}
Mutluluk Sohbeti 07.11.2006
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 110670

SOHBETİN ADI: MUTLULUK SOHBETİ
TARİHİ: 07.11.2006


Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım. Haydi, gelin! Sizinle beraber bir yolculuğa çıkalım. Bir mutluluk sohbetinde, bir mutluluk yolculuğuna…

İnsanlar mutluluğun ne olduğunu bilmeden yaşarlar. Bu çok zavallı bir hayattır. Bir ot gibi insan olmanın huzuruna eremeden bir yaşam. Olur, mu sevgili kardeşlerim? Bizler insanız. Kâinatın en üstün mahlûkları olarak yaratıldık. Allahû Tealâ Câsiye-13’te ne diyor:

45/CÂSİYE-13: Ve sahhara lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).

Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.


Allahû Tealâ: “Ey insanlar! Bütün göklerde ve bütün arzlarda yarattığım herşeyi sizlerin emrine musahhar kıldım (emrinize vakfettim, emrinize tahsis ettim, emrinize verdim). Bütün kâinat sizin.” diyor. Yani? Sadece zahirî âlemin 100 milyar galaksiden oluştuğu söyleniyor. Ve her galakside 100 milyar yıldız. İşte uzayda insanlar olduğu Kur’ân-ı Kerim’de kesinleştirilmiş. 19 âyet-i kerimede Allahû Tealâ: “Yerlerdeki insanlar, göklerdeki insanlar ve ikisinin arasındaki insanlar…” diyor.

Sevgili kardeşlerim!

• Allah’ın yolunda olmak bir mazhariyettir.
• Allah’ın yolunda olmak bir mutluluktur.
• Allah’ın yolunda olmak hayatın temelidir.

Ve Allahû Tealâ sizlerden, mutlu olmanızdan başka hiçbir şey istemiyor. Diyor ki: “Bana yönel! Sonra mürşidine tâbî ol. Sonra ruhunu Bana teslim et. Sonra fizik vücudunu teslim et. Sonra nefsini teslim et. Sonra irşad ol. Sonra da irşad et.” 7 safha 4 tane teslim. Kur’ân-ı Kerim’in bütünü.

Mutluluk mu? Her gün adım adım mutluluğunuzun arttığını yaşarsınız. Sevgili kardeşlerim, herşey o kadar güzel ki! Öylesine güzel dizayn edilmiş ki; insanoğlunun Allah’a hayran olmamasına, Allah’ın bu güzellikleri bizlere öğretmesinden sonra hep hayretle bakmışımdır. Nasıl olur? Herkes bu idrake sahip, herkesin idraki var. Şeytan nasıl bir korkunç tuzak kurabilmiş ki, bütün insanları Allah’ın yolundan uzaklaştırmak konusundaki gayretleri çok büyük ölçüde başarıya ulaşmış?

İşte bu sizlere anlattığımız hakikatleri bilmeyen 70 milyondan fazla insan yaşıyor bu ülkede. Kendi öğrendiklerinin doğru olduğunu zanneden ve bizim söylediklerimizi hiç incelemeden, insanlara bizi bir yalancı olarak lanse eden, Allah’ın Kur’ân’ından haberleri olmayan binlerce insan yaşıyor ülkemizde. Ve o insanlar, o 70 milyon insanın vebalini yüklenmiş durumdalar.

Sevgili kardeşlerim! 30 senedir biz, insanlara kurtuluşun reçetesini öğretmeye çalışıyoruz. Onlar da öğrenmemekte ısrar ediyorlar. Arkasında kimler var?

• Dînlerini bilmeyenler, 1. Özellik.
• Okullarda öğrendikleri dîn öğretiminin yeterli olduğunu zannedenler, 2. özellik.

Ve o öğrendikleri ile bizim öğretimizi, Kur’ân öğretisini, Kur’ân’ın unutulmuş hakikatlerini karşılaştıkları zaman ikisinin birbirine uymadığını gören ve öğrendikleri ilmi düşündükleri zaman: “Yahu bu kadar üniversite profesörü var. Bunca dîn âlimi yetiştirmiş bu ülke. Onlar bilmeyecek de bu mu bilecek!” diye bir düşünce ile bizim söylediklerimizin yanlış olduğunu zannedenler var. Ne yazık ki, bunlar büyük çoğunluğu içeriyor. En korkuncu; ellerinde insanları kurtuluşa ulaştıramayacak olan bir dîn öğretisinin delilleri var. Ama ne yapsınlar? Onlar okullarında onları öğrendiler.

Bizim Allahû Tealâ’dan öğrendiğimiz, Allahû Tealâ’nın bize A’dan Z’ye öğrettiği Kur’ân hakikatleri onların söylediklerine ters düşüyor. Çünkü onlar Kur’ân-ı öğrenmediler. Onlar dîn öğreticilerinin bugüne kadar ulaşmış kitaplarını öğrendiler. Ve öğrendikleri kitaplar hiç kimseyi cehennemden kurtaramaz. Öyleyse sevgili kardeşlerim, durum böyle olunca iki uçlu bir değnek çıkıyor ortaya. Bir tarafta bizim söylediklerimiz var, bir tarafta onların söyledikleri. Peki, ölçü nedir? Haydi, gelin, bakalım Peygamber Efendimiz (S.A.V) ne diyor: “Benim hadîslerim tartışılacaktır. Kur’ân’a bakın. Hiçbir hadîsim Kur’ân’a ters olamaz, Kur’ân’ın dışında olamaz.”

Yani Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Furkan, Kur’ân’dır.” diyor. Allahû Tealâ da Kur’ân-ı Kerim’i bir furkan olarak, doğruyu yanlıştan ayıran rehber olarak, ayıraç olarak indirdiğini söylüyor. Şimdi bugünkü dîn öğretisine bakalım. İnsanlar kitaplar yazmışlar asırlardan beri. Ehli sünnet vel cemaat âlimlerinden başlayan bir kitap yazma yarışı bugüne kadar gelmiş. Maturidisi, Eş’ârisi... 4 tane mezhep; Hanefi, Hambeli, Maliki, Şâfi. Herbiri ayrı bir telden çalıyor. Hepsi de istinatlı. Yani dayanakları var. Kimler? Dîn âlimleri. Ve bugün dîn ilmi tamamen dîn âlimlerinin bu insanlara sunduğu bir bilgi dağarcığından kaynaklanıyor, oradan ni’metleniyor, oradan alıyor gıdasını.

Ama sevgili kardeşlerim, konunun hakikatine baktığımız zaman ne görüyoruz? Bundan 14 asır evvel Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz sahâbeyi Kur’ân’la nurlandırdı. Kur’ân’dan başka hiçbir şey yoktu. O, bütün sahâbeye sadece Kur’ân’ı öğretti. Ondan sonra insanlar kitaplar yazdılar. Ve dîn, o kitapların inhisarına girdi, tekeline girdi. Ve en korkunç olayla karşı karşıyayız; Kur’ân unutuldu. Gerçekten unutuldu mu? İspat edelim mi? Kur’ân’daki:

1. safha: Allah’a ulaşmayı dilemek. Bütün sahâbe gerçekleştirmiş. 3. basamak.
2. safha: Mürşide ulaşıp tâbiiyet. Bütün sahâbe gerçekleştirmiş. Kur’ân’da farz. 14. basamak.
3. safha: Ruhun Allah’a ulaştırılıp teslim edilmesi. Ulaşması 21. basamak, teslim 22. basamak. Kur’ân’da farz. Bütün sahâbe gerçekleştirmiş.
4. safha: Fizik vücudun Allah’a teslimi. Kur’ân’da farz. Bütün sahâbe gerçekleştirmiş. 25. basamak.
5. safha: Nefsin Allah’a teslimi. 26. basamak, ulûl’elbab makamı.
6. safha: İrşad olmak veya nefsin kalbini halis kılarak muhlis olmak. İkisi aynı şeyi ifade ediyor.
7. safha: İradeyi Allah'a teslim ederek, irşad makamına tayin olmak. Bütün sahâbe irşad makamının sahibi oldular.

Sevgili kardeşlerim! Bugünün dîn öğretisinde, üniversitelerimizdeki öğretide bu 7 safhanın hiçbirisi yok. Şimdi konunun özüne, iskelet müessesesine bakalım. Dîni ayakta tutan temel faktörler; 7 safha ve 4 teslim. Menşei, Kur’ân. 14 asır evvel Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz ve bütün sahâbe Kur’ân’daki 7 safha 4 teslimi yaşadılar. Onlara sadece Kur’ân öğretildi. Bugün Kur’ân’ın esamesi yok. Üniversitelerimizdeki, İmam Hatip Liselerindeki dîn öğretimi, Kur’ân’daki 7 safhayı ve 4 teslimi bütünüyle yok etmiş olan bir dîn tatbikatını içeriyor. Ve dünyaya ilmi ulaştıran matematiğin, fiziğin, kimyanın, bütün ilmi değerlerin başlangıç noktasını teşkil eden Kur’ân hakikatleri 14 asır sonra bütünüyle unutulmuş.

İşte size söylediğimiz 7 safha ve 4 teslimden hiçbirisi, bugünkü dîn öğretimi standartlarında hiç kimseye öğretilmiyor. Ve Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den 14 asır sonra bize Kur’ân’ı öğretmiş. Kime öğretmiş? Bir kara cahile öğretmiş. O biziz! Neden? Hani “Elifi görse mertek sanır.” diye bir söz vardır. İşte biz oyuz. Ne Arapça biliriz doğru dürüst ne de Kur’ân’ın okunmasını. Ama Kur’ân’ın ruhunu biliriz, ruhunu! Bunu da alnımız açık, yüzümüz pak, göğsümüzü gere gere herkese ilân ederiz. Evet, biz Kur’ân’ın ruhunu biliriz!

Şimdi neticeye bakalım sevgili kardeşlerim! Peygamber Efendimiz (S.A.V), sahâbe ve Kur’ân’ın tam tatbiki 7 safha, 4 teslim; Ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah’a teslimi. Hem 7 safhanın farziyeti hem de Peygamber Efendimiz (S.A.V) zamanında bütün teslimlerin gerçekleştirildiği Kur’ân’da mevcut. 14 asır sonra Îslâm âleminin feci durumu, Kur’ân tamamen unutulmuş. İnsanlar 7 safha ve 4 teslimin hiçbirini bilmiyorlar. Dîn öğreticileri de bilmiyorlar. Kur’ân’ı yaşayanlar sadece tasavvuf ehli. Onlar da devede kulak. Ve Allahû Tealâ bize tasavvufu, tasavvufçuların sözleriyle değil, Kur’ân ile öğretiyor. Allahû Tealâ bize Kur’ân ile tasavvufun aynı şey olduğunu, birbirinden ayrılamaz olduğunu, tek bir müesseseyi oluşturduğunu söylüyor. Ve biz bunu herkese ispat ediyoruz. Biz hakikatleri ispat ettikçe, dîn öğreticileri de bize kızıyor.

Sevgili kardeşlerim! Sevinmeleri lâzım değil mi? Neden? Çünkü:

• Kur’ân, bir mutluluk rehberidir.
• Kur’ân, bir mutluluk davetiyesidir.
• Kur’ân, bir mutluluk reçetesidir.
• Kur’ân, bir mutluluk garantisidir.

İşte 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V), O’nun sahâbesi ve sadece Kur’ân vardı. Başka hiçbir şey yoktu. 14 asır sonra Allahû Tealâ’nın bize verdiği vazife, gene Kur’ân var. Kur’ân’dan başka bir şey yok.

Öyleyse dînler yoktur. Allahû Tealâ’nın bize verdiği emir budur. Sadece bir tek dîn vardır. Hz. Âdem’den son peygamber olan Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’e kadar sadece bir tek dîn vardı. Bir tek dîn oluştu. İşte ayrı ayrı dînlerin var olduğunu zannedenlere Allahû Tealâ’nın en büyük ihtarı, Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesi:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


“Habibim! Hz. Nuh’a, Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya verdiğimiz, indirdiğimiz şeriatı sana da vahyetmek suretiyle, size de (sana ve senin sahâbene de) farz kıldık.” Neymiş? Hz. Nuh’un şeriatı aynı şeriatmış. Kiminle? Hz. İbrâhîm’le. Hz. İbrâhîm’in şeriatı aynı şeriatmış. Kiminle? Hz. Musa ile. O’nun şeriatı Hz. İsa ile aynıymış. O’nun şeriatı da Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile aynıymış. 5 tane ulûl’azm peygamber. Sadece onlara “ulûl’azm peygamber.” deniyor. Hepsi aynı şeriatın, aynı dînin sahipleri. İşte mutluluğun kökenindeki bu gerçek bugünkü dünya âlimlerine benimsetildiği takdirde savaşlar biter.

Sevgili kardeşlerim! Birleşmiş Milletler’de konferans vermek istedik. İslâm’ı temsilen biz, hristiyanlığı temsilen, burada Norfolk’taki bir büyük kilisenin pastörü ve musevileri temsil etmek üzere de bir sinagogun başkanı. Biz, üç imzayla Birleşmiş Milletler’e müracaat ettik. Dedik ki: “Dînler yoktur. Biz üç dînin temsilcisi, Birleşmiş Milletler’de bir konferans vermek istiyoruz.” Arkasında ne var? Arkasında, dünya sulhu var. Arkasında, kan dökülmesinin sona ermesi var.

Sevgili kardeşlerim! Davetimiz kabul edilmedi. Dediler ki: “Siz bunu kendi ülkenizin buradaki yetkilisine ulaştıracaksınız. Onlar bize ulaştıracak.” Daha ilk etapta maksadımızın ne olduğu görüldüğü anda, sulhun düşmanları harekete geçtiler. Sonra biz oradaki yetkiliye yazıyla ulaştık. Ve bir defa daha reddedildik. Sevgili kardeşlerim! Görebiliyor musunuz dünya üzerinde oynanan oyunları? İşte bu mutsuz, herkesin huzursuz olduğu bir dünyayı, sadece Allah’ın bu ilmi öğrettiği biz, huzur içine sokacak vasıfların sahibi kılındık. Ve bunu gerçekleştirdiğimizi göreceksiniz. “Bu adam geleceği nereden biliyor?” diye bize sormayın. Biz bilmeyiz, biz sadece bir aynayız. O, söylediklerini bu ağızla, bizim ağzımızla size ulaştırır. Bu devirde bu görev bize verildi.

Onlar bunu biliyorlar. Şeytan bunu çok iyi biliyor. Şu anda şeytanın dünya üzerindeki en büyük düşmanı biziz. Ama en kötüsü de bize hiçbir şey yapması mümkün değil. Bu sebeple iblis kuduruyor. Ama kudursa da kudurmasa da dünya sulhu, bütün bu üçkâğıtçılara rağmen mutlaka kurulacaktır, sevgili kardeşlerim. Hiçbirinizin en ufak bir endişesi olmasın. Eğer bize “Nasıl kurulacaktır?” diyorsanız bunun cevabı bizde yok. Onun nasıl olacağını biz bilmeyiz. Bilmek mecburiyetinde de değiliz. Ama her an O’ndan emirleri alırız ve onları bize söyletir. Biz bir aynayız. Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, yeryüzündeki aynası.

Bunları bir övgü sözü falan diye kabul etmeyin, sevgili kardeşlerim. Bugüne kadar artık bizi tanıdınız. Evvelce söylediklerimizin hepsi birer birer gerçekleşti. Bakın ne kadar samimiyiz. “Biz bir hiçiz!” diyoruz. Biz bir şey değiliz. Bir aynayız sadece. O, bizim ağzımızdan konuşuyor. Bizi konuşturan, O. O’nun tasarrufundayız. Tasarrufun ne olduğunu bilmeyen insanlar da bilsinler, öğrensinler ki; bir kişinin iradî yapısı Allahû Tealâ tarafından bütünüyle alınır da o kişi huzur namazının imamlığına tayin edilirse, o tasarruf altındadır. Kalp gözü açık olanlardan binlerce kişi huzur namazını görebilmiştir. Orada namazı kıldıranın gerçekten biz olduğumuzu görmüşlerdir. Bizim ruhumuz, ruhlarımızdan sadece bir tanesi, binlerce, on binlerce ruh, bugün her kim tâbî olmuşsa, onun başının üzerine gelip yerleşiyor. O, biziz.

Sevgili kardeşlerim! Bilmeniz, öğrenmeniz gereken o kadar çok şey var ki! Hangisini söyleyebilirim size bilmiyorum. Ama mutluluk diyorsanız, mutluluk bir uyum halidir. Neden insanlar mutsuz? Nefsleri ile ruhları arasında devamlı bir kavga var. İnsanlar doğdukları günden öldükleri güne kadar, tasavvufu yaşamadıkça hep nefsleri %100 afetlerle dolu, ruhları da %100 hasletlerle dolu olarak yaşarlar. Afetler Allah’ın emirlerine %100 karşı çıkar, yasaklarını da mutlaka yapmak ister. Hasletler ise Allah’ın bütün emirlerini gerçekleştirmek ister, yasaklarını da asla işlemek istemez. İki düşman kardeş, içinizde birbirini yiyor. Devamlı kavga halindeler, devamlı savaşınız var. Nerede kavga varsa orada kaos vardır, orada huzursuzluk vardır, orada sıkıntı vardır. Ama orada mutluluk yoktur.

İşte bütün dünya insanı, kendilerine ne nefs tezkiyesi ne de nefs tasfiyesi öğretilmediği için bu korkunç manzarada yer alıyor. Her gün birçok masum insanın kanının dökülmesi söz konusu. Bütün bunlara son verecek olan kişi o, biziz. Söylediğimiz gibi “biziz” demekle kendimizi kastetmiyoruz; O’nunla biz! Bu vücut sadece bir aynadır. O’nun sizlere ulaştırmak istediği şeyleri söyleyen bir ağız, onların gerçekleşmesini oluşturacak olan bir fizik vücut yani biz. Aslında bir hiçiz, sıfır. Sevgili kardeşlerim! Biz bir hiçiz. Sadece O var. İşte bu hiçliğimiz sebebiyle Allahû Tealâ’ya ne kadar hamdetsek ne kadar şükretsek azdır ki; bu hiç, gelecekte bütün savaşları bitirecek olan kişidir.

Öyleyse neden mutlu değilsiniz? Ey insanlar! Sizlere sesleniyorum, neden mutlu değilsiniz? Arkanızda sadece şeytan olduğu için. Nefsinizi tezkiye etmediği için, tasfiye etmediğiniz için. Bu büyük ilim, bu hazine size öğretilmediği için. Ne diyor Yunus:

Ballar balını buldum.
Kovanım yağma olsun.

İşte O, ballar balıdır. Mutluluk burada! Yukarıda sözlerimizi bir hedefe yöneltmiştik. Neden insanların mutsuz olduğunu belirtmiştik. Neden? İnsan, kendi içinde kavga halinde. Nefsi ile ruhu arasında bir ömür boyu sürecek olan korkunç bir çekişme. Ruhu hep güzellikleri yapmasını isteyecek. Nefsi hep yanlış yaptıracak. Arkasından da pişmanlık duyacak. Çünkü her yaptığı yanlışın arkasından Allahû Tealâ ona azap edecek, ruhu da nefsine huzursuzluk verecek. Ömür boyu yanlışların işlenmesi, nefse tâbî olmak, arkasından da hep mutsuzluğu, huzursuzluğu yaşamak. Ömür boyu mutsuzluk.

Peki, ya bu insan nefs tezkiyesini yapmışsa? Nefs tezkiyesinde durum aynı standartlarda başlar. Kişi nefsini tezkiye ettiği anda nefsinin kalbinde %51 nur vardır, %49 karanlık vardır. Dünyaya gelişinde de durum aynıdır. Ama fizik vücudunu Allah’a teslim ettiği zaman bu nurlar %91’e ulaşır. Nefsini teslim ettiği zaman %100’e ulaşır. Ne olur? Nefsin kalbi %100 nurlandığı zaman ne olur? O kişi Allah’ın bütün emirlerini gerçekleştiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellik taşır.

Sevgili kardeşlerim! Önemli mi? Çok önemli. Neden? Ne zaman Allah’ın bir emrini yerine getirirseniz, duyabileceğiniz his sadece huzurdur, mutluluktur. Ne zaman Allah’ın yasak ettiği bir fiili işlememeyi başarabilirseniz, o zaman da mutluluktur, huzurdur. Ne zaman Allah’ın yasak ettiği bir fiili işlerseniz, arkasından bir huzursuzluk duyarsınız. Bir kişinin kalbini kırarsınız, vicdan azabı duyarsınız. Aslında o, Allah’ın size verdiği azaptır. Arkadan da ruhunuzun nefsinizi huzursuz etmesi söz konusu olur. Her yanlışlığın, her yanlışın bedelini mutlaka ödersiniz. Hele insanlara bu yanlışlıklar sebebiyle zulmediyorsanız, o zaman hiçbir zaman huzurlu olabileceğinizi zannetmeyin. Bir ömür boyu sadece mutsuzluk şarkıları söylersiniz. Kapkara kalpli bir insan olarak yaşarsınız.

Şimdi Allah’ın yoluna girmiş, nefs tezkiyesini sonra da tasfiyesini gerçekleştirmiş birine bakalım. Ne olmuş? Nefsinin kalbi %100 nurlarla dolmuş. Yani nefsinin bütünü, Allah’ın bütün emirlerini yapmak için çırpınıyor. Yasak ettiği hiçbir şeyi de işlememek için. Ve de kişi öyle davranıyor. Hiç kimsenin kalbini kırmıyor. İnsanlar onu herhangi birisi zannederek ona karşı yanlış davranışta bulunabiliyorlar. Ama o bunları dikkate almıyor. O yanlışlıkları yaptıkları için kendisine dokunan kötülükleri sebebiyle değil, onları kurtarabilmek için onlarla konuşuyor.

Sevgili kardeşlerim! Aradaki farkı anlatabiliyor muyuz acaba? Kendisine yapılan bir kötülük sebebiyle onları zem etmiyor. Onlara kötü davranmıyor. Onların bu kötülükleri yaparak kendilerine ne kadar azap verdiklerini, onlara anlatabilmeye çalışıyor. Sevgili kardeşlerim! Herşey çok mu güzel, yoksa bize mi öyle geliyor? Ne diyorsunuz?

Allahû Tealâ’nın yolunda insanların dizaynına dikkatle bakın! Sevgili kardeşlerim, etrafınızdaki insanlara dikkatle bakın! İnsanlar hep mutsuz. Bizim ülkemizde, her tarafta hırsızlık, yankesicilik… Artık sokaklarda güpegündüz mağazaların içine girilip oradan bir şeyler çalınabiliyor. Sevgili kardeşlerim! Ahlâkın bu kadar bozulduğu bir ülke, bu ülke Osmanlı’nın mirasının sahip olduğu bir ülkedir. Bu duruma gelmemizin arkasında ne var zannediyorsunuz? Sadece bir tek şey; Allah’tan kopmak!
 
Ve hâlâ bir kısım insanlar dîni, ülke için bir tehlike diye düşünebiliyorlar. Tehlike mi, yoksa bütün dünyanın kurtuluşu mu? Herşey değişecek sevgili kardeşlerim. Bu fikrî yapının sahipleri, ait olduğu yerlerden sorumlu olanlardır. O sorumluluklarının gerçek anlamını anlayacaklar. Bir gün söylediklerimizi onlar da inceleyecekler ve sadece nefslerinin kurbanı olduklarını görecekler. O zaman bütün dünyayı kurtaracak olan bir yenidünya söz konusu olacak. Bir yeni yaşam tarzı; herkesin, başkalarını kendinden üstün saydığı, başkaları için yaşayan bir toplum. İşte mutluluk orada!

Sahâbeye baktığımız zaman herkesin kendisini onlardan daha fazla sevdiğini fark eden ama bunun sebebinin de başkalarını kendisinden daha üstün olarak kabul etmesi olduğunu idrak eden bir insanlar dizisi olduğunu görüyoruz. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ’nın hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırmasını ömür boyunca hep Allah’tan dileyeceğiz. Zannetmeyin ki; bu böyle gelmiştir, hırsızlıklar, cinayetler devam edecektir. Hayır, devam etmeyecektir. Onları yapan insanlar, Allah’ı tanımadıkları için nefslerinin kurbanı oluyorlar. Sonra da hayatları boyunca pişmanlığın çilesini yaşıyorlar. Ama öğrendikleri zaman Allahû Tealâ’ya tövbe edecekler.

Bu ülke dünyaya örnek bir ülke olacak. Şu anda dünyada en çok suç işleyen ülke olmak özelliği İtalyanlarda ama ikinci sırada da Türkiye var. Biz varız Sevgili kardeşlerim! Dünyada 600 yıl boyunca en az suç işlenen ülke olma şerefini korumuş olan Osmanlı’nın torunları olmakla şeref duyarız. Soy kütüğümüz, Osmanlı’nın başından sonuna Osmanlı olduğumuzu ispat eder. Onlara hayranız. İnsanlar bize kızıyorlarmış, vız gelir. Biz, Allah’ın dostuyuz, insanların dostuyuz. Hepinizin mutluluğu için çalışıyoruz.

Sevgili kardeşlerim, tasavvufu yaşayın! Çok zikredin ki; nefsinizin kalbindeki afetler yok olsun. Onları yok edebildiğiniz gün, siz de bizim gibi olacaksınız. Bütün dünya düşmanınız olsa vız gelecek. Hiçbir şey sizi korkutamayacak. Çünkü ölümü hayatta iken yaşamış olacaksınız, defalarca, defalarca… Çoğunuz ne demek istediğimizi anlayamazsınız. Ama olsun. Öyle de olsa biz sizi çok seviyoruz. Öyle de olsa, kurtuluşun mutlaka gerçekleşeceğini net ve kesin olarak biliyoruz. Şu dünyadaki hiçbir şeyin bu gelişmeyi durduramayacağını biliyoruz.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Geleceğe güvenle bakın. Hiçbir şeyden korkmayın. Gelecekte bu ülke dünyanın yıldızı olacaktır. Çünkü dünya sulhunu kuracak olan temel yapı, gene Osmanlı kanından kaynaklanır.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Nefsinizi tezkiye ederek mutluluğun, dünya saadetinin yarısını yaşayabilirsiniz, 3. kat cenneti elde edersiniz. Ama bu aşağı yukarı bedavadan verilir. Sadece Allah’a ulaşmayı dilersiniz. Şimdi daha öteye geçtiğinizi düşünelim! Ne olacak? Daha öteye geçtiğiniz zaman nefsinizi ve iradenizi de Allah’a teslim edeceksiniz. O zaman bu dünya size kucak açacak. Pencereleri açıp haykırmak gelecek içinizden “Mutluyum!” diye. İç dünyanızda nefsinizle ruhunuz arasındaki savaş bitmiş olacak. Çünkü nefsinizde afet yok. Nefsiniz %100 nurlarla dolmuş. %98 fazl, %2 rahmet. Yani Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği fiilleri işlemeyen bir özellik.

Peki, dış dünyanızda? Dış dünyanızda insanlar size düşman olabilir. Ama siz onlara düşman olamazsınız. O zaman bütün dünya ile barışıksınız. Siz barışıksınız, onlar olsun olmasın. Öyleyse dış dünyanızda da hiç kimseyi incitmeyen, başkalarının incitici davranışlarında da o yaptıkları hata sebebiyle kaybettiği dereceleri yakînen bildiğiniz için, onların değişmesi için gayret sarf eden birisi olursunuz. Ondan intikam almayı değil, ona güzeli, doğruyu anlatıp da onu da nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yoluyla o muhteşem güzelliği ve mutluluğu yaşayabilecek bir hale getirmeyi hedeflersiniz. Herkese davranışlarınız aynı standartlarda olur. Hataları görürsünüz. İnsanlar düzeltemezler. Söylersiniz, düzeltemezler. Sabredersiniz çünkü Allahû Tealâ size sabrı öğretmiştir.

Sevgili kardeşlerim, herşey öylesine güzel ki! İşte bu minval üzere bir hayat söz konusu. Ne diyorsunuz, yaşamak güzel bir şey mi? Bize göre öyle. Şartlar ne olursa olsun öyle. Geleceği Allah’ın öğrettiği biri sıfatıyla geleceğe bakabiliyoruz. O güzel günleri görebiliyoruz, sevgili kardeşlerim. Bütün dünyada sulh ve sükûnun kurulduğu o muhteşem dünya sulhu. Evet, o günler gelecek. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Eğer insanların hedefleri bunu engellemekse, evvelâ karşılarında en büyük engelin biz olduğunu bilsinler. Bizi ortadan kaldırmayı düşünebilenler olursa bilsinler ki; bu mümkün değil. Deneyenler görecekler.

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Hepinizi çok ama çok seviyoruz. Sizler bizim canımızsınız. Sizler bizim ciğerimizsiniz. Sizler gelecekteki mutluluğun sahipleri ve muhafızlarısınız. Allahû Tealâ’nın hepinizi önce nefs tezkiyesine sonra da tasfiyesine ulaştırarak sonsuz mutluluklara vasıl etmesini ve “Dünyada mutluluk yaşanırmış.” dediğiniz bir güne, yine hepinizi ulaştırmasını Yüce Rabbimiz’den dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz, bu mutluluk sohbetinde.

Hepiniz mutlu olun emi! Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım!

İmam İskender Ali  M İ H R