TARİHİ: 06.11.2006
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Allah’ı zikreden bir sohbet, Allah için yapılan bir sohbet. Konumuz: Kur’ân eşittir tasavvuf.
Birçok insan zanneder ki; tasavvuf Kur’ân’ın dışında farklı bir şeydir. Ama Kur’ân-ı Kerim’i incelediğimiz zaman sevgili kardeşlerim, bakıyoruz ki; Kur’ân ve tasavvuf birbirine tam olarak tetabuk etmektedir, tam olarak birbirine uymaktadır, her noktasında.
Öyleyse İslâm’ın 5 şartını dîn zanettiğiniz zaman elbette tasavvufun dışında, tasavvufun bir küçücük parçasını söylüyorsunuz, yani İslâm’ın 5 şartıyla tasavvuf’un yaşanması elbette mümkün değildir. Ama bir nokta daha var, İslâm’ın 5 şartıyla hiç kimse cehennemden kurtulamaz. Öyleyse sevgili kardeşlerim, doğruları birlikte öğreneceğiz. Bundan 14 asır evvel, burasını hiç unutmayalım! Bundan 14 asır evvel Kur’ân’dan başka hiç birşey yoktu. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bütün sahâbeye Kur’ân’ı, sadece Kur’ân’ı öğretti. Bundan 14 asır evvel Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz bütün sahâbeye tasavvufu, sadece tasavvufu öğretti.
Eee? Sonuç denklem; tasavvuf eşittir Kur’ân, Kur’ân eşittir tasavvuf. 14 asır evvel, sadece iki faktör söz konusu Kur’ân ve Peygamber Efendimiz (S.A.V). 14 asır sonra, bugün gene sadece iki faktör devrede; Kur’ân ve biz. İşte Kur’ân ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) dediğimiz zaman Kur’ân ve tasavvuf ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) demiş oluyoruz. İslâm, İslâm’ın 5 şartından ibaret değildir, sevgili kardeşlerim! İslâm, Kur’ân’dır diyoruz. Şimdi 14 asır evvele dönelim. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bütün söyledikleri Kur’ân’dandı. Hadîsleri konusunda şöyle söylüyor: “Benim hadîslerim tartışılacaktır, Kur’ân’a bakın! Hiçbir hadîsim Kur’ân’a aykırı olamaz.” diyor.
Öyleyse tartışmanın âlemi varmı? Hangi konu Kur’ân’a vurulursa; doğru ve yanlış, hemen ortaya çıkar. Konunun en korkunç tarafı, insanın tüylerini ürperecek kadar korkunç tarafı Kur’ân’ın tamamen devre dışı bırakıldığı bir İslâm dünyasının artık var olması ve tabiyatıyla Kur’ân’dan ayrılmış bir İslâm dünyası. Neden böyle söylüyoruz? Çünkü Kur’ân, 7 safha ve 4 tane teslim içerir. Daha başka bir ifade kullanalım; tamamen tasavvufu içerir, muhtevasına alır, ihtiva eder. İçermek, biz eskilerin taviriyle, ihtiva etmektir.
Sevgili kardeşlerim! Kaç kişi kaldık eskilerden? Aslında netice itibariyle, bizim yaşımızda eskilerden sayılıyoruz ama gene de Cumhuriyet çocuğuyuz, yani dînin insanların aklından silinmeye başladığı yılların çocuğu. İlkokulun kütüphanesine gidip kitaplara bakardım, bütün kitaplar, Allah’ın mevcut olmadığını ispat etmek üzere oraya konulmuştu. Sevgili kardeşlerim! İşte Osmanlı İmparatorluğu boyunca bütün dünya üzerinde en az suç işlenen ülke Osmanlı İmparatorluğu idi ve suçlar hiçbir zaman müslümanlar tarafından işlenmemiştir. Kozmopolit bir toplum yapısı söz konusu Osmanlı memâliki sadece İslâm’dan oluşmuyordu ve suçu işleyenler.
Fakat öylesine güzel, öylesine muhteşem bir idari teşkilat, bir zabıta teşkilatı ve özellikle insanlara hürriyeti bütün boyutları sunan bir İslâm’i tatbikat söz konusuydu ki; öyle bir ortamda çevresindeki insanların suç işlemekten, çevresindeki İslâm olanların suç işlemekten ne kadar uzak olduğunu gören diğerleride İslâm olmayanlarıda suç oluşturmakta zorlanırlardı.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah ile olan ilişkilerimizde, şimdi gözlüklerimizi takıp Kur’ân’a bakıcağız. Kur’ân ne söylüyor? Tasavvuf ne söylüyor? Kur’ân diyor ki: “İslâm 7 safha ve 4 tane teslim’den ibarettir.”
1. safha: Allah’a ulaşmayı, Allah’a ruhunu hayata iken ulaştırmayı dilemek. Evliya olmayı dilemek, ermiş evliya olmayı dilemek. Evliya dediğimiz zaman eğer bu konuda bir kültürün sahibi değilse kişi, insan üstü bir varlık zanneder, evliyayı. Hâlbuki herkes bir dilekle evliya olabilir. Bir tek dilek, Allah’a mülâki olmayı dilemek!
Dileyen ne olur? Velî olur. Evliya kelimesi çoğul bir kelime ama dilimizde tekil olarak daha çok kullanılmaktadır. Ve insanlar, sevgili kardeşlerim! Gönülden: “Yarabbi! Ben de Senin ermiş evliyalarından biri olmak istiyorum. Nasıl onlar ruhlarını hayatta iken Sana ulaştırdılarsa, ermiş oldularsa ben de onlar gibi ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum.” dediği anda bir kişi eğer bunu şurdan kalpten bir taleple söylemişse Allah’ın evliyası olmuştur. Yani? Allah’ın dostu olmuştur. Hem de ermiş evliyası olmuştur, 7-8 aylık bir ömrü var ise. Ermiş evliya demek; ruhunu hayatta iken Allah’a ulaştırmış birisi olmak demektir.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, bir insan Allah’tan böyle bir talepte bulunduğu zaman: “Yarabbi! Ben ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum. Senin evliyalarından, hani şu ermiş olan evliyalar var ya, onlardan birisi olmak istiyorum. Beni de onlardan biri eyle Yarabbim! Benim de ruhumu kabul et, benim de ruhumu Sana ulaştırmamı mümkün kıl.” İşte bu kadar.
Bunu söyleyen kişi ne olur? Bunu söyleyen kişi eğer kalpten söylemişse, evliya olmuştur, evliyalığa ilk adımı atmıştır ama ilk adımını atan kişide evliyadır. Allah’a ulaşmayı dileyen kişide evliyadır. Ruhunu, vechini, nefsini, iradesini Allah’a teslim etmiş yolun sonuna ulaşmış olan kişide evliyadır. Kim Allah’a mülâki olmayı, yani ruhunu hayatta iken Allah’a ulaştırmayı dilerse sevgili kardeşlerim, o kişi mutlaka Allah tarafından bu hedefe ulaştırılır. Allah’ın sözü var. Diyor ki Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde, Yüce Rabbimiz:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“Allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu): Allah dilediğini Kendisine seçer.” Kimi seçer? İnsanların %90’dan fazlasını seçer. Seçmedikleri kesin olarak Allah’a insan ruhunun ulaşacağına inanmayan, yetmez, kendisi inanmadığı gibi başka insanlarıda Allah’a ulaşmayı dilemekten men edenler. Sadece onları seçmez.
Öyleyse herkesi seçer ve onlardan kim Allah’a yönelirse, insanların %90’dan fazlası seçilir ama seçilenlerinde, %90’dan daha azı, Allah’a ulaşmayı diler, %90’dan fazlası seçilmelerine rağmen Allah’a mülâki olmayı dilemezler. Dilemedikleri içinde evliya olmaları söz konusu olmadığı gibi cehennemden kurtulmaları söz konusu değildir.
Bunları söylemekten dilimizde tüy bitti, sevgili kardeşlerim ama şu insanlara denemedik metod bırakmadık ama hâlâ ulaşamadık, hâlâ insanların %90’dan fazlası, bırakınız başka İslâm ülkelerini, sadece bizim ülkemizde, Türkçe konuşmamıza rağmen, Amerika’da ingilizce yayın yapmamıza rağmen, insanlar kitle halinde cehenneme doğru yürüyorlar. İşte sevgili kardeşlerim, şu içinde bulunduğumuz noktada bizi en çok hüzüne düşüren, hüzünlendiren, en çok üzen şey; sadece bizim ülkemizde şu anda 70 milyondan fazla insan cehenneme doğru gidiyor ve dîn adamları onları kurtarmak istikametinde kendilerine düşeni yapmıyorlar. Allah’ın gerçeklerini bilmiyorlar.
Ama büyük bir uyanış var, sevgili kardeşlerim, dîn adamları arasında. İşte bu uyanışa güveniyoruz, en azından bizim ülkemizde Allah’ın hakikatleri yakın bir gelecekte, sadece öğrenilmeyecek, tatbik alanına konulacaktır. Böyle olacak, sevgili kardeşlerim. Son konferanslar onu gösterdiki dîn adamlarımıza hakikatler anlatılabildiği takdirde onlar reddetmiyorlar. Son günlerdeki olaylar bunu ispat etti. Öyleyse hatayı bizim kabullenmemiz lâzım. Biz, bu güne kadar dîn adamlarına yaklaşmanın, onlara hakikati anlatabilmenin yolunu bulamamışız.
Sevgili kardeşlerim, herşey Allah’a ulaşmayı dilemekle başlar! Gördünüz ki, Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah, onu Kendisine ulaştırır. Ne diyor?
Yehdî: Ulaştır, hidayet eder.
ileyhi: O’na, Kendisine
men: o kişiyi
yunîb: münîb olan, yönelen kişi.
Kime yönelmiştir? Allah’a yönelmiştir. Allah’a yönelen kişinin Kur’ân-ı Kerim’de ifadesi için kullanılan tarif: ‘Münîb olmaktır.’ ‘Yunîb’ kelimesi, ‘Münîb’ kelimesi, ‘Münîbine’ kelimesi, ‘Enîbü’ kelimesi hepsi aynı kökten geliyor. Sevgili kardeşlerim, o zaman Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ söylediği:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
“Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne): Bana yönel, (O’na yönel, Allah’a yönel, Allah’a ulaşmayı dile) ve takva sahibi ol ve namaz kıl ve müşriklerden olma.” Bir sonraki âyet-i kerime:
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
“O müşriklerden olma ki; onlar, dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır. Herbiri kendi ellerindekiyle ferahlanırlar.” Gizli şirkin sahipleri. Şirkten kurtulabilmenin… Herkes, doğuştan itibaren gizli şirktedir. Allah’a mülâki olmayı dilemedikçe o fırkalara ayrılan insanların bir fırkasına dâhildir. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler bundan kurtulabilirler. İşte bu standartlar altında olayımıza bakıyoruz. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse bu, Allah’ın farz emridir, açıkça söylüyor Allahû Tealâ.
“Munîbîne ileyhi vettekûhu: O’na yönel ve takva sahibi ol (Allah’a ulaşmayı dile).” Zumer Suresinin 54. âyet-i kerimesinde:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu: Ve Allah’a ulaşmayı dile ve O’na teslim ol.
Min kabli en ye’tiyekumul azâbu: üzerinize azap gelmeden önce.
Herşey Allah’a ulaşmayı dilemekle başlıyor. Kur’ân-ı Kerim elifbâs’ı budur, Kur’ân-ı Kerim’e giriş, İslâm’a giriştir. Ama İslâm Kur’ân’ı sadece okuyarak yaşanmaz, Kur’ân’ı hayatına kişinin tatbik etmesiyle yaşanır.
İşte gördük ki; Allah’a ulaşmayı dilemek üzerimize farz. Güzel! Peki, bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemişler mi? Elbette, bu konuşma bunun ispatı için yapılıyor. Kur’ân-ı Kerim’in tasavvuf’un ta kendisi olduğunu ispat etmek için. Allahû Tealâ’nın bu konudaki dizaynı açık ve kesin, sevgili kardeşlerim. Evvelâ, ne söylüyor Allahû Tealâ? Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesi:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
“Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi): Onlar (diyor Allahû Tealâ sahâbe için) taguta kul iken (insan ve cin şeytanların kulu iken) Allah’a yöneldiler (Allah’a münîb oldular, Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Kullarımı müjdele!” diyor Allahû Tealâ. Ne olmuş sahâbe? Şeytanın kuluymuşlar. Sonra ne olmuş? Sonra Allah’ın kulu olmayı başarmışlar.
Sevgili kardeşlerim! Allah’a ulaşmayı dilemek üzerimize farz, bu tasavvufun başlangıcıdır. Bir insan Allah’a ulaşmayı dilemedikce tasavvufta olamaz ama Kur’ân’da da olamaz. Kur’ân’ın insanları kurtuluşa ulaştıracak olan hükümlerine baktığımız zaman açık bir şekilde tasavvufun Kur’ân’ın bel kemiği olduğunu görürüz. Kur’ân tasavvuftur.
Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin gideceği yer cehennemdir. Sadece Allah’a mülâki olmayı dileyenler cehennemden kurtulabilirler. Sevgili kardeşlerim, burası 28 basamaklık İslâm merdiveninin 3. basamağıdır, Allah’a mülâki olmayı dilemek.
1. basamakta olaylar yaşanır.
2. basamakta kişi tavrını koyar, imtihan edilir, tavrını koyar. Onlardan Allah’a ulaşmayı dileyenler, 3. basamağa ulaşabilirler.
1 ve 2. basamakların gidecekleri yer cehennemdir. Kim Allah’a mülâki olmayı dilerse, o 3. basamakta olur.
Sonra? Sonra Allahû Tealâ bu kişiye yardımlar yapmaya başlar:
• Kalbine ulaşır.
• Kalbinin nur kapısını Allah’a cevirir.
• Göğsünü yarar.
• Göğsünden kalbine nur yolu açar.
• O kişi zikir yapar, Allah’ın katından gelen rahmetle fazl göğsünden kalbine ulaşır ve o yolu takip ederek kalbe %2 rahmet girer.
• Ve kişi huşû sahibi olur. Huşû sahibi olunca Allah’tan mürşidini sorması mümkün olur.
• Hacet namazını kılar, mürşidini sorar ve Allahû Tealâ ona mürşidini gösterir.
Allahû Tealâ mürşidin farz olduğunu söylüyor, Mâide Suresinin 35. âyet-i kerimesinde:
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
“Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete: Ey âmenû olanlar! Allah’a ulaşmayı size mümkün kılacak olan (sizi Allah’a ulaştırmayı vesile olacak) kişiyi Allah’tan isteyin ve takva sahibi olun.” Allah’tan mürşidini isteyen kişi, 2. takvanın sahibidir. Sadece takva sahipleri cennete gidebilir ve gördük ki, sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler takva sahibi, Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesine göre. Ve kim mürşidine ulaşıp tâbî olursa, o da takva sahibi, 2. takvanın sahibi oluyor. Mürşidine ulaşırsa ne olur kişi? 2. takvanı sahibi olur, 2. kat cennetin sahibi olur.
Üzerimize farz mı? Farz. Bütün sahâbe mürşidlerine ulaşıp tâbî olmuşlar mı? Allahû Tealâ buyuruyor ki Fetih Suresinin 10. âyet-i kerimesinde:
48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsihî, ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
“Onlar, sana tâbî oldukları zaman onların ellerinin üzerinde Allah’ın eli vardır.” Mumtehine Suresinin 12. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ: “Mü’min kadınların, Allah’a inanan ama henüz Allah’a ulaşmamış olan, Allah’a ulaşmayı dilemiş olan kadınların tövbelerini kabul eyle.” diyor.
60/MUMTEHİNE-12: Yâ eyyuhen nebiyyu izâ câekel mu'minâtu yubâyi'neke alâ en lâ yuşrikne billâhi şey'en ve lâ yesrikne ve lâ yeznîne ve lâ yaktulne evlâdehunne ve lâ ye'tîne bi buhtânin yefterînehu beyne eydîhinne ve erculihinne ve lâ ya'sîneke fî ma'rûfin fe bâyı'hunne vestagfirlehunnallâh(vestagfirlehunnallâhe) innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey nebî (peygamber)! Mü’min kadınlar; Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinada bulunmamak, evlâtlarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir iftira uydurmamak, maruf bir iş konusunda sana asi olmamak üzere, sana tâbî olmak için geldikleri zaman, artık onların biatlerini kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah; Gafur’dur (mağfiret edendir, günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (Rahîm esması ile tecelli edendir).
Şartları vermiş. O, oradaki şartlarla Hz. İsa’ya verilen 10 emir birbirinin tam bir benzerliği içerisinde. Sevgili kardeşlerim, mürşide ulaşmak farz. Bütün sahâbe Fetih Suresi 10. âyet-i kerimesi gereğince Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olmuşlar. Burası 14. basamak. Ne olur? Mürşidine ulaştıktan sonra kişi tâbiiyetiyle beraber Allahû Tealâ’dan birçok ni’met alır. Başının üzerine devrin imamının ruhu gelir, yerleşir. Ruh, Allah’a doğru yola çıkmak üzere o devrin imamının dergâhına ulaşır. Ve diğerleriyle beraber zikirlerini giderek artırmak suretiyle ruhunu, onun ruhu 1. kata, 2. kata, 3., 4., 5., 6., 7. katlara birer birer ulaşır. 7. katın 7. âlemi olan zikir hücrelerinden sonra ruh, Allah’a doğru yükselir, Allah’ın Zat’ına ulaşır, Allah’ın Zat’ında yok olur. Vuslattır bu olay. ‘Fenâfillah’ olan kişi Allah’ın Zat’ında yok olmak.
Burası tasavvufun 3. kademesidir ve sahâbeye baktığımız zaman, bütün sahâbenin ruhlarını da Allahû Tealâ’ya ulaştırıp hidayete erdiklerini görüyoruz. Hidayet tarif ediliyor Kur’ân-ı Kerim’de Âli İmrân Suresinin 73. âyet-i kerimesinde:
3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).
“İnnel hudâ hudallâhi: Muhakkak ki hidayet Allah’a ulaşmaktır.” Bakara Suresinin 120. âyet-i kerimesinde:
2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın Kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.”. Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.
“İnne hudâllâhi huvel hudâ: Muhakkak ki; Allah’a ulaşmak, işte o hidayettir.” İşte bütün sahâbe hidayete ermişler, Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesi:
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
“Onlar sözü dinlerler, sözün ahsen olanına tâbî olurlar. Onlara müjdeler vardır!” “Onlar sözü dinlerler, sözün ahsen olanına tâbiidirler, onlar hidayete erdiler.” diyor Allahû Tealâ. Bütün sahâbe hidayete ermişler, Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesi. Hepsi ruhlarını Allah’a ulaştırmış, burası 21. basamak.
Sonra ne olur? Kişi zikrini artırır, günün yarısından daha öteye geçer, zahid olur. Sonra da 25. basamakta fizik vücudunu Allah’a teslim eder. Fizik vücudu Allah’a teslim etmek üzerimize farz kılınmış mı? Evet, kılınmış. Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Ey Âdemoğulları! Ben sizlerden ahd almadım mı?” Yâsîn Suresinin 60 ve 61. âyet-i kerimeleri.
36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
“E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun). Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun): Ey Âdemoğulları! Ben sizlerden ahd almadım mı, şeytana kul olmayacaksınız diye? Ve Ben sizden Bana kul olacaksınız diye ahd almadım mı? İşte bu Sıratı Mustakîm’dir. Ben sizlerden şeytan’a kul olmaktan ey Âdemoğulları! Ben sizlerden şeytan’a kul olmaktan kurtulmanızı ve Bana kul olmanızı, kul olmanız konusunda ahd almadım mı? İşte bu, Sıratı Mustakîm’dir.” diyor Allahû Tealâ. Bütün fizik vücutlarımızdan, Âdemoğulları, Âdem (A.S)’ın sulbünden gelen sadece fizik vücutlarımız, ne ruhumuz ne de nefsimiz bu istikamette bir hüviyet taşımaz ama fizik vücudumuz kesin olarak Âdem (A.S)’ın sulbündendir.
Öyleyse bütün fizik vücutlara, Allahû Tealâ, Allah’a teslim olmaları için kesin emir vermiş. Peki, bütün sahâbe, (sahâbe dediklerimiz Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olupta görevlerini yapanlar onlar, sahâbe) hepsi, fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler mi, vechlerini? Elbette. Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinin 20. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebeani, ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâgu, vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: “Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik.” O kitab verilenlere ve ümmîlere: “Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?” de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.
Peygamber Efendimize (S.A.V)’e hitap ediyor: “Habibim! O ûmmîlere ve kitap sahiplerine de ki: ‘Ben ve bana tâbî olanlar, biz hepimiz vechimizi, (fizik vücutlarımızı) Allah’a teslim ettik.’ Sor bakalım o ümmîlere ve kitap sahiplerine, onlar da ruhlarını Allah’a teslim etmişler mi, fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler mi (fizik vücutları geçiyor burada), vechlerini Allah’a teslim etmişler mi? Eğer teslim etmişlerse onlardan teslim edenler varsa, onlar daha evvel mutlaka hidayete ermiş olanlardır.” diyor Allahû Tealâ.
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Tasavvufun 2. teslimi fizik vücudun teslim’i. Kur’ân’da farz. Yeter mi? Hayır, yetmez. Bütün sahâbe bu, farz olan 2. teslimide gerçekleştirmişler. Hadi gelin! Daha öteye geçelim. Daha ötede ne var? Daha ötede ulûl’elbab olmak var. Yani daimî zikrin sahibi olmak var, yani nefsin kalbindeki bütün afetlerin silinmesi, bütün afetlerin yok edilmesi, yerine Allah’ın nurlarının %98 fazıl nuru, %2 rahmet nuru olmak üzere %100 kalbi doldurması söz konusu. Kimdir ulûl’elbab? Allahû Tealâ tarif veriyor Âli İmrân Suresinin 190 ve 191. âyet-i kerimesinde:
3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.
“Li ulîl elbâb(ulîl elbâbı). Yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim: Ulûl’elbab için ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de daima Allah’ı zikretmek vardır.” diyor.
Sadece 3 halde bulunabilir bir insan; ayaktadır, oturuyordur veya yatıyordur. 3 halin 3’ünde de zikretmek daimî zikri tam olarak anlatıyor. Ulûl’elbab, onlar ki; gece uyurkende içlerindeki ses: ‘Allah, Allah, Allah, Allah…’ demeye devam ediyor, kalplerinin her atışında. Peki, bütün sahâbe ulûl’elbab olmuşlar mı? Elbette olmuşlar. Allahû Tealâ Zumer Suresinin gene 18. âyet-i kerimesinde:
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
“Onlar sözü dinlerler, sözün ahsen olanına tâbî olurlar. Onlar hidayet’e erdiler.” dedikten sonra şunuda söylüyor: “Onlar, ulûl’elbab’ta oldular.” diyor Allahû Tealâ. Bütün sahâbe ulûl’elbab olmuşlar, göklerin sır hazinelerinin sahipleri olmuşlar, kalp gözleri, kalp kulakları açılmış, ulûl’elbab olmuşlar, yani kalpleri %100 aydınlanmış. Hangi sebeple? Evvelâ:
• 1. özellikleri daimî zikre ulaşmışlar.
• Kalpleri %100 nurlarla dolmuş, 2. özellik.
• 3. özellik, kalp gözünü açmış Allahû Tealâ onların.
• Onların kalp kulağını açmış, 4. özellik.
Bu, 4 tane özelliğin neticesi olarakta onlar ehli hikmet olmuşlar, ehli hayır olmuşlar ve ehli tezekkür olmuşlar. Allah ile her an müzakere etmek, konuları konuşmak imkânının sahipleri, daimî zikirde oldukları için zikirde kişiye hayır kazandıran bir olay olduğu için ehli hayır, yani daimî hayır kazanan birileri olmuşlar. Burada hayır kazanmakta her saniye, bir derecelik bir sevap yazarsa kiramen katibîn melekleri bunu 700’e çarpınca, her saniye 700 derece mükafat almaları söz konusu bütün sahâbenin.
İşte bakıyoruz ki; Nisâ Suresinin 103. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ bütün sahâbenin ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikrettiğini:
4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.
Allah’ı zikretme emrini veriyor Allahû Tealâ. Ve de bakıyoruz ki; bütün sahâbe ayaktayken de otururken de ve yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikredenlerden olmuş çünkü Allahû Tealâ bütün sahâbenin ulûl’elbab olduğunu söylüyor. Bundan sonraki muhtevaya baktığımız zaman gördük ki; ulûl’elbab olmak üzerimize farz. Allahû Tealâ diyor ki: “Fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim: Ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikredin.” diyor.
Bunu Allahû Tealâ açık bir şekilde Kur’ân-ı Kerim’de üzerimize farz kılmış ve gördük ki; bütün sahâbe ulûl’elbab olmuşlar, Nisâ Suresinin 103. âyet-i kerimedeki emri, farz emri, hepsi gerçekleştirmişler. Öyleyse muhlis olmak, 27. basamağa ulaşmakta üzerimize farz mı? Bütün insanlara farz kılınmış mı? Beyyine Suresinin 5. âyet-i kerimesi öyle söylüyor:
98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.
“Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe: Onlar emrolunmadılar, hanifler olarak (Allah’a kul olma istikametinde) kalplerini muhlis kılmakla, hanifler olarak, emrolundular.” diyor Allahû Tealâ. Kalplerini ihlâsa ulaştırmakla ve bütün sahâbe bu hedefe ulaşmışlar.
Sevgili kardeşlerim, gene Kur’ân’a, sonuca bakıyoruz; Allahû Tealâ bütün sahâbe için bu hedefin gerçekleştirdiğini söylüyor. Öyleyse neden bahsediyoruz? Şundan bahsediyoruz; bütün sahâbe bunu başarmışlar. Allah ile olan dizaynımıza baktığımız zaman Allahû Tealâ’nın en güzeli vücuda getirdiğini görüyoruz. Bakara Suresinin 139. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
2/BAKARA-139: Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne).
De ki: “Allah hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? Ve O, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Ve, bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, O'na muhlis olanlarız (dîni O’na hâlis kılanlarız).”
“O ümmîlere ve kitap sahiplerine deyin ki: ‘Allah sizin de Rabbiniz’dir, bizim de Rabbimiz’dir ama biz Allah’a muhlis olanlarız.” Bütün sahâbe bu makama ulaşmışlar, muhlis olmuşlar, 27. basamağı tamamlamışlar, 27. basamağa ulaşmışlar. Peki, 28. basamağa da ulaşmışlar mı? İradelerini de Allah’a teslim etmişler mi? Evet, sevgili kardeşlerim, bunu da gerçekleştirmişler.
İşte Allahû Tealâ açık bir şekilde buyuruyor ki; bütün sahâbe için: “Siz ölmeyin, önce Allah’a teslimi küllî ile teslim olun, sonra ölün!” Âli İmrân Suresinin 102. âyet-i kerimesi.
3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah’a) teslim olmadan ölmeyin!
Ve bütün sahâbe iradelerini de Allah’a teslim edip irşad makamına tayin edilmişler. Bu makamı gerçekten işgal ettikleri açık bir şekilde ifade ediliyor. Allahû Tealâ diyor ki Tevbe Suresinin 100. âyet-i kerimesinde:
9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
“O sabikûn-el evvelîn var ya onların bir kısmı ensardandı, bir kısmı muhacirîndendi, bir de ensara ve muhacirîne ihsanla tâbî olanlardandı.” İster ensar olsun, ister muhacirîn, hepsine tâbî olunmuş. Hepsi bu makamın sahibi olmuşlar.
Öyleyse İslâm’ın 7 safhası, hepsi bütün sahâbe tarafından yaşanmış, 7 safhanın 7’si de üzerimize farz. Tasavvuf neyi ifade eder? Tasavvuf, Allah’a ulaşmayı dilemekten başlayan, ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah’a teslimini içeren bir bütündür. Kimi görüyorsanız, üst seviye evliya olarak kimleri tanıyorsanız, Hacı Bektaşî Velî mi, Hacı Bayram Velî mi, Yunus mu, Mevlâna mı, Erzurumlu İbrâhîm Hakkı Hazretleri mi, Eşref Rumî Hazretleri mi? Kimi aklınıza getiriyorsanız hepsi ruhlarını da vechlerini de nefslerini de ve iradelerini de Allah’a teslim etmişler.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; şunu görüyoruz; Kur’ân ve tasavvuf aynı muhtevayı taşır. Kur’ân, 7 safha 4 teslimi kapsar ve bütün sahâbenin ulaştığını söyler. Tasavvuf’ta bunların hepsidir. Öyleyse Kur’ân eşittir tasavvuftur.
Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir sohbetimiz daha inşaallah burada tamamlandı.
İmam İskender Ali M İ H R