TARİHİ: 15.07.2006
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki, bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz, bir mutluluk sohbetinde birlikteyiz!
Ne demek istiyoruz? Ne demek istediğimiz gayet basit, gayet açık. Sevgili kardeşlerim! Allah’ın hepinizden istediği bir tek şey var: hepinizin mutluluğu yaşaması. Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’i indirmiş. Tevrat’tan sonra İncil’i, İncil’den sonra Kur’ân-ı Kerim’i. Tevrat da İncil de Kur’ân-ı Kerim de bir mutluluk rehberidir.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ buyuruyor ki:
51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.
“Biz, insanları ve cinleri başka bir şey için değil Bize kul olsunlar diye yarattık.” diyor.
Acaba kul olmak ne demek? Allah’a kul olmak! Allah’a kul olmak; mutlu olmak demek. Mutluluk, kul olmakla birlikte başlayan bir müessese. İnsanlar mutluluk deyince çeşitli şeyler anlayabilirler. Evvelâ bunun bir tarifini yapmamız lâzım. Bir insana büyük ikramiye çıkar. Fena halde sevinir ve “mutluyum” der. Ama bu sadece o ikramiyenin çıktığını aldığı andaki sevincidir. Sevinçle mutluluğu birbirine karıştırmayın. Sevinçler, sevinilecek bir olay olduğu anda oluşan, ondan sonra da geçen birer hissiyat parçasıdır. Ama mutluluk kesintisizdir, daimidir.
Mutluluğun muhtevasını araştırdığımız zaman görürüz ki, mutluluk her şeyden evvel kesintisiz bir müessesedir. Yani bir insan mutluyum diyorsa, zamanın bütün devrelerinde bu huzuru, mutluluğu yaşaması lâzım. Huzur içinde olan bir insan mutludur. Böyle bir insansa 3 ayrı cepheden birden mutludur.
1- İç dünyasında mutludur.
2- Dış dünyasında mutludur.
3- Allah ile olan ilişkilerinde mutludur.
Bir insan iç dünyasında nasıl mutlu olabilir ki? İnsanın nefsi var, % 100 afetlerle dolu. İnsanın ruhu var, % 100 hasletlerle dolu. Yani nefsi afetlerle dolu. Allah’ın hiçbir emrini yapmak istemeyen, yasak ettiği bütün fiilleri de işlemek isteyen azgın bir nefs. Şeytanla devamlı irtibat halinde olan, şeytanın devamlı telkinlerde bulunduğu ve huzursuzluğa sebebiyet veren bir durum bu; befsin afetleri.
Ruhumuz da hasletlerle dolu. Ruhumuz, Allah’ın bütün emirlerini mutlaka yerine getirmek isteyen, yasak ettiği fiilleri ise asla işlemek istemeyen bir özelliğin sahibi. Yani iki zıt kardeş, Allah’a ulaşmayı dilememiş olan bütün insanların içinde. Ruh ve nefs. Kur’ân-ı Kerim’i Allah’tan öğrenmemiş olan insanlar, ruhla nefsi aynı şey zannederler. Eğer kişinin iyi tarafı hâkimse, o aynı şey ruh adını alır. Tek bir şeydir bu, onların fikirlerine göre. Eğer kötüyse o zaman da o, nefstir. Kötülük tarafı hâkimse nefstir, iyilik tarafı hâkimse ruhtur. Öteden beri buna inanılır.
Sevgili kardeşlerim! İnsanlar dîni mahvetmişler, yok etmişler. Peygamber Efendimiz (S.A.V) zamanında dîn yaşanmış. Hangi dîn yaşanmış? Hz. İbrâhîm’in hanif dîni yaşanmış. Bu dîn, bizim Kur’ân-ı Kerim’imizde Hz. İbrâhîm’in hanif dîni olarak geçiyor. Ve Arapça adı İslâm yani Allah’a teslim olmak müessesesi. Allah’a ruhu teslim etmek, Allah’a fizik vücudu teslim etmek, Allah’a nefsi teslim etmek ve Allah’a iradeyi teslim etmek.
Mutlulukların en büyüğü irade tesliminden sonra yaşanır. Sevgili kardeşlerim! Böyle bir muhtevada mutlu olmak için yapmanız lâzım gelen şey, önce nefsinizi tezkiye etmektir. Onu afetlerden yarı yarıya temizlemektir. Sonra mı? Sonra da tasfiye etmektir. Nefsinizdeki bütün afetleri yok etmektir. İşte nefs tezkiyesi ve tasfiyesi bunları içerir.
Öyleyse mutluluğa baktığımız zaman mutluluğun muhtevasında, nefsimizle ruhumuz arasındaki anlaşmazlık sebebiyle iç âlemimizde mutsuz olduğumuzu tespit ediyoruz. Nefsimizdeki afetlerin varlığı sebebiyle başka insanlarla münasebetlerimizde hep o insanlardan üstün olduğumuz intibaını onlara vermeye çalışıyoruz. Nefsin afetleri bunu icap ettirir. Böyle bir davranış biçimi bizden sadır olduğu zaman, karşımızdaki kişi de (biz öyle bir itici görüntünün sahibi olduğumuz için) onlar da kendilerinin bizden daha üstün olduğunu ispat için harekete geçiyorlar. Böylece kötü davranışa, üstünlük iddiasını destekleyen davranışlara, karşı tarafın da üstünlük iddiasını destekleyen karşıt davranışları ekleniyor. Bu, o kişiyle aranızda sevginin değil bir tartışmanın, bir negatif yarışmanın, sonunda da bir kavganın oluşmasına mutlaka sebebiyet verir. İşte sevgili kardeşlerim, sonuç diyorsanız. Sonuç, negatif bir sonuç. Nefsimizle ruhumuz arasında kavga varsa kavganın olduğu her yerde mutsuzluk vardır, huzursuzluk vardır.
Bu kavga, bütünüyle biter mi? Bütünüyle biter. Kim nefsindeki bütün afetleri yok ederse, o afetlerin yok olmasına sebebiyet veren, Allahû Tealâ’nın zikriyle Allah’ın katından gelen rahmet, fazl ve salâvât isimli nurlardan fazılların nefsimizin kalbini %98 doldurması, %2 de rahmetle dolan nefsimizin %100 nurlarla dolu olması hali, bizi herkes tarafından sevilen bir insan haline getirir. Nefsimizin afetleri tamamen yok olmuştur. Ruhumuzun hasletleri, o yok olan afetlerin yerine gelmiştir.
Nefsimizin afetleri varken davranışlarımız nasıldır? Nefsimizin afetleri bize hep bir şeyler yaptırır. Negatif bir şeyler, sevgili kardeşlerim. Bu negatif davranışlar karşımızdakini de bize negatif davranmaya iter. Ama nefsimizdeki afetler tamamen yok olmuşsa o zaman hasletler gelmiş, yerleşmiştir. Daha doğrusu hasletlerin eşiti hüviyetinde olan fazıllar, bizi fazilet sahibi kılacak olan fazıllar gelip nefsimizin kalbine yerleşmiştir. Artık davranışlarımız tamamen pozitiftir.
Sevgili kardeşlerim! Nasıl bir dizayn? Nefsimizin kalbinde, Allahû Tealâ’nın kalbimize ulaştırdığı nurlar sebebiyle nefsimizin afetlerinin bütünüyle yok olduğu, yerlerine ruhumuzun hasletlerine paralel fazılların yerleştiği bütün davranışları pozitif olan bir yapının sahibi oluruz. Bu, her an mutlu olmanızın yegâne senedidir, ispat vasıtasıdır, delilidir. Ve bu sebep, nefsimizin afetlerinin yerini tamamen ruhumuzun hasletlerine paralel olan nefsimizdeki fazıllar sağlamıştır. İçimizdeki kavga %100 bitmiştir. Eğer fazılların sahibiysek öfkenin, kinin, nefretin, intikamın yerini sevgi, uyum kısaca mutluluk kaplamış olur. İşte bu nokta sevgili kardeşlerim, bütün insanları mutluluğa ulaştıran temeli oluşturur. O zaman siz de her şey çok mu güzel yoksa bana mı öyle geliyor diyeceksiniz.
Sevgili kardeşlerim! Her şey öylesine güzel ki.
İşte insanlar neden mutsuz diye düşündüğünüz zaman ortaya sadece bir tek şey çıkıyor; nefsin afetleri. Nefsin afetlerine tesir eden güç nedir? O güç şeytandır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
24/NÛR-21: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).
“Sakın şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Kim şeytanın adımlarına tâbî olursa münkerle ve fuhuşla emrolunur. Eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı üzerinize olmazsa içinizden hiçbiriniz nefsinizi tezkiye edemezsiniz.” diyor Allahû Tealâ.
Nefsimizi tezkiye edebilmemiz, temizleyebilmemiz Allah’ın zikriyle mümkündür. Zikir yani zikrullah; “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah…” diye Allah’ın ismini tekrar etmektir.
Eğer Allah’a ulaşmayı, Allah’a mülâki olmayı dilemişsek mutlaka Allah bizi mürşidimize ulaştırır. Tâbîiyetimizle beraber kalbimizin içine îmân yazılır. Önemli mi? Son derece önemli. Neden önemli? Çünkü bu noktadan itibaren zikir yaptığımız zaman Allah’ın katından gelen salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl isimli iki grup nur:
1. grup: Salâvâtla rahmet: Salâvât nurları taşıyıcıdır. Rahmet, kalpte ön huşûyu oluşturur.
2. grup: Salâvâtla fazl: Salâvât nurları bu sefer de fazılları getirirler. Fazıllar, o taşıyan uçağın kargo yüküdür, kargosudur.
Salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl, göğsümüze beraberce gelirler. Göğsümüzden Allah’ın açtığı yarıktan geçerek kalbimize ulaşırlar. Kalbimizde Allah’ın yazdığı îmân kelimesi bir manyetik alanın sahibidir. Kalbimize ulaşan rahmet, fazl ve salâvât nurlarından fazıllar, bu manyetik alanın zıttı manyetik alanın sahibidir. Bu sebeple birbirlerini çekerler. Kalbimizde Allah’ı ne kadar süre zikredersek, o kadar süre nefsimizin kalbine Allah’ın bu nurları gelir. Ve o süre içerisinde Allah’ın katından gelen bütün fazıllar, nefsimizin kalbinde bulunan îmân kelimesi tarafından çekilir ve kendisine yapıştırılır. Kalbimize yapışan fazıllar, kalbimizi işgal etmeye başlar. Önemli mi? Son derece önemli. Çünkü fazılların işgal ettiği yere artık nefsimizin afetleri, zikirsiz devrede kalbimize gireceklerdir ama kalbimizde barınamazlar ve kalbimizin içinde fazılların kapladığı alana onlar artık intikal edemezler, orasını tekrar işgal edemezler. Nefsimizin kalbi Allah’ın nurları olan fazıllar tarafından işgal edilmeye başlanmıştır.
Sevgili kardeşlerim! İşte bu muhteva önemli. Nefsinizin kalbine Allah’ın nurlarının inmesi ve îmân kelimesine yapışarak orasını işgal etmesi, kaplamaya başlaması. Neticede ne olur? Daimî zikre ulaştığınız zaman yani kesintisiz bir şekilde, 24 saat uyanıkken de uykudayken de zikriniz zikr-i daim olursa, devamlı zikirde olursanız o zaman nefsinizin kalbi sadece %98 fazılla %2 de rahmet nuruyla dolar. Geriye boşluk kalmayacağı için afetlerin barınağı yoktur. O zaman siz Allah’ın bütün emirlerini mutlaka yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir hüviyet kazanırsınız.
İşte bu nokta son derece önemli sevgili kardeşlerim. Bu noktada siz mutlu bir insansınız. Neden? Nefsiniz de ruhunuz da… Artık ruhunuz sizde değil Allah’a ulaşmış durumda çoktan. Nefsiniz sadece fazıllardan oluştuğu için Allah’ın bütün emirlerini canı gönülden yerine getirmek talebinin sahibisiniz ve de onlar yerine getirilirken de büyük mutluluklar yaşarsınız. Allahû Tealâ’ın en büyük ibadeti zikirdir, sizse zikr-i daime ulaşmışsınız. Yani otururken de ayaktayken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikrediyorsunuz. Böyle bir noktada nefsinizin kalbi pırıl pırıl olmuştur, %100 nurlarla dolmuştur.
İşte böyle bir ortamda, nefsinizin kalbinden size ulaşacak olan bütün talepler pozitif taleplerdir. Hepsi Allah’ın emirlerine uygun taleplerdir. Allah neyi emretmişse siz onu yerine getirmek istersiniz ifadesi yetmez. Yerine getirmek; içinizden gelen bir talep olur, vazgeçilmez bir talep olur. Çünkü Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmek sizin için büyük zevkleri oluşturur. Hani insan vardır; namaz kılar, “Aman! Şu namazımı da kılayım, yakamdan düşsün. Bitireyim şu namazı bir an evvel çıkayım, kurtulayım.” düşüncesiyle namaz kılanlar var. Bunlar konunun başında olanlar. Henüz Kur’ân’ın temel hükümlerini bilmeyenler, tasavvufu bilmeyenler. Unutmayın! Tasavvuf, Kur’ân’dır. Tasavvufun bütün dayanakları Kur’ân’dır. Bunu defaatle ispat ettik herkese. Öyleyse Kur’ân’dır diyoruz. Kur’ân’ın talebi, mutasavvufun talebidir. Kur’ân’ın talebi, evliyanın talebidir.
Kur’ân, zikri farz kılmıştır. Günün yarısından daha fazla zikri farz kılmıştır. Daimî zikri, zikr-i daimi de farz kılmıştır. İşte 3 âyet-i kerime. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
“Öyleyse Allah’ın ismiyle zikret ve her şeyden kesilerek Allah’a ulaş.”
Bu ara sıra zikretmektir. Yani bu kesin olarak günün yarısından çok daha az bir zikirdir, başlangıç zikridir. Bir süre devam eden bir zikirdir. Günün yarısından daha az bir zikirdir. Bir insanın ruhunu Allah’a ulaştıracak olan zikir de gerçekten günün yarısından daha az bir zikirdir. Birkaç saatte tamamlanır. Ama bir de çok zikir var, günün yarısından daha fazla zikir. 12 saatten daha çok zikir. Allahû Tealâ Ahzâb Suresinin 41. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhâllezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.
“Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle zikredin. Yani günün yarısından daha çok zikredin.”
Daha ötesi de var mı? Elbette var. Bir de daimî zikir var. Nisâ-103’te Allahû Tealâ diyor ki:
4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.
“fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum: ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikredin!” buyuruyor Allahû Tealâ.
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Zikir, Allahû Tealâ’nın bu sebeple sizi mutluluğa hazırlayıcı faktör olarak faydalı olması dolayısıyla en büyük ibadettir. İşte Allahû Tealâ bunu söylüyor. 3 zikri karşılaştırmış; namaz kılmak zikirdir, Kur’ân-ı Kerim tilâveti zikirdir ve zikrullah, Allah’ın ismini “Allah, Allah, Allah…” diye tekrar etmek o da zikirdir.
İşte sevgili kardeşlerim, bu zikri, daimî zikri ya da zikrullahı yerleştirmek asıldır. Şimdi bakıyoruz, Allahû Tealâ ne söylemiş Ankebût Suresinin 45. âyet-i kerimesinde?
29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.
utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi: Habibim! Sana o kitaptan vahyettiğimiz şeyler var ya! (âyetler, sureler), o şeyleri onlara oku. Sana kitaptan vahyettiklerimizi onlara, sahâbeye oku, anlat, tilâvet et.
ve ekımıs salât(salâte): ve namaz kıl.
innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri): muhakkak ki namaz, münkerden ve fuhuştan men eder.
ve le zikrullâhi ekber(ekberu): ve muhakkak ki Allah’ı zikretmek ikisinden de daha büyüktür, en büyük ibadettir.
“Muhakkak ki.” demiş, “ve le” kullanmış.
Öyleyse mutluluğunuzun anahtarı, o zikirdir. Allahû Tealâ: “Biz, insanları ve cinleri başka bir şey için değil; Bize kul olsunlar diye yarattık.” deyince ne çıkıyor ortaya?
1. kulluki Allah’a ulaşmayı dilediği zaman insanın gerçekleşir. 28 basamaklık bir serüvenin 1. ayağındasınız daha. 3. basamaktasınız. Allah’a ulaşmayı dilemişsiniz. Dilediğiniz anda Allah’a kul oldunuz. Allah’a kul olmak! Bunun mânâsı, şeytana kul olmaktan kurtulmaktır. Şeytana kul olmaktan kurtuldunuz ve Allah’a kul oldunuz.
Sonra Allah derhâl üzerinizde fonksiyonlarını eda edecek ve kalbinize ulaşacak, kalbinizin nur kapısını Allah’a çevirecek, göğsünüzü yaracak, göğsünüzden kalbinize nur yolunu açacak, siz zikir yapacaksınız, Allah’tan gelen %2 rahmet kalbinize ulaşacak. Ondan sonra böyle olduğunuz için, %2 rahmet yerleştiği için huşû sahibi olacaksınız, hacet namazını kılma yetkisi verilecek size ve bu hacet namazını kılmak suretiyle Allah’tan mürşidinizi isteyeceksiniz. Mutlaka gösterecek Allahû Tealâ.
Allah’a mülâki olmayı dilemişseniz, Allah’a ruhunuzu ilka etmeyi, mülâki kılmayı (ulaştırmayı), hayattayken bunu yapmayı kalben dilemişseniz Allahû Tealâ’dan, Allahû Tealâ mutlaka bunları gerçekleştirir. Ve Allah’ın gösterdiği mürşide ulaşıp tâbî olduğunuz zaman kalbinize îmân yazılır ve başınızın üzerine devrin imamının ruhu gelir, günahlarınız sevaba çevrilir.
Sevgili kardeşlerim! İnsanlar vardır; günah işlerler. Günlerce, haftalarca Allahû Tealâ’ya yalvarırlar. “Yarabbi! Beni affet, beni bağışla. Vallâhi de billâhi de tallâhi de bir daha işlemeyeceğim bu günahı.” diye. Allahû Tealâ affeder mi? Affedebilir. Peki, affetmeyebilir mi? Evet, affetmeyebilir de. Ne yapacağını kimse garanti edemez. Eğer Allah’tan kişi mütemadiyyen günah işledikten sonra talepte bulunuyorsa “Yarabbi, beni affet.” diye. Bunun bir neticeye ulaşacağını kimse garanti edemez.
Peki, garantisi var mı? Allah’ın günahları affetmesinin garantisi var mı? Elbette var. 30 senedir bunu anlatıyoruz. 30 senedir. Elbette var. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, dilediği an “Ey Yüce Allah’ım! Ben ruhumu hayattayken Sana ulaştırmak istiyorum, ermiş evliya olmak istiyorum. Ben de Senin evliyandan biri olayım.” Evliya; dost demek, dostlar demek. “Ben de Senin ermiş evliyan olmak istiyorum. Ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum” talebini kalpten söyleyebildiğiniz anda olayı bitirdiniz. Allah bütün günahlarınızı örter. İşte Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesi. Allahû Tealâ ne diyor orada?
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
“Ey îmân edenler, ey inananlar!”
Bunlar Allah’a inanıyorlar ama Allah’a ulaşmayı dilememişler. Dilemedikleri için takva sahibi değiller. Allahû Tealâ diyor ki onlara: “Takva sahibi olun.” Bu kişinin takva sahibi olabilmesi için mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemesi lâzım. Dilemeyen hiç kimse takva sahibi olamaz.
Allahû Tealâ Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesinde diyor ki:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
munîbîne ileyhi vettekûhu: Allah’a yönel, Allah’a ulaşmayı dile ve O’na karşı böylece takva sahibi ol ve müşriklerden olma.
Kişi dilemeseydi Allahû Tealâ’ya ulaşmayı, takva sahibi olamayacaktı. Müşriklerden olarak kalacaktı. Kim bu müşrikler. İki nev’î şirk var:
1- Açık şirk.
2- Gizli şirk.
Açık şirk putlara tapmak. Ama kim Allah’a mülâki olmayı dilemezse, ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmayı dilemezse bu kişi gizli şirktedir. Ömür boyunca da dilemediği sürece şirkte kalacaktır. Mutluluğa hiçbir zaman ulaşamayacaktır. Ama kim Allah’a ulaşmayı dilerse, o kişi Allah’ın kulu olur. Ve Zâriyât Suresinin 56. âyet-i kerimesinde: “Biz, insanları ve cinleri başka bir şey için değil; Bize, kul olsunlar diye yarattık.” ifadesi, o kişinin 1. kulluğunu elde ettiği noktanın ne kadar önemli olduğunu bize gösterir. Çünkü kişi daha Allah’a ulaşmayı dilediği anda 1. kulluğun sahibidir.
1- Cehennemden kurtulmuştur, 1.cennetin sahibi olmuştur.
2- Mürşidine ulaşıp tâbiiyetinde 2. kat cennetin sahibi olmuştur.
3- Ruhunu Allah’a ulaştırdığında 3. kat cennetin sahibi olmuştur. Ve bu süreç Allahû Tealâ tarafından garanti edilir kişiye. Allahû Tealâ diyor ki:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“Kim ruhunu Bana ulaştırmayı dilerse, kim Bana mülâki olmayı dilerse onun ruhunu Ben Kendime ulaştırırım.” diyor Allahû Tealâ.
İşte Allah’ın ifadesi açık ve kesin olarak geliyor karşımıza sevgili kardeşlerim. Allahû Tealâ diyor ki:
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
“Allah dalâlette olanları bırakır. Ama o dalâlette olanlardan kim Allah’a mülâki olmayı dilerse (Allah’a ulaşmayı dilerse), Allah onları Kendisine ulaştırır, hidayete erdirir.” İşte olay açıklık kazanıyor.
Sevgili kardeşlerim! İnsanın hedefine yürümesi bu standartlar içinde mutluluğu ifade eder. O kişi nefsinin kalbinde bu noktada %51 nura ulaşmıştır. %2 rahmet, %49 fazılla (%51 nurla) ruhu; mürşidine tâbî olduğu anda vücudundan ayrılarak ana dergâha ulaşan ruhu Allah’a ulaşmıştır. Bu vuslattır. Kişi 3. kat cennetin sahibidir ve gideceği yer 3. kat cennettir. Dünya mutluluğununsa yarısını elde etmiştir. Çünkü nefsinin kalbindeki afetlerin sadece %51’i yok olmuştur.
Mutsuzluğumuz nefsimizin kalbindeki afetlere dayalı, mutluluğumuz nefsimizin kalbindeki fazıllara dayalıdır.
İşte faziletli yapıyor bizi. Daha sonra fizik vücudumuzu Allah’a teslim ederiz; nefsimizin kalbinde %81 nur birikiminde. Daimî zikre ulaşırız, nefsimizin kalbi %100 nurlarla dolar. O zaman kesintisiz bir mutluluğun sahibi oluruz.
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a bu noktada yakınlığımız üst boyuta çıkar. Nefsimizin kalbinde hiç afet kalmadığı için Allahû Tealâ bizleri devamlı bir mutluluğun içinde yaşatır. Nefsimizin kalbinde hiç afet kalmadığı noktada, daimî zikre ulaştığımız noktada Allahû Tealâ bize art arda ikramlarda bulunur. Hepsi fazl-ı keremindendir. O kişi daimî zikre ulaşmıştır. Ulaşmışsa ne olur? Ulaştığı zaman daimî zikir sebebiyle nefsinin kalbi tamamen nurlardan oluşur, artık afetlerin barınabilmesi mümkün değildir. Çünkü kişinin zikri bitmiyor. Bitse o ne kadar afet gelmişse gelmiş, yerleşmiştir ama boş kalan yere afetler gelip yerleşecektir. Ama nefsin kalbine gelen nurlar, onu devamlı dolu olarak tutuyor. Karanlıklara yer kalmıyor. Çünkü karanlıkların girmesi için nefsimizin kalbinin alt taraftaki zülmanî kapısının açılabilmesi lâzım. O kapı yukarıdan gelen rahmet, fazl ve salâvât nurlarının alttaki kapıya vurarak, alttaki kapıya baskı yaparak o kapıyı devamlı kapalı tutması söz konusu. Böylece nefsimizin kalbine karanlıkların girmesi söz konusu değil, mümkün değil. Kalbimiz %100 nurlarla kaplanmış. Nefsimizin kalbi Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmemizi, yasak ettiği hiçbir fiilli işlemememizi emrediyor. İşte böyle bir imkânın içindeyiz.
Sevgili kardeşlerim! Her şey öylesine güzel ki. O noktada ne olur? İç dünyamızda mutlu oluruz. Neden? Çünkü nefsimizin kalbi %98 fazl, %2’i rahmet nuruyla doludur. %100 nurlarla doludur. Allah’ın bütün emirlerine itaat eden, yasak ettiği fiilleri hiç işlemeyen birisi var artık. Öyleyse her olayın arkasından mutlaka duyacağımız şey mutluluktur, huzurdur.
Peki, iç dünyamızdaki durum bu. Dış dünyamızda durum ne? Nefsimizin kalbinde afetler olmadığı için hiç kimseye karşı ukalalık etmeyiz. Kimseden üstün olduğumuzun iddiasında bulunmayız. O zaman insanlar bize kızmazlar, biz de onlarla kavga etmek mecburiyetinde kalmayız. Öyleyse dışarıdaki sulh ve sükûnu sağlayan da gene insanın davranışlarıdır. Bu noktada başka insanlarla da kişi sulh ve sükûn noktasına ulaşmıştır.
1- İç dünyasında mutludur, nefsiyle ruhu arasında kavga yoktur, huzursuzluk sona ermiştir. Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir insan vardır artık.
2- Dışarıdaki insanlarla kavgası bitmiştir. Dış dünyasında da mutludur kişi.
3- Gelelim Allah ile olan ilişkilere, insan orada da muhteşem bir mutluluğu yaşar. Neden? Çünkü Allah’ın emri ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah’a teslimidir. Bu kişi hepsini gerçekleştirmiştir. Ulûl’elbab olduktan sonra muhlis olmuştur. Ondan sonra iradesini de Allah’a teslim edip “irşada memur ve mezun kılındın” cümlesiyle irşad makamına Allahû Tealâ tarafından tayin edilmiştir. Böyle bir noktaya ulaşan bu kişi mutluluğu en üst boyutta yaşayan bir insandır. İradesi de Allah’a teslim olmuştur. Allah ile olan ilişkilerindeki bütün fonksiyonel durumlar pozitif istikamette çalışmaktadır. Bu kişi 5 vakit değil, 7 vakit namaz kılmaktadır. Kuşluk sünneti ve teheccüd sünnetiyle beraber 7 namaz. Bu kişi zikir yapmaktadır. Zikr-i küllînin sahibidir. Kesintisiz bir zikir ve artık tespihe geçmiştir. Allahû Tealâ’nın bütün emirlerini yerine getirmek onun için bir zevktir. Yasak ettiği fiilleri işlememek için de gayret sarf etmesi gerekmez çünkü iç dünyası zaten böyle bir talebin sahibi değildir.
İşte bu kişi:
1- Allah’a mülâki olmayı dilediği zaman 1. kulluktadır.
2- Mürşidine ulaşıp tâbî olduğu zaman 14. basamakta, 2. kulluktadır.
3- Ruhunu Allah’a ulaştırdığı zaman, teslim ettiği zaman 22. basamakta, 3. kulluktadır.
4- Fizik vücudunu Allah’a teslim ettiği 25. basamakta 4. kulluktadır.
5- 26. basamakta daimî zikrin sahibidir. Ulûl’elbab olmuştur. 5. kulluktadır.
6- 27. basamakta muhlis olmuştur. Tövbe-i Nasuh’a davet edilmiştir. 6. kulluktadır.
7- 28. basamakta iradesini de Allah’a teslim ederek, tespihe geçmiştir. 7. ve en üstün kulluktadır. İrşad makamına tayin edilmiştir Allahû Tealâ tarafından.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bu anlattıklarımız Allah’ın bize anlattıklarıdır. Bu kişi iç dünyasında kesintisiz bir mutluluğu yaşamaktadır. Nefsiyle ruhu arasındaki kavga bitmiştir. Bu kişi dış dünyasında kesintisiz bir mutluluğu yaşamaktadır, onun başkalarıyla olan kavgası bitmiştir. Başkaları onunla kavga edebilirler o, onların problemi ama o, onlarla kavga etmez. Allahû Tealâ’nın kendisine verdiği üst seviye vazifeler vardır, manevî görevler; onları yapar. Bu da ona büyük mutluluk verir.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Gelelim kişinin Allah ile olan ilişkilerine. Allah hangi emri vermişse hepsini gerçekleştiriyor en üst boyutta. Allah neyi yasak etmişse onlara karşı bir talebi yok. Allah bütün o talepleri alıyor içinden. Ne emirler cephesinde Allah ile bir takışması var (yani Allah’ın emirler cephesindeki bir emrini yerine getirmezlik etmiyor) ne de yasaklar cephesinde Allah’ın bir emrini yerine getirmezlik etmiyor. Bu kişi iç dünyasında, dış dünyasında ve Allah ile olan ilişkilerinde sonsuz bir mutluluğu yaşıyor.
Sevgili kardeşlerim! İşte burası kulluğun sonudur. 7. kulluktur. Onun için Allahû Tealâ bütün insanları Allah’a kul olmak için yaratmış. Herkesin bu sonsuz mutluluk noktasına ulaşmasını diliyor Allahû Tealâ. İnsanlarsa bu hakikatleri hiç mi hiç bilmiyorlar. Kur’ân bu söylediklerimizin hepsini, söylediğimiz âyetlerle ve bütün boyutlarıyla hatırlıyor.
Unutmayın sevgili kardeşlerim, bundan 14 asır evvel sadece Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve Kur’ân vardı. Bütün emirlerini Kur’ân’dan vermiştir. 14 asır sonra biz, Allah’ın bize öğrettiği Kur’ân’ı sizlere öğretmekle vazifelendirildik. Ve sizleri, eğer talep ederseniz mutlaka saadete ulaştırmakla görevlendirildik. Şeytan sizin mutluluğunuza engel olamaz. Allah buna müsaade etmez. Yeter ki siz Allah’a ulaşmayı dileyin. Dilerseniz Allahû Tealâ’nın sizi mutlaka saadete ulaştırdığını, dünya mutluluğunun yarısını mutlak olarak size bedavadan verdiğini ve 3. kat cenneti de size bedavadan verdiğini göreceksiniz. Neden? Çünkü diyor ki: “Kim Bana ulaşmayı dilerse ben onu Kendime ulaştırırım.”
Biz insanların görevi Allah’a ulaşmayı, Allah’a mülâki olmayı dilemektir. Allah da Kendisini görevli ilan etmiş. “Siz bunu dileyin. Benim de görevim o zaman sizi Kendime ulaştırmaktır, 3. kat cenneti vermektir, nefsinizin kalbini %51 nurla doldurmaktır. Ben, bunu yaptığım zaman sizin de davranışlarınızın yarıdan fazlası pozitif davranışlar olacaktır. Sizi mutlu kılacak davranışlar olacaktır. Yarısından azı kalacaktır, sizi mutsuz edecek. Burada dünya mutluluğunun yarısını yaşatırız Biz size ama cennetlerden 3. kat cenneti de garanti ederiz.” diyor Allahû Tealâ.
Öyleyse Allahû Tealâ ne diyor? “Hadi ey insanlar! Durmayın. Arzı dünyalar kadar geniş olan cennetlere koşuşun. Hadi durmayın, cennetlerime koşun Benim.”
3/ÂLİ İMRÂN-133: Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâs semâvâtu vel ardu, uiddet lil muttekîn(muttekîne).
Ve Rabbiniz'den olan mağfirete ve genişliği yerler ve gökler kadar olan, muttekîler için hazırlanmış olan cennete koşun!
Ne yaparak koşacaksınız? Bir dilekle “Yarabbi! Ben ruhumu Sana ulaştırmayı diliyorum. Senin bunca ermiş evliyan var ya! İşte o ermiş evliyandan birisi de ben olmak istiyorum. Yarabbi! Bana bunu sağla.” diye talepte bulunmanız lâzım. Talepte bulunun, gemi iskeleden demir alıp ayrılır. Mutlaka 7 safhayı yaşayarak, 7 limandan geçerek son limana ulaşır. Sizin talebiniz üzerine, sizi ulaştıracak olan son liman, ruhunuzu Allah’a teslim etme noktasıdır. Burada söylediğimiz oluşur. 3. kat cennetin sahibi olursunuz ve nefsinizin kalbinin %51’i nurlarla dolar, dünya mutluluğunuz da günün yarısını mutlaka aşar.
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, mutlu musunuz? İşte size sualimiz bu. “Daha kolay ne var?” diye soruyoruz. Bize cevap ulaştırın. Sadece bir dilekle Allah’a ruhunuzu ulaştırmayı dileyeceksiniz; 3. kat cennet, günahlarınızın örtülmesi ve nefsinizin kalbinin %51 nurlarla doldurulması, dünya mutluluğunun %51’i; yarıdan fazlası sizin bir şey yapmanıza gerek kalmadan Allahû Tealâ tarafından size hibe ediliyor. Bu vehbî bir olaydır. Allahû Tealâ sizi Kendisine ulaştırıyor.
Hepinize kapılar açık ardına kadar sevgili kardeşlerim, can dostlarım, bu ülkenin insanları! Allahû Tealâ hepinizi Kendisine davet ediyor. Hadi ne duruyorsunuz? Arzı dünyalar kadar olan cennetlere koşuşun. Allah’a ulaşmayı dileyin.
İmam İskender Ali M İ H R