaman sizin söyleyecek sözünüz kalır mı?
Lâf kalabalığına getirerek nereye varıyor âlimler? Bütün insanları cehenneme mahkûm eden bir tuzağın sahipleri oluyorlar. Yani şeytanın tarafında bir yer seçmişler kendilerine. Aman onların itibarlarına halel gelmesin. Diyoruz ki onlara: Ey dîn adamları! Biz sizin karşınızda değiliz; yanınızdayız. Sizin onlara karşı (insanlara karşı) mahcup olmanızı istemiyoruz. Ama zaten mahcup olmanız için sebep de yok. Çünkü siz, size öğretileni öğretebilirsiniz ancak. Ve size de şu anda öğretmekte olduğunuz ilim öğretildi. Öyleyse neden endişe ediyorsunuz? Neden doğruların bu insanlar tarafından öğrenilmesini, bize yardımcı olarak gerçekleştirmiyorsunuz?
Sevgili kardeşlerim! Bugüne kadar böyle devam etti. Ama o günlerin sonuna geldik. Önümüzdeki günlerde dîn adamlarının bu hakikatleri birer birer öğrendiklerini, kabul ettiklerini ve bizi ait olduğumuz yere oturtacaklarını göreceksiniz. Allahû Tealâ’nın Kur'ân-ı Kerim’i kaç yerde bizden bahsediyor? Karanlıkların devri bitmiştir. Artık aydınlıkların, mutlulukların, huzurun devri başlamıştır. Hidayet çağının gelişme devresindeyiz. Ve daha sonra gerçek kimliğimiz, Allahû Tealâ indindeki kimliğimiz bütün boyutlarıyla anlaşılacak ve herkes bunu tasdik edecektir. Hz. İsa gelince, bu konu bütün boyutlarıyla bir defa daha ispat edilmiş olacaktır.
Öyleyse bugüne kadar size hep Kur'ân doğrularını anlattık, sadece Kur'ân ve sadece Kur'ân’ın hakikatleri. Bugüne kadar bu ilmin içine kendimizden bir kelime bile katmadık. Allahû Tealâ buna asla müsaade etmez. Öyleyse Allah’ın tasarrufunda olan biz, bir defa daha dîn adamlarını Allah’ın doğrularını öğrenmeye çağırıyoruz sizlerin huzurunda.
Sevgili izleyenler, dinleyenler! Hepiniz tarafsız şahitler olun. Bizim tarafımızı tutun demiyoruz. Hayır, kesinlikle böyle bir talebimiz yok! Ama doğruları inceleyin ve doğruların Kur'ân doğruları olduğunu gördüğünüz zaman, o zaman bizim davetimiz üzerine değil ama kendi vicdanınızın sesiyle bizim yanımızda olacaksınız. Dîn adamları için de aynı şey söz konusu. Bizim doğru söylediğimize ihtimâl vermeyen insanlar, bir gün inceleyecekler sözlerimizi. O zaman kulaktan kulağa yayılan, yankılanan bir sonuç ortaya çıkacak. Biz o zaman İslâm’ın kurtuluş bayrağı olacağız. Bugün sadece dîn adamları konuları enine boyuna incelemedikleri, okullarda öğrendikleri ilmin kendileri için yeterli olduğunu sandıkları -daha korkunç bir sonuç- ve doğru olduğunu sandıkları için…
Öğrendikleri her şey yanlış sevgili kardeşlerim. Korkunç bir tuzak İslâm âlemini kasıp kavuruyor. Bu yüzden İslâm âlemi dünyanın en geri ülkelerini oluşturuyor. En güçsüz ülkeleri ve hep esaret altında ülkeler, birer sömürge durumunda. Onları oradan kurtaracak olan; o kişi biziz. Biz Allah’ın dostuyuz. Ve bununla sadece bugüne kadar iftihar ettik. Bu bizi hayata bağlayan en sağlam iptir; Allah’ın ipi. Biz Allah’ın ipine sımsıkı sarıldık. Siz de bizim ipimize sımsıkı sarıldınız, bizimle birlikte olanlar.
Yakın gelecekte sözlerimizin hepsi incelenecek. Hepsinin doğru olduğu o zaman ortaya çıktığında bu zavallı âlimlerimizin durumunu görmek, düşünmek bile istemiyoruz sevgili kardeşlerim bunu. Bütün gerçeklerin ortaya çıkacağı o güne doğru yaklaşıyoruz. Aklı başında olan bir dîn âlimi, bunca yıldır söylememize rağmen öğrendiklerinin doğru olduğundan o kadar emin ki; araştırmak gereğini duymuyor. Sözlerimizi Kur'ân’dan tahkik etmek gereğini duymuyor. 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in ve sahâbenin yaşadığı hayatı onlara anlattığımızı, onları oraya davet ettiğimizi idrak edemiyorlar.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Ne kadar hazin bir tecelli. Şu insanlar, dîn âlimleri, 70 milyondan fazla insan, sadece bizim ülkemizde şu anda cehenneme doğru gidiyor ve arkasındaki sorumlular sizlersiniz. Hanginiz “Hayır, biz değiliz.” diyorsanız o zaman bizimle karşılaşmak mecburiyetindesiniz. Biz sözlerimizi Kur'ân âyetleriyle ispat edelim, siz de karşı çıkabilecekseniz çıkın.
Hadi gelin. Kamuoyunu hakem tayin edelim ve beraberce bir araya gelelim. Kimler karşımızda yer alacaksa hiçbirine itirazımız yok. Hepiniz toparlanın. Kimlerden oluşacaksanız buyurun, barkovizyon yoluyla biz size ulaşırız, karşılıklı konuşuruz, âyetler konuşur. O zaman biz size İslâm’dan nelerin koptuğunu detaylı olarak anlatırız.
Kısa bir süre evvel 3 saatlik bir konuşma oluşturduk: 1’er saat, 1’er saat, 1’er saat. Ve orada İslâm’dan nelerin koptuğunu belki biraz üzülerek, bazen gözlerimizden yaşlar dökülerek sizlere anlattık. O 3 tane 1’er saatlik konuşma, hayatınızın düsturu olmalıdır. İslâm’ı nasıl bu hale getirdiler? İslâm’dan neler kopmuş? 3 saat süreyle sizlere, onları bütün gerekli detaylarıyla anlattık; www.mihr.com. 06.06.06-İslâm’dan Kopanlar-1, 07.06.06-İslâm’dan Kopanlar-2, 08.06.06-İslâm’dan Kopanlar-3. Onları da dinledikten sonra hâlâ bizimle beraber olmayabilecek bir dîn adamı tasavvur edemiyoruz. Onları inceleyin. Sadece 3 saatinizi alır. Ve özellikle isteriz ki hepsini tek tek tahkik edesiniz. Tahkik ettiğiniz zaman İslâm’dan nelerin koptuğunu, İslâm’ın nasıl bitkisel hayata atıldığını, düşürüldüğünü o zaman göreceksiniz.
Muhterem dîn âlimleri! Sizlere hep öğrendikleri yanlış şeyleri öğrettiler. Ama bu konuda onların bir günahı yok. Onlara öğretilen, yanlışlardı. Yanlış şeyler öğretti onlara öğrenen, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonraki devrede yetişen âlimler. Ve onları okullarından öğreten bu insanlar, bu dîn öğretim üyeleri ve öğretiyorlar.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha sizlerle hasbihâl etmek imkânını Allahû Tealâ bize bahşetti. Sizlerle birlikte olduk ve Allah’ın doğrularını bir defa daha tezekkür ettik. Ümit ederiz ki bu konuşmayı dinleyen, izleyen dîn âlimleri, o 3 saatlik konuşmayı bütün faktörleriyle inşaallah incelerler. İslâm’dan kopanlar; konunun adı. 3 saat. İslâm nasıl mahvedilmiş, orada göreceksiniz.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir konuşmayı, siz muhterem izleyicilerimizi muhatap olarak tamamladık. Sizler hakemsiniz. İster taraflı hakem olun, ister tarafsız hakem olun ama sonunda hakikat meydana çıktığı zaman eğer karşı tarafı tutmuşsanız o zaman mahcup olacaksınız. Ama ilminiz onlardan alınan ilimse –ki ancak onlara hak vermeniz, hakikatler meydana çıkmadığı bu devirde sizin onlardan alınan ilme dayalı bir ilmin sahibi olduğunuzu gösterir. Tamam, ama o zaman yanılıyorsunuz.
Hiç düşünmüyor musunuz sevgili kardeşlerim? Bu kadar insan, bütün dîn âlimleri karşımızda. Ama biz onların hiçbirisinden korkmuyoruz. Hepsini çağırıyoruz. “Hadi gelin!” diyoruz. “Konferans veriyoruz Türkiye’nin her tarafında, dünyanın her tarafında konferans veriyoruz. Kimler kendisine güveniyorsa buyursun, gelsin. Onlar bize sorsunlar. Ama biz de onlara soralım. İşte meydan sizin. Kendisine güvenen buyursun. Öğrendiğiniz dîn ilminin sizi nasıl cehenneme sürüklediğini biz size ispat edeceğiz.” Diyoruz, dîn adamı olarak isim yapan, dînin esasını unutmuş olan herkese. Bu bir çağrıdır. Nerede isterseniz biz oradayız. İşte meydan sizin!
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha bir konuşmayı birlikte tamamladık. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R