TARİH: 18.07.2006
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah'ın güzel emirleriyle buradayız. Bir defa daha Allah’tan bahsetmek üzere, bir defa daha bütün insanların kurtuluşu için konuşmak üzere...
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'ın dînleri yoktur. Yahudilerin dîni, Hristiyanların dîni, Müslümanların dîni diye ayrı ayrı dînler yoktur; hiç olmamıştır. Sadece bir tek dîn olmuştur: Hz. İbrâhîm’in hanif dîni. Âdem (A.S)’dan Hz. İbrâhîm’e kadar gelen bir dîn. Hz. İbrâhîm’den sonra da Hz. Musa’ya, Hz. İsa’ya ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e öğretilen dîn, bu dîndir.
Allah'ın muradı nedir? Allah, bu insan adı verilen mahlûkunu o kadar çok seviyor ki; onu mutlaka cehennemden kurtarmak istiyor. Biz insanlar, gerçekten büyük ölçüde torpilli mahlûklarız. Allah'ın indinde en üst seviyeyi biz insanlar işgal ediyoruz. Allahû Tealâ Câsiye Suresinin 13. âyet-i kerimesinde diyor ki:
45/CÂSİYE-13: Ve sahhara lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.
“Bütün göklerde ve bütün arzlarda yarattığım her şeyi katımdan sizlerin, insanların hepsi için yarattım.”
Melekler için yaratmamış, cinler için yaratmamış, hayvanlar için yaratmamış, kuşlar için, canlı olan başka hiçbir mahlûk için yaratmamıştır. Biz insanlar için yaratmıştır. İnsanı üstün kılan vasıf nedir? Sadece bir tek şey: Ruh. Allah sadece insan adı verilen bu mahlûkuna ruhundan üflemiştir. Secde Suresinin 9. âyet-i kerimesinde diyor ki:
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel efidete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
“Onun (insanın) içine ruhumdan üfürdüm.”
Allahû Tealâ ruhunu burnumuzdan üfürmüştür. İşte o ruh var ya; o ruh biz insanları kâinattaki bütün sistemlerdeki bütün mahlûklardan üstün kılar. Allah ve insan ilişkisinde dünya adı verilen bu gezegen kâinatın kalbidir.
Dîn, sadece bu dünyada yaşayan insanların dîni değildir. Allahû Tealâ: “Yerlerdeki insanlar, göklerdeki insanlar ve ikisinin arasındaki insanlar.” diyor. Allahû Tealâ bunu 10’dan fazla âyet-i kerimede söylüyor: “Yerlerdeki insanlar, göklerdeki insanlar ve ikisinin arasındaki insanlar.”
Bütün gezegenlere göre o gezegenin yukarısında olanlar, o gezegenin aşağısında olanlar hep var olacaktır. Bu da eşyanın tabiatına son derece uygundur. Hayat olan gezegenleri bir dizayn içerisinde tutarsanız, kafanızda bir düşünürseniz; insanoğlu dünyanın neresinde konuşlanmışsa (kendisine mekân bulmuşsa), dünyanın o noktasından, merkezden geçen bir dikmenin tam öbür tarafı bir başka grup insanı içerir ki; bir taraftan baktığınız zaman onlar üsttedir, diğerleri tam alttadır. Öyleyse birinciye göre üstte olan kâinat, ikinciye göre altta olan kâinattır. Dünyanın her noktasında olay budur. Sevgili kardeşlerim! Dünya adı verilen bu gezegen öyle bir dengeyle yaratılmış ki; onun merkezinden geçen ve her noktaya ulaştıracağınız bir doğru, herhangi bir noktadan merkeze gelip de aynı doğrultuyu muhafaza eden bütün doğrular -kalınlık dereceleri hangi kalınlığı gösterirse göstersin-, mutlaka iki tarafı aynı ağırlığı taşımaktadır. Bu sebeple milyonlarca yıldan beri, şu dünya adı verilen gezegenin dönüşünde zaman açısından hiçbir değişme olmamıştır. Bu, dengenin bütün boyutlarıyla yerli yerinde olduğunu gösterir.
Sevgili kardeşlerim! Allah’ı düşündüğümüz zaman hayran olmak için çok sebep buluruz. Allah gerçekten hoşlanılmaya, sevilmeye, âşık olunmaya ve hayran olunmaya değen, kâinatın tek yaratıcısıdır. Öyle bir dizaynda yaratmış ki Allahû Tealâ’nın kâinatı oluşturmadaki hızında saniyenin sıfırdan sonra on beş sıfırlı bir rakamının biri kadar hız farkı oluşsaydı, kâinat ya kendi içine kapanıp yok olacaktı, ya etrafa saçılıp kâinat olma vasfına asla ulaşamayacaktı.
Sevgili kardeşlerim! Allah'a hayran olmak için o kadar çok sebep var ki. Allahû Tealâ kâinattaki herkesle aynı anda konuşabilir. Allahû Tealâ kâinattaki herkese aynı anda yardım edebilir, aynı anda yardımını kesebilir. Varlığını aynı anda herkese hissettirebilir. Kanunları koyan O’dur. O kanunları koyandır; bizlerse kanunlara uyanlarız. İşte problem de zaten burada başlıyor. Kanunlara ne kadar uyuyorsunuz? Ne kadar uyuyorsanız, o kadar başarılısınızdır. O kadar mükâfat alırsınız. Kanunlara ne kadar karşı çıkıyorsanız, o kadar kaybedersiniz. Öyleyse Allahû Tealâ bizi yaratmış, kanunlarını koymuş, bu kanunlara uymak istikametinde bizi tamamen serbest bırakmış ve demiş ki: “Ne ekersen onu biçersin. Bu sana verdiğim, senin için koyduğum kanunlar, aslında sadece seni mutlu etmek içindir. Kanunlara ne kadar riayet edersen o kadar mutlu olursun. Dünya kâinatın merkezidir. Kanunlarım sadece sizin dünyanızı kuşatmaz. Bütün kâinatta geçer, üstelikte kâinat zahirî âlem (1), onun karşıtı olan berzah âlemi (2), cinlerin yaşamakta olduğu gayb âlemi (3), onların berzah âlemi (4) âlemi, 7 kat gökler (5), 7 kat yerler (6), bunların hepsi iç içe oluşmuştur ve insan vücudu şeklinde bir kâinat oluşturur, 7.’si de Allah'ın ilmi ve rahmetiyle kâinatın bütününü kaplamasıdır. İnsanoğlu böyle bir dizaynda vardır; bir yaratık. Hepimiz netice itibarıyla birer yaratığız. Kendimize boşuna paye vermeye çalışmayalım. Hepimiz sadece bir yaratığız. Biz Allah'ın azatsız kölesiyiz. O bizim yaratıcımız, sahibimiz ve bizi kumanda edendir. Öyleyse ne yaparsak O yaptırır. Ne söylersek O söyletir. Biz kendimizden bir şey yapmaya yetkili kılınmadık. Yetkiler, çoktan (seneler önce) bizden alındı.
Allahû Tealâ insanoğlunu o kadar çok seviyor ki, sevdiğine öylesine büyük bir mutluluk veriyor ki; bu mutluluk hani bizim Yaşar Kemal’in deyişiyle “Dil inen tarifi gayri mümkünsüz.” Sevgili kardeşlerim! Bir bilseniz. Her şey öylesine güzel dizayn edilmiş ki; her şey bütün cepheleriyle insan adı verilen bu mahlûkun mutluluğu için yaratılmış. Bütün kâinat, dünya, atmosfer, dünya adı verilen bu kürenin iç dünyası; hepsi biz insanların mutluluğu için yaratılmış.
Sadece 2 tür davranış biçiminiz vardır.
1- Dilerseniz bu dünyada mutlu olabilirsiniz. Gideceğiniz yer mutlak olarak cennet olur. Eğer O’nun emirlerini ve nehiylerini tatbik etmeye can atarsanız.
2- O'nun emir ve nehiylerini dinlemediğiniz zaman bu dünyada da mutsuz, huzursuz bir hayat sürersiniz, sıkıntı içinde yaşarsınız, öldükten sonra da mutlaka cehenneme gidersiniz.
İnsanoğlu bu dünyaya gelir, yaşar, Allah onunla konuşmaz. Şeytan, kişinin ehliyetine bakmaz, herkesle konuşur. Üstelik de herkesin kendi iç sesini taklit ederek konuşur. Herkes bu muhtevayı kendisine ait bir düşünce addeder. Zanneder ki kişi, düşünüyor. Niye kelimelerle düşünüyorsunuz? Çünkü şeytan konuşuyor. Şeytan, herkese vahyeder. Vahyetmediği bir insan yoktur. Herkesin etrafında mutlaka şeytanlar mevcuttur. Onları baş gözleriyle göremezsiniz. Çünkü bu âleme ait varlıklar değillerdir. Onları duyamazsınız ve hissedemezsiniz. Daha dünya iç içe olan 6 tane âlemin birbirini neden hissedemediğini yeni keşfetmeye başladı. Hâlâ da bunun nasıl olduğunu anlayamıyorlar.
Dünyadaki en küçük parçalar bilinen standartlar içinde elektronları oluşturur. Elektronlar, karşıt elektronlar, nötrünolar ve karşıt nötrünolar kâinatın temel parçacıklarıdır. Bu parçacıkların da parçacıkları vardır. Öyle parçacıklardır ki bükülmüş vaziyette durdukları zaman sadece kendi âlemlerini gösterirler. Diğer bütün âlemlere karşı kapıları kapatırlar. İşte bütün âlemlerde bu en küçük parçacıklar, başka âlemleri kapatırlar. Şu anda biz sizinle bu konuşmayı yaparken konuşmayı yaptığımız yer, stüdyo aynı zamanda gayb âleminin, aynı zamanda emr âleminin, aynı zamanda berzah âleminin bir muhtevasıdır. Hepsi insan vücudu şeklinde yaratılmış olan bir kâinatın bir cepheden görüntüsüdür. İşte elektronların içindeki o en küçük parçacıklar öyle bir kıvrıntıyla kıvrılırlar ki, başka bir âlemin görünmesini engellerler. İlim, bunu daha yeni keşfetmiş vaziyettedir. Sadece ismini hatırlayamadığım bir hanımdan bahsediliyor. Onun bilgisi bize geldi. Sayfalarca bilgi vermiş, o konudaki kardeşimiz. Ama ona olaşamadık. İsmini vermiş, fakat bu öğretim üyesi olduğunu tahmin ettiğimiz kardeşimiz bize bilgileri aktarmış. Bizim ona verecek çok cevabımız var. Bütün problemleri çözecek olan cevaplarımız var. Ama ona ulaşamadık.
İşte o en küçük parçacıklar âlemleri birbirinden ayırır. Her âlemdeki en küçük parça, kendi içine doğru öyle bir kıvrılmayla kıvrılmış durumdadır ki; bunlar üst üste geldikleri zaman, o âlemi tamamen başka âlemlerden soyutlarlar. Hâlbuki aynı alan içerisinde bütün âlemler var. Sevgili kardeşlerim! Dünya daha o kadar az bilginin sahibi ki âlemlerin iç içe olduğu, birbirinden farklı olduğu bizim tarafımızdan anlatıldığı zaman bir çok insan bir deliyle konuşuyor zannediyordu. Adımız zaten deliye çıkmış. Ama Allahû Tealâ hamd olsun ki ilmin insanların bilmediği bütün mikro sistemlerini bize öğretti. O kadar mı? Hayır. Makro sistemleri de öğretti.
Kâinat da bir insan vücudu şeklinde yaratılmıştır, onun nüvesi (modeli) olan insan da. Sevgili kardeşlerim! Eğer çok küçülebilseydiniz; o mikro sistemlerden birinin o en küçük parçacığı kadar küçülebilseydiniz ve kendinize bakabilseydiniz bir kâinat görecektiniz.
Her şey öylesine güzel ki! Allah'ın emrinde olmak, O’nun için yaşamak, O’nun için ölmek, O’nun için var olmak veya yok olmak… Hayır. Shakespeare’in Hamlet’e söylettiği “Var olmak ya da yok olmak” değil bu. Bu bir felsefe değildir. Bu söylediğimiz şeyler; bizim söylediğimiz, Allah’ın “hakikat” adı verilen cevherleridir. Gerçekler.
O kardeşimiz bize o yazıyı ulaştırana kadar âlemler arasındaki farkın nasıl oluştuğu konusunda son noktayı vurgulamamıştık. Biliyorduk ki bütün âlemler iç içe. Fakat ne oluyor da birbirlerini göremiyorlar? İşte o tiny parçacıklar, küçüğün küçüğü, en küçük parçacıklar kendi içlerindeki bükülme sebebiyle başka âlemleri kapatıyorlar.
Sevgili kardeşlerim! Sizlere bunlardan bahsedebilmek o kadar güzel ki... Allahû Tealâ’nın dünya âlimlerimizin henüz bilmediği hususları bize öğretmesi bizim için öylesine bir ferahlık kaynağı ki, O’na biz hayranız biliyor musunuz? Onun verdiği ilmi yerli yerine oturttuğumuz zaman hiçbir soru işareti kalmıyor. Biz insanlar zahirî âlem olan “dünya” adı verilen bir gezegende yaşıyoruz. Bu zahirî âlem ilminin son verilerine göre en az 100 milyar galaksiden oluşuyor. Her galakside de en az 100 milyar yıldız. Ve bir kısmında mutlak olarak hayat var. İnsanlar mı? Evet, insanlar var. Öyleyse her yerde ilim vardır. Şu ulaştığımız ilim var ya, bundan asırlarca evvel bu ilmin ötesine ulaşılmıştır. Gazeteler, Mısır’daki Piramit’in yerden 12,5 m yüksekliğindeki tavanında, oradaki resmi yayınladı. Bu resimde uçak (bizim zamanımızdaki uçak türü) var, sonra helikopter var, sonra uçan daire (ufo) var. Hava gemilerinin muhtelif modelleri ama bir de uçan daire var. En az 3000 sene evveline ait olan bir piramitten bahsediyoruz. Nuh’un gemisi bir atom gemisiydi.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ’ya hamd ederiz şükrederiz sırları biliyoruz. İnsanlar yaşamış ve korkunç bir gerçekle karşı karşıyayız. Atomu keşfetmişler. Biliyorsunuz birçok âlim firavunların mezarına girdi. Sonra da öldüler. Ölüm sebebi araştırıldı. Ölüm sebebinin atomla ilgili olduğu anlaşıldı. Yani radyasyon. Ölen insanların radyasyondan öldüğü kesin. Ne yapmışlar? Firavunların mezarına girip onların mumyasının bulunduğu sandukayı açmışlar, açınca da oradaki bekçi olan radyasyon hükmünü icra etmiş. İnsanlar, radyasyon sebebiyle ölmüşler. Sevgili kardeşlerim! Firavun başbakan hüviyetindeki (emrindeki) yaverine diyor ki: “Bana yüksek bir kule yap ki ben göklere bakayım, göklere ulaşayım.” “Yoluna çıkayım.” gibi bir ifade kullanıyor.
Nuh’un gemisinin bütün dünyayı dolaşması söz konusu. Netice itibarıyla eğer bu gemi bir buharlı gemi olsaydı; hiçbir kara parçası mevcut olmadığı cihetle yakacağının onu, o yola çıktığı yerden oturduğu Cudi Dağı’na kadar ulaştırması, onun onda biri kadar, yirmide biri kadar bile bir yere ulaştırması mümkün değildi. Bir atom gemisiyle karşı karşıyayız. O zaman kanunu görüyoruz. Bütün insanlar, uygarlıkların sahibidir. Uygarlık nerden başlıyor? Her atom savaşından sonra insanların yarı insan hüviyetine girdiklerini görüyoruz. Bir defa insanların büyük çoğunluğu ölmüştür. İki tarafta öldüresiye bir atom harbi gerçekleştirmişlerdir. İnsanlar ölmüş kalanlar da (sağ kalabilenler) radyasyona maruz kaldıkları için konuşamaz ve normal standartlarda hayatlarını sürdüremez duruma girmişlerdir. Ancak nesiller oluştukça, yontma taş devri, cilâlı taş devri diye taş devirleri oluşmuştur. Dünyanın bu aşamalardan geçerek bu hale geldiğini zannediyorlar. Oysaki bu hâlin çok ötesinde medeniyetleri dünya görmüştür.
Sevgili kardeşlerim! Şu dünya adı verilen gezegen de şu boşluktaki binlerce gezegenden birisidir. Milyonlarca, milyarlarca gezegenden bir tanesidir. İşte bu dünyada da birbirini yok edici son atom savaşından evvel onlar varmış. Uçan daireler de varmış. İnsanlar ışık hızının üstündeki hızlara ulaşmışlar. Şimdi Allahû Tealâ bize kanunu veriyor. Diyor ki: “Elektronlar pozitif ağırlığın sahibidir. Karşıt elektronlar negatif ağırlığın sahibidir. Bu sebeple her karşıt elektron bir elektronun yarısı kadar devir sayısına ve bu sebeple de bir elektronun yarısı kadar kendi âleminin ağırlığına sahip olduğu için, bütün sistemlerde her elektron kendi ağırlığının yarısı kadar ağırlık ifade eder.” Bu yüzden 140 kg. ağırlığında elektron yapısı olan bir insan, bu dünyada 70 kg. olarak tartılır. Arkasında, 70 kg’lık da negatif ağırlığa (karşıt elektrona) sahip olması yatar.
Şimdi sizinle beraber, bir elektronla bir karşıt elektrondan oluşmuş olan bir gama fotonuna bakalım. Biliyorsunuz, foton saniyede 300.000 km.’ye yakın bir hızla hareket halinde olan bir sistemdir. Bu fotona dikkatle bakın sevgili kardeşlerim. Bu foton bir kurşun duvara veya bir aynaya çarpınca çarptığı noktadan itibaren 2’ye ayrılır. Birbirinin zıttı istikametinde aynı noktadan ayrılan 2 tane parçacık, 2’si de başlangıçta bir patlama enerjisiyle görünür. Bir tanesi, görüntüsünü bu alemde devam ettirerek hareket halinde oluyor. Ama ikincisi İkincisi o parlamadan sonra görünmez olur. Şimdi konunun can alıcı noktasına ulaşıyoruz. Allahû Tealâ’nın bize öğrettiği bu ilimde, elektronun ağırlığı dünya üzerinde kesinlikle biliniyor. Yok olan parçacık (karşıt elektron) Allahû Tealâ’nın kanunu, değişmez bir denge sistemini içerir. Allahû Tealâ diyor ki: “Biz her şeyi zıttıyla kaim kılarak çift yarattık.” Şurası 0 noktasıysa, 0 noktasından şu kadar sol tarafta bir nesne yarattıysa, gene 0 noktasından o kadar sağ tarafta aynı uzaklıkta bir başka şey daha mutlak olarak yaratmıştır. Kâinat zıttıyla kaim kılınan tam bir dengeler sistemi olarak dizayn edilmiştir. 0 noktası, şu kadar yukarda ikinci bir nokta var. Bunun şu kadar altında mutlaka ikinci bir nokta daha yaratılmıştır. Allahû Tealâ Enbiyâ Suresinin 30. âyet-i kerimesinde diyor ya: “O bir tek noktayı patlattık. Kâinatı öyle yarattık.”
21/ENBİYÂ-30: E ve lem yerallezîne keferû ennes semâvâti vel arda kânetâ ratkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy(hayyin), e fe lâ yu’minûn(yu’minûne).
İnkâr edenler (kâfirler), semaların ve arzın bitişik olduğunu görmediler mi? Sonra Biz, o ikisini (birbirinden) ayırdık. Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmazlar mı?
İşte o bir tek noktadan ne kadar uzaklıkta ne yarattıysa, onun tam zıttı istikamette, aynı şeyi bir defa daha yaratmıştır. Mutlaka karşılıklı bir denge unsuru tutmuştur. Allahû Tealâ 7 kat cehenneme karşılık, 7 kat cennet yaratmıştır. Dünyanın dışında 7 kat atmosfer yaratan Allahû Tealâ, dünyanın içinde de 7 tane tabaka yaratmıştır. Hep 7’li sistemler gidiyor. Allah'ın bu konuda kullandığı sayı mutlaka 7 oluyor.
Sevgili kardeşlerim! Şimdi eğer 0 ağırlıklı bir gama fotonu bir kurşun duvara vurmuşsa, bir aynaya vurmuşsa ve ikiye ayrılmışsa, bunlardan bir tanesi yok olmuşsa, geriye kalan bir elektronsa ve bu elektronun “A” kadar ağırlığı varsa, fotonun bu elektrona ve karşıt elektrona ayrılmadan evvelki ağırlığı 0 olduğuna göre, elektronun ağırlığı da ya da kütlesi diyelim pozitif olduğuna göre, bu dünyada ölçülüp tartılabildiğine göre; o zaman karşıt elektronun ağırlığı negatif değil midir? Kim aksini iddia edebilir? Bütün nükleer fizik âlimleri aksini iddia ediyorlar. Sadece inkâr ediyorlar ama hiçbir ispat vasıtası oluşturamadan. Bir matematik değerlemeden bahsediyoruz. Herkes kesin olarak fotonun ağırlığının, saniyede 300.000 km. hızla hareket halinde olan bu nesnenin 0 ağırlıklı olduğunu biliyor. Ağırlık 0’dır. Parçalandığı zaman ortaya çıkan iki tane gücü de biliyor: Birbirinin zıttı istikametinde birbirinden ayrılan 2 tane faktör (parçacık). İkisi birden görünüyor. Aksi istikamete gittikleri gözleniyor. Ama birisi gözlendikten hemen sonra yok oluyor (kayboluyor). Diğerini yakalıyorsunuz. Diğerini laboratuarda ölçüyorsunuz. Bunun bir kütlesinin varlığını buluyorsunuz. Eğer bunun kütlesi pozitif bir kütleyse meselâ “A” ise, bu ana parçacıktan ayrılmadan evvel, bu parçanın ağırlığı 0 olduğuna göre karşıt elektronun ağırlığı (-) değil midir sevgili kardeşlerim? Allahû Tealâ bize bunu öğretti. Biz de Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne gittik. Bu olayı oradaki iki doçente anlattık. “Bu durumda karşıt elektron ağırlığının negatif olduğu kesin değil mi?” dedik. “Hayır. Negatif ağırlık diye bir ağırlık yoktur.” dediler. İşte sevgili kardeşlerim, aczimizi orada gördük. Gözümüzün önünde Allah'ın bize öğretmek lütfunda bulunduğu bu hakikati, ilim sahipleri sadece inkâr ediyorlar ve dünyanın geleceği kim bilir daha ne kadar geriye bırakılıyor? Oysaki eğer el ele verebilseydik belki de bir uçan dairenin yapılması şimdi mümkün olacaktı. Sadece bu değişimi sağlayacak olan bir formül bulmamız lâzım. Geri kalanı Allahû Tealâ tarafından adım adım gerçekleştirilecektir.
Sevgili kardeşlerim! Söylediklerimiz bir şaka değildir. Herkes piramitlerdeki uçak, helikopter, otomobil ve uçan daire resmini gazetelerde gördü. Hiç kimse “Hayır, böyle bir şey yoktur” diyemez. En az 3000 yıl evveline ait olan bir olaydan bahsediyoruz. 3000 yıl evvel bunların hepsi vardı. İşte şu anda kâinatta teknik açıdan en üst seviyede olan ülke, son öldürücü atom savaşından sonra yani mağara adamlarının ortaya çıkmasından sonra ulaştıkları en kısa devrenin sahibi kimse, işte o ülke, o gezegen dünya üzerindeki en mütekâmil gezegendir. Yeni bir öldürücü atom savaşı onları yeniden mağara adamları haline döndürecektir.
Sevgili kardeşlerim! Bu serencam (macera) bize acı acı El Cabir’i düşündürdü. Nasıl oluyor da o devirde (bundan asırlarca önce), o cahil olmaları hasebiyle bugünkülerden çok daha inatçı olması lâzım gelen insanlara, matematikteki negatif değerleri kabul ettirdi? Bizim âlimlerimiz matematikteki negatif değerlerin varlığını net olarak kabul ediyorlar. Ama kütlenin oluşmasındaki negatif ve pozitif değerler dengesini kabul etmemek nasıl bir mantıktır ki? Bunun için El Cabir’e hayranız. Ne yapmış, nasıl yapmış da bu ilim taassubuna neşter vurmayı başarmış? Onlara negatif sayıları (sıfırın altındaki değerleri) kabul ettirmiş?
İşte sevgili kardeşlerim! Hız kanunlarının 3 esası, ışık hızının altındaki bütün hızlarda maddenin ağırlığı vardır, sıfırın üzerinde. Işık hızında bu olay sıfırlanır. Işık hızında hareket halini alan bir sistemde negatif ve pozitif ağırlıklar birbirine eşittir. Fotonun parçalanıp da bir elektron ve bir karşıt elektrona ayrılması olayında olduğu gibi. Ve bir 3. faktör: Ne zaman ağırlık, ne zaman kütle sıfırın altına düşerse, yani negatif elektronların ağırlığı elektron ağırlığından öteye geçerse, yarısı kadarken onunla eşit olduktan sonra onu da aşar, öteye geçerse, pozitronun ağırlığı elektron ağırlığından fazla olursa, işte o zaman hız mutlaka ışık hızının ötesine geçer. Başka gezegenlere gidiş ancak ışık hızının ötesindeki hızlarda mümkündür. Bu hız şu dünya adı verilen gezegende bundan 5000 sene evvel (diyelim 3000 sene evvel) biliniyordu ve tatbik sahası bulmuştu. Bugün dünya üzerinde birçok ufo gözlenmiş, tespit edilmiştir. Bunlar vardır. İnsanlar, kesin delillerle karşımızdalar. Başka gezegenlerden geldikleri de kesindir. Bu insanlar o kadar uzun mesafeyi nasıl geçiyorlar?
Sevgili kardeşlerim! Allah'a sonsuz hamd ediyoruz şükrediyoruz ki bize “Madde, Hız ve Enerji Kanunları” kitabını yazdırdı. Bakalım bu devirdeki insanlık, bu dünyanın insanı bizim bundan en az 15 sene evvel ortaya koyduğumuz ve Allahû Tealâ tarafından bize öğretilen bu hakikatlerden (gerçek ilimden), bakalım bizim bu zavallı dünyamızda, bu negatif düşünce platformunda, ilmin başında olup da ilmin sahibi olmayanların o kör inatları sebebiyle, bakalım ne kadar mahrum kalacak? Bir gün mutlaka böyle bir hava gemisi yapılacaktır. Onlar, henüz formülleri bilmediği için bunun başında gene biz olacağız. Ama ne zaman? Sırf ilim taassubu yüzünden, bu olay her gün biraz daha geride kalan bir hüviyet taşıyor.
Sevgili kardeşlerim! Allah'ın öğretisi yanlış tanımaz. O’nun yanlışı olmaz. Yanlış olan hep insanların ilmidir. İşte sizlere böyle bir dizaynda sesleniyoruz. İlmin merkezinden sesleniyoruz. Ne zaman ilim adamlarımızın akılları başlarına gelecek? Ne zaman hız kanunlarını öğrenecekler? Biz hiçbir üniversitede elektronik okumadık. Bu konunun uzmanlığına hiç sahip olmadık. İlmimiz sadece Allah'ın bize öğrettiği, bu dünya insanının henüz bilmediği ve ulaşamadığı bir ilimdir. Öyleyse gelecekteki bütün başarıları bu ilim oluşturacaktır. İnsanlar ilmin sahibini tanımıyorlar, dikkate de almıyorlar. Ama ne yazık ki ilim sadece bizde. Sevgili kardeşlerim! Bir gün insanlar hiç ihtimâl vermedikleri gerçeklerle karşılaşacaklar. O gerçeklerle dünyamız kesintisiz bir mutluluğa ulaşacaktır. O gerçeklerin merkezinde gene biz olacağız. Allah’tan bu ilmi alan, ilmin sahibi.
Bu anlattığım konuları incelemek isteyenler bizim “Madde, Hız ve Enerji Kanunları” isimli kitabımızı incelesinler. Bu, Cabbar ile beraber kaleme aldığımız bir kitaptır. O’nun ilim dalı oydu; nükleer fizik. Biz hiçbir üniversitede nükleer fizik öğrenmedik. Ama bu konunun uzmanları ilmi bizden öğrendiler ve onlar isimleri kadar eminler ki, bunu gerçekleştirdiğimiz gün her şey çözülmüş olacaktır. Ama ilmi ellerinde tutan ilimsizler (onlar), o ilim taassubuyla ilme bakıp, ilmin sahibini bugüne kadar reddetmiş durumdalar. Sevgili kardeşlerim! Diyoruz ya, onun için El Cabir’e hayranız.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R